KİM MİLLİYETÇİ, Doç. Dr. ERGÜN YILDIRIM’a cevap
Milliyetçilik, ulus devlet hastalığının bir yaratımıdır. Ulus devlet ise, kapitalizmin bir hastalığıdır. Kapitalizm ise malum tüm insanlığın hastalığıdır.
Kürt özgürlük hareketi olarak ilk günden başlayarak her zaman her türden milliyetçiliğe karşı durarak, bulunduğumuz tüm sahalarda halkların kardeşliğine olan inancımızdan ötürü tüm halklarla ilişki içerisinde olduk. Bunun içindir ki Kürdistan’da bizden çok önceleri var olan birçok örgüt tarafından Kürt olmamakla, Kürt yurtseveri olmamakla itham edildik. Ve nitekim bu hareketin öncüleri ayaklarını Kürdistan’a ilk bastıklarında karşılarında sadece bilinen bir milliyetçilik görmediler bilakis milliyetçiliğin birkaç kategori gerisinde bulunan ilkel milliyetçiliği buldular. Ve bunlar tarafından hedeflendiler. Sizin o dilinizde indirmediğiniz Burkay’ınız, Güçlü’nüz de dahildir.
Şunu söylemeye çalışıyoruz, bu hareketin oluşum mayasında anti milliyetçilik vardır. Bu hareketin mayasında sosyalizm ve onun bireylerde yarattığı sosyalist kültür vardır. Siz sosyalizmi beğenmeye bilirsiniz ama sosyalizmi ve sosyalistliği milliyetçilikle eleştiremez ve itham edemezsiniz. Çünkü sosyalistlik milliyetçiliğin panzehiri olarak ortaya çıkmış ve mücadele sahasına atılmış bir ideolojidir.
Son zamanlarda Türkiye ortamında giderek artan bir kara propagandayla karşı karşıyayız. Ve gülünç olan yönü o dur ki bu kara propagandayı bilimsellik kılıfı giydirilerek yapılıyor olmasıdır. Yine gülünç olan yönü o dur ki bu kara propagandayı yapanlar AKP’ye yakın duranlardır. Gazeteci olarak yapanı da, bilimci olarak geçinen de, öğretim üyesi olarak geçinen de hepsinin ortak noktası iktidara yakın durarak, iktidarın elini güçlendiren çaba ve uğraş içerisinde olmalarıdır.
Örneğin en son “iki milliyetçilik iki mitoloji” başlıklı yazısıyla Doç. Dr. ERGÜN YILDIRIM isimli YTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Öğretim Üyesi bir makale kaleme almış. Sözde milliyetçiliği eleştiriyor, sözde her türden milliyetçiliğin geri yönlerini ortaya koyacak. Ve sözde ulus devleti eleştiriyor. Ve sözde ulus devletin tahribatlarını yazacak. Ne var ki bunları yaparken de bizlerin yani özgürlük hareketinin ne kadar milliyetçi olduğunun ispatına kalkışıyor. Bunu yaparken de Türk milliyetçileriyle paralellikler kuruyor, bizleri aynı kefeye koymayı da unutmuyor.
Türkiye cumhuriyeti devleti kurulduktan sonra kendisine sağlam limanlar bulmak için ne kadar milliyetçi hatta faşizan söylemlerde bulunduğunu bugün herkes biliyor. Bu faşizan söylemleri ispatlayabilmek için ise bir sürü sözde “bilimsel” veri icat ettiler. Türklüğün dünyanın en eski dili olduğunda tutun da tüm dillerin bu dilden türediğine kadar, yine Türk halkının en eski ve dünyanın en seçkin halkı olduğunu da tabii ki unutmadan bunu yaptılar. “Bir Türk dünyaya bedeldir” den tutun da “ne mutlu türküm diyene” kadar ki sözleriyle adeta ne kadar faşizan olduklarını gösterdiler.
Yukarıda dile gelen öğretim üyesi Kürt özgürlük hareketinin milliyetçiliğini ise Zerdüştlüğe olan yaklaşımlarından yola çıkarak kendince ispatlamaya kalkışıyor. Kürtlerin tarihsiz bir halk olduğunu birkaç yıla kadar belki de herkes kabul ederdi. Yine Kürtlerin bir belleklerinin olmadığı da birkaç yıla kadar söylenirdi. Belki birçok değerli Kürt ya da Kürt olmayan tarih bilimci Kürtlere dönük çok değerli çalışmada yürütmüştü. Ancak bunları bilenler yoktu, bilenler sınırlıydı. Özelde Kürt halkı bu tarihi bilgilerde yoksundu. Bu bağlamda PKK ve onun önderliği yeniden bir tarih bakışı ortaya çıkardığı da doğrudur. Tarihin birçok belgesini irdeleyerek Kürtlerin hangi süreçlerde neler yaşadıklarını tüm tarihi belgeleriyle gün yüzüne çıkartıldı. Bu bağlamda yeni bir Kürt ve Kürdistan tarihi yazıldı. Elbette yazılmaya devam da edilecektir. Bu tarihi incelerken bu topraklarda devrimler yapmış çok değerli önderleri de elbette incelemiştir.
Kürtlerin tarihinde önemli bir kişilik Zerdüşt’tür. Ve gerisinde bıraktığı Zerdüştlüktür. Zerdüştlüğün ne olup olmadığına girmeyeceğiz. Ama Zerdüştlüğün uzun yıllar Kürtlerin neredeyse tek dini olduğunu da söylemeliyiz. Yıllar yılı Kürtler bu dinle yaşamışlardır. Kaldı ki bu din yada inanış Hıristiyanlık ve İslamiyet öncesi bir inanıştır. Kürtler işte eğer kendi kişiliklerini bulmak istiyorlar ise kendi tarihlerinde olup biten tüm evreleri bir bir inceleyerek onlarda bıraktıkları karakter hatlarını bilince çıkarmazlarsa o zaman kendi kişiliklerinin derinliklerine inemezler. Kendileri olamazlar. Bu bir kere felsefik bir arayıştır yapılan. Elbette bunun tarihle ilgili olan yönü de vardır. Senin tarihinin bir parçasını gün yüzüne çıkararak eğer faydalanacağın yönlerin varsa neden bundan faydalanmayacaksın ki? Bu en normal olan insani yöndür. Lakin Kürtler bugün İslami inanışa ağırlıklı olarak bağlılar. Sınırlı sayıda yezidi, sınırlı sayıda hallaci, sınırlı sayıda kakailer ve belki de islamiyetin farklı bir versiyonu olan aleviler de vardırlar. Yezidiler dışındaki inanışlar zaten kendilerine Müslüman gözüyle bakıyorlar.
Şimdi şu soruyu soralım: kendi tarihini araştırarak kendi kırılmış, parçalanmış ve ayak altına alınmış kişiliğini bulmanın kime ne zararı vardır? Tarihi bilgileri ve verileri gün yüzüne çıkarmanın kime ne zararı olabilir ki? İşte herkes için normal olan tarihi bir araştırma her neden ise Kürtler için kabul görmüyor. Her ne hikmet ise bir sürü hakaret konusu yapılabiliyor.
Şimdi biz birkaç soru soralım: özgürlük hareketinin düşüncelerini, bakışını, eylemlerini, dilini ne bilelim felsefesini beğenmeye bilirsiniz, hatta bunun karşısında sert durabilirsiniz de, azgınca saldıra bilirsiniz de bu sizin taktiriniz. Ancak elinizi vicdanınıza götürerek sorun kendinize:
Hangi bir gün özgürlük hareketinin milliyetçilik yaptığını gördünüz?
Hangi bir gün milliyetçiyiz dediğini duydunuz?
Hangi bir gün milliyetçiliği övdüğünü gördünüz?
Hangi bir gün Kürt halkının başka halklardan daha iyi olduğunu, seçkin olduğunu duydunuz?
Hangi bir gün ne mutlu kürdüm diyene dediğini duydunuz?
Hangi bir gün bir Kürt dünyaya bedeldir dediğini duydunuz?
Hangi bir gün başka halkların dilline dil uzatmış?
Hangi bir gün başka halkların tarihiyle, insanıyla alay etmiş?
Hangi bir gün halkların kardeşliği dışında bir şey söylemiş?
Evet biz Kürt halkını seviyoruz. Evet biz Kürt halkı için canımızı vermeye de hazırız. Nitekim binlerce yoldaşımız bu uğurda canlarını verdiler. Evet ülkemize hayranız. Topraklarımızı seviyoruz. Bu topraklar için canımızı vermeyi hiçbir gün esirgemedik.
Ancak kimse yukarıda dile getirdiklerimize inandığımız için bir gün ağzımızda başka halklara dil uzattığımızı görmemiştir. Ve görmeyecektir de. Çünkü biz dünyanın ne kadar halkları varsa hepsinin yanında yer alanlardanız. Biz sınırların olmadığı bir dünyayı hayal eden sosyalistleriz. Kimisine göre hayali ve ütopik sosyalistler de olsak, sosyalistiz. Buna inandık ve yollara çıktık. Evet halkların kardeş olduklarına ve halkları birbirine kırdıranların egemenlerin olduklarına ve son iki yüzyılda özelde kapitalist modernist ulus devletçi yapıların vurucu silahı olan milliyetçiliğin halkları birbirine karşı kırdırdığına da inanıyoruz. Ve halkların asla ama asla bir birlerine karşı düşman olamayacaklarına, bu düşmanlıklarda bir çıkarlarının olmadıklarını da hep dile getirdik.
Şimdi durum buyken özgürlük hareketini milliyetçilik hem de geç bir milliyetçilikle eleştirmek tek kelimeyle insafsızlıktır.
Kürt halk önderliği milliyetçiliği ele alırken:
“Milliyetçilik kapitalizmin dinidir. Milliyetçilik kapitalizmin egemenliğine götüren yoldur...
Milliyetçilikle, sınırlı bazı reformlarla küçük bir azınlık devlet desteği ile modernleşirken, toplumdaki taaşup, gerilik adeta mekân ve zaman dışı en hastalıklı, alık, uçuk bir zihniyet yarattı.
Milliyetçilik kapitalizmin dinidir. Milliyetçilik kapitalizmin egemenliğine götüren yoldur. Filistin ve İsrail milliyetçiliğinin Filistin’i ve İsrail’i ne hale getirdiği ortada. Türk milliyetçiliğinin Türkiye’yi getirdiği nokta belli. Enver Paşa milliyetçiliği Osmanlı’yı kaybettirdi.” Milliyetçilik engellenemezse Kudüs’te yaşanan bu durum yarın Kerkük’te de yaşanabilir. Çünkü milliyetçilikte sağduyu yoktur, kimse kimseyi dinlemez, demokratik diyaloga kapalıdır.”demektedir.
Bunun için işte biz diyoruz ki:
Milliyetçilik nerede var ise orada yukarıdaki iki durum yaşanan gerçekliktir. Milliyetçilik özünde kendi dışını tanımamadır. Bu da özünde kendini tanımamadır. Kendini tanımayan, kendisini bilmeyen, kendisine abartılı yaklaşır. Bu kendine abartılı yaklaşımı, dışındakini rette kadar götürür, küçümser. Bu da özünde aşağılık kompleksleri yaratır. Bu hastalıklı bir durumdur.
Bu hastalıklı yaklaşımlar ‘dünyalar benimle biter’, ‘ben olmazsam bu yaşam yaşanılmaz’, ‘seçkin insanız, seçkin halkız, tanrı bizi göndermiş’ der ve sonunda ‘Bir Türk dünya ya bedeldir’ noktasına kadar götürür. Özcesi milliyetçilik bir sapkınlıktır ve insanlığın yüreğine saplanmış bir hançerdir. Yani bir urdur. Ve insanlık, bu sapkınlıktan kendini kurtarmak zorundadır.
Yukarıda dile gelenler ışığında yukarıda ismini verdiğimiz bilim adımına açıkça sormak gerekiyor: kim milliyetçidir? Yine bir soru daha soralım başka halkların dilini küçümseyen sözde sizin o Nakşiler mi milliyetçi yoksa bizler mi? Yine soralım başka halkların topraklarını işgal eden ve bunda ısrar eden sizin sözde sahte Nakşi iktidarınız mı milliyetçi yoksa bizler mi? Yine soralım başka halkların kültürünü küçümseyen, dilini yasaklayan, isimlerini değiştiren, okul kurmalarına izin vermeyen, kendi kendilerini yönetmeye izin vermeyen sahte Nakşi iktidarınız mı milliyetçi yoksa bizler mi?
Evet bu sorulara öncelikli olarak her bilim adımı ya da bilim kadını kendisine sormalıdır. Aksi durumda sizlerin bilimsel kimliğiniz tartışmalık olur. Aksi taktirde tarihte bizim tanıdığımız Sümer rahiplerinden bir farkınız kalmaz. Aksi taktirde halkların gözlerini boyamaya dönük özel uğraş içerisinde çalışmış olan müneccimlerden bir farkınız kalmaz. Bu bağlamda lütfen eğri otursak da doğru yazalım.
Sabri Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Kasım günü saat 19.30 sularında Amed’in Suriçi ilçesi Yoğurt pazarı mıntıkasında toplu halde bulunan polislere yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylem sonucunda 4 polis öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
1. 24 Kasım günü 22.00-23.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Metina’nın Newala Qomînîsta alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından savaş uçaklarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Kasım günü (bugün)06.00-07.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şeşdara alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Kasım günü saat 23.00 sularında Mardin’in Nusaybin ilçesi jandarma komutanlığına yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylem sonucunda jandarma karakol komutanı gerillalarımız tarafından öldürülmüş, 1 yüzbaşı da yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Kendi yaşam öykümü geliştiriyorum. Çünkü orada bir durum anlatılmak isteniyor. Hemen hepinize hakim olan durumlar var, yaşam tarzları var. Bu yaşam öyküsü güvensiz, bilinçsiz, örgütsüz, iddiasız ve yenik bir kişilik düzeyini yerle bir etmenin savaşıdır. Hepinizin zayıflıkları, iddiasızlığı, çeşitli zavallılıkları ve güçsüzlükleri bu hikayede aşılmıştır. Tabii bu bir halkın önderliğidir. Bir halkın zayıflıkları ve güçsüzlükleri aşılmıştır. Büyük bir ustalıkla bunu yaptım, bu öykünün büyüklüğü de buradadır. Bu kesinlikle bir bireyin öyküsü değil, yaşamda gerçekleştirilen bir halkın diriliş öyküsü oluyor. Bu öyküde çok büyük bir ustalık, sabır, incelik ve zorluk var. Kitle arasına bile girmeden bu kadar örgütleyici gücümün olması yaşamın gücünden ileri geliyor. Sizin kadar dolaşmıyorum, fazla kimseyi de gördüğüm yoktur, ama çok büyük bir etkileyici gücüm var. Bu kesinlikle yaşam tarzından kaynaklanıyor. Halk için yaşıyorum, sürekli düşünüyor ve her zaman çok akıllı adımlar atıyorum. Çok sorumlu, iddialı, inatçı, dikkatli ve kırk defa ölçüp biçerek bunu yapıyorum. Sonuç, her geçen gün bir ileri adım daha atmaktır. Siz de kendinizi böyle ayarlarsanız, kesinlikle bu işi yüksek bir başarıyla yürütürsünüz. Zaten bunun başka yolu da yoktur. Bu konuda Önderlik gerçekliğini incelemelisiniz. Parti gerçekliği, Önderlik gerçekliğidir. PKK’lileşmek demek, Önderlikleşmek demektir. Sıradan insan ilişkilerinde çıkıp yücelen, kapsayıcı, toplumsal ve ulusal düzeye, hatta onu aşan insanlık düzeyine ulaşmak demektir. PKK’lileşmenin en doğru tanımı budur. Bu daha somutta nasıldır? Yaşadığınız her türlü bireycilikler ve darlıklardan kurtulacaksınız. Örneğin şu anda hiçbir bireycilik beni tatmin etmiyor. Eskiden bir sigara içerdim, şimdi onu da bıraktım. Eskiden uykuyu, rahatlığı, kısacası kendi alışkanlıklarımı severdim; şimdi ise bunlar bana yüktür. Beni sevindiren şey yüksek özgürlük gelişimidir, başarılı yürüyüştür. Bunun dışında her şey benim için anlamsızdır. Yücelmenin başka türlü ifadesi de olamaz. Siz de bunu ruhunuzda gerçekleştirdiğiniz ve pratiğinizle bunu pekiştirdiğiniz oranda PKK’lileşiyorsunuz demektir. Örneğin, bireysel bir alışkanlığa çok tapmanız ve bireysel keyfi tutumların üzerinizde çok etkili olması, bunlara tenezzül edip anlamsız alışkanlıklardan vazgeçmemeniz partileşmenizin önünde kesinlikle bir engeldir. Ben kendi deneyimimi size anlatıyorum, bu tecrübe bana bunları söyletiyor. Kolektif özgürleşme olmadan, birey olarak yaşamı çok anlamsız buluyorum. Zaten beni şimdiye kadar bu büyük çabaya zorlayan da budur. Çünkü bana göre insanlar özgürleşmedikçe birer alçaktırlar ve hepsini bu durumlarından kurtarmak gerekir. Sokağa çıkıp insanlar arasında dolaşırım, birçoğunun halleri bana karınca gibi gelir. Bu insanların yarısını ıslah oluncaya kadar eğitimden geçirmek gerekir derim. Çünkü bana göre hepsi küfür içindedir ve adeta ihanete uğramışlar. Yaşam tarzlarına öfke duyuyorum. Basit bir evi kurtarmak için ömürlerini tüketiyorlar, mahvolmuşlar. Bunu da aileyi kurtarmak, bireysel bir ekmeği veya bir çorbayı kurtarmak için yaşam içinde kırk takla atarak yapıyorlar. Başka nasıl olacak diyeceksiniz. Bireyciliğin vardığı sonuç budur. Orada siyaset ve yücelik yoktur. Bireyi kurtarmak, aileyi kurtarmak adı altında kendini bitiriyor. Onun için aile namustur, çok önemlidir. Milyonlarca çocuk var, onların durumuna da bir bak desen hiç bakmaz bile. Bütün çocuklar senin çocuğun gibidir, hatta daha da güzelleri var desen, bunu hiç düşünmez bile. Gözünü karartmış, sürekli ‘ben, ben, ben’ der ve bu ölünceye kadar da böyledir. Bizde herkesin yaşamı az çok böyledir. Ben de sizin yaşlarınızdayken bunu yaşıyordum. Ancak o zamanlar kendimi adeta parçalıyordum.
Tek olmama rağmen, kimse yol göstermediği halde, nasıl gelişeceğim diyor ve kabıma sığmıyordum. Benim için cıva gibi derlerdi. Halen hatırımdadır, o zamanlar yerimde duramazdım ve halen de öyleyim. Durulacak bir şey yoktur, çünkü göz göre göre yaşam elimizden alınmıştır. Topraklarına ihanet ettirilmişsin, toplum olarak bitirilmişsin. Senin büyük vicdanın, isyanın olmazsa ve bu sorunların çaresini bulamazsan bir hiçsin. Onun için ben bu insanlara saygılı olamam ve hep öfke duyarım. Geçmişte onların yanında bile oturmak istemedim, onlardan kaçtım, onlara tepki duydum ve düşündükçe bunun karşıtını geliştirdim. Direniş öykümüzde bunları görmeniz gerekir. Çocukluk isyanlarımızdan tutalım bugüne kadar yürüttüğümüz mücadelenin her önemli dönemini anlamanız gerekir. Ben sizin gibi isyan etmedim. Siz de çok ağladınız, çok tepki duydunuz, ama bunların sizde bir zincirin halkaları gibi özgürlük temelinde geliştiğini belirtemem. Benim durumum öyle değildir; ben giderek bütün öfkelerimi, tepkilerimi ve isyanlarımı bir zincirin halkaları gibi bugünkü halk önderliğine, PKK gerçeğine dönüştürdüm ve halk önderliğinde birleştiriyorum. Maalesef tecrübeli arkadaşlarımız dahi benim böyle bir halk önderliğini geliştirmek için nasıl yaşadığımı, bunun için çok müthiş bir çaba sergilediğimi, çok düşündüğümü ve adeta büyük bir düşünce savaşımı verdiğimi anlayamıyorlar. Bunu bilmeniz gerekir. Pratik siyasete atıldığımda, her gün ölümle burun buruna gelerek adım atıyordum. Eğer ben de sizin gibi tehlikeye gözümü kapamış olsaydım, bugün sağlıklı olarak buraya kadar gelemezdim. Biz PKK’yi ölümle burun buruna gelerek sırat köprüsünden geçer gibi inşa ettik. Partileşme halk tarihimizin ve insanlığın en anlamlı ifadesidir. Benim her yılım çok büyük bir savaş yılıdır. Bu büyük savaş yılını anlayamayanlar PKK’yi anlayamazlar. PKK’yi anlayamayanlar da asla savaşamazlar. Keşke bizim mücadelemizin yıl yıl anlama işini doğru başarmış olsaydınız! Halen hatırımdadır, bu çizgiyi kendi içimde, düşüncede resmen başlatmaya karar veriş sürecim 1972 sonlarıdır ve ondan sonraki her günüm nefes nefese bir çabayla geçti. Kaldırımları dershane gibi kullanıyordum. Yatakhanelerin ve tuttuğumuz bazı küçük evlerin -tek odada on kişi kalırdık- hepsini bir okula dönüştürdük. Derslerdeki tüm oturuşum mücadele anlamına gelirdi. Etrafımıza kim gelirse ideoloji saçıyorduk. 1973’te büyük bir cesaretle bu ideolojiyi dile getiriyordum. 1974’te daha cesaretle gruplaşmayı ortaya çıkardım. 1975’te resmi bir Yüksek Öğrenim Derneği’nde (ADYÖD) en önde gelen bir görev aldım. 1976’da büyük bir mitinge öncülük ettim. 1977’de Haki Karer yoldaşın şahadeti ardından ‘Program Taslağı’nı bizzat kaleme aldım. 1978’de artık PKK ismiyle ‘Kuruluş Bildirgesi’ni yayınlayarak bu mücadelede dönülmez bir adım attım. 1979’da güçlü bir eylem olan Hilvan-Siverek direnişçiliğiyle düşmana karşı resmi olarak PKK adı altında açık bir savaş ilan ettik. Başlattığımız bu sürece karşı geliştirilecek yönelimlerin ağır sonuçlarını kaldırabilmek için Ortadoğu sahasına açıldık. 1980’de 12 Eylül faşist darbesini göğüslemeye çalıştık. 1981’de tekrar ülkeye yönelişin pratik hazırlığını yaparak derli toplu bir konferansı Ortadoğu sahasında gerçekleştirdik. 1982 yılında ülkeye dönüşün hem teorik hazırlıklarını yaptık, hem de büyük bir çabayla hazırladığımız grupları –ki sayısı birkaç yüzü geçer- ülkeye taşırdık. 15 Ağustos 1984 Atılımı’nı zorla da olsa veya istediğimiz gibi olmasa da gerçekleştirdik. 1985-86 yılları arasında düşmanın dayattığı o büyük operasyona rağmen,15 Ağustos Atılımı’nı kesintiye uğratmamak için tekrar Ortadoğu sahasında çalışmaları derinleştirdik ve III. Kongre’yi gerçekleştirdik. 1987 yılı, bu sefer silahlı propagandayı aşan gerillayı kalıcılaştırma savaşımını verme ve ‘Olağanüstü Hal’ uygulamalarını boşa çıkarma yılıdır. 1987 yılı, ‘Olağanüstü Hal’in birinci yılında düşmanın bizi zindanda ve dağlarda bitirme planına karşı mücadeleye biraz daha derinlik ve süreklilik kazandırarak bir adım daha atma yılıdır. 1989 yılı gerillanın yenilmezliğini ve kalıcılığını bir kez daha kesinleştirme yılıdır. 1990 yılı, düşmanın bütün tasfiye planına karşı, serhildanları da ekleyerek gerilla ile serhildanı iç içe geliştirme ve mücadelenin yenilmezliğini ortaya çıkarma yılıdır. 1991 yılı düşmanın yeni bir arayışını, hükümet değişikliğini, hatta yeni bir darbeye yönelmesini mücadeleyle karşılama yılıdır. 1992’de bir ileri adımı daha oldu. Bu yıl Güney savaşımının aleyhimize gelişmesini önleyemediğimiz bir yıldır. 1993’te mücadele mevzilerinde taviz vermeden, düşmanın özellikle Güney hamlesini boşa çıkardık. 1994 yılı, düşmanın ‘ya bitecekler, ya bitecekler’ politikasını boşa çıkarma yılıdır. 1995’te de artık bu politikanın sahipleri bunalım içine atılarak geriletildi. Şimdi de yeni bir hamleyi nasıl hazırladığımı görüyorsunuz. Bir çırpıda bunları belirtebilirim. Ayrıca her yıl için önemli ideolojik cevaplar vardır: sömürgecilik tezlerini 1973’te bilince çıkardım, 1974’te bir gruba malettim. 1975’te ilk defa yazılı hale getirdik, 1976’da bildiriler biçiminde yaydık, 1977’de ‘Program Taslağı’na, 1978’de de ‘Manifesto’ya dönüştürdük. 1979’da broşürler haline getirdik. 1980’de Kürdistan’ın sömürge gerçekliğini, PKK ideolojisini ve politikasını daha kapsamlı olarak belgelendirdik. 1981’Politik Raporu’nda ise bunu kapsamlı ve sistemli bir biçimde yazdık. 1982’de ‘Gelişme Sorunları ve Görevlerimiz’ adlı değerlendirmeyle ortaya çıkan sorunlara cevap verdik. 1983’de kişilik problemini daha da derinliğine ele alarak çözmeye giriştik. Yine 1982’de ‘Kürdistan’da Zorun Rolü’ nü kaleme aldık. 1983’te Ulusal kurtuluş problemi ve çözüm yolu daha derinliğine işlendi. 1984’e çok geliştirilmiş bir politik raporla başlanarak, merkezileşme sorunlarına daha ağırlıklı yer verildi. 1985’te çeşitli konulara ilişkin çok sayıda broşür hazırlandı. 1986’da Kongre konuşmalarıyla birlikte karar düzeyi çok ileri boyutta çözümlendi. 1987’de çözümlemeleri daha derli toplu geliştirme süreci başlatılarak, hemen her yıl giderek derinleşen çözümlemelerle sorunlara cevap arandı. Bu çalışma hızından hiçbir şey kaybetmeksizin sürdürüldü ve günümüzde de her ay neredeyse birkaç ciltlik kapsamlı çözümlemelere ulaşılarak ideolojik yetkinlik en güçlü bir konuma getirildi. Bu yıllarda politik olarak da büyük adımlar atıldı. 1973’ün o dar grup adımı bile sömürgecilik politikasına indirilmiş büyük bir darbe oldu. Küçük bir ideolojik adım, politik etkilerin temelini atma anlamına gelir. Bu, sömürgeci ideolojiden ve onun sosyal şovenizminden kopuşun büyük bir adımı ve temel bir politik başlangıç oluyor. 1974’te grubun gelişmesi çok cesaretli bir politik tavırdır. İnsanlarımız artık köle olma politikası yerine, düşmanın birer esiri olmaktan kurtulup özgücüne dayalı olarak yaşama gücünü gösteriyorlar. 1975’te bunu daha da akıllı bir taktikle uygulayarak, solla değişik bir birliği geliştirip düşmanı yanıltarak çok önemli bir sıçramaya yol açtık ve kitleye açılmak için bir adım daha attık. 1976’da yine çok cesur ve düşmanı oldukça şaşırtan bir kitlesel gelişmeye ulaştık. Bu dönemlerde politik etkinlik ve Kürdistan halkının giderek yeni politikasının şekillendiği görülüyor.1977’de Kürdistan’da oldukça iyi yayıldığımız ve her tarafta bağımsız eylemin gelişmeye başladığı görülüyor. 1978’de buna ek olarak giderek gelişen silahlı politikayı, yani şiddet temelinde politikayı geliştirdik. Artık yerel işbirlikçiliğin korkulu bir rüyasıydık. 1979’da ortam adeta kasıp kavruluyordu. İşbirlikçilik ve geleneksel düşman etkileri karşısında müthiş bir politik güç haline geldik. PKK’nin kuruluşunun ilanı zaten yüksek bir politik eylemdi. 1980 yılında daha da tırmandırılan yönelime, biraz büyük silahlar da karıştırılarak yaygınlaştırılan bir savaş konumuna yol açılıyor. Bu, 12 Eylül faşist karşı devrimci darbesine yol açıyor. 1980-81 yıllarında geri çekilme ve uluslar arası alana açılma büyük bir politik adım oluyor. Bu adım isyanın ezilmemesi ve süreklilik kazanması için alınan ciddi bir politik tedbirdir. Yine Kürdistan tarihinde ilk defa bir isyanın yenilmemesi, tam tersine süreklilik kazanması için temel bir politik adımdır. 1982 yılında ülkeye yeniden dönüş, yurtseverlik temelinde çok köklü tarihi bir adım ve yüksek bir politik tavırdır. Çünkü her isyan daha sonra ardından bir iz bile bırakmadan yitirilirken ve giden de bir daha dönmezken, bu sefer ne isyanın sürekliliği engelleniyor ne de geriye gidenler dönmeme gibi bir olumsuzluğa düşüyorlar. 1983’te ülke içinde silahlı propaganda temelinde muazzam bir politikleşme dönemi başlattık. Bütün kitleler yeni bir politik döneme ve yeni bir tarihi döneme gözünü açıyorlar. 1984 yılı da bunun atılım yılı oluyor. 1985’te düşmanın bütün yıldırıcı seferlerine rağmen ulusal kurtuluş savaşından vazgeçmeme ve ulusal kurtuluş politikasını ısrarla dayatma gerçekleşti. 1986 yılı çok zorlu bir süreci aynı kararlılıkla sürdürme, Kürdistan’ın diplomasi ve siyaset alanlarında giderek nefes alma imkanlarını genişletme, içeride ve dışarıda artık yeni bir dönemin geliştirilebileceğini kanıtlama yılı oluyor. Tabii düşmanın da bu yıllara dayattığı provoke etme ve etkisiz bırakma yönelimlerine karşı politik taktiklerle aynı şekilde yanıt verme gelişiyor. 1989-90 yılları da devrimci yurtsever politikayı kitleselleştirme yıllarıdır. 1991-92’de mücadeleyi kitleselleştirmeyi, serhıldanlaşmayı daha da yükseltme söz konusudur. Yüksek devrimci bir politikayla politik bir sürecin içine girilmiştir. Kürt halkı tarihinde ilk defa çok büyük bir politikleşme sürecine tabi tutulmuş ve kitle temelinde birlik tutumu geliştirilmiştir. 1992-93’te savaş artık Güney’de ve Kuzey’de yayılmıştır. Bu dönemde PKK’nin politikası Kürdistan çapında ilgi görüyor ve kitleleri etkiliyordu.
PKK’ye dayatılan PKK’siz politika yapma anlayışı ve PKK’siz ulusal çözüm arayışları nihai darbeyi yedi. Her türlü işbirlikçi politikalar etkisiz kaldı. Bu güçlerin en son umudu 1992 savaşıydı. Ancak bu konuda alınan tedbirlerle bu umutları da boşa çıkarılarak PKK’nin yurtsever politikası kesin öncülük düzeyine ulaştı. 1994-95 yıllarında düşmanın ‘ya bitireceğiz, ya bitireceğiz’ adı altındaki imha politikası pratikte boşa çıkarılarak, yarattığı büyük şovenist dalga kırılarak, halkın umudunu yerle bir etme çabaları da önlendi. Türkiye ve Kürdistan kitlesinin de artık kaçınılmaz ve geri dönülmez bir biçimde devrimci yurtsever politikanın etkisi altına alınması ve onun temel bir gücü haline getirilmesi sağlandı. 1995’le birlikte tarihin en büyük operasyonlarına rağmen, devrimci yurtsever politikanın artık kitlelerden kopartılamayacağının anlaşıldığı, düşmanın bizi bitirdiğini ilan etmek için düzenlediği sahte seçimlerin tersini kanıtladığı bir durumu ya kaladık. Görüyorsunuz ki, her yıla böylesine muazzam politik gelişmeler sığdırılmıştır. Aynı zamanda bu yıllar taktik savaş yıllarıdır. TC’nin tarihinde her başkaldırıya ve her devrimci harekete dayattığı provokasyonlar vardır. Bu yıllar aynı zamanda sürekli provokasyonları dayatma yıllarıdır. 1972-73’te zaten ‘Türkiye Solu’nun kendisi de sosyal şovenist hareketleriyle bir provokasyon dayatması içindeydi. 1974 yılı onların etkisine karşı direnme ve giderek bunu örgütsel bir direnme gücü haline getirme, ‘ayrı ideolojiler, ayrı örgütlenme olamaz’ komplosunu boşa çıkarmaydı. 1975’te devletin özellikle Ankara’da bizi kendi kontrolü altına alıp etkisizleştirme amacıyla bizzat içimize kadar sızma taktiğine karşılık, 1975-76-77 ve ’78 yıllarında devletin bu taktiğini ona karşı bir silaha dönüştürdük. Tarihin en önemli gelişme adımlarını bu temelde atabilmek ve Ankara’dan sağlam çıkmayı başarmak önemliydi ve bunu başardım. 1978-79 yıllarında dayatılan Hilvan-Siverek komplosunu tekrar silahlı bir mücadeleyle karşılık vererek boşa çıkardık. ‘Türkiye solu’ eliyle dayatılan komploları boşa çıkardığımız gibi, aynı zamanda Kürt solculuğu adı altındaki sözüm ona KUK, ‘Beş Parçaçılar’, ‘Tekoşinciler’ gibi komplocu örgütleri de etkisizleştirdik. 1980’de bizzat 12 Eylül komplosu söz konusuydu, buna karşı zamanında tedbir alarak yurtdışına açıldık ve yine silahlı mücadeleyi doğru temelde geliştirme adımını attık. Aynı komploların yurtdışında da gelişmemesi için son derece inatçı bir savaş yürüttük. Semir komplosundan tutalım, neredeyse her yıl dayatıldığı gibi dayatılan kapsamlı bir komplo yılını daha boşa çıkardık. İçimize taşırılan düşmanın dolaylı veya direkt ‘ülkeye dönemezsiniz, PKK’yi yeniden kuramazsınız’ dayatmalarına karşı çok inatçı bir mücadele sergilendi. Provokatörler ‘bunların bir teki bile Kürdistan’a adım atamaz’ dediklerinde, ülkeye dönüş hamlesini yüksek bir biçimde başlatmayı gerçekleştirdik. Ülkeye ulaşır ulaşmaz dayatılan ‘Irak Komünist Partisi’ ve KDP’nin komplolarını önledik. 1984-85 yıllarında uluslararası dayanaklarıyla birlikte ‘Sol Birlik’ adı altında dayatılan, PKK’yi Avrupa’dan tecrit etme komplosuna karşı büyük bir savaş içine girdik. Hem ülkede, hem ülke dışında, hem de zindanda büyük direnişlerle karşılaşan bu komplo çabaları, yine büyük bir çabayla boşa çıkarılmaya çalışıldı. 1985-86 yıllarında özellikle başından beri sızdırılan kişiliklerle komployu sonuca götürme girişimleri karşısında yürüttüğümüz mücadeleyle, devleti tarihindeki en köklü başarısızlığa uğrattık. 1986’da artık komplo sahiplerinin teşhir ve tecridini kesinleştirdik. 1987’de bunlardan önemli oranda kurtulduk. 1987-88’de yeni komploları, özellikle zindan ağırlıklı geliştirilen komploları boşa çıkarmayla uğraştık. Yine dağlarda geliştirilen komploları da boşa çıkardık. Özellikle 1988’de neredeyse komploların tümünü tersine çevirdik. Devletin en çok umut bağladığı bu yılda, özellikle Avrupa’nın ilkel milliyetçiliğin gücüyle, hatta Kürt ve Türk solculuğuyla birlikte yürüttüğü bu komploları yenilgiye uğrattık. 1989’da bu anlamda komploculuğa büyük bir darbe indirerek partimizin önünü açtık. 1990’lara dayatılan zindanda başarıya ulaşmış komplonun elebaşını 1992’de parti içinde yakaladık, giderek teşhir ve tecridini gerçekleştirdik. Tabii bu işlerin hepsi çok büyük bir güç ve çözümleme kabiliyeti istiyordu. 1991’de de düşmanın, en üst düzeyde Özal’ın bizzat anayasa ilkesini bile gerektiğinde göz önüne getirmeyerek provokasyonlara yardımcı olma biçimindeki yaklaşımlarını etkisizleştirdik. Yine 1992 Güney savaşındaki komplo ve bunun içteki yansımalarını görmemiz söz konusuydu; 1993’te bununla mücadele ettik ve aştık. 1994’de içe dayalı komplocu etkileri tamamen aşma ve küçük komplocukları görüldüğü yerde ve zeminde silip süpürme işiyle uğraştık. Bu anlamda da tarihi boyunca komplolar ve darbelerle iş görmüş sömürgeciliği büyük bir başarısızlığa uğratma, PKK tarihinde çok çarpıcı bir biçimde başarılmıştır.
