Bin yalanı ısrarla bir doğru ettirmek için ne kadar da çok yalan söyleniyor. Bu kadar yalan söyleyenleri dünyanın hiçbir yerinde bir araya getiremezsiniz. Getiremezsiniz çünkü bu kadar yalancıyı dünyanın tümünde toplasanız bulamazsınız.
AKP, Fettulah cenahı ve son zamanlarda teslim olmuş, kendilerine yeni liman arayan kimi iradesi zayıf liberaller de bu kesimlerle el birliği yaparak yalanların şampiyonluğuna oynuyorlar.
Mafyayı herkes bilir. Tarihçesine çok girmeden, mafya denildiğinde ilk elden akla uyuşturucu ticaretiyle uğraşan kişiler geliyor. Derinliğine içyapısını bilmesekte, yazılan kimi kitaplarda, yine izlediğimiz filmlerde, belgelere geçmiş kimi soruşturmalarda şunu biliyoruz ki; örneğin İtalyan mafyasının bir işleyiş biçimi vardır. Buna yer altı dünyasında herhalde bir raconu var diyorlar. Evet, mafyacıdır, uyuşturucuyla insanları zehirlemektedirler, bir sürü gizli cinayetler işlemektedirler, birçok yerde gördüğümüz gibi devletlere kafa tutmaktadırlar. Ancak mafyacıların dediğimiz gibi bir raconu vardır. Her şey sadece istedikleri gibi yapılmıyor. Her şeyin bir raconu var, kuralı var, alt üst ilişkileri var, vurma biçimleri var, kaçıracaklarsa insanları, onun da bile bir biçimi var. Örneğin ayaktan vuruyorlar, kimi yerde bu topuktan vurma biçiminde oluyor. Evet, kirli işlerle uğraşıyorlar ancak bu kirli işlerine rağmen bir sistemleri, bir dilleri, bir ahlakları ve de ilkeleri vardır.
Mafya böyledir. Ancak daha sonra 1990’larında Sovyetlerin yıkılışı ardından yeni Rusya’da gelişen bir mafyacılık vardır. Yıllardır piyasalarda olmayan, görmemiş, aç gözlü, görgüsüz, gözü kara ve her şeyden çokta yeni yetme. Hani derler ya dünya görmemiş ya da sonra da görmüş diye. İşte böyle Rusya’da –belki de KGB ya da başka örgütlerde öğrendikleri de vardır-ortaya çıkan mafyacılık ahlaksızca, fütursuzca, hesapsızca, ilkesizce, insani değerlerde kopuk, gözü kara, aç gözlü, adeta susamışçasına paraya yönelmişlerdir. Kendi çıkarları için yapamayacakları kötülük kalmamıştır. Bu durumu daha iyi anlamak isteyenler oralarda olup biten çeteciliğe bir baksınlar. Belgeleri çok fazladır. Böyle bir gözü karalık ya da ahlaksızca, pervasızca kendi çıkarları için insanlık değerlerini hiçe sayarak atağa geçen bu mafyacılık, bu kadar negatif enerjiyi nereden alıyor ya da bu negatif duyguları tetikleyen enerji kaynağı nedir diye sorulacak olursa verilecek tek bir cevap vardır: Yeni yetmelerin açlık güdülerini tatmin etmek için ortaya çıkan yeni fırsatlar diye biliriz. Gözü karaca işin içine girmeleri, ortaya çıkan bu yeni durumdan, bu yeni vurgun imkânından doğar. Yıllardır baskılanmış olanlar, önleri kesilmiş olanlar, kendi egolarını açığa çıkarma imkanları bulamayanlara bir kere kendilerini konuşturtma, kariyer edinme, ekonomik değer vurma olanağına kavuşsunlar ortaya çıkacak olan işte Rusya mafya tipi mafyozolar olacaktır. Şuna inanın: İtalyan, Meksika mafyacıları -ve belki de başka ülkelerdeki mafyacılar da dahildir-Rusların bu aç gözlü, ahlaksız mafya tiplerinden kesinlikle rahatsızdırlar. Ve inanın bu aç gözlü, yeni yetme düşkünleri mafyacı olarak kabul da etmezler de.
Neden bu kadar geniş yeni yetme, gözü dönmüş, hırslı, kariyer peşinde, aç gözlü ve ahlaksızca insan değerlerine saldıran bu Rusya mafyasını anlattık diye soracak olursanız, aynen Rusya’da ortaya çıkan yeni yetme mafya tiplemesi Türkiye’de de vardır da ondan. Türkiye’deki Rus mafya tipi oluşum Erdoğan’ın öncülük ettiği AKP ismindeki örgüttür. Biraz da Fettullahcılıktır.
Dikkat ederseniz bu oluşumun içerisinde yer alanların tümü neredeyse yeni yetmedir. Hepsinin ortak noktası vurguncu olmalarıdır. Hepsinin önüne yeni fırsatlar konulmuştur. Siyasetçiyse siyaset alanında, yazarsa yazı alanında, gazeteciyse gazetecilik alanında, kültürcüyse kültür alanında, şair ise şairlik alanında, bilim adamıysa bilim alanında, ticaretçiyse ticaret alanında, asker ise askerlik alanında, polis ise polis alanında, yargı üyesiyse yargı alanında, sporcuysa spor alanında, öğretim üyesiyse üniversite alanlarında özcesi bu oluşum içerisinde yer alanların en belirgin ortak noktaları önlerinin bu denli ilk kez açılmasıdır. En belirgin olan ortak noktaları yeni yetme, aç gözlü, pervasız, saldırgan, gözü kara olmalarıdır. Hatırlayanlar, YÖK başkanı Yusuf Özcan’ın görevin başına getirildiğinde, Abdullah Gül’e ne söylediğini bilir. Adeta bir ispiyoncu gibi söyledikleri herkesin kulaklarında şimdi de çınlıyor. (Sorun YÖK’ü savunmak değildir. İlk günden beri bu faşizan, anti demokratik kurumun kaldırılması gerektiğini savunduk, bundan böyle de bu yaklaşımımız sürecektir. )
Evet, aynen Rusya tipi yeni yetme mafyozolar gibi bir oluşumdur AKP. Erdoğan ise bu yeni yetmelerin, aç gözlülerin, çıleklerin, saldırganların, pervasızların, gözü karaların en ilerisinde olanıdır.
Bu oluşuma ve onun içerisinde yer alan, ya da yakınında duranları ortak özelliklerine hakikaten yakından bakın, bu oluşumla tanıştıktan önceki konumlarına bakın, mal varlıklarına bakın, ekonomik düzeyleri neydi ona bakın, bir de bu oluşumla ilişkilendikten sonra konumlarına, mal varlıklarına, ekonomik düzeylerine bakın. Bunlar yapılırsa Rusya türü yeni yetme mafyacılarla bu ruhu kara olan insanların özelliklerinin ne kadar birbirine yakın olduğunu göreceksiniz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 11 Kasım günü işgalci TC ordusu tarafından Şırnak iline bağlı Cudi dağı sınırları içinde bulunan Bilika köyü, Alo Dino, Afroka ve Maxala Ga mıntıkalarını kapsayan bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon gücünü denetim altına alan gerillalarımız aynı gün saat 15.30 sularında bir askeri birliğe yönelik eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11 Kasım günü (bugün) 07.30-08.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Zağros’un Avaşin ve Avabasya üçgeni, Kartal tepesi yamaçları ve Mam Reşo alanına yönelik işgalci TC ordusunun savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Sömürgeci Türk devleti napalm ve kimyasal bombalar kullanarak Kürdistan halkının kutsal özgürlük davası ve şerefi için yaşamlarını fedaice ortaya koyan 36 HPG gerillasını, Kürdistan’ın en yiğit, en kahraman oğullarını-kızlarını vahşi bir yöntemle şehit etmiştir. Tüm Kürdistan halkının, ailelerinin ve yakınlarının başı sağolsun.
Türk devleti bir kez daha savaş suçu işlemiştir. Kürdistan özgürlük hareketi Cenevre savaş sözleşmesine her koşul altında uyacağını ifade etmiştir. Bugüne kadar her zaman da bağlı kalmıştır. Fakat Türk sömürgeciliği bir kez daha suçüstü yakalanmıştır. Kullanılması suç sayılan napalm ve kimyasal silahlarla Kürt özgürlük savaşçılarını katletmiştir. Kimyasal silahların kullanılması sömürgeci Türk devletinin ve AKP’nin gücünden değil, gerilla karşısında yaşadığı yenilgi, Kürdistan halkına karşı beslediği büyük kin ve soykırımcı zihniyetinden kaynağını almaktadır.
Tüm dinlerde, kültürlerde ölüye saygı en temel ahlaki ilkedir. Savaşlarda da bu ilke geçerlidir. Ancak Türk sömürgeciliği hiçbir din, kültür ve ahlakta olmayan, mertlikte yeri olmayan, tüm insani özelliklerini yitirmiş, aşağılık korkak ruhlarını tatmin etmek ve bununla korkularını aşmak için Kürt oğullarının ve kızlarının cesetlerini parçalamaktadırlar. Bu kahraman özgürlük gerillası karşısında Türk sömürgecilerinin yenilgisinin itirafıdır. Sağken darbe üstüne darbe aldığı Kürt özgürlük gerillasının cesetlerine hayvani güdülerle saldırmasının başkaca izahı da yoktur. Bu vahşiliğin, korkaklığın, alçaklığın sorumlusu sahte dindar, Kürt halkının düşmanı Fethullah Gülen, sömürgeci Türk devletinin korkak başı Abdullah Gül ve başbakanı Tayyip Erdoğan’dır.
Bu katliam ve insanlık suçu bu zihniyetin bir sonucudur. Failleri de, ABD’nin kucağında oturarak Ortadoğu halklarını ABD siyasetine kazanmak isteyen Fethullah Gülen’in katliam fetvası, Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan-Bülent Arınç üçlüsünün emirleri doğrultusunda Türk Genelkurmay başkanıdır. Dolayısıyla failleri belli, kimlikleri ve kirli secereleri somuttur. Bu işin gizlisi-saklısı yoktur.
Sömürgeci TC. Devleti kuruluşunun 88. Yıldönümünü, kuruluş felsefesine uygun olarak Kürt halkının inkarı-imhası temelinde kutlamaktadır. Kürt halkının ve Kürdistan’da yaşayan diğer halkları Türk ulus devleti içinde eritmek temelinde, yani Kürdistan halkının idam fermanı temelinde, bir soykırımcı, katliamcı suç devleti olarak kurulmuştur. 88. Yıldan bu yana, halkımız yok sayılmakta, fiziki ve ulusal-kültürel soykırım temelinde bitirilmeye çalışılmaktadır. İstiklal mahkemeleri, Dar Ağaçları, katliamlar, Şark İslahat Planı, Tunceli Kanunu, Mecburi İskan, Sıkıyönetim, Olağanüstühal yasası, Zindanlar, dört bin köyün yakılıp-yıkılması, milyonlarca Kürdün Kürdistan’dan göçertilmesi… Bu kuruluş felsefesini TC’nin kurucularından devralan AKP-Fethullah faşizmi tarafından sürdürülmek istenmektedir. Siyasi soykırım operasyonları ve Kürdistan özgürlük gerillasına yönelik imha saldırıları kaynağını bu tarihsel temelden almaktadırlar. Bu Özgür, onurlu, kendi ülkesinden, dilinden, kültüründen yana olan her Kürdü yok etmek isteyen bir zihniyettir. Önce fiziki soykırım, ondan sonra da geri kalanlarını da, asimilasyon-Türkleştirme temelinde ulusal-kültürel soykırımla bitirmeyi hedefleyen bir politikadır.
Sosyal Medyada, TV’lerde, Kürdistan halkının Van-Erciş’te karşı karşıya bulunduğu büyük deprem felaketi karşısında sevinç naraları atanlar ile Kürdistan özgürlük hareketini, Deprem ile birlikte gömmek isteyen yazar-çizerler ile Kürtlere karşı linç saldırıları yürüten faşist sürüler bu cesareti tümüyle Fethullah Gülen’in Kürt halkı hakkındaki ölüm fetvasından-AKP’nin faşizminden almaktadırlar. Sözümona ırkçı açıklamaları kınamaları Kürt halkını aldatmaktan başka bir şey değildir.
Dolayısıyla Türk devleti, Kürdü tarihten silmek için soykırım planlaması temelinde kurulmuş bir suç devletidir. Bu suçunu Kürdistan halkının inkar ve imhası anlamına gelen tek devlet, tek millet, tek vatan, tek dil, tek kültür temelinde bugüne kadar da sürdürmüştür. Bu soykırım siyaseti, CHP ile başlamış, DP, AP, ANAP, RP ve AKP ile devam etmiştir. Tüm sömürgeci Partiler Kürdün inkar-imhası ve tarihten silinmesi için bu uğursuz görevi birbirine devretmişlerdir.
Soykırım iki biçimde uygulanmaktadır. Birincisi fiziki soykırım, ikincisi ise, kültürel-ulusal soykırımdır. Sömürgeci Türk devleti kuruluşunun ilanını, 101 top atarak ve kadeh tokuşturarak kutlamıştır. Yani Kürdün tarihten fiziki ve kültürel-ulusal olarak silinmesi kutlanmıştır. Bugün de 88. Kuruluş yıl dönümü Fethullah Gülen denen münafık, sahte İslamcı ve ABD uşağı ile Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül-Bülent Arınç faşist yöneticilerinin duaları ile 36 özgürlük savaşçısının kimyasal silahlarla katledilmesi ve siyasi soykırım operasyonları temelinde kutlanmaktadır. Bu siyasi soykırım da, artık Kürtlere yönelik olmayı da aşarak, Kürde “merhaba” diyen herkesi içine alarak gelişmektedir. Profesör Büşra Ersanlı, yazar-yayıncı Ragıp Zarakoğlu’nun da rehine alınması-tutuklanma dememek gerekir- artık AKP’nin sömürgeci faşist zihniyetinin neleri hedeflediğini ortaya koymuştur.
Şimdi ortada bir de tüm bunların yanı sıra, anayasa yapma gibi bir komplo tezgâhlanmaktadır. Sahtekârca herkesi bu oyuna alet etmek için, son derece iyi sarıp-sarmalanmış, makyajlanmış bir komisyon da oluşturulmuştur. Ama AKP-CHP-MHP önceden 12 Eylül anayasasının ilk üç maddesine karışılmaması gerektiği üzerinde anlaşmışlar ve her üç parti de, birer birer bu Kürdün katliam fermanı anlamına gelen ilk üç maddeyi kırmızıçizgileri olarak ilan etmişlerdir. Tüm mesele BDP’yi de bu oyuna ortak etmektir. Bununla Kürtleri de komploya getirmektir. Ama Kürtlere ve onların özgürlükçü kesimine ve dostlarına karşı öylesine kindar ve öfkelidirler ki- ilginçtir, Kürtlerin ve dostlarının Türk devletine o kadar düşmanlıkları yoktur- hızlarını alamayıp, Büşra Ersanlı Hocayı rehin alabilmektedirler. Hem de BDP’nin anayasa komisyonu üyesini… Bu yapılacak anayasanın nemenem bir anayasa olacağını da göstermektedir.
Kürt halkının Önderine sudan-ucuz bahanelerle kaskatı bir tecrit uygulanmaktadır. Kendi kanunlarını çiğneyerek bunu yaptıkları çok açıktır.
Eğer bir devlet bir halkın katliamı-yok sayılması temelinde kurulmuş, anayasası taamüden, yani planlayarak-tasarlayarak katliam-soykırım işleme suçunun esaslarına dayanıyorsa, tüm kanunlar, kurumlar, kuruluşlar bu suçları işlemek temelinde oluşturulmuşsa ve bundan vazgeçileceğine ilişkin ortada hiçbir emare yoksa, Kürt ulusu başta olmak üzere diğer tüm inanç-kültürler neden böyle bir anayasa komplosuna gelsinler ve neden sömürgeci Türk devletinin kanunlarına uysunlar? Kürdistan’daki varlığını, yasallığını katliam, soykırım, baskı, işkence, idam, zindan, asimlasyon vb. temelinde oluşturmuş bir devleti neden tanısınlar, onun kanunlarına neden uysunlar? Sömürgeciliğin anayasası da, kanunları da, kuruluşları da, sömürgeciliği sürdürmek temelinde kurgulanacağı açık değil mi? İşte en son Türk devletinin en yüksek hukuk kurumu yargıtayın bir Kürt kızçocuğu olan NÇ. Hakkında verdiği karar, bu sömürgeci hukuk zihniyetinin ifadesi değil mi? Kürde, Kürt kadınına nelerin reva görüldüğü, Kürt kadının şahsında nelerin reva görüldüğü yeterince açık değil mi?
Bunu anlamak için daha nelerin olması gerekir?
Şimdi bunları neden yazdık. Çünkü hala AKP’den, onun yapacağı anayasadan beklentisi olanlar vardır. AKP’nin Kürt düşmanı olduğunun anlaşılması, soykırım yönteminden vazgeçmediğinin ve Kürt sorununu Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı haklarını tanımak temelinde çözmek gibi bir amacının olmadığını anlamak için AKP’nin daha ne yapması gerekir? Ergenekon davasını demokratikleşme değil, bir sistem içi çatışma, AKP’nin, sahte, siyasi İslamcıların kendi hegemonyasını kurmak olduğu, kendi dışında hiç kimseye ne ekonomik, ne siyasi, ne ideolojik ve ne de örgütsel olarak kendini var etme imkanını tanımayacağı, korkutup sindireceği, yanına çekebildiklerini çekeceği, çekemediklerini de imha edeceği, bunun da faşizm olduğunun anlaşılması için AKP’nin daha ne yapması gerekir?
Ey barış… Barış… diyenler, silahlar karşılıklı sussun diyenler! AKP’nin Önder Apo’nun Kürdistan Özgürlük Hareketinin çok somut barış ve çözüm protokollerini nasıl elinin tersiyle bir tarafa attığını görmüyor musunuz? Ya da görmek mi istemiyorsunuz? Kürdistan özgürlük hareketinin legal sahasına, KCK operasyonları adı altında operasyonlarla, Özgürlük gerillasına kimyasal silahlarla saldıran bir düşmanın, tarafın gerçekten çözüm gibi bir düşüncesi, niyeti olabilir mi?
Niyetinin olmadığı çok açık. O halde ne zaman tarihsel bir bilinç, birlik ve öfkeyle AKP faşizmine, Türk sömürgeciliğine karşı, burası Kürdistan’dır, burada sen soykırımınla, katliamlarınla, askeri gücünle varlığını sürdürdün, artık yeter! Biz halk olarak artık senin bu ülkedeki sömürgeci varlığını tanımıyoruz! Halk olarak halk olmaktan kaynaklanan haklarımızı özgürce yaşamak istiyoruz! Biz demokratik özgür, özerk Kürdistan’da demokratik bir ulus olarak diğer inanç ve kültürlerle yaşamak istiyoruz! Demenin zamanı değil mi?
Böyle demek için sömürgeci Türk devletinin kaç bin köyü yakıp-yıkarak boşaltması gerekir? Kaç milyon insanı daha Kürdistan’dan sürgün ederek, Türkleştirmenin hammaddesi yapması gerekir? Kaç bin kişiyi katletmesi gerekir? Daha ne kadar kişiyi siyasi soykırım operasyonlarıyla rehin alması gerekir? Kürt çocuklarını daha ne kadar asimle etmesi gerekir? Daha ne kadar napalm bombası kullanarak Kürt gençlerinin cesetlerini paramparça etmesi gerekir?
Ve Kürdistan halkını yeniden tarih sahnesine çıkaran, ideolojisiyle, politikasıyla, örgütsel çabasıyla iradeleştiren Önder Apo’nun esaret altında, her anı ağır bir işkenceye dönüşen tecrite daha ne kadar dayanmak gerekir?
Artık bütün bunlara Edi Bese demenin zamanıdır! Napalm ve kimyasal bombalarla parçalanarak tanınmaz hale getirilen Kürdistan halkının en seçkin, en soylu oğulları ve kızlarıdır. Malatya’da bizleri, sizleri, vicdan sahibi, kendini Kürt-Kürdistanlı hisseden herkesi bekleyen kahraman şehitlerimizi, dünümüz, bugünümüz, varlığımız ve geleceğimizi serhıldan ruhu-bilinciyle sahiplenerek, kendi sonsuz baharımızı yaratmanın zamanı değil mi?
Yaklaşan kara kışta baharı yaratmak amacıyla harekete geçmek için sömürgeci Türk devleti ve onun temsilcisi AKP faşizminin daha ne yapması gerekir? Tarihte olmayan ve günümüzde halkımıza yapılmayan ne kaldı?
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
İlke ve ahlak çerçevesinde toplumsallığı oluşturan insanlar olarak kendi toplumsallığımızı kutsallaştırmamız, onun için yaşayıp var olmaya çalışmamız bizi biz yapana duyduğumuz şükrandan kaynaklanır.
Ahlaki ve politik toplum olarak yeniden güncellemeye çalıştığımız toplumun var oluş özüne duyulan bu saygı şüphesiz bir yanıyla da insan aklının yüceleştirilmesidir. Çünkü toplumsallığın oluşumu direkt akıl ile bağlantılıdır. Akıl ve aklın yaratımları ile var olup bugüne dek gelebildiğimizi biliyoruz.
Fakat kutsalımız olan toplumsallığı oluşturan akıl bazen zehir de saçar. Nedeni ise insan toplumsallığın ürünü olan aklın, özünden yani toplumsallıktan kopmasıdır. Akıl, toplumdan kopup da salt kendi için, ‘bir’ için yaşamaya adadığında kendini, yolundan sapar. Akıl, kendini var eden, insani özellikler kazandıran toplumsallığı ret ettikçe, ona karşı mücadeleye soyunur. Kendini var etmek için toplumsallığı yok etmeye çalışır.
Günümüz toplumuna yön veren düşüncenin temeli de burada yatar. Bireycilikte yani.
Bunu bilinçsiz bir şekilde, tutku, arzu, şehvet gibi bilinçaltına işlemiş güdü yansıması duygular yoluyla yaşayanların bireycilikleri kendilerin geriletir, toplumsallığın bireye kazandırdığı erdemlerden uzaklaştırır. Bu konuda, yaşanılan sistemin bilinçli yönlendirmeleri, yetiştirme tarzı, eğitim ilkeleri teşvik edici olduğundan büyük çoğunluğun bu yöne kayması da beklenir bir durum olarak kendiliğinden ve itirazsız bir şekilde oluşur.
Ama bir de bu bireyciliği körükleyen düşüncenin sözcüleri, militanları vardır. Kendilerini bütünün, insanlığın büyük çoğunluğunun yanında gösteren fakat insanlığın var oluş nedeni toplumsallığı küçülten, yok sayan, buna düşmanlık sergileyenlerden oluşan koca bir ordu. Toplumu küçük gören, toplumu oluşturan geniş kesimleri cahiller, ehlileştirilmesi gereken vahşiler, yolunu kaybetmiş sebiller olarak adlandıran bilinçli çarpıtıcılar, dilleri tatlı cehennem zebanileri var. Bilinci, bilgiyi, kısacası aklı zehir saçmakta kullanan toplumsallık karşıtı, egoistler takımı.
Buna karşın sistemin teşvikleri sayesinde sisteme zorunlu entegre edilmenin birçok insan açısından kabul edilmeme durumu da sıkça karşılaşılan bir durumdur. Alıklaştıran, kendi zehirli dünyasına hapseden, bilinci karartan, ortaklaşmayı ve paylaşmayı unutturan sistemin uygulamalarına itiraz eder. İçinde, insan olmasını sağlayan duygu ve düşüncelerin farkında olan tüm insanlar bu itiraza dayanarak mücadele yürütür.
