Rüzgâr eken fırtına biçermiş. AKP 12 Haziran 2011 genel seçimleri ardından ektiklerinin sonuçlarını biçiyor. Aldığı yüzde ellilik oy oranına bakarak kendini kaybeden ve Saddamlaşan duruşun yarattığı kefareti ödüyor. Demokratik siyaseti hakir görüp teslim almak isteyen, seçilmiş milletvekilleri zindanda tutan, siyasi soykırım operasyonlarını sürdüren, Kürtler üzerindeki faşist polis terörünü daha da azgınlaştıran, İmralı ve Oslo görüşmelerinin sonuçlarını elinin tersiyle iterek Kürtlere topyekûn soykırım savaşını dayatan tutumun yarattığı sonuçları biçiyor.
Böyle olduğu için Başbakan Tayyip Erdoğan Oramar savaşı ardından ciddi bir açıklama bile yapamıyor. Suçluluk psikolojisi tümüyle yüzüne yansıyor. Bu nedenle konuşurken başını kaldırıp kameralara bile bakamıyor. Çünkü mevcut yaşananların sorumlusunun ve suçlusunun kendisi olduğunu çok iyi biliyor.
Fakat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın suçlu olduğunu bilip bir suçlu gibi konuşmasına ve davranmasına rağmen, kraldan daha kralcı bazı yağdanlıklar Tayyip Erdoğan’ı aklama ve PKK’yi suçlama gayretlerini her zamanki gibi gösteriyorlar. Bu konuda bazıları o kadar ileri gidiyor ki, söyledikleri sözleri AKP sözcüleri düzeltmek zorunda kalıyorlar. Sanki otuz yıldır süren kesintisiz bir çatışma ve savaş durumu yok da, daha yeni bir silahlı çatışma oluyormuş gibi bir hava veriyorlar. Sanki PKK ateşkes ilan etmiş, barış olmuş, anlaşma sağlanmış da, sonrasında sözünde durmayıp anlaşmayı bozmuş gibi bir ortam yaratıyorlar.
Barış havariliği başını almış gidiyor. Akan kanın durmasından, PKK’nin derhal ve koşulsuz silah bırakmasından, genç ölümlerin sona ermesinden bol bol söz ediliyor. Tabi bu arada yaşadığı çaresizlik ve çözümsüzlük sonucu “PKK başını alsın, nereye gidiyorsa gitsin” diyen de var. Yaşanan olayları derinliğine ve çok yönlü anlamaya çalışarak Kürt sorununun çözümü üzerinde büyük bir ciddiyetle düşünen ve tartışan da.
Elbette konuya ciddiyet içinde yaklaşıp Kürt sorununun çözümü için çare arayanlara diyecek bir şeyimiz yok. Bizim gönlümüz ve çabamız onlarla birlikte. Fakat ciddi ve tutarlı olmayanlara elbette sözümüz var. Her şeyden önce belirtelim ki, herkes ciddi olmak durumunda. Başta Kürt sorunu olmak üzere toplumsal sorunlar ciddiyet ister. Böylesi sorunlara laubali tarzda yaklaşılamaz.
Bu konuda söz söyleyen öyleleri var ki, ‘barıştan’ söz etmeleri, ‘akan kan dursun’ demeleri adeta timsahın gözyaşına benziyor. Bir Kürt, bir PKK’li vurulunca adeta görmez, duymaz oluyor. Ama bir Türk, bir asker vurulursa kızıl kıyameti gösteriyor. Peki kim inanır bu çifte standarda? Türk ve asker olanınki can ve ölüm de, Kürt ve gerilla olanınki can ve ölüm değil mi? Bir PKK’li vurulunca ağzı kulaklarına varanların, bir asker vurulduğunda barıştan ve kan akmamasından söz etmeleri inandırıcı olabilir mi?
Böylelerine şu soruları sormak gerekiyor: Kürt halkının Önder olarak sahiplendiği Abdullah Öcalan ile üçyüzotuzbeş gündür hiçbir görüşme yaptırılmazken, Kürt halkının onuru ve gururu kırılırken neredeydiniz? Kürt gençleri ve kadınları üzerinde polis terörü uygulanırken, Kürt çocukları zindanlara doldurulup tecavüz edilirken, Kürt kızları yatılı bölge okullarına alınıp fuhuşa zorlanırken, Kürt dili ve kimliği yasaklanırken neredeydiniz? Onbine yakın Kürt aydını, siyasetçisi, seçilmiş milletvekili ve belediye başkanı tutuklanıp zindanlara doldurulurken ve anadilleri Kürtçe ile kendilerini mahkemede savunma hakkı bile verilmezken neredeydiniz? Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürülürken, Bekir Kaya şahsında Van halkının seçilmiş iradesi zindana konurken neredeydiniz? Kimyasal Necdet’in savaş uçakları Roboski’de otuzdört Kürdü katlederken neredeydiniz? Urfa zindanında insanlar alevler içinde cayır cayır yakılırken neredeydiniz? Geçen bir yıllık süre içinde AKP polisi ve ordusunun saldırıları altında üçyüz civarında Kürt katledilirken neredeydiniz? Aralık 2011- Mart 2012 arasında Cudi’de yapılan operasyonlar sonucunda üslenme halindeki yirmibeş gerilla katledilirken neredeydiniz? Ağır kış koşulları altında ve kar içinde üslenme halindeki onbeş kadın gerilla alçakça katledilirken neredeydiniz? Bestler’de, Erzurum’da, Dersim’de kar altında kırktan fazla kadın-erkek gerilla katledilirken neredeydiniz?
Bu tablo çok daha fazla uzatılabilir. Belliki Kürt gerillaların direniş eylemleri gerçekleştirmeleri için haddinden fazla gerekçeleri vardır. Saldıranın ve katledenin AKP olduğu, Kürtlerin ve PKK’nin bu saldırılara karşı kendini savunabilmek için direndiği gözler önündedir. Bazılarının bu gerçeği görmemeleri ya da görmezden gelmeleri, sadece çatışmanın ve ölümün Oramar’da yaşandığını öne sürmeleri anlaşılır değildir. Bu durum böylelerinin ne kadar gözü kara katliamcı ya da katliam yardakçısı olduğunu gösterir.
Böyle faşizm yardakçıları yanında bir de gerçeği saptıranlar var. Böyleleri ellerindeki medya gücüne dayanarak kendi hayallerine göre sanal bir PKK yaratıyorlar, kendi uydurma PKK’leri hakiki PKK gerçeğine çarpınca kıyameti koparıyorlar: Kalleşler, hainler, biri diğerini dinlemiyor, verdikleri sözü tutmuyorlar, vs. vs!.. Özellikle son olayda KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı’nın “Verdiği sözü tutmadığını” belirtiyorlar. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan adına hangi sözün verildiğini de kendileri belirliyorlar. Halbuki KCK’nin, belirttikleri gibi bir sözü yok. Sözkonusu “Görüşme, ateşkes, silah bırakma” tartışmaları üzerine KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı “Biz bu tartışmaların içinde değiliz, bunların gerçekle bir ilişkisi yok” biçiminde net açıklama yapmış olmasına rağmen, bu resmi açıklamalar tümüyle görmezlikten geliniyor. Yalan, iftira ve psikolojik savaş olur da bu kadarı gerçekten hiçbir yerde görülmemiştir.
Çatışmalar yoğunlaştığında öne çıkan bir tartışma da “Silah bırakma” olmaktadır. Bir yerde küçük bir gerilla eylemi olsa bazı çevreler hemen “PKK ne zaman silah bırakacak? Hemen silah bırakması lazım” gibi tartışmaları gündeme getiriyorlar. Hatta bazıları ise o kadar ileri gidiyor ki, PKK’nin silah bırakacağı yeri, zamanı, biçimi tartışmaya başlıyor. Tabi böylelerinin silahla ve elinde silah olanlarla hiçbir ilişkileri yok. Ama öyle bir havada tartışıyorlar ki, sanırsın PKK silah bırakmak istiyor, onlara başvuruda bulunmuş, onlar da yer ve zaman belirliyorlar! Halbuki böyle bir şeyin aslı astarı yok. Yani kendi kendine gelin-güvey olma durumu yaşanıyor.
Nedense bu konuları hiç kimse elinde silah olanlara sormuyor. Onların ne düşündüğü hiç dikkate alınmıyor. Dağda silahlı olanların “Silah bırakma” biçiminde bir gündemlerinin olup olmadığına hiç bakılmıyor. Adeta dağdaki silahlı olanlar adına, onlarla hiç ilişkisi olmayanlar düşünce ve karar üretiyor. Bu konuda o kadar ileri gidilip adeta kendilerini de inandırıyorlar ki, sanırsınız PKK adına konuşuyorlar! Bu biçimde toplumun bilinci çarpıtılmaya çalışılıyor.
Halbuki bu konular konuşulacaksa, öncelikle muhataplarının görüşlerine başvurmak gerekir. PKK’ye söz hakkı tanımak gerekir. Oysa böyle yapılmıyor. Ortaya bir sürü “PKK sözcüsü”, PKK adına konuşan çıkmış! PKK’nin silah bırakıp bırakmayacağına bakılmadan, “PKK görüşü” diye bir sürü saçma sapan söz ileri sürülüyor. PKK’yi silahsızlandırmak isteyenler, sanki buna PKK karar vermiş gibi davranıp, “Nasılına” çözüm bulmaya çalışıyorlar. Öyle ki, bu konuda birbirini suçlar hale geliyorlar.
Oysa PKK tarafından “Silah bırakma” veya daha hafifi “Ateşkes” üzerine yapılmış hiçbir açıklama yok. PKK yeni bir stratejik dönemden ve silahlı direnişle Kürt sorununu çözmekten söz ediyor. Elbette bu, AKP’yi yenmek anlamına geliyor. Dahası, Leyla Zana’nın da bir süre önce belirttiği gibi, silahlı gerilla güçleri Kürt özgürlüğünün “Güvencesi” olarak görülüyor. Öyle ya, PKK durduk yere, laf olsun diye silah kuşanıp dağa çıkmadı. Birileri “Silah bırakma yöntemi bulsun” diye de silahlanmadı. Kürt sorunu gibi Ortadoğu’nun en ağır sorununu çözmek için silah kuşanıp dağa çıktı. Peki Kürt sorunu çözülmeden silahı nasıl bırakacak?
Bir de güncel yaşananlar var. Dağda bu kadar silahlı gerilla varken ve bir fedai mücadelesi yürütülürken Kürtler bu kadar inkar edilir, katliama uğratılır, zindanlara doldurulur, kültürel soykırıma tabi tutulurken, acaba gerilla olmasa Kürtlere ne yapılmaz ki?!.. Son doksan yılın acı tecrübesiyle her Kürt bir de bunu hatırlıyor ve her zaman kendine soruyor!
Selahattin ERDEM
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA