Halkımıza ve Kamuoyuna!
30 Haziran ve 1 Temmuz tarihlerinde Halk Savunma Merkez Karargah Komutanlığımızca Türk ordusunun ateşkesi tek yanlı bitirerek hava saldırılarına başladığını açıklamalarımız ile duyurduk.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Türk Ordusunun Kürdistan’da ve sınır hatlarında askeri hareketliliğinde belirgin bir artış gözlemlenmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Temmuz günü saat 11:00'de Şengal merkeze bağlı Sitti Zeynep mahallesinde hareket halinde bulunan Daiş çetelerine yönelik Gerillalarımız bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
Önderliğimizin ve Hareketimizin başlatmış olduğu Demokratik Çözüm Hamlesi süreci 2015 yılından itibaren güçlerimizin duyarlı, disiplinli tarz- taktikleri ile sürecin taşıdığı tarihi sorumluluğa denk bir yaklaşım ile hareket edilerek sürmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Halk Savunma Merkez Karargâh Komutanlığımız dün Türk ordusunun gerçekleştirdiği ve ateşkes koşullarını tek yanlı bitiren savaş uçakları saldırışa ilişkin geniş bir açıklama yapmıştı.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 29 Haziran günü saat 16:00 – 17:00 arasında Şengal merkeze bağlı Xeyr Nasır mahallesinde hareket halinde bulunan Daiş çetelerine yönelik YBŞ güçleri tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Şengal'de Yaşanan Direniş Kapsamında;
1. 27 Haziran günü saat 07:00'de Şengal merkeze bağlı Xeyr Nasır mahallesinde çetelerin bulunduğu bir noktaya yönelik gerilla güçlerimiz bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Haziran günü saat 21:00'da Hakkari'nin Yüksekova ilçesine bağlı Esendere'nin Bılındbasan köyünde işgalci T.C ordusu bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Korkunun ecele faydası olmadığı söylenir. Söylenmeye söylenir ancak yine de korku birçok toplumsal kesimin ve kişinin ortak özelliği olarak karşımıza çıkar.
Bir yönüyle korkuya anlam vermek belki de anlaşılırdır. Çünkü her beşerinin doğuştan olmasa bile korkuları yaşanmışlıklardan dolayı vardır. Hatta insanoğlundan daha duyarlı olan varlıklar doğarken daha önce yaşanmışlıkları genlerinde kodlayarak taşıdıkları için neredeyse güdüsel olarak bu korkuları taşırlar. Lakin söz konusu insan oldu mu korkuların yukarıda ifade edildiği gibi inşa edilmişliğini bilerek yaklaşmak daha anlamlı olabilir.
Psikoloji de: “Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp ve solunum hızlanması gibi belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu” olarak tarif edilen korku, “bir tehlike veya bir tehlike düşüncesi karşısında uyanmaktadır.” İnşa edilmişlik dediğimiz gerçeklik böyle olan korkudur.
Psikolojik olan korku duygusunun çözmenin en iyi yolu, var olan o duyguyla yüzleşmektir. Yüzleşe yüzleşe yaşanan ya da var olan o korku duygusu aşılabilmektedir.
İnşa edilmiş olan korkunun da aşılmasının yolu yüzleşmektir. Ancak psikolojik olandan ya da biyolojik olarak kodlanarak gelenden daha zordur. Çünkü birisi normal yani doğal insani ya da varlıksal bir refleks iken birisi ise çok derin, özenle hazırlanmış olan inşalardır. Böyle inşaları gidermenin muazzam zorlukları vardır.
İnşa edilmiş olan korkular bir de başka halkların doğuştan gelen haklarına karşı kimi çevrelerin çıkarlarını koruma ve devam ettirmeleri üzerine kurulu ise, orada o korkular, sadece korku değil aslında neredeyse -eğer tedavi edilemese- giderilmesi imkansız gibidir. İmkansızlığı bu korkuların, çirkinlikler içermesidir. Bunun için, birilerinin temel haklarına karşı inşa edilmiş olan korkular özü itibariyle çirkinliklerle doludur.
Güzel olan doğal olandır. Asıl olandır. Kendisiyle uyum ve ahenk içerisinde olan olduğu için doğası gereği herkeste hayranlık uyandırır. Böyle bir duruma çoğumuz iyilik atfederiz. Çünkü gerçekten de böyle bir durum insanın duygularını okşar hatta insana güven verir. Bu sıfat bir insan için kullanıldığında da böyledir, başka bir gerçeklik için kullanıldığından da aynen böyledir.
Lakin çirkin yani asıl olmayan, hileler üzerine kurulmuş, yalana, sahtekarlığa hatta çalıp çırpmaya, yakıp yıkmaya dayalı olan ise insana itici gelir. İnsana sevimsiz gelir. İnsanın içini ısıtmaz. İnsana ruh vermez. Tam tersine var olan pozitifliği negatifler, gerer. Göze veya kulağa hoş gelmeyen, güzelin yani uyumun ve ahengin karşıtı, yakışık almayan, toplumun öz değerleriyle çelişen bu bağlamda insana ve insanlıkla bağdaşmayan, karanlık, dalavereli durumların ise insana dediğimiz gibi çekici gelmez.
Gelmeye gelmez ama böylesine hastalıkları yani korkuları aşmak, aştırmak gerçekten de deveye hendek attırmaktan daha zordur. Nedeni açıktır, bu tür hastalıklar inşa edilmişlerdir. Hem de yüz yıllarca. Özelde de son birkaç yüz yıldır halklara ve tüm renklere karşı bir zehir olarak geliştirilen ulusçuluk yani milliyetçilik hatta ikisinin bir nevi karışımı olan ancak kapitalist modernist kültürün ise kusmuğu olan bu Ulus Devletçilik, tam bir korku üretimidir. Bunun için diyoruz ki Çirkin insan korkak insandır.
Bir kere birilerinin eline bu çirkin alet yani ulus devlet verilmiş ise diğer renkleri bastırmak, hükmetmek için korkunç kullanılmıştır. Halbuki biz de biliyoruz ki bu yöntem ile insanlık birbirine karşı düşman haline getirilerek zayıf düşürülmüş, zayıf düşürmeler üzerinden ise yönlendirilmiş ve halen de yönlendirilerek yürütülmektedir.
Ve o bastırılanlar, hükmedilenler, sesi kısılanlar, köşeye atılanlar, suyun diğer yakasında bırakılanlar, itilmişler, kakılmışlar, emekleri çalınmışlar, onurları ayakaltına alınmışlar derken ne kadar böyle dıştalanmışlar ve dıştalanmışlıklar var ise, bunların az biraz ayaklanması, kendilerine gelmesi, haklarını talep etmesi, söz istemesi derken kendi olma istem ve mücadeleleri yaşanmış ise burada, bu ayaklanışı, kendine gelişi, haykırışı bastırmak için en etkili olarak kullandıkları araçları, Ulus Devletçiliğlin en etkili silahı olan milliyetçilik KORKU’sunu ateşleyerek harekete geçmeleri olmaktadır. Böyle KORKU’ların çok çirkin olduğunu söyledik. Çünkü böyle korkular doğal değildir. Böyle korkular çok çirkin milliyetçilik zehirleriyle inşa edilmişlerdir. Ve gerçekten de böyle çirkin korkuları aşmak zordur. Ama yine de aşılmaz değildirler. Böyle çirkin korkuları aşmanın yolları mutlaka vardır. Yoksa bile bulmak, kendilerine güzel diyen insanların ve de korkusuz olduklarını söyleyipte haykıranların görevidir. Ve tabi bir de unutulmasın ki böyle korku yayanlar çirkin insanlardır. Güzel olduğumuzu söylüyorsak ki öyleyiz. Güzel olduğumuz renkliliğimizden, haklılığımızdan, doğal oluşumuzdan yani köktenci ve halkların kök kültürünü temsil edişimizdendir.
O zaman hepimiz hep birlikte KORKU yayanlara karşı:
“Korkmayın; bu ülkede barış için adım atanlar, çözüm için fedakârlık edenler, kırmızıçizgilerini genişletebilenler kazanacak, barış ve çözüme direnenler kaybedecek” diyerek, çirkinliklerden uzak güzel günlere doğru yürümesini daha büyük bir coşkuyla yürümesini bilelim.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Halkların mücadele tarihinde bazı anlar vardır ki mücadelenin bütün doğrularını kendisinde somutlaştırır ve kişilik özeliklerine dönüştürerek bir yaşam tarzı haline gelmesini sağlar. Öylesi anlar bu halkların kaderini belirlemekte hayati bir öneme sahiptir. Kürt halk mücadelesinin her adımında ortaya çıkan fedai duruş anın tarihe yön verdiği dönemleri en iyi temsil eden bir özelliğe sahiptir. Zamanın ruhunu yakalamak anlamına gelen böylesi duruşlar insan olmaya dair tüm güzellikleri bünyesinde barındırdığı için bu halkın ve kadın mücadelesinin özü, mayası olmuş, özgürlük hareketinin ruhunu belirlemiştir. Toplumsal mücadele tarihimizin her anı, egemenlik saldırıları karşısında gerçeği, iyiyi, güzeli, doğruyu yaratma mücadelesini büyük bedeller vererek yürütmeyi göze alan erdemli savaşçıların yiğit duruşlarıyla bezenmiştir. Öyle ki şu anda ağzımızdan çıkan bir doğru söz için bile onlarca bedel verilmiştir. Doğrular, yaşam süzgecinden acı ve zorluklarla süzülmüş, yakıcı ve bedelleri olan gerçekler olmuşturlar. Akışkan ve birbiri ile bağlantılı olan canlı tarihimizi bu diyalektiğin ruhuyla, zorlukları ve kahramanlıkları ile kavrayabilmek günümüzün özgürlük savaşçılığını yaratmada belirleyici bir güç kaynağıdır. Bu açıdan mücadelemizin oldukça kapsamlılaştığı ve direnişin dört parça Kürdistan’da çetin koşullarda sürdüğü bu günlerde temel tarihsel gerçeklerimiz olan şehitlerimizin, bu yaşam ve direniş felsefesinin özü olduklarını çok daha derinden hissediyoruz. Neredeyse tüm sistem güçlerinin üzerimize geldikleri vahşette sınır tanımayan saldırılar karşısında hiçbir şartı düşünmeden öne atılan yoldaşlarımız şahsında bu ruhu anı anına görüyoruz. Apocu ruh ve ideolojiyle kendilerini yaratanların, bu çizgiye, ideolojiye ve yaşam felsefesine bir saldırı olduğunda nasıl bir eylemin sahibi olabileceklerini ortaya koyduklarına tanık oluyoruz. Apocu Hareketin resmini nakşeden bu fedailiklerdir. Bu canlı bir yaşam tarzına büründüğünden bir kişi ya da anla sınırlı değildir bir bütün özgürlük harcına bürünmüş ve özgür yaşamın resmi olmuştur.
Her fedailikte özgürlüğün bedelini göze alma, yürek, beyin ve duygu gücünü mücadele bayrağı haline getirip adanmışlıkla özgürlüğe bir adım daha yaklaşma ve yaşam duruşu olarak bunu belleme vardır. Bu, ilk başlardan itibaren Hareketin mayasında, özünde var olan bir özelliktir ki kaynağını Önder Apo’nun yaşam duruşundan felsefesinden alır. Dolayısıyla bu duruş, dünden bu güne özünden hiçbir şey yitirmeden katlanarak büyümüştür. Faklı isimlerle fakat aynı duruşla bir nehir gibi hızından ve coşkusundan bir şey kaybetmeden günümüze kadar akıp gelmiştir ve bu akış hep devam edecektir. Bu anlamda PKK’leşme aynı zamanda fedaileşmek yani bu ruhu kuşanmak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla birbirinden koparılamaz, ayrı ele alınamaz, farklı tanımlanamazlar. Kendisini PKK ruhu temelinde donatmak isteyen her militanda bu özellikler mevcuttur, yer edinir. Ancak bu ruhu adlarıyla beraber anılmasını sağlayan öylesi duruşlar vardır ki anlama, uygulama ve yaşama düzeyleri ile bu gerçeğin hakikatini temsil ederler. Hakikatin kendisi olurlar. İşte fedai duruşun anlamını kendi adında somutlayan, idelojik bir kimlik, çizgi ve vuruş tarzı olan Zilan yoldaş, zamanın ruhunu yakalama ve Önder Apo’yu anlama düzeyi ile bu mertebeye ulaşanlardan olmuştur. Bu anlamda var oluş ve özgürlüğünü kazanma sürecinden geçerken ve Zilanlaşan duruşun en kritik anlarda bir çağlayan gibi aktığı ve mücadelemizi büyük kazanımlara taşıdığı bu günlerde 30 haziranı ve Zilan kişiliğini değerlendirmek bu duruşun bugünkü resmini okumak açısından hayati bir öneme sahiptir. Ronahi’yi, Jin’i, Arin’i, Gelhat’ı, Sema’yı ve daha binlercesini anlamak ve değerlendirmek ancak Zilanı tüm yönleriyle anlamakla mümkündür.
Çünkü Zilan, hücre hücre özgürlükle kutsanarak kendini tarihte ve anda somutlaştıran bir özgürlük duruşudur. Bu anlamda özgürlük çizgisidir, görev ve başarı ilkesidir, eylem ve mücadele gücü, yıkılmaz boyun eğmez iradedir. Kadın olmanın en güzel en anlamlı yüzü ve gülüşüdür Zilan gerçeği. Bir kişinin dahi neler yapabilceğini neleri değiştirebileceğini kanıtlayan insan olmakta, kadın kalmakta ısrarın adıdır.
Çünkü bir cevaptır Zilan arkadaş. Varolma hakkı elinden alınmış ve kendisini küllerinden yeniden yaratan bir halkın tekrardan komplo karanlığına gömülmesine karşı bunun asla gerçekleşmeyeceğini haykıran bir yanıttır. Geriye çeken, tıkatan, olmazı dayatan tüm geleneksel yaklaşımlara karşı her şeyin mümkün ve elimizde olduğunu gösteren bir yanıttır. Yapılamaz denileni yapmanın adı, aynı zamanda talimatıdır. Vuruş tarzında keskinlik, sonuç alıcılıktır. Zafere yürümek ve onu garantilemektir. Önderlik “Zilan yoldaş komutan biz onun emir eriyiz” derken bu gerçeği ortaya koymuş, ulaşmamız gereken ölçüleri belirlemiştir.
Bu anlamda Zilan’da somutlaşan gerçeği birbirinden koparmadan, parçalara ayırmadan bütünlüklü ve kapsamı derinliğinde anlamak gereği vardır. Ancak çoğu zaman ele alışlarımızda ve algılama düzeyimizde farklılıklar kendisini göstermektedir. Anlam verme düzeyimiz, sahip olduğumuz modernist bakış açısının etkisinde bütünsellikten uzak ve tek yönlü olabilmektedir. Çoğu zaman salt bir eylem duruşu olarak ele alma ile sınırlayan, yine ilk oluşunu salt bu yönüyle ortaya koyan bir yaklaşımımız gelişebilmektedir. Örneğin Zilan kişiliğini, arayışlarını, özgürlük tutkusunu, Önderliğe ulaşma çabasını, ülkesine ve halkına olan bağlılığını, bir kadın olarak kendisinde aştıklarını, gelişim düzeyini ve gelişme çabasını, tüm zorluklar karşısında gösterdiği iradi duruşu, sorunları çözme çabasını, sorumluluk anlayışı ve düzeyini, en önemlisi de yaşama sevincini, tutkusunu, insan sevgisini yaptığı eylemden ayrı ele alışlar söz konusu olabilmektedir. Oysa bunlar olmadan böylesi bir eyleme ve eylemde başarıya götüren, kendisiyle bir dönüm yaratan gerçeği açıklamak mümkün değildir. Dolayısıyla onu anlama çabası öncelikle onda yer eden bozulmamış insan özünü, kişiliğini anlamayla gerçekleşebilir. Gereksiz yere bir karıncayı incitmekten çekinirken, özüne ve değerlerine yönelik saldırılar karşısında önü alınamaz bir sel olup akmaya neden olan bu özelliklerin neler olduğunu bilmek, her bir özelliği üzerinde yoğunlaşmak ve kendimizi onun tuttuğu aynada görmek onu anlamanın ve uygulamanın ilk adımları olacaktır.
Bu anlamda şunları kendimize sorma gereği vardır: Zilan demek yüksek sorumlulukla yaşamak, değerlerine varlığına bağlı olmak demekse ben bunun neresindeyim? Henüz yeni katılmış bir savaşçı olmasına karşın ‘ben anlamam’ demeden savaş gerçeğimiz üzerine yoğunlaşmış, yanlış giden noktaları tespit etmiş ve bunun karşısında nasıl bir tarz ve taktikle vuruş tarzıyla cevap verilmesi gerektiğini kendisi tespit etmişse ben kendi bireyselliklerime ve zorlanmalarıma kapılmadan mücadele sorunlarını kendi sorunum olarak ne kadar görüyorum? Ne kadar Önderliği ve şehitleri yaşıyorum ya da bu halkın acılarını, kadınlar olarak kölelik düzeyinin en diplerinde seyredişi ne kadar hissediyorum? Bir kadın olarak kendimi nasıl ele alıyorum, özgürlük hayallerim ne kadar gelişkin, kendimi ne kadar geliştiriyor ve güçlendiriyorum, kölecil özelliklerden ne kadar kurtarıyorum? Vb.
Elbetteki şahsında ortaya çıkan özellikleri tek tek ele alarak soruları çoğaltmak mümkün. Çünkü beş bin yıllık kültürün çoğumuzda yarattığı etkilerin yanında Zilan yoldaş bu özelliklerini korumuş ve günümüze taşırmasını bilmiştir. Bu nedenle Önderlik Onu tanrıça olarak tanımlamıştır. Geçmişte tanrıçalar nasıl ki yaşamın, iyinin, güzelin, doğrunun, korumanın, geliştirmenin adıysa günümüzde Zilan tam da ona karşı gelmektedir. Öyleyse tanrıçanın eteklerinden tutmak, ondan feyz alarak yaşamımızı belirlemek, duygulara düşüncelere, mücadele biçimimize ve azmine ona göre yön vermek zafere, dolayısıyla özgürlüğe ulaşmak için yapılması gerekendir. Bu anlamda Onu anlamanın ve anmanın, özellikle kadınlar olarak, farklı bir yolu yoktur. Asıl önemli olanda bunu içselleştirme çabasıdır. Şunu asla unutmamak gerekir: üzerimizdeki tüm etkilerine rağmen, sistemi geride bırakıp özgürlük dağlarına geldik. Bu anlamda hakkın ve hakikatin yanında olduğumuzu ortaya koyduk. Bunları henüz yeterince tanımlayamasak ya da ad koyamasak da bu şekliyle hakikatin yanın da yer aldık. Öyleyse hepimizde bu gerçeklere ulaşmak için önemli bir potansiyel mevcut. Ancak asıl önemli olan bu potansiyeli Zilan çizgisinin ölçülerinde işlemek, kalıcılaştırmak ve çevremize tıpkı onun gibi yaşam dağıtmasını sağlamaktır. Buna göre olan ve yaşayan tüm arkadaşlar her zaman duruşlarıyla fark yaratmış ve öncü komutanlarımız olarak belirleyici olmasını bilmişlerdir. İşte 17 Haziran’da şehit düşen ve Zilan’a ulaşmak istediğini söyleyen ve ulaştığı ideolojik düzey ile kadın özgürlük çizgisinin sembolü olan Sema arkadaş, gözünü bu yoldan ayırmadan fedailik duruşunda her zaman ısrarlı olduğu için 7 Haziran’da haince katledilen Gulan yoldaş yaşam duruşları ve çizgileşen gerçekleriyle bunun en büyük kanıtı olmuşlardır. Günümüzde aynı çizgi Arinler şahsında devam ediyorsa bu taşıdığı hakikat payından kaynağını almaktadır. Dolayısıyla her dönemde önemli olan ve asıl ele alınması gereken bu gerçekliği kendimizde içselleştirmek olmalıdır. Bugünü anmanın ve bu gerçeğe layık olabilmenin tek yolu da budur. Dolayısıyla 2015 yılının tarihi anda yaşamsal kılan mücadele gerçeğini sıcağı sıcağına yaşarken Haziranı anmak ve bu ayın kendinde barındırdığı özü değerlendirebilmek kendimizi ve yaşananları bu gerçeğe vurmakla ancak olacaktır. İçerisinde bulunduğumuz mücadele sürecini bu ölçülere vurarak okumalı, ona göre anlamlandırmalı ve bunu bir mücadele gücüne dönüştürmeliyiz. Günün anlamı ancak böyle yakalanabilir. Unutmamak gerekir ki kader tayin eden şey tarihi bilinci kuşanmak kadar bu bilincin yüklediği sorumlulukla anın mücadelesine katılmaktır.
Bu anlamda Zilanın yaşam sevgisi ve mücadele azminin zaferi garantilemenin yegane şartı olduğu bilinciyle her anı kutsal bir direniş kalesi yapan bedellerimizi, bu mücadeleyi zafere taşıma sözü ile anıyor, komutalarında onlar gibi koşulsuz ve güçlü ilerleme sözümüzü yeniliyoruz.
ÇİÇEK BOTAN
- Ayrıntılar