Mücadele tarzlarında tabii ki farklılıklar vardır. Kimi tek başına yürütmekte ısrar eder mücadelesini. Bu itirazın salt kendisine ait olduğuna inandığından ve sistemin, itirazlar buluşmasın diye yaptığı perdelemeler sonuç aldığından, düşüncesinden ‘başkalarının’ olabileceği geçmez. Ve de esas aldığı mücadele yöntemleri dışında farklı yöntemler olacağı. Dış dünyaya güvensiz bu mücadelecilerin zamanla kendilerine karşı da güvensiz düşeceği ve hem de ikna olarak insan olmaktan uzaklaştıran sisteme teslim olacağı kesindir.
Belli bir grup içinde mücadele ise en yaygın olarak ortaya çıkan mücadele tarzı oluyor tabii. Birlikten güç doğar diyerek girilen, güvenin ve ilkelerin merkezinde yer aldığı mücadele alanlarında yürütülen itirazlar daha sonuç alıcı oluyor çünkü.
Yöntemler hep farklıdır ama. Bir itiraz grubunun mücadele yöntemi ile diğeri uyuşmaz pek. Zaten uyuşmaması için sistemin ayak oyunları çokken bir de suni çelişkilere dayalı, karşıdakini teşhir etmeye çalışan ithamlarla sistem karşıtı mücadele zayıflatılır çoğu zaman. Ne için? Kendi mücadele yöntemine çekmek, farklılığı yok ederek aynılaştırmak, benzeştirmek için. Dolaylı yoldan mücadelesiz kılmak için kısacası. Aklın zehirli yanını kullanarak ve karşıdakini ‘akılsızlıkla’ suçlayarak eleştirilerini hakarete, düzeysizliğe taşırır.
Günümüzün en güçlü sistem karşıtı hareketlerinden birisi olan PKK’ye yönelik ithamların böylesi bir zemini var. Beş bin yıllık devletçi zor sistemi boyunca yürütülen tüm sistem karşıtı direnişlerin mirasını bağrında toparlayan PKK, bu özelliği nedeniyle oldukça büyük bir cephede mücadele yürütmek zorunda kalıyor. Haliyle mücadele yürüttüğü, rahatına dokunduğu birçok kesim tarafından da ucuz ithamlara maruz kalıyor. Zaten erkek egemenlikli devletçi sistemle ideolojiden siyasete, sosyal alandan askeri alana geniş bir yelpazede mücadele eden PKK, bir de bunlarla uğraşmak zorunda bırakılıyor.
PKK’yi PKK yapan özelliklerin başında gelen mücadeleciliğini dayandırdığı temeller, mücadele yöntemleri kabul edilmeyebilir. Fakat tercih ettiği ve mecbur bırakıldığı yöntemlerin uygulamasında karşısında mücadele ettiği güçlerin etkisini görmek gerekir. Daha kuruluşundan itibaren yerel gericilikle, sosyal şoven örgütlerle, sol-sosyalist kesimlerle ve faşist devlet güçleriyle mücadeleye tutuşan PKK’nin mücadele yöntemini hep savaştığı kesimler belirlemiştir. Buradan PKK’nin iradesiz bir güç olduğu sonucu çıkarılmasın. Sorun mecbur bırakılmasındadır. Tercih ettiği mücadele yöntemlerinin şiddeti ve dozajı karşıdan gelen şiddetle bağlantılı olarak şekillenmiştir hep.
Buna rağmen yani tercihi olmamasına rağmen eğer PKK bir mücadele yöntemini kabul ediyor ve uygulamaya koyuyorsa bu, yöntemin başarısına duyulan kesin inançtan kaynaklanır. Nitekim ilk gününden itibaren yürüttüğü mücadelenin başarısı bu inancın ne kadar yerinde olduğunu da gösteriyor. Diğer yandan PKK’nin uyguladığı yöntemler insanlık ve halklar lehine kesin ve kalıcı sonuçlar yaratabildiğinden bu denli ağır saldırılara göğüs geriyoruz. Var olan ve uyguladığımız yöntemler sonuç alıcı olmasaydı zaten şu anda PKK olarak adlandırılan oluşum da olmazdı. Tıpkı devletçi sistem karşısında beş bin yıl boyunca mücadele yürütmüş, kısmi başarıları olsa da kalıcı dönüşümler yaratamayan sistem karşıtı hareketler gibi silinip giderdi.
Bunun yanında bizler, yani PKK’liler, sistemle mücadeleyi bir yaşam tarzı ve amacı olarak benimsemiş, buna uygun yaşamaya çalışan insanlar topluluğuyuz. Biz PKK’liler, var olan sistem içinde yer alıp, sistemin aklı ve mücadele yöntemleriyle sistemi değiştirebileceğine inananlardan bu nedenle oldukça farklıyız.
Bu farkın kimliği olan PKK’nin yeni bir mücadele yılına daha giriyoruz. Resmi ilanından bu yana 33, grup dönemi ile birlikte 39 yıldır yaşayan, yaşadığı her an’ı değişimin hizmetine koyan ve yeni toplumsallığı kuran PKK’nin yeni bir mücadele yılına adım atıyoruz. Kürtlere ve bölge halklarına, insanlığa yeni ve farklı bir yaşam olabileceğini 33 yıllık mücadelesinin her an’ında ispatlamış olan PKK, otuz dördüncü mücadele yılına her zamankinden daha güçlü ve iradeli bir şekilde giriyor.
Çünkü Önder Apo’nun felsefi, ideolojik çizgisi şimdi her zamankinden daha güçlü. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi her zamankinden daha geniş bir kesimi kucaklamakta. Ve düşmana kinimiz, yalanlarına tahammülsüzlüğümüz her zamankinden daha büyük.
Önderliğimizin son savunmasında kendisi için yaptığı tespitlere uygun bir yaşam ve mücadele perspektifiyle yaşayıp savaşacağımız kesindir. Yeni mücadele yılında ve tüm PKK’li mücadele yıllarında amentümüz bu olacaktır…
“O halde olası bir çıkışta her nerede olursam olayım, hangi anda yaşarsam yaşayayım, mensubu olmaya çalıştığım toplumsallık için, bunun en trajik bir gerçeğini yaşayan Kürtler için, onların çözüm ve kurtuluş yolu olan demokratik uluslaşmaları için, parçası oldukları komşu halklar başta olmak üzere tüm Ortadoğu halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Demokratik Uluslar Birliği için, onların da bir parçası oldukları dünya halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Demokratik Uluslar Birliği için sonuna kadar gerekli olan her söylem ve eylem tarzıyla sürekli mücadele içinde olacağım doğaldır. Bunun gerekli kıldığı etik, estetik, felsefi ve bilimsel güçle büyük pay kazanan hakikat kişiliğimle yürüyeceğim, yaşamı kazanacağım ve herkesle paylaşacağım.”
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 9 Kasım günü 18.00-19.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Xakurke’nin Şehit Beritan alanı, Telefon Boğazı ve Karker Silsilesine yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs-havan saldırısı düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Kasım günü 22.00-23.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Zap’ın Çiyaye Reş alanı, Kovî Tepesi sırtları, Ferhat tepesi ile Sernê ve Nêrveh köylerine yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs-havan saldırısı düzenlenmiştir. Saldırılarda işgalci TC ordusu misket bombaları da kullanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 4 Kasım günü 20.00 ile 5 Kasım günü 02.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Haftanin’in Keşan Köyü çevresi ile Haftanin köyüne yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs-havan saldırısı düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Kasım günü saat 18.15 sularında Siirt’in Eruh ilçesine bağlı Bokan köyü yakınlarında gerillalarımız ile işgalci TC ordusuna ait bir birlik arasında bir çatışma yaşanmıştır. Aynı gün saat 20.30 sularında gerillalarımız ile düşman askerleri arasında ikinci bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan iki çatışma sonucunda düşmanın 1 askeri gerillalarımız tarafından öldürülürken, 1 asker ve 1 korucu yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Kasım günü saat 08.00 sularında Dersim merkeze bağlı Çalkıran köyü çevresinde bulunan Zerguit alanında operasyona çıkan işgalci TC ordusuna ait bir birliğe yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirielen eylem sonucunda düşmanın ölü ve yaralılarının sayısı tarafımızdan netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar