Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Kasım günü Medya Savunma Alanları’na bağlı Xakurke’nin Geliye Reş alanında bulunan Bermiza köyüne yönelik işgalci TC ordusu savaş uçaklarıyla düzenlenen saldırıda köylülere ait hayvanlar telef olurken, bağ ve bahçeler zarar görmüştür.
- Ayrıntılar
Bu süreçte köşe yazarları birbirilerine yazıyor. Siyasetçi birbirleriyle konuşuyor.
Halkta yalnızlaşıyor. Bir tek özel gün olan seçim sandıklarının ki Türkiye’de artık tabutu andırıyor. Oy vermek için sandığın başına giderken besmele çekiliyor, dualar okunuyor. Dilek ağacı olur kimileri için. Kısacası halk sandıkla konuşuyor.
Yoksul bir ailenin ziyaretine gitmek böyle özel günlerde yüksek oy ediyor. Oy ise daha sonra para getiriyor. Parti yöneticilerinin, dost ve akrabalarına pastadan pay ayırdığını kim bilmez. Her partinin basın ordusu olunca yanında götürmesi çok zor olmuyor. Derinden nefes alan siyasetçi içeri dalıyor. Arkasında gelenlerde belli etmeden siyasetçinin yaptığı gibi bir nefes alıyor. Arkada kalanlar, siyasetçinin ve görüntü çeken kameramanın karesinde değilse çaktırmadan daha içeriye girmeden, dışarıya kaçışı yok mudur? Hemen kısa bir ziyaret olması yüce Allahtan dileyen dileyene. Neden derinden nefes alıyorlar? Tabii, fakirlik kötü kokar burjuvazi alemi için. Sonra geçmişini çok önemli bir sır gibi açıklarken siyasetçi; ‘ben de fakir bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm, açlık nedir, bilirim’ sözleri yürek burkuyor. Gözleri dolması ise tam bir manşet haber.
Kim diyor ‘...ananı al da git’, ‘ya sev, ya terk et’,’...kadın da olsa çocuk da olsa ...gereken neyse...’
Affedersiniz ‘düşünce özgürlüğü’ olmayan bir ülkede kimse kimsenin işine karışmasın. Düşününce özgürleşiyorsun. Özgürleşince düşünebiliyorsun. Bu ne anlama gelir TMK. Yani Terörist olursun. Amman Yarabbi bizi TMK’dan koru. Düşünmeyelim, özgürleşmeyelim. Zaten ‘düşünmesen sorun yok’ bu ülkede. Düşünme, düşünme. Düşünmeyince insan olursun. Düşününce terörist olursun. Kim demiş ‘insan düşünen bir canlı’ diye? Hangi bilge ‘düşünüyorsam öyleyse varım’ demişse doğru söylememiş.
Halk politikadan uzaklaşsın. Bunu beğenmeyen yakınlaşsın ama siyasetçiye dokunmasın. Savaş için (devletin refahı ve huzuru için) insanlar aç kalsın, acı çeksin ve ölsün, diye, mecliste ve bir dizi iç-dış toplantılarda kararlar alınsın. Ülke parça parça özelleştirilerek satılsın. Sonra da çek bir nutuk ‘vatan bölünmez’ diye. Doğru bölünmüyor, sadece satılıyor. Ta ki yeni bir sandık zamanı gelene dek buna da şükür mü denilmeli? Tekrar sandığa gel sadece besmeleni çek, duanı oku ve dile. Ama düşünmeyelim.
Yazarlar birbirlerine yazıyor ve konuşuyorsa, siyasetçi nutuk atıyor ve derinden bir ajite çekiyorsa diğer bir siyasetçiye, anla ki; Halk için bütün bunlar.
Artık, hakaret ve küfür de varsa birbirlerine değil, o da halk içindir. Çünkü siyaset- medya- mafya-asker-devlet acısı hatıralarda silinmiş değil. Türkiye ve Kürdistan’da savaş sürdükçe eski yaralar kabuk bir türlü tutmadı. Seçim ve Tezkere yerine bu sefer Barış oylaması yapılacak günler için kime sorumluluk düşüyor? Siyasetçi ve medyaya mı sadece? Ve o günü kim belirleyecek?
Amman sakın ha siyasetçi ve medya şirketlerine dokunma! Onlar yaparsa yapar, yapsa yapmaz. Siyasetçi medyaya, medya ise siyasetçiye dokunabilir. Dokunulmazlığı olanlar sakın dokunma yanarsın mesajı Türkiye’de vermeye gerek duyulmuyor artık. Bazı yazar ve siyasetçiler korkmadıklarını söylüyorlar. Bu önemli. Basın özgürlüğü olmalı, ahlaki ve vicdani sorumluluk sahibi insan olan herkes için düşünce özgürlüğü olmalı. Özgür düşünen kahraman insanları, devletçi iktidarların zülümkar baskıları yıldıramadığı gibi özgür düşünebilecek bir dünyayı bizlere miras bıraktıkları, bugünümüzü var kılan tarihsel gerçekliğimizde yaşamakta ve yaşatmaktadırlar. Korkmadan düşünenleri düşünelim. Korkmadan yazmak ve yazılanları korkmadan yaşamına yer vermek. Yazmak ve hakikati söylemek, aşk işidir. Bilinir, Hz. Muhammed’e oku denildiğinde. Hz. Muhammed okuma yazma bilmediğini söyler. Allahın adıyla oku deyince. Hz. Muhammed başlar okumaya. Hz. Muhammed neden ve neyi okudu? İslamiyet’i. İslamiyet nedir? BARIŞ. Hz. Muhammed nerede duydu bu sesi?
Dağda.
Dağların Sesini dinleyelim.
Tüm türküleri ve efsaneleri güzelleştiren dağları.
Yazılacak ve okunacak bir BARIŞI HALKLARLA YAŞAMAK İÇİN.
DÜŞÜNELİM.
Zagros Sipan
- Ayrıntılar
İktidarda olduğu on yıla aşkın süreden beri sanal bir dünya yaratarak Türkiye’yi tozpembe hayallerde yaşatan AKP, aslında dış politikada Türkiye halklarının her türlü maddi ve manevi değerlerini emperyalist güçlere peşkeş çekerek elde ettiği nakit krediyi içte Türk-İslam faşist zihniyetiyle birleştirerek başta Kürt Özgürlük hareketi ve onun şahsında Kürt halkı olmak üzere tüm halkların kanının emmiştir, emmeye devam etmektedir. Bir yanda başta Kürt halkı olmak üzere yoksul Türk halkı, işçiler, emekçiler, köylüler, kadınlar, öğrenciler, farklı etnik ve inanca sahip halklar kısacası ülkenin büyük çoğunluğu kan kaybederken, diğer tarafta ise başta Erdoğan olmak üzere AKP çevresinin göbekleri ve cepleri bu kanla şişmektedir. Ülke çoğunluğunu sömüren bu azınlığın gözünü çıkar hırsı o kadar bürümüştür ki, Erdoğan adeta kendini Tanrı ilan ederek herkesi “hizaya çekmeye” çalışmaktadır. Yani çılgın sömürgeci egosunu tatmin etmek için devletin tüm imkânlarını arkasına alan Erdoğan, Machavelli’yi aratmamaktadır.
Erdoğan’ın ve AKP çevrelerinin doymak bilmeyen egoları yüzünde Türkiye’nin adım adım bir felakete gittiğini, çatlakların her geçen gün genişlediğini, yıkılmanın an meselesi olduğunu artık herkes biliyor. Öyle ki Türkiye halkları her an yıkılma olasılığı olan AKP enkazının altında ne yapacağını bilememektedir. APO’cu Kürt halkı dışında neredeyse ülkenin çoğu, kesilmeyi bekleyen kurbanlık gibi kendini Tanrı- Kral Erdoğan’ın iki dudağı arasında çıkacakların insafına terk etmiş bulunmaktadır. Açıkça dilendiremezlerse de AKP’nin sanal cilalarının derinleşen çatlakları gizlemeyeceğinin farkındalar. Ülke gerçekliği böyle iken, AKP enkazından ilk nasibini alan insanlık olmaktadır.
Bildiğiniz gibi birkaç gün önce Wan’da meydana gelen şiddetli depremin ardında ortaya çıkan dramatik manzara, AKP enkazında insanlığın nasıl ezildiğini tüm dünya görmek durumunda kaldı: Deprem olmuş, yüzlerce insan göçük altında, binlercesi evsiz kalmış, hava soğuk, insanlar zor durumda ve çaresiz...Fakat derhal orada olup insanlara yardım edecek devlet yani hükümet yani AKP ortalıkta yok. Halkın en ufak demokratik gösterisinde bile oraya binlerce asker, polis, ajan, görevli gönderen Erdoğan, adeta sıra kadem basarak deprem rantını hesaplıyor.
Yaşananları anlatmak o kadar zor ve insanlık için utanç verici ki, insan ne söyleyeceğini bilemiyor…
Erdoğan, makamıyla, hükümetiyle, valisiyle, medyasıyla, faşist zihniyetlileriyle kısacası tüm gücüyle Wan halkı şahsında Kürtlerden intikam alayım derken aslında insanlığı utandırmakta ve öldürmektedir.
Erdoğan, üşüyen elleriyle ıslanan iri siyah gözlerini silmeye çalışan Wanlı Kürt çocuğunun ızdırabından haz alacak kadar aşağılaşmış ve insanlığı da aşağılamaktadır.
Erdoğan, insanın tüylerini diken diken eden Wan soğuğunda Wanlı aileye gelen yardımı çalarak, iktidarının çıkarına saklayacak kadar insanlık hırsızı olmuştur.
Erdoğan, Wan’daki insanlık dramını saklayarak ve yandaş medya ile manipüle ederek, insanlığı diri diri gömmekte ve onun üzerine saltanatını inşa etmektedir.
Erdoğan, dünyanın her yerinde gelen insani yardımları elinin tersiyle iterek, insanlığı kendi sömürgeci ve intikamcı egosuyla ayaklar altına almaktadır.
Erdoğan, tüm Kürt halkını yasa boğan Wan acısına aldırmadan askeri, siyasi, ekonomik savaşına hız vererek, insanlığa savaş açmaktadır.
İnsanlık kiri ve katili olan Erdoğan listesini kitaplarca uzatabiliriz. Fakat kısacası, iktidara geldiği günden Wan depremine kadarki sürede Erdoğan pratiğini yani AKP’yi eleğe vurduğumuz zaman ortaya çıkan yegane sonuç: ERDOĞAN, İNSANLIK İÇİN BİR UTANÇTIR VE ERDOĞAN GİBİLERİNE İNSAN DENDİKÇE HAYVAN OLMAK TERCİHTİR!
Mem AMED
- Ayrıntılar
Nasrettin Hoca’nın “Ördek Ali” hikâyesini bilirmisiniz?
Bilmeyenler için anlatalım. Ayakları eğri-büğrü tıbbi deyimle “x” ayaklara sahip bir Ali varmış. Ali yürüdüğünde ayaklarını x biçiminde attığı için oyun arkadaşları ve toplum ona Ördek Ali demeye başlar. Gel zaman git zaman Ördek Ali büyür, evlenir, çoluk-çocuğa karışır. Ve o artık Ali Efendidir. Herkes de ona öyle hitap eder. Bir gün Ali Efendi bir arkadaşıyla bulutlu bir havada yürürken arkadaşı “Ali Efendi havada bulut var” der. Vay bunu söyleyen senmisin diyerek Ali Efendi arkadaşının boğazına yapışır. “Sen bana ördek Ali dedin” der. “Ya Ali Efendi, el insaf ben nerede Ördek Ali dedim size. Ben sadece havada bulut olduğunu söyledim.” diyerek kendisini savunmaya çalışır. Dedin demedin tartışması ardından. “Söyle bakalım sen ne dedin? Ben havada bulut var dedim. Peki, havada bulut olursa ne olur? Yağmur yağar. Peki, yağmur yağarsa ne olur? Yerde göletler ve göller oluşur. Peki, göletler ve göller oluşursa ne olur? Tabii ki ördekler içinde ve üzerinde yüzerler. Sen bana Ördek Ali demek istedin” diyerek Ali efendi kendisini haklı olduğunu söylemiş olur.
Şimdi gelelim meseleye. Türkiye Cumhuriyeti diye kendisini adlandıran terörist devlet, “Kürt” ve ya “Kürt Sorunu” denildiğinde hemen “eşkıya, bölücü, terörist” eskilerden ise “şaki” deyi veriyordu.
“Ya sen devletsin, bak, bu halkın yani-Kürt halkının-şöyle sıkıntıları var” dendiğinde “terörist görüşler, Türklüğe hakaret, bölücülük yapılıyor” diye tutturuyorlar. Ya kardaş kim sana hakaret ediyor, ya kim ülkeyi bölüyor-kaldı ki bu topraklar ezelden beri atalarımızın, halis ve muhlis Kürt memleketi ve onların yaşadıkları topraklardır-ve senin ne zaman ve nasıl işgal ettiğin ve kana buladığın tarihi belgelerle senin arşivinde. Kimsenin bölelim diye öyle bir görüş ve niyeti de yok. Sadece bu topraklarda yaşayan bu halkın-yani Kürt halkının-yaşadıkları; özgürlük, eşitlik, siyasal, örgütsel, kimlik, dil, ekonomik, sağlık, güvenlik, eğitim ve tabii ki geri bırakılmışlık gibi bir sürü sorunu var. Bunları nedeni sensin, hem yaratan sensin, hem de bunların devam ettirilmesinde ısrar eden sensin. O zaman bu soruna, yani Kürt Sorunu’na bir isim takmak gerekmez mi? Gerekir değil mi? O zaman nedir bu Ördek Ali numaraları? O kadar mı kendinden kuşkulanıyorsun? O kadar mı kirlerin var? O kadar mı güvensizsin kendine? O kadar mı toplum dışısın? Ya da gerçekten çok mu gizlediklerin var? Yani senin bilip de bizim bilmediklerimiz mi var acaba?
Türkiye cumhuriyeti devleti diye bilinen bu terörist devletin de sakladıkları ve yaptıkları vardır. Yani öyle derine işlemiş ki biz “Kürt, Kürt Sorunu, Kürdün hakları” dediğimizde hemen aklına ilk gelen “eşkıya, şaki, bölücü, anarşist” ve yeni moda deyimle de “terörist” deyi veriyor.
Değerli aydın ve Türk kemalistti Baskın Oran “Merhaba 1938” başlıklı makalesinde belgeler sunuyor. Şeyh Sait isyanında o kadar vahşet uygulayan Terörist Devlet, Kürdistan’ın başka sahalarında isyanların çıkmasına afallanıyor. Çünkü o kadar insanlık dışı uygulamalar var ki, aklı olanlar akıllarını başlarına alarak bir daha ayaklanmazlar. Mantık bu.
Şöyle diyor Baskın Oran makalesinde:
Bunlara rağmen eşkıya 1930 Ağrı’da yeniden ayaklandı. Günün basını şöyle anlatıyor: “Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkıyaya iltihak eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan harekâtında imha edilenlerin sayısı on beş bin kadardır. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur. Bir hafta içinde Ağrı Dağı tenkil harekâtına başlanacaktır. Kumandan Salih Paşa bizzat Ağrı’da tarama harekâtına başlayacaktır. Bundan kurtulma imkânı tasavvur edilemez.” (Cumhuriyet, 16.07.1930). “
Dikkat edelim yukarıda ki uygulamalar terörizmi en üst boyutta uygulayan bir devlete aittir. Ancak aynı bugünlerdeki gibi asker ve ağzı kanlı basının öncülüğünü yapan Cumhuriyet gazetesine aittir bu yazı. “Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur” derken sevinç çığlıklarını atan bir basın.
Devam edelim:
“Burada da askerî harekâtla yetinmedik, “gayet mahrem ve zata mahsus” bir Türkleştirme genelgesi yayınladık. Yabancı lehçelerle görüşen köyler” den küçük dağınık olanları “civar Türk köylerine” dağıtılacaktır. “Bilhassa kadınlar arasında” Türkçenin yaygınlaştırılmasına çalışılacak, Türkçe bilmeyen köylü kadınları şehirlere celbederek Türk evlerine münasip hizmet ve suretlerle” yerleştirecektir. “
Makalesini sonlandırırken şöyle diyor:
“Fakat hiç anlamıyorum. Bütün bu insanüstü çabalarımıza rağmen bu “eşkıya” meselesi hortladı da hortladı. Tek farkı, 1970 ve 80’lerde “bölücü ve anarşist”, şimdi de “terörist” adını alması...”
Yukarı da dile gelenlerde neden terörist devletin her Kürt ya da Kürdistan denildiğinde hemen “terörist, bölücü, eşkıya” dedikleri şimdi daha iyi anlaşılıyor değil mi? Türk egemen sınıflarının tarihi o kadar kirlidir ki, tek kelimeyle TERÖR VE TERÖRİZM’dir. “Terör, kurbanlar kategorisindeki insanlara karşı yapılan eylemler olarak tanımlanır. Bu, ‘diğer insanların’ gelecekteki davranışlarını değiştirmek amacıyla yapılır.“ bakın aynı bugünlerde ki gibi o zamanlarda da Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkıyaya iltihak eden köyler tamamen yakılmaktadır.
İşte, lafı uzatmadan bu terörist devlet ve bugün sözcüleri olan Erdoğan, Kimyasal Necdet, Arınç, Gül ve cümle cemaat diğerlerinin hepsi bu psikolojik terörist tikten dolayı terörist, terörizm diye yatıp kalkıyorlar.
Anlayan anlar ya!
Ördek Ali havada ki bulutta nem kaparak “bana Ördek Ali dedin” derken nedenini biliyorken, TC’nin yöneticileri de her konuda hatta sigara kampanyasında da “terör ve terörist” dediklerinin nedenlerini biliyorlardır.
Hani vardır ya “eşek dokuz çeşit yüzme bilir ve suyun kenarına geldiğinde hepsini unutuverir” diye. “TC’nin saygın yöneticilerinin” durumu da biraz böyle olsa gerek.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Bugün 10 Kasım ideolojisine veya gerçekleştirdiği Cumhuriyete, onun yaşam tarzına, özel savaşına karşı savaştığımız Atatürk’ün 60. ölüm yıldönümünün anıldığı gün oluyor.
Bizim buradaki anış tarzımız; ne bir laneti duygusal bir tarzda çağrıştıracak, ne de bu kişiliğin, kimliğin gerçeğimiz karşısında anlamlı rolü nedir, bunun göz ardı edilmemesini önemli kılacaktır. Türkiye’de de artık en doğrusu “anmak değil, anlamak gerekir” diyorlar. Biz de çok daha derin anlama temelinde, bu dayatılan güne bir cevap verebiliriz. Belki de çağdaş tarih, -bizim için tarihin tümüyle bitmesi anlamına geliyor- ve en önemlisi de halen çarpıştığımız sosyal ve ulusal gerçekliğimize karşı damgasını vuran kişiliği çok güncel olarak yine çözme gereği duyuyoruz. Biz ölü bir Atatürk’le değil de, canlı bir Atatürk’le karşılaşmayı isterdik. Yine çok derinliğine anlaşılmış bir biçimde ne yapılması gerektiğini bilmeyi, yapmayı isterdik.
Kemalizm’in kendisi bir fetişizm, kendisi bir paradoks, bir çelişkiler yumağı. Katliam öğelerinden tutalım, her türlü faşist diktatöryel, çağ dışılığı kadar en ilkel barbarlık kadar, çağdaşlığı da böyle maske tarzında birleştirmeye veya çok otoriter, güçlü görünmesine rağmen, en zaaflı kişilik özellikleridir. Aşiret şovenizmini bile geride bırakan bir ulus şovenizmi kadar, ulus inkârcılığını ulusların, kültürlerin inkârcılığını içeriyor. Kendini tarihin temeli görmesine karşın büyük bir tarihi inkâr anlamına geliyor. Çağdaşlaşmayı çok söylemesine rağmen en büyük çağ dışılığı temsil ediyor. En büyük ulusalcılık kesilmesine karşılık birçok ulusun rahatlıkla tasfiyesine karar verebiliyor. Bu kadar moral ölçüleri, felsefi, bilimsel ölçüleri çelişkili olan bir kimliği ve onun oluşturduğu bir Cumhuriyeti; onun da egemen kıldığı bir siyaseti, bir sosyal gerçekliği, yaşam tarzını büyük bir savaşımla çözmeye çalışıyoruz. Fakat halen bunun altından tam istediğimiz gibi kalkamamak kadar direkt Kemalizm'e karşı savaşımdan da öteye, dolaylı etkilerinin felç ettiği, büyük bir bela haline getirdiği kişiliklerle savaşıyoruz. Denilebilinir ki, sınıflar savaşımında, sosyalizm savaşımında, karşı devrimin veya burjuvazinin en etkili silahı olarak Kemalizm dünya çapında bir etkiye, öneme sahiptir. Ulusal kurtuluşta da en büyük çelişkiyi ve çözümsüzlüğü temsil etmektedir. Bunların etkisi kişilikleriniz üzerinde çok çarpıcı bir biçimde yaşamakta. Çözümsüzlük burada; kişiliğinizde, tarzınızda.
Son süreçlerde adeta kendimizi büyük bir öfke kaynağı haline getirmiş bulunuyoruz. Kaynağını araştırıyoruz, kimlik kişilik sorununda karşımıza şüphesiz Kemalizm’in etkisi kadar onunla birleşen bütün insan zaafları, geri toplum özellikleri, harcıâlem, günübirlikçiliğin, sahtekârlığın tüm biçimleri kendini ele veriyor. Hatta esas ruhu ona en karşı çıkanların bile yenilgisinin altında yerleştirdiği zaaflardır. Tabii ki insani çıldırtır. Bu ideolojik, pratik yaşam tarzına ve onun çok derin özel savaş tarzlarına yenik düşmemek için büyük savaşı kendi kişiliğimizde dalga dalga geliştirerek, PKK bünyesinde giderek oluşturarak bir siyasal oluşum gücüne benzer bir güce doğru taşırmaya çalışıyoruz.
Anmayı bu sorular etrafında değerlendirmekte yarar olabilir. Özellikle son çözümlemelerde “kırma kişilik” diyorum. Birçok kalıplaşmış kişilik -geçenlerde piç kişilik, kırma kişilik dedim- bu yıkılmadı. Türkiye gerçeği de gösteriyor ki, hiçbir çağdaş soruna doğru el atılamıyor. Bizde çok daha fecaat*, tam bir kadro, komuta belası başıma kesilmiş. Ben bunlara küfretmem, ama bu komuta adı altındaki kişiliklerin yanında düşman bunların yedi defa suyla yıkanmış hali gibidir diyebilirim. Tam bir bela. Öldürsen olmuyor, yaşatsan olmuyor, güçlendirsen olmuyor, kendi haline bıraksan yine olmuyor. Bunun Kemalizm’le ne ilişkisi var diyeceksiniz. Var tabii ilişkisi. Çok derin bir etkileme ile böyle kişilikleri politikada, sosyal yaşamda doldurmuş. Biz de öz itibarıyla bunu kendi kişiliğimizde aşmayı öngörmüştük ve onun hazırlığında önemli teorik ve pratik yönlerini ortaya koymuştuk. Fakat maalesef oluşum tarzınızda, kişiliğinizde büyük bir dalgakıran gibi adeta gerisin geriye püskürtülüyoruz. Bizim için yenilmek düşünülemez. Boş durduğumuz, gelişme sağlamadığımız da düşünülemez ama halen bu savaşın çok şiddetli bir aşamadan geçtiği de belirtilebilinir.
Biz boş konuşmuyoruz ve öyle sandığınız gibi güçsüz filan da değiliz. Kemalist çocuğu, Cumhuriyet çocuğu olmak bizim açımızdan anlaşılır bir şey olduğu gibi öyle yutacağımız bir husus da değildir. Boş olmadığımızı söylerken bunu kastediyoruz.
Başkaldırırken bu Cumhuriyete karşı onun en etkili gerçeğini, temsilini yaptığınızı anlamanız gerekir. Öyle sülalenizden, ailenizden, mahallenizden öğrendiğiniz gibi değil. Büyük bir düşünce değeri kadar yüreği vardır, tarzı vardır; en önemlisi de, politik askeri bir tarzı vardır. Ben bu konuda sizlerden fazla bir şey istemiyordum, aslında biraz saygı, ciddiyet diyeceğim o da kırılmış. Çünkü diktatörya tarzı, baskı tarzı ve yaşam diye önünüze bırakılanlar, ciddiyet diye bir şey bırakmıyor. Keşke sıradan köylü insanların, kadınların o söylediği küçük yalanlar olsaydı sizin söyledikleriniz. Sizin kişiliğinizdeki hatta PKK’deki gelişme bana askeri ve siyasi anlamda bir yalanın patlak vermesi gibi geliyor. Yalanın büyümesi, sahtekârlığın, kendini kandırmanın büyümesidir. Bunu biraz daha Türkiye’ye yaygınlaştırırsak politik bütün kuruluşların bir kandırmaca, yalan kuruluşları olduğu oldukça açığa çıkarılmıştır. Türkiye politik askeri yönetiminin de esasta bir kandırma yönetimi olduğu da yüzde yüz dünya çapında ortaya çıkarılmıştır. Özel savaşın sorgulanmasında bile bunu artık tüm dünya basını rahatlıkla görebilmektedir. Güncel bir konu haline gelmiştir. Bunu biraz da biz ortaya çıkardık, çıkarıyoruz.
Burada kısaca çok basit bir giriş yaptım. Hiç mi olumlu bir yanı yok? Ders alacağımız yan mutlaka vardır. Mustafa Kemal dar bir temelde olmakla birlikte müthiş bir ulusalcıdır. Ulusalcılığın tarihsel, toplumsal temeli iyi konulabilinir. Fakat Türk ulusalcılığında büyük bir olaydır. Örgütün eylemi de, bu ulusalcılığın gereklerini yerine getirmektir. Belki de tarihte hiçbir önderin bir ulusalcılık, hatta bir aşiretçilik veya herhangi bir siyasal olay yaratmaktaki mahareti, hassasiyeti Kemal Atatürk kişiliğindeki kadar keskin değildir. Özellikle bizim için örnek teşkil edilecek yanı nedir denilirse askeri ve siyasi yaklaşımlarında ve pratiğinde olağanüstü yoğunluğu ve tarz inceliğini yürüten bir kişiliktir.
Dar olması demin vurguladığım çok tehlikeli çelişkili, olumsuz yanlarına karşın kendi amacına bağlanıştaki yoğunluğu, tarz yaratıcılığı olağanüstüdür ve saygı duyulur bile. Oldukça öğrenilmesi gerekir. Bunu bizim savaşçılar çok iyi öğrendikleri için karşımızda iyi özel savaş yürütücüleri olduklarını gösteriyorlar. Ama tabii çelişkiler ve çağ dışılıkları da ayrılmaz olduğu için de kendilerini çok kötü ve hatta şahıslarında Kemalizm’in kendini ele vermesi gibi de ortaya çıkıyor. Bu ayrı bir mesele. Önder kişilikten illa bir şey öğrenilecekse amaç ve araç bağlılığını, tarz ve tempoyu birleştirmeyi, büyük hassasiyeti, titizliği kesinlikle örnek almakta yarar vardır.
Demin vurguladığım gibi halklar aleyhindedir, gerçekler aleyhinde yanlarını değil, gerek politikanın gerek askerliğin taktiklerini incelemek açısından örnek alınması kayda değerdir. Gündem yüklü çok yoğun yaşamını tamamen buna göre veren bir kişilik. Amacına göre bu kadar yoğunlaşması bir partinin tabii bir devletin bile daha üstünde oluyor. Fakat tabii çok aşırıya gitmiştir. Aşırı ulusalcılık faşizme adeta örnek teşkil edecek kadar ileri gitmiştir. Devletin hegemonyacılığını bir Stalin’den öğrenirken, alırken bu dönemde onun faşist ve sınıflar ve halklar aleyhindeki yönlerini de İtalya’daki Mussolini, Almanya’daki Hitler deneyiminden oldukça etkilenmiştir ve onlarla ayni ayardadır. Bu da tabi devleti şekillendirme, bir ulusu şekillendirme açısından büyük bir talihsizlik. Çünkü Stalin’in geliştirdiği Sovyet modeli de çözüldü, Hitler çözüldü, Mussolini çoktan çözüldü ama Kemalizm halen çözülmedi, neden? Çünkü bunları çok tehlikeli bir biçimde birleştirmesinden ileri geliyor. Geri, çok dar Türk toplum yapısı, çok zayıf Kürt yapısı ve bir de katliamlarla bitirilen kültürler, halklar gerçeğinin sonuçlarını bu üç büyük 20. yüzyıl gerçeği ile çok hileli, çok şeytani bir biçimde birleştirmesi bugünkü çözümsüzlüğün diğer bir izah tarzıdır.
Dünyada bu 20. yüzyılın ilk yarısındaki rejimlerden çözülmeyen hiçbirisi kalmadığı halde büyük bir inatla direniyor ve 2000 yılını bulma konusunda da son derece, planlı ve çok özel bir savaşla yürütülmektedir.
Biz de bunu çözmeye çalışıyoruz. En büyük eylemimiz bu 20. yüzyılda mutlaka aşılması gereken, ulusal ve siyasal organizasyon ve hatta yaşam tarzıdır. Başarmamız herhalde 20. yüzyılın sonuna doğru en büyük gelişmelerden biri Kemalizm’i çözer ve aşarsak, sınırlı olumlu özelliklerini de inkâr etmeden, ama onun toplum üzerinde kâbus haline gelen gerçeğini çözüp, ilerletirsek yalnız Türkiye Anadolu halklarına değil, Ortadoğu ya da hatta evrensel anlamda da çok olumlu bir gelişmenin zemini olabilir. Nasıl ki 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Kemalizm ulusal kurtuluşçuluğu ve onunla faşizmin Sovyet sosyalizminin ittifakı, çok büyük bir tehlikeyi, faşizmin güç kazanmasına, sosyalizmin çözülmesine çok önemli katkıda bulunmuşsa çözülüşü de herhalde aynı öneme haiz bir rol oynayabilir.
Dolayısıyla bizim Kemalizm’e karşı savaşımımızın, bilimsel, felsefi değeri hayli önemlidir. Bunun handikaplarını aşmamızın evrensellikle ilişkisi çok önemlidir. Yerel bir ulusal kurtuluşçuluğun değil de -bu Kemalizm’in bir özelliğidir- bizim devrim yerel ulusal kurtuluşçu olamaz, tam tersi olur. Doğru bir ulusal kurtuluş söylemi olur ama bunu tamamen Kemalist ulusalcılığın bütün olumsuzluklarını aşmak temelinde gerçekleştirir. Bu da dünya çapında dar milli ve çok şoven devlet oluşumlarını, ideolojik ve onun sosyal ekonomik alan üzerindeki tahribatlarını kaldırır. Bu da oldukça evrenselliğe yol açar. Çok tehlikeli devlet biçimleri yerine, halk demokrasilerine çok önemli bir katkıda bulunmaya yol açar.
Adeta bilimin bir engizisyonla karşılaşmasına benzeyen tutsaklığını -ki bugün Türkiye’de düşünce özgürlüğü, özellikle İsmail Beşikçi şahsında tam bir engizisyon halini almıştır- düşünce yasaklığını aşar ve büyük bir düşünce özgürlüğüne yol açar. Bu sadece ulusal meselede değil, tüm hususlarda büyük bir bilimsel düşünce gücünün doğmasına yol açar. Sosyal ekonomik yaşamda da gerçekten Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu akıl almaz dünyada hiçbir örneği olmayan zenginleşme ile fukaralaşmanın aşılmasına yol açar. Devrimimiz bütün bunları öngörüyor, programlaştırıyor ve eylemselliğe de çekmeye çalışıyor. Eğer bu başarılırsa Kemalizm’in tarihteki rolü ne olur? Bizim devrimimiz gibi bir büyük devrime yol açmasının temel kilometre taşlarından birisi olur. Çok az olumlu ama büyük olumsuzlukların çözümlenmesiyle büyük bir devrimin zemini haline getirilebilinir.
Tarih sanırım gerçekleri karşılaştırarak bu değerlendirmeyi ileride daha açık yapabilir. İdeolojik, pratik, siyasi, askeri, kültürel-sosyal alanlardaki büyük kapışmamızın, büyük kavgamızın kocaman bir cumhuriyet tarihinin -ki daha öncesi de var ama- sonrası üzerine çok etkili olacak. Bu yaklaşık 75 yıldır yürütülen büyük savaş bir büyük devrimle karşı devrim arasındadır. Oldukça çelişkilidir. İçinde tartışılması gereken, çözülmesi gereken çok husus var. Biz çok sınırlı olarak en azından kendimizi bu dar boğazdan kurtarmayı ve ileriye bir adım sahibi olmayı çok dikkatle ve anlamı büyük bir biçimde gerçekleştiriyoruz. Bu anlamda öyle bir sonuç değildir. Önemli başlangıç adımı oluyor. Kemalizm’in böyle törenlerle gerek Cumhuriyet Bayramında, gerek 10 Kasımlarda anılması cenaze törenlerine benziyor. Bir yeniliğin, bir gelişme, başlangıcın törenleri değil bunlar. Kendini savunmanın, büyük haksızlıkları, çözümsüzlükleri savunmanın törenleridir, anmalarıdır.
Devrimimiz bu anlamda insani olarak ve halklar açısından da iyi bir adım olacağını daha şimdiden iddiasıyla pratiğiyle kanıtlayabiliyor. Ama vurguladığımız gibi yani sizleri çözmekten tutalım bu büyük enkazı temizlemeye kadar çok daha büyük bir çabaya ihtiyaç var. İnsanların iddiaları, iradeleri bağlandıkları amaçla direkt bağlantılıdır. Biz bu yönlü çabalarımıza başlarken iddiamızın büyüklüğü ve bugün daha da netleşen yapılan işler ve yapılması gereken işlerin de kanıtlanmasının verdiği düşünce iradeye yansıyor, irade de tabii ki büyük bir çabayı göstermekten geri kalmıyor.
Demek ki çıkaracağınız bir sonuç; eğer bütün bunları iyi anladıysanız bunun iradenizi güçlendirmemesi düşünülemez ve iradeniz de düşünce açılımı kadar büyümüşse pratiğe de büyük yansımaması düşünülemez. Eğer böyle bir oluşumu gerçekleştirememişseniz demek ki, çok köhnemiş ancak görkemli cenaze veya anma törenleriyle kendini yürütmekte olan Kemalizm’in silik bir kopyası olursunuz ve bu da hiçbir şey kurtarmıyor. Hiçbir sorunu çözmüyor.
Anlamayı biz bu temelde geliştirebiliriz ve varsa bir iddianız buna çağırabiliriz. Daha fazla ciddiyet, anlamadaki devrimci doğruya kesin kişiliğinizde, özellikle derin düşünce yapınızda yer verme, bunu kesinlikle irade sağlamlığında gösterme ve bir de pratik yaşamı bununla bağlantılı bir biçimde, ikirciksiz, yalansız, dolambaçsız ama çok büyük bir yaratıcı ustalıkla götürme.
Alınması gereken temel dersi böyle formüle edebiliyoruz. Başarımız da bunu kişiliğimizde, örgütümüzde, eylemimizde dürüstçe ve yetkin çabayla göstermeye bağlıdır.
Rêbêr Apo
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 31 Ekim günü saat 18.30 sularında Amed-Mardin yolu üzerinde bulunan Şêxan karakoluna yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Düşman, eylem ardından sayısı tarafımızca netleştirilemeyen ölü ve yaralılarını skorsky helikopterlerle alandan uzaklaştırmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Kasım günü 10.00-12.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Haftanin’in Geliye Pısaxa alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs havan saldırısı düzenlenmiştir
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22-24 Ekim tarihleri arasında Hakkâri’nin Çukurca ilçesine bağlı Guza Reş ve Pîre köyleri arasında düzenlenen hava saldırıları ve yaşanan çatışmalar hakkında daha önce kamuoyuna yönelik bir açıklama yapılmıştı. Yapılan araştırmalar sonucunda 1 arkadaşımızın daha bu olay esnasında şehit düştüğü netleşmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 31 Ekim günü 23.00-24.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Kandil’in Kani Cenge alanı ile Sûrede köyüne yönelik işgalci TC ordusu tarafından savaş uçaklarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Ekim günü saat 09.00 sularında Şırnak’ta bulunan Dara Tugay Komutanlığı’na ait askeri bir araca yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylemde araç tamamen imha olurken düşmanın ölü ve yaralıları tarafımızca netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar