Herhalde devrimciliği tarif etmek gerekirse en iyi tarif onları “ölümle dans eden, ölüme kafa tutan, kelle koltukta yürüyenler” diye tanımlamak ya da tarif etmek yanlış olmayacaktır.
Dünyanın her yerinde adaletsizliğe, eşitsizliğe, baskıya, sömürüye kafa tutanların bir özelliğidir devrimcilik. Devrimciliği eskiyi, var olanı, verili olanı aşarak yerine köklü değişiklik getirmek olarak ele alacak olur isek o zaman neden dünyanın her yerinde devrimciliğin gerçekten de ölümle dans etmek olduğunu anlayabiliriz.
İçerisine doğduğumuz dünya toplumsallıktan kopan daha doğrusu sapan bir dünyadır. Öyle bazıların söylediği gibi “insan insanın kurdudur” sözü hikayedir. Belki de bir şeylerin hem de çok kötü şeylerin üstünü örtmek için kullanılmak istenen bir söylemdir bu.
İnsanlık öyle sanıldığı gibi ilk toplumsallaşma aşamasında sonra yani kendi benliğinin ve de toplumsallığının bilincine vardıktan sonra birbirinin kurdu olmamıştır. Tersine bir arada, ortaklaşa, paylaşımcı hatta eşitlikçi ve özgürlükçü özellikleri çok daha fazla önde olmuştur. Bu durum tarihinin neredeyse şafak vaktinde insanlığın büyük buluşlar yapmasına yol açmıştır. Neolitik devrim dedikleri ve buluşları itibariyle ancak 16. yüz yılda bu duruşa yaklaşan insanlık gibi bir gelişmeye yol açan temel neden işte insanlığın yukarıda ifade edilen komünal değerleri olmuştur.
Ne zaman bu komünal değerlerden sapma yaşanmıştır sorusuna verilecek cevap; ilk iktidarlaşma yani ilk bireysel biriktirmeyle diye cevap verilebilir. Henüz devlet denilen canavar yapılanma oluşumdan önce üçlü kurnaz ittifak; şaman yani rahip, askeri şef ve tecrübe edinmiş olan erkek’in iktidara adım adım el koyarak hem insanlığın ortak kullanım için biriktirdiği değerlere el koymuş hem de komünal yaşamı örgütleyen kadın üzerinde baskı oluşturarak giderek bu köklü insanlık karşıtı sapmaya yol açmışlardır.
Peşinde geleni ise herkes bilmektedir. Devletler, diktalar, imparatorluklar, şefler derken bugünün ulus devletine kadar gelinmiştir.
Devletler, diktalar, imparatorluklar ve şeflerin ve de ulus devletlerin ortak noktaları iktidarı tek elden toplayarak toplumun çok ama çok küçük zümresi dışında tümünü baskılamalarıdır. Sömürmeleridir. Ezmeleridir. Başka bir deyimle iradelerini yok sayarak nesne haline getirmeleridir.
Özcesi insan insanın kurdu değildir. İktidar ve devlet yapıları insanın hem kurdudur hem de insanı kurt haline getirendir.
İşte tüm devrimcilerin ortak bir özelliği bu kurt haline getirilişe karşı duruşlarıdır. Sapmayı aşarak yeniden orijinal haline getirmek istemeleridir. Kimi devrimci bu durumu ileri düzeyde felsefik ve ideolojik tanımlamalara kadar götürerek gerçekten de köklü paradigmasal yaklaşımlar göstermektedir. Ancak bazıları bu düzeyde ele alamadıkları için var olanı yıktıktan sonra bu yıkılan iktidar odakları yerine bu kez kendi iktidarını kurdukları için yine eski olana rengi farklı olsa da benzeşmeleridir. Bu şekilde de iktidar ve kirli olan devlet yapısı adeta kendisini vazgeçilmez kılarak süreklileşe bilmektedir.
Ancak ideolojik ve felsefik olarak kendilerini ikna etmiş ve bu sapma durumunu bilincine çıkaran iktidar odaklarının insanlığı teslim alan temel üç yöntemine karşı çıkarak iktidar odaklarını çıldırır haline getirebilmektedir.
Birinci yöntem olarak İktidar odaklarının edindikleri bolca tecrübeden sonra en önemli yöntemleri insanı ölümle tehdit ederek teslim alma girişimleridir.
İkinci bir yöntem ise kadını erkekle erkeği de kadınla teslim almalarıdır.
Üçüncü bir yöntemleri ise özel mülkiyetle bunu yapmalarıdır. Yani insanları parayla, maddi değerlerle satın alma ya da tehdit ederek yanlarına çekmeleri ya da tarafsız hale getirerek pasifize etmeleridir.
İşte dünyanın farklı yerlerindeki devrimcilerinin kimileri iktidar güçlerinin üç silahını da elinde alarak mücadelelerine devam ederlerken kimisi iki silahını kimisi ise bir silahını almaktadırlar.
Dünyanın her yerinde iktidar odaklarına karşı devrimcilerin iktidar güçlerinin ellerinde ilk aldıkları silah “ölüm silahı”dır. İktidarlar insanlığı ölümle tehdit ederken iktidar odaklarına karşı en etkili mücadele silahı olarak ölümle dans etmek, ölümle alay etmek, kelle koltukta yollara düşmek, ölüme kafa tutmak iktidar odaklarını çıldırtmaktadırlar.
Devrimciler ölüm silahını iktidar odaklarının elinde aldıkça iktidar odaklarına yamananlar yaşamın kutsallığına, yaşamın hiçbir şeyle değiştirilemezliğine, yaşamın sadece bireylere ait olduğunu söyleyerek iktidar odaklarının yardımına koşarlar.
Halbuki iktidar odakları özelde zindanlarda tutsak aldıkları devrimcilere karşı uyguladıkları en büyük silahları ve kozları onları ölümle, özgürlüklerini kısıtlamakla, onların yaşamlarının ellerinde almakla tehdit etmeleridir.
O zaman iktidar odaklarına karşı verilecek en etkili mücadele bu silahı onların elinde almaktır. Boşuna Mazlum Doğan 21 Mart 1982 yılında faşist TC devletinin elinde kendi yaşamını sonlandırarak direniş fitilini çakmamıştır. Yine 14 Temmuz 1982 ölüm orucu direnişçilerinin “yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” diyerek faşizmi zindanlarda dize getirmemişlerdir.
Evet, iktidar güçlerini, baskıcıları, sömürücüleri, faşistleri ve faşist devlet yapılarını karşı en etkili direniş tutsak aldıkları bedenlerimiz üstünde istediklerini yapmaya fırsat vermeyerek her yerde her ortamda kelle koltukta, ölümle dans ederek direnişimizi süreklileştirmemizdir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Ekim günü Mardin’in Savur ilçesiyle Amed’in Bismil ilçesi arasındaki alanda işgalci TC ordusu tarafından düzenlenen operasyon 26 Ekim günü sonuçsuz bir şekilde geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Şehit Adil ve Şehit Nuda devrimci harekatı çerçevesinde gerillalarımız tarafından Şırnak merkeze yönelik kapsamlı bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Mangurtluk üzerine onlarca makale yazdık ancak öyle görülüyor ki faşist Türk devletinin mangurtlaştırma politikaları devam ettikçe mangurtları, mangurtlaştırılanları ve mangurtlaştıranları yazmaya devam edeceğiz.
En son Akepe borazanlığını aleni bir şekilde yapan bir isim Abdulkadir Selvi de mangurtluğa ilişkin bir yazı yazdı. Ancak ilginç olan ise mangurtluğun nasıl geliştiğini doğru yazsa da mangurtluğu tersine mangurtluğu geliştirenlerin lehine çevirerek özenle yazmaya çalışmış.
Mangurtluğu:
“Orta Asya'da yaşayan Juan Juan adlı barbar kabile tutsaklara uygularmış bu yöntemi.
Saçları kazıtılan tutsakların, saç kökleri tek tek çıkartılıp, yeni kesilen devenin boynundan kesilen deri parçası, kanlar içindeki başına sımsıkı sarılırmış.
Taze deri tutsağın başını mengene gibi sıkarken, deri iyice kurusun, başını iyice sıksın, acıdan kafasını yerlere çalmasın diye bir kütüğe bağlanır, kızgın güneşin altında bırakılırmış.
Kazınan saçlar dışarıya çıkmaya başlayınca, içe doğru döner ve uzadıkça da tutsağı çıldırtırmış. Dört beş gün sonunda çoğu tutsak ölür, sağ kalanlar ise hafızalarını yitirmiş bir şekilde, Juan-Juanların, sadık köleleri olurmuş.
Ölünceye kadar geçmişlerini bilmeyen, bilinçlerini yitirmiş, verilen emirleri yerine getiren, sorgulama gibi bir yetenekleri olmayan, 'Mangurtlar' olarak yaşarlarmış.”
Bu Akepe’nin borazanlığını yapan kişi mangurtluğun bu yanlarını yazdıktan sonra bu meseleyi Zindan direnişçilerin geliştirdikleri açlık ve ölüm oruçlarına getirerek PKK’nin zindan direnişçilerini ölüm oruçlarına yatırarak bireylerin hafızalarını silerek mangurtlaştığını yazıyor.
Bir kere zindanda ölüm orucuna yatan direnişçilerinin yaptıkları mangurtlaşmayı özenle geliştiren faşist devlete karşı olan bir açık tavırdır. Mangurtlara ve mangurtlaştıranlara karşı geliştirilen bir direniştir.
İkincisi birileri zoraki faşist TC devleti gibi insanların hafızalarını silmiyor. Dillerini yasaklamıyor. Okullara alarak beyinlerini silmiyor. Hafızalarını boşaltarak kendi hafızasını yerleştirmiyor.
Üçüncü olarak birilerinin kimliğini inkar ederek kendi kimliğini yedirmiyor.
Ve dördüncü olarakta mangurtları yaratarak kendi halkına karşı savaşır hale getirmiyor. Düşmanlaştırmıyor. Kendi iç bünyesine karşı düşmanca tavır almaya yönlendirmiyor.
Bu söylediklerimizin tümünü TC devleti yapıyor. En son olarakta daha ileri bir düzey ve dozajda da Akepe yapıyor. Hatta Akepe sadece ve sadece mangurtlaşmış Kürtleri seviyor. Mangurt olmuş Kürtleri öne veriyor. Hatta tüm diğer Kürtleri kabul etmiyor. Kabul etmediği gibi saldırıyor. Zindanlara dolduruyor. İşkencelerden geçiriyor. Polisleriyle gazlıyor. Biberliyor.
Özcesi mangurtluğu madem yeni öğrenmişsiniz o zaman biraz doğru öğrenin. Haydi, anladık Akepe’nin borazanlığını yapıyorsunuz. Ancak bu onursuz işi yaparken biraz dürüstçe yapın.
Son bir söz olarak açıkça belirtiyoruz; öncelikli olarak mangurtlaştıran tüm politikalarınızı teşhir edeceğiz. Tecrit edeceğiz. Ve bu politikalarınızın sonuç almaması için inadına direnişimizi yükselteceğiz. Yine mangurtlaştırdığınız ve içimize birer hançer olarak yerleştirmeye çalıştığınız mangurtlara karşı da halk olarak karşı duruşumuzu daha güçlü koyacağız.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Ekim günü 15.00-16.00 ile 28 Ekim günü 15.00-16.00 saatleri arasında Hakkari’nin Yüksekova ilçesi Oramar karakoluna bağlı 1 askeri üsse yönelik gerillalarımız tarafından iki ayrı eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Ekim günü saat 17.45’te Amed’in Dicle ilçesine bağlı Tim tepesinde bulunan işgalci TC ordu askerlerine yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Kürdistan’daki yaşanan şiddetli savaş gerçeği ve mevcut mevsim koşulları nedeniyle Kürdistan dağlarında av faaliyetinin yasaklandığını, buna uymayanların gerekli yaptırımlara tabi tutulacağını belirtiyor,halkımızı ve kamuoyunu bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Ekim günü saat 17.10’da Dersim merkeze bağlı özel harekat polis noktasına yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylemde 1 özel harekat. polisi öldürülmüştür
- Ayrıntılar
TTP harflerini okuyunca, hemen aklınıza; koyu gri renkte ve girişinde “Türkçe Konuş, Çok Konuş” yazılı bir pankartın asılı durduğu devlet dairesi gelmesin!
TTP yani; Tactics Techniscs Procedures’muş!!! Bu TTP’yi Türkçeye çevirirsek, daha doğrusu Türkçeleştirilmiş İngilizcesiyle okumaya çalışırsak; Taktik Teknik Prosedürler oluyor…
Hazır yazının girişinde Türkçe konuş çok konuş noktasına değinmişken, bu TTP sayesinde Türkçenin çokluğundaki İngilizceye de ince bir nümayiş de bulunmuş olduk…
Peki, halen bu TTP’nin ne olduğunu anlamaya çalışanlar vardır muhakkak! Biz onlara daha orijinal bir nitelemeyle açıklamaya çalışalım. Bu TTP var ya; kelimenin tam anlamıyla zurnanın son deliği, anasının gözü!
Aslında bazıları abd’li büyükelçinin yaptığı bu açıklama ve ardından Erdoğan tarafından verilen yanıtta kullanılan kelimeler üzerine yeni bir tartışmanın ve hatta yeni bir sürecin başladığını düşünüyor olabilir.
Zaten bu tipler bu düşüncelerle ve benzeri söylemlerle sürekli kendi dünyalarında bir nütasyon halindedirler de, neyse! (bu biraz farklı bir konunun yazısı oluyor, biz tekrar kendi konumuza dönelim)
Abd’li büyükelçi ne demek istedi? Yani gerçekten de bu söylemlerin aslı astarı var mı?
Belki bu yönde girişimlerde bulunulabilir, belki bu yönde çeşitli görüşmeler devam ediyor olabilir, belki bu yönde çeşitli hazırlıklar ve çeşitli kuvvetler hazır kıt’a bekletiliyor olabilir.
Bunların hepsi belki ile başlayan ve şu an itibariyle varsayımların dışında herhangi bir gerçekliği olmayan tartışmalardır. Ondan dolayı elçinin sözlerini bu yöne çekmek ve bunlar üzerinden bir psikolojik ortam hazırlamaya çalışmak;
Kesinlikle PKK’ye yönelik etki de bulunmaz! “-hatta devletler bu tür hazırlıklarını hiçbir şekilde dışarı sızdırmazlar”
O zaman geriye kalan neyse onun üzerinden konuya yaklaşmak daha makuldür.
Geriye ne kaldı diye sorulabilir bu aşamada!
Geriye bizim demeye çalıştığımız gibi zurnanın son deliği kaldı!
Elçinin söylemeye çalıştığı bu; “…. Her türlü istihbarat paylaşımında bulunduk, hatta ladin tarzı bir formülü de masaya yatırdık” demesi aslında verilen bir destekten ziyade, diplomatik olarak elçinin Türkiye’ye duyduğu illallah’lık ruh halini yansıtıyor.
Özcesi abd’li elçi; her şeyi yaptık, ne dediyseniz yaptık hatta daha fazlasını vermeye çalıştık, ama size yaranamadık. Halen daha fazlasını istiyor ve bizim politikalarımızda sürekli bunu ön plana çıkarıyor, dosyanın ilk gündemine bunu alıyor ve masaya bunu sürüyorsunuz demeye çalışıyor.
Yoksa gerçekten de işin ciddiyetine yönelik bir yaklaşımı olsa; sözünü ettiği konuların muhatapları kesinlikle gazetelerin Ankara temsilcileri değildir.
Daha farklı ambiyanslarda ve muhataplarıyla bu konuları konuşurdu elçi! Demek ki, arada inceden de olsa bir serzeniş ve yaşanan tıkanmanın dışavurumu var!
Hatta elçinin gazetecilerle yaptığı bu konuşma; üstü kapalı bir şekilde şikâyettir.
Abd’li elçi bu açıklamasıyla;
Devlete sunulan imkanlara rağmen, Türkiye’nin başarısız olduğunu,
Abd’den de daha fazla bir şey istemelerinin anlamsız olduğunu,
İlan etmiş oldu!
Bu mesajı en iyi anlayan ise; Erdoğan oldu!
Konuya ilişkin yaptığı açıklamaya; “… metni ve elçinin açıklamalarını okudum” diyerek başlamıştı. Herhangi bir aktarım ya da ileti yok! Direk okuma ve karşılaşma söz konusu, belki bundan dolayı da iyi anlamış olacak ki; “ladin evde, bizimkiler dağda, mağaralarda” demeye getirdi!
Yani ikisi arasında arazinin beşeri yapısındaki farklılıkları dile getirdi ve bunların göz önünde bulundurulmasına vurgu yaptı.
Ondan dolayı da ikisinin birbirinden farklı olduğunu vurguladı Erdoğan! Abd’li elçinin gazetecilerle yaptığı söyleyişi ve Erdoğan’ın verdiği cevap bize; Abd ile Türk devleti arasında yaşanan hafif gerginliği de gösterir nitelikte!
Geçtiğimiz dönemde abd’ye daha güçlü keşif uçakları ve tam donanımlı pradetör’ler konusunda serzenişte bulunan türkiye’ye, elçiliği üzerinden abd’nin verdiği cevap da bu oluyor; size her şeyi verdik daha ne istiyorsunuz?
Türkiye yönetimi ve malum çevreler bu gerçeği görerek ne istediğine bir daha mı bakacak, yoksa TTP ile tartışmalara Türkçeleştirilmiş İngilizcesiyle katılarak nütasyonlarına devam mı edecekler?
Önemli olan bu, gerisi ise bazılarının da fark ettiği gibi gerçekten de “boş sözler!!!”
Jan Ararat
- Ayrıntılar
Uzmanlar, analizciler, araştırma merkezleri, mit’i, emniyeti, ordusu ve artık ne kadar böyle kendince kendini akılı sanan devletin özel güvenlik birimleri varsa hepsinin ortak ‘tespiti’: PKK eylemleri kışında sürecek.
Bu tespiti yapanlar ne kadar da büyük araştırmalar ve incelemeler içerisinde olduğunu bir bilseniz. Ne kadar da yoruluyorlar. Ne kadar da istihbari bilgiyi irdeledikten sonra bu sonuçlara ulaştığını bir bilseniz. Muazzam yorucu bir çalışma, muazzam emek yoğunluk bir iş ve tabii birde muazzam bir beyin emeği…
Ekranlarda, gazetelerde, internet sayfalarında okuduğunuzda bu yukarıda sıraladıklarımızın tümü adeta bu “uzmanların” tümü böyle bir görüntü veriyorlar. Ne kadar da “büyük şifreler” çözdüklerini yansıtmaya çalışıyorlar. Böylelikle kendilerine birer ekmek kapısı bulmuş oluyorlar. Hem de uzman olarak, hem de bilirkişi, hem de stratejist, hem de araştırmacı, hem de ne kadar böyle sıfat varsa bunların tümünü hanesine yazdırarak bunları yapıyorlar.
Açıkça söyleyelim, böyle tellallara ihtiyaç yoktur. Hele hele halkların paralarıyla geçinen şehit Dr. Baran yoldaşımızın deyimiyle “Sünepelere” gerçekten de hiç ihtiyaç yoktur.
Özgürlük hareketi olarak yaptıklarımızı alenen belirtiyoruz. Yapacaklarımızı da açıkça hiçbir gizliliğe başvurmadan söylüyoruz. Doğru ya da yanlış ama böyle öğrendik ve böyle yapmaya da devam edeceğiz. Belki de özüyle sözü bir olmanın gereğidir.
Bunun için diyoruz ki sizin o çok para harcadığınız stratejistlere, uzmanlara, tellallara, araştırmacılara ve bilirkişilere ihtiyacınız yoktur. Alın özgürlük hareketinin görüşlerini dile getiren yayınları, ya da kısmen de olsa özgürlük hareketinin söylediklerini dile getiren medyayı orada bu tüm insanların ölümü üzerine para kazananların hiçte büyük araştırmacı olmadıklarını göreceksiniz.
Nedeni basittir. Araştırılacak bir şey yoktur. Derinlerde seyreden hiç bir şey gerçekten de yoktur. Her şey apaçıktır. TC devleti faşizmi doludizgin yürütüyor. Yaklaşık 10 bin Kürt siyasetçisi, sivil toplumcusu, sanatçısı, avukatı, gazetecisi, sağlıkçısı, sendikacısı, kadın aktivisti derken ne kadar duyarlı Kürt varsa hepsini yargısız bir şekilde zindanlara tıkamıştır. Kürt analarına, kadınlara ve gençlere faşizanca yönelmektedir. Seçilmişlerine o kadar hakaret edilmektedir. Kürdistan’ın coğrafyası adeta değiştirilmektedir. Doğası tahrip edilmektedir. Ormanları yakılmaktadır. Dili yasaklanmakta hatta hakaretlere maruz kalmaktadır. Derken gerillasına kimyasal gaz kullanmakta. Ve birde Kürtlerin kültürel soykırımını hızlandırmak için ellerinde ne kadar imkan varsa hepsini devreye koymaktadırlar. Ve tabii bir de bu halkın önderliğiyle bir yıldan çok aşkın bir süredir hiçbir görüşme yaptırılmadığı gibi dünyanın en büyük linçini ona karşı yürütmektedirler.
Tüm bu nedenler ortada dururken herhalde bu halk için yola çıktığını iddia eden bir gerilla hareketi artık kış değil, zemheri de olsa bu kadar faşizanca yönelimi kırmak için ve var olan durumu tersine çevirmek için kesintisiz direniş içerisinde olacaktır. Bu durum bu kadar açıktır.
Ve tabii birde bu halkın gerillası artık sadece gerilla hamlesini Kürdistan’la sınırlı tutmayacak ve tüm Türkiye sathına yayacaktır. Bu durum da bu kadar açıktır.
Evet, durum bu kadar açık iken, uzman geçinen tellallara ihtiyaç gerçekten de yoktur. En iyisi bizi bizden dinleyin ve öğrenin.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar