Basına ve Kamuoyuna!
1. 29 Ekim günü 20.00 ile 21.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Xınere’ye yönelik işgalci TC ordusu tarafından savaş uçaklarıyla bir saldırı düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 27 Ekim günü saat 20.00’da Ağrı’nın Doğubeyazıd ilçesinde bulunan subay lojmanlarının güvenliğini alan nöbetçi kulübesine yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Düşmanın ölü ve yaralı sayısı tarafımızca netleştirilemezken, eylemden sonraki gün sabah saatlerinde 3 ambulansla buradaki düşman kayıpları Ağrı’ya götürülmüştür.
- Ayrıntılar
Kendisi olamayanların, yani özgüvenden yoksun olanların varacağı yer başkasına dayanarak yaşama arayışları olur. Bir kere insan kendisine güvensizliği yaşasın gelecek olan artık hep kendisine dayanak aramasıdır.
Son yazımızda belirttiğimiz gibi, “Çok uzatmadan böyleleri çok fazla öbür dünyalara bağlı yaşarlar, böyleleri çok fazla yalana dayalı yaşarlar, böyleleri çok fazla başkalarında yardım beklerler, böyleleri çok fazla tekniğe dayalı ya da çok fazla tekno manyak olarak yaşarlar, böyleleri çok fazla komplo teorileriyle yaşarlar” misali hep çarpık yaşarlar.
İnsan niçin tekniğe aşırı güvenerek yaşar, ya da tekniğe neden bu kadar bel bağlar, ya da neden teknik donanım yoksa insanlar kendilerini eksik ve yetersiz hissederler, ya da neden hep en iyi tekniği bulabilmek için olmadık taklalar atılır ya da ne bilelim neden tekno manyak olunur? Soruları böyle sıralamak mümkündür.
TC devlet yetkilileri oldum olası özgürlük hareketi karşısında en iyi teknik donanımla çıkmayı kendilerine en büyük baş arayış saymışlardır. Öyle ki gerillanın güçlülüğünü çoğu zaman gerillanın ellerinde bulunan büyük teknik donanıma bağlayanlarda doğrusu az olmamıştır. Hatırlayanlar bilir, dönemin sarışın faşist ABD ajanı hanım bizlerin Dersim eyaletinde helikopter hatta kobra tipinden kullandığımızı belirtmişti. Ve nice uçak savarlar, füzeler hem de Stinger türünden olanlarına sahip olduğumuzda doğrusu az söylenmedi. Ve güya ABD’liler bize hep en kaliteli olan M-16 silahlarını da bu zihniyet sahiplerine göre de az vermemişlerdir.
Bilemiyoruz ama Kürdistan’da geçmişte yaşanan birçok direnişte aynı söylemler tekrarlanmıştır. Örneğin Ararat direnişinde güya “binlerce Kürt isyancı katılmış da bunun için kahraman Türk askeri zorlanmış ve bunun için Ağrı direnişi geç ezilmiştir.” Onbinlerce Kürt direnişçisinden bahsediliyor tarihi belgelerinde. Ama direnişin lideri olan Nuri İhsan Paşa ise “bırakın on binlerce direnişçiyi keşke 500 savaşçım olsaydı” diye dert yanıyor. Demek istediğimiz şudur: kendine güvenmeyen zihniyetin, -belki de tarihe karşı haksız oluşundan dolayı duyduğu korkudur- ki bu öz güvensizlik oluşmuş olsun-varacağı yer böyle hayal mahsullü senaryolar üretmesidir.
Evet, özgürlük gerillasının ne kadar gelişkin tekniğe sahip olduğunu, bunu söylemeyenler ise ne kadar dağla bir olduklarını, güya ne kadar dağa alıştıkları yine felaket eğitimlerde geçtiklerini, bu konuda hızını alamayanlar hemen dünya da TC devletiyle araları ne kadar kötü devlet varsa hepsinin de gerillaya eğitim veriyordur gibisine hayalli senaryolarda üretiyorlar. Bunun karşısında TC ordusunun tekniğinin ne kadar eski ve gereksiz olduğu, -son zamanlarda bunu polis teçhizatı için söyler oldular,- yine ne kadar eksik ve yetersiz ve eğitim gördükleri, yine ne kadar dağlarda uzak yaşadıkları derken dünyanın en fakir fukara asker tipini bize çizerler.
Tüm bu hikâyelerin varacağı yer nedir peki?
Öncelikli olarak dünyanın neresinde gelişmiş olan bir teknoloji varsa hemen onun peşinden koşulur, bunun için ne kadar gelişmiş ölüm tekniği varsa ne pahasına olursa olsun satın alınmak istenir, hatta bunun için kalas gibi olan adamlar takla bile atarlar. Silah ise silah, izleme teknikleri ise izleme teknikleri, savunma tekniği ise savunma tekniği, ileri teknoloji ise ileri teknoloji, yeter ki yeni marka olsun, yeter ki Ortadoğu’da bulunmasın, yeter ki biçimi güzel olsun, yeter ki başkalarının verdiği veriler göz kamaştırsın. Yeşil faşist olan başbakanın iki de bir predatörlerin, heronların, süper kobraların peşine nasıl takıldığını bilirler. TC’nin Mehmetçik ve polisçik basınına bakanlar ise neredeyse birçok sayfası dünyanın en gelişmiş ölüm tekniklerine ayırdıkları her halde gözlerden kaçmaz.
Evet, işte özgüvensizliğin yarattığı tekno manyakların varacakları sonuçlardan sadece birkaç tanesini sıraladık. Siz bu çökmüş ve dengesiz ruh haline bir de geri bırakılmış, eğitimsiz, donanımsız derken, küçüklük kompleksli durumu da eklerseniz ortaya çıkacak olan tümden kendisini pazara sunan, af buyurun ama kendisine alıcı arayan o maluma benzeyen bir durum ortaya çıkar.
TC devleti, hükümetleri, teknokratları, müsteşarları, cümle cemaat ordusu ve ne varsa hepsinin ortak fobileri; “yetersiziz, eksiğiz, geri kalmışız, tek başımızayız, dostumuz yok, herkes bize düşman, çevrelenmişiz, kuşatılmışız, bizi parçalamak ve bölmek istiyorlar” gibi hastalıklı fikirlere sahip olmalarıdır.
Siz düşünün böyle düşünen, böyle var olan, böyle yaşayan bir zihniyet, ruh halinin yapacağı ilk elden ne olabilir? İlk elden böylelerinin yapacakları ellerini uzatarak yardım aramalarıdır. Ve bu yardımı da tabii ki kimden isteyeceklerdir diye sorarsak, verilecek cevap kesinlikle bu dünyanın en vurucu güçlerinden denilecektir.
İşte tekno manyaklık dediğimiz durumun kendisi de zaten budur. TC devleti ve yetkililerinin kendilerine güvensizliklerinden kaynaklı dünyanın neredeyse her yerine kendilerini pazarlayarak sözde güven tazeliyorlar. Hâlbuki öz güvensizlik teknikle giderilmez. Giderilemez de. Özgüvensizliğin giderilmesinin birinci yolu ruh halini düzelterek vicdanen rahatlamaktan geçer. Öncelikli olarak suçlu durumdan kendini çıkararak rahatlamaktan geçer. Başka halklara karşı işlenen onca suçu itiraf ederek kendisiyle yüzleşmekten geçer. Belki de TC devlet geleneğinde merhamet yoktur. Ama unutulmasın ki bu coğrafyada yaşayan Ermeniler kadar merhametli kimseyi bulamazsınız, Asurîler kadar kimseyi merhametli bulamazsınız, Kürtler kadar kimseyi merhametli bulamazsınız, Yunanlar kadar kimseyi merhametli bulamazsınız, evet Romenler gibi, Araplar gibi, Türkmenler gibi, Lazlar gibi, Çerkezler gibi, Aleviler gibi, Yezidiler gibi ve gerçekten bu toprakların ne kadar renkli kavmi ve dini inanç gurubu varsa hepsinin merhametli olduklarına inanarak kendinizle yüzleşerek, suçlarınızı itiraf ederek kendinize gelirseniz, öz güvensizliği aşacak ve biraz da olsa güven dolu olarak tekno manyak olmaktan kendinizi kurtararak normal insan olmayı başarabileceksiniz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Ekim günü akşam saat 19.00’da Hakkari’nin Gever ilçesi ile Van yolu üzerinde gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. 4 panzer tarafından korunan ve içinde 50 polisin bulunduğu otobüse yönelik gerçekleştirilen eylemdeki düşmanın ölü ve yaralı sayısı hakkında net bir bilgiye ulaşılamamıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Ekim günü saat 11.00 sularında işgalci TC ordusuna bağlı birlikler Medya Savunma Alanlarına bağlı Kaşura’nın Orê köyü çevresine girmişlerdir. Burada gerillalarımızın direnişiyle karşılaşan TC ordusu askerleri ile gerillalarımız arasında çatışmalar yaşanmış, yaşanan çatışmalarda düşmanın ölü ve yaralıları tarafımızdan netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Ekim günü 14.30-17.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Metina’nın Axin ile Hakkari Tepelerine yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Savaşın Ezgili Şarkısı
Tokluk uğruna aç toprakları süren biz değil miyiz?
Güzellik uğruna çirkin savaşları veren biz değil miyiz?
Namlular gölgesinde aşkları,
ölümler denizinde dostlukları kuran biz değil miyiz?
Demek ki ölüm
korkutmuyor artık
Demek ki gelecek yakın
Ha bugün ha yarın, varacak olan biz değil miyiz?
BERİTAN HEVİ
Tüm şiirler, romanlar, türküler İstanbul Edebiyat Fakültesi'nden Yaşam Üniversitesi'ne taşınacaktı Gülnaz'ın çantasında ve edebileştirilecekti Bêritan'ın yaşamında.
İlk özgürlük havasını Cudi'de soludu Gülnaz. Bêritanlaşacaktı doruklara yakışırcasına.
Hiç bu kadar yürümemiş, hiç bu kadar yorulmamıştı. Onca yorgunluğa rağmen, yaşadığı duyguları her zamankinden farklıydı. Müthiş bir haz ve rahatlık vardı yüreğinde Bêritan'ın. Coşku ve morali en üst düzeyde yaşıyordu. İnsanlara karşı yaklaşımındaki kazanımcılığı ve sınır tanımayan paylaşımcılığı dikkatlerden kaçmıyordu. Bu özellikler yüreklerde derin bir iz bırakıyordu.
Bu yürek nasıl girdi her bir yoldaşın yüreğine? Neydi yürekte somut bulan ve derin iz bırakan? Gelin birlikte gidelim geçmişe. '92'in karesinde tek tek anılar ve yaşanılanlara geri dönelim birlikte.
Geliye Azadi denilir adına bu toprağın. Özgürlük Vadisi! Özgürlüğe susamış insanların özgürlükle kendini varetme savaşımları ülkenin her toprak parçasında yaşandığı gibi burada da yaşanır.
İlkler bu vadide yaşanır o insanlarca. Yıllar boyu yaşamlarında iz süren ilkler! İlk çelişkiler, ilk paylaşımlar, ilk güzellikler, ilk şaşkınlıklar, ilk kişilik çatışmaları, kendini varetme savaşımları yaşanır bu topraklarda.
İlklerin en güzeli ve en deriniyle burada Bêritan daha bir anlam kazandırır kendisine.
Yeniydi Bêritan da diğer arkadaşlar gibi. Savaşa yabancılığımız hat safhadaydı. Hep yolcu uçakları görmüştük yüksek semalarda uçarken ya da filmlerde izlemiştik birilerinin canına kastederken. O yüzden gariptik böylesinin yaşamımızda yer almasına. Daha yeni emeklemeye başlayan çocuklar misali yürümeye yabancıydık anlayacağınız. Demir pençeli kuşlara karşı nasıl korunacağımız noktasında da belirginleşen bir düşüncemiz yoktu.
'Heval no! Bir şeye ihtiyacınız var mı?
Bêritan'ın bu noktadaki farklılığı şuydu yoldaşlar! Kendisi giriyordu inisiyatiflice işlerin içine. Anladığı, kavradığı düzeyle doğru-yanlışı birbirinden ayırt ederek, öngörüyle mevzilendirmesini yapıyordu arkadaşların. Bir de tek tek dolaşırdı mevzileri. Kulaklar yürekten gelen sesi işitirken, gözler parıldardı:
-"Heval no! Bir şeye ihtiyacınız var mı?"
Çoğu kez 'yeni şervan' deyip sıyırırız kendimizi ya da bizden biraz kıdemli eski arkadaşlardan bekleriz birşeyleri. Bêritan yoldaş, yaklaşımlarıyla bunu kıran bir özelliğe sahipti. 'Uzun yol yürüyüşlerinde zaman zaman zorlandığımızda, yeni şervan olan Bêritan'ın silahlarımızı alıp, elimizden tutarak bizi yürütmeye çalışması ne kadar büyük moral verirdi biz yeni şervanlara.'
Bireyin devrimde karar kılarak kendini katması ve bununla kendini yaratmasının somut örneğini Bêritan yoldaşta görmedik mi tarihimizde? Kendini sonsuz adamışlık düzeyi insanı bu kadar güzelleştiren husus olmuyor mu? Bu kadar kısa ancak dopdolu, capcanlı geçen yaklaşık iki yıllık bu yürüyüşe neler neler sığdırılmamıştı ki, ne güzellikler, yücelikler içine almamıştı ki? Çıkan sonuç, bizler açısından devrime katılım konusundaki kararlılık düzeyinin belirleyiciliği oluyor. Ve bunu en yakıcı kendi duruşuyla gözler önüne seren BÊRİTAN GERÇEĞİ.
Yoldaşlık ruhunun en güzelini O'nun şahsında da gördük. Onda insana yaklaşım son derece yargıdan uzaktı. İncitmeden, zorlamadan ve dıştalamadan geliştirilen ilişkiler, yakalanan derin paylaşımlar, 'kavgalı olduklarıyla bile acı vermeyen bir ilişkiyi yakalayarak, yoldaşlığa yaklaşımın nasıl olmasını pratiğiyle çarpıcı koyuyordu.
Sol anahtarı bulmuştu
Artık kış gelmiş, Özgürlük Vadisi beyaz elbiselerini giymişti. Tüm birlikler eğitim sürecine girmişti. Eğitme noktasında kendisine ve çevresindeki arkadaşlara karşı olan duyarlılığıyla Bêritan arkadaşla başka bir anı karesinde karşılaştık.
Oluşturulan gruplara ders verirken, akşam saatlerinde konuk olduk mangalarına. Küçük fanusun etrafında daire şeklinde, yüzüstü uzanan arkadaşların o anki düşüncelerine tanık olduk, bir de oldukça sabırlı, istekli ve teşfikvari yaklaşımlarıyla Bêritan yoldaşa. Amaç net ve bunun için de karar kesin!
-Eğer okuma-yazmayı öğreneceksek, o halde sistemini oturtmalıyız, derken, kendisini kırmak istemeyen arkadaşların farkındadır. Tabii sıkılan ve bu işi istekle yapmayan arkadaşların tepkilerini de alıyordu. Alttan alta gülüş ve bakışıyla köşede oturan bir arkadaş dikkatini çekiyor, hemen "Ne oldu, sen niye okumuyorsun?" derken arkadaşın sıkıldığını anlamıştı.
Sıkıldığını söylememiş, keyfi yaklaşımlarını da kamufle edememiş, utangaç bir çehre yansıtmıştı ortama. Hemen arkası geldi bunları dağıtmaya yönelik.
-Başkanın bir çözümlemesini okuyorum. Haydi gel, sesli okuyorum, sen de dinlersin, derken, ona okumayı sevdirmenin başka bir yolunu bulduğu için de keyifliydi Bêritan. Çözümsüzlüğü görmedik, hep bir alternatif vardı. Buna karşı yaşam sevgisi güçlü olan bir insan ancak bu kadar kararlı bir yaklaşımın sahibi olabilirdi.
Birçok kez Bêritan'ın tok sesiyle Dersim türküleriyle oduna gittik. Mevzi yaptık, mangalarımızı onardık, dik tepelere vurduk su getirmek için. En çoksevdiği; hep doğallığıyla türkü söylemekti.
Sol anahtarını bulmuştu Bêritan. Yaşamın, sevginin, yoldaşlığın ve paylaşımların sol anahtarıyla söylediği türkü, ne büyük bir ezgili direniş türküsüne dönüşmüştü sonraları.
Günleri, sesleri, dakikaları geçirdik. 'Keşke yapsaydık, keşke tanısaydık' dedik bizler de. Ormanlığın içinde yürürken, en güzel gülüşlü fotoğrafı hayalimizde bir kez daha canlanırken, anılarda belleğimizde yer edindi Bêritan yoldaş.
En sıcak zamanlarda bile ateş yakıp, önünde oturduğu, ateşin sevdasını yüreğinde hissettiği başka bir kareye gittik, başka bir arkadaşla. Ateşe karşı duyulan sevgi de farklıydı Bêritan'da. O'nu izlemek ne büyük sabır veriyordu, ne güzelliklere gidiyordu her bir alevin savruluşunda. Kızıl közleri avuçlama istemi doğuyordu yüreğinde. Kırık figürleri tek tek yorumluyordu çevredekilere. Figürlerde gizlenen dans edişlere daha bir anlam yüklüyordu. Renkler yaşamda, sevdada en güzelini çağrıştırıyordu Bêritan'ın beyninde. Kırık figürlerin renk kuşağında, en çok sevdiği eflatun renginde neler görmüştü, neler hissetmişti sizce?
'Özgürlükle nişanlandı'
Yüreğinin dökümlerini yazma istemi gelişince karanlık gecelerde, yardımına çok sevdiği ateş gelmez miydi? Topladığı odunlardan yaktığı ateşin önünde saatlerce yazdığı yazıları, şiirleri kendi sesinden sonrasında yüreğimizi ısıtırcasına dinlemez miydik? Ya da geceye arkadaşlık eden dolunayla paylaşımları, acıları yazmaz mıydı deftere? Ne büyük huzur duyardı ayışığında. Dolaşmak, yazmak, ay ışığıyla, saatlerin, günlerin arkadaşlığı ile ulaşmak derdi Başkan'a.
"Savaştıkça güzelleşir insan be yoldaşlar" diye girdi manganın içerisine neşeyle. Meraklı bakışlar arasında kendisini hazırlamaya başladı gideceği eyleme. Karanlık ve puslu gecelerde, türkü tadında öfkesini dillendireceği silahını aldı. "Temiz!" diye geçirdi içinden. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu, yüreğin yansıması misali! Ancak güzel olan sevilir, öyle ya güzelleşmek için çabalayan da.
Eylem dönüşü uzaktan gördük Bêritan Yoldaşı. Yüzünün sarılı oluşunu görünce, bir tuhaf oldu yüzler. Tepeden kendisini arkadaşların yanına bıraktığında, gözlerinden hüzün, umut, mutluluk karışımı aynı anda okunuyordu. Buruk bir ses tonu hakimdi. Buruktu, çünkü geride 44 özgecan yoldaşını bırakmıştı. Ne de coşkulu halay çekmişlerdi eylem öncesi, "ez xelefim" parçasıyla. Ortama bir hüzün çöktü. İlk elden pansuman yapmak için geldiler Bêritan yoldaşın yanına. Kafasını iki yana salladı ve yara alan yanağını çevirip, gülümseyerek,
-"Nasıl güzelleşmişim değil mi?" derken, savaştıkça varolan, savaştıkça güzelleşen, daha çok yüreklere dem vuran özgecanlara götürdü bizleri.
Ta Cudi'den başladık, Geliye Azadi'ye kadar geldik Bêritan Yoldaşla. Coşkusu, özlemi, acıları, kararı, inadı, doğallığı, paylaşımları ve derin yüreği ile türküler tadında yaşamını dinledik yoldaşların ağzından, sevgi yüklü sözcüklerle.
Bazen iç çekişlerle başlayan gözyaşlarına tanık olduk, bazen de O'nu tanımanın gururuyla buruk bir ses tonuna. En temelde onların yüreğinde iz bırakan; yoldaşlarına karşı gösterdiği ilgi ve paylaşımcılığıydı Bêritan yoldaşın.
Özlemle anıyorlardı, EYLEM GÜZELİNİ!
Her bir nota ne kadar da güzelleştirmişti söylenen türküyü. Ustaca kullanılan müzik aletleri ne kadar güçlü bir sesi ortaya çıkarmıştı. Hep kulaklarda çınlayan ve ritmiyle yüreklerde somutluk bulan....
Bütün kalıpların parçalanmışlığını, doğallığın yanısıra ölçülü ve ilkeli bir duruşu görmedik mi O'nun şahsında? Onca geri yaklaşımlara karşı incinse de güzel yüreği, onların karşısındaki inatçı ve iddialı yaklaşımlarını anımsadık yine. Bağımsız duruşuydu aykırı olarak görünen ya da korkuyla yaklaşılan. Hep bastırma istemi yaşıyordu kadının gerilikleri, Bêritan'ı. Kendisi gibi olmaktan uzak, birileri gibi olmaya karşı ne kadar mücadele verdi Bêritan. Acılar yaşansa da yüreğinde, güzellikler hep kamçılıyordu, çirkinliklere ve geriliklere karşı durduğu için. Özgürlüğün gerekleri daha da somutluk bulmuştu bu yaşamda. Başkan'ın kadında yüzyılların köhnemişliğini nasıl atom misali parçalara ayırdığına bu yaşamda tanık olmuştu.
Özgürlükle nişanlanıp sözleşmesini O'nunla yenilemişti toplumun tüm çirkefliklerine inat! Arayış ve özlem dolu yüreğiyle sevdasının yönünü ülkeye çevirmişti.
Günler geçtikçe sevdası daha bir belirginleşti Bêritan'ın düşüncelerinde, akıp giden coşkulu bir nehir oldu yüreğine. 'Yaşamın ve sevdanın nasılı' somutluk kazanmıştı, Munzur'un paklığı ve coşkusu misali!
Bir istem gelişti, kilometrelerce öteye taşındı beyaz sayfanın sırtında.
-"Önderliğin çözümlemelerinden yararlanarak, bir roman denemesi yapmak istiyorum."
Yaşama, insanlığa, özgürlüğe olan ilgisini bir şekilde çözmeye çalışarak ifade edecekti Bêritan Yoldaş. Daha bir anlam kazandıracaktı yaşananlara tarih açısından. Bir belge olarak da günümüze taşırılma amaçlanmıştı belki de, kim bilir?
Bembeyaz doğa geride bırakılırken, baharın açan kaç renginde pratik heyecanı sarmıştı yürekleri. Ne yoğun istekti? Savaşa aktif katılma, komutanlığında yetkin bir duruşu sergileme noktasında iddialı ve kararlıydı Bêritan. Daha düzenlemeler okunmadan, neler yapacağına dair en küçük bir ayrıntıyı bile kafasında netleştirmişti. Savaşın ezgili türküsünü söyleme düşüncesi ile dolup taşıyordu yüreği. Silahla, savaşla daha bir yakınlaşacaktı özgürlüğe.
Düzenlemeler okunduğunda, Bêritan'ın adı basın kurumunaydı. Kaldırmakta çok zorlandı, ama reddetmedi.
- "Örgütün ön gördüğü şekilde katılım sağlayacağım. Gereklerini layıkıyla yerine getirmeye çalışacağım. Fakat savaşa daha aktif katılmayı istiyordum." dedi.
Teslim olacağını sandılar!
Buruktu, çünkü çok uzun süredir birlikte olan yoldaşlarından uzak kalmak, ayrı düşmek zorlamıştı O'nu. Çelişkiyi görmüş, iyi çözümlemişti. Ne yoldaşlarını ne de örgütü zora sokmayacaktı. Yapılmak istenen geriliklere karşı kararlı duruşu sergileyerek, daha bir mana kazandıracaktı Bêritanlığına.
Zaman tünelinde yolculuğumuza devam ediyoruz. Son durak, Ekim 92 dilimi!
Coşkuların en büyüğünü, paylaşımların en derinini, güzelliğin en yücesini, direnişin en şahikada seyredişini duyumsuyoruz.
Özgürlük doruklarında ihanetçilere karşı söylenen türkülere yenileri eklenecekti. Tok sesleri çınlayarak yayılacaktı Lelikan'ın uçurumlarından ülkeye.
Bir türkü olacaktı direniş, dillerden dillere. Doruklarında boy veren, Bêritanca söylenen. Özgürlük çiçekleri bu türküyle daha bir coşkulu halaya duracaktı, reyhan tadında.
Bir farklı güzelleşmişti Bêritan o gün! Raxtını, silahını kuşanmış, diline doladığı türkünün ezgisiyle koşar adımlarla yaklaşmıştı, tepeye gidecek olanların yanına.
Günlerdir süren çatışmalarda nice özge canı yitirmişti bu yürekler, 44'ler gibi. Onları ve paylaşımlarını düşündükçe, ihanetçilere karşı kini ve öfkesi daha da derinleşiyordu yüreğinde ve beyninde. Mevzide otururken, birden yılların kokuşmuşluğunun tüm çirkinliğini aymazca üzerlerinde taşıyan peşmergeleri gördü. Attığı ilk kurşunla ihanete hedef oldu. Ardı arkası geldi.
Teslim alacaklarını düşündüler utanmazca. Beselerden, Mazlumlardan kalan direniş ruhuydu Bêritanlarda da somutluk bulan. Ülkeye sevdası, en önemlisi de kendini bütünleştirdiği, çözümlediği özgürlüktü Bêritan'ı Bêritan yapan! Attığı her mermide güzelleşen yanları çarpıcı görüyordu, öldürülen çirkinlikleri de. Mermilerinin yavaş yavaş azaldığını fark etti.
'Bijî Serok APO'
Peşmergeler yakınlaşıyordu kendisine. Son mermileri de kullandıktan sonra, silahını parçaladı Bêritan. Özgürlükten yana her şey tertemiz kalmalı dercesine.
Şaşırıp kalmıştılar. Böylesi bir direnişle karşılaşacaklarını ummamışlardı.
Son hayaline dururken Bêritan, umut ve sevda yüklü yüreğiyle, özlem duyduğu Özgürlüğe bir kez daha haykırdı:
"BİJİ BAŞKAN APO!" ve zılgıtlarla güzelliğin doruğunda seyretti savaşında da.
Korkmuştu peşmergeler böylesi gidişten. Korktukları kadar etkilenmişlerdi de yiğit Dersim kızının eyleminden. Ve Bêritan utandırmıştı onları kendilerinden.
Ve bugün,
O'na duyduğumuz özlemlerimizin ve sevdamızın simgesi olarak;
Ülkemizin en güzel çiçeklerinden yapılmış bir buket gönderiyoruz Lelikan diyarına, o güzel insana, KOMUTANLAŞAN BERİTAN'a.
Ve diyoruz ki,
'Onurumuzun korunağı uçurumlar
BÊRİTAN'ı
İhaneti solumayan solukların havası
BÊRİTAN'ı
Naftalin kokulu geçmişlerin çatlağı
BÊRİTAN'ı
Ölümünde BAHARIN TEK ŞARKISI
BÊRİTAN'ı
SEVİYORUZ!'
GÜLNAZ KARATAŞ KİMDİR?
Gülnaz Karataş (Beritan)1971'de aslen Dersimli olan memur bir ailenin çocuğu olarak Solhan'da (Bingöl) doğdu. İlkokulu Elazığ'da okudu. 1989'da İstanbul Üniversitesi İngilizce İktisadi Bilimler Fakültesi'ne kaydoldu. Okulun hentbol takımının kaptanı, en çok kitap okuyan öğrencisi, baskıya gelmeyen-katı kurallara karşı dik başlı özellikleriyle öne çıktı. 1989 Newroz'unda Kürt olduğunu öğrendi. 1990'da nişanlısıyla birlikte PKK saflarına katıldı. Halk içinde örgütlenme çalışmalarında bulunurken tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonra yönünü dağlara çevirdi. 9 Mayıs 1991'de Cudi dağında gerilla birliklerine ulaştı. Karataş, 1992'de takım komutanı olarak Şemdînan'a gitti. 24 Ekim 1992'de Güney Savaşı'na katıldı.
Kendi takımının etrafı çevrilen Karataş, kendisi savaşarak takımını savunmaya alır ve onların geri çekilmelerini sağlar. Bu sırada yanağından, kolundan ve göğsünden yaralanır. Son mermisine kadar savaşır. Sonra silahını parçalar. Parçaladığı silahına sarılır ve "Bijî Serok Apo" sloganını haykırarak kendisini yüksek kayalardan aşağıya bırakır... Beritan Kürdistan'da halk ve gerilla içinde bir efsane oldu. Adına şarkılar, şiirler yazıldı. Berîtan'ın gerilla saflarındayken tuttuğu günlüğü "Turuncu Destan Çiçeğim Özgürlük" adıyla kitaplaştırıldı.
RONAHİ ARARAT
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Ekim günü saat 13.30 sularında Bitlis’in Lêlde alanında operasyona çıkan düşman askeri ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışma sonucunda Adıl Amed – Sinan Peköz isimli gerillamız kahramanca savaşarak şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Öncelikle sömürgeci Türk devletinin ABD’den aldıkları keşif uçaklarının verdikleri bilgiye dayalı olarak gerçekleştirdiği alçakça saldırıda şehit düşen KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rüstem Cudi, HPG Askeri Konsey Üyesi Çiçek Botan, HPG Askeri Konsey Üyesi Alişer Koçgiri ve HPG’nin değerli militanlarından Rozerin, Nazlıcan, Eşref, Roj Amara ve Dr. Amara arkadaşları saygıyla anıyorum. Her birisi Kürdistan özgürlük mücadelesine büyük emekler katmış, özgürlük mücadelesinin bu aşamasına gelmesinde önemli roller oynamış bu Kürdistan fedailerini, Kürdistan halkı unutmayacaktır. Anıları gerilla için bir intikam yemini, Kürdistan halkı için bir serhıldan gerekçesi olacaktır.
Fedaisi olmayan hiçbir halkın varlığı ve özgürlüğü olamaz! Fedaisi, öncüsü olmayan hiçbir halk, büyük bedeller ödemeksizin varlığını koruyamamış, özgür ve onurlu yaşama kavuşamamıştır. Tarih boyunca tüm sömürgeci, zalim ve haksızların güçlerinin sınırını her zaman zulme, haksızlığa, sömürüye uğrayan ve yok edilmeye çalışılan halkların fedaileri, öncüleri belirlemiştir.
Bugün Kürt halkının idam fermanı anlamına gelen Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’ün 29 Ekim’deki ilanından bu yana, Kürt halkını Türk ulus devleti içinde eritmek, yok etmek isteyen ve Kürdistan’ı kendi doğal yayılma alanı olarak gören zihniyetine ilk ölümcül darbeleri de PKK ve onun fedaileri vurmuştur. Bu darbeyle kutsal Mezopotamya topraklarında, Kürtlerin yok edilmeyeceğini, halkımızın yüreğinde sakladığı Kürdistan ülkesinin özgürlük özlemlerinin pratikleşmesinin önüne hiçbir gücün geçemeyeceğini ortaya koymuştur.
Önder Apo’nun ışıklı yolunda ilerleyen PKK’nin öncü-fedaileri tarafından yaklaşık 40 yıldır yürütülen mücadelenin sonucunda, Türk sömürgeciliği tarafından yok sayılan, tam bir soykırım zihniyetiyle yok edilmeye çalışılan Kürdistan halkı ulusal-toplumsal olarak varlığını kesinleştirmiş, yok edilemeyeceğini göstermiş, özgür olma iradesini ortaya çıkarmıştır.
HPG gerillaları, Kürdistan Özgürlük mücadele tarihinin en büyük eylemlerinden birini daha Kuzey Kürdistan’ın Colemerg ilinin Çelê ilçe merkezinde çevresinde gerçekleştirmişlerdir. Gerçekleştirilen bu eylemi, HPG şehit düşen, Rüstem, Çiçek, Alişer, Nazlıcan, Dr. Amara, Roj Amara ve Eşref arkadaşların anısına yapmışlardır. Gerilla Komutanlığı devrimci operasyon olarak değerlendirmiştir. Eylem gerçekten de, bir kahramanlık ve intikam eylemi olmuştur. Bu eylem Türk sömürgeciliğine haddini bildiren bir eylem olmuştur. Bu halkın ve ülkenin sahipsiz olmadığını herkese göstermiştir.
Kürdistan halkının fedailerinin gerçekleştirdikleri bu eylem, Önder Apo üzerinde sömürgeci Türk devleti tarafından en hukuksuz, en ahlaksız ve en alçakça bir biçimde estirilen devlet terörüne karşı gerçekleştirilen bir eylem olmuştur. Esaret altına alınan bir insana, hele hele bir halkın Önderine karşı yapılan bu alçakça saldırılar karşısında o halkın evlatlarının, hele hele fedailerinin sessiz-suskun kalacağını ya da rutin eylemliliklerle bunu karşılamayacağını herkesin bilmesi gerekiyordu. Ki bu konuda Kürdistanlı fedailer her zaman AKP hükümetini ve Türk devletini defalarca uyarmışlardır. Ancak yüzyıllardan bu yana sürdürülen sömürgeciliğin kendilerine kazandırdığı genetik büyüklük kompleksinin firavunlaştırdığı Erdoğan-Gül-Bülent-Çiçek dörtlüsü, adeta bu uyarıları duymazdan gelmiştir.
Yine hemen hemen hergün yasal-demokratik mücadele yürüten ve üzerinde tek bir çakı dahi bulunmayan Kürt siyasetçiler, gençler, kadınlar, yaşlılar onar onar esaret altına alınmaktadır. Bu saldırıları protesto etmek için sokaklara çıkaranlar ise AKP’nin ağzı salyalı polis itleri tarafından linç edilmekte, sokaklar tam bir polis işkencehanesine dönüştürülmektedir. Kürt kadınları-kızları yerlerde sürüklenmekte, hakaretlere uğramakta, gençler öldüresiye dövülmekte, Nusaybin’de çocuklar mayınlı tarlalara sürüklenmektedir. Şimdiye kadar kaç çocuk, kaç genç, kaç kadın Tayyip Erdogan’ın talimatıyla bu sokaklarda yaralandı, katledildi? Sayısı belli değil.
Sömürgeci Türk devletinin cumhurbaşkanı Abdullah Gül eylemden birkaç gün önce bir hançer gibi Kürdistan’ın bağrına saplanmış sınır çizgisinde, elleri Kürt halkının ve gençlerinin kanına bulanmış katil ordu birliklerini ziyaret etmiştir. Bu ziyaretinde, Kato dağında Kürdistan özgürlük gerillalarını şehit eden askerlerini kutlamış, kanlı ellerini sıkmış, “iyi iş başardınız” demiş ve hediyeler sunmuştur. Eksik olan davul-zurnaydı. Kürdistan özgürlük gerillasını şehit eden, katleden işgalci ordusunu kutlarken, büyük zafer kazanmış bir komutan edasıyla başı neredeyse göğe değecekti. Bu ziyaretin hemen hemen her karesi sömürgeci-ırkçı Türk medyasında yoğun bir biçimde işlendi. Sömürgeci-işgal ordu birliklerini saldırganlıkta, Kürt katliamında cesaretlendiren Abdullah Gül, nasıl ki sinsi bir tarzda tam bir gizlilik ve korku içinde geldiyse, aynı şekilde de geri döndü. Tıpkı Afganistan ve Irak’a giden Bush-Obama gibi…
HPG gerillalarının Çukurca eyleminden sonra gerek sözümona kendini liberal, aydın gören Türk cenahından, gerekse de bazı uşak ruhlu, sömürgeciliğe yaranmak ve bir aferin almak için günde kırk takla atan bazı Kürt tiplerinden eyleme dönük bir yığın karalama gelmeye başladı. Barışa sıkılmış kurşun, şiddetle sorunlar çözülmez, kurşun haramdır, süreci sabote eden davranış, dış güçlerin parmağı vb. v.b.
Şaşırmıyoruz!
Sanki ortada bir barış varmış! Sanki ortada samimi- içten Kürt sorununu Kürt halkının halk olmaktan kaynaklanan haklarını kayıtsız-şartsız tanımak isteyen, bunu anayasal güvenceye somut bir biçimde koymak isteyen, genellemeler içinde boğuntuya getirmeden, Cumhuriyetin ilanından bugüne Kürt halkına karşı yapılan katliamları, istiklal mahkemelerinde yargılanıp dar ağaçlarına gönderilen yüzlerce Kürt önderi, fedaisini istiklal mahkemelerinde yargılanıp ulusal-kültürel soykırımları itiraf eden, Kürt halkından özür dilemek isteyen birileri var, sanki bir halkın Önderi haksız yere zindanda ve en ağır baskı ve işkence altında değil… Sanki hergün hergün soykırım operasyonları yapılmıyor! Kürt çocukları bağırtıla bağırtıla, kendini inkar eden ve kendi kendisine ağır bir sövgü olan ulusal andı okumuyor…
Beyler bu AKP hükümeti değil midir, KCK davasından tutuklananlara kendi anadiliyle savunma hakkını engelleyen? Bu sömürgeci hükümetin başı Tayyip Erdoğan değimlidir ki, Önder Apo için, “ben olsaydım, asardım” diyen!
Sizin barış dediğiniz, Takriri sükun, Şark-İslahat Planı, İskan Kanun, Tehcir kanunu, yatılı bölge okullarında Kürt bebelerini Türkleştirme süreçleridir. Birer yeniçeri yaratma girişimidir. Tunceli Kanunu’dur. Dersimin derelerinin kan akmasıdır. Kadınlarımıza, kızlarımıza tecavüzdür. İşkencedir. Sıkıyönetimdir. Jandarma zulmüdür. Kürdün, Kürdistan’ın, diline-kültürüne, tüm değer ve sembollerine hakarettir. Aşağılamadır. Yetmedi, Kürde dışkı yedirmedir. PKK hareketi ve gerilla ortaya çıkmadan önceki yıllardır! Kürdün soykırımının-yokoluşuna az bir zaman kaldığı yıllardır! Böyle bir ortamdır! Kürt halkına boyun eğdirmedir! PKK ve Özgürlük gerillası ortaya çıktıktan sonra da, onbini aşkın faili meçhul cinayettir! Dört bin köyün boşaltılmasıdır. Dört milyon Kürdün ülkesinden, toprağından kovulması, sürgün edilmesidir. Annesiz, babasız kalan çocuklardır…Ve tarifi mümkün olmayan acılar acılar….
Ama bütün bunlar ne hakla yapılıyor Kürdistan’da? Neden?
Herkes vicdanlı ve biraz da olsa ahlaklı olmalı. Kimse bilmemezlikten gelmemeli, Kürtleri de aptal yerine koymamalı. Şark İslahat Planı neden çıkarıldı? Anlamı nedir? Haydi şimdi yaptıklarınızı PKK ile açıklıyorsunuz. Anladık. Ama peki şark islahat planını, Tunceli kanununu, İsmet İnönünün Kürt raporunu daha onlarca rapor niçin hazırlandı. Kürdü bitirmek, Kürdistan’ı yok etmek için değilmiydi?
Türk sömürgecileri Kürdistan’ı sömürgeleştirdi. Ve Kürdü de Türk ulus devleti içinde yok etmek istedi. Halen de, bu politika yürürlüktedir. Kimse ne kendisini kandırsın, ne de Kürtleri kandırmaya çalışsın. Kürdistan sömürgeci Türk devleti tarafından işgal edildi. Her sömürgeciliğe karşı direniş hakkı kutsaldır, savunmak doğal bir haktır. Bir varolma, onurlu-şerefli olup-olmama sorunudur. Türk sömürgecileri katil sürüsü ordularıyla, büyük katliamlarla, darağaçlarıyla, yakıp-yıkmayla bu ülkeyi işgal etti. Eğemenliğini gerçekleştirdi. Şimdi Kürtler, Kürdistanlılar kendi topraklarında artık özgür yaşamak istiyor. Ama buna işgalci- sömürgeci efendilerin büyük, stratejik düzeyde itirazı ve korkunç tepkileri vardır! Neden? Vatanımızı-milletimizi bölüyorsunuz! Peki nerden Kürdistan senin vatanın, Kürt ulusu, senin ulusun oluyor? Demek zorunla, katliamınla, asimlasyonunla, soykırımınla yaptın, bitti diyorsun. Yani Kürt kanına bulaşan ellerinizi şimdi temizleyip üstüne beyaz eldiven geçirince her şey tamam diyorsunuz!
Şeyh Sait isyanının bastırılmasından sonra Vatan gazetesinde, Palu-Genç arasındaki bölgeyi işaret eden haritanın üzerine süngüsünü indirmiş bir sömürgeci Türk askerinin karikatürü vardır. Peki bu karikatürü ne yapacaksınız? Yok mu sayacaksınız? Peki 3 Nisan Ülkü gazetesindeki şu yazıya ne diyeceksiniz? “ Artık bütün dünya Türklerin diğer milletlere gerektiğinde süngü ve kılıcın keskin kenarıyla uygarlık ve özgürlük getireceğini biliyor.” Demek Kürtlere özgürlük ve uygarlığı böyle getirdiniz. Bu tam da İngiltere’nin, Fransa ve diğer sömürgeci güçlerin söylemi değil mi? Peki dönemin Türk dış işleri bakanı Tevfik Rüştü Arasın: “ geri Kürtler yaşam kavgasında kendisinden daha üstün olan Türklerin altında kalmıştır. Bu nedenle de ya ülkeyi terk etmeleri ya da yaşam kavgasında işe yaramaz unsur olarak yok edilmeleri gerekir.” Sözünü ne yapacağız? Tayyip Erdoğan’ın tek vatanı, tek dili, tek ulusu, tek bayrağı kabul etmeyen çeksin gitsin sözünün bu sözden farkı nedir?
Daha önce de, Kürt katliamının fermanını imzalayan Mustafa Kemal de, bir Kürt isyan Önderliği olan büyük şehidimiz Şeyh Sait’in öncülüğündeki isyanın bastırılmasına katılan askerlerini “Türk tarihinde ilk kez kendilerine ait bir ideal, soylu bir amaç için savaşmışlardır” diyerek kutlamıştı. Aynı şeyi İsmet İnönü de yapmıştı. Daha sonraki yıllarda Kürdistan’ı tam bir harabeye çeviren Tansu Çiller denilen caniye de benzer şeyler söylemişti. Geçen yıllarda Tayyip Erdoğan da işgalci Türk ordularını Güney Kürdistan seferinden dönerken kutlamıştı.
Çünkü Kürdistan’ın hakim ve egemenleri ve Kürt halkının üzerinde her türlü baskı-sömürü ve yok etme siyasetini kendi hakları olarak gören sömürgeci efendiler, kendi toprağına, ülkesine, diline, kültürüne sahip çıkan, halk olmaktan kaynaklanan en doğal haklarından yana olan herkesi öldürme, işkence etme, hakaret etme, aşağılama hakkını kendinde görmektedirler.
Onlar vurma hakkına sahip, biz sadece vurulma hakkına sahip ve sadece boyun eğmeliydik!
Onlar tanklarıyla, toplarıyla, uçaklarıyla, jop ve potinleriyle ezme, hakkına sahip, biz ezim ezim ezilirken dahi ses çıkarmamalıydık. Hatta “ bize uygarlık, özgürlük” getiriyor demeliydik.
Onlar dilimizi, kültürümüzü-sanatımızı inkar etme ve aşağılama hakkına sahip, biz sadece kendimizi inkar, kendimize yabancı olmak ve onlara özenmek, Türkleşmek zorundaydık.
Onlar, yüce tanrının yarattığı efendi ve soylu Türk ulusuydu.
Biz, ezilmesi, yok edilmesi gereken, Türklere köle ve hizmetçi yapılması gereken kölelerdik.
Onlar vurunca, şakiyi, eşkiyayı, teröristi vuruyor ve helalinden bir iş yapıyor, bu halkın evlatları kendisini vuranları vurunca, haram bir iş yapmış oluyorduk!
Sömürgeci Türk ordusunun kurşunları helal, Kürdistan özgürlük savaşçılarının sömürgeci zalimlere sıktığı kurşunlar ise haramdı!
Onların orduları olurdu, ama Kürtlerin savunma güçleri olmazdı!
Sömürgeci Türk ordusu saldırır, Kürtler ateşkes yapmak zorundaydı!
Kısacası sömürgeci Türk devleti her şey, biz hiçbir şeydik.
Ancak mücadelemiz bu zihniyete ağır darbeler indirmiş, biz halk olarak kendi topraklarımızda, Kürdistan’da özgür yaşama hakkına sahip olduğumuzu ortaya koyduk. Bu eylem bu hakka sahip olduğumuzu ortaya koyan bir eylem olmuştur.
Kürdistan Özgürlük Gerillalarının Çele’de ortaya koydukları kendi toprağını, kendi değerlerini ve kendi halkını savunma eylemi karşısında bizzat eli Kürt kanına bulaşmış işgalci ordu birliklerini kutlayan, selamlayan, kan dökmesinden dolayı kutlayan sömürgeci Türk devletinin cumhurbaşkanı Abdullah Gül intikam çığlıkları atmaktadır. Aynı şeyi başbakan daha yüksek perdeden tekrarlamaktadır. CHP ve MHP ise tam bir savaş narası atmaktadırlar. Bu çerçevede ırkçılıkla, Kürt inkarıyla zihinleri doldurulmuş, eğitilmiş, kandırılmış, soykırımcı faşizan ruhla sokaklara salınmış kesimler gerçeği anlasalar Kürtlere değil, PKK’ye ve ona savaşçılarına değil bizzat cumhuriyet tarihi boyunca büyük bir stratejik yalanla kendilerini kandıran Türk egemenlerine saldıracakları açıktır. Ancak bugün bu yalanla şişirilmiş, harekete geçirilmiş bu kesimler Kürt halkını özellikle Türkiye metropollerinde sindirme, geri adım attırma uğraşı içine girmişlerdir. BDP’nin çeşitli il ve ilçe binalarına saldırmaktadırlar. Her şeyi tam bir Vandal ruhla yakıp yıkmaktadırlar. Ancak Kürt halkı, gençleri, kadınları ve dostları bu saldırılara cevap vermesini bilecektir.
Yine sınır ötesi operasyon adı altında Güney Kürdistan bölge hükümetini tehdit etmekte ve Kürt kazanımlarını Irak Arap yönetimiyle birlikte kıskaç altına alarak sürekli tehdit altında tutmaya çalışmaktadırlar. ABD’ye bölgede yaptığı taşeronluğun karşılığında aferin almanın rahatlığı içerisinde bulunmaktadırlar.
Kılıçla gelen kılıçla gider! Bu halk kendisini, tarihini, topraklarını, değerlerini savunuyor ve savunacaktır. En doğal ve meşru hakkıdır. Bu Kürtlerin halk olmaktan kaynaklı doğal hakkıdır. Sömürgeci ordu ve polis sürülerine karşı Kürdistan özgürlük gerillasının-fedaisinin yaptığı haklı eylemleri kınamayı bırakın da, asıl bu sömürgeci katil ordu-polis sürülerinin bu topraklarda ne hakla bulunduğuna cevap verin! Yoksa Türk devletinin sömürgeciliğini meşrulaştırmaya devam mı edeceksiniz?
Ey Filistin, Cezayir, Vietnam, Nikaragua, Güney Afrika vb. daha birçok özgürlük mücadelesinin özgürlük gerillasına övgüler dizenler, sözkonusu sizin katil, faşist, soykırımcı ve sömürgeci devletinize karşı direnişe geçerek varlıklarını ve özgür geleceklerini savunan Kürdistan özgürlük gerillalarına karşı neden bu kadar öfkelisiniz? Ama eğip-bükmeden! Stratejik tek vatan,tek millet,tek dil, tek kültür yalanını tekrarlamadan.
Ve biraz da Jean Paul Sartre’nin vicdanıyla…
Herdem Serhildan
- Ayrıntılar
Şehit Çiçek Devrimci Harekatının başarısı karşısında tüm düşman güçleri derin ve büyük bir şoka girmiş durumda. Çaresiz, zayıf, sarsılmış ve umutsuz koca adamlar her fırsatını buldu mu ağlamaklı bir tarzda veryansın ediyor. Bu duruma sebep suçunu arayıp duruyor. Suçlayacak dünya dolusu güç ve ülke buldular birkaç günde. ABD’den Rusya’ya, Yunanistan’dan Suriye’ye, İran’dan İsrail’e onlarca gücün bize yardım ettiğini, bunun sonucunda bu harekatı başardığımızı propaganda ediyorlar. Doğrusu kimse de bunca ülke bize yardım ediyorsa o zaman Türkiye’nin şimdiye kadar neden ayakta kalabildiğini düşünmüyorlar. Yoktan bir senaryo, yalan, uydurma peşinde kendi hata ve suçlarını görmezden geliyorlar.
Açıkçası durum şu;
Söylemiştik.
Ve yaptık.
Sabrımızı zorlamayın dedik mi? Dedik. Değerlerimize saldırmayın dedik mi? Dedik. En hassas olduğumuz konuları bir bir sıralayıp uğraşmayın dedik mi? Dedik. Halkımıza saldırmayın, gerillamıza yönelmeyin dedik mi? Dedik. Önderliğimize saygılı olun dedik mi? Dedik.
Bunların olmaması durumunda, saldırıların devam etmesi durumunda yüzde beşini kullandığımız savaş gücümüzü kullanmaktan kaçınmayız dedik mi? Dedik. Bu dünyayı başınıza yıkarız, ortaya çıkacak durumdan kurtulamazsınız dedik mi? Dedik.
Dönüp bakacağına, saldırıyorlar. Esasında daha ortaya çıkan durumun farkında değil hiç kimse. Nasıl bir durumla karşı karşıya olunduğunun, bu andan itibaren nasıl bir duruma doğru adım adım ilerlediklerinin farkında değiller.
Siz o pek kıymetli siyasetçilerinizi, pek muhterem zatıali Erdoğan paşayı dinlemeyi sürdürün. Duygu sömürülerini, demagojilerini kendinize ilham kılıp yaşamaya devam edin.
Bu duruma sebep suçunuzu söyleyeyim. Kayıtsızlık…
Kürtlere kayıtsız kalmayı tercih ettiniz. Ne söylediler, ne yaptılarsa görmezlikten geldiniz. Katledilmesine, suçlanmasına, hakarete uğramasına göz yumdunuz. Önderliğine saldırdınız. Bebeleri, çocukları polis kurşunları, asker patlayıcılarıyla katlettiniz. Kadınlarını direkt ve yarattığınız geleneklerinizle, vurdumduymazlığınızla öldürdünüz. Gerillalarımız binlerce kiloluk bombaların altında parçalanırken ses etmediniz. Ülkemizin her karışına kurduğunuz karakollarınızdan, Kürdistan ananın, aşığı olduğumuz doğanın her tarafını bombaladınız. Ağaçlarımızı yaktınız, ormanlarımızı kül ettiniz. Tarihi zenginliklerimizi suların altında bıraktınız. Kardeşleri birbirine kırdırdınız. Hakaret, küfür, aşağılama, asimilasyonla kimliksizleştirdiniz. Özünden çıkarıp yabancılaştırdınız.
Sömürge, işgal, soykırım ile Kürtleri ehlileştirmeye, teslim almaya çalıştınız.
Yapmayın dedik, etmeyin dedik, savaş değil barış istiyoruz dedik, kimse ölmeden bu işi çözebiliriz dedik. Dinlemediniz.
Önderliğimiz “bir iyi niyet gösterin bir haftada tüm gerillaları çekeyim” dedi yine dinlemediniz.
Kayıtsız kalmanın en iyi intikam yöntemlerinden biri olduğunda ikna olduğunuzdan bunu denediniz.
Ama yanlış hesap ettiniz. Kürtler, yani bu toprakların sahipleri, bu ülkenin kurucuları, bin yıllara dayalı bir tarihe sahip dünyanın en köklü halklarından birine karşı ciddi bir hata yaptınız. Yok olmaya karşı dirençli, aşağılanmaya karşı öfkeli, barışa ve hakikate tutkulu bir halkı görmemeyi tercih ettiniz.
Buyurun, yarattığınız, oluşturduğunuz tablonun altından kalkın şimdi.
Sanmayın bu kadarla da kalacak. Defalarca uyardığımız ve söylediğimiz gibi artık gerilla sabretmeyecek. Gerilla bu kadar haksızlığa ve adaletsizliğe karşı susmayacak. Kürdistan toprağı üzerindeki özgür yaşam hakkımızı alana dek, bu topraklar ve ülke üzerinde egemenliklerini oluşturan tüm lanetli insanları defedene dek kleşlerimiz susmayacak.
Sanmayın ittifaklarınız, teknolojik destekleriniz durdurabilecek bizi. Tüm cümle alem duysun. Gerillanın zamanıdır şimdi. Bir değil, yüz Çele’ye hazır olun. Nereden, ne zaman geleceğimizi göremeyeceksiniz bile.
…
Bir not da düşelim. Bu gördüğünüzü vahşet olarak adlandıranlar dönüp ordunuzun ve polisinizin yaptıklarına bir daha baksın. Katledilen yoldaşlarımızın ayağına zincir takıp sürükleyen, cenazelerini tekmeleyen, büyük bir gururla öldürmeyi kutsallaştıran ordunuzu görün önce. Vahşet sizin ve medyanızın yaptıklarıdır. Gerçeği ve hakikati gizleyen o pis dillerinizdir esas vahşet. Söküp koparana dek ağızlarınızdan devam edecek bu devran.
…
Sıkıysa gelin diyelim bir de. Hani kıyamet koparıyorsunuz ya, vuralım, asalım diyorsunuz ya. Gelin de görelim.
Kürtlerde bir atasözü vardır. Got û kir mêre, ne got û kir şêre, got û nekir kure kere nêre…
Yani söyleyip yapan merttir, söylemeden yapan aslandır, söyleyip de yapmayan erkek eşeğin çocuğudur…
Mesajı aldınız sanırım…
Pir Kemal
- Ayrıntılar