“İdamlar 28 Haziran’ı 29’una bağlayan gece, saat 03.00’ten itibaren, şehrin Dağ Kapısı’nın dışında gerçekleştirildi. Açılan hendeklere yan yana dizilen ölülerin, halen Diyarbakır Orduevi Bahçesi ile Alman Hastanesi’nin arasındaki bölgede yattığı rivayet olunuyor “ böyle yazıyor bir tarihçi.
Bir devlet ki katlettikleri insanların ölülerinden korkuyor. Bir devlet ki katlettikleri insanların cenazelerini ailelerine vermekten korkuyor. Kendilerince gerekçeleri var. Bunlar da; mezarları türbeye dönüştürülür, kıble olur, kutsallaştırılır.
Mademki katlettiğiniz insanlar şaki, çete, halk düşmanı, yeni deyiminizle terörist diyorsunuz, o zaman neden öldürüldükten sonra kutsallaştırılsın ki? Neden o insanlar kahraman sayılsın ki?
Madem bölücü, madem kardeşkanı dökücü ve mademki eşkıya hem de zoraki halkın malına, varlığına ve namusuna el koymuşlar, neden halk onlara tapsın ki? Neden halk onları kendilere taç kılsın ki?
Evet, böyle onlarca belki de yüzlerce soru sorabiliriz. Ve her bir soruya verilecek onlarca cevap mutlaka da bulunur herhalde.
Çok uzatmadan bir devlet ki elinden her türlü öldürücü silah var neden bu kadar hileye, komploya, üçkâğıtçılığa ve kalleşliğe başvurur? Bir devlet ki “vücutlarında akan kan asil kandır” ve “ilk insanlık onlardan türemiş” ve tabii ki “tüm dünyaya sadece bir taneleri bedeldir.”
Evet, bu kadar kudretli bir devlet neden ölü insanların bedenlerinden bu kadar korkar ki?
Bu soruya ya da sorulara cevap vermek için herhalde katledilenlerin, idam sehpalarında insafsızca sallandırılanların son sarf ettikleri sözlerden yola çıkarak bulabiliriz.
Bir Cibranlı Xalit-Azadi örgütünün kurucusu ve önderliğidir-“Karşınızda yalnız değilim. Arkamda İran, Mezopotamya ve Türkiye'de muazzam bir Kürt ulusu bulunmaktadır. Bugün beni asıyorsunuz, fakat hiç şüphemiz yoktur ki yarın torunlarımız de sizleri yok edeceklerdir“ demiştir. Ve bu sözler katledenler için oldukça korkutucudur, ürkütücüdür.
Bir Yusuf Ziya “Bize mevki ve rütbe bahşetmek Suretiyle bizi aldatabilirsiniz endişesi içindeydim. Şükür Allah'a ki bizi mermi ve iple karşılıyorsunuz ve bundan dolayı biz hiç pişman değiliz. Verdiğiniz ders sayesinde torunlarımız öcümüzü alacaklardır” demiştir. Ve Yusuf Ziyaların torunları bugün o katliamların hesabını misliyle ödüyorlar.
Bir Şeyh Abdulkadir “Zaten sizler yakma ve yıkma konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz. Burasını da Kerbela'ya çevirdiniz. Şunu biliniz ki dehşet ve insafsızca sömürü ile şan ve şeref kazanılmaz” demiştir. Başka sözler de ekleyerek. Şeyh Abdulkadir’in son sözünü buraya almasakta, faşist bir devletin bugünkü başbakanı İsrail devletine “sizin nasıl insan öldürdüğünüzü, çocuk öldürdüğünüzü bilirim” derken önce Şeyh Abdulkadir’i-ki bir dönemler Osmanlıda Senato başkanlığı yapmış biridir-bu One Minute başbakanın okumasını öneririz. Yakma ve yıkmada kimin şöhret sahibi olduğunu bilmesi için de olsa iyi olurdu.
Bir. Avukat Tevfik “Cesedimi bütün dünyaya gösteriniz ve herkes bilsin ki kişisel haklar için değil, ulusal haklar için savaşıyorum. Yaşasın Kürdistan!... “ derken Binbaşı Kasım’ınızı, Hormek aşiretini ve Nazım Hikmetin dediği gibi “bilmem kaçıncı tuğuna ettiğim ” cümle cemaat işbirlikçilerinizi, hainlerinizi, fesatçılarınızı, fırsatçılarınızı ve de bugün Kürt halkına arkadan bıçak sallayan o beyaz dönmüş, Converso, Mangurt Kürt çıyanlarınızı kast ettiğini herhalde bilecek düzeydesiniz.
Bir Şair Mola Abduhraman “Sefiller!... Sizi ayağımızın altında çok alçak ve küçük görüyorum. Biliniz ki Kürt bir ağaç değildir, ölür fakat eğilmez!.. “ evet, kürdü vurabilirsiniz ama asla boyun eğdiremezsiniz. Hele hele bu halk yeniden doğmuşken, yeniden kendini küllerinden yaratmışken bu daha da böyledir.
Bir Hanizade Şair Kemal Fevzi “Cennet Kürdistan bizimdir. Ev sahibi biziz ve kim ne derse desin biz yine içeri gireceğiz, buna hiç bir güç engel olamaz, çünkü O bizimdir....” Kimin beğenmezse bu ülkeyi, bu toprakları terk edip gitmesi gerektiğini Şairimiz çok çarpıcı cümlelerle dile getiriyor.
Ve birde ulu çınarımız, pir u kalımız, onur abidemiz Şeyh Said “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar “ demiştir. Ve Şeyh Said’in torunları bugün Şeyh Saidleri ve cümle cemaat bu halk için emek saffetmiş, kan akıtmış, çabalamış ne kadar direnişçi varsa hepsini hak ettikleri yere koyuyor. Onure ediyor. Unutulan o tüm kutsal değerleri yeniden tarihin sahnesine çıkarıyor. Ve öyle ki faşist devleti yaptıklarıyla her gün yüz yüze getiriyor. Ve daha da getireceğine dahil söz veriyor.
Evet, birde Şeyh Said isyanı’nı daha doğrusu direnişini birde bu pencere de bakmak anlamlı olacaktır.
Devam edecektir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
9 Temmuz 1937 yılında kendilerini TC'ye satmış kelle avcıları tarafından katledilen Alişer ve Zarife’nin anısını taze tutmak her yurtsever Kürdün bir görevi olmalıdır. Bir yandan Alişer ve Zarife’yi tanımak diğer yandan ise işbirlikçiliği, ihaneti ve de hainliğin varacağı yeri görmek açısından sürekli anılması gereken bir olaydır Alişer ve Zarife’nin şehadeti.
Her yurtsever Kürt çocuğu Alişer ve Zarife’nin hikâyeleriyle büyütülmesi ve yetiştirilmesi gerekir. Kürt kızlarının birer Zarife ve oğullarının birer Alişer olması için ise Alişer ve Zarife’yi iyi tanımak gerekir.
Alişer ve Zarife Kürtlerde birer kahraman olarak ele alınırlar, öyle de anılırlar. Yıllar önce onlarla birlikte yaşayanların dilinden alıntılar yaparak, hem de çok az yorum katarak, Alişer ve Zarife’yi anlatmak daha anlamlı olacaktır.
Kürt aydını ve direnişçisi Nuri Dersimi Zarife için: “O aslan ki, kendi dönemin de okuma- yazma bilen, hem siyasi hem de askeri bir Kürt kızıydı. Çok sefer Alişer bir şey yapmadan önce onun düşüncesini sorar, fikrini alırdı. Ona sormadan karar vermezdi. Zarife savaşçıydı. Çok sayı da bayan da onunla birlik de savaştılar. Onlar da silahlıydılar. Çarpışmalar başlamadan önce silahlı eğitim aldılar, yaptılar” der.
Başka bir akrabası Zarife’nin şahadetinden sonra şöyle anlatacaktır: “Zarife! Bambaşka bir insandı. O Koçgiri'liydi. Kahraman, şair, Kürt davasına inanmış Alişer'in karısıydı. Amcam Kasım’ın oğlu aşiret reisiydi. Nazmiye'de kaymakamlıkta yapmıştı. Aşiretler arasında hatiplik yapardı. Seyit Rıza'ya çok yakındı. Sık sık birbirlerini ziyaret ederlerdi. Seyit Rıza Agdat'ta yaylaya çıkacağımız bir yeri bize temin etti. Oraya ‘ Warê Kasım oğlu ‘ denir. Amcama çok misafir gelirdi. Baytar Nuri'ye ‘ Çolık Nuri ‘ derlerdi. Zarife ve Alişer 'de gelirlerdi. Amcam bu çifte bir ev tahsis etti. Onlarla birlikte yaşadık. Zarife cesur, çok akıllı, silahşor, yiğit bir kadındı. Bu kadını hepimiz, herkes seviyorduk, seviyoruz. Ben onun adını kızlarımdan birine taktım. Ve onun ismini koyduğumu da gizli tuttum. Kızımın aynı onun gibi olmasını istiyordum. Zarife'nin ismi dünyada kalsın, kaybolmasın diyordum.
Zarife misafir ağırlar, bir kadının yaptığı her şeyi yapar ve Kürtlük davası için uğraşırdı. Kışlada (Topuzlu köyü, Askeri konak) bir heyete karşı askeri hareket yaptılar. Heyeti Pardive –Kısık ( Qızıq ) köyü arasında pusuya düşürüp, yüksek rütbelilerle beraber hepsini teslim aldılar. Her şeye el koydular. Birkaç gün sonra aşiret kararıyla teslim aldıkları kişileri serbest bıraktılar. Bu askeri harekâtta Zarife'de vardı. Abim Hıdır ( Xıdır ) kavgacıydı, nişancıydı.. Sürekli Zarife'yi övüyordu. ‘ Zarife bizimle olsun, Hozat’ı teslim almak iş değil’ dedi.” Ve ekledi; “İsimlerini çocuklarımıza verdik. Onları unutmadık”
Başka bir yerde Nuri Dersimi şöyle devam edecektir: “...Alişer, kendi akrabasından Zarife adında bir kızla evlenmiştir. Zarife dahi, kocası gibi Kürt milli davasına bağlı aynı büyük amaçları takip eden eşsiz bir Kürt kızı olduğunu yaşamında doğrudan ispat etmiştir. Zarife Kürt kadınları arasında milli uyanış için eşsiz bir propagandacı olmuş ve Alişer'in milli faaliyetinde onun sağ kolu ve iş arkadaşı olmuştur. Zarife Alişer'e daima, Kürtçe arkadaş anlamına gelen "heval" sözüyle hitap ederdi. Ne yazık ki, duygu ve fikir itibarıyla tam bir birlik olan bu ailenin çocuğu olmamıştı. Zarife uzun boylu, iriyarı ve her konuda bir Kürt fizyonomisine sahip, simasında bir erkek cesaret ve yiğitliği okunan eşsiz bir Kürt kızıydı. Her yıl Dersim'e gider, milli amaçlar hakkında nutuklar söyler ve aşiretler arasındaki çelişkileri ciddi bir hakim gibi hallederdi...” (Kürdistan Tarihinde Dersim).
Alişer’i biraz yakinen tanımak gerekir. “Alişer, 1882 yılında İmranlı–Azger (Atlıca) köyünde doğdu. Aslen Hesenanlılardandır. Öğrenimini Sivas’ta tamamladıktan sonra Mısta Paşa’nın kâtipliğini yapar. Bu kâtiplik görevi nedeniyle tüm aşiretlerle ilişki içersinde olan Alişer, Koçgiri’deki tüm aşiretler tarafından çok sevilen biridir. Alişer, Koçgiri ve Dersim aşiretleri arasında da bir çeşit köprü görevi görür ve birliğin sağlanmasında büyük emekleri olur. Akrabası Zarife ile evlenir. Alişer ve Zarife’nin çocuğu olmamıştır. Alişer, kardeşinin çocuğunu yanlarına alır ve kendi çocukları gibi birlikte yaşarlar.
Kürt Dili üzerinde çalışmalar yapmıştır. Alevi öğretisinin en büyük kaynağı beyitleri, deyişleri ve türküleri Alişer de çok büyük ustalıkla okumuştur.
Birinci emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Rusya ile görüşür, Ermenilerle ilişki sağlar. Kürt örgütlenmesi için çaba sarf eder. Sivas, Malatya ve Dersim bölgelerinde çalışmaların sorumluluğunu alır. 1914 de özgür bir Kürdistan için çalışmalara başlar. Ruslarla görüşür. Ermeni'lerle ilişki sağlar. Sivas, Malatya ve Dersim'de çalışmaların sorumluluğunu alır. Kürt örgütlenmesi için çaba sarf eder.1919 yılında Kürdistan Teali Cemiyetine bir mektup göndererek Dersim ve Koçgiri Kürtlerinin, cemiyete bağlı olduğunu bildirir. Koçgiri Halk Ayaklanmasında oluşan ordunun Komutanı’dır Alişer.
Ankara’nın hazırladığı ölüm fermanıyla birlikte, iç ihanetler, bazı teslimiyetçi aşiretler nedeniyle Dersim’e çekilmek zorunda kalır. Kürdistan Devletinin kuruluş çalışmalarını sürdürür.
1921 yılından itibaren Dersim’de yaşamaya başlayan Alişer ve Zarife, düzenli olarak Seyit Rıza ile görüşmelerine devam ederler. Seyit Rıza’nın yemek masasına oturabilen ve erkeklerle birlikte yemek yiyebilen tek kadın Zarife’dir. “
Alişer ve Zarife Dersim’de gözde olan iki insandır. TC Kemalist devletinin Dersim’e saldırmasıyla birlikte Alişer ve Zarife daha fazla öne çıkacaklarıdır. Alişer, aydın bir komutan olarak tüm cephelerde en etkili savaşı veren isimdir. Zarife ise en etkili savaşanlardandır.
Kemalist devlet ve bazı satılmış hainler Alişer’in Koçgiri direnişindeki rolüne ilişkin 4 Ekim 1922 deki bir oturumda bu durumunu şöyle ifade etmektedirler. “Fevzi Efendi(Erzincan): ”...İşte Ümraniye’den Dersim dahi etkilenmiştir. Ümraniye’de nedenler ve sebepler pek çoktur, fakat siyasi amaç olmadığı tahakkuk etmiştir. Birincisi Alişo gibi bir iki fesadın etkilemesinin ürünüdür...
Pülümür idari amiri, Bursalı Emin Bey Erzincan’ı temsilen milletvekilidir ) “...Bizim bölge arkadaşlarınca bilinen Alişir adındaki tümör... ...Bu adi haydutluğa siyasi bir renk vererek, bundan yararlanmak amacıyla kendisi de içinde meydana atılmıştır. Fakat kalemi ile atılmıştır...
Hasan Hayri Bey ( Dersim ) :“...Asıl baş kaldıranlar, dağlar da Alişir denilen herifle beraberdiler...
Rahmi Apak ise “...İlk olaylarda halkı tahrikte ön ayak olan Alişir'in rolü büyüktü. Koçgiri ayaklanmasında bu adam elebaşı durumunda ve pek çok kötülüklerinde başı olarak ileri atılmıştı... der.)” Türk İstiklal Harbi
Savaş kızıştıkça, düşman işgalinde başarılar elde etmekten zorlandıkça, bu kez tarihin o bilinen ihanet düğümünü yeniden gündeme getirecek ve Enkidularla Huvavaları esir almak ya da katletmek için devreye girecektir. Bu kez Dersim’de Enkiduların adı RAYBER olacaktır. Sözde Seyit Rıza’nın torunudur. Öyle görülüyor ki Alişer ve Zarife’nin pozisyonundan rahatsızdır. Ve öyle görülüyor ki işgalci güçler, aynen Gılgameş gibi kibiri, çekememezliği, maddiyata olan düşkünlüğü, kıskançlığı, tepkiyi, ihtirası müthiş kullanarak yeniden bir Enkidu yaratacaklardır. Bu Enkidu’nun adı bu kez dediğimiz gibi Rayber'dir. “Rayber, Ankara tarafından satın alınmış, devlet için istihbarat yapan, ayrıca kendisi gibi istihbaratçılar toplayan, işbirlikçi bir haindir.
Rayber, Top Ali Ağanın oğlu Zeynel’i çeşitli vaadiler ve entrikalarla Alişer ve Zarife’yi öldürmesi konusunda ikna eder. Böylece hem Alişer ve Zarife gibi Kürt bağımsızlık hareketinin simgelerini ortadan kaldıracaklar, hem de Seyit Rıza ile Abbasan aşiretinin arasının açılmasını sağlamış olacaktı.
Feri Palaxine’ deki mağaraya Zeynel Xıde Murt, Efendiye Wanke Mıste, torne Sure, Celloy Use saldırırlar ve Alişer ile Zarife’yi öldürdükten sonra kafalarını keserler. Her iki kahramanın başları Nurettin Paşa’nın damadı Abdullah Alpdoğan’a teslim edilir. “
Oldukça hainane bir planla Alişer ve onun hevali olan Zarife kalleşçe katledilir, bu yetmeyecektir, Mangurtlar her ikisinin başını keserek faşist devlete götüreceklerdi. Ne de olsa faşist devlet korkulu rüyası olan iki cengâverin ölümlerinin ispatını onlardan isteyecektir.Mangurtlar'da bu isteği yerine getireceklerdi.
Evet, aradan tam 73 yıl geçti. Kürtler, direnişlerine direniş kattılar. Alişerlerin ve Zarifelerin torunları olan gerillalar onların direnişlerini bugün sadece Dersim’de değil Kürdistan’ın dört bir yanında yükseltmektedirler. Her bir gerilla birazda Alişer olmak için Zarife olmak için onların izinden yürümeyi kendilerine şeref bilmektedirler.
Evet, arada tam 73 yıl geçti, ne var ki Rayberler halen yaşıyorlar. Birçok Rayber’e Alişerlerin ve Zarifelerin intikamı için yaşam hakkı bu topraklarda tanınmadı. Hak ettikleri yer nereyse oraya gönderildiler, ancak halen Rayberler gibi olmak isteyenler de vardır. Halen Kürtler arasında nifak tohumları ekmek isteyenler vardır. Halen Kürtleri işgalci bir devlete peşkeş çekmek isteyenler vardır. Böyle Conversolar, yani dönekler aynen 73 yıl önce bugünde Kürt gençlerinin kellerini faşist devlete satmak için yollara düşmüşlerdi. Aynen Rayberler gibi TC askerleriyle mevzilere girerek poz vermektedirler. Kendi halkının cellâdı olmak için aynen Enkidu’lar gibi Huvavaların başlarının kesilmesi için ısrar etmektedirler.
Evet, 73 yıl öncesine göre çok şey değişmişti. Her şeyden önce Kürtlerin özgürlükçü evlatları Alişer ve Zarifelerin öz evlatları bugün Kürdistan dağlarında inadına bir direnişe geçmişlerdir. Onlar, kendilerine öncülük etmiş olan Alişerlerini ve Zarifelerini unutmamışlardır. Bırakalım unutmayı, bugün gerilla, Alişer ve Zarife’leri ölümsüzleştirmek için dağların doruklarında özgürlük türküsünü her zamandan daha gür haykırmaktadırlar.
Ve Alişer’in dediği gibi:
“Gönül gel gezelim Munzur dağını
Ne hoş memlekettir ili Dersimin
Seyran eyliyelim Sultan dağını
Ne hoş çiçektir gülü Dersimin
Nice Padişahlar geldi cihana İli almak için düştü gümana
Her bir bir çeşit atmış bir yana
Kesilmemiş kıylü kali Dersimin
Arslanlar yurdudur tilkiler girmez
Gerçekler sırrıdır akıllar ermez
Evliyalar gülüdür zalimler dermez
Ona bağlıdır yolu Dersimin”
…
Fikret Artım
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Temmuz günü sabah saatlerinde Hakkari’nin Geliyê Dizê alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon aynı gün akşam saatlerinde sonuçsuz geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Temmuz günü saat 07.00 sularında Amed’e bağlı Lice-Kulp karayolunun 2. Kilometresinde zırhlı araçlarla operasyona çıkan TC ordusuna ait bir panzere yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda panzer içindeki askerlerle birlikte imha edilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 5 Temmuz günü saat 12.30 sularında Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinde bulunan Gürbulak Sınır Kapısı yakınlarındaki Tevle köyü yakınlarında TC ordusuna ait dağ geyiği tipi zırhlı araca yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Pervari şehitlerimizin anısına gerçekleştirilen eylem sonucunda zırhlı araç tamamen imha edilmiş, içindeki askerler de öldürülmüştür.
- Ayrıntılar

Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Temmuz günü saat 23.00 sularında Şırnak’ın Beytüşşebap ilçe merkezinde gerillalarımız tarafından Girê Sor, Bayrak Tepesi, Küçük Kato ile Bêyolkê Tepesinde 4 ayrı eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar

Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Temmuz günü saat 20.00’da Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Qertmine alanı yakınlarında bulunan Botaş’a ait petrol boru hattına yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Kürdistan işgal edilmiştir ve sömürge bir ülkedir Siz buna eski klasik sömürge deyin ya da yeni sömürge deyin ya da İsmail Hoca gibi Kürdistan sömürge olarak kabul bile edilmiyor deyin. Tanımız ne olursa olsun varacağınız yer Kürdistan’ın işgal edilmiş olduğu gerçeğidir. Kürdistan’ın sömürge hatta uluslar arası bir sömürge olduğu gerçeğidir.
Toprakları işgal edilen, sömürge pozisyonunda tutulan halkların öncüleri olarak öne çıkanların, tüm zorluklarına rağmen direnişe geçenlere verilen ad “ÖZGÜRLÜK DİRENİŞÇİLERİ” ya da “ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARI” tanımıdır. Başka bir anlatımla haksız, rencide eden, onur kıran, kişiliksizleştiren, küçük düşürücü, insanlıktan atan ve çıkaran tüm uygulamalara karşı başkaldırıştır. Daha da ileriye götürürsek; bu topraklarda yaşayan gelecek aydın ve müreffeh günler için etini dişine takarak bu halk için gerekirse canını feda etmedir.
Birkaç yıl önce yazdığımız bir makalede: Terör ya da terörizmi: “„Terörizm genellikle; terör tohumlarını atmak yani kurbanlar kategorisindeki diğer insanların aşırı korkması amacıyla, kurbanlar kategorisindeki insanlara karşı yapılan eylemler olarak tanımlanır. Bu, ‘diğer insanların’ gelecekteki davranışlarını değiştirmek amacıyla yapılır“ alıntısını saygın yazar İmmanuel Wallerstein’den almıştık. Yine devamında da: “Yukarıda ki tanımlama da yola çıkacak olursak TC devletinin ilk kuruluş yıllarından başlayarak insanlara ve halklara yaşattıkları hep terör ve terör yöntemleri olmuştur. Hatta daha gerilere giderek Osmanlı devletinin birçok yönüyle terör uygulamalarını sistematik olarak kullandığını söylemek yanlış olmaz“ demiştik.
TC devleti, tarihinde rastgele binlerce insanın katlettiğini hepimiz biliyoruz. Bilinçli katletmeleri ise zaten Ermeni soykırımından gördüğümüz gibi sistematik yok etme olduğu için insanlık buna jenosit dedi.
Ve aynı bu gelenekten gelen TC devletinin hükümeti ve hükümetleri, ordusu, yazarçizerleri bizi teröristlikle suçluyorlar. Bizi terörist olmakla itham ediyorlar. Terörizmi yukarıdaki tanımlamaya göre ele alırsak terörizmi kimlerin uyguladığı apaçık ortadadır. 17 bin-çoğu zaman rastgele-katledilmiş sivil insan söz konusu iken ve çoğu zaman bu insanlarımızı sadece ürküterek mücadelemizde uzaklaştırmak için bunu faşist tarzda uygulamışken nasıl oluyor da biz terörist oluyoruz? Başkasının topraklarını zoraki işgal ederek, dilini yasaklayarak, okullarına izin verilmeyerek, yeraltı yer üstü zenginliklerini hatta tarihi dokularını yok ederek çarçur etmişken, doğasıyla oynamışken o kadar zengin topraklara sahip bir ülkemiz varken insanlarımızın açlık sınırlarında tutulması hatta başka yerlere hizmetçi olarak gitmesi günlük olarak yaşanırken nasıl oluyor da biz teröristiz?
Açın uluslar arası yasaları, hukuk normlarını bir yerde işgal varsa eğer bu işgale karşı direniş varsa buna kimse terörizm demiyor. Ama bir devlet son zamanlarda faşist Türk devletinin yaptığı gibi sivil insanları katlediyorsa, çocuklara işkence yapıyorsa, legal siyasetçileri tek bir kurşun sıkmadıkları halde tutukluyorsa, tarlasında çalışırken 70’lik anaları vuruyorsa, kendi korucusunu araziye çıkarıp pusuda katlediyorsa, havanla Ceylanları vuruyorsa, 12 yaşındaki Uğurları üstüne 13 kurşun yağdırarak katlediyorsa, televizyonlarının önünde gencecik çocuklarının kollarını kırıyorsa, coplarla it sürüsü gibi çocuklarının üzerine sürüyorsa, gencecik kızlara okullarda devlet eliyle zoraki tecavüz ediliyorsa bunların tümüne uluslar arası normlar terörizm diyor. Ve bunu yapan eğer bir devlet ise buna devlet terörü diyorlar.
Evet, TC devleti terörist bir devlettir. Ve ikide bir televizyonlarda, medyada, radyoda “terör ve terör sorunu” diyerekten bizi kast etmeleri sadece bir kelimeyle izah edebiliriz: o da sahtekarlıktır, iki yüzlülüktür hatta yüz yüzlüktür…
Biz özgürlük direnişçileri ve savaşçılarıyız. Gidin dünyanın hangi sözlüğünü getirirseniz getirin, dünyanın hangi ansiklopedisini getirirseniz getirin hatta bu Türkiye devletinde basılan sözlükler olsun, işgale karşı direnişi sadece ve sadece direnişçiler ya da özgürlük savaşçıları olarak ele alır. Bunun lami cimisi yoktur. Özgürlük Savaşçısı Özgürlük Savaşçısıdır. Bu özgürlük savaşçılarının hataları olsa da bu böyledir. Eksikleri olsa da bu böyledir. Yapılacak olan özgürlük savaşçılarının hatalarını eleştirmektir ya da bu eksiklikler ağırsa yargılamaktır. Ama özgürlük savaşçıları özgürlük savaşçılarıdır. Eğer özgürlük savaşı verenler ciddi sadece bireysel çıkarları için, ya da siyasi amaç gütmeksizin eylemlere girişiyorlarsa bunu da eleştirmenin de ötesine geçebilirsiniz. Çünkü olan artık özgürlük savaşçılığından çıkmışlıktır dersiniz.
Evet, bugün etrafımıza bir bakalım. Biz sadece ve sadece TC devletinin güvenlik güçlerini hedefliyoruz. Askerine, polisine, fuhuşçusuna ve tabii başımıza bomba olarak yağan para finansörlerine yöneliyoruz. Bu yapılana kimse terör demez. Herkes buna meşru savunma ya da meşru müdafaa diyor.
Bu kirletilmiş çıkar dünyasında bazı devletler-ki bunların çoğu halkların kanlarına bulaşmışlardır-kendi çıkarları için özgürlük savaşçılarına terörist diye bilirler. Ancak güneş balçıkla sıvanmayacak kadar temiz ve yakıcıdır. Hiç kimse ama hiç kimse insanlığın gönlünde haksızlıklara başkaldıranları terörist diye yargılayamaz. Yargılayamamıştır da.
Bir Spartaküs’ü Romalılar terörist dese ne yazar, demese ne yazar?. O bugün halkların kalbinde ilk özgürlük direnişçisidir. Bir Mandela’yı Apartheid rejimi yargılasa ne yazar, yargılamasa ne yazar. o bugün insanlığın vicdanındaki insanlık sesidir. Bir Gandhi’yi İngilizler kışkırtıcı ve terörist olarak damgalasınlar ancak bugün tüm insanlık-başta o meşhur emperyalistler-Gandhi tarzı direniş diyorlar.
Evet, kim ne derse desin işgale karşı direniş meşrudur. Sömürge statüsüne karşı direniş meşrudur. Ve bu direnişe geçenlere tarih sadece ve sadece ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARI olarak anıyor. Ancak işgali ve sömürüyü ısrarla sürdürenleri ise tarih sadece ve sadece lanetliyor ve onlara tarih barbar, işgalci, faşist, despot, dikta, terörist diyor ve böyle de demeye devam edecektir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar

Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Temmuz günü saat 15 sularında Amed’in Kulp ilçesine bağlı Mılikan karakol nizamiyesinde toplu halde bulunan düşman gücüne yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Çok değil daha birkaç gün önce Şemdinli de yaşanan çatışmaların ardından önce büyükler koşar adım saldırının yapıldığı yere koştular ve bol bol moral! Verdiler, sonrasında o bilindik tartışmalar tekmili birden bütün medyayı kuşatması altına aldı.
Evet Ankara’ya hatta Türkiye’nin dört bir yanına cenazeler gitmeye başlamıştı ve askerin morale ihtiyacı vardı. Daha öncesinde Osmaniye saldırısı sonrasında, genelkurmayın şairane açıklamalarının amacı toplumsal nabza nüfus edebilmek içindi.
Şemdinli’den sonra “inandırıcı açıklama” isteyen de oldu ama, kimse oralı olmadı. Askerin morale ihtiyacı vardı ve verilmeliydi. Kimileri eksik istihbarat dedi, kimileri ise iskan da yaşanan zafiyetlere parmak basmaya çalıştı.
Hani “bir türk dünyaya bedeldi” ya, zaten bu saldırıların arkasında ve tarihinde var olan dış mihraklara zayıf görünmemek için, milli birlik görüntüleriyle aile fotoğrafları oluşturulmaya başlandı.
Ne de olsa NATO’nun en güçlü ordularından birine sahip olan bir ülkenin askerleri öldürülüyor ve hem iç ve hem de dış politika da bölgesel güç olma yolundaki kararlılık bir şekilde sekteye uğratılmak isteniyordu.
Bu kadar yoğun saldırıların olduğu bir dönemde askeri sorgulamak bir yana, dokunmak bile büyük ayıptı, günahtı ve hattasında “vatan hainliği”ydi.
Bu savaşta ölen askerlerin aileleri acılarının nedenlerini sorgulayacağına “ağlamayacağım”, “çocukları da asker olacak” diye çeşitli beyanatlar vermeye başladı. Sanki ağlanmadığında hayat güllük gülistanlık oluyor da ya da bütün çocuklar asker olsa her gün bayram olacakmış bir hissiyatın içine gark olmaya meyleydiler kendilerini.
Ne de olsa, yirmi beş yıllık bir sorun vardı! Bunun öteden beri tek muhatabı askerdi. Onun için gerekirse asker yakınları ağlamamalıydı ve geride kalan (ne olup bittiğini anlayamayan) çocukların asker olması gerekiyordu.
Yani,
Yanisi moralin bozulmaması gerekiyordu. Ancak bu şekilde minare kılıfa sığdırılabilirdi zayıf bir ihtimalle olsa da.
Tüm bunları insan beyni bir noktaya kadar algılayabiliyor. Hele hele, mevzuları bahis olan bu konuların yaşandığı mekanın adı Türkiye ise konu da netleşiyor, işin rengi de.
Peki Hatay’da kekik toplayan köylülerin bu tablodaki yeri nerede?
Biri altmış, bir diğeri de yetmiş yaşında olan bu köylülerin bu NATO ordusunun ve gelişkin teknik mücadelenin ortasında can vermelerinin aklı izanı nedir?
Genelkurmay yine şiir kafesini işletip, methiyeler düzecek mi? Yoksa basit bir “pardon” u yeterli mi görecek?
Son günlerin toplumsal vizyonu olmaya baş koyan Kardelen Elif bu konuya yönelik her hangi bir beyanatta bulunacak mı?
Ya da buna benzer farklı tepkiler gelişecek mi?
Motorlular, taksiciler, ultraasalaklar herhangi bir reaksiyonu ortaya çıkaracak mı?
Zor. Mücadele devam ediyor, cenazeler geliyor ve gelmeye devam edecek. O zaman yapılması gereken morali eksiksiz bir şekilde vermek.
Hani bir de alınacak yeni tedbirler de var ortada: ABD’den yoğun destek, İtalya’dan taarruz helikopterleri gelecek bir de.
Moral ve teknik birleştirilecek de, bu ordu üstündeki korkuyu nasıl atacak ve aklın yolunu ne zaman kavrayacak? Soruları ise cevabını aramaya hali hazırda devam edecek. Daha çok canlar yansa da…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar