Dışarıda baharı andıran bir güneş olmasına rağmen, biz ara verdiğimiz eğitimimizin fazla zamana sarkmaması için biraz aceleci bir şekilde kamelyaya çay içmeye gidiyoruz.
İçerisi biraz karanlık ve hafif bir nem var havasında. Odun sobasının üstündeki çaydanlık içindeki suyun kaynadığını hepimize söylemek istercesine, yoğun bir şekilde buhar dumanlarını lülesinden, tepesinden püskürtürcesine bırakmakta.
Doldurulan çayların ve atıştırılan yemeklerin eşliğinde gözlerimizi TV’ye aktarıyoruz ve sohbetlerimize o şekilde devam etmeye çalışıyoruz. İşte bu anda bir alt yazı gözlerimize takılıyor; “Sarmaşık gıda bankası illegal bulunmuştur” şeklinde kayıp geçmekte olan yazının, elbette mühim bir şekilde haber niteliği olduğu çok anlaşılır bir husus oluyor.
Düşünsenize, bilmem kaçıncı yüzyılın eşiğinden geçmişiz, genetik mühendislikte çığır açan gelişmeleri yakalamışız, Mars’ta su arıyoruz, Davos’ta ortalığı dağıtıp-kırıp geçiyoruz, CERN’den yapılacak ikinci denemeyle birlikte mikro bing bang’ı yapabilecek miyiz onun merakını yaşıyor ve bazı zamanlarda gökyüzündeki yıldızlardan bir tanesinin Süpernova yapmasını tatlı bir hayal olarak kuruyoruz.
Tüm bunların yanında biz bugün eğitime ara veriyoruz, çay içmek için ve TV’de ki bir yazıya gözlerimizi asılı bırakarak; bir gıda bankasının nasıl illegal olabildiğine ciddi ciddi kafayı yormayı pek gerekli görmüyoruz.
Mevcut durumun; yani kapatılma gerekçesinin temel nedeninin siyasi ve etik dışı bir yaklaşım olduğunu çok iyi anlayabiliyoruz.
Burada gözlerimizle birbirimizi şunu soruyoruz: Mars’ta suyu bulsak, CERN’de yapılacak denemede başarılı bir şekilde mikro bing bang olsa, genetik mühendislikte daha da ileriye gidecek çalışmalar yürütülse ve hepsinden önemlisi Davos’ta Allah’ın her günü birileri külhanbeyi kesilse ne yazar!..
Hani denilir ya; şimşir başa sarık peştamaldir! İnsani yardımlaşmalar için binlerce kilometreyi bırakalım, burnumuzun dibinde yaşananlara bakmak kafi. Tabi bu da biraz cesaret ve onurlu olabileceklerin işi!
Biz burada birbirimize çay sunmak ve yemek hazırlamak için bütün özverilerimizi ve var olan bütün yeteneklerimizi peşi sıra sergilemeye can atarken, oralarda birilerinin insanların gıda ihtiyaçlarını temin etme ve bu şekilde ilişkilenme kanallarını geliştirmenin dışında farklı bir amacı olmadığı halde böylesi bir oluşuma hukuksal safsatalarla karşı çıkılıyor olması; aslında bir yerde bu ülkenin, yani TC gerçekliğinin kalite markası olmaktadır.
Burada çok bariz bir şekilde anlamak gerekiyor; toplumun son kertede maruz kaldığı yaklaşımlarda hukukun gücü, gücün hukuku ortaya çıkmakta. Yani birileri ha bire düdüğü çalmakta!
Elbette insanların bir şekilde ve hatta mümkünse göbekten bağlı olması gerekiyor. Kendilerini güç ve irade yapmalarına izin verilmiyor. Onun için de böylesi basit ve hayati içerikli oluşumlara, yani karın tokluğuna insanlığa dair bir kabullenme olmuyor.
Tabi sonrasında yine basının hem görselinde, hem de yazılı olanında birileri soğuktan Avrupa gibi güya medeniyetin forever olduğu iddia edilen bir coğrafya da caddenin ortasında ya da bir köşe başında donarak ölüyor. Tabi başka haber niteliği taşıyan ve tamamıyla çağın hastalıklarının dışa vurumu olan materyalde ise bir çocuk haliçte yaralı halde bulunuyor, kendi ebeveynleri tarafından dilenciliğe sürüklenmeye çalışıyor.
İnsanlar arası dayanışma köprüleri uçuran bir toplumda ve hepsinden önemlisi; açlığın, yokluğun-yoksulluğun bir yaşam standartizyonu olarak sunulmaya çalışıldığı böylesi bir acımasızlıkta, kapatılmaya çalışılan gıda bankası gibi dayanışmacı oluşumlar tamamen karanlığa mum dikmek oluyor. İşte birileri bunlardan rahatsız oluyor ve mumu yok etmek istiyor.
Bundan dolayı da bu karanlığı aydınlığa çevirmenin gerekliliği bir kez daha yakıcı bir şekilde gözlerimizin önüne çıkıveriyor.
Her ne kadar ekonomik kalkınma, cari açıktaki azalma gibi yatırım kapasitesinin yüzde bilmem kaçlara seyir halinde olduğunu satmaya çalışanlar, hafta sonlarında Çırağanlarda! dünya evine girseler ve bir şekilde balayına çekilseler de yalanları ve riyakar dünyalarında ne donan insanların, ne de Haliç’te yaralanmış çocuklukların her hangi bir değeri yoktur.
Kapatılmaya çalışılan sadece bir gıda bankası değildir, her alanda olduğu gibi insanların birbirleriyle ilişki halinde olması ve dayanışması bu şekilde maskelenmeye çalışılan menfaatler için karanlıkların efendileri tarafından ifşa edilmeye çalışılmaktadır. Bizim eğitimimiz başlamak üzere olduğundan sonuçta şunu söylemek isterim: Yaşamak ve onun anlamına varmak, başta dayanışmakla mümkün olur. Dayanışmanın peşi sıra, yaşamak anlamın süpernovasına ulaşmak oluyor.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
14 Ocak günü akşam 16:00-17:00 saatleri arasında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Hopê Köyü ve Ronahi Tepesi’ne yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
15 Ocak 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11 Ocak günü gece 23:00-00:30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Elê Köyü, Kêrê Köyü ve Dola Şivê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
12 Ocak 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Terörist devlet, tek devlet, tek millet, tek dil, tek bayrak diyerek teklerinde ısrar ediyor. Terörist devlet dünya gericiliği diye tabir ettiğimiz kan emicileri, emek hırsızlarını, halkların başlarına musallat olmuş köhnemiş aileci rejimleri ve de bu dünyayı kendilerince yürütmek isteyen sözde kendilerine demokrat kisvesini yapıştıranların da desteğini alarak özgürlük hareketine yüklenmek istiyor. Kendilerinin deyimiyle tasfiye etmek için her şeyi yapacaklar. Son ferdine kadar imha edecekler. Ve yine kendilerince bitirecekler...
Ve nasıl bitirdiklerinin haberlerini vermeyi de ihmal etmiyorlar. Nasıl ‘teslim’ olmalarının yaşandığını utanmadan yalanlarla veriyorlar. Özgürlük saflarında yıllardır kaçanları, çoluk çocuklara karışmış pili bitmiş olanları, barutu kalmamışları, ihanet edenleri PKK’den nasıl kaçtıklarını pişirerek veriyorlar. Kendi yalanlarına doğrusu kendileri de inanıyorlar.
Ve kimisi ise sözde PKK’ya katılanların ne kadar tahsilsiz olduklarını, işsiz olduklarını, yoksul olduklarını yazarak kendilerince ‘geri kalmışlarla’ mücadele ettiklerini anlatmaya çalışıyorlar. Ve bu sözde terörist devleti haklı çıkaran bir gerekçe oluyor. Bırakın öyle anketler yapsınlar ve bırakın hepimiz geri cahil olalım. Ve bırakın yoksul ve işsiz olalım. Ve böyle olduğumuz için dağa çıktığımızı söylesinler. Yoksulsak, açsak, işsizsek, geri ve cahil kalmışsak ve öyle bırakılmışsak bunun sorumlusu herhalde 85 yaşında aramızdan ayrılan babam, yaşlı anam, çoktandır vefat eden dedem olamaz. Varsa bir sorumlu o da terörist devletin işgalci, sömürgeci zihniyetiyle terörist devletin kendisidir.
Terörist devlet bizi tasfiye etmek için her şeyi yapıyor dedik. Ama unutulan bir şey var; o da bizim irade ve azmimizin gücüdür. Bunu hesaba katmıyorlar. Biz sıfırların altında seyrederken de hep gelecek aydın yarınlar, eşit, özgür ve adaletli bir dünyanın kurulacağına inandık. Ve Kürt halkının mutlaka ama mutlaka bir gün özgürleşeceğine de inandık. Önderliğimiz bu inancı bize ekti.
Bilinmesi için söyleyelim; Önderliğimizin henüz PKK bir umut kıvılcımı iken 1978 yılının 27 Kasım günü söylediklerini buraya alarak irademizin ve inancımızın ne kadar köklü olduğunu yeniden yazalım:
‘Tarihin bu durağında gerçekten toplumun dili olmayabilir. Toplum duyarsız, uykuda olmuş olabilir. Toplum yarı yarıya ölmüş olabilir, onun sesi, dili ve kültürü olmayabilir. Bütün bunlar bizim halkın sorunları karşısında duyarsız olmamızı getirmez. Ayrıca sömürgecilik, milli baskıcı güçler, her bakımdan insafsız olabilir; bunlar en ufacık hak hukuktan anlamaz olabilirler. Halklara en ufacık bir özgürlük vermeyebilirler, halkları en azgınca yok edebilirler. Ama bütün bunlar bizim duyarsız olmamızı, bizim devrimcilere layık bir şekilde hareket etmememizi getirmiyor. Biz ne onların, ne bunların durumunu göz önüne getirerek kendi durumumuzu belirtmeyeceğiz. Çağımızın bütün olumlu öğelerini yan yana getirerek, alaşağı edilmesi gereken güçlerle özgürlüğe kavuşması gereken güçleri kabul edeceğiz ve önderlik yapacağız. Israrla vurguluyorum; bu konuda kararlılığımızı hiçbir zaman elden bırakmayalım. Bu kararlılık, yerimizde bile dursak çok şey değiştirecektir. Bu konudaki inanç, bu konudaki çaba çok şey değiştirecektir. Her şeyden önce düşmanın dünyasını karartacaktır. Ayrıca halka büyük bir umut kapısı açacaktır.
Sayımız ne kadar az olursa olsun, yaşımız, tecrübemiz ne kadar yetersiz olursa olsun, bütün bunlara rağmen tarihin bize yükleyeceği ağır görevler için, bu görevlerin hatırı için yeterli çabayı ve kararlılığı gösterelim. Adeta bir tarağın dişleri gibi eşit olalım; yine bir ordunun neferleri gibi, her an yeni bir rampada atışa yatan bir ekip gibi kendimizi mücadele alanına sürelim; bundan da en ufacık bir kuşku, en ufacık bir korku duymayalım. Böyle bir yapı bizde sürekli oluşsun diyoruz. Bunun mücadelemiz için büyük bir değeri vardır. Bilinçlerimizin tazelendiği açık, ulusal kurtuluş pratiklerinin yeniden gözden geçirileceği açıktır. Soluğumuzu kesen sömürgecilik duvarlarını delerek, dünyanın ilerici kültürüne kendimizi açmak için, kafalarımızı açmak için kendimizi zorlayacağımız açıktır. Yine halkımızın da kapanan canlılık ve duyarlılık yanlarını tekrardan açacağımız, halkla, canlı, ilerici yanlarıyla kendimizi bütünleştireceğimiz açıktır. Ayrıca halkın sosyal, kültürel ve siyasal alanlardaki bütün gelişmelerde soluğunun kesildiğini bilerek, bu alanlarda da halka bir soluk aldırmayı, halkı ayağa kaldırmayı hiçbir zaman unutmayacağız. ‘
Evet, biz inadına kutsal topraklar olan Mezopotamya da yaşayan bu halkı ‘bütün gelişmelerde soluğunun kesildiğini bilerek, bu alanlarda da halka bir soluk aldırmayı, halkı ayağa kaldırmayı hiçbir zaman unutmayacağız.’ Bu söylemler birkaç kişiyken söylenmişti. Şimdilerde on binlerce militan kadro, milyonlarca ayağa kalkmış halk, küçük generaller, Molotoflu gençler, çocuklarının şehit düşerken ellerine kına süren analar, onurlu legal siyasetçiler, 73 yaşında gözleri görmediği halde örgüt üyeliğinden dolayı tutuklanan Ape Hameler varken bırakalım tasfiye edilmeyi biz görkemli direnişimizi daha da görkemli kılarak halkımızın umutlarını daha gür haykıracağız.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1 Ocak günü Şırnak’ın Uludere İlçesine bağlı Yekmale, Yekmale Boğazı, Şikefta Reş, Hetriş alanları ve Habur çevresine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Özel harekat timlerinin alanda pusulamalar yaptığı operasyon halen devam etmektedir.
11 Ocak 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Yıl 1948.
Yer Türkiye.
Diğer yer ABD.
Türkiye’den ABD’ye gidiş var.
Gidiş ama ne gidiş.
Türk ordusu içinde seçme baş katiller belirleniyor.
Bu seçme baş katiller Alparslan Türkeş, Ahmet Yıldız, Turgut Sunalp, Daniş Karabelen, Mucip Ataklı, Suphi Karaman, Faruk Ateşdağlı, Refik Tulga ve başka subaylarla birlikte toplam 16 subay idi. Rütbeleri teğmenlik ile albay arasında değişiyordu.
Onlardan önce 5 Ekim 1947’de Türk Genelkurmay Başkanı Orgeneral Salih Omurtak başkanlığındaki bir heyet ABD’ye gitti.
Omurtak’ın gidişinden sonra Türkeş ile birlikte 16 subay tam profesyonel kontrgerillacı baş katiller olmak üzere gönderildi.
İlk baş katiller partisi sabotajdan pusuya, pusudan suikasta kadar her türlü kontrgerilla eğitiminden geçirildiler.
Söz konusu subayların ağırlıklı kesimi Türk-İslam sentezci Türk kafatasçı ırkçılardı.
ABD’nin Kansas Eyaleti’nde eğitimlerini tamamlayan bu subaylar, tam profesyonelleşmiş baş katiller olarak TC Devleti’ne döndüler.
Onlar döndükten sonra TC Devleti, 1952 yılında NATO’ya girdi.
Aynı yıl kontrgerilla merkezi olarak “Seferberlik Tetkik Kurulu” oluşturuldu.
1965’te ismi “Özel Harp Dairesi” oldu.
1992’de ismi “Özel Kuvvetler Komutanlığı” oldu.
İsimler değişmekle birlikte kontrgerillanın katliamları katmerleşerek sürdü.
Kürdistan’ı viraneye döndürdüler.
Köyleri alev alev yaktılar.
İnsanları canlı canlı işkence ede ede, paramparça ede ede gömdüler.
Alev alev yaktıkları köylerde ve kentlerde bazen insanları, bazen hayvanları evlerle birlikte yaktılar.
On binlerce en nadide, en değerli, en pir u pak yurtsever insanımızı cayır cayır yaktılar, katlettiler. Dipsiz kör kuyulara attılar. Taşların altına attılar. Dağlara, bayırlara, nehirlere ve göllere attılar.
Bunlar olurken, Fetul-Münafıkçı medya mensupları, her şehit edilen Kürt yurtseverin şehit edilişini manşetten verirken, “şanlı ordumuz şu kadar terörist avladı” diye yazıyorlardı.
Her manşetleri işgalciliklerinin zafer çığlığıydı.
O dönemdeki Zaman, Türkiye, Yeni Şafak, Sabah ve Star gazeteleri ile Aksiyon dergisine bakılırsa, Fetullahçı basının kontrgerilla cinayetlerini, JİTEM cinayetlerini nasıl övdükleri daha iyi anlaşılır.
Şimdiye kadar Kürtleri katleden hiçbir kontrgerilla mensubu, direkt Kürtleri katletmekten yargılanmazken, Kozmik Oda’ya girildi safsataları ve Ergenekon safsataları ile Kürtlerin aldanacağı hesaplanıyorsa, asıl kendi kendini aldatan AKP ile Fetul-Münafıkçılardır.
Kürtler de bilmeli ki, Cemal Temizöz’ün yargılanmasının esas nedeni Kürtleri katletmesi değildir.
Kayseri’de Alay Komutanı iken, üç Fetullahçı astsubayı sorgulama emrini verdiği için, Fetullahçı savcılar ile hakimler tarafından zindana atılmıştır.
Fetullahçılar bununla şunu söylemek istiyorlar: “Ey Türk subayları istediğiniz kadar Kürdü öldürebilirsiniz. Tüm Kürtleri soykırımdan geçirebilirsiniz. Bizim örgütlememize ne kadar izin verirseniz, biz de o kadar Kürdün katledilmesi için hem size destek oluruz, hem de görmemiş gibi yaparız. Bir de öldürdüğünüz Kürtleri her zaman verdiğimiz şekliyle ‘terörist’ diye medyamızda veririz.
Ama Kayseri’de olduğu gibi bizim eğittiğimiz Fetullahçı subayları sorgularsanız, biz de sizin Kürdistan’daki katliamlarınızı deşifre eder ve zindana girmenize neden oluruz”.
Özcesi AKP ile Fetul-Münafıkçıların, öyle ciddi middi ne bir Ergenekon operasyonu var, ne de Kozmik Oda’daki soykırım belgelerini kamuoyuna açıklama durumu var.
AKP ile Fetullahçıların yaptığı tek şey var:
“Devşirme Ergenekon” yerine “Devşirme Fetul-Ergenekon” örgütleme durumları var.
Nasıl ki, 1948 yılında Türkeş gibi subaylar ABD’de eğitime gönderilerek, TC tam olarak kontrgerilla cumhuriyetine dönüştürüldüyse, aynı şekilde şimdi farklı bir şekilde Fetul-Ergenekon Cumhuriyeti hızlı adımlarla oluşturulmaya çalışılıyor.
Bu amaçla Fetul-Münafıkçıların gazetesi Zaman Gazetesi yazarı ve Polis Akademisi başkanı Zühtü Arslan, Fetul-Münafıkçıların gazetesi Taraf Gazetesi yazarı ve başkomiser Emrullah Uslu, Fetul-Münafıkçıların gazetesi Taraf Gazetesi yazarı Polis Akademisi başkan yardımcısı Önder Aytaç, Fetul-Münafıkçıların gazetesi Zaman Gazetesi yazarı ve Polis Akademisi yöneticilerinden İhsan Bal ve yüzlerce polis ABD’ye gönderilerek 1948 yılındaki gibi kontrgerilla eğitimlerine tabi tutularak geri geldiler.
Şimdi bunların hepsi “Devşirme Ergenekon” yerine “Devşirme Fetul-Ergenekon’u”hızlı bir şekilde örgütleme çalışmalarında yer alıyorlar.
Kontrgerillanın karargahı “Özel Kuvvetler Komutanlığı” başta olmak üzere, tüm kontrgerilla kurumları olduğu gibi duruyor. “Kozmik Oda” da olduğu gibi duruyor.
Sadece değiştirilen kadrolardır.
Ayan beyan olarak “Katı Türk Irkçısı” subay ile polislerin yerine Türk-İslamcı sosuyla tatlandırılmış “Fetul-Münafıkçı Katı Türk Irkçısı” subay ile polisler getiriliyor.
“Katı Türk Irkçısı” subay ile polisler tenhalarda ve maskeli yöntemlerle Kürtleri bir bir ve yahut topluca katlederken, “Fetul-Münafıkçı Katı Türk Irkçısı” subay ile polisler, AKP çıkardığı kanunlarla artık çok açık bir şekilde Kürtleri katletmektedirler.
Mevcut durumuyla Devşirme Ergenekon’un yerini alan Devşirme Fetul-Ergenekon bin kat daha tehlikelidir.
Kürtler AKP ile Fetul-Münafıkçıların oluşturduğu yeni Ergenekon örgütlemesi olan “Devşirme Fetul-Ergenekon’un” ne kadar eski Ergenekon’dan bin kat daha tehlikeli olduğunu iyi görmeye başladılar.
Hele Kürt gençliği, bunu daha iyi görmeye başladı.
Kürt gençliği bu “Devşirme Fetul-Ergenekon’u” yenmenin tek yolunun gerillaya katılarak ona karşı savaşma olduğunu da biliyor.
Acaba AKP ile Fetul-Münafıkçılar bunu fark etmişler mi?
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
7 Ocak günü akşam 18:30-20:30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Şikefta Birindara Tepesi’ne yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
8 Ocak 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Faşizm gün geçtikçe şahlandırılıyor. Kürt halkına karşı saldırılar gün gittikçe artıyor. Gençlere, kadınlara, çocuklarımıza el atılıyor. Vuruluyorlar. Katledilmeleri kabul görülüyor. Kürtlerin legal sahasındaki siyasetçileri şikane ediliyorlar. Halk tarafından seçilmiş olanlar zindanlara atılıyor. Sözde dokunmazlıkları olanlara açıkça “görüldükleri yerlerde zoraki götürülsün” diye tebligatlar gönderiliyor. Ve bir tutuklama furyasıdır sürüp gidiyor.
Kürdistan sokakları alev alev. Kürt halkının iradesini nefessiz bırakmalara karşı Kürt halkı ayaklanmaya yakın bir pozisyona geçti. Kürdistan sallandı. Kapatılan DTP’nin milletvekilleri parlamentoyu terk etmek üzerelerken Kürt halk önderliği durdurdu. Kürt halk önderliği sadece parlamenterleri parlamentoda kalarak siyaset yapmalarını sağlamadı, Kürt halk önderliği aynı zamanda Kürdistan’da olup bitenlere de el koyarak tansiyonun düşürülmesini istedi. Ve Kürdistan duruldu. Parlamenterler parlamentoda kalacaklarını söylediler.
Söylemeye söylediler ancak ertesi gün onlarca yere faşizan baskınlarla yeni açılan Kürt partisinin üyeleri alıp götürüldüler. Hem de sorgusuz sualsiz. Elleri kolları zamanında Hitler faşizminin Yahudilere yaptığı gibi zincirlere vurularak götürüldüler. Öyle bir manzara ki insanın içini ürpertecek kadar gri.
Kürt halk önderliği Kürdistan’daki tansiyonu düşürmek isterken birden bire bu tansiyonu yükselten el nereden çıktı diye sormadan edemiyor insan? Bu faşizan uygulamaları yaparken kendilerince sözde bir “kozmik” oda da buldular. Ne de olsa bu oda kozmiktir ve daha fazla ilgi topluyor. Bunun içinde Kürdistan’da olup bitene bakan neredeyse yok gibi.
Ama unutmayalım; bugün görmek istemedikleri manzara yarının düzeltilmeyecek tablosudur. Legal siyaseti zincirleyen, kelepçeleyenler sivil toplum çalışmasını aforoz edenler sadece ve sadece dağlara yani bizlere akışa davetiye çıkarıyorlardır. Meydanlarda bir gence af buyurun köpek sürüsü gibi saldıranlar sadece ve sadece Kürt gençlerini dağlara çıkmaya götürürler. Henüz bıyıkları terlememiş gençlerin Molotof ve taşlarla tepkilerini gösterdikleri için yıllarca cezalara çarpıtılmaları sadece ve sadece cezaların olmadığı mekanlara bir akışı sağlar. Ve bu mekanlar bugün Ortadoğu’da sadece ve sadece dağlarda vardır…
Fırtınalı günlere doğru gidiyoruz. Hem de frensiz bir şekilde. Sahte İslamcılar ve onların mangurlatı Kürt halkının idam fermanı yeniden imzalanırken, Kürt gençlerinin ve onların öncü fedaileri olan gerillaların da boş durmayacakları açıktır. Gerilla yaklaşık 8 aydır eylemsizlik kararına harfiyen uymuştur. Misillemeler dışında gerilla tek bir eylem yapmamıştır. O çokça dile getirdikleri Tokat-Reşadiye eylemi dahi bir misillemedir. Halkımıza, Cudi’de şehit düşen gerilla yoldaşlarımıza ve en önemlisi de önderliğimizin nefessiz bırakılmasına karşı ortaya konulan bir öz savunma refleksidir. Ve bu refleksler giderek çoğalacaktır. Ve bu refleksler artık sadece dağlarla da sınırlı kalmayacaktır.
Var olma sorunumuz alenen inkar edilmişken, ince yöntemlerle toplum olma haklarımız reddedilmişken bizlerin yerimizde beklememiz istenmemelidir. Eylemsizlik kararımızı bizi tasfiye etmenin bir planı olarak ele alan zihniyetlerin ne kadar yanıldıklarını yakın süreç gösterecektir.
Bu insanoğlu çok garip bir yarattıktır. Bir kez gözü kararmış olsun artık buğulu görmeyi aşamıyor. Bir kez ihtirasları gelişmiş olsun artık durdurulamıyor. Bir kez iktidarın o kirli kârına bulaşmış olsun o artık bundan vazgeçemiyor. Rantın çekiciliği buradan geliyor herhalde.
Ancak şunu peşinen söyleyelim; fırtınalı günler geliyor. Çünkü tahammül etmenin de sınırları vardır. Tahammüllü olmanın da bir hududu vardır. Bu kadar saldırılara karşı artık gerillanın sessiz kalması beklenmesin. Gerilla giderek bu sürece müdahil olacaktır. Ve gerilla bir harekete geçti mi kimse onu durduramayacaktır. Harekete geçtikten sonra da kimse şikayet de etmesin.
Birileri Kürdistan’da tansiyonu yükseltirken ses seda yok. Birileri Kürdistan’da Hitler faşizmi gibi insanlarımızı kelepçelerle götürürken ses seda yok. Birileri gençlerimizi sokak ortalarında ölümüne dövülürken ses seda yok. Birileri Kürtlerin legal siyasetçilerini içeri tıkatırken ses seda yok. Hatta bir tık bile yok.
Yarın gerillalar olarak bu yapılanlara karşı meşru savunma hakkımızı ve asıl görevimiz olan halkı savunmayı aktifleştirmeye başlarsak kimseden ama kimseden ses seda çıkmamalıdır. Çıkmamalıdır çünkü ses çıkarma hakkınızı çoktan kaybettiniz beyler. Hem de çok fazla ses ve söz hakkınızı kaybettiniz.
- Ayrıntılar
İtalya’dan bir dergi makale yazmamı istiyormuş. İtalyan tarihine önem veriyorum. Gramsci’den özellikle daha önce de bahsetmiştim. Bu çerçevede Ortadoğu Kültürünün Demokratikleştirilmesi isimli savunmamda ana çizgileriyle belirtmiştim. Ama eğer olursa İtalyanlarla görüşlerimi paylaşmak isterim, İtalyanların görüşlerimi öğrenmesini, paylaşmasını önemsiyorum. Ayda bir makale yazmayı düşünebilirim. Daha önce İtalya çözümlemeleri ana hatlarıyla yapmıştım. Ama bundan sonraki Avrupa çözümlemelerimi İtalya üzerinden geliştirmeyi düşünüyorum. Kısmen de çözümlemiştim. İtalya’yı anlamak, İtalyan tarihini çözümlemek Avrupa’yı çözümlemektir. İtalya’yı anlarsanız, çözümlerseniz Avrupa’yı da anlarsınız.
Ermeni yazarlar birliğinde sanırım benim üyeliğim var zaten, PEN de olabilir, bir sakıncası yok. Bu yazarlar vesilesiyle Aram’ı da anarak Ermeniler için şunu söylemek istiyorum: Benim bu son çözümlememde geliştirdiğim konular, bütün Ortadoğu Kültürünün Demokratikleştirilmesidir. Savunmamdaki çözümlemelerim aslında Ermenileri de ilgilendiriyor, Ermeni sorunun çözümünü de sağlayabilir. Bu katı milliyetçilik yerine, demokratik çerçevede çözümün Ermeniler için de tartışılabilir olduğunu, bunu hayata geçirmelerini önemsiyorum. Güncel sorunlarını da ancak böyle aşabilirler.
Belediye Başkanlarına dönük bu operasyon aslında bir provokasyondur. Halkın tepkileri yoğundur sanırım bu provokasyonlara karşı. Kürt halkı her şeye karşı örgütlüdür, örgütlülüğünü koruyorlar. Kendi örgütlülüklerini elbette savunacaklar, protestoları da bu yönlü geliştireceklerdir.
Aslında benim KCK ile söylemek istediğim; KCK illegal bir yapılanma yani Türkiye’ye göre yasal sayılmıyor. KCK’nin ayrı bir yapılanması vardır, işte başı Kandil’dedir. KCK’nin bir sürü yerde örgütlenmeleri vardır, yapılanmaları vardır, Türkiye içinde de yapılanmaları vardır. Onların kendilerine göre bir sistemi vardır, çalışmaları da buna göredir. KCK ile legal siyaset ayrıdır. Belediye Başkanlarının, siyasetçilerin bu oluşumun üyesi olduklarını sanmıyorum, olmamaları da gerekir. Seçilmişlerin de bunu kabul edeceklerini sanmıyorum. KCK dediğim gibi ayrı, kendine göre sistemi ve örgütlenmesi olan bir oluşumdur, Türkiye’de yasal olmadığını bilir, buna göre davranır.
Demokratik siyaset farklı bir statüde örgütlenmeye gitmelidir. Bunun için dernekler şeklinde örgütlenmeler olabilir, sivil toplum kuruluşları, inisiyatifleri şeklinde örgütlenebilinir. Demokratik Toplum Kongresi’nin merkezi Amed’dedir. İçinde Kürtler elbette olur, ama başkaları da olur. Demokratik Toplum Kongresi pek çok alanda siyasetten ekonomiye, spordan sanata, kültüre kadar her alanda başta kadın ve gençlik olmak üzere, halkın içinde olurlar. Kürtlerin demokratik temelde örgütlenmesini söylemiştim. İstanbul’da da DTK’nin içinde yer alanlar olabilir ama bunlar Diyarbakır’a, Amed’e bağlıdır. İkinci halka Demokratik Toplum Kongresi’dir.
Üçüncü halka siyasal partidir. Bu, sadece Kürtlerin değil Türkiye’nin partisi olmalıdır, buna ne kadar hazırlıklıdırlar onu bilemiyorum. Sanırım hala tartışmalar sürüyor. Yerelden Kongrelerini yaparak, her türlü demokratik tartışmaya Türkiye’nin her yerinde hayata geçirerek bir yapılanmaya gidilebilir. Değişik çevrelerin, farklı görüşlerin bu parti içinde yer almasını önemsiyorum. Kendi düşünceleriyle, kendi gruplarıyla ortak ilkeler çerçevesinde olabilir. Siyasal parti içinde feminist grubun, feminist çevrelerin yer alması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca bu çevresel problemler, bunlar önemlidir. Çevreciler de bu siyasal partinin içinde yer alabilir. Birçok çevreden akademisyenlerle, aydınlarla, farklı isimlerle, farklı görüşlerle, üç ilke çerçevesinde görüşülebilinir. Geniş çevrelerin siyasal partide yer alması gerekir. Ben feministlerin de, çevrecilerin de farklı grupların da parti içinde kendi görüşleriyle almaları gerektiğini düşünüyorum. Siyasal partinin üçüncü halka olarak Türkiye’nin her yerinde örgütlenmesi gerekiyor. Dürüst alevi kesimler de, alevi aydınlar da dahil edilmelidir.
Siyasal parti için bu üç hususu belirtmek istiyorum. Bu ortak ilkelerden birincisi Demokratik Cumhuriyet’tir. Bundan kastım, devletin demokratikleştirilmesidir. İkinci ilke; demokratik vatan’dır. Ben daha önce ortak vatan diye niteliyordum, bundan kastım bu bütün ülke toprağıdır. Vatan gene ortaktır ama herkesin bu topraklarda farklı ulusların, etnisitelerin yaşadığı gerçeğinin görülebilmesi için demokratik vatan diyorum. Üçüncü ilke demokratik ulus’tur. Demokratik ulus kavramı, ulusun demokratikleşmesi, burada söylemek istediğim aslında çoklu ulus’tur. Sadece Kürtler, Türkler değil, farklı etnisiteler, azınlıklar var, tümünü kapsayan çoklu kültür, çoklu kimlik, çoklu ulus, bunların bileşimine, bunların tümüne demokratik ulus diyebiliriz. İspanya’da bu var. İspanya’da tek bir İspanyol ulusu yok, ortak bir vatan var, İspanya var ama herkesi İspanyollaştıran, herkese tek tip ulus, tek tip dil dayatan bir anlayış, devlet yok. İngiltere’de buna benzer bir anlayış var. Tek devlet, tek ulus anlayışı Türkiye’de olduğu gibi, Kara delik gibidir. Her şeyi yutar, kendine benzeştirip tek tipleştirmeye çalışırken yok eder. Kürtler demokratik uluslaşmasını DTK yoluyla gerçekleştirebilirler. Kürtlerin demokratik temelde örgütlenmesini, Kürtlerin demokratikleşmesini, demokratik uluslaşmasını sağlamaya yöneliktir. Biz o yüzden DTK’nin merkezi Amed’dir dedik. Bu özellikle bölgede örgütlenir. Ancak siyasal parti tüm Türkiye’de olur. Programı da buna göre olur, Türkiye’nin sorunlarıyla, tüm Türkiye’nin demokratikleştirilmesiyle ilgili yani bir Türkiye partisi olması gerekir. Yeni partinin tüzüğünün, yönetmeliklerinin buna göre tartışılması yeniden düzenlenmesi gerekir. Bunun için savunmalarımdan, geçmiş tartışmalarımdan da yararlanılabilir. Yeni partinin kendini bu çerçevede geliştirmesini, stratejik olarak böyle örgütlemesini öneriyorum. Anadolu’daki kumar kapitalizminden ancak böyle kurtulabilinir. Herkesin içinde yer alabileceği ortak ilkeleri belirttim. Bu çerçevede yürütülebilir.
Ben stratejik önderliğim, sosyolojik belirlemeler yapıyorum, talimat vermiyorum, bunu uygun da bulmam, siyasi etik açısından doğru olmaz, görüşlerimi belirtiyorum. Herkes gibi benim de tartışma hakkım var.
Bütün bunlar danışıklı döğüştür. Yok, öyle operasyon moperasyon, özel harp dairesine girmişler, kozmik oda diyorlar. Ne zaman ki Kürtlere AKP bir operasyon yapıyor, bunu örtbas etmek için işte ben bazı adımlar atacağım ama bana engel oluyorlar, ordu bana engel çıkarıyor, diyerek Kürtlere yönelik belirsizlik yaratıyor. Ne zaman Kürtlere karşı bir operasyon yapılsa hemen orduya karşı da bir şeyler yapılarak, orduya karşı operasyon görüntüsüyle Kürtlere yapılanların üstü örtülmeye çalışılıyor. Olası gelecek tepkileri de ortadan kaldırdılar. KCK adı altında operasyon oldu bu bir provokasyondur ama hiç kimseden çıt çıkmadı, tartışılmıyor. AKP ordu ile danışıklı döğüş halindedir. Biraz özgür durmaya çalışan Kürtleri hapishanelere tıkıyor. Kürtlerin özgür-demokratik siyaset yapmak isteyen kesiminin önünü kesiyor, orduyu bahane ediyor. Yani Kürtlere bana sığının diyor. Bir yandan Kürtleri tasfiye ediyor öte yandan para vb. şeylerle bazı ailelerle Kürtleri kendine bağlamaya çalışıyor, bu açılım falan değil. Buna karşı Kürtlerin gerçek demokratik açılımı, kendi demokratik duruşlarını hayata geçirmeleri gerekiyor, bütün Türkiye için. Eğer siyaset yapacaklarsa, eğer özgürlükleri için mücadele edeceklerse bu provokasyonu, AKP’yi iyi görmeleri, bunun ne olduğunu bilince çıkarmaları gerekiyor. AKP’yi yüzde onun altına düşürmeleri gerekir. Bunların tasfiyeden başka bir çözümleri yok. Kürtleri bu yolla kendilerine bağlamak istiyorlar. Ben buna karşı savunmaları geliştirdim. Ortadoğu kültürünü demokratikleştirmek savunmamda buna ilişkin ayrıntılar var. Bu tür oyunları boşa çıkarmak, siyaset yapabilmek için bunları anlamak gerekiyor. Ben bu yüzden siyaset akademileri önermiştim ama gerçekleşmedi. Bunların mutlaka yapılması gerekiyor. Bunu bir sürü yerde hatta dört parçada, İran, Irak, Suriye, Türkiye Kürdistan’ı hatta Avrupa’da; kadınlar için de Özgürlük Akademisi demiştim, bunların hayata geçirilmesi gerekiyor. AKP bile söylediklerimizi alıp bir sürü siyaset akademisi açtı. Bütün demokratik kurumları etkin ve güçlü bir şekilde kullanmasını bilmek gerekiyor.
Bu vesileyle tekrar söylüyorum. 2010 mesajımı da bu temelde vermek istiyorum. İşte KCK, siyasal soykırımdır diyor, doğrudur, siyasal soykırımdır. Kürtlere uygulanan siyasal soykırımdır, ekonomik soykırımdır, kültürel soykırımdır. Buna karşı halkın ciddi bir direnişi olduğunu, örgütlü bir duruşla buna karşı çıktığını biliyorum ve onlara inanıyorum. 2010’da siyasal örgütlülüklerini yükselterek demokratik bir ulus olma temelinde özgürlüğe ulaşmak için bütün güçlerini seferber etmeleri gerekir. 2010 yılının demokratik temelde büyük bir mücadele yılı olması gerektiğini bir kez daha vurguluyorum. İşte 15 Şubat’a kadar AKP’nin tavrı da gerillanın duruşu da biraz netleşir. Abbas söylüyor, otonom gruplardır, kendi tepkileri var, biz bile engelleyemeyiz diyor, ben de engelleyemem. Şimdiye kadar bir şeyler yaptım, buraya kadar getirdik. Ama böyle devam edemeyeceğini Hükümet’in görmesi gerekir. Ben burada öyle taktik maktik şeyleri vermiyorum, talimat da vermiyorum, bunu doğru da bulmam. Benim ki pratik önderlik değildir, ben siyasal-ideolojik önderlik yapabilirim, bunları da sosyolojik değerlendirmeler olarak sunuyorum. Ama böyle gelişirse kimse bunun önünü alamaz. Sadece dağlarda değil, çok vahim sonuçları olacak çatışmalar derinleşir. Türk aydınlarının da bunları görerek o yüzden Kürtlerle demokratik siyaset yürütmesi gerektiğini söylüyorum. AKP’nin provokasyonlarına gelmek yerine bütün bunları açığa çıkararak onların da kıyamet koparmaları gerekir.
Ben kadın arkadaşların sonsuz boşanmayı kavradığını düşünüyorum. Bu anlamda manevi bir güç açığa çıkardıklarını da düşünüyorum. Sonsuz boşanmadan kastım beş bin yıllık erkek egemen kültüründen boşanmadır. Kadın üzerinde bu beş bin yıllık tahakkümü ben tecavüz kültürü olarak nitelendiriyorum. Bu kültürden boşanmak elbette kadının özgürleşmesini getirecektir. Kadının özgürlüğü toplumun demokratikleşmesinin özgürlüğünün de temelidir. Kadını ulusun, sınıfın ötesinde toplumun ilk ezilen kesimi, ulusu olarak niteledim. Elbette ki kadının özgürlüğü ve eşitliği, eşit bir topluma gidecek tek yoldur. Toplumun eşitliği diyorsak bunu sağlamak gerekir. Sonsuz aşk kavramından ise özgürlük aşkını, maddi anlamda değil ama manevi anlamda büyük bir gücü açığa çıkarmayı kastediyorum. Bundan maddi bir kazanç ya da mutluluk sağlayamazsınız ama sonsuz boşanmadan insan olarak, kadın olarak özgürlük ve güzelliğinizi, Helenleşme, tanrıçalaşma diyoruz ya, işte İştar, İnanna sağlayabilirsiniz. Manevi olarak kazanırsınız.
Ben kadının sadece siyasal anlamda değil, ideolojik ve manevi anlamda da derinleşeceklerini, derinleştiklerini düşünüyorum. 2010’da erkek egemen kültüründen sonsuz boşanma temelinde özgürlüklerini yükselteceklerini düşünüyorum.
Cezaevinde direnmek manevi bir şeydir. Sadece maddi olarak direnemezsin, sadece fiziki olarak cezaevi şartlarında direnemezsin. Sadece maddi olarak direnirsen bu fiziki yok oluşa kadar gider, manevi gücünüzü açığa çıkarmalısınız. Manevi olarak güçlü olmak gerekir ki cezaevi şartlarına dayanabilesin. 2010 yılı cezaevlerindeki arkadaşlar için manevi özgürlük yılı olacaktır, yeni yıllarını bu temelde kutluyorum.
Bana c.evinden gelen mektuplar var, Tekirdağ’dan pek çok küçük küçük mektuplar, Van C.evi’nden iki mektup. Bakırköy cezaevinden, mektuplar aldım. Bitlis, Midyat C.evinden, Genel olarak c.evinden gelen mektupları iyi buluyorum. Arkadaşların gelişmeleri fena değil. Arkadaşların da belirttiği gibi, direnmek, maddi bir şey değildir sadece. Cezaevinde direnmek manevi bir şeydir. Sadece fiziki olarak c.evi şartlarında direnemezsin. Manevi olarak güçlü olmak gerekir ki c.evi şartlarına dayanabilesin. Van, Muş ve Bulanık halkımıza selamlarımı iletiyorum.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
31 Aralık günü akşam 19:00-21:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Çiyareş, Cehennem Tepesi ve Êlîh Köyü’ne yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
1 Ocak 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar