Polislere açık çağrıda bulunuyoruz; ülkemizi terk edin, aksi taktirde başınıza geleceklerin tümünde siz kendiniz sorumlu olacaksınız.
Geçmiş yazılarımızın birkaçında Japonların:
“Hırsızlık yapanı bağışlayabilirim, ırza geçeni bağışlayabilirim, adam öldüreni bağışlayabilirim, imparatoruma kılıç çekeni bile bağışlayabilirim, ama polisime el kaldıranı asla!” bağışlamam diye söylediklerini çokça dile getirmiştik.
Yukarıda dile getirilen bu söz polisleri çok sevdikleri için dile getirilmemiştir. Büyük kirli çıkarlarını savunmak için oluşturdukları bu özel savunma gücü egemenlerin, iktidarların, sömürgecilerin, hırsızların, tahakkümcülerin, hiyerarşik yapıların olmazsa olmaz kurumlarından bir tanesi olduğu için devletin göz bebekleri olarak korunmuşlar ve böyle sözleri polisler için sarf etmişlerdir.
Devlet dedikleri insanın kanı üzerinde şekillenen aygıtın en güçlü savunucu bekçileri-geçmişte bunlara hangi isim takılmış olursa olsun-polislerdir. Denilecek ki ordularda vardır. Elbette ordularda vardır. Bu ordular hem içe hem de dışa karşı bu sömürge, kan emmici ve insan emeğini çalan aygıtı korumak için oluşturulmuşlardır. Ve de başka halkların değerlerini gaspı için de bu vurucu ordu güçleri oluşturulmuşlardır. “Şiddet araçlarının kullanımının örgütlü hale gelmesine ordu diyoruz. Devleti ordu etrafında örgütlenmiş bir kurumlaşma olarak görmek daha doğrudur. Devletleri bir iç savaş kurumu olarak kabul etmek lazım” diyor bir yoldaşımız. Bu bağlamda devleti sürekli şiddet üreten bir kurum olarak görmek yanlış olmayacaktır. “Örgütlendirilmiş, sistem kazandırılmış haline de savaş diyoruz. Savaş tamamen bir başkasının ürettiği değerlere el koymak için geliştirilen baskı eylemi oluyor. Savaşın iki karakteri net bir biçimde ortaya çıkıyor: Bir; karşıdakini yok etme, imha etme, öldürme, böylece onun değerlerine el koyma, gasp ve talan etme. İki; iradesini kırma, teslim alma, böylece haraca bağlama değerlerinin bir kısmını alma, onu sürekli kendine hizmet ettirecek, artı değer üretecek bir konuma getirme Savaşın kökeninde gasp, sömürü ve talan vardır. Ürettikleri değerleri sömürmek, talan etmek, gasp etmek kadar, değer üreten, emek gücünü, varlığını gasp etme, teslim etmeyi de ifade ediyor.” Savaşı böyle tanımlamak her halde yanlış olmayacaktır.
Savaşla, şiddetle, baskıyla, zorla, cebren elde edilen bu değerleri daha doğrusu bu gaspı ve talanı koruyan, kollayan, egemenlerce oluşturulmuş olan bu kurumlaşmış yapı polis gücüdür. Her şeyi af edebileceğini ancak; “polisime el kaldıranı asla” etmem sözü böyle anlam kazanan bir sözdür.
Özcesi polisler kirle, kanla, zulümle, insan ölümleri üzerinde oluşturulmuş bir yapının bekçiliği yapan kurumsal bir yapıyı teşkil ediyorlar. Her polis bunu bilerek polislik yapacaktır. Her polis bunun farkında olarak bu “kirli baskı düzenini koruma görevini” yapacaktır.
Bu “kirli baskı düzenini koruma görevi” Kürdistan’da başka ülkelerde icra edildiği gibi zaten yürütülmüyor. Başka ülkelerde daha doğrusu devletlerde bu polis gücü iktidarları, egemenleri ve onların değerlerini korumakla görevli olduğunu yukarıda yazdıklarımızdan anlaşılıyordur. Ancak Kürdistan’da polis bu kirli çıkarları beklemenin ve kollamanın da ötesinde başka görevler üstlenmiştir. Kürdistan’da polislik yapan güç ve güçler öncelikli olarak bir halkın kimliğini eritmenin, kişiliklerini rencide etmenin, onurlarını çiğnemenin de güçleridirler. Polisin bu bakımdan Kürdistan’da öncelikli olarak ilk görevi bir halkı iğdişleştirmenin yani sindirmenin, ürkütmenin, kişiliksizleştirmenin ve de ruhen çökertmenin de adı oluyor. Bu mana da başka devletlerden çok daha ileri düzeyde halkları hiçleştirmenin gücü rolünü oynuyorlar.
Böylesi bir güç Kürdistan’da kabul göremez. Böylesi bir güç ezen ve sömüren iktidarcı güçler için resmi ve hatta hukuki olabilir ama Kürdistan halkı için bu güç gayri meşrudur. Kendi varlığına kasteden bir güç asla ama asla kabul göremez.
İşte Kürdistan’da görev yapacak polisler birde bunu bilerek Kürdistan’da polislik yapacaklardır. Bu bilinçle polislik yapacaklara söyleyeceklerimiz yoktur. Bu türden olanlar zaten faşist, tekelci, tekçi bir devletin bekçi k’leridirler. Ne var ki bunun bilincinde olmadan Kürdistan’a para için, “vatanseverlik” için ya da başka bir amaç uğruna gelenleri uyarıyoruz.
Kürdistan’a gelmeyin.
Kürdistan’da görev yapmayın.
Kürdistan’ı terk edin.
Kürdistan’a tayininizi yapmayın ya da bu görevden ayrılın.
Yok mutlaka Kürdistan’da yaşamak istiyorsanız polislikten istifa edin. Halkımıza zulüm etmemek için bu işe bulaşmayın.
Son zamanlarda polislere özel yöneldiğimizi söyleyenler var. Kendilerini akıllı bilen kimi emniyetçi polis gazetecilerde güya “artık polislere yöneleceğimizin” öngörüsünü yaparak ne kadar analist olduklarını söylüyorlar. Böyle analizcilere ihtiyaç yoktur. Biz alenen, açıkça, herkesin duyacağı bir şekilde söylüyoruz: polisler ülkemizi terk edin. Aksi taktirde olacaklarda, yaşanacaklarda kendiniz sorumlu olacaksınız.
Şimdiye kadar hedef alınan polis eylemleri sadece uyarı amaçlı yapılan eylemlerdi. Bundan böyle uyarmayacağız. Bundan böyle uyarılarımızı sadece ve sadece pratikleştireceğiz. Gerilla söylediğini yerine getiren bir güç olarak söylediklerine bağlı kalacağına inanın.
Kasım Engin