"Allah'ım, birliğimizi sağla, aramızı te'lif buyur, bizi vifak ve ittifaka muvaffak kıl. Hidayet ve ıslahını murat buyurduğun insanları ıslah eyle, kalb ve kafalarına salah ver. Şayet düşmanlık yapanlar arasında ıslahını murat buyurmadığın ve kendileri hesabına ıslah istemeyen kimseler varsa, onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir." diye niyaz etmelidir” diyor Fetullah Gülen. Bu “evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir” diye dile getirdiği fetva bizim için yani gerilla için verilen bir fetvadır. Böyle olunca bizim de bu külliyen katliamcı ve faşizan sözlere karşı söyleyecek birkaç sözümüz olacaktır. Ne de olsa bizim yaşamımızı bire bir ilgilendiriyor.
Fetullah’ı biz bir cemaat lideri olarak biliyorduk. Belki tuhaf bir cemaat lideri ama sonuçta bir cemaatin hem de etkili bir cemaatin lideri diyelim. Uluslar arası ilişkileri olan, güya dinler arası uzlaşmayı savunan, radikal yani kökten dinciliğin uzağında daha ılımlı gören bir çizgisiyle de biliyorduk. Yine evangelizmin Siyonizm güdümünde olarak dünyayı adım adım ele geçirmek istediğini de az çok biliyorduk. Fetullah’ın, bu evangelizme çok yakın durduğunu da biliyorduk.
Tüm bunları bilmesine biliyorduk ama yine de Fetullah’ın bir cemaat lideri olduğunu ve buna göre hareket ettiğini, çizgisini benimsemesekte Türkiye ve Kürdistan’da bir realite olduğu için dikkate alınması gerektiği, bunun için eleştirilerimizi yaparken bile saygı ölçülerine de dikkat edilmesi gerektiğini de biliyorduk. Ancak en son hem de konuşmalı yani yalanlanması, tekzip edilmesi imkânsız bir biçimde: “altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir" sözleri sıradan ya da etkili bir cemaat liderinin sözleri olamaz. Buna birde: “Ayıptır bu, otuz senedir bir avuç şakinin hakkından gelemiyorsun. Çoklarının dediği gibi, mensup olduğumuz Birleşmiş Milletler ve NATO içinde önemli güce, kuvvete ve mekanize birliklere sahip sayılı devletlerden biriyiz” sözlerini eklediğimizde kiminle karşı karşıya olduğumuz gayet açıkça ortaya çıkmış oluyor.
Bu yukarıda ki sözlerde ortaya çıkan:
Birinci sonuç: bu zatın hiçte bir cemaat lideri olmadığı.
İkinci sonuç: geleneksel devletçi olduğu.
Üçüncü sonuç: Kürt halk düşmanı olduğu.
Dördüncü sonuç: faşizan bir zihniyete sahip olduğu.
Beşinci sonuç: bir orducu olduğu.
Evet, Fetullah yukarıda dile gelen 5 hususu birebir temsil ediyor. Belki de daha başka hususları da temsil ediyordur. Onları da başka bir yazıda irdeleyebiliriz.
Birinci sonuca ilişkin, bir kere bir cemaat lideri böyle askeri sahaya dönük hatta politik sahaya dönük bu düzeyde pervasız görüş sunamaz, fetva veremez.
İkinci sonuca dönük Fetullah’ın söylediklerini geçmişin, bugünün klasik faşist devleti tam 90 yıldır söylüyor ve yapıyor.
Üçüncü sonuca ilişkin, “onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir" sözleri sadece ve sadece Kürt düşmanlığıdır.
Dördüncü sonuca ilişkin, bu kadar insan kanına susamış olan olsa olsa bir faşist olabilir.
Beşinci sonuca ilişkin ise ne kadar TC ordusuna hayran olduğunu ve bu ordunun nelere muktedir olduğunu kendisi dile getiriyor.
Yukarıda bunların tümü netiyken, Fetullah bunları bizatihi kendi ağzıyla kamuoyuyla paylaşmışken, hele birde Kürdistan’da polis ve AKP faşizmi diz boyu pratikte uygulanırken Fetullah’ın bu ölüm fetvasını ciddiye alacağız. Öyle sadece söylenmiş sözler olarak değerlendirmeyeceğiz. Abacı, kebeci, ara yerde sen neci(?) diyemeyiz ki! Sürç-i-lisan da diyemeyiz. Öyle horozlar vardır ki öttükleri için sabahın olduğunu sanırlar misali ciddiye alamamazlık edemeyiz ki! Ya da Mürüvvette endaze olmaz mı diyeceğiz? Belki de hepsini diyeceğiz ama derdimize tümden derman olacağını sanmıyoruz. Çünkü söylenenler öyle açık ki, öyle faşizan ki, öyle insanlık düşmanı ki unutulamaz, yutulamaz türdendir.
Hele siz bir de bu deniz ötesi mi, büyük okyanus berisi mi, ortası mı, kenarı mı artık ne derseniz deyin bu zatın 12 Eylül 1980 faşist cuntası rejime el koyduğunda söyledikleri: “Daha köklü ve daha gönülden bir hareket gerekliydi ki, milli bünyeyi kemiren yıllanmış seretanlar (kanser) bertaraf edilebilsin. Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz…” sözlerini bilirseniz bu zatın zihinsel olarak halen 12 Eylül faşizminin karakterini birebir yaşadığını yani yurt dışına çıksa da halen bu zihniyeti yaşattığını göreceksiniz.
Durum bu kadar netiyken ve asıl hedef tahtasını bizi oturtmuşken ve bizi baş düşman olarak ilan ederek fetva vermişken herhalde bizim de eli kolu bağlı kalacağımız düşünülemez. “Onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir" sözleri bu bağlamda bir savaş ilanı oluyor. Faşizme kendisini yatırmış bir cemaatin savaş ilanı. Kaldı ki Kürdistan’a gönderdikleri polisler ve en son emniyet müdürleri de bu ilanın yani savaş ilanının somut adımları oluyor.
Evet, bu durumda kellelerine -hem de uçurulması için-fetva çıkarılanlar ne yapacaklardır diye sorulabilir. Ve hedef tahtasına konulan bu özgürlük savaşçılarının verecekleri cevaplar elbette önemli olacaktır. O da: Söyleyeceğimiz tek bir cevap vardır: ya bu sözleri denizin öte yakasındaki zat geri alır, Kürt halkından ve onun gerillasından özür diler ya da bu faşizan zihniyete karşı gerekli olan neyse o yapılır. Bundan da kimsenin kuşkusu olmasın.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Sömürgeci Türk devletinin kuruluş felsefesi Kürt ulusunu soykırıma uğratarak ortadan kaldırmaya dayanmaktadır. Bunu da önce katliamlarla ezerek, sürgünlerle ulusal yapısızı dağıtarak, alevi-sunni, aşiret vb. çelişkilerle bölüp-parçalayarak, ondan sonra geri kalanını asimlasyon sistemiyle yok etmeye çalışmıştır. Sistemin temelinde ulus-devlet vardır. Kürt ulusunu ve diğer azınlık halkları içinde eritmeye dayalı bir politika sımsıkı yöntemlerle uygulanmıştır. Ancak Kürdistan özgürlük mücadelesi bunu başarısızlığa uğratmıştır.
Kürt ulusu bu vahşi politikaya karşı isyan ettiğinde, “medeniyet götürüyoruz, özgürlük, demokrasi götürüyoruz” adı altında isyanlar ezilmiş, Önderleri idam edilmiş, halk örgütsüzleştirilerek korkutulmaya, sindirilmeye çalışılmıştır. (Onun için olacak ki, Nuri Dersimi "Medeniyet"denilen kahpenin peşine sığınarak bize uluyanlar, demiştir.) Dünyaya da böyle yansıtılmıştır. Hemen hemen dönemin gazetelerine ve yetkililerin söylemlerine bakıldığında bu tez önemle, resmi ideolojinin-propagandanın bir ifadesi olarak işlenir. Kürtler uygarlıktan nasibini almamış, geri bir halk, Önderleri şaki olarak nitelendirilmiştir. Her türlü hakaret yapılmıştır. Kürt ulusu, isyan Önderlerine karşı kışkırtılmaya çalışılmıştır.
Şimdiye bakalım, sömürgeci devletin Başbakanı Tayyip Erdoğan ve diğer yetkililer Kürdistan özgürlük hareketinin yönetimine her ağzını açtığında alçak, terörist, dinsiz vb. diyerek aşağılamaktadır. Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’ın üzerinde kendi yasalarını çiğneme pahasına yoğun bir tecrit uygulamaktadırlar. Hemen hemen her hafta adeta Kürt halkıyla alay edercesine, “gemi bozuk, deniz uygun değil” vb. demektedirler. Kürt halkının özgürlük mücadelesini, “ Daha iyi eğitim almasın, gelişmesin” diye yapılıyor demektedir.( Kürt halkının asimlasyonunu iyi eğitim olarak değerlendirmektedirler) Zaten Kürt ulusunu, “ Kürt kökenli vatandaşlarım” diye nitelendirmektedir. Kürt ulusu, Kürdistan ve onun kendi varlığı, yaşamı ve geleceği üzerinde söz sahibi olma hakkını tanımamaktadır. KCK adı altında yürüttüğü soykırım operasyonlarını ise daha da yoğunlaştırarak sürdürüceğini açıkça ilan etmektedir. Herkesi de, öncelikle Kürt halkını, Kürt halkının özgürlük mücadelesine küfür etmeyen, AKP’nin kılıcı olmayan herkesi de tehdit etmektedir. Sömürgeci sistemin şeyhüslamı Fethullah Gülen ise açıkça, ABD’nin kucağında oturarak Kürt halkının soykırım fetvasını vermektedir. Tayyip Erdoğan ve sömürgeci-katil ordusu-polisi ise, bu fetvanın gereklerini gerek siyasi soykırım operasyonlarıyla Kürt yasal siyasetçilerini cezaevinde rehin tutmakta, gerekse de Geli Teyare de olduğu gibi kimyasal silahlarla Kürdistan özgürlük gerillalarını katletmek için kullanarak yerine getirmektedir. Tüm bunları ise demokrasiden-özgürlüklerden vazgeçmeden yaptığını açıklayabilmektedir. Tam bir alay etme!
Bu nasıl demokrasidir ki, tarihin en eski köklü halkı-ulusunun adı yoktur, anayasal güvencesi yoktur, bu nasıl özgürlüktür kü, Kürt ulusunun haklarını savunan Kürtler hemen hemen hergün işkenceye uğruyor, rehin alınıyor. Çocuklar katlediliyor!
Özellikle Van-Erciş’te gerçekleşen son deprem tam bir sömürgeci Türk devletinin katliamına dönüşmüştür. Öncesinde yardım yapmayarak, dış yardımı engelleyerek bir katliamı gerçekleştirmiştir. Son depremde ise, AKP hükümet yetkilileri evinize gidin, bir şey yok, deprem olmaz vb. telkinlerde bulunmasının ardından kayıplar yaşanmıştır. Nasıl olsa ölen, Kürtlerdir, ağlayan Kürt halkıdır, analarıdır! Halk bu duruma isyan ettiğinde, Vali yi protesto ettiğinde ve Başbakan yardımcısı Beşir Atalay’ı dinlemediğinde, halka hem de depremzade insanlarımıza sömürgeci devletin faşist polisleri vahşice saldırmışlardır. Depremzedeye jop!
Öyleki hem Kürdistan özgürlük gerillalarını kimyasal silahlarla katlediyor, hem de halkımızın sahiplenmesini engellemek için bin bir demogoji yapmaktadır. Bayram süresince bile Kürdistan özgürlük hareketine saldırılarını sürdürmüş, liberalleri, demokratları, yurtseverleri tehdit etmeye devam etmektedir.
Özellikle Kuzey Kürdistan’ın bazı illerine yapılan emniyet müdür atamaları sömürgeci AKP hükümetinin kendisini nasıl bir topyekün savaşa hazırladığını göstermektedir. Bu yeni atamalar, tasfiye ve imhayı politikasına işaret etmektedir
Dikkat edilirse bir taraftan sömürgeci AKP hükümeti bunları yaparken ve aynı temelde yapılacakları planlarken, öte yandan anayasa konusunda özellikle BDP’yi anayasa komisyonunda tutmak için yoğun bir çaba içinde bulunmaktadır. Bununla yapılacak yeni inkar anayasasının, yani Kürt soykırımının ipini bu kez Kürtleri de katarak çekmeye çalışmaktadır.
Öte yandan Güney Kürdistan Federal hükümetini de, hemen hemen hergün baskı altına alarak, ekonomik vaatler vb. adı altında PKK’ye saldırtmak için ne gerekiyorsa onu yapmaktadır.
Bir taraftan da, zaman ve yeni şafak yazar-çizerleri, yani sahibinin sesi yazarlar ve kendisine sözümona liberalim diyenler hepsi de, sözümona PKK’nin demokratik özerklik programını eleştiri adı altında, saldırılar yaparak, bunun Kürtlerin yararına olmayacağını, özgürlük ve demokrasiyi ortadan kaldıracağını vaazetmektedirler. Öylesine yazıyor, konuşuyorlarki, insan bir an, “ ne kadar Kürtlerin seveni varmış, ne kadar Kürtlerin özgürlüğünden, demokrasisinden yana olanlar varmış ta haberimiz yokmuş” diyesi geliyor. Kürtlere herkes akıl veriyor. Ama hepsinin de sahibinin sesi olduğunu bildiğimizden, bunların bir de bu cephede Kürt ulusal birliğini engellemeye çalıştığını anlıyoruz. Sanki Kürtler sömürgeci Türk devletinin, AKP-Fethullah faşizminin altında bir soykırım tehdidi ve tehlikesi altında değil, sanki hergün yurtseverler, aydınlar rehin alınmıyor, sanki dağlar- köyler bombalanmıyor, sanki hergün sokaklar-caddeler bir işkencehaneye dönüşmüyormuş gibi… Bunu kendilerine iş edinmişler. Paralarını bu iğrenç işten yemektedirler.
Sömürgeci Türk devletinin kuruluş felsefesini, fethullah Gülen-AKP islam örtüsü altında Kürtleri parçalayarak sürdürmek istemektedirler. En son Fethullah Gülen denilen soykırım plancısının fetvası da her şeyi daha açık etmiştir. Takke düştü kel göründü! Kendisini bazı Kürtlere kabul ettiren Fethullah Gülen’in nasıl bir deccal olduğu, boğazında sakladığı dişlerini nasıl açığa çıkardığını, Kürtlere nasıl havladığını herkes gördü! Bir de gerçekten halkımızın islamı bu sahte İslamcılardan dinlemeye ögrenmeye ihtiyacı varmı? Türk egemenlerinin islamı ne amaçla kabul ettikleri, bilinmiyor mu? Fetih ve sömürgecilik için!
Tüm bunların yanı sıra, gençlerin, kadınların, emekçilerin, köylülerin, aydınların, sanatçıların harekete geçmemesi, serhıldanları yükseltmemesi için çok bayat bir numarayı yine pişirip Kürt ulusunun önüne koymaktadırlar. Kürt kamuoyunda, insanlarında bir beklenti yaratmak amacıyla yeni dönemin Kürt soykırımcısı ve katili Tayyip Erdoğan, "Silahların bırakılması halinde birçok şeyin olumlu istikamette gelişeceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Kazanılacak haklar varsa parlamentoda dile getirilir. Bu hakların gereği de orada verilir".
Tüm bunların bir anlamı vardır: Kürt halkını, siyasetçilerini oyalamak ve parçalamak! Yoğunlaşan AKP Faşizminin saldırıları halkımızın daha büyük ve daha niteliksel bir serhıldana kalkmasını engellemektir.
Tayyip Erdoğan’a demezler mi, ulan a... sen kimi kandırıyorsun, Kürt halkını belleksiz ki sanıyorsun? Kürdistan Özgürlük Hareketi bu güne kadar kaç kez ateşkes yaptı? Kürt halk Önderinin hazırladığı protokolleri elinin tersiyle iten sen değil misin? Barış için protokolleri hazırlayan Kürt halk Önderine seçim meydanında “ ben olsaydım asardım” diyen sen değil misin? Meclise gelip Kürt halkı adına konuşacak milletvekillerini sen hala cezaevinde siyasi rehin olarak tutmuyor musun?
Sömürgeci Türk devletinin kuruluş ve hala devam eden felsefesinde “ en iyi Kürt ölü Kürt’tür” yaklaşımı esastır! Öyle arada bir “ benim Kürt kökenli kardeşlerim” sözleri ise Kürdü bölme, parçalama, özgürlük hareketinden uzaklaştırmaktan başka bir anlamı yoktur!
O halde sömürgeci AKP’nin Kürt soykırım planı-programı açık! Sözlerini de sakınmadan söylüyorlar! En son ırkçı rejimin içişleri bakanının Kürt sorunu konusundaki, arıyorum arıyorum, öyle bir sorun bulamıyorum, göremiyorum” dedikten sonra acaba hiçbir Kürdün sömürgeci AKP hükümetinden bir beklentisi kaldı mı? Daha ne desinler?
Şimdi sıra Kürtlerin kendi sözünü ve eylemini serhıldanlarını yükselterek söylemesini gelmiştir! Neden sömürgeci zulmü kabul edelim, neden inkarı kabul edelim, neden kimliksizliği kabul edelim, neden bu dehaklara sabır edelim, hergün hergün özgürlük savaşı yürüten gençlerimizin cansız parçalanmış bedenlerini görelim?
Ve neden Çağdaş Kawaların Dehhaklara başkaldırdığı gibi başkaldırmayalım ve neden Önder Apo ile birlikte Newrozu daha erken kutlamayalım!
Çok mu zor, mümkünü zor mu gözüküyor?
Karar verdikten, buna göre kendi birliğimizi ve kendi topraklarımızı ve değerlerimizi savunma bilinci temelinde örgütlendikten sonra, bu ülkeyi işgalcilerden kurtarmak neden zor olsun?
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
20 Kasım günü (bugün) 03.00-03.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Çiyareş ile Cehennem Tepesine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Kasım günü 09.00-10.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Dirê Köyü, Kartal Tepesi, Dola Çınara, Mamreşo yamaçları ile Avabasya hattına yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçağı tarafından hava saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
17 Kasım günü 09.00’dan beri Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’In Şikefta Brîndara alanı, kuzey ve güney yamaçları, Xeregol, Şehit Sefkan, Mirganiş Üçgeni, Karker Tepesi ve silsilesi, Çiyareş ile Reşmê, Zêrê, Horê, Zêvê ve Reşme köyüne yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı yapılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Kasım günü 19.00-19.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Zağros’un Mam Reşo alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havanlarla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
14 Kasım günü saat 09.30 sularında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Silort köyü çevresi ve Mamreşo alanına yönelik olarka işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 4 Kasım günü saat 20.00 sularında Hakkari’nin Çukurca ilçesi ile bu ilçeye bağlı Deştan karakolu arasında bir gerilla birimimiz ile işgalci TC ordusu askerleri arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışma sonucunda düşmanın kayıpları netleştirilemezken 1 arkadaşımız şahadete ulaşmıştır. Faşist düşman güçleri çatışma ardından yoldaşımızın cenazesi üzerinde bir hafta boyunca pusu kurmuş, birliklerimizin cenazeyi almasını engellemiştir.
- Ayrıntılar
“Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist
değildim.
Sosyal demokratları içeri astıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal
demokrat değildim.
Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı
değildim.
Benim için geldiklerinde, sesini çıkartacak kimse kalmamıştı.”
Bu sözler Martin Niemoller’e ait sözlerdir. Hitler faşizmi döneminde Hitler Almanya’sına inanarak hizmet eden yine bu nasyonalist sosyalistlere içten inanmış bir Alman. Birinci dünya savaşında yenilen Almanya’nın birçok ülke toprağının örneğin Elsass Lottringen gibi Entente güçlerine geçmesiyle, Almanlara verilen ya da yüklenen ağır cezalarla adeta Almanların burnunu sürterek korkunç acılar çektiren bu emperyalist güçlere karşı sözleriyle yola çıkan Hitler faşizmi birçok kişiden müthiş bir umut yaratmıştır. Buna bir de birçok emperyalist devletlerde özelde de İngiltere’de yaşayan Yahudilerin bu drama yol açtıkları da eklenince anti semitist yaklaşımlar puan toplamıştır. Onuru kırılan bir halkın onurunun yeniden inşası için güçlü bir günah keçisi gerekirdi. Yani toplumun tüm dertlerinin yükleneceği bir keçi. Bu günah keçisi rolünü en uygun olarakta Yahudiler gösterilmiş ve kısa zaman içerisinde bu günah keçisi rolü atfedilenler katli-vacip sayılmış ve üstüne üstüne gidilmiştir.
Evet hitler faşizmi, faşizan politikalarını uygularlarken temel dayanakları birinci dünya savaşında Almanların yaşadıkları acılar, eziyetler yani mağduriyetler olmuştur. belki de bu mağduriyetler gerçekten bir halka büyük acılar da yaşatmıştır. İşte hitler faşistleri bu mağduriyeti iyi kullanarak 1933 yılında legal seçimlerle başa gelmiş hem de çok büyük bir oyla bunu başarmışlardır.
Önceleri seçimle işbaşına geldikleri için demokratik kültürün temsilcisi olmuşlar ardından da giderek sisteme yerleştikçe, ele geçirdikçe akıl almaz komplolarla nasyonalist sosyalistlerin önünde engel olabilecekleri tek tek bertaraf etmeye başlamışlardır.
Önce Yahudiler, ardından komünistler, sonra ayrı yaşayanlar, daha sonra sosyal demokratlar, sendikacılar, bilim adamları, ayrı düşününeler derken ne kadar farklı renk ve ses varsa hepsi tek tek hedef haline getirilerek elimine edilmiştir. Bu eliminasyon içerisinde geçmişte nasyonalist sosyalistlere yakın duranlar bile olsa bu elimine etme devam etmiştir.
Bir yandan bu tasfiye etme, yani tekleştirme, tek tipleştirme sürdürülürken, diğer yandan güya ekonomik kalkınma adına stabilize yollar, askeri sanayiye yatırımlar, işsizliği giderme adına on binlerce hatta belki de yüz binlerce Yahudi’nin mal varlığına el koyarak güçlü bir sanayi oluşturma çalışması yürütülerek korkunç sanal bir ekonomik kalkınma topluma pompalanmıştır.
Hiç şüphe yoktur ki bununla nasyonalistler yetinmemişlerdir. Almanların ne kadar seçkin bir halk olduklarını gece gündüz işleyerek birinci dünya savaşında onuru kırılan Alman halkına müthiş bir milliyetçilik pompalayarak kendilerine bağlamışlardır.ve Avrupa’da Almanların ne kadar önemli olduklarını her Alman bireyine neredeyse yedirmişlerdi.
Evet nasyonalistler başka şeylerde yaptılar. Her Alman’a adeta yeniden bir kimlik vererek Alman ırkının ne kadar önemli ve yüce bir ırk olduklarını empoze ettiler. Bununla Almanları tutsak aldıklarını söylemek çokta yanlış olmaz. Hitler faşizminin yarattıkları o faşizan sistemden hiç söz etmiyoruz bile. Yani hitler faşizminin oluşturdukları gaz ocakları, toplama kampları, ıslah evleri, insan yağından sabun yapmaları dediğimiz gibi hiç anlatmıyoruz. Nasyonalistlerin Alman toplumuna yedirdikleri şoven ve ırkçı hava ile yarattıkları sahte ekonomik kalkınmanın yanı sıra Avrupa’da seçkin halk olma durumu Almanları yanına alarak gözlerini boyamaya yetmiştir.
Şimdi Türkiye’de hitler faşizminin yolunda ilerleyen bir AK Faşizmi vardır. Recep Faşizmi vardır. Ve bu faşizmi mağduriyet üstüne kurdular. Birçok Türk aydınını da yanına alarak bunu yapıyorlar. Nasıl ki hitler Alman kilisesini yanına alarak bunu yapmışsa Recep faşizmi daha doğrusu Fetullah Recep faşizmi de cemaatleri yanına alarak bunu yapıyor. Recep Fetullah faşizminin günah keçileri ise Kürtlerdir. Çünkü Kürtler olmazsa Ortadoğu’da Türkiye’nin ve Türklerin önünü alacak hiçbir güç olamaz. Kürtleri ise temsil eden özgürlük hareketi vardır. O zaman ilk elden bu özgürlük hareketi tasfiye edilmelidir. Tabii ki bu salatanın yanına birde hayali ve sanal bir ekonomi başarı vardır. Stabilize edilen Otobanlar. Parlayan bir Türkiye vardır. Öyle ki dünyanın en büyük ekonomilerinin içerisinde yerini alan bir Türkiye. Nasıl ki Yahudilere karşı pogramlar başladığında neredeyse hiçbir Alman aydın, yazar, çizer, liberal, ses çıkarmadı hatta Yahudileri katli-vacip ilan ettiler. Aynı benzer bir yol üzerinde Recep Fetullah faşizmi ilerliyor.
Ancak korkarız ki Martin Niemöller gibi itiraf etme imkanı bile bulunmayacaktır. Martin Niemöller en azından “Benim için geldiklerinde, sesini çıkartacak kimse kalmamıştı” demişti. Ama dediğimiz gibi birçok aydın, liberal, yazar, çizer korkarız ki Recep Faşizmi yarın köklü olarak yerleşirse artık bunu söyleme imkanı bile bulunamayacaktır.
Rojhat Bluzeri
- Ayrıntılar
Yıl 2000 yılı.
Aylardan ise Mayıs ayı idi.
Ben Cudi Dağında Helena Pir zirvesindeyim.
İlk defa nokta olarak kullandığımız Qijîk noktasındayız.
Karşımda ise bana bakan Bajare Nuh yani Şırnex şehri var.
Kolumda silahım, yanımda küçük bir telsiz ve bir dürbün de var.
Dürbünle Şırnex yolunu ve Cudi arazisini keşfediyorum.
Arasıra küçük telsizden Devşirme Türk Ordusu’nun telefonlarını da dinliyorum.
Ruh halleri nedir?
Subayları ne düşünüyor?
Aileleri ne düşünyor?
Bu yöntemle savaştığımız düşmanı tanımaya çalışıyorum.
Daha 2000 yıl önce Çinli Savaş Stratejisti Sun Tuzi, savaş stratejisi için çok önemli bir belirlemede bulunmuştu. O kitabı da hiç yanımdan ayırmıyordum.
Zaten cep kitabı büyüklüğünde olduğu için ya sırt çantamda ya da cebimde taşır ve devamlı tekrar tekrar okurdum.
O kitapta da Sun Tuzi şöyle diyordu.
“Eğer sadece kendini iyi tanırsan savaşı yüzde eli, eğer düşmanını iyi tanırsa yine savaşı yüzde eli, eğer hem kendini hem de düşmanını iyi tanırsan savaşı yüzde yüz kazanırsın”.
Ben hem bu sözün hem de savaş hakikatinin bir gereği olarak düşmanı çok iyi takip ederdim.
Derdim ki, eğer karşımda savaşan bir düşman varsa onu iyi tanıyıp analiz etmeliyim, ona karşı hem daha kararlı ve keskince savaşıp kendimi savunmalıyım ki, görevimi zaferle yerine getireyim.
Bu amaçla dünyanın en kalleş ve teres ordusu olan Devşirme Türk Ordusu hakkında her türlü veriyi toplardım.
İşte bu nedenlede telsiz frekansından telefonlarına da girerdim.
Türk ordusunun telefonlarını dinleyince nasıl bir ordu olduğunu epeyce aşina oluyordum.
Ben, sadece o telefonlardan birini anlatıp günümüzle bağlantılandıracağım.
Ben, bu amaçla Helena Pîr de ki Qijîk Noktası’nda küçük telsizin telefon frekansları bölümüne girmiş, gerilla için önem arz eden bir telefonu dinlemeye çalıştım.
Şırnex’te askerde olan Ankara’lı bir askerin annesi oğlunu arıyordu.
Oğluna diyordu ki “eee oğlum sakın ola tehlikeli yerde askerlik yapma ha.
Komutanla aranı iyi tut ki cephe gerisinde karargahlarda kal.
Eğer sınıra gönderirlerse çatışma çıktığında kendini geride tut.
Ön cepheden kaç. Oğlum korkuyorum, şimdi diyorum ki keşke askere gitmeseydin. Boş yere ölmenden korkuyorum”.
Asker de annesi verdiği cevapda şöyle diyordu.
“Anne bende ölmekten korkuyorum. Ama anne ben senin oğlunum. Hiç tehlikeli yerde görev yaparmıyım.
Mütahit olan dayım geldi. Benim karargah komutanım olan binbaşıyla görüştü. Ona yüzmilyon lira para verdi. Komutanda bunun karşılığında beni sınıra göndermedi, karargahtaki mutfakta görevlendirdi”.
2000 yılında PKK ateşkes sürecinde iken bu kadar korkan ve gerillanın hakimiyetinde bulunan alanlardan askerlik yapmamak için her türlü hilekarlığa baş vuran asker aileleri ile askerlerin durumu şimdi daha vahim.
Kimse o cenaze törenlerinde bazı asker ailelerinin ve bazı ırkçıların“devletimiz sağolsun”, “Her Türk asker doğar” şeklinde söylediği klişelere kanmasın.Aslında dense ki, “Her Türk askeri korkak doğar ve titreye titreye…” bu slogan Türk ordusunun gerçeğini anlatan yegane slogan olur.
Kürdistan’da askerlik yapan askerler ile Türk ordusunun korkaklık düzeyi en üst seviyede bulunuyor.
Bakın Çele eylemine katılan HPG gerillası Nupelda Engin ne diyor. “Biz eylemde karakolların içine girince Türk askeri kaçacak delik arıyordu. Korkudan titriyorlardı. Köşelere pineklemişlerdi. Türk ordusunun savaşacak cesareti kalmadığı için her türlü ağır tekniği kullanıyorlar. Yenildikleri için kimyasal silah kullanıyorlar. Onların kimyasal silah kullanması bizi daha da biliyor. Şehidlerimizin intikamını alacağız”.
Kimyasal Necdet, Devşirme Erdoğan ile çeteci Yeşil Türk Irkçsısı arkadaşı Naim Şahin afra tafra kesiliyorlar. Ama Nupelda Engin’in anlatımlarıyla açığa çıkıyor ki, Türk ordusunun hali per perişan. Ve HPG gerillası karşısında savaşacak cesaretten yoksundur.
Elleri öyle titriyor ki, o eller tetiği çekemez durumda.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar