PKK sadece özgür yaşayanların partisi değil aynı zamanda özgürlüğe tutkulu beyinlerin ve yüreklerin de partisidir. Boşuna HPG komutanlarından olan Kemal Garzan “PKK özgürlüğe tutkulu beyinlerin ve yüreklerin partisidir” dememiş.
PKK’yi tanımak istiyorsak, istiyorsanız öncelikli olarak PKK’yle özgürlüğün bağını iyi kuracaksınız aksi taktirde hiçbir şeyi PKK’ye dönük sağlıklı ve isabetli değerlendiremezsiniz.
Kim ne derse desin bu davaya yüreğini yatıranlar kesinlikle zırnık geri adım atmadan yürümesini bilenlerdir. Ve bu yüreği de PKK’nin ideolojisinden ve tabii ki onun önderliğinden aldıkları kesindir. Ve birde bu ideolojinin ve de önderliğin en iyi temsilcileri olan, bu çizgiyi cisimleştiren şehitlerinden almışlardır bu kocaman bükülmez yüreği.
İşte böyle yüreklere sahip olanlar, “Şehitlerimiz kendileri için hiçbir şey istemediler, kişisel taleplerde bulunmayı kendilerine layık görmediler” tarzında aramızda ayrılmadan da böyle yaşayanlardır.
Açıkça belirtelim, dünyanın belki de en yumuşak, en esnek, en uzlaşmaya ve tartışmaya açık, sorunlar ne kadar ağır olursa olsun bunları çözmeye yatkın, kin beslemekten en uzak, aşiretçi ve kan davası gütmekten en fazla nefret eden bu bağlamda da insan yaşamının onurluca sürdürülmesi için en fazla barışa yatkın insanları kesinlikle PKK’lilerdir.
Öyle kimilerinin bellediği gibi yakıp yıkan hiç değildirler. Sekterlik buralarda en fazla ayıplanan ve eleştirilendir. Yine kan davası gütmek buralarda sadece eleştiri konusu edilmez aynı zamanda horlanır, ilkellik olarak görülür. Buralarda bağcı dövmek yoktur buralarda üzüm yemek için mücadele edilir.
Evet, ister inanın ister inanmayın PKK dünyada en fazla konuşmaya, tartışmaya, konsensüs sağlamaya açık olan partidir. Ve PKK’lilerde en rahat ve aklıselim temelinde tartışılacak insanlardır.
Dediğimiz gibi öyle söylendiği gibi “dediğim dedik, çaldığım düdük” diyenler hiç değildirler. Gidin nerede bir PKK’li ya da PKK’ye yakın duran bir birey varsa orada kesinlikle siz sivri bir dil bulamazsınız. Çünkü sivrilik PKK’de zayıflığın bir işareti olarak ele alınır, sivrilik kendisine karşı özgüvensizlik olarak ele alınır. Ve gerçekten de açın bakın nerede sivri bir dil varsa, nerede sekter bir yaklaşım varsa orada kesinlikle bir özgüvensizlik söz konusudur. Başka bir cümle ile ifade edecek olur isek, sivriliğin diğer yönü liberalizmdir yani ilkesiz uzlaşmacılıktır. Bunun da adı özgüvensizliktir.
Evet, PKK’liler dünyanın en konuşmaya, tartışmaya yatkın insanlarıdır. Ve dediğimiz gibi dünyanın en fazla uzlaşmaya yatkın insanlarıdır.
Ancak PKK’lilerin birde hiç kimseye ama hiç kimseye boyun eğmeyen bir özelikleri vardır. Dünyanın topu da gelse bir PKK’li bildiğinden tek bir adım bile geri adım atmaz. Çünkü PKK’liler özgür yaşam dışında tek bir dayatmayı kabul etmezler. Yani “PKK özgürlüğe tutkulu beyinlerin ve yüreklerin partisidir.”
Açın tarihi bakın ne kadar çok PKK’li özgürlüğü için canını ortaya koymuştur. “Yaşamı uğruna ölecek kadar sevmek” ancak ve ancak özgürlüğe tutku düzeyinde bağlı olmakla sergilenebilecek bir tutum ve davranış olabilir.
Bu bağlamda bağımsız bir kişiliği kendisine esas almıştır. PKK, bağımsızlık ilkesinden asla ama asla yaşamın tüm sahalarında bir milim bile geri adım atmayan bir harekettir. “Bağımsızlığı bir ruhsal, düşünsel duruş, bir tutum, yaşam tarzı olarak ele almış, bir irade olarak görmüştür.”
PKK önderliğinin bağımsızlık ilkesi ve anlayışında: “Özgürlük, özgür yaşam biçimi çok içerilmiş” bir durumdadır.
Ve işte bunun için diyoruz ki PKK Özgür Yaşayanların Partisidir.
Özcesi, Özgürce yaşamak isteyenler bir saniye bile gecikmeden bu özgürleşme zeminleriyle buluşmaya gelin.
Engin Sincer
- Ayrıntılar
“Başarmak dışında başka bir alternatifimiz yok”tur diyor bir HPG komutanı. Ve doğrusu bizde bu HPG komutanına en içten duygularımızla katılıyoruz.
Bugünlerde PKK’nin yeni bir doğum gününü kutluyoruz. Ve doğaldır ki böyle günlerde biraz da olsa bu gerçeklik üzerine konuşulması ve yazılması gerekiyor. Hele birde bu gerçeklik gerçekten de herkesi etkiliyor ise…
“Önder Apo, 27 Kasım’da sadece yenilmez bir parti kurmadı. Yeni bir halk, yeni bir gençlik ve yenilmez bir ordu yarattı.”
Bu yenilmezliğin temel bir nedeni hiç şüphe yoktur ki ortaya çıkardığı inanç değerleriyle bağlantılıdır. Ancak bu inanç değerlerini yaratabilmek içinde başarıyı getirecek olan şartları yaratmaktır. Başka bir deyimle, “başarmak dışında başka bir alternatif bırakmamaktır.”
Bunun elbette belirli yolları vardır.
“Bir; düzenden kopacaksın, düzen yaşamından ilişkilerinden kopacaksın.”
Ve bu düzenden kopma işi sadece dağda yaşamakla olmuyor. PKK’liler dağa çıktıkları için düzenden kopmamışlardır. PKK’liler ilk kopuşlarını halen şehirlerde yaşarlarken sergilemişlerdi.
“Şehirdeyken de PKK düzenden kopmuştu… Şehirde değil, nerede olursa olsun, zindanda da olursun her yerde de kopuş kopuştur. Ayrı düzen, ayrı düzendir, ayrı yaşam sistemi ayrı yaşam sistemidir. PKK bu kopuşu bu sistemi baştan oluşturdu.”
Yine bu kopuş yeter mi elbette yetmez. Bunun içinde eğer başarmanın dışında başka yol bırakılmayacaksa o zaman PKK’liler gibi olacaksın. Yani, “24 saat çalışacak, PKK düşüncelerini propaganda edecektin. Propaganda edecek kadar da bilecektin! Bir aracı değil, tümüyle militanı olacaktın.”
Bu şu demektir, PKK’nin düşüncelerini sadece almayacaksın, bunları içleştireceksin, kendine yedireceksin, sadece söz düzeyinde bağlanmayacaksın, kabul ettiğin andan itibaren bu düşünceler senin yaşamının birer parçası olarak yaşayacak.
Aksi taktirde düzenden kopuş sağlanmış olmayacaktır. Fedakarlık yapmış olacaksın, eziyet çekmiş olacaksın, belki de büyük bedellerde vermiş olacaksın ancak düzenden kopmadığın için, PKK’yi de tümden kendinden oturtamadığın için her zaman sistem içileşmeye açık olacaksın. Bu ise “başarmak dışında başka bir alternatifiz yoktur” olmayacaktır. Çünkü sistemin içinde kaldıkça sistemin sınırları ve bakışıyla değerlendireceksin ki bu da başarısızlık demek olacaktır.
Ve başarmanın belki ikinci önemli hususu eğitimdir.
“Kendini eğitmektir. PKK düşüncelerini propaganda etmekle görevli olan, onu öğrenmek zorunda, öğrenebilmek için de kendisini eğitmek zorundaydı. Dolayısıyla PKK’ye katılımın önemli bir ölçütü de PKK’nin teorik-ideolojik çizgisini öğrenmek, özümsemek ve propaganda edecek, propaganda ajite edecek güç, nitelik kazanmaktı. Böyle olmazsa PKK çalışmasında yer alamazsın. Bir şey yapamaz hale gelirdiniz” demek olacaktır.
Özcesi yeni bir 27 Kasım’a doğru giderken PKK’ye ve onun özgürlük gerillasına gönül vermiş olan tüm gençler öncelikli olarak düzenle ilişkilerini sorgulayacaklar, “ne kadar sistemden kopmuşum, ne kadar sistemle iç içeyim(?) sorularını iyi soracaklar.
Ve tabii birde sistemin bireyi tutsak aldığı üç güdüye hakim olacaklar. Yani “yaşamı uğruna ölecek kadar sevmek“ ilkesine göre yaşayacaklardır. Yine çoğalmayı kendilerine dert etmeyeceklerdir. Yine yaşayabilmek için gerekli olandan fazlasına ne göz koyacak ne de peşinde koşacaklardır.
Bunlar olur ise o zaman sistemin dışına çıkılmış olacaklardır. Birde işte bu sistemin dışına çıkılmanın bilincine varmak için kendilerini her ortamda eğiterek, yeniden bir özgür kimlik için kendilerine yüklenirlerse orada artık “başarmak dışında başka bir alternatif yoktur” gerçeğiyle yüz yüze gelinecektir.
Rojhat Bluzeri
- Ayrıntılar
Çatışma iklimi yoğunlaşıyor, siyasi arena da ise son sürat bir hız söz konusu! Tabiri caizse mevsim normallerinin çok üstünde bir sıcaklık siyasetin merkezinde yer edinmiş bulunmaktadır.
Özellikle açlık grevleri, İsrail-Hamas savaşı, Suriye krizi ve bununla bağlantılı olarak da Kobanê ve Serekanî’deki kirli oyunlar baş döndürücü gelişmeler olmaktadır. Tüm bunların yanında gündemin gölgesinde kalan iki önemli gelişme daha var. Kimyasal Necdet’in Suudi krallığına yaptığı ziyaret ve askeri okullarda müfredata alınan seçmeli “Kur’an Dersi”.
Geçtiğimiz hafta tayyip erdoğan’ın da katıldığı bir törenle tüm kamuoyuna yerli tankın tanıtımının ardından, özel’in gerçekleştirdiği bu Arabistan ziyareti ilk elden insanın aklına acaba “beş yüz milyon dolarlık” bütçeye sahip bu projenin kaynak temini için mi gitti diye bir soruyu getiriyor.
Bunun yanında yine bu ziyaret eksenli olarak suriye genelinde ve özellikle kuzeyinde savaştırılan çeşitli taşeron yapılar için kaynak mı gerekiyor diye farklı bir soruyu daha getiriyor insanın aklına. Her ne nedenle olursa olsun, özel’in gerçekleştirdiği bu açılım gerçekten de ilginç olmaktadır.
Arabistan’a yaklaşık yirmi yıldır bu sıfatla herhangi bir Türk yetkilinin gitmediğini-temaslarda bulunmadığını da ayrıca not etmek gerekiyor.
***
Bunun yanında gündemin gölgesinde kalan ikinci önemli husus ise mevcut askeri okullardaki yeni eğitim müfredatı! Burada askeri öğrencilere verilen, seçmeli dersler! Oldukça dikkat çekici bu gelişmeleri cemaat ve malum çevrelerden bağımsız düşünmek, gereğinden fazla iyimser bir yaklaşım olacaktır.
Geçtiğimiz yıllarda belki hatırlardadır halen; Balyoz davasında askerin camileri bombalaması gibi kurguların-darbe planlarının kamuoyunda oluşturduğu etki üzerine; dönemin genelkurmay başkanı yaptığı basın açıklamasında ilginç notlarda bulunmuştu.
“Allah Allah, nidaları ile taarruza geçen askerler, nasıl olur da camilerin bombalanmasını ister” diye, etkileyici tarzlarda sorularda bulunmuştu. Hatta bu ithamların yalan ve basit bir medya oyunu olduğu yönünde verilen brifingler fazla işe yaramadı.
Neden mi?
Düşman mevzilerine “Allah, Allah” nidalarıyla saldıran ordunun genel sorumlusu ve kurmay heyetinin başkanı; itham olarak yansıtmaya çalıştığı balyoz davasından dolayı cezaevine sokuldu! Yani Genelkurmay başkanı örgüt lideri olduğu iddiasıyla tutuklandı, demek ki ordu da herkes “Allah allah” nidalarına sahip değilmiş!
Fiili gelişmelere göre bazıları bu nidalarla düşman üzerine giderken, diğer bazıları da karargahlarda oturup-kafa kafaya vermişler ve camileri nasıl vuracaklarını, nasıl halkı galeyana getirecekleri üzerine çeşitli planlar/kurgular yapmış.
***
Bunun neticesinde ise;
Cemaat ve hükümet olaya el attı. Askerlerin din bilgisi ve kur’an hakkında bilgileri yetersiz görüldü büyük ihtimalle! Yoksa dünyanın hiçbir ordusunda bulunmayan bu inanç eğitiminin ne savaş sanatında, ne de askerlik erbabında yeri olmadığını herkes iyi bilmektedir.
Hatta bu konuda yaşanan bu ilk’e kimsenin şaşmaması ve bilvesile daha da memnun olunmasını da başka türlü açıklamak pek mümkün değildir.
Kimyasal Özel’in iş başı yaptığı anda aslında ordu’ya bir müdahale yapılmıştı. Geçtiğimiz dönemde gerçekleşmiş bu hamlenin neticelerini bolca gördük. Aslında Kimyasal Özel ile Tayyip Erdoğan arasındaki bu ilişkinin de harcını oluşturan bu müdahale; geçmişin Genelkurmay başkanının kendi dönemi hakkında söylediği “başbakan tak diye söylüyordu, biz de şak diye yapıyorduk” betimlemesinden farksız olmakta.
Günümüzde bölgenin ve iç siyasetin yaşadığı bu hareketli mevsimde ordunun ve askerlerin de yaşadığı bu olağanüstü değişimin şifrelerini anlayabilmekteyiz. Fakat gündemde hak ettiği yeri bulamamasının nedenleri üzerine düşündüğümüzde, fazla izah edilecek-elle tutulacak bir yeri olmadığını görebilmekteyiz.
Askeri liselerde müfredat değişimi ve genelkurmay başkanı suudi sermayesinin peşinde iken, gelen son bilgilere göre Şemzinan kırsalında 38 asker yaşamını yitirmiş… İşte normal akılın anlamada zorlandığı bohem nokta burası olmakta!
Askerlerin eğitim sistemindeki değişim ya da elde edilecek yeni kaynaklar; malumatınız bazı gerçekleri değiştirmeye yetmiyor.
Jan Ararat
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Kasım günü saat 15.00’da Osyan’dan Şırnak’a doğru giden skorsky tipi bir helikoptere yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Denilecek ki Türk gençleri Kürtlere karşı askerlik yapmayın çağrısının bir anlamı olabilir mi? Soru haklı olabilir ancak çıkmayan candan umut kesilmez diye de bu topraklarda bir atasözü vardır. Bizde halen canın çıkmadığına inandığımız için Türk gençlerinin Kürdistan’a gelip askerlik yapmamaları için çağrıda bulunuyoruz.
Günlük olarak ne kadar Türk gencinin öldüğünü hepimiz günlük olarak izliyoruz. Türkiye’de gelip Kürdistan’da askerlik yapmak kelimenin tam manasıyla akılsızlıktır.
Akılsızlık dediğimiz için kimisi bizi eleştirecek ve hatta hakaret yağdıracaktır. Aklı biz: “Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us” olarak ele alacaksak o zaman akılsızlığı yukarıda söylediklerimizin tersi olarak almamız gerekir. Yani düşüncesizlik, anlamamak, kavramamak dememiz gerekiyor.
Haksız bir savaşın aleti olmak ne kadar akıllılıktır? Başka bir halkın ülkesine gelip o ülkenin öz evlatlarına karşı dünyanın en haksız savaşının bir askeri olmak ne kadar ahlakidir? Sizin olmayan bir ülkeye gelip, dağına taşına “ne mutlu türküm diyene” diye bağırmak ne kadar vicdanı bir durumdur?
Evet, Türkiye gençlerine soracağımız binlerce soru vardır. Ve bunun için diyoruz ki Kürdistan’a gelip askerlik yapmayın.
Her gün televizyon ekranlarında onlarca hikaye öğreniyoruz. Nefes filminde dile geldiği gibi size dönük yapılan toplam haber 45 saniyedir. Ondan sonrada unutulup gidiliyorsunuz. Acı çeken ananız, babanız, kardeşleriniz. Varsa bir yavuklunuz, yavuklunuz; evliyseniz varsa bir eşiniz, eşiniz; varsa çocuklarınız, çocuklarınız. Başka da dediğimiz gibi unutuluyorsunuz. Başkasının toprağında toprağa düştüğünüzde vatan sağ olsunun da ahlaki bir anlamı yoktur.
Yeniden söylüyoruz gaza gelip ülkemize askerlik yapmaya gelmeyin. Hele birilerinin özel olarak belirttiği “düşürseniz şehit olursunuz” hikayesi külliyen yalandır. Çünkü siz bizim topraklarda toprağa düşerseniz bir şehit olmazsınız. Şehit hiç sayılmasınız. Diğer dünyaya inanıyorsanız eğer, orada işgal ettiğiniz toprakların halkı sizden mahşer günü işgal bir ordunun askeri olduğu için mutlaka hesap soracaklardır. Bakmayın düştüğünüzde arkanızda söylenen “helal olsun” sözlerine. Helal etme eğer siz bir işgal ordusunun askeri iseniz boştur.
Ne zamandan beri Müslümanları öldüren bir Müslüman şehit kabul edilmiş?
Ne zamandan beri bir avuç oligark için gidip suçsuz insanları öldürenler kahraman olmuşlardır?
Ne zamandan beri başkasının toprağına göz dikenler yani o toprağa tecavüz edenler destan olmuşlardır?
K. Nurhak arkadaşımızın birkaç ay önce yazdığı gibi: “Türkiye halklarının işgal süreçlerinde düşmanlara karşı gösterdikleri direnişlerde canlarını ortaya koymaları ve bu amaç uğrunda ölmelerini şehitlik olarak ele alınmış ve kutsanmışlardır. Ve İslamiyet’e göre işgal sürecinde toprakları için direnen insanlara eğer bu uğurda canlarını vermişler ise şehit sayılırlar, eğer yaralanmışlar ise gazi unvanını verilir. Sonuç itibariyle insanlar işgale karşı direnişmişler ve bu uğurda ya canlarını vermişlerdir ya da canlarının bir parçasını vermişlerdir. Ve dediğimiz gibi bunun için İslam dini bu durumu önemsemiş ve ödüllendirmiştir.”
En genel ve sözün tam manasıyla şehitlik: ““Allah yolunda canını fedâ eden, dînini, vatanını, bayrağını, nâmusunu müdâfaa ederken ölen, haksız yere öldürülen Müslüman”dır.
Peki, Türkiye’de Kürt gerillalarına karşı savaşa giden kaç tane Türk ya da Türkiyeli canını verdiğinde gerçekten şehit kategorisine girer?
Bir kere Kürdistan’da ölenler öncelikli olarak Allah yolunda ölmüş değildirler. Nedeni ise eski tarihlerde denildiği gibi “kafirlere” karşı sürdükleri bir savaş yoktur. Kürtler Müslüman’dır.
Dinini müdafaa meselesi de bu manada boşa düşer. İslam’a saldıran ve onu tehdit eden bir özgürlük hareketi yoktur.”
Evet, katletmeye gittikleriniz ne dinsizdir ne de İslam değerlere saldıran insanlardır. Ne de gelipte Türkiye topraklarını işgal eden güçlerdir.
Yani askerlik yaptığınız Türkiye devleti sizi mayın tarlasına sürülen eşek gibi kullanmaktadır. Bunun için diyoruz ki bu duruma alet olmayan. Bunun için diyoruz ki Kürdistan’a gelip Kürt gerillasına karşı savaşmayın. Ve bunun için diyoruz ki haksız bir savaşın içine girip ailenizi ve sizi sevenleri acıya boğmayın.
Ve bunun için diyoruz ki Türk ve Türkiye gençleri lütfen ama lütfen Kürdistan’a askerlik yapmaya gelmeyin.
Derler ki “Ölümün kapısını herkes yanlış çalar.” Ama biz diyoruz ki ölümün kapısını Kürdistan’a gelerek hiç çalmayın. Ailenizle sevdiklerinizle birlikte huzurlu ve mutlu bir şekilde uzun yaşayın.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Tuhaftır ama Türkiye’de savaşı sevmeye başlayanlar öyle görülüyor ki çoğalıyor. Dünyanın her yerinde savaş karşıtlığı yükselişe geçerken, Türkiye’de bu trend tersinedir. Savaş taraftarlığı İnn’dir.
Bu durum incelenseydi çarpıcı sonuçlar ortaya çıkabilirdi. Toplumun ruhsal durumunu anlamak açısından da böyle bir araştırma iyi olabilirdi.
Örneğin, Türkiye toplumunda giderek gerilmelerin kendisini fazladan baş gösterdiğini insan çok rahatlıkla görebilir. En küçük bir eleştiriye bel altı sözlerle bu toplumun sözde en ileri olanları veriyor. Tahammülsüzlük had safhada. Birbirini vurmalar, hırsızlıklar, tacizler, tecavüzler, hoşgörüsüzlük, trafik cinayetleri, kadın katliamları, cinnetler, sataşmalar derken gerçekten de toplum giderek zıvanada çıkıyor.
Şimdi denilecek ki bizim toplumumuzda yukarıda saydıklarınız hiç eksilmedi ki!
Elbette bizim toplumlarda şöyle ya da böyle yukarıda söylediklerimiz her zaman az çok var olageldi. Nedeni açıktır, iktidar erkinin baskı unsuru olarak bulunduğu her yerde, yine devletli toplulukların var oldukları tüm zamanlarda ve tabii birde nerede ata erk sistemler varsa oralarda dediğimiz gibi böyle barışı, huzuru kaçıran durumlar hep yaşanmıştır.
Ancak Ortadoğu gibi dini değerlerin çok yüksek olduğu, yine neolitik değerler diye bildiğimiz toplumsallığın her zaman kabul gördüğü bir mekanda bu yaşam bozukluklarını frenleyen toplumsal bir mekanizmada hep var olagelmiştir. Buna biz politik ahlaki toplum diyoruz. Yani toplumunun kendisini böyle gerilmelere karşı savunduğu bir mekanizma.
Biraz bu toplumu bilenler bilir ki, eskilerde iki komşu arasında bir husumet çıktığında o mekanın büyükleri, ruh spileri yani ak yüzlüleri araya girer ve bu negatif durumları aştırırlardı. Bu ise toplumumuzun ya da toplumlarımızın sürekli bir dengede –anti toplumsal iktidar erklerine rağmen-ayakta kalmasını sağlarlardı.
Ancak bu denge bir müddettir tamamen bozulmuştur. Bu bozulmayı en fazla tetikleyen güç pragmatizmi ileri düzeyde kendisine esas alan iktidar odakları sağlıyor. Eskilerde bir kavram vardı, gemisini kurtaran kaptandır diye, bugünlerde bu felsefe tamamen topluma sirayet ettirilmiştir. Öyle ki “doldur cebini nasıl doldurursan doldur” misali.
Evet, çok aşırı derece de bir pragmatist siyasetin sonucu olarak toplum tamamen çıkarcı hale getirilmiştir. Çıkarların ya da çıkarcıkların olduğu mekanlarda kesinlikle iki yüzlülükler hatta yüz yüzlükler yaşanır. Yani ahlaki değerler ayakaltına alınır. Böyle yerlerde herkes başının çaresine bakar. Gemisini kurtaran gerçekten de kaptan olur. Ya da her koyun kendi bacağından asılır. Yani bacağından asılmamak için bir an önce diğer koyunların bacaklarını asılacak yere götürerek kendini kurtarmak esas olan olur.
Evet, şimdi Türkiye’de tamamen var olan ahlaki durum budur. Bu ise bir çöküştür. Bu ise bir bitiştir. Bu ise insanlıktan kopuştur. Bu ise ölümlere davetiye çıkarmadır. Bu ise başkasının ölümünde hiç mi hiç rahatsız olmamadır. Bu ise kendisinin açılım alanı için başkalarını yok saymadır. Bu ise gerçekten de maymunlaşmadır.
Hani diyorlar ya: “Görmedim, Duymadım, Söylemedim” yani üç maymunu oynama, tamamen böyle bir duruma gelmek demektir.
Bir yerde “Görmedim, Duymadım, Söylemedim” haline gelinmiş ise orada artık toplumun kendisini yenilemenin mekanizması bitirilmiştir. Yani burada toplumu ayakta tutan toplumsal ahlak dokusu ayaklar altına alınmıştır.
Türkiye’de böyle bir durumun yaşandığını görmek için sadece ama sadece akşam haberlerinde birkaç dakika ana haber bültenlerine bakmak yeterlidir de artar da. Hatta imkanınız varsa Salı günleri mecliste düzen partilerinin yaptığı toplantılara bakmanız da yeter. Hem haberlerde, hem bu parti toplantılarda gösterilenler, sergilenen diller bir toplumun nasıl bitirilişe götürüldüğünü açıkça gözler önüne serer.
Evet, dünyanın her yerinde savaş karşıtlıkları gelişirken buralarda savaş kışkırtkanlığının böyle popüler olmasının bir nedeni, belki de en önemli nedeni bugün Türkiye’de iktidar erki görevini icra eden pragmatizmin yani her şeyi mubah gören ve her şeyi satarak kendisine gelecek açmak isteyenlerin politikalarının ta kendisidir.
Bu durumu durdurabilmek için, bir an evvel, ertelemeden hızla ahlaki politik değerlerin oluşması için hepimizin harekete geçmesi gerekir aksi taktirde yarın çok geç kalmış olabiliriz.
Şiho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Kasım günü saat 10.00’da Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Oramar karakoluna asker ve cephane taşıyan helikopterlere yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. 2 kobra ve 1 skorsky helikoptere yönelik gerçekleştirilen eylemde 1 kobra ve 1 skorsky tipi helikopter etkili vurulmuştur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Kasım günü saat 15.00’da Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Girana karakoluna yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Hedeflenen asker mevziilerinin etkili bir şekilde vurulduğu eylemdeki ölü ve yaralı asker sayısı tespit edilememiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Kasım günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Ewliya köyünde gönüllü koruculuk yapan ve gerilla denetimindeki alanlara izinsiz girerek şüpheli hareketlerde bulunan 3 kişi gerillalarımız tarafından gözaltına alınmıştır. 3 kişinin sorguları halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Son zamanlardaki siyasi gündemin temel noktası cezaevinde binlerce tutsak tarafından geliştirilen açlık grevleri! Ülkenin her tarafında ve bütün kesimlerinde son derece gergin bir şekilde takip edilen bu sürecin nasıl bir ivmeye bürüneceği ise henüz meçhul.
Gündemin açlık grevi etrafında şekillenmesi ve bir kemanın yayı kadar toplumu germesi başta siyasi iktidar olmak üzere, malum çevreleri son derece zorlamakta. Bundan dolayı da bazen birbirinden ilginç çıkışlar ve açıklamalarda bulunuyorlar.
Özellikle bu konuda Erdoğan’ın yaptığı her konuşma ve verdiği her beyanat tutarsızlıkta ve samimiyetsizlikte sınır tanımıyor. Özellikle geçtiğimiz günlerde yaptığı grup toplantısı son derece dikkat çekici açıklamalarıyla; izan etmeye çalıştığımız tutarsızlık ve samimiyetsizlik noktasında yine uç noktadaydı.
Buradaki konuşmasında özetle “robota” bağlanmış, ölme-öldürmenin dışında herhangi bir fonksiyonu bulunmayan PKK’lilere yine kendince çağrıda bulunmaya çalıştı. Neydi bu çağrının özü?
Hatırlatmak gerekirse; Erdoğan yine PKK’ye ve onun militanlarına “silah bırakın” demeye getirdi…
Hatta kendi mücadelesini de bir nevi bu “robota” bağlamış örgüt yapısının ıslah edilmesine adadığını da ilan etmeye çalıştı.
Tüm bunların arasına bir de “askerin alicenaplığı”nı ekledi!
Geçtiğimiz haftalarda askerin üstün yeteneklerini ve hatta “sınırın derinliklerinde” bordo bereliler tarafından geliştirilen operasyonlara, yine burada etkisiz hale getirilen örgüt mensuplarına ilişkin açıklamalar yapılırken, heyhat işte bu hafta askerin insani meziyetleri üzerine açıklamalarda bulunulmaya başlandı.
Özellikle Siirt kırsalında “elim bir kaza” sonucu düşen helikopterin ardından bu hafta yapılan konuşmalarda askerin bu meziyetlerine değinilmesi ise düşündürücü bir nokta olmakta.
Özcesi Erdoğan’ın bu tuhaf açıklamalarından şöylesi bir sonuç çıkarmak mümkün pekala;
Kendi deyimiyle insanı yaradandan ötürü sevme anlayışını askere enjekte etmiş ve onun da insani ve ihsanı yaklaşımı Kürdistan dağlarında gösterilmekte.
Yine Cudi kırsalında yaşanan manzaralar karşısında da bölge halkının evlatlarına sahiplenmesi üzerine de benzeri manipülasyonlar bu minvalde gündeme servis edilmeye çalışıldı.
Erdoğan askerci siyasetini ve siyasi çizgisini; karşısındaki direnen güçlere yönelik her fırsatta savunmaya devam ediyor! Özellikle önümüzdeki dönemde bu alandaki projelerine benzeri eksenler üzerinden devam edecektir.
Konunun grift olduğu husus ise “robota” bağlamış örgüt yapısına gelmekte. Özellikle bordo berelilerin geçtiğimiz hafta ortaya çıkan tablo da, sözün anlamsızlığı ve eylem ile söylem arasındaki uçurumun derinliğini bütün kesimlere gösterdi.
Erdoğan’ın 10 yıllık iktidarında bu dönem kadar zorlandığı başka bir süreç olmamıştır. Elbette kendinden öncekiler gibi o da süreci ve bu siyasi baskıyı “askere” dayalı bir pozisyonla aşmaya çalışmaktadır. Bundan dolayı da idam gibi tartışmalarla zevahirini kurtarmaya çalışıyor.
Bundan dolayı da bazı kesimler bu duruma ilişkin palavra ve sopa siyaseti gibi betimlemelerde bulunuyor.
Tüm bunların yanında Erdoğan’ın yapmaya çalıştığı ve askere dayalı meziyetler arasındaki söylem salatasının esas amacı ise; kendi askerinin alicenaplığı (!) yanında, basit bir alicengizlik olmaktadır.
Erdoğan geçtiğimiz dönemlerde kendince pragmatik sonuçlara ulaştığı bu alicengizliklerle, bu süreci de atlatmaya çalışıyor. Ondan dolayı da bütün çevrelerin her gün daha da yükselen sesleriyle yaklaşmakta olan tehlikeyi işaret etmesine rağmen, o güvendiği bu basiretsiz siyasi anlayışıyla durumu kurtaracağını sanmakta.
Belki de 10 yıllık iktidarlığında yaşadığı bu büyük krizi böyle basit bir alicengizlikle aşacağına inanması ise talihsizliğin de ötesinde olmaktadır. Askere dayalı ve envanter siyaseti; sözü edilen ve etraflıca tartışılan gündemlerin hiçbirinde çözümün gücü olamaz.
Ondan dolayı da bütün çevrelerin sözünü ettiği tehlike; doğal olarak daha da yaklaşmakta! Ortaya çıkacak topyekun direniş, başta Erdoğan’ı ve etrafındaki diğer alicengizleri vuracaktır.
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar