Gezi Parkı etrafında gelişip, giderek siyasal ve toplumsal bir soruna dönüşen gelişmeler bir kez daha konu üzerinde durmayı gerekli kılmaktadır.
Önder Apo’nun ve Kürdistan Özgürlük Hareketinin Taksim’deki direnişi selamlayıp belli bir ağırlık koymaya başlayınca, Taksim’in rengi de, sesi de değişmeye başladı. İlk günlerde hakim olmaya çalışan CHP, Ergenekon, ulusalcı vb. kesimler ortalıkta daha az görünür olmaya başladılar. Bunları alanı dolduran ve belli bir görsellik oluşturan pankart, döviz, slogan v.b’de de görmek mümkündür. Denilebilir ki, Kürdistan ve Türkiye’nin gerçek devrimci-demokratik muhalefet bileşenlerinin ortak mücadele platformu gecikmişte olsa pratik olarak ortaya çıkmış oldu.
Devrim sembollerinin yanısıra, daha çok halkların eşit, özgür kardeşliği, devrim, sosyalizm, demokrasi, demokratik çözüm, Kürt sorunun çözümü, barış vb. kavramlar öne çıkmaya başladı. Öteden sömürgeci Türk devletinin hükümetleri Kürdistan ve Türk devrimci ve demokratlarının biraraya gelerek mücadele birliklerinin gelişmemesi için ellerinden geleni yapmışlardır. Fakat Önder Apo’nun özenle hazırladığı , Kürt sorunun çözümünü ve Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesini öngören projesinin Newroz’da açıklanmasıyla birlikte belki de ilk kez böyle bir çıkışın güçlü bir zemini de ortaya çıkmış oldu. Taksim’deki gelişmeler başlatılan böyle bir sürecin öne çıkardığı olaylardır. Bu konuda yanılmamak gerekir.
Ergenekoncu ve ulusalcıların rejim sözkonusu olduğunda, rejimi koruyacakları çok açık. Öyle görünüyor ki, Kürdistan özgürlük hareketinin konu üzerinde durmasıyla birlikte önemli ölçüde sahneden çekilmişlerdir. Bu çekilme iyi de olmuştur. Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimci-demokrat güçler ile, diğer tüm ulusal, inançsal gruplar ile AKP sömürgeci hükümeti bir anlamda başbaşa kalmış oldular. Böylelikle direniş yeni bir döneme girmiş oldu.
AKP sömürgeci hükümeti ya diyalog yolunu, ya da ezme yolunu seçmekle karşı karşıya geldi. AKP hükümeti özellikle T.Erdoğan’ın ağırlığını koymasıyla birlikte, muhalefeti kırma, bastırma yöntemi önplana çıktı. Aslında birkaç gün önce de, İstanbul Güvenlik kurulu’nun almış olduğu kararlar da bu yöndeydi. 11 Haziran saat 7.30 sularında başlayan bastırma operasyonları bu temelde başlatıldı. Bir taraftan kamuoyunda “ başbakan direnişçilerle görüşecek” beklentisi yaratılırken, öte yandan taksime operasyon hazırlıkları tamamlanarak, pratiğe geçirilmiş oldu. Şu anda bu direniş kırılmaya, ezilmeye çalışılmaktadır. Böyle bir saldırı sözkonusudur. Taksim-Gezi Parkı ne kadar böyle bir saldırıya hazırdı? Bilemiyoruz. Ancak bir anda pankart ve dövizleri toplayabilmeleri ve pek az kişinin direnme konumuna geçmesi, güçlü bir hazırlığın olmadığını göstermektedir.
Saldırı sadece fiziki değildir, psikolojik, ideolojik ve politiktir. Böylesi toplumsal direnişlerin homojen bir kitlesi yoktur, olamaz da. Farklılıklar vardır, olacaktır da. Başta sömürgeci sistemin başbakanı, bakanları, yandaş medyası, polis müdürleri, öncelikle bu direniş kitlesini bölmeye, parçalamaya, bazı grupları ayrıştırmaya, yalnızlaştırmaya çalışmaktadır. Özetle, böl-parçala yönet politikasını son derece kurnazca ve sinsice uyguladıkları görülmektedir. T. Erdoğan, ideolojik-politik olarak “ dış güçler” vb. teraneler tekrar tekrar dile getirmektedir. “Camiye bira ile girmişler, başörtülü bacılarımıza saldırmışlar, Türk bayrağını yakmışlar vb. diyerek açıkça yalan söyleyerek sunni kesimleri ve ırkçıları harekete geçirmeye çalışmaktadır. Öte yandan, ekoloji için mücadele yürütenlerin adeta direnmemeleri gerektiğini salık vermektedir. Özellikle T. Erdoğan, devrimcilerin astığı pankart, bayrak, flama, resim vb. için ise paçavra diyecek kadar alçalabilmektedir.
Şimdi bu saldırı karşısında izlenmesi gereken tutum ne olmalıdır?
Konuyla ilgili önceki yazımızda da söylemiştik. Üçüncü bir çizgi olarak sömürgeci AKP zulmüne karşı ortak, geniş bir cephe örgütlenmesiyle güçlü bir direniş pratikleştirilmelidir.Türkiye’nin demokratikleştirilmesi ve Kürdistan’ın statüsü ile Önder Apo’nun özgürlüğü temelinde, Türkiye ve Kürdistan direnmeli, ama Taksim’in yalnız direnmesi yetmez, başta İstanbul olmak üzere, tüm Türkiye ve Kürdistan direnmelidir. Bu saldırıya güçlü bir karşılık verilerek yeşil faşizm püskürtülmelidir. Bunun için de Taksim platformunun şu saatten itibaren, Tayyip Erdogan ile konuşacak hiç birşeyinin olmaması gerekir.
Sömürgeci hükümet, görüşmek istediği kesimleri ezerek, öylece görüşmek istiyor. Eğer bir görüşme olacaksa,direnişi ezilmiş bir Taksim’in temsilcisi olarak değil, direnişi sürdüren ve dalga dalga her yana yayılan bir direnişin temsilcisi olarak görüşme masasına oturulmalıdır. Direnişi ezilmeye çalışılan bir Taksimin temsilcileri olarak masaya oturmak, sadece ve sadece AKP faşizmini meşrulaştırır. Kürdistan ve Türkiye’de giderek meşruiyetini yitiren bir hükümete, hem de 15 günlük direnişten sonra kendi elimizle meşrulaştırmış oluruz. Tam tersine AKP faşist hükümetinin meşruluğunun giderek yoğunca tartışıldığı bir dönemde, direnişi büyüterek, meşruiyetinin olmadığını iyice açığa çıkarmak gerekir.
Kürdistan Özgürlük Hareketinin, Önder Apo’nun başlattığı müzakere ve diyalogla sonuç alma süreci çerçevesinde üzerine düşeni olanca ciddiyeti ve samimiyeti ile yerine getirdiğini herkes görmekte ve izlemektedir. Ancak sömürgeci Türk devleti hükümetinin bu konuda attığı tek bir olumlu adım yoktur. Atacağına dair de ortada ciddi bir ibare gözükmemektedir.
Sömürgeci AKP devleti Kürdistan özgürlük gerillasının özellikle tam bir disiplin içinde Kuzey Kürdistan savaş sahalarından geriye çekilmesi karşısında, atmaları gereken pratik adımlar vardır. Özellikle Kürdistan’da, “artık Türk devletinin adım atması gerekir” söyleminin, talebinin yükseldiği bir dönemde, “ bakın bu kadar sorun var, nasıl adım atarım” diyerek süreci kendi lehine çevirmeye çalıştığı da görülmelidir. Yani sorunun çözümü, moda deyimle yapması gereken “ yol temizliği” konusunda görevlerini yapmaması için Taksim sürecini kullanmaya çalıştığını görmek lazım.
Yeni bir anayasanın yapımının tartışıldığı bir dönemde, eğer Türk ve Kürt halkları başta olmak üzere tüm inanç ve halklar ile, örgütlü güçleri birlik olursa sonuç alınabilir. Kürdistan statüsü ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi talepleri temelinde güçlü bir direnişi yükselterek sonuç almanın zamanıdır.
Herdem Serhıldan