Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Mart günü saat 06:30 - 08:30 arasında Medya Savunma alanlarımızdan Gare alanı üzerinde, saat 11:00 - 13:00 ve 19:30 - 22:00 arasında Zap bölgesi üzerinde, 5 Mart günü saat 02:00 - 05:00 arasında Metina alanı üzerinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları yoğun keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Neresinden başlayacağımı bir türlü bulamadım. Nihayetinde, en vaktinde başlamaya karar verdim. Rüzgârın yaprağı savurduğu gibi bir uçurum aşkıdır yaşam. Böyle nasıl demeli TİN bir sesi vardır insana karsı. Yani insana sonsuz bir acı hiç bitmeyeninden ve ölüme terk edilmiş umut ağızın gerçeği olmuştu yaşam. Tam bu noktandan sonra yeşermeye başladı yaşam. Belki vaktinden çok geç belki de ayetin şiddeti gibi anında terleten silkelenmeydi benim dağ hikâyem. İlk ayetin dağlara inmesi ve ilk ayetin dağlardan insanlığa ulaşması arasında hiçbir fark yoktur. Hakikat kendini hep tamamlar. Yaşamda ki enerjiyi yeşertir can verir renk katar ve kendinden ötesini lanetler ve yeni anlamlar katarak ulaşır sistemin zavallı insanına. Beyninde milyonlarca parçalar milyon tane boşluklar yaratılan O insanlardandım.
Ben yaşamımı iki ye ayırdım
Kitaptan önce ve kitaptan sonra
İlk ayetin sesini dağlardan duyduğumda lisenin son yılıydı: gözlerime bir kitaplığın rafının ikinci sırasında bir roman yansıdı. romana şiire yazıya hiç ilkimde yoktu yani. O şiddetli yaşam ergenliğinin ve dayatılan baskıcı aile gerçekliğinden başka hiç bir şey anlaşılmıyordu. Sadece gençliğin verdiği özgürlük isteminin deliliği vardı. Yaşamın özgürlük anlayışından uzak bir anlayışlar dünyası vardı: kendime göre bir özgürlük aileye göre özgürlük ve bunların anası olan modernite’nin yarattığı virüslü bir özgürlük vardı. Bunların o kocaman görünen baskı ve istekleri karşısında okumanın değerine ulamsak hakikatin tüm gerçeklerinin onunda secde etmesiydi. Yani yaşamımı ikiye ayırmamı sağlayan bir kitaptı. Bir kavalın ezgisiydi ismi. Sadece ismi hoşuma gitmişti: Beni böyle bir kavalın içindeki gizlenmiş hakikatlere ulaştıracağına nerden bilebilirdim. Gözümün o rafa gitmesi o heyecanın nasıl yaratıldığında ki muammayı halen bulamadım. Zaman Sonbaharın insanı ağırlaştıran doğada manalar aramaya sürükleyen yaşama yönelik vicdanına yönelik bir hesap verme mevtsiydi. O zaman kapımı çalıp içeri girmişti…
Aile ve geçmişin korkuları
Kitabı okumaya başladım ilk günden içindekileri bana öğretilenin tersiydi, ailemin bu kadar ters ve korkunç yaklaşımlarının nedeni sistemin yaratığı tahribatlardan kaynaklı olduğunu belirtebilirim. ilk yasamı orda ilk direnmeyi orda ve ilk yalnızlığı orda öğrendim.. Yalnızlaşıyordum çünkü: Aile geleneği toplum geleneği sistemin çarkına hep su taşıyordu. Elâzığ sistemin en korkunç çuvallar geçirilmiş bir Kürdistan şehriydi bir oyuncak hamuru gibi olmuştu. İnsanları sistemin tüm kalıplarına hazır bir asker misali bir durumla karşılaştırıyor seni. Anne baba ilişkisinden ev ortamını sorgulayan ve toplumu irdeleyen gelişmeler oluyordu küçücük beynimde. Yalnızlığın yoldaşlığını ilk orda tanıdım. Kitapla ailede tartışmalar gelişiyordu ama hep bastırılmış dinden öte bir dogmalarla tıpkı manasız bırakılmak istenen kuran ayeti gibi. Düşündüğümün yaşamda ters resmedilmesi bende artık dayanılmaz anlam kaybına, o yaşamdan öteye yönümü çeviriyordu. Erkeğin liderliği Hakim’ken, kadının yaşamın her yerinde olmasına rağmen, hiç yaşamadığı gerçekliğini çözmeye başladık, bir bebeğin o ilk nefesinizdeki mukadderliğe, maaddi prangaların vurulması, bir koruyucunun günlüğü 25 dil olup insanlığı öldürme, gülümsemeleri bir çiçeğin kendi rahminden yarattığı o hakikat kokularının yitirilmesi ve nicelerinin de yitirilmiş yasam deryası yönümü dağların yaşamına çevirmişti…
Artık kıblem dağlar olmuştu..
Kapitalist modernite’nin yarattığı tüm o ezik duyguların sahibiydim. Az veya çoğu önemli değildi bunları artık biliyordum. Dayanılmaz bir yüktür fark etmek ve yaşayamamak. Bir kadının bir erkeğin bir toplumun veya doğanın artık kendi özünü yaşayamaması beni yalnızlıklara dağlara cevirdi. Ve bunun böyle sürmesi delirmekti ölmekti yaşama ihanettin ta kendisiydi. Evet, kimi zaman fikrinden ödün vermemek için adeta tüm sistemin yarattığı o maddi kalıplar o ailevi kalıplar ve toplumun kalıplarına karşı savaşlar veriyordum, kaybetmiyordum ama ani bir hırs ani bir savaşım gururunun sonradan geçici bir yalnızlık olduğunu anlıyordum artık. Beni bir şeylerde güçlü kılıyordu bu savaşımlar hakikat özgürlüğünün peşine düşmeyi değil, Onu yaşamayı dağlara dönmeyi değil Ona doğru yürümenin vakti olduğunun habercisiydi. Bir haber alır koşarsın ya hiç durmadan işte bende bu habere karşı artık yüreğimi beynimi ayaklarımı durduramıyordum... Ve yürüdüm dağlara..
Dağın farkı neydi?
Bir çocuğun ebeveynlerini görüp koşarak kucağına zıplaması ve o an sonsuz gülücüklerin yüzünde yaratılmasından hiçbir farkım yoktu artık. Yeniden bir doğuş yeniden bir yaşam yeniden var olma gülücükleriydi benimkisi. Yeni bir doğuş sancılar yaşatır insana gülücüklerin tek nedeni sancılardır aslında. Dağlar kişiye direnmeyi iradeyi yoldaşlığı ve ahlakı tane tane peygamber ’sel sabırlarda öğretiyor insana. Bir bebeğin ilk adımındaki ölümsüz gülücüklerin nedenini anlıyordum. Dağlarda bir adım atmanın yarattığı serüvenleri duyguları her an geçtikçe aşkın sevincin kişide yarattığı filizlenmeği yazmak bile insanı kendi hakikatine ulaştırıyor… Dağın insanda yarattığı yoldaşlığı neyle anlatmalı? Bir kadının kendini yeniden yaratması kendi gücünün gerçekliğine ulaşmasını neyle tüm dünyaya duyurmalı? Ve insanı sorgulamalara götürmesini neyle yazmalı? Yaşamadan bilebilir misin?
Neden mi dağlara?
İnsan anıları ile yaşayan bir canlıdır. Sistem yaşamını düşünüp yoğunlaştığım vakitler uçurumlardan bakmış gibi oluyorum. Nasıl yaşanılmış böyle diyor insan kendine. Bu kadar kendi zevklerine düşürülmüş bu kadar bencil hazincı bu kadar yıkımları yaratan bir yaşam tarzının sürdürülmesine insan nasıl boyun eğiyordu? Bu kadar yok edeci bir sistemin kuşağı olmanın ürpertisini anlıyor insan.. Neden mi Dağlara? Denince düşünmeye gerek yok yoldaş Sağına soluna bakmak yeterli. Annenin o bastırılmış sesi yüreğine ulaşmaz mı? Doğacak olan çocuğun özgür yasayamayacağınızı düşünmek yetmez mi? Basit bir ölümü kendine yakıştırabilir mi insan? Bunları düşünmeye zaman veriyor mu sistem… Artık yeter demeli insan haykırmalı durmadan yaşama doğru yürümeli ve Vakti geçmeden kendini adamalı dağlara…
Avareş NİRVANA
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Şengal'de 2 Mart günü yaşanan yoğun çatışmalar da 30 çete öldürülmüş ve 15 üstünde çete yaralanmıştı.
- Ayrıntılar
Size eskilerden çok eskilerden bir hikaye anlatacağım. Maria Magdellena’nın hikayesi ve sizinde çok iyi bildiğiniz bir hikaye. Yapılan bazı araştırmalar ve bazı araştırmacıların görüşüne göre Hıristiyanlığın yeni yeni yayıldığı ve Hz. İsa’nın bir peygamber olarak tanındığı dönemlerde Maria Magdellena İsa’nın sevdiği kız olarak bilinir. Maria Magdellena o toplumun için de fahişe olarak teşhir edilerek tanrılar katında günahkar bellenerek ölüm fermanı verilen birisidir. Ve bu fermanı uygulamak için bir araya gelen kendilerini “günahsız” sayanlar Maria’yı recmetmek için meydanda toplanırlar. Ceza mutlaka hayata geçilecektir, vakit gelmiştir artık. İlk taşı atmak için hazırlanırlar ve birden bire Hz.İsa çıkagelir; yüzünü halka dönerek “ilk taşı günahsız olan atsın “der ve İsa Mesih bu sözü söyledikten sonra herkes elindeki taşı yere atarak dağılır. Çünkü taşı kaldıran tüm erkekler bu konuda yani zina konusunda günah işlemişlerdir.
Şimdi size bu hikâyeyi niye anlatıyoruz; son zamanlarda gündemde olan Özgecan cinayetinin perde arkasıda budur aslında. Binlerce yıldır kadın üzerine yürütülen erkek egemenlikli zihniyetin sonuçlarının birer devamı ve bu zihniyetten kendisini kurtaramayanların vahşetidir. Bu ülkede bu cinayetler ilk değildir ve sonda olmayacaktır. Daha önce Münevver Karabulut’ta böyle katledilmişti. Sorun belli. Sorun beş bin yıllık erkek egemenlikli zihniyetin çözümlenmesi, bilince çıkarılması ve bunun sonucunda da bu kirlenmiş zihniyetten kopuştadır. Yani zihniyet devrimi sağlamaktan geçmektedir.
Yaşanan bu vahşetin asıl suçlusu AKP hükümetidir ve onun iktidara gelişinden beri çıkardığı yasalardır. Bu cinayetlerin ortağı Tayyip’in kendisidir. İktidara geldiği günden beri kullandığı eril ve baskıcı egemen erkek dilden dolayı bu cinayetlerin sayısı artmıştır. AKP hükümetinin kendisi bu cinayetleri engelleyici yasalar çıkartmadığı gibi bu cinayetlere ortak olmuş ve desteklemiştir.
Daha geçen ay;“kadın ve erkek eşit değildir, bu fıtrata aykırıdır” diyen Tayyip şimdi ise Özgecan'ın katillerine en büyük cezanın verileceğini söylemekte ve timsah gözyaşları dökmektedir. Alacağı tedbirler ise; otobüslere buton koymak, alo şiddet hattı açmak, dijital kelepçe sistemi vb. buna kargalar bile güler.
Peki, sormak lazım bu tür tedbirler Münevver Karabulut cinayetinde işe yaradı mı? Veya Güldünya için, Şemsiye Allak için işe yaradı mı? Yaramadı tabii. Yaramadı çünkü pansuman tedbirlerle sorunlar köklü çözülemez. Çözülemediğini de günlük kadın kıyımlarından görüyoruz. Bunun tek çözümü vardır o da; eril, egemen, baskıcı, tahakkümcü erkek zihniyetinin çözülerek terk edilmesidir.
Friedrich Nietzsche devleti şöyle tanımlamıştı: “Bütün soğuk canavarların en soğuğuna devlet denir.” Devlet, soğuk soğuk yalan söyler ve ağzından; ben halkın ve ulusum devletiyim yalanı hiç düşmez. Unutmayalım ki yalancının mumu ancak yadsıya kadar yanar ve ardından da söner, sönmek zorunda kalır.
Gün geçtikçe şiddet toplumu olduk çıktık. Dışarıda, mecliste, evde bir şiddet güruhu almış başını gidiyor. Bu güzelim insanlar nasıl bu hale geldi veya nasıl bu hale getirildik? Bir kartopu yüzünden bir birini öldüren, mecliste bir yasa tasarısı için tekme tokat birbirine giren bu insanlar, nasıl bu hale geldi cevabı belli. Cevabı: erkek egemenlikli devlet zihniyeti.
Peki, buna karşı ne yapılması gerekiyor? Öncelikli olarak dile getirildiği gibi erkek egemenlikli zihniyetin hızla terk edilerek doğaya, insana ve tüm varlıklara yakın duran kadın zihniyetinin ve aklının tüm insanlığa yayılması gerekiyor. Kadının artık sistemden kopması kendi komünlerini ve öz savunmalarını yaratması ve bu eril zihniyetten kopup yeni bir dünya yaratması gerekiyor. Yani bir zihniyet devriminin yaratılması gerekiyor.
Abdullah Öcalan bu durumu “gül devrimi” olarak tanımladı. Kadının kendi meclislerini, kendi komünlerini, kendi sistemlerini kurup bu devletçi ve eril zihniyetten kopması şart. Kadının güçlenmesinin tek yolu kopuştan geçiyor. Kadının köklü bir biçimde erkek egemen gerçekliğinden sadece cins boyutuyla değil; felsefi, ahlaki, siyasal, toplumsal vb. geriliklerin etkisinden kopması gerekiyor. Çünkü gücü olmayanın özgürlüğü eşitliği olamaz. Bunun için birlik olmalı ve gerektiğinde bu kirlenmiş ve insan vicdanını inciten dünyayı yıkmak için ayağa kalkmalıdır. Kadın güçlendikçe egemen zihniyet daha da vahşileşecektir. Çünkü kendi ölümünü ve yok oluşunu görmektedir bu eril zihniyet.
Kazanan ve özgürleşen kadın; insanlığın doğuşu yani aydınlığın doğuşu ve mutlaka ama mutlaka karanlığın batışıdır. Ve bu mücadelenin kazananı kesinlikle kadınlar olacaktır.
Xemgîn Amed
- Ayrıntılar
Öncelikli olarak belirtelim ki; şiddet kültürü iktidar adacıkların oluşumu ile başlamış ve ne zaman ki kendini kurumsallaştırmış ise bu şiddet savaş halini alarak halkların, tüm insanlığın başına bela olarak bugüne kadar gelmiştir.
Bunun için şiddete karşı köklü duruş bireysel karşı duruş ile giderilemez. Köklü karşı duruş bu bağlamda ideolojik bir duruşu gerektirir.
Nedir bu ideolojik karşı duruş?
Şiddetin köklerine inerek oradan alıp getirmek, çözmek ve karşı çözümü bulmayı gerektirir. Bu bizi doğal toplum diye tabir ettiğimiz, insanlığın ilk şiddetsiz hafızasına kadar götürür. Orada varsa bir şiddet o da birilerini tahakkümüne almaktan ziyade yaşam ihtiyaçlarını aşmayacak bir şiddet olacak ki, buna da ne kadar şiddet denilir, bu da tartışmalıktır. Ancak ne zaman ki doğal toplumda var olan; ortakçı, paylaşımcı, barışçı, eşitlikçi ve de adaletli yaklaşımlar, ana yanlı toplum yerine ataerkin hüküm sürdüğü toplum düzenine yerini bıraktı, oradan başlayarak bugüne kadar bu şiddet ve savaş kültürü adım adım gelişti. Ve unutulmasın ki ata erk denilen erkeğe dayalı sistem kendisini devlet haline getirerek kurumlaştırdıktan sonra ise şiddet tümden kurumsallaşarak, önceleri olmayan, ayıplanan adeta normal hale getirildi. Ve nitekim bugün içerisine doğduğumuz dünya maalesef böyle erkek şiddetine dayalı, kadını dışlayıcı bir dünya haline gelmiş ve getirilmiştir.
Bunun için diyoruz ki kadın şiddetine karşı duruş önce ideolojik bir duruşla mümkündür. Önce erkek egemenlikli zihniyete karşı verilecek mücadele ile bu mümkündür. Önce kendi oluşmuş ya da oluşturulmuş olan egemenlikli zihniyetimize karşı mücadele etmemizle mümkündür.
Bu yapıldıktan sonra yapılacak başka mücadele yöntemlerine geçmek daha yerinde olur. Aksi taktirde ormanı bırakıp ağaçlarla uğraşır ya da çok meşhur olan deyimle, bataklığı bırakıp sivrisinekle uğraşmış oluruz ki bu da sonuç vermez. Ya da sonuçları harcanmış olan emeklere denk düşmez.
Evet, önce eril ve egemen zihniyete karşı bulunduğumuz her yerde cephe açmalı ve mücadele etmeliyiz. Önce iktidar zihniyetine karşı durmalıyız. Önce iktidarın en yoğunlaşmış hali olan devlete ve devlet zihniyetlerine karşı durmalıyız. Önce tahakkümün her türlüsüne karşı durmalıyız.
Bunu yaparken de şiddet uygulayan egemen zihniyetlere karşı da elbette çok ciddi bir duruş ve tavır içerisinde olunması şarttır. Ve bunu yaparken kendimizi bunun dışında tutmadan yapmalıyız ki inandırıcı olsun, sonuç alsın.
Bugün Türkiye’de günlük olarak karşımıza kadına el uzatan, şiddet uygulayan, taciz eden vakalara rastlamaktayız. Günlük olarak ruh sağlığımız bu tür vakalarla bozuluyor. Bozmaya çalışıyorlar. Bu sinir bozucu, insanı insan olmaktan utandıran zihniyet bozukluklarına karşı da yapılması gerekli çok şey vardır ve olmalıdır da.
Birçok toplumda -bizim bile bildiğimiz- toplum normlarına uyulmuyorsa sosyal tecrit cezaları vardır. Toplumlar bunu ahlaki değerlerine dayandırarak yapıyorlar.
Örneğin; bazı toplumlarda, toplumun ahlaki değerlerine uymayanları dıştalıyorlar, içlerinde tutmuyorlar, atıyorlar. Yine bazı yerlerde sosyal tecrit dediğimiz, suç işleyen yani toplumun ahlaki değerlerine riayet etmeyenlerle, toplum konuşmuyor. Söz konusu edilen bireyler kendilerini düzeltene kadar bu durum, yani sosyal tecritlik durumu devam ediyor.
Konumuza dönersek; kadına şiddet uygulayanlara, el kaldıranlara, taciz ve tecavüz edenlere ve hakaret edenlere karşı bir hamle biçiminde sosyal tecrit neden uygulanmasın.
Bir ön adım olarak, önce bu tür kişi ve kişiliklere-tahakkümcü ve egemen iktidarcı zihniyete karşı mücadelemizi yürütürken- selam vermeyelim. Selamımızı keselim. Yüzlerine bakmayalım. Yüzümüzü böylelerinden çevirelim. Ve bu eylemimizi bu tür kişi ve kişilikler kadınlardan özür dileyene kadar sürdürelim. Ve bunu bir kampanya olarak tüm Türkiye ve Kürdistan’a yayalım.
Evet, Kadına kem gözle bakan egemen erkek zihniyetine karşı, her yerde bir kampanya biçiminde, “Selam Verme” kampanyasını geliştirerek, hastalıklı olan bu zihniyete her cepheden savaş açalım.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
26 Şubat tarihinde Halk Savunma Merkez Karargah Komutanlığımızca Türk ordusunun çatışmasızlık şartlarını ihlal eden askeri hareketliliklerine dikkat çekilen geniş bir açıklaması olmuştur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 28 Şubat günü saat 08:00 - 15:00 ve saat 21:00 - 00:00 arasında Medya Savunma alanlarımızdan Zap bölgesi üzerinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçlarının keşif uçuşları gerçekleştirirken; saat 12:00 - 12:30 ve saat 14:30 - 15:00 ile saat 00:00'da savaş uçaklarının hareketliliği de yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Kapitalizm özü itibariyle zincerlerinden boşalmış bir bireyciliktir. Bireycilik ise her türlü nefsi düşüştür. Bu bağlamda kapitalist modernist kültüre karşı duruş her şeyden önce bu nefsi düşüşe ya da düşürülüşe karşı duruştur.
Şunu iyi bilelim ki; kapitalizm ideolojisi olan liberalizm her şeyden önce özü itibariyle toplumsal olan insanı toplumsallıktan kopartmadır. Bir bireyi ne kadar toplumda kopartırsa o kadar insan olmaktan, ahlaki olmaktan koparta bilir.
Kapitalist kültür bunu neyle başarıyor, ya da toplumsallığı neyle yıkıyor? Ya da toplumsallığın mezarını nasıl oluşturuyor? Yukarıda ifade ettiğimiz gibi mezar oluşturmayı derin bireycilikle sağlıyor. Kişi birey oldukça toplumsallığa katkılar sağlar, birey olmaktan çıkarsa yani bireycileşirse orada toplumun mezarını kazmaya başlar. İşte mezar kazıcılığın başladığı yer bireyin nefsine yani kişiliğine hakim olup olmamasıyla ilgili bir durumdur.
Kapitalist kültür liberal ideolojisiyle her insanın zayıflığına hitap eden bir kültürdür. Bu bağlamda liberalizm bireyin zayıflıklarını hortlatma ideolojisidir. Bu ise nefstir.
Dikkat edelim kapitalist kültür önce bireylerin güdülerine hitap ediyor. Gösteri bir toplum olarak kendisini şekillendiren bu toplum dışı kültür, bireyi toplumun karşısına dikmek için ya da dike bilmek için elinde ne kadar maddi imkan varsa devreye koyuyor. Maddi imkan her şeyden önce gözle görülenlerdir, elle tutulanlardır, tadılanlardır, kokusu alınanlardır.
Kapitalist modernist kültüre karşı durmak bunun için her şeyden önce kişinin kendisine karşı mücadelesinden geçer. İslami deyimle nefsini terbiye etmekten geçer.
Kapitalist kültür öyle sanıldığı gibi büyük şeylerle insanının terbiyesini bozmuyor. Tam tersine küçük küçük şeylerle insanın terbiyesini bozuyor, insana el atarak kendisine benzetiyor. Öyle ki çoğu zaman içimize sızdırdığı ideolojik bakışını fark etmeden bizi birde bakmışız kendisine benzetmiştir. Bir kere insan kapitalist modernitenin kültürünü edinmiş olsun, ona benzemiş olsun artık orada geri dönüş çok mu ama çok zor oluyor.
Maddi kültür öyle sanıldığı gibi etkisiz bir kültür değildir. Tam tersine insanı zayıf düşüren, etkileyen hatta binlerce kez görüldüğü gibi insanı kendisine karşı çıkara bilecek kudreti olan bir kültürdür.
Tarihteki tüm tasavvufçulara bakalım, peygambersel çıkışlara bakalım hepsinde ortak olan kesinlikle maddi dünyaya karşı uyarıcı olmalarıdır. Çünkü onlarda görmüşlerdir ki maddi kültüre karşı güçlü bir zihinsel duruş olmadı mı, aynen Çernobil vakası gibi insanın içine hem de en derinliklerine kadar sızarak, etkisiz kılabiliyor.
Evet, bunun için her şeyden önce nefs savaşını iyi vermemiz gerekmektedir. Bu ise bir lokma yemekten başlar bir parça elbiseyi giyişe kadar, bir cıncık boncuktan başlar egosunu gösterme zeminini sunmalara kadar, bir kuruş paradan başlar duyguları okşayan maddi değerlere, derken ne kadar böyle insanı sisteme çekebilecek şey varsa oraya kadar götürür.
Sözü uzatmadan belirtelim ki, kapitalist modernist kültüre karşı duruş olmadan gerçek manada sistem içileşmekten kurtulunamaz. Sistemin dışına çıkılamaz. Sisteme karşı alternatif olunamaz.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Şubat günü saat 08:00'de Medya Savunma alanlarımızdan Haftanin alanı sınır hattında bulunan ve işgalci TC ordusu denetiminde olan Maymun tepesi karakoluna ait askerler çevre alanlarda operasyon yapma girişiminde bulunmuşlardır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Şengal de süren direniş hamlesi çerçevesinde 26 Şubat günü saat 11.00 ve saat 15.00’te Suka Jer mahallesi çevresinde çetelere yönelik eylem gerçekleştirmiştir. Bu eylemler sonucunda 2 Daiş çetesi öldürülmüştür.
- Ayrıntılar