2012 yılı Kürdistan’da başka geçecektir. Dolu ve dolgun geçecektir. Kader belirleyen bir yıl olacaktır.
Yukarıda söylenenleri sadece biz söylemiyoruz. Yaşanan gerçeklerle bağlantılı olarak bölge ve dünya gerçekleri bunları alenen dile getiriyorlar.
Yaşanacak olanları kestirebilmek esasta başarının yarısı diyorlar. Ancak sadece yarısıdır. Belki de bu yarıdan daha fazla önemli olan ise öngörülenlere göre kendini konumlandırmaktır. Buna göre kendini hazırlamaktır. Başka bir deyimle örgütlemektir.
Örgütlü olmak ne demektir? Örgütlü olmak demek planlı, programlı yaşamaktır. Olup biteceklere karşı kendini hazırlamaktır. Bilinçlice olup bitene katılmaktır. Yapmak istemek istediklerimizin gerçekleşmesi için öncelikli olarak kendimizi bunları yapacak hale getirmektir. Bu ise ciddi bir şekilde bilinç düzeyinde hazırlık demektir. Kimisi buna zihinsel hazırlık diyor. Eskilerde buna biz ideolojik donanım diyorduk.
Evet, zihinsel olarak kendimizi hazırlamak önemlidir. Zihinsel hazırlıkla birlikte zihnimizde geçenleri dile getirmek için çalışmaktır. Buna biz söz gücü diyelim. Söz gücünü yakalamışsak, yapacaklarımızı yapabilmek için çevremize açılmaktır. Onları söz gücümüzle ikna olduklarımıza, doğru bildiklerimize çekmek için uğraşmaktır. Yani emek sarf etmektir. Emeğimiz esasta insanları bir amaç doğrultusunda bir araya getirmektir. Bir araya getirdiğimiz insanları eyleme döktüğümüz an artık bir örgütlülüğe başlamışızdır. Ve ortaya koyduğumuz eylemin ve eylemlerin sonuçlarını toplamak artık örgütlüğümüzdür.
Evet, önce kendimizi olup bitene karşı sorumlu göreceğiz. Olup bitene karşı kendimizi ikna edeceğiz. Olup bitenlere kendimizi katacağız. Hani “Kendini Bil” ilkesi temelinde önce kendimiz olup bitenlere karşı, olup biteceklere karşı kendimizi hazır hale getireceğiz ki başkalarını olacaklara katalım, kazanalım ve örgütleyelim.
Tekrar yazımızın başına dönersek: “2012 yılı Kürdistan’da başka geçecektir. Dolu ve dolgun geçecektir. Kader belirleyen bir yıl olacaktır.” Bu söylenenlere inanıyorsak o zaman kendimizi buna göre dediğimiz gibi konumlandıracağız. Buna göre kendimizi bireyselliklerden, keyfiyetçi ve sıradan yaklaşımlarımızdan kurtaracağız. Kendimizi tümden adeta tepeden tırnağa disipline edeceğiz. Bir dakikamızı bile boşa geçirmeden tüm yan ve suni çelişkileri bir köşeye bırakarak ilk elden işin içine gireceğiz.
Tarihi bir süreçten geçiliyor. Ortadoğu kaynıyor. Irak kaynıyor, Suriye kaynıyor, İran kaynıyor, Ortadoğu’nun geneli kaynıyor ve Türkiye kaynıyor. Bu durumda şunu açıkça belirtelim: Kim çok güçlü kendisini hazırlayıp yani örgütleyerek işin içine girerse kazanacak olan o ya da onlar olacaktır.
Türkiye devleti giderek faşizan bir yapıya kayıyor. Biz Kürtlerin kanımızla, canımızla elde ettiğimiz tüm değerlere karşı bir saldırı içerisindedir. Öncelikli olarak önderliğimize karşı bir saldırı içerisindedir. Demokratik Kürt siyasetine bir saldırı içerisindedir. Kürtlerin onlarca emekle elde ettikleri sivil toplum örgütlerine bir saldırı içerisindedir. Kürt gençlerine, Kürt kültürüne, diline ve cümle tüm değerlerine karşı bir saldırı içerisindedir. Gerillasına karşı kimyasal kullanmak dahil bir saldırı içerisindedir. En son ise Roborski’de 34 sivil Kürt gencini bilinçlice hedefleyerek katletmiştir.
Evet, TC devleti daha doğrusu Yeşil Türkî Faşist TC devleti giderek topyekun özgür kürde karşı bir saldırı içerisindedir. Bu saldırı gücünü ABD’ deden ve de her zaman ortada ekonomik çıkarları için sessiz kalan Avrupa’dan almaktadır.
Ancak dediğimiz gibi Ortadoğu’da her şey kaynarken Kürt özgürlük hareketi olarak eskisinden çok daha fazla imkânlarla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Ortadoğu hiç olmadığı kadar Kürt özgürlük hareketine açık hale gelmiştir. Karşımızda faşizmi aşarak ileri faşistleşen bir devletin sorunlu olmadığı tek devlet ve yapı kalmamıştır. İran'la, Ermenistan’la, Yunanistan’la, Kıbrıs’la, Suriye’yle, Irakla, İsrail’le özcesi etrafta ne kadar böyle yapı varsa hepsi itiş kakış içerisindedir. “Sıfır sorun” politikasından herkesle “hır cır sorun politikasına” geçmiştir. Ve bu hır cır kesintisiz devam edecektir.
Evet, 2012 yılı sıcak ve dolgun geçecektir. Her yılda kesinlikle farklı geçecektir. Sıcak bir yıl olacaktır. Öyle ki tüm bölgeyi ısıtacak kadar sıcak geçecektir.
“Doğrular her zaman başarı kazanırlar, yanlışlar her zaman olumsuzluğa yol açarlar.” Böyle değildir. Böyle olması için diyoruz ki gençler sıcak günlere hazır olalım. Yeni bir 15 Şubat’a gitmeden önce Kürt özgürlük hareketinin sembollerinden olan Viyan Soran yoldaşın 2 Şubat’taki şahadet yıl dönümü vesilesiyle güçlü örgütlü olalım. Yine 170 gündür süren tecride karşı topyekûn direnişe geçmek için örgütlülüğümüzü tamamlayarak harekete geçelim.
Evet, 2012 yılı çok farklı geçecektir. Renkli ve sıcak geçecektir. Buna hazır olalım. “Sessiz çığlıkları ancak yürekler duyar” ancak biz sadece yüreklerin duyacakları çığlıklar atmayalım, tüm dünyanın duyacakları çığlıklara sessimizi herkese duyuralım.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Yıllardır Kürt halkının temel haklarının TC sınırları içinde yürürlükte olan anayasa içinde yer etmesi için mücadele ediyoruz. Kürtlerin varlıklarının yok sayılmasını engellemek ve varlıklarını anayasal güvenceye kavuşturmak temel bir gerekçemiz konumunda.
Mevcut anayasanın en çok da Kürtleri vuran 12 Eylül 1980 askeri darbesinin bir ürünü olduğu, daha ilk günden itibaren bu anayasa karşısında mücadele yürüttüğümüz biliniyor. Bununla birlikte halkları bu denli sıkboğaz eden, haklarını ayaklar altına alan, keyfi ve despot yöntem ve yönetimlere izin vermesi nedeniyle demokrasi karşıtlığı kesin olan bu anayasanın değişimi için yürüttüğümüz mücadele de ortada.
Buna rağmen Kürtlerin haklarının güvenceye alınması için anayasal, kanuni bir statüye ihtiyaç vardır. Ve bu, Kürtlerin en demokratik hakkıdır.
Lakin hem 12 Eylül anayasası, hem de şu anda AKP hükümetinin iktidarının güvenceye alınması amacıyla oluşturulmaya çalışılan anayasa Kürtlerin haklarına cevap olması bir yana Kürt halkının tüm kesimleri karşısında ağır bir baskı ve şantaj unsuru olarak kullanılmak isteniyor.
Kürt halkı karşısında kültürel, siyasi, sosyal soykırım uygulayan, fizik şiddeti çekinmeden devreye koyan faşist yönetim en dinamik kesimleri vurmaya devam ediyor. Gençlere yönelik hazırlanan yeni yasalar bunu işaret ediyor. Toplumda bir ara yükselip dinen tepkiler dışında da şu anda hazırlanan bu yasalara yönelik herhangi bir engelleme girişimi görülmüyor.
Bir yandan molotofu silah sayan, diğer yandan gösterilere katılan çocuk ve gençleri ailelerinden alarak Hamidiye Alaylarının, yeniçeri ocağının günümüz versiyonu okullara kapatmayı öngören yasaların hedefi Kürt gençliğidir. Yarattığı ortam ile isyanı, direnişi süreklileştiren, Kürt gençlerine mücadele dışında yol bırakmayan faşist yeşil Türkçü anlayış bu sefer yasalara dayanarak resmi katliamlar yapma peşindedir.
Kürtlerin direnişçi, onurlu duruşlarının sinmeyeceği, geriletilemeyeceği, bu direniş içinde gençliğin asla geri adım atmayacağı bilindiğinden gösteri ve yürüyüşlerde yapmak istedikleri katliamlara resmi kılıflar üretmek istiyorlar. Gösteri yapan, hakkına arayan, birikmiş öfkesini kusmak isteyen her özgür Kürt genci sokak ortasında hem de resmi kanunlara dayanılarak infaz edilmek isteniyor.
Hoş, öldürmek, katletmek için bunlara ihtiyaçlarının olmadığı ortada. Son yıllarda sokak ortasında katledilen gençlerimiz halen hafızalarımızda taptaze duruyor. Küçük bebelerden tutun, üniversite öğrencilerine kadar her yaşta Kürt genci katledildi. Yetmedi devletin okullarında, sözde eğitim-öğretim kurumlarında gençlerimiz uyuşturucuyla, fuhuşla kandırılmak istendi. Küçük kız kardeşlerimiz tecavüze uğradı. Yani çocuklarımızı, geleceğimizi yok etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Fakat yere düşen gençlerimizin uğruna düştüğü dava büyüdükçe ve sistemi dara soktukça farklı arayışların gelişeceği kesindi. Her geçen gün dış despot ülkelere vaaz veren Erdoğan’ın gerçek katliamcı yüzü, Kürtler karşısındaki ikiyüzlü politikaları deşifre oldukça, uluslar arası alanda baskı hissettikçe bu katliamlarını daha ‘kabul edilir’ düzeylerde yürütmek zorunda kaldı. Bu da tüm dünyada sözde hukuk adı altında devletin güvencesi, iktidarların garantörü olan yasaları devreye koymak olacaktı.
Bu girişim sahiplerini şimdiden uyarıyoruz! Geçirdiğiniz bu yasalar, Kürt gençlerine yönelik uygulamaya koyacağınız bu resmi katliam belgeleri ilk olarak sizi vuracaktır. Bu sözümüzü bir kenara yazın.
Bunun dışında gençliğin de bu gelişmeleri gözlemesi, karşısında alacağı tavır ve tutumu netleştirmesi gerekmektedir. Herhalde elimiz kolumuz bağlı oturacak değiliz. Katledilmeye, soykırıma, asimilasyona, en doğal haklarımızın şantaj unsuru olarak kullanılmasına, günlük tecavüz sistemine karşı tavrımızı ortaya koymalıyız.
Bunu hazırlanarak yapabiliriz. Örgütlenerek, bir araya gelerek yapabiliriz.
Bunun dışında da tabii ki eylem yöntem ve taktiklerimizi gözden geçirmeliyiz. Öz savunma birimleri olarak bulunduğu her yerde görev ve sorumluluk sahibi olan Kürt gençlerinin daha yaratıcı ve caydırıcı eylem yöntemlerini geliştirmeleri çok önemlidir.
Birçok kez söylenmiş olsa da bir kez daha hatırlatmakta bir sakınca yoktur. Kürtlerin yaşadıkları yerlerde özgürlük ve demokrasi mücadelesi karşısında yer alan kesimleri iyi tespit etmek gerekir. Faşist devletin kolluk güçlerinin yerleri tespit edilmelidir. Yeni yasalarla gençlerimizi katledecekler o yörede, yerde, mahallede yaşayan kolluk güçleri, kontra örgütlenmeleri olacaktır. 90’lı yılların Hizbullah örgütlenmesine benzer ve Kürt Haması olarak örgütlenen kesimler olacaktır.
O zaman bu kesimleri şimdiden tespit etmek, evlerini, iş yerlerini, ilişkili oldukları devlet daireleri ve kurumlarını bulmak gerekecektir. Araçlarını, araç plakalarını tespit ederek tüm gençlerimiz arasında deşifre edilmesi sağlanmalıdır. Bunlarla işbirliği halinde bulunan ve Kürt kimliğini satılığa çıkarmış onursuzları bulmak, halk içinde deşifre etmek gerekmektedir.
Bunları bir hazırlık çalışması olarak her şeyden ve her görevden önce ele almalıyız. Madem onlar yasaların gücüne dayanarak, kurdukları işbirlikçi hain ağıyla, kontra örgütlenmeleriyle, kolluk güçlerin vuruş gücünü kullanarak bize yönelmek, gençlerimizi katletmek, esir almak, iğdiş etmek peşindeler, biz de o zaman meşruiyete dayalı bir savunma içinde bulunmalıyız.
“Toplumsal kimliğe kazınmış yasalar kolay kolay silinmez ve etkisini yitirmez” diyor Önderliğimiz. Biz de Kürtlerin temel yasası olan ve hepimizin genlerine yerleşmiş olan direniş yasasının verdiği güç ve cesaretle mücadelemizi yükselteceğiz.
Başımızı koyun gibi uzatmayacağız. Zindanlara girip pis nefeslerinin altında yaşamayacağız. Meydanlarda bizi katletmelerine izin vermeyeceğiz. Halkımızın geleceği olan çocuklarımızı, gençlerimizi koruyacağız.
Bunun için tabii ki daha örgütlenmek, çok çalışmak gerekecektir. Büyük bir savaş kapıya gelip dayanmıştır. Bu savaş, son savaştır.
O zaman bu savaşı kazanmak ve en son Roboski’de katledilen insanlarımız başta olmak üzere tüm şehitlerimizin intikamını almak için her şeyi bir kenara bırakarak, tüm bireysel planları askıya alarak yüklenmek en birinci görevimizdir.
Kürdistan’ı faşist odaklara, işbirlikçilerine, hainlere, tüm devlet ve faşist siyasi odaklara cehennem yapmak için hazırlanmak bir onur, namus meselesi olmuştur. Eğer biraz vicdan ve onur sahibiysek bunun dışında bir yaşam ve gelecek sahibi olmayacağımızı da görürüz.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Türkiye iç işler bakanı İdris Naim Şahin tekrar sahneye çıkarak, bu defa toplumu ideoloji, felsefe, insanlık dersi veriyor. Büyüklerinden öğrenmiş olacak ki, Türkiye toplumunu aydınlatacak, barışı, demokrasiyi, insanlık onurunun öğretisinin bilgesi olacak. Toplum böylece anlayış, ölçü, bakış açısı kazanarak ilerleme kaydedip aydınlık yarınlara kavuşacak. Ne zaman görülmüş Barbarlık felsefesi insanlığa yol göstermiş, tarihin hangi kesitinde faşizm ideolojisi insanlığın kurtuluş ideolojisi olmuş da, Naim Şahinin felsefe, ideolojisinde insanlığa yol gösteriyor, toplumun sorunlarını çözsün. Bunun savunuculuğunu yapacak kadar, sapmış bir kişiliğin toplum adına, topluma bir halkın geleceğine hakaret etmesi kabul edilemez.
Hiçbir mantığı, ahlaki ölçüsü olmayan bir dille PKK’nin savunduğu fikirlerin, ideolojisinin, “ iğrenç, sapkın” olduğunu dillendirecek kadar düşmüş bir kişiliktir İdris Naim Şahin. Aslında şahsında dillendirdiği cemaat ve uzantısı AKP’dir. Bir anlamda başarısızlıklarını, yenilgilerini dışa vuran ruh halleridir. Daha öncede Ali Babacan, Egemen Bağış gibi tipler, psikolojik-özel savaş konsepti içerisinde PKK’ ye karşı her şeyi söylemeyi kendilerine hak görerek saldırmaktan geri durmamışlardır. Biri sözde ekonomi bakanı, PKK’ yi karalama dışında yaptığı, Türkiye ekonomisini kirli politikalarında nasıl kullanabilecekleri, uluslar arası sermaye çevrelerine nasıl pazarlayacakları uğraşında. Krizli Türkiye ekonomisinde açtıkları gediği, cemaatlere kanalize edilen paraları nasıl örtbas edecekleri arayışındalar. Ordu ve diğer bazı yapılanmalardaki düzenlemelerle elde edecekleri geliri de ince hesap ve kurnazlıklarla daha fazla halkı sömürerek, ekonomik gelişmeyi sürekli dillendirerek yüksekte tutmakla ekonomiyi kurtaracaklarını söylüyorlarsa yanılıyorlar. Türkiye ekonomisi acilen incelenmeye alındığında altında yatan gerçek daha iyi görülecektir. Bir anlamda PKK bu planlarını bozduğundan daha çok saldırganlaşıyorlar.
Şu çok iyi bilinmelidir ki; Bu hareketin ve Önderliğinin, uğruna büyük bedeller veren Kürt halkının sahip olduğu felsefe ve fikirleri, bu zihniyetinizle, lanetlenmiş dilinizle bu halkı mücadelesinden yıldıramayacaksınız.
Terörle mücadele adı altında, ülkenin bütünlüğü, güvenliği adına hiçbir savaş kuralı tanımayan yöntemlerle yürüttüğünüz saldırılar cevapsız kalmayacaktır. Bu saldırılar salt Kürt halkına ve gerillaya dönük olmayıp, başta Türkiye toplumuna yöneliktir. Bu böyle bilinmelidir. Tamamıyla kural dışı yürüttüğünüz bu kirli savaşla, hegemonyanızı bu halkın başında inşa edemeyeceksiniz. Bu halktan milyonları da katletseniz, bu hareketin tek militanı da kalsa asla ilkelerinden, fikirlerinden taviz vermeyecektir.
Yıllarca PKK hareketinin, bu halkın her türlü zorluğu göğüsleyerek sağduyulu eşi görülmemiş bir sorumlulukla fedakarca bu ülkenin bütünlüğü, demokratikleştirilmesi için mücadele etmediğini kim söyleyebilir. Onurlarını, tarihsel- toplumsal değerlerini yitiren ve zere kadar sorumlulukları olmayanlar böyle sözleri sarf edebilirler.
Faşizmden, kölelik düzeninden beslenen, toplumu toplum olmaktan çıkaran, tarihle oynayan bu katliamcı, cinayet şebekesinden hesap sorulmalıdır. Daha görkemli bir mücadele verme zamanıdır. YA ONURLUCA BİR YAŞAM YA DA ASLA!
Piling Malatya
- Ayrıntılar
Kadına yönelik şiddet hızından hiçbir şey kaybetmeden devam ediyor. Kadınlara yönelik şiddetin bütün biçimleri, cinselliklerini şiddet, korku ve sindirme yoluyla kontrol altına alarak kadınlara boyun eğdirmenin ahlaksızca yöntemleri olarak iş görmektedirler. Şu anda dünya çapında binlerce kadın devletlerin gerek savaş yoluyla gerekse de devletin alt ve üst yapı kurumlarıyla uyguladığı sistematik şiddetin yanı sıra eşlerinden, babalarında ve erkek kardeşlerinden dayak yiyorlar, şiddet görüyorlar. Birileri namus adına öldürülüyor, birilerinin yüzüne kezzap dökülüyor, birilerinin boğazı kesiliyor, birileri recm ediliyor, birilerinin boynuna ip dolanıyor ve birileri bombalar altında öldürülüyor. Binlerce kadın tecavüze uğruyor, işkence görüyor, gözaltında kayıp ediliyor ya da kaçırılıyor. Fuhuş bataklığına binlerce kadın saplanıyor. Ve fuhuş bu gün uygarlık sisteminde bir sektör haline gelerek kadını tüketiyor. Yaratılmak istenen yeni sömürge alanları nedeniyle’ terör’ adı altında kirli savaşlar süre geliyor ve bu savaşın en fazla mağduru yine kadınlar oluyor. Çünkü ataerkil sistemin şiddet kültürü o kadar geniş bir yelpazeyi kapsar ki kadın yaşamının her anı bir şiddet biçimiyle denetlenir, köleliğin sınırları yeniden çizilir. Kimi zaman görünür bir şiddet aracılığıyla kimi zaman da işselleşmiş köleliliğin yarattığı oto kontrolle varlığını sürdürür.
Böylesi bir girişle şiddete yönelik bir tanım geliştirmek istedim. Öncelikle şiddeti doğru tanımlamak önemlidir. Son süreçte Türkiye gündeminde de bu soruna dönük yapılan önemli tartışmalar söz konusudur. Kimi kadın aktivistlerinin sorunu ele alış, tartışma düzeyleri önemli olmakla birlikte ağırlıkta gündeme taşınan, Kadın ve Aile Bakanı olan Fatma Şahin’in hazırladığı ve bakanlar kuruluna sunduğu şiddete dönük karar tasarısıdır. Kadın sorunu öylesine köklü ve derin bir yapıya sahiptir ki onu bu bütünlük ve derinlikte ele alıp irdelemedikçe doğru bir sonuca da ulaşılamaz. Şiddet bu biçimiyle ele alınıp tartışılmazsa, aşılmasına dönük ciddi bir mücadele de içinde de olunamaz. Öncelikle bu soruların cevaplandırması gerekir. Şiddet hangi zihniyet ve sistemin ürünüdür? Eğer şiddet ataerkil zihniyetin ve sistemin sonucudur diye bir tespitte bulunursak sorunu doğru tanımlamış oluruz. Doğru tanımlanan bir sorunda kendisiyle çözüm zeminlerini de geliştirir.
Bir sorunun gündeme girmesi önemli ancak nasıl gündemleştirildiği daha da önemlidir. Şimdi hükümet çevresinde özellik en son hazırlanan şiddete yönelik karar tasarı temelinde bu soruna yaklaşım içinde olmak ne tarihten, ne toplumdan, ne kadından ne de sistemden bir şey anlamamak demektir. İktidarcı zihniyet temelinde ele alınan şiddet sorunu doğru tanımlanmadığı gibi, muğlâklaştırılmakta, çarpıtılmaktadır. Bu tür yaklaşımlar en fazla da şiddeti meşrulaştırmaktadır. Yine bu tür yaklaşımlar sonucudur ki Türkiye’de şiddet önemli bir oranda artışı yaşamaktadır. Bu artış eril siyasetin bir sonucu olarak gelişmektedir. Öncelikle Kürdistan tekrardan diriltilen kirli savaş konsepti ile şiddet yeni biçimlerle süreklileştirilmektedir. AKP hükümetinin faşizan- militarist yaklaşımları sonucu şiddet tekrardan artışa geçmiştir. Bu savaşın önü alınmadıkça, bu militarizme dur demedikçe şiddet ölümcül bir mekanizma olarak tüm toplumu vurmaya devam edecektir. Bu şiddet sadece kadını vurmuyor, toplumun tüm kesimlerini vuruyor, vurmaya devam ediyor. Öyle ise şiddet sorunu bir toplum sorunudur ve bu boyutta ele alınmasına ihtiyaç vardır. Şimdi kadın dekolte giydiği için erkek tahrik olmuştur diyen ve tecavüze uğrayan kadın tecavüz eden erkekle evlendirilecek kararını alan bir zihniyetten ne beklenebilir? Böyle bir zihniyetin kendisi tecavüz karakterine sahip değil mi? Tecavüzü meşrulaştırmak tecavüzcü bir zihniyetin sonucudur. Yine kadın erkek eşit değil, olamaz diyen Erdoğan’ın cinsiyetçi, militarist anlayışla biçimlenen AKP siyaseti toplumun tüm sorunlarına olduğu kadar, kadına yönelik şiddet sorunu da ne kadar doğru tartışabilir? Kadınların ve çocukların katline fetva veren bir zihniyet bu soruna nasıl bir doğru yaklaşım içinde olabilir? ‘’Ve Başkanımızın ilerici, gelişkin görüşleriyle kadın sorununa dönük çalışmalarımız geliştiriyoruz’’ diyen Türkiye’nin kadın ve aile bakanından da bir şey beklenemez, beklenmiyor da. Kadınlık salt bir biyolojik olgu değildir. Ben böyle yaklaşmıyorum. Bir kadının nasıl düşündüğü, kendisini, hayatı nasıl algıladığı önemlidir. Ataerkil sistem içinde bir bozulmayı yaşayan kadın, bu zihniyeti kendisinde başlayarak çözme ve aşma gücünü ortaya koymazsa sonuçta yaşanan kaçınılmaz olarak benzeşmedir. Farklılıktan ziyade tabi olmaktadır. Bu da daha fazla özsel olarak yozlaşmadır. Bu yozlaşma sonucudur ki kadın kavga anında banyoya gitmesin sıcak su var, mutfağa gitmesin bıçak var işte ara sokaklarda tek dolaşmasın ya da dışarıya çıktığında çantasına siprel koysun! Gerçekten trajik- komik bir durumdur. Oysaki şiddet olgusu bu gün toplumda sistematik bir biçimde yaşam bulmaktadır. Ve buna neden olan iktidarcı-devletçi zihniyet ve ona dayalı gelişen yapılanmalardır. Şiddet kadını ezmenin, denetim altına almanın bir aracı olarak, ataerkil sistem tarafından hala çok ciddi bir biçimde kullanılmakta ve yaşamın her alanına nüfus etmeyi sürdürmektedir. Mısır’da öğretmen bir kadın herkesin gözü önünde dövülmesi, yine Mısır’da tutuklanan kadınlara bekâret testinin yapılması bunun sonucudur. Tüm bu uygulamalar aynı zamanda insanlığında bir ayıbıdır.
Ataerkil sistemde her zaman elmayı ısıran Havva karşısında tahrik olmaya hazır bir erkek kültürü vardır. Kadının kaybolduğu ve kaybedildiği bir tarihte sadece ‘’ Şiddet’’ adına hatırlanır olması sömürgecilik tarihinin de kanlı simgesidir. Cinsiyetçi toplum da bu kayboluşun eseridir. Bu nedenle şiddetle mücadele erkek kültürü ile erkek egemen sistemiyle bir bütün mücadeledir. Ataerkil sistem kadınlara yaşamın her alanında topyekûn bir saldırı zihniyeti ve sistemidir. Bu nedenle kadına yönelik bu kadar şiddetin, saldırının sorumlusu egemen erkek sistemi ve onu uygulayan toplumdur. Kadına karşı şiddet toplumun ahlaki anlam da yozlaşmasının bir sonucu olarak gelişmektedir. Bu anlam da ataerkil zihniyet ve ona dayalı tüm yapılanmalarla topyekûn bir mücadele kadın kurtuluşu, özgürlüğü için temel neden olmaktadır. Bu sistem ve yapılanmalar değişmedikçe kadın köleliği, istismarı, metalaştırılması ve kadın katliamları da bitmeyecek. Aile ve kadın-erkek arasındaki ilişki düzeyindeki erkek egemenliğini sürekli üreten gerçeklik çözümlenip, aşılmazsa eşitlik, özgürlük, demokrasi, ahlak, politika alanında da güçlü bir gelişim yaşanmayacaktır. Böylelikle özgürlük idealleri, hayalleri kırılmaya mahkûm kalacaktır. Özgürlüğün, eşitliğin, demokrasinin ve ahlakın gerçek anlamı kadın ve erkek ilişkilerinde yaratılacak olan özgürlük düzeyi ile eş değerdedir. Sosyal alanda aşk, evlilik ve ilişki kavramları özgürlük bilinci temelinde sorgulamak ve dönüştürmeyi gerçekleştirmek kadınların, köleliği yaratan tüm zihinsel yapılanmalardan, bunun ruh ve duygu dünyasından kopmasına yol açacaktır. Kadını zihinsel, ruhsal ve fiziksel olarak değişip-dönüştüren, yeni den yapılandıran bir sosyal yaşamı yaratmak gereklidir. Ancak bu şekilde erkek aklının zihinsel, ruhsal ve duygusal acımasızlığına karşı güçlü bir direniş ve alternatif yaratılabilinir.
Soruna bu kapsam da yaklaştığımız oranda çözümünde de güçlü mücadele içinde olabiliriz. Kadınlar olarak sadece bu günümüz değil geleceğimizde tehlike altındadır. Ortak sorunlara sahibiz ve çözümleri de ortak geliştirmemiz gerekiyor. Ancak ataerkil sistem dinsel, etniksel kimlikler aracılığıyla bizlere her zaman kirli ve sinsi tuzaklar kurmaktadır. Ve çoğunlukla da bu tuzaklara kapılıyoruz. Oysaki ırkımız, dinimiz ve dilimiz, rengimiz ne olursa olsun sonuçta kadınlar olarak ortak sorunlara sahibiz. Farklılıklarımızda gözeterek ancak en fazla da ortaklıklarımızı öne sürerek daha güçlü bir mücadele içinde olabilmeliyiz. Mücadele alanında bıraktığımız her boşluk bize kanlı bir biçimde geri dönmektedir. Daha fazla boşluk bırakmadan HEP BİRLİKTE MÜCADELE İLE ŞİDDETE DUR diyelim.
Leyla Agiri
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyua!
12 Ocak günü saat 14.30 sularında Şırnak’ın Silopi ilçesine bağlı Gite ve Silip köyleri yakınında işgalci TC ordusuna ait hareket halindeki bir konvoya yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 11 Ocak günü (bugün) 09.00-09.30 saatleri arasında Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Güvenlik ve Bilican Tepelerine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından kobra tipi helikopterler ile bomdardıman yapılmıştır.
- Ayrıntılar
2007 yılı mücadelemiz ve bizim açımızdan en yoğun, gelişmelerle, çatışmalarla dolu bir yıl olmuştu. Düşman tüm imkanlarını seferber ederek yoğun operasyonlar geliştiriyordu. Gerillada müthiş bir irade ve mücadele azmi ile düşmanın yönelimlerine karşı topyekun bir direniş içerisindeydi. O yıl pratikte Kato Jîrka’daydık. Kato dağları tarihten beri hep özgürlüğün yurduydu. Tarihten beri ve mücadelemizde büyük direniş ve kahramanlıklara tanıklık etmişti. Büyük İskender’in bile aşamadığı bir direniş silsilesi olma unvanını hep korudu. Nice yiğit Kürt evladını barındırıp, koruyabildi. Görkemliliği hep düşmana korku saldırıyordu. En gelişmiş savaş tekniğini boşa çıkartabiliyordu. Düşmanın nicel ve nitel (teknik açıdan) üstün olan yanını zayıflatarak güçlerin eşit olmasını dengede sağlama adaletine de sahipti. Bir nevi bir gerilla yurduydu. Hep öylede kaldı.
O yıl düşman Türk devleti halkımızın yaylalara gelmesine izin vermişti. Kato Jîrka’nın yamaçları ve etrafındaki arazi yaylalıktı. Soğuk sulara, sürekli yeşil ve taze otlaklara sahipti. Hayvanların otlatılması, hayvancılığın geliştirilmesi için verimli araziye sahipti. Neolitikten bu zamana kadar hayvancılıkla uğraşan halkımızın geçim kaynağını sağlıyordu. Kış Kato’larda erken gelir. Sonbahar mevsiminde buralarda kar yağar. Karların fazla yağmasından ötürü bahar mevsimi geç gelir. Karlar geç erir buralarda. Adeta iki mevsim yaşanır. Kato Jîrka’nın güney yamaçları oldukça dik ve kolay kolay geçit vermez. Derî (kapı) dediğimiz bazı geçit veren yollar var. Yine sadece gerillanın kullanabileceği bazı geçit veren yerler var. Arazi sarp ve kolay kolay geçit vermeyen yüksek kaya labirentlerinden oluşmuştur.
Türk ordusu karların yeni erimeye başlamış olduğu baharın başlangıcında Deryê Bewe kapısını sabit tuttu. Bununla gerillanın Kato’daki hareketini sınırlandırmayı hedefliyordu. Düşman bir yandan Halkın içinde propaganda geliştirerek Kato’ları PKK’nin elinden alacağını söylüyordu, diğer yandan da baskı uygulamaları, ekonomik kısıtlama ve şantaj yollarıyla ajanlaştırmayı da civar köy ve ilçelerde geliştiriyordu. Bu taraftan yasak bölge, olağanüstü hal bölgeleri uygulamaları yürütürken diğer taraftan da izin verdiği yaylalarda ve köylerde oluşturmak istediği istihbarat çalışması aracılığı ile gerillayı denetime alarak darbelemeyi hedefliyordu. Düşman kışın ortalarında aralıksız olarak sürdürdüğü operasyonlarını bahar ve yaz mevsiminde zozanlık araziyi de kapsayarak genişletti. Batıdan Kürdistan’a epey güç getirtmişti. Adeta Botan sahamızı yeniden işgal etmişti. Ayrıca sınıra da epey güç yığarak Kuzeye takviyelerin gelişini engelleme yönünde tedbir geliştirdi. Bu topyekun bir saldırı konseptiydi. Tüm bu yönelimlere karşı topyekun direniş gerillanın esas taktiği oldu. Yaşamda, savaşta yine en zor koşullarda direnme iradesini göstermek tüm yönelimlerin aşılmasını ve boşa çıkarılmasını da sağlıyordu. Düşmanın Katolara karşı operasyonları kışında olmuştu.
Kato Jîrka silsilesinin iç kesimlerini kapsayan düşmanın operasyonu Haziran ayının sonlarında olmuştu. Bu operasyon kapsamı Deryê Bewê ve Deryê Zerbîl arasını kapsayan bir operasyondu. Aslında gerilla mücadelemizde düşmanın Kato Jîrka alanının içlerine girmesi kolay kolay olmamıştı. Bu yılda yani 2007’de daha yılın başında Kato’ya gireceğinin sinyalini yaptığı merkezi operasyonlarla hedefine ulaşmak istiyordu. Bunu yaptığı açıklamalarla vurguluyordu. Bu operasyon iki günlük bir operasyon oldu. Sonuç alamadıklarından, yine darbe yediklerinden dolayı geri çekilmek zorunda kaldılar.
Operasyonun ilk günü arkadaşlar birçok yerden düşmanın operasyon gücünü vurdular. Düşmanın bir birliğini içlerine alarak büyük darbe vurdular. Yoğun teknik kullanarak yaptığı indirmelerle getirdiği takviye güçten ancak gücünü Katoların içlerinden çıkartabildi. Siirt, Şırnak ve Hakkari merkezlerinden sürekli altı kobra yoğun atış yaparak operasyon alanına müdahale ediyorlardı. Gelen bu kobraların desteğinde ancak gücünü çatışma alanından çıkartabildi. Türk ordusu bu sonuca alışmıştı, İskender’lerin bile zaptedemediği Katoların kolay kolay zaptedilemeyeceği kanısına varmışlardı. Düşmanın bir üst rütbelisi olmak üzere epey kayıp vermişlerdi. Bazı kayıplarını radyolarında da dile getirmişlerdi.
Tüm çatışmalarda Botan Hilvan (Urfa) arkadaş şahadete ulaşmıştı. Şehit Botan arkadaş 2003 yılında gerillaya katılmıştı. Gerillada Zağros eyaletimizden Botan alanına daha yeni gelmişti. Bu yoldaşımızın alana yeni gelişi ile birlikte şahadete ulaşması arkadaşlar üzerinde etki yarattı. Buna rağmen düşman güçleri Katolarda iyi bir ders almışlardı. O yıl düşman tüm imkanlarını seferber etmişti. Eksik ve yetersizliklerimizden kaynaklı bizim için bedeli ağır olan şahadetler yaşandıysa da TC devleti istediği sonucu alamamıştı. Başarısız ve sonuçsuz kalmışlardı. Yürüttüğü operasyonların çapına göre sonuç alamamışlardı. Türk devletinin kayıpları daha ağır olmuştur.
Bu operasyondan sonra düşman Kato Jîrka ve Besta alanında tuttuğu tepelerle sınırlı kalıp, yaylaların etrafında pusulamalar geliştirmeye başlamıştı. Eylül ayının ortalarına kadar bu böyle devam etti. Daha çok alanımızdaki gerilla güçlerimizi denetime alarak istihbari yollarla diğer savaş faktörlerini de devreye koyarak sonuç almak istiyordu. Düşman ordusu Eylül ayının ortalarında asker, korucu ve özel birliklerden oluşan kırk bin kişilik bir güçle onsekiz gün süren. Bu operasyonda düşman her türlü tekniği yoğun bir şekilde kullandı. 1998 yılından bu güne kadar Botan alanımızda düşmanın yürüttüğü en geniş kapsamlı merkezi operasyondu. Tüm basın-yayın, ekonomik vb. imkanlarını seferber ederek sonuç almak istiyordu. Operasyonu yaylaların gittiği günün ertesine denk getirdi. Bununla arazideki tuzak ve mayınların olmayışını kendine avantaj yapmayı amaçlıyordu. Hareket tarzımızdan kaynaklı olarak düşman bazı tedbirler geliştirilmişti.
Operasyonun ilk iki günü düşman güçleri Katonun içine girememişti. Zozan tarafında güç yoğunluğunu artırdı. Yoğun indirmeler ve takviyelerle gücünü alana yığıyordu. Yine ağır havan toplarını, bomba atar silahlarını, termal kameralarını, cihaz irtibat antenlerini Katoların karşısındaki silsilelere yerleştirdiler. Kobralarda habire alanı vuruyordu. Yine Beytüşebap ve Mezra karakollarından aralıksız olarak obüs atışları yapılıyordu. Bir taraftan da İsrail’den alınan keşif uçakları alanın üzerinde sürekli geziyorlardı. Alanı tanıyan yerel korucuları da getirmişlerdi. Operasyonun üçüncü günü Deryê Zerbîl tarafından Katoya giren düşman koluna iki ayrı yerden yakın mesafeden arkadaşlarca eylem gerçekleştirildi. Bu kolun hareketi durduruldu. Düşman gücü darbe almıştı. Kobra desteğinden sonra ancak geceye kadar ölü ve yaralılarını Skorskylerle götürebildiler. Aynı günün gecesi arkadaşlar düşmanın gelebileceği bir tepeye tahrip gücü fazla olan bir tuzak yerleştirdiler. Düşman oralarda önceki günlerde koyunların otlandığı ihtimal ederek ertesi gün tuzağın olduğu tepeye oldukça rahat gelip yerleştiler. Mevzilendikleri süre içerisinde on bir düşman askerinin tuzağının üzerinde toplandığı esnada tuzak düşman gücünde patlatıldı. Patlama ile birlikte tepedeki düşman gücü şoke olmuştu. Panik havası ile etrafa dağıldılar. Patlama ile birlikte ölenlerin cenazelerini dürbünle görebiliyorduk. Kobra destekli gelen skorskylere sedye ile beş kişinin cenazesinin taşıdılar. Bazı yaralılarında koluna girilerek helikopterlere kadar taşıdılar. Gelen detektörcülerle arazide mayın arama çalışmasını yürüttüler. Öğle saat 1 civarlarına kadar bu çalışmayı sürdürdüler. Tuzağın patlatılması sabah erken saatlerde olmuştu. Mayın ve tuzak aramasından sonra bizim bulunduğumuz noktaya doğru iki ayrı koldan hareket ettiler. Bir kol yayla tarafından bir kolda Katoların üst silsilesinden geliyordu. Önceki gün Derye Zerbîl’de vurulan kol Kato silsilesinde kalmıştı. Sabahta indirmelerle takviye edilmişti. Öğleden sonra üsten ve alttan bulunduğumuz noktayı çembere almak istiyorlardı. Bizde çatışma pozisyonuna göre mevzilendik. Kobra ve obüslerde habire atışlarını sürdürüyorlardı. Öğleden sonra saat üçü geçerken ilk temas başlamıştı. Akşama kadar üç ayrı noktadan çatışmalar tüm şiddeti ile devam etti. Düşman güçleri geldikleri mevzilere geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu çatışmalarda Bahtiyar Amed arkadaş şahadet mertebesine ulaşmıştı. Cenazesini sağlama aldık. İki arkadaşımızda hafif yaralanmışlardı. Yaralı arkadaşları da doktorumuzu da yanlarına vererek sağlam bir yere götürdük. O gece bulunduğumuz noktayı terketmek gerektiğinden yerimizi bırakıp başka bir noktaya gittik. Kendimizi küçük gruplara ayırmamız gerekirken bütün arkadaşlar birlikte hareket etmiştik. Bunun yanlış olduğunu ertesi gün daha iyi anladık.
Gittiğimiz noktada sabahın şafağında kobra helikopterlerinin saldırısına maruz kaldık. Burada bazı arkadaşlarımız parçalardan dolayı yaralandılar. Buda bize dezavantaj sağladı. Gece hareketimizde termal kameralarının kontrolünde geçmiştik. Kalacağımız noktayı bilmişlerdi. Bunu yapılan saldırıdan anlayabiliyorduk. O gün düşman üzerinde eylem yapmayı tasarlıyorduk. Verdiğimiz yaralılardan dolayı bunu o gün gerçekleştiremedik. Operasyonun yoğunluğu tüm hızıyla devam ediyordu. Yaralı arkadaşlardan Şemseddin Amed arkadaşın durumu biraz ağırdı. Diğer arkadaşların durumu iyiydi. Şemseddin arkadaş operasyonun ilerleyen günlerinde şahadet mertebesine ulaştı. Yine bu operasyonda Goran Guyi, Şaho Merivan ve Kahraman Afrin arkadaşlar şahadete ulaşmışlardı. Bu arkadaşlar bizden ayrı olan bir yerde çatışmaya girmişlerdi. Yaşanan çatışmada üç arkadaşımız şehit düşmüşlerdi. Ayrıca Kato Jîrka takımımızda ayrı bir yerde yaşanan çatışmada da Avinar Guyi ve Botan Beytüşebab arkadaşlar da şehit düşmüşlerdi. Avinar arkadaş direnişin sembolü olmuştu. En son mermisine kadar çatışarak şahadete ulaşmıştı. Onun girmiş olduğu çatışmada düşmanın epey kayıpları olmuştu. Bu kayıplarının bir kısmını düşman Radyo ve basınında dile getirdi. Korucularında halka verdiği bilgiye göre kahramanca çatışmıştı. Botan arkadaş da kobra atışı sonucu şehit düşmüştü. Direnişin ve kahramanlığın yaşandığı direniş operasyonunda Zekiye ve Ruken unsurları da tek mermi patlatmadan düşmana teslim olmuşlardı. Ruh hallerindeki bitişi ihanetle sonuçlandırmışlardı. Serdar Amed arkadaşımızda yaralı ele geçmişti. Operasyon boyunca yedi yoldaşımız şahadete ulaşmışlardı. Düşmanın kayıpları çok çok ağır olmuştu. Tüm bu çatışmalar dışında bazı çatışmalar daha oldu. Yine arkadaşlarca döşenen tuzaklar operasyonun sürdüğü süreçte düşmanda patlatılmıştı. Düşmanın epey kayıpları olmuştu.
Kırk bini aşkın asker ve korucunun katılmış olduğu, her türlü tekniğin kullanıldığı, yine büyük harcamaların yapıldığı bu operasyonda yaşadığımız şahadetlere rağmen kazanan Apocu direniş çizgisi olmuştu. Kato yine evlatlarını bağrına basmıştı. Bazı yiğit evlatlarını kaybetmiş olduysa da yine çoğunu koruyabilmişti.
Yaşar Berçelan
- Ayrıntılar
28 Mart 2011 gecesi Uludere’ye bağlı Roborski yakınlarında TC ordusu tarafından bir katliam gerçekleştirildi.
Oraları bilenler olarak 12 saati aşkın bir zaman dilimi ardından genelkurmay sitesinde resmi yayınlanan açıklamanın 7. Şıkında: “Olayın meydana geldiği yer, bölücü terör örgütünün ana kamplarının konuşlu olduğu, sivil yerleşim yeri bulunmayan, Irak kuzeyindeki Sinat-Haftanin bölgesidir“ denilmektedir. Malum AKP ise ancak akşama doğru bir Mangurt’un ağzıyla açıklama yapmıştı. Türk basını-bilinçli olarak Türkiye basını demiyoruz-ise kem ağızla bu olaya ilişkin Genelkurmay açıklamasından sonra kısmen değinme ihtiyacı duymuş, ancak AKP mangurt’unun yaptığı bu açıklaması ardından Türk basını haberler geçmeye başlamışlardır.
Bir ülkede basın hükümetin yani iktidarın ağzına bakarak haber yapıyorsa orada artık birçok şey yitirilmiştir. Denilir ya “Bir toplumda namuslular namussuzlar kadar güçlü olmadıkça o toplumda kurtuluş yoktur” misali iktidarın ağzına kendisini bağlamış bir basın oldukça, resmi ideolojinin sınırları içerisinde hareket ettikçe, orada artık ahlaki yitim diz boyu yaşanıyor demektir.
Genelkurmaylığın açıklamasına yeniden dönecek olursak, bir kere insanlarımızın bombalandığı ve katledildiği yer Sinahtla yakından uzaktan alakası yoktur. Sinaht Haftanin alanının batı ucundayken, Roborski ise çok fazla Haftanin’in doğu yakasında sayılır.
İkinci husus ise oraları iyi bilenler olarak gerilla olarak, kullanmadığımız geçiş güzergâhları oluşlarıdır. Kaçakçılık yapan insanlarımızın yol güzergâhlarını hem onların güvenliği açısından hem de kaçakçılık yapan bir sürü insan içerisinde devletin örgütleyebileceği insanların da olabileceğinin hesabını da yaparak bu yolları kullanmayız. Ve on yıldır da kullanmadığımızı en baştan orada askerlik yapan, komutanlık yapan TC’nin ordu mensupları bilir.
Dahası başka işimiz yok da onlarca katırla kuzeye geçiş yaparak sözde eylem hazırlığına gireceğiz ve de Türk ordu güçlerinin kendi deyimleriyle en güçlü tekniklerle donatarak gözetledikleri bir arazi parçasına bu kadar kalabalık katırlarla geçiş yapacağız. Bu tek kelimeyle palavradır. Yalanın daniskasıdır. Ve biz gerillaya bir hakarettir. Canımızı sokaklarda bularak dağlara çıkmış değiliz.
Türk genelkurmayının ve hükümetinin doğruları söyleyip söylemediğini netleştirmek için sivil toplum örgütleri, siyasal partileri, çeşitli kurum kuruluşları ve tabii bir de Türk basın mensuplarını Roborski’ye bu olayın yaşandığı yere çağırıyoruz. Kendi gözleriyle etrafta ne kadar askeri tepe bulunduğunu, ne kadar gözetleme kulelerinin bulunduğunu, ne kadar güçlü bir teknik donanım bulunduğunu gelip görsünler. Ardından da kaçakçılık diye tabir edilen, ancak biz Kürtler için neredeyse zoraki parçalanmış sınırlar üzerinde yaşayanlar için ticaret ve geçim kaynağı olan, bu ciddi emek isteyen işin askerlerce bilinmemesinin mümkün olmadığını dediğimiz gibi kendi gözleriyle görsünler. Bu sınırlarda özelde de katledilen insanlarımızın geçiş hatlarında askerin bilgisi dışında kuşun bile uçamayacağını kendi gözleriyle görsünler.
Evet, tüm bunları gördükten sonra Paşalaşan Başbakanın:
“Konunun takipçisi olduklarını Genelkurmay Başkanımdan tekrar duydum, dinledim. Bu yapılan çalışmalar, gösterdikleri hassasiyet sebebiyle gerek Genelkurmay Başkanıma, gerek bölgede hizmet veren komuta kademesinin hepsine, bu konudaki hassasiyetleri sebebiyle de şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum..
Devlet milletini bombalıyor diye göstermek isteyen bir kısım medyanın gayetlerini de gayet iyi biliyoruz” sözlerinin de ne anlama geldiğini yeniden ele alıp değerlendirmelere tabii tutsunlar. Paşalaşan bir Başbakanın söylediklerini bile hazmedemezken hizbul- fettulah açılımın ve Kürt katliamının hazırlayıcısı olan Atalay ise:
“Genelkurmay'ın tamamen şeffaf bir tutum izlediğini ve dürüstçe olanları anlattığını görüyoruz, Genelkurmay Başkanlığının açıklamalarından aldığım bilgiler çerçevesinde, İHA istihbarat kaynaklarımızdan biridir. Tespit edilen görüntülerin ilgili birimlerce analizi yapılmakta ve uygun vasıtalar ile ateş altına alınmaktadır” diyerek o da genelkurmaya arka çıkmaktadır.
Kendine Müslüman ve zoraki demokrat olan bu hükümetin ne kadar raydan çıktığını, ne kadar gerçeklerden koptuğunu, ne kadar insan değerlerinden uzaklaştığını yukarıda söylenen sözlere bakarak anlamak bile yeterlidir. Bir katliam yaşanmıştır ama katliam emrini verenlere teşekkür edilmektedir. Bu tek kelimeyle katliamın ortakça planlanıp uygulandığıdır. Kaza, yanlışlık olmuş olmanın ötesinde işlenen suçu bizatihi bu hükümet özelde de Erdoğan tarafından planlandığını göstermektedir.
Gerçekler çıplak olmayı sever derler misali, “hakikatlerin kötü bir huyu vardır; bir gün mutlaka ortaya çıkarlar.” Muğlalının katliamı aradan 13 yıl geçtikten sonra ancak açığa çıkmışken, 21. Yüzyılda yaşanan bu katliam aynı gece Kürt basını ve legal siyaseti sayesinde açığa çıkarılmıştır. Birde 33 kurşun olayında olduğu gibi bu katliamda kurtulan o değerli Kürt insanın sayesinde bu katliam açığa çıkarılmıştır. Yoksa dediğimiz gibi aynen on yıllar önce yapıldığı gibi yeniden gözdağı verilerek sessiz, kendi içine kapanmış, ürkek, tırsandı edilmiş bir topluluk yaratılmak istendiği açıktır.
ABD tarihinin en seçkin başkanlarından olan Abraham Lincoln zamanında: “Bazılarını her zaman kandırabilirsiniz, ama herkesi her zaman kandıramazsınız” derken sanki bu sözü kendine en çok Müslüman diyen, kendine demokrat olan bu paşalaşan başbakan için söylemiştir.
Aynı sözlerle biz de Paşalaşan Başbakan için söylüyoruz: “Bazılarını her zaman kandırabilirsiniz, ama herkesi her zaman kandıramazsınız.”
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Ortada sömürgeci-soykırımcı AKP hükümetinin Kürt halkına karşı yaptığı planlı bir katliam var. Bu katliamda çoğunluğu çocuk yaşta 35 genç Kürt insanı katledildi. Otuz beş Kürt genci için yapılan mezarlar bu katliamın hafızalara kazınan delili olarak, sürekli bir biçimde Kürdistan halkının, insanlığın hafızasında kalmaya, sömürgeci AKP hükümeti, Fethullah Gülen cemaati ve ordusu ise bu katliamın sorumluları olarak lanetlenen güçler olarak kalmaya devam edecektir.
Dünyanın gözleri önünde Türk devletinin gerçekleştirdiği bir katliam vardı. Soykırımcı-katliamcı AKP hükümetinin başbakanı, bakanları konuyla ilgili saatler süren sessizliğe gömüldüler. Başbakan ancak ertesi gün konuştu. Aynı şekilde Türk medyası da katliamı saatlerce görmezden, duymazdan geldi. Tek laf edilmedi. Yazılıp çizilmedi. Çünkü ortada bir suçüstü durum vardı. 35 Kürt gencinin kanları dökülmüştü. Ortada bir katliam vardı. Böyle bir durumdan acaba kendimizi nasıl ucuza kurtarırız hesapları yapıldı. Ardından “ölümcül hata” ekseninde ortak temalı manşetler atıldı. Hatta bazıları
utanmazca PKK’yi suçlamayı bile denedi. Fatih Altaylı denilen sahibinin sesi bunun başını çekti.
Ancak başta Roboski, Beceh köylüleri başta olmak üzere, Kürdistan halkının geliştirdiği eylemsellikler, Kürt basını ve siyasetçilerinin çabaları AKP’nin oynunu bozdu. Yanlışlık değil de, katliamın planlı, hesaplı, Kürdistan halkına gözdağı vermek, halkın örgüt ve eylem gücünü kırmak için gerçekleştirilen bir katliam olduğu gerçeği kapatılamayınca bu kez başka bir yol denemeye yöneldiler. Bu yolu çizenler tabiî ki hükümet, onu kitlelere taşıyanlar ise Fethullah denilen iblisin kalemşörleri oldular. “ içerden dışarıdan, AKP hükümetini, Türkiyeyi tuzağa düşürmek isteyenler böyle bir olayın meydana gelmesine yol açtılar.” Fikrini günlerdir işlemektedirler. Ama nedense tüm çağrılara rağmen, katliamın esas sorumlusu Tayyip Erdoğan “elimizde İHA’nin dört saatlik görüntüsü var” demesine rağmen, bu konuda tek hiçbir görüntü basına verilmedi. Çünkü yayınlansa, suç belgesi niteliği kazanacaktır. Fakat yayınlansa da, yayınlanmasa da, itiraf etseler de etmezlerse de, tanıklar, hazırlanan raporlar, olayın oluş biçimi katliamın planlı ve kasıtlı yapıldığını ortaya koymaktadır.
Hüseyin Gülerce, Fethullah Gülen’in önemli kadrolarından birisi olarak, Fethullahın görüşlerini, iblisçe kurgulayıp yaygınlaştıranların başında gelmektedir. Bir tür sözcüsü, avukatı rolünü oynamaktadır. Şöyle yazmaktadır: “Uludere tuzağı neden kuruldu, bu oyun neden oynandı? Çünkü birileri Kürt meselesinin çözümünü istemiyor, yeni açılımları sabote ediyor… Çünkü birileri, Türkiye'nin sivil bir anayasa yapmasını, ne pahasına olursa olsun engellemeye çalışıyor. Gerilim ve çatışmayı tırmandırarak kırmızı çizgilerin silinmesine direnç gösteriyorlar... Çünkü birileri, Ergenekon ve Balyoz davaları gibi, darbe teşebbüsü davalarının sonuçsuz kalması için provokasyonlar peşinde... Herkes bilmeli ki, vesayetçiler, Türkiye'nin demokratikleşmesini engellemekten asla vazgeçmeyecekler.”
Bir süredir bu fikir işlenmekteydi. Ve sonunda diğer bir Kürt katili, bir dönemin Türk ordusunun genelkurmay başkanı İlker Başbuğ tutuklandı. Olaylarda zamanlama önemli. İlker Başbuğ’un tutuklanmasıyla, gündem olduğu gibi genelkurmay başkanlığı yapmış birisinin tutuklanması ekseninde oluşturulmaya çalışıldı. Bazı sözüm ona liberaller de buna dünden hazırdırlar: “ önemli, tarihi bir adım, askeri vesayetin kaldırılması demokrasiye doğru ciddi bir adım” olarak demekte gecikmediler.
19. yüzyılın başında da Osmanlılar Batı karşısında tutunabilmek için bazı düzenlemelere, reformlara yöneldiler. Bu konuda 3. Selim ile başlayan bir Kürt katliamcısı 2. Mahmut ile devam eden bu reformların ana eksenindeki çatışma, yeni ordu kurmak ve ona direnen yeniçeri ordusunu tasfiye etmek vardı. 2. Mahmut yeniçerileri öyle tutuklayarak da değil, daha sert yöntemlerle, katliamlarla bastırır. Merkezi otoritesini kurar, sağlamlaştırır. Bu sağlamlaştırmayla berebar de, Kürdistan’a büyük sömürgeci, katliamcı seferler düzenler. Moltkenin mektupları, isimli kitapta, bu katliamların nasıl vahşice gerçekleştirildiği ayrıntılarıyla anlatılır.
Türklerdeki her iç iktidar çatışma, hegemonik çatışmayı demokrasi, ilericilik v.b. değerlendirmek bir Türk’ün, işi olabilir. Ama bir Kürdistanlı ve Kürt için sadece sömürgecinin isminin değişmesi kadar bir anlamı olabilir. Bunu neden yazdık, çünkü birçok siyasetçi, aydın, yazar, gazeteci Türk sömürgeci sistemi içindeki iktidar çatışmalarını yanılgılı değerlerdirmektedirler. Katliamın yeniçer tarafından mı, yoksa nizamı cedid ordusu tarafından yapılması Kürtler açısından farkı nedir? Soykırımın beyaz Türkçü faşistler tarafından mı, yoksa yeşil Türkçü faşistler tarafından mı yapılması Kürtler açısından ne önemi vardır? Sonuçta katliam, soykırım yapılmaktadır. Katliam katliamdır. İkisi de, Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’da kurumlaşması temelinde yapılmaktadır. Tersinden bakan Kürt siyasetçi, aydın, yazarları aslında kendilerini Kürdistan ve Kürt ulusunun bir üyesi olarak değil de, Türklerin bir uzantısı, kuyruğu olarak görmektedirler.
Örneğin bir Ahmet Altan, Kürt katillerinden General Başbuğ’un tutuklanmasını, “ orgenerel başbuğu adalete sevk edecek kadar demokratız ama 35 insanın öldüğü bir askerî operasyonla ilgili bütün gerçekleri saklayacak kadar da demokrasiden uzağız.” demektedir. Evet kendi içlerinde iktidar çatışması yürütebilirler, buna yine kendi açılarından demokrasi de diyebilir. Yine Kürdü, Kürdistanı kendi uzantısı gördüğü için de Qilaban katliamının gerçeklerini sakladıkları için demokrasiden uzaklık olarak görebilir. Ancak bu yaklaşım Kürtleri yanıltmamalıdır. Ahmet Altan burada bir kez daha Kürdistan ve Kürt gerçekliğini inkar ediyor. Kaldı ki, özünde Ahmet Altan’ da, Hüseyin Gülerce gibi, “Bütün bu gerçekleri ortaya koyduğumuzda, çok ciddi bir tuzak kurulduğu, bu tuzağın kurulmasına da askeriyenin içinden birilerinin yardımcı olduğu ortaya çıkıyor.” demektedir. Aslında AKP hükümetini Qilaban katliamı sorumluluğundan kurtarmaktadır. Yine İlker Başbuğ’un tutuklanmasını demokratik adım olarak görmekle de, Tayyip Erdoğan gibi bir soykırımcı katili bir kalemde demokratlığa terfi ettirmektedir.
İşin özü ise şudur: Kürdistan, Kürt halkı ve Özgürlük hareketi açısından Beyaz Türk faşizmi ve AKP-Fethullah Gülen’in temsil ettiği yeşil faşizmin hegemonik dalaşmaları, çelişkileridir. Birbirini tutuklayabilirler. Ama her ikisinin ortak paydası, Kürdistanı sömürge, Kürt ulusunu köle konumunda tutmaktır. Her ikisini de Kürt ve Kürdistan açısından yaklaşımları ise, Qilaban katliamında da görüldüğü gibi inkar ve soykırım dışında bir şey değildir. Dolayısıyla AKP, yeni bir gündem yaratarak, bir Kürt katliamının yarattığı gündemin üstünü kapatmak, katliamı sıradanlaştırmak ve bir süre sonra da, unutturmak istemektedir. Buna izin vermemek gerekir.
Öncelikle 35 sivil Kürdün katledilmesinin anısına, bu katliamı sembolize eden bir anıt dikilmeli, Kürdistan halkı bu katliamı yapan AKP hükümetinin peşini bırakmamalıdır. Kürdistan’da bu katliamı yapan sömürgeci bir partinin kendini örgütlemesini her Kürt ve Kürdistanlı sorgulamalıdır. Bu temelde hiçbir AKP örgütlülüğü, Fethullah Gülen kurumu kalmamalı. Kalmasına izin verilmemeli. İsrailliler, Filistin’de örgütlenebiliyor mu? Kürtler neden Türk sömürgecilerine, katliamcılarına izin versin? Sömürgeci Türk devletinin, partilerinin varlığı neden meşru görülsün? Her şehir, ilçe heyetler halinde Roboski ve Beceh köylerini, şehitlerini ziyaret etmeli. Hükümet, bir başçavusu, bir yüzbaşıyı suçlu göstererek bu halkı kandırmaya çalışabilir. Katliamı yapan Türk ordusu ve onun genelkurmay başkanı Necdet Özel’dir. Sorumlu siyasi iktidar belli. Zaten işlerin bir koordinasyon içinde yapıldığını Beşir Atalay’ın kendisi açıkladı. Neyin araştırması yapılacak? Dikkat edilirse katliam açıktan, gözgöre göre yapıldı, ama dosyaya gizlilik kararı uygulandı. Gerçekleri gözden ırak tutmaya yönelik bir manevradır bu.
Sömürgeci AKP hükümetinin Önder Apo’ya uyguladığı ağırlaştırılmış tecrit bir işkenceye dönüşmüştür. Ancak AKP hükümeti Önderlik üzerinde uygulanan bu politikayı da normalleştirmeye Kürt ulusunu buna alıştırmaya çalışmaktadır. Buna karşı, 13. Yılına giren Önder Apo’nun esaretine artık dur demek gerekiyor.
Dolayısıyla sömürgeci AKP hükümetinin hem Kürdistan halk Önderine karşı uyguladığı ağır tecrit ve işkenceye hem de, Qilaban katliamını sıradanlaştırma ve unutturma politikalarına karşı, birliğini her şeyin üstünde tutmalı, yoğun bir örgütlülük ve eylemsellikle karşılık verilmeli. AKP’nin katliamdaki sorumluluğu, pratik katliamcı genelkurmay başkanı ve diğer koordinasyon üyeleri olan AKP’li bakanların katliamdaki sorumluluğu sürekli bir biçimde gündemde tutulmaya çalışılmalıdır.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Gerilla olmak istediği her yerde… Bu aylarda sadece karın ve yağmurun üstüne düşebildiği dağ yamaçlarında ve zirvelerinde gerilla. Yağmuru avuçlayarak toprağa serpiyor. Nasırlı avuçlarda birikip toprağa düştükten sonra daha bir bereketleniyor çünkü toprak. Gerillanın tenine sinen özgürlük kokusu, toprağa siniyor ve toprağın rengini canlandırıyor. Büyük bir bahara hazırlanıyor dağlar ve gerilla. Yağmurun hoş bir ıslık sesi gibi gelen sesine gerilla ıslıkları eşlik ediyor. Biriktikçe coşup akıyor. Hiçbir bent ve sınır tanımadan yol alıyor. Yağmurlarla birleşip geliyor, Dicle’ye karışıyor. Sessiz sedasız ilerliyor varmak istediği yere. Gerillayı hissedenler, tanıyanlar hemen yanı başlarında nefes alış verişlerini duyabilir. Kendi mekanlarında, yani ülkesinin dağlarında özgürce dolaşıyor korku nedir bilmeden ve en büyük teknolojiyi de yenerek. Yürek ister gerilla olmak…
Zamanın ruhu olan ve zamanla akan gerillanın kim olduğunu bilmeden konuşanlar bugünlerde çoğalmış. Belli ki gerilla yüreklerine büyük bir korku salmış. Korkaklıklarının onlara söylettiği sözler karşısında “hani bitirmiştiniz” demekten kendimi alamıyorum.
Gerillanın aktif eylemlilik sürecine girmesiyle birlikte büyük kayıplar veren Türk devleti, basınını da devreye koyarak, basınına da ayar vererek kayıplarını gizlemekle kalmıyor dağları gerillalardan temizlediğini ve gerillaya darbe üstüne darbe vurduğu yönünde de yalan-yanlış haberler yaptı, yapıyor. Gerillanın direnişi karşısında çözümsüz kalan bir devletten başka ne beklenebilir ki! Gerilla dağlarda Türk devletinin düzenli ve özel eğitilmiş birlikli ordusu ve tekniğine karşı kleşiyle, inancıyla mücadele ediyor. Kuyrukçusu, uydusu oldukları ABD ve İsrail’den aldıkları İHA’nı da devreye koyarak gerillayı hareketsiz kılacaklarını sandılar ve “onlara darbe üstüne darbe vurduk” diyerek sadece kendilerini kandırdılar Oysa bu gerilla sizin ürettiğiniz tüm tekniklere karşı nasıl tedbir alacağı yönünde kendini sürekli eğitiyor. Gerillanın Türk ordusundan, ordunun sözcülüğünü yapan Tayyip’ten ve Atalay’dan da daha üstün bir akla ve yeteneğe sahip olduğu kuşkusuz ve kesin.
Atalay PKK için, gerilla için güvenlikli hiçbir yer kalmadığını söylüyor. Amed’te gerillayı bitirdiğinizi söyledikten birkaç gün sonra gerilla Çınar ve Bismil’de eylem yaptı. Sizin için bir labirent, çıkmaz sokağa dönüşen dağlar gerillanın ana yurdu. Dağlarla iç içe geçmiş gerillanın, kendisini dağlarda artık koruyamayacağını ve dağların artık onlar için güvenlikli olmadığını söylemesi çok gülünç. Atalay’ın bu sözlerine gülmek dışında herhangi bir tepki verilmezdi.
Kendisini bir halkın özgürlüğüne adayan bir fedai topluluğun mücadele kararlılığından korkun siz. PKK militan gerçekliği bu kararlılığını 32 yıldır çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. “Bitti, bitecek, bitiriyoruz” dediğiniz zamanlarda bile gerilla kleşinin namlusu size doğrultulmuştu. 2012 yılını Önderliğinin ve halkının özgürlük yılına doğru götürmekte kararlı olan Apocu militanlar Kürt halkına sadece soykırım, inkar ve imhayı reva görenlere rahat vermeyecektir. Kendisine “terörist” diyen ama teröristin ta kendisi olanların gerçek yüzünü mücadelesiyle açığa çıkarıyor. Gerilla direnişi ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında ayakta kalamayan o kadar çok iktidar gücü, partisi ve hükümeti gördük ki, AKP hükümetinin sonunun da bunlardan çok farklı olmayacağı aşikar.
Ve yine gerilla her yerde…
Kürt halkının özgürlük umudunda ve yüreğinde
Rojbin Golav
- Ayrıntılar