Bütün bu gelişmeler kongreler boyutunda da ele alınabilir. 1973 yılında grup olduğumuzu ilk defa ilan edip, gün yüzüne çıktık. 1978’de I. Kongre ile parti ilanını yaparak politik savaşımı karşılama kararı verildi. 1982’de II. Kongre ile birlikte ülkeye dönüşün kesin kararı verildi ve bunun adımlarının atılması gerçekleşti. 1986’da III. Kongre ile ’15 Ağustos Atılımı’nın sürekliliği ve gerillada ısrar kararlaştırıldı. 1990’da IV. Kongre ile gerillanın yaygınlaştırılması, bunun serhildanlarla bütünleştirilmesi, iç engellemelerin boşa çıkarılması ve ikili iktidar durumuna ulaşma sağlandı. 1995’te V. Kongre ile parti içinde olgunluğun yakalanması, ulusal birliğin sağlanması, iktidarlaşma ve ordulaşmanın sağlam zemine oturtulması ve savaşımın yenilgisini bekleyenlerin bunalıma sokulması gerçekleştirildi. Görülüyor ki, parti tarihi bütün bu konularda büyük bir savaşım tarihidir. Hepsinde de gelişme vardır ve bütün bunlar et ile tırnak gibi birbirine bağlıdır. Bu çalışmaların hepsi büyük bir ideolojik savaş ve bu savaşın dolaylı yansımaları olarak da değerlendirilebilir. Parti tarihini inceliyorsanız, bu yönlerini ana başlıklar altında kalın kırmızı çizgilerle beyninize kazımanız gerekiyor ki, sağlam bir tarih bilincine ulaşasınız. Kaldı ki her yıl için söylenecek ve yazılacak yüzlerce öykü ve roman var. Parti tarihinde üzerinde destan yazılacak birçok olay var. Biz bunların belki de yüzde birini bile yazıma geçiremedik, anlatamadık. Parti tarihi fazla bilince çıkarılmış ve yazılmış değildir. Üzerinde ne bilimsel ne de edebi çalışmalar fazla yürütülebilmiştir. Bu çalışmalar daha sahibini bekliyor. İleride koşullar elverirse, eminim ki her yıl için beş on ciltlik bilimsel, edebi ve diğer sanatsal değerlendirmeler ve çalışmalar ortaya çıkacaktır. Parti tarihine bu kadar kapsamlı yaklaşacak ve saygılı olacaksınız ki, bu büyüklükten payınızı alasınız ve bu büyüklükle yürüyesiniz. Bu büyüklükte ne kadar şehit var, ne kadar işkenceye karşı dayanma var, bunların adını bile söyleyemiyoruz. PKK fiiliyatta şehit kanıdır, işkenceye karşı direniştir, açlığa ve susuzluğa karşı direnme savaşıdır, büyük sabır, fedakarlık ve cesarettir. İnsanlık emelleri uğruna insanoğlunun tanık olmayacağı düzeyde, hiçbir bireysel çıkara yer vermeyen bir savaşımın adıdır. PKK tarihi, bir çok adsız kahramanın emekleriyle bugüne kadar getirilmiş bir tarihtir. Bu tarihi kesinlikle bu yüce değerlerin toplamı biçiminde görmek gerekiyor. Parti tarihini bütün bu değerlerin bir bileşkesi olarak yüreğinize ve beyninize kazıyamazsanız, hakiki bir PKK’li olamaz ve dolayısıyla büyük bir militan haline gelemezsiniz. Ben belki çok genel bir dökümünü yaptım; sizler mümkünse bu tarihin dökümünü katbekat daha fazla yaparak; PKK nedir, nasıl temsil edilir ve PKK’ye nasıl ulaşılır sorularına mutlaka yetkin cevaplar vermelisiniz. Aksi halde bu büyük tarihe hakaret etmiş olursunuz. Bu büyük tarihi böyle özümseyemezseniz, bu kadar büyük değere kesinlikle hakkını vermemiş ve layık olmamış olursunuz ki, bu da en sığ, en saygısız ve değersiz bir yaklaşım olur. Partimiz bu kadar yüce değerlere sahip olduğu halde bunları görmemek, hatta boşa çıkarmak, bireysel ve keyfi tutumları için kullanmak, üzerinde keyfi yönetimler geliştirmek veya tıkatmak ihanetten daha kötüdür. Hiç kimse hiçbir gerekçeyle parti içinde kendini böyle tutamaz. Bu yüce değerlere böyle yaklaşanlar çarpılır. Nitekim bunun örnekleri her gün ortaya çıkıyor. Bu tarih sıradan kullanılacak ve görmezlikten gelinecek veya görülüp de gerekleri yerine getirilmeyecek bir tarih değildir. Çünkü bu tarih bir iradedir, hem de en canlı yaşayan bir iradedir. Kim buna iradesini katmaz ve bu iradeyle kendini güçlendirmezse parti içinde savaşamaz. PKK büyük bir partidir ve çok geniş kapsamlıdır. Bu kadar çaba harcamama rağmen, PKK’ye layık olup olmadığımı kestiremiyorum. Unutmayın ki, biz çıplak yüreğimiz veya bireyciliğimizle savaşmıyoruz. PKK’de böyle bir savaşçılık yoktur. Bugün halen mücadeleyi yürüten ve bizi savaştıran güç bu partinin temel değerleridir, şehitleridir; birçok adsız kahramanın, köylünün, emekçinin ve aydının zindanda işkenceye karşı direnişidir. Bu değerler kutsaldır. PKK tarihinin her saatinin bir destan değerinde olduğunu kanıtlayabilir, PKK’nin her bir şehidinin de büyük bir kahraman direnişçi olduğunu belirtebilirim. Umarım partileşmeyi bu derinlikte ve bu kapsamda artık hem anlıyor, hem özümsüyor, hem de bir daha silinmemecesine bilincinize ve yüreğinize kazıyorsunuz. Parti her zaman en büyük değerdir. Şu anda halkımız, ulusumuz ve hatta insanlık için de onur duyulacak en büyük gerçeklik, PKK’de yoğunlaşan ve biriken bu gerçekliklerdir. Böyle bir partiyi aşındırmak, onun gereklerini yerine getirmemek gibi çok kötü ve lanetli bir duruma düşmek şurada kalsın, onu paylaşmak ve yaşamak en büyük tutku olarak hepinizde ifadesini bulmalıdır. Çünkü bu parti buna layıktır ve bunu an be an emreden bir partidir. Şehitlerin son vasiyetlerini kim unutabilir ve son nefes verişlerini kim göz ardı edebilir? O büyük direnişlerin anlamını kim unutabilir? Bu büyük zorluklarla, kıyamet kadar açlık, soğuk ve sıcakla savaşımı kim unutabilir? Bütün bu direnişler yüce amaçlarımız, insani amaçlarımız, ulusal ve sınıfsal amaçlarımız için gösterilmiştir. Bu konuda partililere düşen görev, en son temsilciler veya bayrağı en önde taşıyan militanlar olarak bu bayrağı yere düşürmemek ve daha da yükseklere kaldırarak karşılık vermektir. En önde savaşacak partililik veya partileşme böyle ifade edilebilir. Yoksa ‘partinin itibarı büyüktür, olanakları fazladır, onunla kendimi büyütür ve partiye dayatırım’ demek, bu partiye yapılacak en büyük hakaret oluyor. Partileşme, halk tarihimizin en yüce, ulusal kurtuluşun ve insanlığın da en anlamlı ifadesidir. Bu çok büyük bir direniş tarihiyle günümüze kadar başarıyla getirilebilmiştir. Yaşamımızı tamamen bunun içinde erittik ve ölümsüzlüğü bu parti içinde böyle geliştirdik. Buna katılan kişi en başta bu değerlere layık olmayı bilmelidir. Bu değerlere toz kondurmamalı, tam tersine daha da yücelmesi için katkısını sunmalıdır. Gerçek partileşme, PKK’lileşme böyledir. Böyle bir PKK’lileşme her zaman yücelmiş ve kazanmıştır. Kesin zafere gidecek PKK’lileşme de böyle olacaktır.
Reber APO
- Ayrıntılar
Büyük parti davamız, Amed’in Fis köyünde ne olduğu ve ne olacağı fazla belirgin olmayan bir grupla, en az donanımla ve fazla gelişkin olmayan iddialarla partileşmeye adım attığından günümüze kadar destansı diyebileceğimiz bir süreci yaşamanın adıdır.
Şüphesiz parti tarihimizin daha öncesi de vardır. 1973 baharı, partileşmemizin daha alt düzeyde rüşeym haliydi. Bu da ciddi bir adımdı ve daha sonraları her yılın kuruluş anlamında böyle bir yeri vardır. Nasıl ki her bahar yeşerme, filizlenme ve tohuma gelmede yeni bir yaşamın başlangıcıysa, partimizin her yılının da kesinlikle böyle bir anlamı vardır. Hem her yıl filizlenir, tohuma gelir hem de yalnız bir yıl için değil, ikinci yılda daha değişik bir ürün ve üçüncüsünde de daha değişik ve daha fazla ürün verir. Şimdi partileşmemizin on sekizinci yılındayız. Ürünleri çok çeşitlidir, hem de oldukça niteliklidir. PKK’yi bu zenginleşme içinde buraya kadar getirdik. Mücadelemiz salt ulusal kurtuluş ürünü, salt parti ürünü ve salt savaş ürünü değil, buna benzer bir çok ürün veriyor. Bugün sosyalizmin de en iddialı ürünlerini veriyor, kadın özgürlüğünün ürününü veriyor. Tarihte eşine ender rastlanan bir özel savaşa karşı ayakta durmanın ürününü veriyor. Karşısında tüm dünya da birleşse, zaferin kazanılabileceğinin imkanını ve ürününü veriyor. Bunlar, parti davasında iddialı olanların eşsiz hazineler olarak görüp değerlendireceği, sınırsız zafer umudu ve tutumuyla kendini silahlandıracağı büyük değerlerdir.
Parti davasının önemini anlayamamanız veya bütün kapsamıyla değerlendirip gereğini yerine getirememeniz, sizin için gerçek bir yetersizlik ve dolayısıyla bir üzüntü kaynağı olmalıdır. Bu aşamada, bu kapsamda parti ülküsü kadar hiçbir ülkünün ve değerli bir çalışmanın olacağını sanmıyorum. Ben çoğunuzun yaptığı gibi ne kitleler içinde, ne de sıcak savaşım alanlarında çaba harcama imkanına kavuştum. Ama bir parti üzerinde, bir partinin fikri örgütlenmesi ve özellikle kadro çalışması üzerinde yoğunlaştığımda ne destanlar yaratılabileceğini gösterdim. Bundan daha değerli bir çalışma olamaz. Çok zor koşullarda yürüttüğümüz bu çalışmanın bile nelere kadir olabileceğini şimdi görebilirsiniz. “Parti davası çok büyük bir olaydır, partileşmek en büyük bir güçtür” diyeceksiniz. Tüm gücümü partileşmekten alıyorum, benim başka güç kaynağım yoktur. Parti üzerine yoğunlaşmak, partinin ilkelerine göre yaşamak ve partinin örgütleşmesine güç vermek tüm güçlerin esasıdır. Bu çok açık. Parti kadroları olarak çalışmalara yüklenmek ve etkili olmak istiyorsunuz. Bunun yolu partileşmek ve ilkelerin gerekli kıldığı tarza ulaşmaktır. Bunu gösterdiğinizde güçlüsünüz. Bu ülkede, ordu içinde ve hatta tüm düşmanlarımıza karşı güçlenmenin başka yolu düşünülemez. Önderlik çizgisinin gücü, partileşmenin yoluna kendini yatırmanın gücüdür. Daha da açarsak; Önderliğin ilkeleri, bu ilkelerle tutarlı çabaları ve bu çabaları yerli yerinde, ustaca sergilemesi var. İşte Önderlik, işte başarı!
Son zamanlarda, “parti ölçüleri de, gerilla da aşındı, yurtdışında Avrupa’da yaşam aşındı” diyorsunuz. Bir PKK kadrosu için bu sözleri söylemek, söyleyip de acı duymamak, acı duyup da kendisine karşı savaşmamak kadar tehlikeli bir tutum olamaz. Ama ne yazık ki, sadece bunları söylemekle yetinmiyor, olumsuzu da yaşıyorsunuz. Bana göre kaybetmenizin en temel nedeni budur.
PKK’nin bütün şehitlerinin anısına belirtirim ki, partileşmek kadar değerli hiçbir çaba yoktur. Parti ölçülerinde ısrar, parti yaşam tarzında ısrar, parti görevlerinde ısrar, cephede kazanacağınız en son nihai zaferden bile daha değerlidir. Nihai bir zafer gelip geçicidir, belki ardından bir yenilgi de gelebilir, ama kapsamlı bir partileşmenin önünde her zaman başarı vardır ve bu başarı süreklidir. Kapsamlı partileşen nihai zafere kadar kazanır. Onun için zafer kişiliğinde ısrarlı olan, öncelikle partileşmenin tüm gereklerine ulaşmalıdır. Buna anlam vermek için fazla söze gerek yok. Benim pratiğime bakın; daracık bir yerde ve çok kısıtlı olanaklarla yürüttüğümüz parti çalışmaları bugün bizi nereye getirdi, nerelere taşırdı. Başarılarımızın ne kadar olduğunu hesaplayabiliyor musunuz? Parti tarihinden öğreneceğiniz en temel husus; bütün başarıların sırrı partileşmededir, partinin ölçülerine, tarzına, temposuna, ahlakına sahip olmada karar vermededir ve bu kararda ısrardadır.
Parti tarihinin dönemleri, her yılı ve hatta her saati vardır. Her bir saati kesinlikle diğerinden daha değerlidir. Bir zincirin halkaları gibi sürekli göğe yükselen helezonvari sütun gibi hep birbirini ilerletir, amacına ulaşıncaya kadar dur-durak bilmez, kopukluklar, sistemsizlikler yoktur, tarz-tempo kesindir, düşmanın ulaşamayacağı ve dağıtamayacağı kadar güçlüdür. Küçük bir tohum olarak serpildiğimizde onun çürümemesi için gereken yapılmış, en önemlisi de düşmandan korunmuştur. Yani bu tohum sert bir rüzgardan kurak kalıp çürümekten korunmuştur. Bu, üzerine titreyerek, bir ananın çocuğuna olan bakımından daha fazla bakarak gerçekleştirildi. İdeolojik çalışmayı bunun için geliştirdik. Düşman tehlikelerinden uzak olmak için gizli tuttuk ve bu başarıldı. İdeolojik gelişme süreci kesinlikle olmazsa olmaz kabilinde bir süreçti. Ondan önce bu halkta sadece kendinden utanç duyma vardı. Toplum, bireylerine kadar parçalanmıştı ve dolayısıyla zayıflığı vardı. Toplumda iddia, karar ve bir araya gelme hiç yoktu. Kardeş kardeşi bile kabul etmez ve bir arada bir saat tutamazdı. İdeolojik hamle sürecimiz buna bir son verme süreciydi. Yıllarca inkar edilmiş “ben bir daha sana gelemem, ben bir daha seninle yaşayamam” denilen toprağımıza ve insanımıza bir bakıştı. Birbirlerine hain gibi bakanların dost gibi bakmaya başlamalarıydı. Birbirlerine müthiş yabancılaşmış olanların tanışmışlığa gelmesiydi. İşte ideolojik gerçeklik budur ve bu bakış yaratıldı. Dost bakışı, birlik bakışı, ruh yakınlığı ve ülke bakışı oldukça önemlidir. Yürümeden önce bakacak, yapmadan önce de göreceksiniz. Bunlar olmadan tek bir adım bile atılamaz.
Örgütlenme yürüyüşe geçmedir; bakış açısı yaratıldıktan ve verilmesi gerekenler tespit edildikten sonra ona yürümedir. Toprağa ve halka yürüyüş tek kişiyle değil, ancak örgütle olur. Bakışlarımızda tutarlıysak görmemiz gerekenlerle birlikte yürüyeceğiz. Çünkü ulusal amaç, bir avuç hainin ve onda ısrar edenlerin dışında herkesin amacıdır. Özgürlük, bir halk içindir, herkes içindir ve dolayısıyla herkesin yürüyüşünü gerektirir. Örgütün gereklerini yerine getiremeyenler yalancıdır; örgütle yürüyemeyenler hem bakış, hem de yürüyüş yoksunudur. Bu kişiliklerin ülkesine ve halkına bakışı yoktur. Bunlar kördür, kendilerini körce veya sersemce yürütebileceklerini sanırlar. Biz bu yılları kısa aralıklarla yaşadık.
1980’lere merdiven dayadığımızda, toprağa yürüyüş ve halka ulaşma asgari düzeyde gerçekleşmişti. Bu, ideolojiden politikaya aşama yapıldığı, politikanın doğru olduğu, halk yürüyüşünün gerçekleştiği ve politik anlamda özgürlük savaşımın artık başladığı anlamına gelir. Bakış açısını yok eden, “senin ülken ve halkın yoktur” diyen güç, bakışın oluştuğunu ve politikanın başladığını görünce, tek ferdimiz kalıncaya dek bizi yok etmek için bize karşı faşist bir süreci geliştirdi. 12 Eylül son tahlilde bu bakış açımızın ve halk yürüyüşümüzün yok edilmeye çalışılmasıdır. Bu savaş, büyük ve özel bir savaştı. Biz, 12 Eylül’ün ayak sesleri geldiğinde yurtdışına çıktık. Yürüyüşümüzün kesilmemesi için bu bir taktikti. Taktisyenler, ayak sesleri bile çok uzaklardan gelirken, bizim neden bu adımı attığımızı kendilerine sormalıdırlar. 12 Eylül’ün ayakları altında nasıl ezilmeyeceğiz diye adeta iliklerimize kadar titriyorduk. Sorumluluk duygusu budur. Yüreklerimizin, bu bakış yok olmasın ve bu yürüyüş kesilmesin diye nasıl sık attığını acaba düşünebilecek misiniz?
Bu süreçte yakalanırsam kopan sadece benim yüreğim olmayacak, bir halkın yüreği olacaktı; karartılan bakışlar sadece benim bakışlarım olmayacak, kendi toprağından özgürce ve ulusalca bakması gereken bir halkın bakışları olacaktı. Bu nedenle kendimi korudum; korumak ve yaşatmak için de kendimi iğne ucundan geçirme taktiğini uyguladım. Bunun için dur-durak, kendini yere atmak ve ucuz ölüme terk etmek olmazdı. Çünkü bende gören göz artık bir halkın gören gözüdür, bende atan yürek bir halkın yüreğidir. Buna nasıl ihanet edilebilirdik ki! Eğer gerçek böyleyse, milyonlar yüreğinizde atıyorsa, gözleriniz milyonların gözleriyse ve büyük görüyorsa; o kişi duramaz ve görmezlik edemez. İşte biz böyle yaşamaya başladık. Partinin bakıştaki iddiası ve soluksuz yürüyüşü böyle anlamlıdır. Gelişmeyi biz böyle sürdürdük. Çoğunuzun halen anlamadığı bu gerçeklik, bizim yürüyüşümüzde veya partimiz adına bende böyle gelişti ve böyle anlam buldu. Halen bu bakış açısına ve yüreğe sahip olamayanlarınıza şaşırıyorum. Bu, ne kadar acı ve ne kadar iflah olmaz bir durum. Partimiz adına yapılanlar düşman çizmesiyle yerle bir edilmek istendiğinde, buna karşı bir savaşçı yetiştirmek için canımızı dişimize takıyorduk. O süreçte arkamda yer alanlar, “bir daha ülkeye dönüş mü” diyerek dalga geçiyorlarmış. Kendini en fazla sorumlu tutması gerekenler böyleydi. Fakat yapılacak başka bir şey yoktu. Bir savaşçı yetiştirmek için o zamanlar bunun dışında bir şeyle uğraşmak mümkün olamazdı. Her şey oradaki ısrara bağlıydı. Tarihi kaybetmek istemiyorsanız, yüreğinizin sökülüp kurutulmasını istemiyorsanız savaşta ve savaşçıda ısrarlı olacaksınız. Hiç kimse bunun anlamını bilmedi, “neden bu arkadaş bu kadar ısrarlı” demedi. Israrlı olmak gerekirdi, çünkü bu başarılmasaydı geriye hiçbir şey kalmıyordu.
Şimdi sizin bakışlarınızda ve yürek atışlarınızda bu noksanlığı görüyorum. Çokça söylendiği gibi, trene bakan gibi mi, mandanın yürek atışı gibi mi sorularını soruyorum. Eğer benim gibi bakılsa ve duyulsa, eminim ki o çabanın önünde hiçbir engel duramaz. Hele parti görevlerinde, savaş görevlerinde böyle başarısız ve çaresiz de kalınamaz. En çok hayıflandığım bir konuda budur. Bunlardaki bakışlar kimin, bu toprağa nasıl gitmişler? Özgürlükle iç içedirler, ancak bir keçi kadar bile orayı sevemiyorlar. Cudi dağındaki keçinin Cudi dağına sevdası daha fazladır. Ama oradaki gerillanın bu dağlara bağlılığı henüz gelişmemiştir, buna öfkeliyiz. Yürekleri sanki manda yüreği kadar duyarsız. Orada bir tarihin canlandığını, orada bir özgürlüğün adım adım geliştiğinin farkında bile değiller. İşte hayıflandığımız durum budur. Buna hiç mi hiç saygılı olamadılar ve her zaman büyük öfke ile karşıladılar. Bana göre bu büyük bir suçtur.
Siz savaşanlar bunun bizdeki hikayesinin nasıl geliştiğini bile bilmiyorsunuz. O zaman hangi yürekten bahsedilebilir? Bizim bakış açımıza dahi ulaşmamışsınız. Böyle olunca bakışlarımız size hiç güç veremez ve onun sonucu olarak da tarzınız-temponuz düşer. PKK’yi anlayamadınız, PKK’nin bizim tarafımızdan yürütülüşünü göremediniz, duyamadınız. Onun için şimdi de fitne-fesat topluluğu haline geldiniz. Bu da bize yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisiydi. Sizin bu bakışsız ve yüreksiz yaklaşımlarınızdan dolayı çektiğim zorlukları ve buna duyduğum öfkeleri düşmanın en büyük seferlerine karşı bile duymadım. Hele hele ülkeye adamakıllı yerleşmenin, onun havasını solumanın, sadece ülkeyi görmenin değil onu yaşamanın da gerçekleşmeye doğru gittiği, halkla kaynaşmanın ve bayramlaşmanın imkan dahiline girdiği bir süreçte halka dayatmalarda bulunmanız, sanki ülke yaşanılamayacak ve kaçılacak bir yermiş gibi davranmanız kadar beni öfkelendiren hiçbir tutum yoktur. Bu en lanetli tutumdur.
Biz o yıllarda tarihimizin en önemli ve bizim için tek yaşam yolu olan savaşımı başlatmıştık. 15 Ağustos Atılımı’nın öncesi ve sonrası öyle nefes nefese geliştiriliyordu ki, bunun tüm zorlukları benim için bir hiçti, hatta zorluklar beni daha da kamçılıyordu. Ancak bazıları “bu çabaların üzerine nasıl konulur, onların ürünü nasıl ele geçirilir” diyordu. Bu ne vicdansızlıktır, bu ne saygısızlıktır. Savaşı anlamamak, savaşın tarihini böyle anlamak ne kadar büyük bir yanlışlık, büyük bir yürekten yoksunluk, saygıdan uzaklık ve verilen çabayı hiç anlamamaktır. Sizler bunu nasıl yaptınız? Savaş komutanları, savaş birliklerinin başında yer alanlar neden bunu anlayamadılar? Savaş tarihine hiç anlam vermemek, bir silahın elde edilişinde kimlerin ne kadar rol oynadığını, onlarca silahın nasıl temin edildiğini, bir savaşçının yetiştirilmesi için yıllarca sürdürülen çabayı, bir ülke uğruna günde beş-on kişiyi kaybettiğimizi bilmemek sizi ancak lanetli yapar. Bu anlamda siz, parti tarihini anlamak şurada kalsın, adeta kara bir leke gibi ortamımızda yer işgal ediyorsunuz.
Partinin savaş tarihini anlamamak büyük vicdansızlıktır. Oysaki bu süreci başlatmamız mucizevi bir olaydı. Tarihte hiçbir Kürt isyanı bir kaç aydan öteye gidememiş ve hepsi de baş aşağı gidişin bir adımı olmuştur. Bizim başlattığımız mücadeleyle ilk defa giderek yükselen ve başarı umudu veren bir süreç yakalanmıştır. Bunun en büyük sorumlulukla değerlendirilmesi, bir yapı taşı da benden dercesine bir çaba gösterilmesi gerekirken, “savaş kurallarını gevşetelim, olanakları çarçur edelim, bu komutanlık sayesinde kendi güdülerimizi tatmin edelim” dediniz. Bu en büyük düşkünlüktür. Adı, ünü ne olursa olsun, eğer tarih bir gün bana sonucu gösterirse, zaferi yakalamış birileri dahi olsalar bu kişilerden hesap soracağım. Daha önceki yıllarda o kadar şehit gömülmüş ve o kadar umut dirilmiş ki, bunlara hakkını vermemek mümkün değildir. Bu anlamda, bu yıllara anlam verip vermediğiniz konusunda kendinizi gözden geçirin.
Karşımızdaki özel savaş fırtına gibiydi. Çok iyi biliyorum ki, özel savaşın arkasındaki güçler şunu söylüyordu; “bunları bin yıldır yerle bir ettik, ama daha ölmemişler, içlerinden başkaldıranların ve ‘ben yaşamak istiyorum’ diyenlerin başını ez.” Bin yıllık tarihleri onlara bunu dayatıyordu. Sırf o olumsuz tarihi kurtarmak için bir hücum dalgası daha; küfürle, savaş tarihinde hiç yeri olmayan özel savaş yöntemleriyle yüklen ha yüklen! Şunu belirtmeliyim ki, “savaşmak istiyorum, gerilla olacağım” diyenler, eğer bize ve kendilerine saygı duymak istiyorlarsa, düşmanın bu dalga dalga gelişimini görmelidirler. En önemlisi de büyük emredici olarak uyanan yaşam umutlarına mutlaka sahip çıkmak ve ölümcül olan yanlışı, yetersizliği de gidermenin büyük çabası içinde olmak gerekiyor. Bunu yaşamadan, bunun gerekliliğini hissetmeden nasıl savaşacağınızı sanıyorsunuz? Yürekleriniz neden böyle kaskatı kesilmiş? Utanmadan, sıkılmadan halen karşımıza bir savaş adayı, hatta komutan adayı olarak dikiliyorsunuz. Sıkça bunlar da kim diye kendi kendime soruyorum.
Kendimi dağlara sizin gibi taşırma ve geniş halk yığınları içine girme imkanım da olmadı. Ama küçük bir mevzide kolay kolay zapturapta alınamaz yaşamımı davamız uğruna yatırdığımda neler yaptım. Peki siz ne haldesiniz? Bunları değerlendirmeniz gerekiyor. İyi bir komutan, hele namuslu ve şerefli bir savaşçı olmak kolay değildir. Eğer savaşa inanıyor ve “savaşa varım” diyorsanız, hesap verecek bir durumunuz olmalı. Ben hatırınızı kırmamak için sizleri kovmuyorum. İnsanları kovma gibi bir özellik benim tabiatımda yok ve kimse de beni kovamaz. Savaşın şerefiyle, onuruyla, amaçlarıyla ve sizdeki tarihiyle oynuyor, hatta bunu görmezlikten geliyorsunuz. Ben bunu kabul edemem. Bana biraz saygınız varsa bunları anlamak zorundasınız, ancak anlamıyorsunuz. Size açıkça gösteriyorum ki, bu savaşı belirttiğim çerçevede yürütüyorum, öyle sandığınız ve kendinizi aldattığınız gibi değil.
Görkemli On Sekiz Yılımız Amansız ve Aydınlıklı Mücadele Yıllarıydı
PKK tarihi çok kapsamlı ve yeniliklerle dolu olduğu için, en önemlisi de PKK tarihini anlatılmaz kıldığınız için onu anlatmaya gücüm yetmiyor. Bu büyük tarihe yanaşmadığınız, bu büyük tarihi kirlettiğiniz ve hataya bu kadar müsait olan çarpık kişiliği dayattığınız için size öfkeleniyorum. Size rica ediyorum, bir an önce bu tarihin önünde engel olmaktan çıkın, çünkü hızımı kesiyorsunuz. Yoksa bu tarihin önünde ezileceksiniz. Bu tarihe göre yiğitlik mümkün değil mi? PKK’nin her birisi bir abide değerinde anlam ifade eden bu kadar şehidi olacak, bunun karşısında sizin bu kadar çarpıklığınız olacak! Bir halkın yaşam olanağı bıçak altında olacak, buna karşın siz bu kadar duyarsız olacaksınız! Olanaklar savaşı bu kadar amansız olacak, siz bunları bu kadar çarçur edeceksiniz! Bu değerler karşısında böyle kolay duruşa geçilmez, hele sizin gibi hiç durulmaz. Bu kadar hatayla, yetmezlikle parti davasında kalınmaz, kalınırsa size, “düşmanlık yapıyorsunuz” denilir. İnsan bu tarihe karşı nasıl düşmanlık yapar? Eminim ki, düşmanın bir ajanı burada olsaydı, ben onu yüreklendirir ve kendimle yürütürdüm. Dolayısıyla, PKK tarihine doğru dönüş yapacak ve doğru anlam vereceksiniz. Bu yıldönümü dolayısıyla çok açıkça belirtebilirim ki, bu tarihe böylesine bir dönüşü yapmayanlara ve hakkını vermeyenlere benim hiç saygım olmadığı gibi, metelik kadar değer bile vermeyeceğim. Parti tarzına göre olmak benim için her şeydir. Böyle olan benim yüreğimdir, ruhumdur ve sevgimdir. Biz zaten bunlar için varız. Başka türlü bizi kimse kullanamaz ve kimse bu değerleri paylaşamaz.
1990 sonrası, halkın mücadeleye daha köklü kalkışması ve cesaret etmesi vardır. Serihildanlar döneminde ARGK’nin, yani ordumuzun hızla elli binlere tırmanma imkanı doğduğunda artık bu, yüreğimize sığmıyor ve çalışmalarda sınır tanımıyorduk. Şu daracık sahamda dört bin kişiyi eğitiyorum. Yurtdışının çok az imkanları var. Siz ülkedesiniz, ülkenin her bölgesine akın akın savaşçı geliyor; kitlelerle de iç içesiniz, ancak kitleyi uzaklaştırıyor, kaçırtıyor ve çok kolay imha olmalara terk ediyorsunuz. Bu tarihte bunun kadar öfke verici bir şey düşünülemez. Düşman bu yıllar için daha yeni yeni şunu itiraf etti; “1992’lerde Kürdistan’ı kaybetmiştik.” Karşımızdaki kontrgerillacıların tüm iddiası şu; “biz kaybedilen Kürdistan’ı yeniden kazandık.” Buna kim yol açtı? Gerçekten kazanmaya doğru giden bu Kürdistan’ı ve bu devrimi kim kaybetti? Bunu ciddiyetle kendinize soracak mısınız veya tarih karşısında kendinizi sorgulama cüretini gösterecek misiniz? Bu büyük kazanmanın imkan-olanaklarını görme ve gerektiği kadar bunu işleme görevini anlayacak mısınız? Bu görevi yapamadığınızda düşmana nasıl kazandırdığınızı görecek misiniz? Bunları görmeden yürek büyütülemez, düşünce geliştirilemez, askeri stratejiye ve taktiğe anlam verilemez. Ne yazık ki, bu yaramaz ve yetmez kişiliğinizle bu tarihi her yerde kırk defa yenilgiye uğratacak hale getirdiniz.
Yıllık çalışma bilançom; yalnız bu sahada binlerden aşağı olmayacak savaşçı ve PKK kadrosunu yetiştirmeye çabalamak ve tabii bir de bunları silahlandırmaktır. Dünyadaki hiçbir kurtuluş hareketinin tarihinde bu görülmüş müdür? Bütün yurtdışı alanlarında çalışan önderlerin örgütlediği insanların sayısı yüzü bulmamıştır. Oysa ben bu süreçte kendi elimle yalnız otuz bini aşkın insan yetiştirdim. Bu işe meteliksiz başladım, ancak daha sonraları trilyonlarla para harcayarak hepsini silahlandırdım. Sizler ise, “ne de olsa yağmur gibi olanak ve savaşçı geliyor” diyerek bu imkanları çarçur ettiniz. Bunu Botan’da, Amed’de, kısacası her yerde yaptınız. Şimdi bazıları Güney’de bunu yaparak, o yaramaz ve sefil ruhlarını sözüm ona orada doyuracaklar. Her yıl dayattığınız yenilgileri size rağmen karşılayarak dayandık. Benim için savaş bitmedi, tam tersine geçen savaşları bir hazırlık süreci olarak değerlendiriyorum. Diplomasiden savaş cephelerindeki çalışmalara kadar her şey bir hazırlıktan ibarettir. Ve kendimi bu hazırlıklar temelinde yeniden mücadeleye verdim.
Düşman benimle savaştı, siz de ağırlıklı olarak düşmana karşı savaştınız. Bu konuda emeğinizi inkar etmiyor, tam tersine çabanızı sizden daha fazla takdir ediyoruz. Bizim öfkelendiğimiz husus, kendinize yaptığınız saygısızlık ve emeğinize değer biçmemenizdir. Bu konuda öfkelenmenize hiç gerek yok. Kendisine saygısızlık edenlerin ancak kendisiyle savaşma hakkı vardır, vereceği hiçbir sözü de yoktur. Biz bu anlamda sizlerle de savaşarak hazırlıklı hale geldik. Düşmanın bugün çıldırdığı bir konuma gelmesinde benim tarzım sonuç almıştır. Daha düne kadar, bizzat düşmanın içinden gelen bir bilgi şuydu; “Devleti de toplumu da bu hale getirenler başarısızlar, sizin kişiliğinize suikast yaparak kendi kurtuluş yollarını arıyorlar, aman kendinize dikkat edin. Kire bu kadar bulaşmış olanların aklanmaması için kendinizi yaşatın.” Bunu siz değil, düşman cephesinden biri belirtiyor. Biz bu savaşı biraz böyle geliştirdik. Kirli savaşın yürütücüleri kendi toplumuna, hatta kendi devletinin de başına bela getirerek bu sonuca ulaştı. Büyük insanlık savaşımımız, kendimizi büyük inatla buraya kadar getirişimiz düşman cephesini parçaladı ve kirli savaşçıları kendi içlerinde bile taşınamaz bir yük haline getirdi.
Düşman çözülüyor, eğer siz yanlış tutumlarınızla yardımcı olmazsanız yenilecekler. Bu da kaçınılmaz bir yenilgidir. Düşmanın en çok umut bağladıkları sizlersiniz, “mücadele eden bir kişi var, onu öldürürsek bizim savaşmamıza hiç gerek yok, geriye kalanlar zaten kendileriyle savaşıyor” diyorlar. Zaten siz, Ana Karargahımızda bunu kanıtlamadınız mı? Halen bazı raporlarda, “bölüğü dağıtıyorlar” deniliyor. Bugünkü düşman basını bile bunu söylüyor. Kirli özel savaş çetesinin en büyük umutları sizler oluyorsunuz. Benim ölüp ölmemem veya ben ölsem de savaşın yürütülüp yürütmemesi ayrı bir konu. Savaşımımızı kendi ölümümüzle sınırlamıyoruz. Ama düşman için böyle umut olmak sizin için en büyük ayıptır, şerefsizliktir. Bu durumunuzdan kurtulmanın tek yolu bir an önce bu düşmandan kurtulmaktır. Hiç kimse “bu kadarı banadır, bu kadarı bana değildir” demesin. Herkes bu suçta çok büyük bir sorumluluk payına sahiptir.
Siz fazla yorgun değilsiniz, çok genç ve oldukça atılım yapabilecek durumdasınız. Hem büyük bir şansa sahip, hem de savaşın olanaklarına hakimsiniz. Fakat bunun üzerine bu son yıllarda görüldüğü gibi, “ele geçireyim, kendimi yaşatayım” diye hesap yapılmaz. Bunun düşmanın yapamadığını yapmak anlamına geldiğini zaten düşman size söylüyor, ben söylemiyorum. Bu, savaş hainliğinden daha kötüdür. Çok özel bir kontra bile, iç cephede karşıt savaş yürütme ve bizi bitirme işini bundan daha tehlikeli yürütemez. “Keyfimiz, benliğimiz, yaşam hakkımız” diyeceksiniz, böyle yaşam hakkı, böyle bencillik mi olur? Bu yaptığınız bencillik bile değil, güdülerine körce takılıp gitmektir. Bu kadar küçük amaçlar için savaşılır mı? Sizin suçunuz bu kadar bencil davranarak savaşta yalnız kendi komutanızı görmek, savaşın tümünü görmemektir. İliklerinize kadar böylesiniz. Böyle savaşılmaz, bu olsa olsa düşman adına savaşmadır. Düşmanın bu kadar bel bağladığı kişiler artık benim için değersizdir. Halkların huzuruna başarıyla çıkma, halkların tarihine, hele bizim halkımızın biricik özgürlük umuduna böyle başarıyla yaklaşma imkanı doğmuşken, siz kimin adına böyle kalabilir, kimden bu cesareti alabilirsiniz? Bunun kör bencilliğinizden, egoizminizden başka bir izahı var mı? Çok çürümüş, bitmiş tükenmişliğinizden başka bir izahı var mı? Düşman buna umut bağlıyor, çürüyen ve dökülen düşmana böyle umut olmak kimin haddinedir.
Demek ki, çok zor olduğu kadar anlamlı olan önümüzdeki bu tarihi savaş sürecine önderlik tarzımızda yürürken, böylesine görkemli olan mücadele tarihimizi arkamıza almışken, özel savaş cephesinde de insanlık suçu işleyen bu düşmanı karşımıza almış ve bu laneti yok etmek üzereyken herhangi sıradan bir savaşçı gibi, hele hele birçok hata işleyen bir komutan gibi olmanın izahı yapılamaz. Sonuna kadar yenme azmimi, kararlılığımı, en azından verdiğim emek kadar çabamın amansızlığını, tecrübemin gücünü ve bizzat kazandığım mevkileri göz önüne getirerek bu sürece varım diyorum. Sizler de bu işin komutasız olmayacağını düşünüyor ve “başsız yürünmez” diyorsanız, o halde benim varolma tarzıma göre “varım” diyeceksiniz. Özellikle orduda bu kesinlikle böyledir. Yetki alıp kendinizi yaşatmayı asla bir daha değil dilinize, beyninize bile getirmeyin. Bu yetersizliklerle ve yanlışlıklarla değil bizden izin almak, semtime bile uğramayın.
Burada şunu görüyorsunuz; biz parti davasında da, ordu davasında da zayıf değiliz, hükmetmeme gibi bir konumda da değiliz. Bunu görmeme gibi bir durumunuz yok. Size büyük bir şans verilmiştir, oysa siz bunu yanlış anlıyorsunuz. Özgürlük davası öyle kolay değildir. Tarihin bu adlaşma süreci sıradan bir süreç olarak ele alınamaz. Bu mücadelenin iki kelimelik fikri bile beni büyük heyecana getirdi ve mücadele öyle başladı. Bugün başarı bu kadar gerçekleşmeye doğru gitmişken, insan hiç heyecansız durur mu, hiç hücumsuz kalabilir mi, anlayışsız olabilir mi? Bu dönemler kartal kanatla uçma dönemidir. Bu dönemler, yüreğin sonuna kadar haykırdığı ve yaşama hakkına hiçbir dönemde bu biçimde yaslanılmadığı bir dönemdir. Bu dönemler bayram dönemleridir. Sadece ulusal amaçlarımız için mücadele etmiyoruz, sosyalizmimiz dünya halklarının ilgisini çekiyor. En köhnemiş kapitalist ülkelerin aydınlarında bile bir umut yaratıyor. Katliam altındaki bir halkın devrimini başarmakla kalmıyor, en gelişmiş uluslardaki umutsuzluğa da umut oluyoruz. Parti ve savaş gerçeğimiz budur.
Bu şanlı on sekiz yıla büyük değerler sığdırılmış ve en önemlisi de büyük bir patlamanın özgürlük şafağının çarpıcı aydınlığına gelip dayanılmıştır. Her kim ki bunun heyecanını yürekte duymuyorsa, o büyük bir sefil veya münafıktır. Ona hiçbir derman artık çare olamaz. Ama insanın yaşamla, halkıyla ve insanlıkla bağı varsa bu dönemler bayram dönemleridir. Biz bunu, yaşamı bir sigara dumanından veya insanlığın o ilkel dönemlerdeki toplayıcılıkla karın doyurmadan ibaret görmeyenlere söylüyoruz. Ve insan olmanın yüce değerlerine sonuna kadar sahip çıkmanın bir gerçekleşmesi olarak anlam veriyoruz. Bu yılların mücadelesinde haklıyız, haklılığımızı bu yılları kazanıp mücadelenin ürünlerini çok zenginleştirmekle ve bollaştırmakla gösteriyoruz. Mücadele etmenin fikri güzel, maddesi güzel, bundan daha değerli ne olabilir ki. Öfkesi yerinde, sevgisi yerinde, bundan daha yerinde olan ne olabilir ki. İşte size böyle bir yücelikler dünyası veriliyor, bundan daha yüce ne talep edilebilir ki. Parti bu kadar büyüktür ve bunları size, en çok hayata geçirmek isteyenlere sunmuştur. Bundan daha değerli armağan ne olabilir ki. Bunu anlamayan, takdir etmeyen, çok bireyci ve keyfince güya yemek isteyenler kadar zındık olan, hırsız olan kimdir.
Sizlere sunulan şehitlerimizin kanıdır, böyle yüceltilen değerlerin altında yatan adsız milyonlarımızın emeğidir. Bunun kadar kutsal karşılanacak bir değer var mıdır; bu değerlere kadir bilmezlikle hiç yaklaşılabilir mi? Görüyorsunuz ki, parti tarihinin bu on sekiz yılı görkemli, amansız, öfkeli, aydınlıklı, savaşlı, başarılı ve trajik olaylarla geçmiştir. Bunların hepsini iç içe yaşıyoruz. Önümüzdeki günlere büyük bir aydınlıkla ve büyük bir başarı umuduyla ulaşılacaktır. Bu temelde sizleri, tüm PKK’lileri ve onun dostlarını, tüm halkı, her cepheden savaşanları böylesine büyük bir dava partisine, yenmeye doğru ve yenilmezliğe götüren partiye sahip çıkmaya, onun başarısı için bütün yeteneklerinizi bir kez daha göstermeye, imkan-olanakları doğru parti taktikleriyle, en başta onun savaş stratejisi temelindeki gerilla taktikleriyle, döneme uygun planlanmış hazırlık tarzıyla karşılamaya çağırıyoruz. Mücadelenin birinci dereceden sorumluları olarak en başta parti militanlarını bu süreci ideolojik, siyasi, örgütsel yaklaşımlarla karşılamaya; parti içinde, yaşamında ve öncülüğünde onunla uyuşmayan ne varsa silip süpürmeye; doğrular için ne gerekiyorsa onun savaşımını ve başarılı çabasını vermeye çağırıyoruz.
Bu temelde kaybettiğimiz yılları bu eşsiz şansla yeniden değerlendirmeye ve mutlaka başarmaya; affedilecek yanlarınız varsa, kendinizi hızla ıslah ederek çalışmalara katılmaya; başarmak isteyip de başarmamak durumunuzu gidererek yine önünüze verilen bu imkanları ve parti yetkilerini yerinde, yeterlice değerlendirmeye; on sekizinci yılı kendi yaşamımızın tek büyük davası haline getirmeye çağırıyoruz. Bundan sonraki yılları emredilen ve oldukça yakın olan zafer şiarı temelinde yakalamaya; bu temelde kendinizi amansız yoğunlaştırmaya, zaferi kaçırtacak tek bir yetersizliğe fırsat vermemeye ve bu yılları mutlaka zafer yılları haline getirmeye çağırıyor, başarı diliyoruz.
-Yaşasın PKK!
26 Kasım 1996
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Kasım günü 16.00-17.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Haftanin’in Pirbıla köyüne yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havanlarla bir bombardıman düzenlenmiştir. Bombardımanda sivillere ait birçok bağ ve bahçe zarar görmüştür.
- Ayrıntılar
Hiç kuşkusuz bugün Türkiye’de tartışılan en temel konulardan biri, belkide birincisi KCK oluyor. Yargıdan aydınlara, polisten siyasetçilere kadar herkes kendi penceresinden görüş belirtiyor. Herkes kendi kulvarından bir KCK tanımı yapmaya ve bunun “Nasıl tehlikeli bir şey” olduğunu anlatmaya çalışıyor. Tıpkı Mekke’de şeytan taşlar gibi bir şey! Tek yanlı KCK salvoları sürüp gidiyor. İşin garip tarafı, açıktan KCK savunusu yapan sadece bir kişi var. Gerisi hep eleştiriyor, yine eleştiriyor ve doymuyor “Niye Kürtler eleştirmiyor” diyor.
Görüntüye bakınca, olup bitenler boşluğa kurşun sıkar gibi bir şey. Ama tabi gerçek böyle değil. KCK boşluğu ifade etmiyor. Dolayısıyla “KCK eleştirileri” de boşluğa kurşun sıkmak olmuyor. Tersine KCK’yi eleştirenler ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. KCK’de Türkiye’nin en yakıcı gündemi ve en temel sorununun çözüm anahtarı oluyor.
En son KCK tartışmalarına Başbakan Tayyip Erdoğan da katıldı. “KCK operasyonlarının doğru olduğunu ve devam edeceğini” söyledi. KCK’yi eleştirmeyenleri “KCK gerçeğini anlamamakla” suçladı. “TC’ye paralel ikinci devlet olan KCK’nin asla kabul edilemeyeceğini” ifade etti.
Doğru bulunur bulunmaz, ama Tayyip Erdoğan’ın yargı arkasına gizlenmekten vazgeçerek görüşlerini açıkça söylemesi iyi olmuştur. Böylece de “KCK Davası” ve bu temelde geliştirilen operasyonların, “Hukuki bir suç nedeniyle” değil de, tamamen siyasal kararlar temelinde yürütüldüğünü bizzat Başbakan’ın kendisi ifade etmiştir. Belliki bu bir itiraftır, siyasal amaçlarla hukukun kullanıldığının itirafı. “AKP yönetimi demokrasiyi geliştiriyor, diğerlerinden daha iyidir” diyenlere duyurulur.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “KCK’nin anlaşılmadığı” tespitine biz de katılıyoruz. Fakat bunu söylerken de Tayyip Erdoğan’ın KCK’yi anlamadığını görüyoruz. Çünkü “TC’ye paralel devlet” diyor. Oysa KCK (Koma Civakên Kurdistan) kendisini “Demokratik toplum yönetimi” olarak ifade ediyor. “Devlet olmadığını” ve hatta “devlet olmaya karşı olduğunu” açıkça söylüyor. Fakat her türlü yönetimi devlet sayan ve devletten başka yönetim tanımayan anlayışa göre kuşkusuz “Alternatif veya paralel devlet” oluyor.
Tayyip Erdoğan böyle yaparken, başka bazıları da PKK ile KCK’yi aynı sayıyor. Böyleleri “PKK eşittir KCK” diyor. Halbuki bu yaklaşım da kökünden yanlıştır. Biraz Kürt mücadelesini izleyen herkes bunu açıkça görür. PKK bir felsefik-ideolojik çizgi, eğitilmiş bir militan kadro topluluğu; KCK ise çeşitli biçimlerde kendisini örgütlemiş bir toplum, demokratik toplum oluyor. KCK’nin Türkçe’ye en doğru çevirisi “Kürdistan Demokratik Toplumlar Topluluğu” biçiminde yapılıyor. Dikkat edilirse KCK’de “Toplumlar topluluğu” olma esas, yoksa PKK’deki gibi “militan kadro topluluğu” olmak değil. Kuşkusuz bu noktada PKK de KCK’nin içinde yer alır, ama örgütsel olarak KCK PKK’nin içine girmez ve sığmaz.
PKK ile KCK’nin eşit olmadığını tarihsel süreç de doğrular. Geçmişte de PKK ile birlikte ERNK (Enîya Rizgarîya Netewî Kurdistan-Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi) vardı. PKK Kürt sorununu devletçi paradigma temelinde çözmek isterken halk hareketi ERNK idi. ERNK, PKK’nin etkilediği, yönlendirdiği taraftar halk kitlelerini ifade ediyordu. Ancak ERNK ile PKK aynı değildi. O zamanda ikisinin aynı ve eşit olduğunu söyleyenler vardı. Örneğin, o dönemde de TC hükümetleri “PKK eşittir ERNK” diyorlardı. Fakat bunu kimseye anlatamadılar, örneğin Avrupa’ya kabul ettiremediler.
Birebir aynı olmasa da, eğer benzetmek gerekirse KCK geçmişin ERNK’sine benzer, yoksa PKK’nin eşiti olmaz. Tabi ERNK ile de aynı değildir. ERNK devletçi paradigmaya dayalı iken, KCK demokratik toplum paradigmasına dayalıdır. ERNK tümüyle PKK’nin etkilediği Kürt halk kitlelerini içerirken, bu konuda KCK çok daha geniştir. İdeolojik olarak PKK etkisinde olsun olmasın, Kürdistan’daki örgütlü tüm halk kitlelerini kapsamına alır.
Beğenelim beğenmeyelim, KCK bugün Kürt sorununun çözümü için PKK’nin önerdiği toplumsal ve siyasal modeldir. PKK’ye göre en demokratik olan modeldir. Bölünmeyi değil, ülke ve toplum birliğini esas alır. Devleti red ve yok etmez, devlet artı demokrasi formülü ile toplumsal yönetimin paylaşılmasını içerir. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın belirttiği gibi “Paralel devlet” değil, “devlet artı demokrasi” ya da “devlete paralel demokrasi”dir. Eğer bir ülkede demokrasi olacak ve devletin yanında bir de örgütlü demokratik toplum olacaksa, işte bu KCK olacaktır. Demekki KCK olmazsa demokrasi de olmaz. Aynı zamanda Kürt sorunu da çözülmez. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın “KCK olmaz ve yok edilecek” demesi, Türkiye’de gerçek anlamda demokrasi olmayacak anlamına gelir.
Bazıları diyorlar ki, “Sözleşmesini okuduk, KCK’nin kendisi demokratik değil.” Olabilir, KCK’nin demokratik olmayan yanları bulunabilir. Kendisi “Demokratik toplum sistemi” olduğunu iddia ediyor, ama bu iddiaya ters düşen yönleri olabilir. Elbette bunları açığa çıkarmak, tartışmak ve değiştirerek demokratik hale getirmek gerekir. Birincisi, KCK bir Tanrı buyruğu değil, kul yapımıdır! Onu yapan insanlardır, demokratik amaca uygun düşmezse değiştirilip amaca uygun hale getirilir. İkincisi, hem teori hem de pratik olarak KCK tam şekillenmiş değildir, henüz bir tasarı ve taslak düzeyindedir. Dolayısıyla pratikleşme sürecinde gerektiği kadar değişime açıktır.
Yine KCK’ye bakarak bazıları, “PKK Türkiye’nin bir bölümünü kendisi yönetmek istiyor” diyor. KCK’nin veya demokratik özerkliğin böyle anlaşılması da doğru değildir. Oysa PKK açıklamalarında “Şurayı ben yönetmek istiyorum” yoktur, ama “Kürt halkı öz yönetimini kurmalı ve kendi kendini yönetmeli” vardır. Hatta bu istem sadece Kürtlerle sınırlı da değildir. Daha genel olarak “Sivil toplum örgütleri gelişsin, demokratik toplum örgütlensin ve tüm kesimleriyle halk kendi kendini yönetsin” biçimindedir. Zaten gerçek demokrasi ve özgürlük de bu değil midir?
Artık her yerin Ankara’dan yönetildiği, her işi devletin yaptığı, her şeyin merkezden halledildiği devir sona ermiştir. Herkesin yönetime aktif katıldığı ve kendi kendini yönettiği demokrasi devri başlamıştır. Dolayısıyla tüm kesimleriyle bütün halklar ve onlar gibi Kürtler de özgürce örgütlenecekler ve demokratik yönetimlerini geliştireceklerdir. Bunun adı KCK mi, başka bir şey mi olur, o kadar önemli değildir. Önemli olan özgürlükçü ve demokratik özüdür. Dolayısıyla Kürtler de kendi kimlikleriyle özgürce örgütlenecekler ve kendi demokratik yönetimlerini özgürce geliştireceklerdir. Bunun başka bir yolu yoktur.
İyi veya kötü, beğenilir veya beğenilmez, ama PKK, en önemli sorun olan Kürt sorununun demokratik çözümü için bir model önermektedir. KCK veya demokratik özerklik bu çözüm projesini ifade etmektedir. Ancak bunu beğenmeyen ve durmadan eleştirenlerin, AKP dahil siyasi partilerin, gazetelerde yer tutan yazar ve çizerlerin, Kürt sorununun çözümü için hiçbir projeleri yoktur. Kendi projeleri yok, başkasının var olan projesini eleştiriyorlar. Peki “Sizin projeniz nerde?” diye sormazlar mı insana? Yeni anayasa yapıyorum diyen AKP, bu yeni anayasada Kürt sorununu nasıl çözecek, demokratik hak ve özgürlükleri nasıl yerleştirecek? Hele bunları bir açıklasın da, KCK’yi beğenmeyen AKP’nin demokrasi ve Kürt sorununu çözüm projesini görelim!
Ne olursa olsun, artık PKK ya da KCK taşlamakla partiler ve yazarlar hiçbir yere gidemezler. Karşıtını suçlayarak toplumu aldatma devri artık sona ermiştir. Kürtler ve tüm Türkiye toplumu özgürlük istiyor, demokrasi istiyor, barış istiyor. Kürt sorununun demokratik siyaset yoluyla çözümünü istiyor. KCK de öz ve içerik itibariyle işte bu çözümü ihtiva ediyor.
Öz itibariyle KCK olmazsa Kürt sorununun demokratik ve birlikçi çözümü olmaz. Dolayısıyla KCK olmazsa Türkiye’nin demokratikleşmesi ve birliği olmaz. KCK’sizlik Türkiye’nin parçalanması ve faşizm demektir. Şimdi bu gerçekleri görmenin ve tabulardan kurtularak düşünebilmenin zamanı!..
Selahattin ERDEM
Özgür Politika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Kasım günü 18.00-20.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Keşan alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmştır.
- Ayrıntılar