Basına ve Kamuoyuna!
30 Aralık günü Dersim’in Pülümür ilçesinde işgalci TC ordusu ile gerillalarımız arasında çıkan çatışmada 7 arkadaşımızın şahadete ulaşmıştır. Kış koşullarından kaynaklı ve iletişimin zorluğundan kaynaklı olayın yaşanma biçimi ve detayları hakkında net bilgiye ulaşmış değiliz.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
4 Ocak günü saat 18.40 sularında Mardin’in Derik ilçe merkezinde bulunan Emniyet Lojmanlarına yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın ölü ve yaralılarının sayısı tarafımızdan netleştirilemezken, düşman tarafından alana yönelik olarak kısmı bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Ocak günü (bugün) 05.00-07.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Şikefta Birindara alanı, Xeregol ve Marya Tepeleri, Sernê ve Bêmbo köylerine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
4 Ocak günü 16.00-17.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Şikefta Birindara alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Sömürgeci AKP hükümetinin bakanlar kurulu toplantısı yapıldı. Qilaban katliamına ilişkin açıklama yapıldı. Dün AKP hükümetinin sözcüsü Bülent Arınç’ın yaptığı açıklama ve bugün hükümetin başbakanı soykırımcı ve katliamcı Tayyip Erdoğan’ın açıklaması ve yandaş AKP-Fethullah medyasının olayı ele alış biçimleri, katliamı, kasıtlı yapılmayan, kaza, terörist zannedilerek gerçekleşen bir olay olarak değerlendirmişlerdir. Üstünü örtmeye çalışmışlardır. Öte yandan bu katliamı protesto eden yurtsever insanları da yine soykırım operasyonları temelinde rehin almaya devam etmektedirler. “Hem öldürürüm, katlederim, sesini çıkaranı da tutuklarım” demektedir.
Hükümet ve yandaş basın tüm değerlendirmelerde, daha çok halkın kaymakama yönelik eylemini öne çıkarmakta, 35 Kürt insanının- ki çoğunluğu 18 yaş-altı çocuklardır- katliamı örtülmek istenmektedir. Hele AKP’nin bir hain Şırnak milletvekili var. Acılı halkımızın, gençlerimizin Uluderenin kaymakamına yönelik haklı tepkisini, “ 35 insanın acısından daha büyük bir etki yaptığını” söyleyecek kadar düşkünleşmektedir. Bu koroya AKP’nin devşirme hainleri de katılmaktadırlar.
Ancak yakınlarını kaybedenlerin verdiği bilgiler, katliamdan sağ kurtulan kişinin tanıklığı ve yapılan tüm incelemeler sonucunda hazırlanan raporlardan anlaşılmaktadır ki, katliam planlanmış, tasarlanmış ve tam bir soğukkanlıkla gerçekleştirilmiş bir katliamdır. İradeleşen, özgürleşen ve sonuç almaya doğru giden Kürdistan halkını sindirmeye, korkutmaya ve geri adım attırmaya yönelik bir katliamdır. AKP’nin tam “tam sonuç aldık” dedikleri bir ortamda, “ irademe dokunma, Ez lı vırım” şiarıyla yapılan mitinglerde halkımızın yüz binlerle sokağa çıkmasının hemen ertesinde bu katliamın yapılmasının başka izahatı da yoktur.
35 gencimizi, fidanımızı kaybetmişiz. Analarımızın, kız kardeşlerimizin, babalarımızın, kardeşlerimizin çığlıkları arşı alayı şarmış. Evlat acısı, kardeş acısıyla yanıp-tutuşuyorlar. Tüm Kürt ulusunun fertleri böyle bir acıyı derinden yaşıyor. Bir şehidimizin kız kardeşi acıya dayanmıyor ve sömürgeci katilleri protesto etmek için herkesin ortasında kendisine defalarca bıçak saplıyor, kanlar içinde yere yığılıyor.
Türk sömürgecileri, o kadar zalim ve alçaktırlar ki, hem öldürüyorlar, katlediyorlar. Sonra da, gelip “ vah vah, acımız büyük” diyor, rol kesiyorlar. Yıllardan beri bu halkı ahmak yerine koyma alışkanlığıyla bunu bir kez daha tekrarlıyorlar. Ancak artık, halkımız her şeyin farkında ve bilincinde, kime nerde, ne zaman ne söyleyeceğini, nasıl bir tavır alacağını bilecek durumdadır. Ve gereğini de yapıyor. Şimdi düşman tabiî ki, bunu sadece kaymakama yönelik bir tepki olarak ele almıyor. Olayı, sömürgeci AKP’nin Kürdistan’da istenmediği biçiminde ele alıyor. İşin esası da zaten böyledir. Kürt halkı, Kürt ulusu, artık yek vücut olmuş, dört parça ve yurt dışında da olsa, acıları yüreğinde hissediyor ve kabul etmiyor. Etmeyecektir de.
AKP’nin sömürgeci hükümetinin sözcüsü Bülent Arınç, katliam için yaptığı açıklamada, “ kasıt yok, ihmal de var mı yok mu onu da araştıracağız” dedi. Şunu demeye getirdi. “vurmamız, bombardıman etmemiz gerekliydi, onu da yaptık”. Kürt katliam koordinasyonun başı Beşir Atalay denen katil ise, katiller meclisinde, “ alınan görüntüler, bilgiler ilgili birimlerce değerlendirilir ve bir koordine içinde karar verilir. Burada da öyle olmuştur. Ama bir talihsizlik yaşanmıştır” demekle aslında katliamı nasıl bir koordine içinde planlayıp, tasarladıkları ve pratikleştirdikleri de açığa çıkmıştır. Zaten daha önce Kürt katili, soykırımcı Tayyip Erdoğan, “ daha önce sınırdan karakollarımıza yönelik saldırılarda kullanılan silahlar katırların sırtında getiriliyordu. Böyle eleştiriler vardı, bir daha böyle bir duruma düşmemek için, bu talihsiz olay oldu” demişti. Benzer yaklaşımını bir kez daha tekrarlamış ve katliamı yapanlara teşekkür etmiştir. Aslında faşist MHP’nin genel başkanı devlet Bahçeli’nin söylediklerini tekrarlamış oluyorlar. Devlet Bahçeli, “ devlet gereğini yapmıştır” demiştir. Onlar ise, uyduruk gerekçeler ile sürerek, “ talihsizlik oldu, kaza oldu”. Esas baklayı, “ biz resmi olarak özür dilemeyiz ama her aileye üzüntülerimizi bildirebiliriz” demekle ağzından çıkarmıştır. Sadece, ölenlerin yakınlarına tazminat ödeyeceklerini beyan etmişlerdir. Bunun anlamı şudur, “Öldürdük, kan bedelini alın, yerinize oturun, fazla da sesinizi çıkarmayın”. Zaten daha önce de, “yasınızı ilan edin, ama fazla taşkınlık yapmayın, yaparsanız, bedelini ödersiniz” diye de tehdit etmişlerdi. Yani katliam politikalarında ısrar vardır. Bunun başka da izahı yoktur. Zaten hem Fethullah Gülen denilen iblis, münafık halkımız için katliam fetvası vermiş, hem de Tayyip Erdoğan, BDP’nin seçmenini hedef alan açıklamalar yapmış ve bedel ödeyeceklerini söylemişlerdi.
Sömürgeci-soykırımcı Tayyip Erdoğan, kendi grup toplantısında, Kürt halkının, Roboski şehitlerine görkemli sahip çıkmasını ve tabutlarına bayrak ve flamalarını örtmelerine karşı çok alçakça ve saldırganca bir dil kullanmıştır. Soykırımcı sistemin tasarımcı ve sözcülerinden Bülent Arınç, sözde bayrak diyerek Kürt halkının sembolleriyle alay etmiş, hakarette bulunmuştur. Öyle ki hem öldüreceksin, katledeceksin, ancak bu halk cenazelerine de dahi sahip çıkınca da öfkelenecek, hakaretler yağdıracaksın?! Şimdi halkımız da, gençlerimiz de, Türk sömürgeciliğinin tüm sembollerini ayaklarının altına almaz mı? Göreceksiniz Kürdistanlı gençler sizin çok kutsadığınız Türk egemen sisteminin, sömürgeciliğin sembollerini birer birer ayaklarının altına alacak ve çiğneyeceklerdir. Yani anladığınız dilden konuşacaklar.
Faşist-ırkçı Tayyip Erdoğan ve AKP’nin kurmayları, halkımızın tam bir ulusal birlik ruhu içinde şehitlerini sahiplenmesine öfkelidir. Gelişen Kürt ulusal refleksi karşısında gösterdiği bu saldırgan dil, Kürdistan topraklarının yavaş yavaş kirli ayaklarının altından kayarak, özgürleşme süreci karşısında yaşadığı korkuyu ifade etmektedir. Şunu her Kürt düşmanı, soykırımcı sömürgeci bilecek ki, artık Kürtlerden birisinin dünyanın öbür tarafında tırnağı taşa deyse, dünyanın öbür tarafındaki Kürdün yüreği yanar. Kürtler artık birbirlerinin acılarını yüreklerinde hissediyor. Bu acılar ulusal bilince, birliğe, örgütlülüğe dönüşmektedir. Roboski katliamı karşısında halkımızın dört parçada ve yurtdışında gösterdiği ulusal refleks, birlik ruhu, uluslaşmada, toplumsallaşmada halkımızın yakaladığı düzeyi ortaya koymaktadır.
Buna karşılık, yani Kürt ulusunun yitirdiği 35 genci için tuttuğu yas ve yürüttüğü mücadeleye karşılık, Türkiye metropollerinde Türkler, çılgınca bir eğlence içinde yeni yıla girdiler. Barış, mutluluk dilediler. Demek barış ve mutluluk dedikleri, gençlerimizin daha çok katledilmesiydi. Bunu anladık. Çok sınırlı bir devrimci, öğrenci, sendikacı- aydın-demokrat kesim bunun dışında kaldı. Bu, ırkçı-faşist zihniyetin toplumu ne kadar sürüleştirdiğini de ortaya koymaktadır. Zaten sosyal medyada, “neden 35, neden 35 bin değil” diyenlerin sayısı hiçte az değil. Van depreminde de, ölenlerimize bizler ağıt yakarken, televizyonlarda neredeyse bazıları zil takıp oynayacaktı. Türk sömürgecileri biraz da, aldatıp, zehirlediği bu gerçekliğe güvenmektedir. Ancak bunun sür-git böyle kalacağı beklenmemelidir. Bu ırkçılıkla zehirlenen halk birgün, elbette kendisini zehirleyenlerin boğazına yapışmasını bilecektir.
Roboski ve Böceh halkı, sömürgeci AKP hükümetinin tazminat ödeme vb. yaklaşımları karşısında, paralarını yüzlerine çalmalıdır. “ alın paralarınızı, biz kan parası istemiyoruz, bizim kan bedeli verilecek canımız yok, biz halk olarak kendi topraklarımızda özgürce yaşamak istiyoruz” demelidirler.
Halkımız, öncelikle çocuklarını yitirerek mağdur olan Roboski ve Böjeh yurtsever köylüleriyle her türlü maddi-manevi dayanışmasını geliştirmelidir. Bunu sadece taziye ziyaretleriyle sınırlı tutmamak, şehit yakınlarını, ailelerini AKP’ nin sadakalarına, korucu maaşlarına muhtaç etmemek gerekiyor.
Öte yandan, halkımız Kürdistan halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan ve beş-buçuk aya yaklaşan, giderek ağır bir işkenceye dönüşen tecrit ile Qilaban’da gerçekleşen katliam arasındaki ilişkiyi iyi görmek lazım. Kürdistan Halk Önde Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit, gerillaya yönelik imha saldırıları, siyasi soykırım operasyonları ve katliam Kürdistan halkının özgürlük iradesini kırmaya, teslim almaya yönelik bir politikanın parçalarıdır. Onun için, yeni dönemde hem Kürdistan halk Önderi üzerinde uygulanan tecrite karşı hem de Qilaban katliamı şahsında sömürgeci Türk devletinden, AKP hükümetinden Kürdistan’da bugüne kadar gerçekleştirilen tüm katliamların hesabının sorulması için, serhıldanlar aralıksız, hem yaygın, hem yoğun bir şekilde geliştirilmelidir. Tabi böyle bir zorlu direniş örgütsüz olmaz. Düşmanın her türlü operasyon ve rehin alma saldırılarına karşı örgütlü hareket edilmelidir. Tek bir Kürdistanlının rehin alınması büyük bir serhıldan gerekçesi yapılmalıdır. Roboski katliamına karşı ayağa kalkan halkımız, tüm siyasi soykırım operasyonlarıyla Kürtleri esaret altına alma saldırılarına karşı da, aynı ulusal refleksle harekete geçmelidirler.
Hiçbir yazılı Türk basınının Kürdistan’a girmesine, bayilerde satılmasına izin verilmemelidir. Hiçbir Kürt ve Kürdistanlı bu gazeteleri almamalıdır. Kürdistan halkına karşı birer özel savaş mekanizması gibi çalışan televizyonlarını izlememelidir. Onları yalanlarıyla, psikolojik savaşlarıyla baş başa bırakalım. Hiçbir gazete bayisi de, üç-beş kuruş için Kürdistan halkına savaş açan, her gün hakaret, aşağılama dolu yazılar ve uydurma haberlerle dolu bu gazeteleri satma tenezzülünde bulunmamalıdır.
Gelinen aşamada artık hiçbir Kürt genci sömürgeci Türk ordusuna askerliğe gitmemeli, hiçbir Kürdistanlı aile de, çocuklarını askere göndermek için zorlamamalıdır. Zaten bir çok Kürt genci askerde, kaza, eğitim kazası, intihar vb. adı altında katledilmektedir. Neden Türk sömürgecilerinin ordusunda askere gidelim, neden öldürülelim? Bunun bir anlamı, izahı olamaz.
Hiçbir Kürdistanlı aile çocuklarını Fethullah denilen Kürt katliamına fetva çıkaran münafıkın dersanelerine göndermemelidir. Gönderenler de çocuklarını geri çekmelidirler. Kürt gençleri de, bu dersanelerden geri çekilmelidirler.
Halkımızın soylu ve haklı direnişlerine karşı kimse, siyaset ve makul adam veya makul kadın olma adına provakasyon vb. kavramlar kullanmamalı. Burkaylık yapılmamalıdır. Yurtsever saflarda da benzer yaklaşımları zaman zaman gösterenler vardır. Kendisine mikrofon uzatıldığında, “halkımızı sağduyulu olmaya çağırıyorum, provakasyonlara gelmeyelim” vb. söylemleri dile getirmektedirler. Halkımız kimden gelirse gelsin, rütbesi, mevkisi ne olursa olsun, bu yönlü değerlendirme ve çağrı yapanları, sabır telkin edenleri, bir kenara koymasını bilmelidir. Kulaklarını böyle teslimiyetçi, korkak, cesaretsiz değerlendirme ve çağrılar yapanlara tıkamalıdırlar. Bu tür süreçlerde böyleleri adeta devrim yangınını, halkımızın yangına dönüşen öfke ve bilincinin üzerine su sıkan itfaiyeciler gibidirler. Katleden, saldıran sömürgecilerin, Kürt-Kürdistan düşmanlarını üzerine yürüyeceğine, buna öncülük edeceğine, halkımızı engellemeye yönelen yaklaşımlar içine girmektedirler. Farkında değiller ama, Türk sömürgecileri cephelerini netleştirmişlerdir. Kürt halkı da her bakımdan cephesini netleştirmesini ve saflarını düzenleyip ileriye, özgürlüğe doğru ilerlemesini bilmelidir.
Bugüne kadar, Türk sömürgecileri tarafından, “Kürt isyanları Kürdistan’ın Kürtlere vatan olarak kalmaması için acımasızca ezildi… Sömürgecilik ve soykırımın yaşandığı bir vatan gerçekliği olsa da, Kürdistan’ın varlığı inkâr edilemez. Üzerinde tarihine ve toplum gerçekliğine bağlı ve layık şekilde özgür yaşamak isteyenlerin son ferdi durdukça varlığı devam edecektir. Yalnız Kürtlerin değil, Ermenilerin, Süryanilerin, Türkmenlerin, Arapların ve özgür yaşamak isteyen her birey ve kültürün demokratik, özgür ve eşitçe paylaştığı bir ortak vatan olacaktır.”
İşte bunun için de, Kürdistan halkı son yüzyılda halkımıza karşı gerçekleştirilen tüm sömürgeci katliamların hesabını sorma kararlılığı temelinde örgütlü serhıldanlarını süreklileştirmeli ve kendi anavatanında özgür yaşamını inşa etmelidir. 2012 yılına verilecek doğru karşılıkta budur.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
29 Aralık 2011 gecesi Uludere’nin Roborski köyü civarında 35 insanımızı katleden Yeşil Türki Faşist devlet yaptıklarının üstünü örtmek için “içlerinde korucularda var, gazi çocuğu da var” diyerek kendilerince kendilerine pay çıkarmaya çalışıyorlar. Ve bir de utanmadan: “Gülyazı korucudur, kaymakamımıza saldıranlar, terör örgütü lehine sloganlar atanlar oralı değildirler, dışarıda getirilmişlerdir” diyerek halkımıza bir de hakaret etmekten geri durmuyorlar.
Şunu herkes bilecektir: sizin o kirli özel savaş politikalarının modası geçmiştir. Kürtleri yıllardır birbirine karşı kırdırma politikalarınızın modası geçmiştir. Kürt gerillasına karşı yine Kürtleri birbirine karşı kullanarak parçalamak için özenle hazırladığınız korucular politikanız iflas etmiştir. Gerillaya karşı savaşacak olan korucu sayısını ne kadar olduğunu kendiniz daha iyi bilmektesiniz. Bugün faşist zindanlarınızda ne kadar korucuya işkence ederek içeriye attığınızı bakmanız yeterlidir. Her gün, her hafta, her ay ne kadar korucunun gerillalara yardım ettiğini sizin kirli ve canhıraş yandaş basınınız yazıp çiziyor. Bu korucuların ne kadar direk dolaysız gerillaya yardım ettiği tartışmalık olsa da, sizin canhıraş yandaş basınınız her gün yeni korucuları hedef göstererek kodese tıkıyorsunuz. Ama şu bir gerçektir; korucular artık eskisi gibi gerillaya karşı savaşmıyor ve bundan böyle de bazı azılı korucu çevreleri dışında, Kürdistan özgürlük gerillasına karşı savaşmayacaktır. Bunun için istediğiniz kadar uğraşın, istediğiniz kadar para dağıtın, istediğiniz kadar yalanlar yayın, istediğiniz kadar gerillanın korucuları hedeflediğini söyleyin, hiçbiri tutmayacaktır. Geçtiği Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye diye bir deyim vardır. Artık Bor’da satacağınız bir şeyiniz kalmamıştır. En iyisinden gerisinden geriye Niğde’ye doğru yol alın.
Yeniden belirtelim; birkaç tane Mangurtlaşmış, kendisi olmaktan çıkmış, gırtlağına kadar suça bulaşmış azılı korucu dışında özgürlük hareketinin karşısına dikeceğiniz bir korucu kalmamıştır.
Geçmişte bizim yaptığımız kimi hatadan kaynaklı da faşist devletinizin kirli özel savaş politikalarınızla bize karşı çıkarmaya çalıştığınız korucu politikanız artık son nefesini almaktadır. Çünkü bu hataları artık bizler gerilla olarak işlemiyor ve işlemeyeceğiz. Bunu hem halkımız biliyor hem zoraki, hem aç bırakarak, hem de kendisini savunmak için sizlerin o kirli silahını eline alan korucularımız iyi bilmektedirler.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Dersim Kürdistan tarihinde özgün bir yeri olan bir alandır. Denile bilir ki Dersim topraklarına uzun yıllar tek bir düşman askeri ayak basmamıştır. Dersim alevi bir bölge olarak aşiretler tarafından idare ediliyordu. Dini bağlardan dolayı birbirinden elbette kopuk değillerdi. Dersim’e uzun yıllardan sonra ilk kez 1937-38 yılında yabancı askerler ayak basacaklardı.
Kürdistan’ın birçok yeri susturulunca sıra Dersim’e gelecektir. Önceleri Dersimle özel ilişki kurup Kürt direnişlerinde tarafsız kalmasını isteyen Kemalist rejim adım adım Dersim’e dönük saldırı hazırlığı başlatacaktır. Önce “Tunceli Kanunu” nu 25 Aralık 1935’te çıkaracaklardır. Dersim ismi değiştirilecektir. Kendilerince “gümüş kapısını” bir tunç eliyle fethedeceklerdir. Bunun için Dersim’in ismini Tunceli yapacaklardır. Kürdistan’da direniş ardından birçok yere Genel Müfettişlikler kurulur. Dersim birkaç il’le birlikte birinci genel Müffetişlik içerisinde yerini alacaktır. Ancak gelecekte saldırılarını daha sağlam merkezileştirmek için dördüncü Genel Valilik kurulacaktır. Başına ise Abdullah Alpdoğan getirilecektir. Hem Dersim’in valisi hem de askeri kumandanıdır.
Dersime özgül kararname salt Dersim merkezi kapsamamaktadır. Bu kararname Dersim’e komşu alevi yerleşim merkezlerini de içine almaktadır. Dersim’in silahlarını iade etmesi istenir. Silahsızlandırma için kanun çıkarılır. Dersim silahları vermeyince, Dersim kuşatılır ve “Yasak Bölge” ilan edilir. Abluka ve yasak bölge ilan etmekle birlikte Dersim’in etrafına askeri kışlalar kurulur. Karakollar kurulur. Mameki yani Manikan köyü-eskiden Mazgirt’e bağlı bir köy-Tunceli’nin yönetim merkezi olarak kullanılacaktır.
Düşman Dersim’i çaktırmadan kuşatırken Dersim liderlerinden Seyit Rıza Kemalist rejime bu durumun kaldırılması için mektup yazacaktır. Askeri yapıların yapılmaması ve savaş için yapılan tüm ulaşım çalışmalarının da durdurulmasını ister. Ayrıca Kemalist rejimin silahları toplama kararının da geri alınması ister. Lakin devlet “gözümüzdeki çıbanı” çıkarmakta karar kılmıştır. Bunun için Seyit Rıza’nın dediklerine kulak asmayarak çalışmalarını sürdürecektir. Durumun giderek kritikleşmesi üzerine Dersimliler direniş başlatırlar.
Kürdistan’da 1920’lerdeki direnişin en sonuncusu Dersim Direnişidir. Dersim hareketi öncesi mecliste hazırlıklar yapılmıştır. Yöre halkından 200 bin silah istenmektedir. Bu arada Dersim’e tanınan özgün haklar kaldırılmaktadır. Çok bilinçlice yapılan bu tahrik isyana teşvik ederek ezme istemidir. Nitekim sonrada geliştirilen “Sel Hareketleri” önceden planlanmış olarak ortaya çıkmaktadırlar. Devletin topyekûn yönelim hazırlıkların rağmen birlik sağlanmıyor, birçok aşiret devlet yanlısı ve kimi de tarafsızlık adına yerinde durmaktadır. Kıyasıya bir direniş ardından 1937 yılında direniş hafızalarda silinmeyecek bir şekilde-kimi tanığa göre-Munzur günlerce kırmızı kana boyanıyor. Çok vahşice bastırılan direnişte işbirlikçi ve ihanetin gölgesi de eksik olmuyor. Direnişin komutanı olarak bilinen Ali Şer’in kafasını keserek Türk ordusuna götüren Rayberler tarihi tekerrür ettirirler. Sonra da kelle avcısı olarak mağara mağara dolaşarak Kürt direnişçilerin kellesi karşılığı altın alırlar. Kendi halkına bu kadar iğrenç ve yabancılaşmış kurtçuklar kullanıldıktan sonra temizleneceklerdir. Rayber, Cemile Çeto, Binbaşı Kasım misali… Hepsi de bir şekilde tohumluk rollerini oynadıklarından sonra tasfiye edilirler.
Dersim direnişi her yere yayılacaktır. Düşman istediğini elde edemeyecektir. Binlerce askerler yüzlerce topla ve yine uçakla saldırmasına rağmen sonuç almaktan çok uzaktır. Dersim’in o görkemli coğrafyası Kemalist orduya aman vermemektedir. Bunu gören düşmanlar tarihte çokça kullandıkları hile taktiklerine başvuracaklardır. Barış teklifi, görüşme teklifi…
Seyit Rıza’ya Erzincan valisi haber göndererek devletin Dersimlilerin isteklerini kabul edeceğini iletir. 5 Eylül 1937 yılında Seyit Rıza birkaç arkadaşıyla birlikte Erzincan’a gitmek için yola çıkar. Yolda karşılaşacağı bir askeri birliğe valinin kendisini istediğini söyleyecektir. Askerler onu ve arkadaşlarını valinin yanına getireceklerdir. Seyit Rıza ve yoldaşları tutuklanacaklardır. Toplam 58 kişiyle birlikte Seyit Rıza’da yargılanacaktır. Alelacele yargılanacaklardır. Mahkeme 11 kişiye idam kararını verir. Ancak öyle bir oyun yapılır ki-eşine insanlık tarihinde az rastlanır-düzmece bir mahkemeyle gece yarısı etraf ışıklandırarak gündüz süsü verilerek idam edilirler. Dört kişi yaşlı oldukları için idam 30 yıl hapse çevirtilir. Seyit Rıza ise 18 Kasım kimi veriye göre de 15 Kasım 1937 yılında Elezağı Buğday Meydanında infaz edilir. Seyit Rıza gururla idam sehpasına doğru ilerler ve cellâdı itip, ipi boynuna geçirir. Sandalyeye ayağı ile tekme vurup kendi infazını da kendisi gerçekleştirir. Diğer infaz edilen altı Kürt direnişçinin isimleri şöyledir; Resik Hüseyin, Seyd Wuşên, Fındık Ağa, Hasan Ağa, Hasan, Ali Ağa.
Direnişin liderleri katledildikten sonra ağırlıklı olarak direniş bitmiştir. Ancak 1938 yılına kadar farklı yerlerde parça parça direnişler sürdürülecektir. TC’nin amacı bir isyanı bastırmak değildir. Kaldı ki bir isyandan ziyade TC’nin saldırılarına karşı Dersim direnişe geçmiştir. Meşru müdafaadan başka yapılan bir şey yoktur. Dediğimiz gibi parça parça direnişler Seyit Rıza’nın idamı ardından da devam edecektir. TC tümden bir ibreti alemlik bir durum yaratmak için saldırıların hızını kesmeyecektir. Tersine daha sinsice bu sürdürülecektir. Binlerce insan katledilir. Evleri yakılır, yıkılır. Öyle ki bir daha kimse buralarda direniş adına bir yaprak kıpırdatmamalıdır. Hedef budur. Katliamlar o düzeye vardırılır ki bir kişi için binlerce insan operasyonlara çıkartılır. Yakalanan her Kürt kızının üzerinde yüzlerce ağzı salyalı faşist Kemalist ordunun askerleri geçeceklerdir. Dersim kan ağlayacaktır. Binlerce Kürt kızı ‘Rumilerin’-Kürtler Osmanlı ve Türk askerlerine Rumi demektedir-eline geçmemek için kendilerini kayalıklarda ölümün kucağına atacaklardır. Binlercesi en kuytu köşelerde mağaralara saklanarak yaşamanın yolunu aralamaya çalışacaklardır. Ancak binlerce paralı ağzı salyalı kele avcısı mağara mağara gezerek Dersimli insanımızın kelesini TC askerleriyle birlikte keserek düşmana para karşılığında kelle satacaklardır. Çoğu zaman bu vahşeti yapanlar aynı Dersimlilerin kanında gelen Rayber tarzı satılık iç düşmanlardır. On binlerce Dersimli katledilecektir. Bunlar yetmez, onlarca, yüzlerce mağaranın ağzı betonlanır ve içerisine sığınan yüzlerce Dersimli canlı canlı mezara gömülerek ölümlerin en çirkinine mahkum edilir. 200’ün üzerinde köy yakılacaktır, binlerce ev tahrip edilecektir. On binlercesi zoraki sürgün edilecektir. Tuhaf olan ise sözde TC’nin yanında direnişin bastırılmasında yer alanlarında sürgüne tabi tutulmalarıdır. Yapılan uluslararası hukuk tanımlamalarına göre tamamen bir soykırımdır. Sistematik yok etme girişimidir. Eğer Jenosidi yani Soykırımı, toplum kırımı ırksal, dinsel, siyasal ya da etnik bir grubun bilerek ve sistemli biçimde yok edilmesi olarak ele alınacaksa yapılan tek bir kelime ile Jenosittir.
Direniş bastırıldıktan sonra 10 yıl boyunca Dersim “Yasak Bölge“ ilan edilecektir. Kırmızı katliam diye bilinen sistematik katletmenin ardından Kemalist TC bu kez beyaz katliam diye bilinen kültürel soykırımı devreye koyacaktır. Öncelikle Dersim’e boydan boya yatılı okulları yerleştirilecektir. Askeri kışlalar görülecek olan en büyük yapılardır. Yeni doğan bebeler öncelikle Kemal, Kazım, İsmet isimlerini alacaklardır. Hızlandırılmış bir Türkleştirme programı özel devreye konulacaktır. Burada başarılacak bir Türkleştirme dalga dalga tüm Kürdistan’a ihraç edile bilecektir. Tüm sömürgeci devletler ve emperyalist kamp bir prensip olarak direnişin geliştiği sahaları tersine çevire bilebilmek için her şeyi sarf edebilmektedirler.
Dersimde gerillacılık yapan yoldaşlarımızın gözleriyle görüp anlattıklarında hala bugün bile Laç Deresi'nde, Kutu Deresi'nde, Ali Boğazı'nda kurşuna dizilen, Iksor uçurumlarından atılan binlerce insanın kemiklerin varlığını öğreniyoruz.
Nuri Dersimi'nin İntikam adlı şiiri aslında yaşanan vahşetin düzeyini gözler önüne sermektedir. Veteriner Nuri Dersimi kendi gözleriyle gördüklerini şiire dökerken Kürt gençlerine birde hitapta bulunur;
“Ey ırkımın ümidi istikbali olan Kürt gençliği!
Ben sana, senin namus ve şerefini lekelememek için vatanın yalçın kayaları, müthiş uçurumları üzerinden kendilerini halaskar ölümün kucağına atan binlerce gelin ve kızlarımızın feryadını inliyorum.
Ben sana, senin hala bu gün bile, namert düşmanın kapısında esaret altında yaşayan, her gün, her an damla damla ölen, milliyeti, dili ve mukaddesatı tahkir edilen köle Kürtlerin derin feryadını ağlıyorum...
Onların sana, bir tek kelimede tekâsüf eden, amansız amir ve kahhar bir vasiyeti var:
İNTİKAM!
İntikam!
Kürt namusuna sürülen lekeyi temizlemek için.
İntikam!
Süngülenen yüz binlerce Kürt yavrularının feryadını dindirmek için.
İntikam!
Girdaplara atılan, ateşlerde yakılan gelin ve kızlarımızın Kürdistan afakında uğuldayan eninlerini teskin için.
İntikam! “
Nuri Dersimi’nin söylediklerinin hepsine katılmaya biliriz. Ancak yaşanan bu pervasız vahşeti okuduğumuzda, araştırdığımızda Nuri Dersimi gibi aklıselim birisinin bu denli intikam çağrıları yapması yabana atılacak sözler olmadığı da bir o kadar aşikardır.
Sonuç olarak: Dersim’de gerçekleşen bir isyan olmamıştır. Dersim’de yaşanan sadece ve sadece soykırımcı bir rejime karşı meşru müdafaa direnişidir. Hem de Kürdistan’da PKK öncesi en son ve en görkemli direniş.
Ne var ki biz soykırım rejimlerinin neden halklara karşı bu denli saldırdıklarını biliyoruz. Soykırımdan geçirmek bir halkı daha rahat bir şekilde asimile edilmeye hazır hale getiriyor. Kürdistan’da her direnişin bastırılışı ardından gelişen bir teslimiyet ve ihanettir. Bu bakımdan ele alındığında direnişler ne kadar görkemli olursa olsun ortaya çıkan tablo eğer direnişler başarıyla taçlandırılmamış ise büzülmedir. İçe kapanmadır, çoğu zamanda içine sinerek kişilik olarak erozyona uğramadır.
Dersimde, bastırılan son kaleyle Türk devleti Osmanlı politikalarının tümünü terk etmiştir. Her ne kadar bu durum 24’lerden sonra da yer yer gözükse de son direnişle imha ve inkâr sistematik bir politika haline getirilmiştir. Kendi deyimleriyle “Muhayyel Kürdistan” Ağrı Dağı’nın yedi kat derinliklerinde meftundur. Kürt ve Kürdistan yoktur. Tayip Erdoğan’ın açık bir şekilde ifade ettiği gibi ”düşünmüyorsan yoktur” cümlesi, özünde Kürdistan’ın üzeri betonlanmıştır anlamına gelir.
Kürdistan’ın yüzyıllarca yıl süren otonom yarı bağımsız yerel otoriteleri zaptı rapta altına alınarak merkezi otorite pekiştirilmiştir. Çıkardıkları “kanun aşirette, hükmü şahsiyet tanımaz bu hususta herhangi bir hükmü vesika ve ilana müstesnit de olsa tanınmış haklar kaldırılmıştır. Aşiret reisliği beyliği ağalığı ve şeyhliği ve bunların herhangi bir vesika veya görgü ve göreneğe müstenit her türlü teşkilat ve taahasufları kaldırılmıştır” (Kürtlerin Mecburi İskânı İsmail Beşikçi)
Kanunları ilerici ve devrimci gözükseler de öyle değildir. Tersi doğrudur. Faşizandır. Kürt toplumunda varlık nedenlerinden en önemlisi aşiret yapılanmasıdır. Yerini doldurmadan aşireti vb. kurumları dağıtıldığında dumura uğramış, beyni belleği teslim alınmış bir yapı ortaya çıkar. Sosyal gelişmişlik çıkmaz. Ortaya kendinden kaçan ne idüğü belirsiz kime nasıl hizmet edeceği belli olmayan bir ucube yaratılmış olur. Devlet bununla sınırlı kalmaz “ana dili Türkçe olmayanlar toplu olmak üzere kıyı mahalle işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu gibi kimselerin bir köyü bir mahalleyi bir işi veya sanatı kendi soydaşlarına inhisar etmeleri yasaklanmıştır.“ mecburi iskân kararnamelerinde alınan bu alıntılar Kürdün nasıl yok edildiğini ve nasıl Türkleştirilmeye çalışıldığını açıkça gözler önce sermektedir. Bu politikalar ışığında Kürdistan’da kışlalar gölgesinde yatılı okullarla zorla asimile edilerek dejenere etme ortaya çıkan tablodur. Böylece Kürdistan’ın en ücra köşesine, en küçük zerresine Kemalizm diye tabir edilecek olan zehir aşılanmış olacaktır.
Yeni işbirlikçi ekipleşme bu zemin üzerinde şekillenecektir. Kendisini ret ederek katline aşık olurcasına, ona benzeyerek büyüyecektir. Kralcıdan daha kralcı misali her tarafa Kemaller ve İsmetler yayılacaktır. Kışla medreselerinde yetişenler yeni edinilmiş kültürü-hem de çok isteyerek, gönüllüce-ülkenin en ücra köşelerine taşıyacaklardır. En tehlikeli işgal, beyinlerin işgal edilmesidir.
Amin Maolouf Afrikalı Leo romanında dile getirdiği gibi “kim annemle evlenirse benim üvey babam olur” misali, kim işgal ederse onunla olunmaktadır. Hem de “başı dik ve gururluca.” Başka halkların tarihinde bu onursuzluk ve alçaklık sayılırken, Kürdün alışılagelmiş ihaneti marifet bilen tarihinde bu kavramların tersi geçerlidir. Bugün dahi direnişte katledilenlerin evlatları ve torunlarının devletçi tutumları ibretle izlenmekte ve insanı hayrete boğmaktadır. Katiline hayranlık ancak bu kadar olur.
Türk devleti sadece bununla sınırlı kalmamaktadır. Sert ezme ve kendi tipini yaratmanın ardından arta kalan kılıç artıklarını da kullanmasını bilmiştir. Direnişlerde rol almış ailelerin çocuklarını Osmanlı nasıl ki Babıâli’de alıp yetiştirmiş ve zamanı geldiğinde kullanmış ise aynısını TC de yapmıştır.
Bugün karşımıza çıkan Dengirler, Çelikler, Kamer Gençler, Kılıçdaroğulları, Kamran İnanlar, Mehdi Ekerler, bunlara sadece bir kaç örnektir. Osmanlı sıkıştığında nasıl ki aşiretleri, Hamidiye Alayları biçiminde örgütleyerek hem olası bir Kürt kalkışmasını hem de ermeni Süryani ve diğer halkların kalkışmalarını engellemek için kullanmışsa benzer bir yaklaşımı daha derin biçimde 1940’lardan sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti uygulamıştır. Kürdistan’ının tümüne hâkim olduktan sonra aşiret ağaları ve kompradorları adım adım Türk devletinin içerisine çekerek katmerli bir işbirlikçi tabakanın oluşmasına yol açmış ve olası bir Kürt hareketlenmesine karşı kullanmak üzere hazırlamıştır. Nitekim sonra da göreceğimiz gibi Kürt Özgürlük Hareketine karşı aşiretleri korucu ve çete biçiminde kullanmıştır.
Bitti
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
3 Ocak günü 09.00-11.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Çiyareş alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Hasan Bindal (Hamza) yoldaşı ulusal birliğin harcı olarak anlamalıyız. Hamza arkadaşa büyük değer vermek gerekiyor. O'nu ulusal birliğin harcı olarak anlamak gerek. Çok iyi tanıyorum kendisini, bende anıları var, en eski çocukluk arkadaşımdır. Şehit Hamza'yla ilişkimizin, -özenle vurgulayacağım-, beni nereye götürdüğünü biliyor musunuz? Ulusal birlik fikrine götürdü. Ailelerimiz arasında çelişki vardı; onun için, bir araya gelmemizi, arkadaşlık kurmamızı istemiyorlardı. Çocukluğumuzda bile bu tarzda bir engelleme vardı. Ben, ısrarla O'nunla arkadaşlığı sürdürmek istedim. Çok zor da olsa sürdürdüm ve O da takip etti bu arkadaşlığı. Sadık bir yoldaş olduğunu kanıtladı ve iyi bir yoldaşlık örneği sergiledi.
Şüphesiz, kendisi şehit Haki, Halil Çavgun, Mazlum, Kemal, Hayri, Agit ve yüzlerce pırlanta değerindeki şehitlerimizin, bir o kadar parlak ve son halkasıdır. Kendisini 1990'ın 25 Ocak'ında yitirdik; önemli günlerin hazırlık çalışmaları içinde, tüm yapısıyla kendisini göreve adamış bir şekilde ve tamamen görev basında yitirdik kendisini. Bu, parti tarihimizde, şehit Hamza'nın bir kilometre-taşı olarak ele alınması gerektiğini ortaya koyuyor ki öyledir de. Partiye hizmet etmiştir. Her arkadaşa şu veya bu şekilde hizmeti olmuştur. Belki görünmez ama hepinize şu veya bu oranda hizmeti olmuştur.
Acısından ve olayın kendisinden bahsetmeyeceğini. Ama düşünce ve ruhta, beni şüphesiz derinliğine etkilemiştir ve hatta biraz daha yenilenmeye götürebilecektir. O'nu, biz partinin anlamlı şehitlerinden biri olarak görüp, hareketimizin temel taşlarından birisi haline getireceğiz.
Bunu yaşamıyla gerektiriyor, şahadet anıyla gerektiriyor. En ufacık bir acı bile duymuyor şehit olurken; olağanüstü bir durumda çok soğukkanlı. Bu ne demektir. Ölüm O'nun için yok! O'na, somut bir biçimde daha çok layık olmanın büyüklüğünü yaşayabilmeliyiz.
Şunu düşünüyorum; şehidi yüreğimize sığdırıyoruz ama bir önder, eğer gerçekten şehitleri temsil ederse önderdir ve onların yaşamına bütünüyle bağlı kalırsa önderdir. Bunu, bütün çıplaklığıyla görmemiz için bir vesiledir O. Buna dayanabilmek çok zordur, fakat çok kudretli kılar adamı. Dayanabilirsen ve yaşatabilirsen buna varırsın. Şahadete bağlılık, yüzlerce hitabın veremeyeceği bir anlamı veriyor, ciddiyeti veriyor.
Kendinizi tümden onlara uyarlama, onları tamamen özümseme ve bu temelde kişiliği saflaştırma; görevi büyük kılan budur. Bunun size büyük hizmeti oluyor. Anıları size hizmet ediyor. Yaşamınız boyunca bu büyüklüğü herhalde sizler de bu halka kat be kat vereceksiniz. Böyle yapacağız. Yürek büyüklükle yanmalı, düşünce büyük sıçrama yapmalıdır. Acı böyle giderilir, dönüştürülür.
Biz, şehit Hamza'yı bir komutan olarak düşünüyorduk. Fakat O'na daha açmamıştık. Bir Hz. Hamza gibi diyordum, gideceği yerin komutanı olacak, savaş komutanı olacak. Yine bu değerde olan birisidir. Yani, o yoldadır kesinlikle, O'nun şahadetini içimize yedirirken, bin defa Yasasın Kürdistan demek gerekiyor. PKK sonsuzluğa doğru yol alsın denilir. Bundan hiçbir zaman sapılmasın, herkes o sadakati Kürdistan'a, partiye ve önderliğe göstersin denilir. O'nun şahadeti tamı tamına bunu izah ediyor. Ülkeye, partiye ve önderliğe büyük sadakatle bağlılığın şehidi!
İslam tarihinde Sıddık'tan çok söz edilir; öyle biri. Eğer gerçekten layık olunacaksa, her birimiz, her PKK militanı sadakati temsil edecektir. Ülkesine, partisine ve önderliğine, sonsuza dek, bağımsız ve özgür yaşama dek sadakati temsil edecektir. İşte o zaman, Kürt insanı diyecek ki, benim de sadık, bağlı değerlerim vardır.
Değerlerimizin sadakati, davaya bağlılığı, beni, ülkeye sonsuz derecede bağlıyor, devrime sadık kılıyor. Şehitlerimizin anısı temelinde, partiye, ülkeye, devrime bağlılık esastır. Bizi bugünlere getiren budur.
Şüphesiz, Kürdistan halkı bu şehidimizden çok şey öğrenecektir. Sizler başta olmak üzere PKK'liler çok şey öğrenecektir. Şehidimiz burada bu şekilde tarihi rolünü oynayacaktır.
Bir yoldaşın bütün canlılığıyla gözümüzün önünde yaşaması, bizde bir yürek olur, bir düşünce ve bir ruh olur. Bu durum, olumsuz yönden etkilenmemize müsaade etmez. Bizler, Kürdistan'ı böylesi şehitlerimizin şahsında daha da büyütürüz; halkı, çıkarsız sevmeye, düşünmeye, kurtarmaya yürürüz. Günler çok ağır da geçse, sizler bu günleri çok anlamlı kılarak, şehitlerin anısına bağlı kalarak yaşayacak ve oldukça olgunlaşacaksınız. Hamza arkadaşta yakalayabileceğiniz en önemli özellik de olgunluktur, alçakgönüllülüktür. Bunlar, sizin için de değerli ve bu biçimde yaşamınızda oldukça etkili olacak hususlardır. Anılara başka türlü yaklaşmamak da gerekir. Anılarını çok yüceltmek gerekiyor. Bütün şehitlerin yaşamını tekrar tekrar büyüklüğümüzün bir aracı haline getirerek, onları yaşayarak karşılık vermelisiniz.
Bizim şehitlerimiz çok büyük; açıları çok büyük ve derin. Ama biz, onların büyük acısını, büyük PKK'ye, onun büyük militan kişiliğine büründürerek yaşatıyoruz. Başka çaremiz de yok. Ağlamakla, kendimizi acılı duygulara bırakmakla altından çıkamayız. Bu durumda bizim yapacağımız iş, 1990 hamlesine katılacak olan, başta parti militanları olmak üzere tüm Kürdistan halkını, bu anı temelinde daha olgun, daha güçlü bir savaşım içinde tutmak ve anıyı bu temelde gelişecek güçlü savaşımda somutlaştırmaktır. Bu, hepimiz için geçerli olan tarzı da ortaya çıkarır.
Hamza arkadaşı yakından tanıyorsunuz; ama benim en yakın arkadaşım, çocukluk arkadaşımdır. Beş yıl burada, yakınımdaydı. Benim için ulusal birlik misaliydi. Ben şahsınızda neyi yakalıyorum? Halkımızın çok uzağında düşmüş bir alandan, vatanın çok uzak bir köşesinden gelmişsiniz. Biçilen anlam sizlere her şeyi verir. Bunun için tüm gücümüzü ortaya koyuyoruz. Bu anlamda bize vereceğiniz karşılığın, gerçekten Kürdistan'ın muhtaç olduğu büyüklüğe ulaşmak olacağına inanıyorum. Yaşım, tecrübem demeden, yeter ki bu büyüklüğe ulaşın. O zaman bizim çabalarımızın karşılığını vermiş olacaksınız. Bunlar olursa, yaşam daha da anlam kazanacaktır. Şehitlerin yeri daha fazla büyür içimizde. Aksi takdirde, yani bir karşılık veremezsek böyle olamazsak, bu ağır koşullarda düşmanın bu imhasını boşa çıkaramayız; onun enginliği ve jenosidi karşısında ayakta duramayız.
Daha önceki konuşmalarımda sıkça belirttiğim gibi, şehitlerin anısına bundan dolayı da büyük değer biçmek gereklidir. Hazineler değerindeydi, ne kadar yüce değerler varsa ona ulaşma gücündeydi. Siz de ona ulaşabilirsiniz; tertemizsiniz; bütün gençliğinizle ve de en ufak bir kişisel çıkar peşinde olmadan, bir halkın hizmetine ve gerçekten PKK gibi şehitlerin abideleşmiş ifadesine katılacak bir büyüklük sergileyebilirsiniz. Bu anlamlıdır. Ben bu anlamı iyi değerlendiririm ve ona da çok iyi göz kulak olurum. Bu temelde, şehitlerin anısının hepinize, bütün genç katılanlara çarpıcı bir şekilde yansıtılmasına özen gösterdim. Eminim ki, sizler de buna ulaşabileceksiniz. Büyüklüğü, olgunluğu, alçakgönüllülüğü yerinde ve zamanında yaşayabileceksiniz; bu size güç verecektir. Sizler de şehitlere layık olmakla partiye ve halka güç vereceksiniz. Ve bunda çok ısrarlı davranırsanız, onların yerini kat be kat doldurabilirsiniz. Hem de gençliğinizin coşkusu ve enerjisiyle, onların anısını çok çok ileri götürebilirsiniz. Böyle olursa, bu acılar bizi daha da güçlendirir. Sizler böyle olursanız, PKK daha fazla kazanır. Mutlaka böyle yapmalıyız. Ve bunda kararlıyız.
Ben de, şu anda büyük şehidimizin anısına en uygun kişilikle karşılık vermeye çalışıyorum. Ocak çözümlemelerini şehidimizin anısı olarak veriyoruz ve sonuçla, O'nun özlemini, önümüzdeki atılıma yansıtacağız. Bu sizlerin de özlemidir. Bu temelde daha da güçlenerek çıkacağız. Başka türlü zayıflık beklenemez. Kendinizde bu gücü görüyorsunuz. Duygusal, böyle zayıf olma biçiminde değil de, bugünü yaşamınızın bir dönemeci ve bir kilometre taşı haline getirmeye, büyük yüreğe ve büyük Kürdistan yurtseverliğine, PKK'nin büyük militanlığına ulaşmaya, belki de aylarca ve hatta yıllarca sağlayabileceğiniz mesafeyi bugünün ertesinde sağlamaya yönelmeyi esas alacaksınız. Ve her zamankinden daha fazla hem büyümüş, hem de tek vücut olmuş olacağız. Şehitler bizde gerçekten yaşamı sürdürüyorlar. Biz onların yaşamının ayrılmaz bir parçasıyız ve onlara gereken değeri vereceğiz.
Bu temelde büyük bir hassasiyet gerektiğini, Ocak çözümlemelerinde kıyamet koparırcasına hissettirmeye çalıştım.
Ocak 1990
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 – 20 Aralık tarihleri arasında Amed’in Dicle ilçesine bağlı Gorsê alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon gerçekleştirilmiştir. Yoğun tekniğin kullanıldığı operasyonda savaş uçakları ve kobra tipi helikopterler tarafından alan yoğun bir şekilde bombalanırken yer yer çatışmalarda yaşanmıştır.