Basına ve Kamuoyuna!
19 Temmuz tarihinden itibaren 3 gün boyunca işgalci TC ordusu Siirt’in Pervari ilçesine bağlı Hêşet ve Noreşin köyleri ve çevresinde pusulamalar yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19-20 Temmuz tarihleri arası Bitlis Norşine bağlı Aşağımork ve Xest köyleri çevresinde işgalci TC ordusu pusulamalar yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Temmuz günü Muş güneyine bağlı Zengok, Newala Mara, Kara Hamza, Kozmê, Murat suyu ve çevresine yönelik işgalci TC ordusu tarafından Skosky ve zırhlı araçlarla sabah saat 05.00 'te bir operasyon başlamıştır.
- Ayrıntılar
Sömürgeciliği yüreğimizden ve beynimizden söküp atmamız gerektiğini söylerken, hemen şimdiden devasa bir mücadele 30 yıldır kıran kırana yürütülmüşken, halen hangi sömürgecilerin bizlere ektiği özelliklerden bahsedebiliriz ki diye sorulabilir, haklı olarak?
Sömürgeciliğe karşı gerçektende 30 yıldır silahlı olmak üzere toplam 40 yıldan fazladır dişe diş bir mücadele tüm cephelerden yürütülmüş ve halende yürütülmektedir. Lakin sömürgeciliğin beyinleri felç eden, işlemez kılan, kendisi olmaktan uzaklaştıran, yabancılaştıran, kendisi olmaktan çıkarak sömürge kişiliği oluşturma politikalarına maruz kalan bir gerçekliğin etkileri halen birçok insanda gözle görülür bir şekilde sıratmaktadır. Değişimler ve dönüşümler kuşkusuz çok büyük olmuştur. Kürt halkı, Kürdistan'i halklarla büyük bir dönüşümü yaşaması muhakkaktır; lakin Kürdistan’da herkesin böyle olduğu ya da aynı benzer güçlü dönüşümü yaşadığı tartışmalıktır. Yine dönüşmüş olanların ne kadar sömürgeciliği yüreklerinden ve beyinlerinden söküp attıkları da tartışmalıktır.
Örneğin söz konusu Kürtçe dilini ele alarak, ruhsal değişim dönüşümün ne kadar gerçekleştirildiğini en iyi bir şekilde gösterecek bir örnek dil meselesi olabilir.
Bizler: “Üstelik sömürge insanının ana dili, duyguları, düşünceleri ve rüyalarıyla ayakta kalan dili, yumuşaklığını ve merakını ifade ettiği o dil, yani en büyük duygusal etkiyi yapan dil, aslında en az değer verilen dildir. Ülkede ya da halkların birliğinde bir statüsü yoktur. Bir işe girmek, kendine bir yer edinmek, toplulukta ve dünyada var olmak isterse, önce efendilerinin diline boyun eğmek zorundadır. Sömürge insanı içindeki dil çatışmasında, ezilen anadil olur. Bu zayıf dili bir kenara bırakmaya, yabancıların gözünden saklamaya bizzat kendisi koyulur.
Kısacası, sömürge iki dilliliği ne bir yerli dilinin bir püristin diliyle yan yana yaşadığı (ikisi de aynı hissetme dünyasına ait) iki dillilik durumudur, ne de fazladan ama görece yeni bir alfabeden yararlanan yalın birçok-dillilik zenginliğidir: bir dilbilim dramıdır” bu söylenen gerçeğinin ne kadar farkındayız ve ne kadarını aşmışız bu dramın diye bir soruyu herkes kendisine sorabilir?
“Her sömürgeci ulus, faşist eğilim tohumunu bünyesinde taşır.”
Halbuki yıllar önce bir Fransız aydını olan Sartre sömürgecilik ve sömürgeciliğin yarattığı kişiliğe ve sonuçlarına dönük:
“Ve bir halkın ölme şeklinden başka hiçbir seçeneği yoksa bir halk ezenlerinden sadece umutsuzluk hediyesi almışsa, kaybedecek neyi olur? Bir halkın şanssızlığı, onun cesareti haline gelir; sömürgeciliğin onu sonsuz reddini, sömürgeciliğin mutlak reddine çevirir.
Üstelik bu bir açıdan çifte gayrı meşruluktur. Tarihin kazaları sonucu bir toprağa gelen bir yabancı olarak, sadece kendisine bir yer yaratmayı başarmakla kalmamış, ora sakinlerinin yerini elinden almayı da başarmış, onların hakkı olanlar pahasına kendisine hayret uyandırıcı ayrıcalıklar bahşetmiştir. Bunu da, bir açıdan bu eşitsizliği gelenekle meşrulaştıran yerel yasaların gücüyle değil, var olan kuralları kaldırıp kendininkileri koyarak yapar” demiştir.
Dikkat edilirse sömürgecilik hem gelip Kürdistan’a yerleşmiş, çalmış, çırpmış, katletmiş ve ardından da ayak ayaküstüne atarak bu topraklarda yaşayan halkların dilleri ve kültürleriyle alay ederek yok etmek için elinde geleni alenen devlet politikası olarak yürütmüştür. Bu topraklarda yeşeren kültürleri asimile etmenin de ötesinde soykırıma tabi tutarak yok etmeyi tüm kurum ve kuruluşlarıyla gerçekleştirmeyi esas almıştır.
Gerçeklik buyken, halen sömürgeciliğin diline, kültürüne hayranlık duymak olsa olsa yukarıda dile gelen dramın kendisidir. Sömürgecilik tüm gücüyle adeta“Her şey kusursuz olurdu… yerliler olmasaydı,” der gibi üstelik bu toprakların orijin renklerine hakaret etmekten de bir gün geri durmamıştır. Ancak sömürge haline getirilenler ise adeta sanki bir şey yokmuş gibi yapmalarına da ise hiçbir akıl ve zihniyet alamaz. Bu da ayrı bir dram ya da trajedi…
Bu bağlamda bir nevi: “Sömürgeleştirilen belleğini yitirmeye mahkûm olmuştur adeta.”
Ne diyor filozof ya da hakikat arayışçısı:
Halbuki, “Bir halka başka hangi yolla miras bırakılır? Çocuklarına verdiği eğitimle ve dille, yeni deneyimlerle sürekli zenginleşen o harika depoyla. Gelenekler ve edinilen şeyler, alışkanlıklar ve fetihler, yapılan işler ve geçmiş kuşakların eylemleri bu şekilde miras olarak bırakılır ve tarihe kaydedilir.”
Bir zamanların 1945 yılın Fransa’sında bir seçim kampanyasında şöyle bir propaganda yapılır:
“Radyomun düğmesini çevirince Amerika’da Zencilerin linç edildiğini işitiyorum ve diyorum ki kendi kendime:
O zaman bize yalan söylemişler: Hitler ölmemiş
Radyomun düğmesini çeviriyorum ve öğreniyorum ki Yahudiler hala aşağılanıyor, hor görülüyor ve yurtlarından kovuluyorlar:
O zaman diyorum ki kendi kendime, hala bize yalan söylemişler: Hitler ölmemiş.
Radyomun düğmesini çeviriyorum ve öğreniyorum ki Afrika’da çalışma kampları kurumlaştırılıyor, yasallaştırılıyor:
O zaman diyorum ki kendi kendime, bak bize yalan söylemişler; Hitler yaşıyor.”
Peki, bizim bu “radyomun düğmesini çeviriyorum ve öğreniyorum ki” Kürdistan’da ne kadar çok Kürtlere ve Kürdistanlılara hakaret dolu sözleri, davranışları, pratikleri, uygulamaları nasıl ele alacağız?
Bu “radyomun düğmesini çeviriyorum ve öğreniyorum ki” verilerle binlerce ama binlerce örnek vererek faşizmin, Hitlerciliğin ne kadar derin olduğunu göstermemiz zor olmayacaktır. Bizler bırakalım günlük olarak saatlik ve dakikalık olarak “O zaman diyorum ki kendi kendime, bak bize yalan söylemişler; Hitler yaşıyor” örneklerini sunabiliriz. Çünkü gerçekten Kürdistan’da ve Türkiye’de Kürtlere ve bu topraklarda yaşayan nice halklara çok mu ama çok fazla sömürgecilerin inkar ve imhayı esas alan uygulamaları söz konusudur.
Örneğin: “Sömürgeci boyun eğdirmek ve sömürmek için sömürge insanını tarihsel ve toplumsal, kültürel ve teknik akımdan dışarıya itti. Sömürge insanının kültürünün, toplumunun ve teknolojisinin ciddi bir zarar gördüğü gerçektir ve sağlaması yapılabilir.” Gerçeklik buyken hangi kardeşlikten söz açılabilir peki? Hangi birliktelik ve beraberlikten bahsedilebilir peki?
Özcesi sömürgecilik kültürü tüm gücüyle kendisini tüm toplumsal gerçeklere dayatırken buna karşı toplumlarında tüm güçleriyle özelde kendi yerellerinde güçlü karşı koyuşlarıyla bu sömürgeciliğin zihniyet yapısı ve uygulamaları ortadan kalka bilir. Yine kendi kültürel değerlerini çok güçlü sahiplenme ve yaşatmayla sömürgeciliğin kültürü geriletilebilir.
Not: isimlendirilmemiş olan tırnaklar Albert Memmi’nin –“Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi,” kitabından alınmıştır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Demokratik çözüm yürüyüşü çerçevesinde Karadeniz, Dersim ve Garzandan yola çıkan ve uzun yürüyüş gerçekleştiren gerilla gruplarımız Medya Savunma Alanlarına ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Temmuz günü işgalci TC Ordusuna ait insansız hava araçları ve skosky helikopterler desteğinde Amed Lice ilçesine bağlı Xazmas, Gıt, Bamitnê, Cabitmê ve Akdağ köyleri etrafında bir operasyon başlanmıştır.
- Ayrıntılar
Biz Kürtlerin 1920’li yıllardan daha doğrusu 1940’lardan sonra yaşadığımız en büyük sorun kendimiz olamamamız gerçekliğidir. Buna biz kendine yabancılaşma ya da yabancılaştırma diyoruz.
Denilecek ki Kürdistan tarihinde kendi olamama gerçekliği şöyle ya da böyle her zaman var ola gelmiştir. “Buna ilk örnek olarak Enkidu’yu gösterebilir. Ya da Harpagos gösterilebilir. Aslında böyle tarihte kendi halkına ve kendi değerlerine bolca ihanet eden kişilikleri sıralamak mümkündür de denilebilir. En son Aşiret mekteplerinde eğitilipte halklara karşı kullanılmış olanları da dile getirmek olasıdır” da denilebilir.
Hiç şüphe yoktur ki Kürtlerin tarihinde bolca ihanet etmiş kişilikler çıkmıştır. Bu ihanet etme gerçekliği başka halklarda da bolca görülebilir. Gidip halkların tarihine baktığımızda ne kadar da çok halklarına karşı ihanet etmiş olan insanları gördüğümüzde şaşırmamak hiçte elden olmayacaktır. En çarpıcı örnek bugün neredeyse dünyaya en ileri düzeyde hükmeden Yahudileri gösterebiliriz. Söylediklerimizi ispata kalkmadan sadece Tevrat kitabında Yahudilere dönük söylenenleri, yazılanları dile getirmek bile bu makalenin çok daha ötesinde büyük hacimli kitapları aşabilecek nicelikte ihanet ve iç çelişkilerle doludur.
Özcesi halkların tarihinde ihanetlerin yaşanması hiçbir zaman kabul edilmeseler de birer gerçeklik oldukları açıktır. Ancak biz Kürtlerde özelde 1940’lardan sonra özelde de Kuzey Kürdistan'da yaşanan başka gerçekler de vardır.
1920 ile 1940 yılları arasında Kürdistan'da inanılmaz ölçüde bir Kürt soykırım yaşanmıştır. Bugün bizlerin kimi, Dersim katliamını duymuşuzdur. Halbuki Zilan, Ağrı ve onlarca böyle irili ufaklı katliamlar Kürdistan'da bu yirmi yıl içerisinde bolca yaşanmıştır. Demirel’in bir dönem söz ettiği “28 isyan” özünde Kürdistan'da 28 büyük-küçük soykırım pratikleriydi. Biz bu yirmi yıllık sürece Kırmızı Katliam diyoruz. Kürtçe sözcüklerle, Komkujıya Sor diye bu katliamları tanımladık.
Kırmızı Katliam’dan sonra Kürdistan'da uygulanmaya konulan yeni ve daha tehlikeli ve yok edici soykırım türüyse Beyaz Katliam olmuştur. Beyaz Katliam’ı bizler beyinsel ve kültürel soykırım olarak tanımlıyoruz. Önder Apo kültürel soykırım için: “Hakim elit ve ulus-devlet kültürüne göre zayıf ve gelişmemiş durumda bulunan halk, etnik ve inanç gruplarının üzerinde uygulanır. Temel mekanizma olarak hakim elit ve ulus-devletin dil ve kültürü içinde tümüyle tasfiye olmaya amaçlayan başta eğitim olmak üzere her türlü toplumsal kurumların cenderesi içine alınıp varlıkları sona erdirilmeye çalışılır. Fiziki imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türüdür. Yarattığı sonuçlar fiziki soykırımdan daha felaketlidir. Bir halk veya herhangi bir topluluk için yaşamda karşılaşabileceği en büyük felaket niteliğindedir. Varlığını, kimliğini toplum doğasının tüm maddi ve manevi kültürel unsurlarını terk etmeye zorlanmak, uzun sürece yayılmış kitlesel çarmıha gerilmekle özdeştir”demişti.
Özcesi Kürdistan'da 1940’larda uygulanan esasta kültürel soykırım olmuştur. Kültürel soykırımın temel hedefi vurmak istediği insanı beyninden, yüreğinden ve de vicdanından vurmaktır. Önce beyin ve yürek felç edilecek ki bir daha o bireyi şaha kalkmasın, kendisi olamasın. Bu beyin ve yürekten vurmanın en temel silahı eğitim kurumlarına alarak gerçekleştirmektir. Söz konusu Kürtler ise Türk devlet okullarına alarak Türkleştirmektir. Yapabilir ise Kürtçeyi yani hedef aldığı bireylerin ana dillerini unutturarak onları Türk haline getirmektir. Bunu yaparken birde sanki çok büyük bir iyilik yaparcasına bu vahşet uygulamısını uygulayabilmek ciddi bir maharet işidir. Yine diğer etkili bir silah ise askerliktir. Meslek edindirmektir. Memurluktur. Derken kendi siyasal partilerinin içine alarak tümden kendinden birisi haline getirmektir.
İşte yukarıda dile getirdiklerimiz gerçekleştirmenin yolu yordamı Beyaz Katliam politikalarıdır. Ve TC devleti bu vahşet politikalarını Kürdistan'da çok acımasızca uygulamasını bilmiştir.
Öyle ki Kürtleri en çok Dersim’de olsa da Kürdistan’ın birçok alanında katliama tabi tutan partinin adı CHP’dir. Bu katliamı en içten uygulayan kişi ise İsmet İnönü’dür. Yine Atatürk’tür.
Ancak bugün bu katliamı uygulayan partinin başında bulunan kişi, bir Kürt, daha doğrusu Beyaz Kürt’tür. Yine Tuncelili-dikkat edilirse Dersim demiyoruz-Tuncelili diyoruz. Çünkü bu kişi Kürdistan'da Beyaz Katliamı en iyi özümsemiş kişiliklerin başında gelen bir kişiliktir. Bu öyle bir kişiliksizliği yaşıyor ki AKP gibi özünde milliyetçi bir parti bile “Beyaz Türklere kendini kabul ettirmek için kendi aslına bile sahip çıkamıyor” mealinde sözlerle bu Beyaz Katliam’la kendisi olmaktan çıkarılmış kişiliğe yönelebiliyor.
Bizlerin çok söyleyeceği bir şey olamaz. Beyaz Türk beyaz Türk’tür. Beyaz Türklerin de ne kadar Kürdistan'da halkların düşmanlığına oynadığı da herkesin malumudur. Özelde de CHP adındaki geçmişin Kemalist faşizan partisinin de Kürtlere ve halklara neler yaşattığı da ortadadır.
Bizim söyleyeceğimiz ya da söyleyebileceğimiz olsa olsa Kürtler başta olmak üzere Kürdistanlı ve Türkiye halkların artık ellerini böylesine kirli bir partiden ellerini yıkamalarıdır. İslamiyet’in o meşhur sözüyle “boş ol, boş ol, boş ol” diyerek yollarını CHP ile ayırmalarıdır.
Kılıçdaroğlu ve Kılıçdaroğlu gibi olan kişiliklere ise bizler; Frantz Fanon’un Siyah Deri Beyaz Maske kitabında söylediği gibi onlar: “KENDİ OMUZLARI ÜZERİNDE BAŞKALARININ KAFASINI TAŞIMAYA-GEZDİRMEYE RAZI” kişiliklerdir deyip kendi mücadelemize devam edeceğiz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Van'ın Çaldıran ilçesinde bulunan ve 4 Temmuz 2013 tarihinde toplu bir şekilde BDP'ye geçen Şêxikî aşireti düşman tarafından tehdit edilerek aşiret üyesi iki kişi kaçırılarak serbest bırakılmaları karşılığında 700 milyar fidye istenmiştir.
- Ayrıntılar
Bundan l5 yıl önce Partinin temelini atan Kemal, Hayri gibi yoldaşlar direniş kararını verdiğinde bir kez daha Partinin büyüklüğünü göstermiştir. Ne teslimiyet, ne düşüş sonuna kadar direniş! Tarihte de, yaşamımızda da büyük adım olmuştur. Yine bu anıya dürüstçe yaklaşmak isteyen bu temelde sonuç çıkarmak isteyenler için her yönüyle bu gerçeğe kendilerini ulaştırmalıdırlar. Aksi halde bu direnişe ve bu şehitlere layık olamaz ve kendilerinden bir şey çıkmaz. Hatta diyebilirim ki bu gerçeklikten sizlerde belli bir uzaklaşma yaşanmaktadır. Her şeyden önce bu anı üzerinde durduğumuzda Parti gerçeği nedir sorusu karşısında kendi gerçeğimizi göz önüne getirmek zorundayız. Şimdi sizin uzaklaştığınız ve onunla oynadığınız Parti gerçeğinin ta kendisidir.
Olmaz! Bu gerçeklikten uzak olmakla Partilileşme olmaz. Her arkadaş kendi üzerinde durup gerçekliğini göz önüne getirdiği taktirde bu direnişlere karşı hesap veremeyeceğini, layık olamayacağını görecektir. Çünkü yüzünüz ak değil, şimdiye kadar sorun yaratmaktan öteye bir şey yapmadınız. Şimdiye kadar ağlamaktan başka ne yaptınız. Bu hepinizin bir ayıbıdır. Şehitlerin karşısında bu halinizle duramazsınız, ayıptır. Şimdi bakıyorum herkes keyfine göre Parti gerçeğiyle oynuyor; savaşta, örgütlenmede, eğitimde her yönüyle oynamayı kendisi için bir sanat haline getirmiştir. Bu sizin ayıbınızdır. Bu ayıbıyla kişi hiç bir yere ulaşamaz. Tabi "çok zayıfız, güçsüz, bundan başka ne yapalım" diyeceksiniz. Bu sizin diliniz ve bunu her zaman söylüyorsunuz. Kabul edilmez! Bu şehitlerin anısı üzerine konuştuğum zaman böyle Partililiği ve sizi kabul edemem. Kaldı ki bu durumda ben kendimi bile kabul edemiyorum, sizi nasıl kabul edeceğim? Bu zayıflıklarla mı, bu sahtekârlıkla mı, bu kandırmayla mı, bu düşüşle mi sizi kabul edeceğim.
Bu günlerde bazı hususlar üzerinde duruyoruz. Yine Parti adına hafif, dar, güçsüz bir yaşama tenezzül etmeyi bir sanat haline getirmişler. Bununla da sınırlı kalmayarak Partiye ve bu büyük direnişlere layık görüyorlar. Güçsüzsünüz, söz sahibi olamazsınız. Bunun içinde en dürüstün elinden ancak ucuz bir ölüm gelir. Fakat bu arkadaşlar kendilerini ucuz ölüme yatırmadılar. 14 Temmuz direnişi ucuz bir ölüm için değildi. Büyük bir ölümdü; hatta ölüm değil büyük bir yaşamdı. Ülkede, savaşta ucuz ölen arkadaşlarımız için "büyük şehitlerdir, güçlüdürler" diyemiyorum. Neden? Çünkü direnmeden gidiyorlar. Eğer 14 Temmuz anısına doğru yaklaşacak olursak; iğne ucu kadar yaşam ve çalışma imkanı bulduklarında bu arkadaşlar sonuna kadar değerlendiriyordu. Şimdi ben size bakıyorum, eğer biraz harekete geçseniz ülkeyi alabilirsiniz. Ama ne yazık ki doğru bir çalışmayı doğru bir adıma dönüştürmeye tenezzül edemiyorsunuz, tabi bu insanı kahrediyor. Parti ruhunu, Parti büyüklüğünü kendinizden uzaklaştırmışsınız. Bu kendinize yapacağınız büyük bir kötülük, kölelik, hatta düşkünlüktür. Kendinizi böyle nasıl kabul edebiliyorsunuz, hayret ediyorum. Bu kadar çalışmama rağmen kendi kendimi bile kabul edemiyorum. Hayır!
Kişi büyümenin yolunu tutmadan kendinden razı olamaz. Bir şey yapamıyorlar, kendilerini bile yapamıyorlar. Buna rağmen kendilerine PKK adına bir usul yaratıyorlar. Bu büyük anıya bağlı kalmak istiyorsak, biraz dürüstlük varsa, değerlerimizi böyle unutmak istemiyorsak, mutlaka kendimizde bir şeyler yaratmak zorundayız. Kendi içimizde bazı esaslara vararak daha doğru, birlikte büyük yürüyebilmeliyiz. PKK'nin saflığı, PKK'nin dürüstlüğü bu yoldaşların gerçeğindedir. Şimdi kendinize bakın ne kadar bu büyüklüklesiniz? Yine doğru yaklaşacak olursak; Partinin adını yükseltmek istediler, Parti amacından uzaklaşmamak için büyük bir vahşet altında, her gün tahammül edilemeyecek işkenceler altında küçük bir yaşam imkanı bularak direndiler. Bu amaç içindi bu direniş. Burada hemen kendinizi karşılaştırın; ülke toprakları üzerinde, dağların başında, silahlı, gruplar halindesiniz, yine de düşmana karşı bir kaç doğru adım atamıyorsunuz. Bu şehitleri, bu direnişleri gözlerinizin önüne getirdiğinizde kişi kendi hakkında ne diyebilir? Bundan uzaklaşma var. Bu uzaklaşmayı kendinize nasıl layık gördünüz ben de şaşıyorum. Bu kadar büyük Parti derslerini verdik, uzun bir zamandır yetişmeniz için hazırlığınız için çok büyük yardımlarda bulunduk. Ancak çıkardığınız sonuç; "düşkün kişiliğimi nasıl yaşatabilirim"dir. En büyük tepkimiz de buna yöneliktir.
PKK şehitleri bunlar değildir. PKK direnişi bu değildir. İçinizden bazıları veya bir çoğunuz, bir çok yönde bir şeyler yaratmak istiyorsunuz. PKK büyüklüğünden uzak bir PKK yaratmak istiyorsunuz. Ben her zaman söylüyorum, bu kişiliğinizle yalan söylüyorsunuz, kendinizi kandırıyorsunuz. PKK mukaddestir, PKK kişilikleri dürüsttür: Mazlum, Kemal, Hayrilere eğer biraz bağlılığınız varsa sahip olduğunuz bu kişilikle yürümeniz mümkün değildir. Bu kişiliği şimdiye kadar Parti içinde nasıl yürüttünüz, buna nasıl cesaret ediyorsunuz. Gerçekten vicdansız mısınız, terbiyesiz misiniz, anlayamıyorum. Neden böyle oldunuz? Çok mu zayıfsınız, çok mu düşkünsünüz, çok mu çaresizsiniz; bunu anlamak istiyorum. Bu doğru değildir, bu zindan direnişi temelinde değildir, bu 14 Temmuz'a bağlılık değildir. Ben bu yoldaşları, bu direnişi sizden ve Parti adına yürütülenlerden koruyorum. Ya bu arkadaşların ruhuna ulaşır, ya 14 Temmuz ruhu yakalanır, ya da bu ruhu sonuna kadar sizden koruyacağız. Kesinlikle söz veriyorum ki bunu koruyacağım. Sizi kabul edemem ve etmediğimi de görüyorsunuz. Parti içinde kimse kalmasa da bu düşkün kişilikleri kendimize yaklaştırmayız, zayıf insanı da kendimize yaklaştırmayacağız. PKK, kahramanlık Partisidir. 14 Temmuz çok büyük bir yüceliktir. Bunu alçaltamayız, ayaklar altına alamayız. Bunu size layık göremeyiz. Layık olmayan şey layık değildir. Ben kendimi de layık göremiyorum. Ancak onların temsilcisiyim, vasiyetlerini takip ediyorum. Bu kişiliklerinizle yürüyemem ki, en ufak bir eksikliğiniz de olsa kabul etmem.
Bugün 14 Temmuz direnişinin yıldönümü vesilesiyle bir şeyler yaparak anmak istiyorsanız, eğer gerçekten dürüstseniz, bir şeyler anlamak istiyorsanız bu arkadaşların sergiledikleri direniş gerçekliğine doğru yaklaşmak zorundasınız; hangi koşullarda neye karşı, neyle, nasıl yürüttüler bunları aklınıza getireceksiniz, kendi gerçeğinizle kıyaslayacaksınız. "Ben ne kadar bağlıyım, ne kadar onunlayım" hesabını dürüst ve doğru vermezseniz siz gerçekten sahtekârsınız. Sahtekârlığı adeta kendilerine meslek edinmişler. Bunları herkes için söylüyorum. Bazı arkadaşlar bizi çok incitti. Yani bilemiyorum, insan büyümeden neden bu kadar kaçıyor şaşırıyorum. O arkadaşlara onca büyük imkân sunduk, hiç önem bile vermediler. Vicdanınız neden bu kadar kara, gerçekten insan bir sonuç çıkaramıyor. Size kim "böyle yaşayın" dedi? Bu yaşam üslubu kimindir, bu savaş tarzı kimindir? Mazlum, Kemal, Hayrilerin mi, Agitlerin mi? Hayır! O halde kimindir? Bunun cevabını vereceksiniz. Aksi halde sizi kabul edemeyiz. Her gün bunun üzerinde duruyorum. Özgürlük istiyorsunuz, şerefli bir yaşam istiyorsunuz; işte yolu da budur. Neden bu yolun üstünde yürüyemiyorsunuz? Kötülüğün rüzgarına kapılıyorsunuz. İşte gördünüz ne kadar kaçıyorlar. Tabii çok nedenleri vardır. Büyük imkânlar önündedir, üzerinde durmaya tenezzül etmiyorlar. Bunun için gerçekten bu tarihi anının adımın üzerinde durmak istiyorsanız acaba dürüst müdürler, değil midirler diyorum. Yani bir anının üzerinde durmak insana sonuna kadar yeter. Uzun bir süredir "PKK adına her yönüyle hareket edebiliriz" diyorlar. Olmaz! PKK esastır. Eğer PKK gerçeği tutturulmazsa Kürdistan’da yaşam yürümez, hiç bir şey yürümez
Neydi bu direniş? Zindanda ihanet büyük olunca şahinler tamamen düşürmek istediler; "PKK adına kimse kalmamalı", hatta "hepsi PKK'ye karşı çıksın", tabi ki "PKK'de vatanı inkar etsin, halkı inkar etsin". Bunun karşısında arkadaşlarda "biz canımızı vereceğiz, bu kararı vereceğiz" dediler. 14 Temmuz kararı; Partinin adının ortadan kalkmaması için halk ve Kürdistan adının, insanlık adının ortadan kalkmaması içindi. İşte bu Partinin kararıdır: İhanete karşıydı, büyük zulme karşıydı, düşkün yaşama karşıydı. Hemen hemen hepsi sizin gibi zayıftılar, imha olmayla karşı karşıyaydılar. O zaman bu kahraman arkadaşlar "gün direnme günüdür" diyerek zayıflıkların önünü aldılar. Şimdide düşman çok şiddetlice üstümüze geliyor. Şimdi de Kürdistan'da ihanet büyüktür, ihanet çok büyümüştür. Direniş de büyümüştür. Aynı zamanda içimizde düşkünlükte var, teslim olma var. Ülkenin dört bir yanında ne kadar direniş varsa o kadar teslimiyet yine düşkün bir yaşam var. Eğer 14 Temmuz'a bağlıyız diyorsanız bu günde de kahramanca bazı adımlar isteniyor. Zindandaki gibi değil; savaşın her yönünde, çalışmanın her yönünde 14 Temmuz ruhuna bağlı adımlar atılması gerekiyor. Kendi ruhunuzda adım atın, öyle olmazsanız sahtekârsınız. Büyük değerlerle ucuz yaşamınızı sürdürmek istiyorsunuz, tabi ki bizimde bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Diğer bir husus da şudur: Önderliği tanımıyorsunuz. Çok düşkünsünüz, kirli insanlarsınız, her zaman bizi kendi seviyenize düşürmek istiyorsunuz. Tabi ki bu da mümkün değil. Ben sizden bir şey rica ediyorum; biraz büyümeyi tanıyın, kendinizi yetiştiremeseniz de onunla oynamayın, ihanet etmeyin, koruyun. Eğer bu da elinizden gelmezse çıkın gidin. Ben kendim bile bu kişiliğimi her gün ellerimin altında eritiyorum. Fakat size bakıyorum kendinizi paşa gibi yapmışsınız. PKK dışında her şey sizde var, düşkünlük var, zayıflık var, düşünce dağılmış, ruh dağılmış, büyük bir kararı yok. Kendisiyle büyük bir şey yapamaz, böyle şerefli bir yaşam tutamaz, yarı ölü gibidir. Her zaman kendisini sorun yapıyor; "ben kapalıyım, yüzeyselim, bilmem ben neyim." Budur işte bundan başka bir şey değil, en iyisi de ucuz bir ölüm. Büyük bir başarı diyen, büyük bir adım diyen, "bende PKK'nin büyük şehitlerinden eksik yapmam, sonuna kadar düşüncem ve yaşamım budur" diyen böylesi yoldaşlar içinizde yetişiyor mu? Kendinize ve etrafınıza bakın, kim böyle yapıyor?
Sizin üzerinize fazla geliyorum diye değil, siz kendi kendinizi dar bir duruma sokmuşsunuz. Bu Parti imkânlarıyla kendinizi büyütebilirdiniz, hepiniz yapabilirdiniz. Size çok zaman da vermiştik. Kendinizi büyültebileceğiniz ortamı da önünüze vermiştik. Siz anlamadınız, sürekli "ucuz bir yaşam" dediniz. Hep keyfiyete tenezzül ettiniz. Bu da tabi ki düşmanın isteğiydi. Düşmanın isteği kişinin işte böyle ucuz bir kişilikle yaşamasıdır. Budur yani bu da tanımadığınız bir şey değildir. Eskiden beri bu kişilik bizim için sefaletti, içinde hayırlı olan bir şey yok. Bu direniş buna karşıdır. Sadece düşmanın zulmü değil, binlerce arkadaş hemen hemen düşüyordu, "ben teslim olayım mı, olmayayım mı?" bu haldeydi arkadaşlar. İşte 14 Temmuz direnişi çoğunlukla buna karşıydı. Ben şimdi bakıyorum hiç bir arkadaş bundan kendisine bir sonuç çıkarmıyor. Çoğunuzda bu haldesiniz, bura zindan değil. Burası dağ başıdır, elinizde silah var, burada doğru dürüst yürütemiyorsunuz, bu teslimiyetten de daha kötüdür. İşte ben diyorum siz bu anılarla sözleşmek, kararlaşmak istiyorsanız kendinizi böyle bırakamazsınız. Herkes söz sahibi olamaz, sizin gibi insanlar kendilerini yenilememişler. Söz sahibi, karar sahibi olmaktan uzaktır. "Partinin bazı imkanlarıyla sonunda düşmanın yanına kadar giderim", bu PKK değildir. Ben bunu anlamanızı istiyorum. Bu PKK gerçekliği değildir. Bu dönemde bu en büyük kötülüktür, hatta düşmandan daha çok bize karşı bir direniştir. Bu düşmana karşı değil, PKK büyüklüğüne karşı direnmedir.
Belki size acayip gelebilir, ama bu yaşamınız düşmanın hamleleri gibi sizi PKK'ye ve 14 Temmuz'a karşı direnişe kaldırıyor. Düşmanın baskısı, düşmanın zoru ülkenin her yanında, savaş sahalarında sizi yumuşattı, şaşırttı, sonuç itibarıyla hepiniz PKK içinde direniş halindesiniz. Tabi bu direniş 14 Temmuz direnişi değildir. Agit yoldaşların ki değildir. Bu direniş PKK'ye karşı olan direniştir. Tuhaf bir şey PKK içinde çoğunuz birçok yanınızla PKK karşısında engel teşkil ediyorsunuz. Engelden de öteye daha çok direniyorsunuz. "Biz Partileşemeyiz, Parti taktiklerine ulaşamayız, Parti hattına ulaşamayız", gece gündüz bunları söylüyorsunuz. "Yakamızı bırak, biraz kendimizi yaşamak istiyoruz, küçük yaşamak istiyoruz", gece gündüz bunu söylüyorsunuz. Bu da dürüst değil, bu kabul edilemez. Neden? Ne hakkınız var?
Şimdi siz hepiniz benden PKK Partisini, bu büyük şehitler Partisini küçük burjuva Partisi yapmamı istiyorsunuz. %90 küçük burjuva bir Parti istiyorsunuz. Bu halinizle PKK Partisi olabilir misiniz? Kendinizi Mazlum, Hayri, Kemal'in çizgisine ulaştırabilir misiniz? Birçoğunuzun kişilikleri ortadadır. Doğru hesap verilmelidir. Biz ne kadar o büyük şehitlerin Partisiyleyiz. Bu değerler tümden unutulmuş, çoğunlukla da ülkedekilerde savaşta yer alanlarda bu tümden unutulmuş.
Kim komutandır, kim keyfi yaşamın sahibidir, kim kendini yaşıyor, kim tümden Parti esasları dışı, hatta savaş esasları dışı, kim kurnazdır, kim oyunlar çeviriyor; bunlar üzerinde duruyorlar. "Düşmanı derinden vuralım, düşmanı büyük vuralım, büyük yoldaşlıklar yaratalım" bunları tümden unutmuşlar. Bu nedir? Kim sizi alıştırdı? Öğretmenlerinizin hepsi şeytandır, büyük şehitler değil. Büyük şehitlerden uzak, hatta düşmanın kendisidir. Düşmanın zoru sizi halden düşürmüş, sizi iflas ettirmiş. Neden sizden büyük yoldaşlar çıkmıyor, neden? Bunca yıldır zindanda değilsiniz, özgürsünüz, Partinin bütün kitapları elinizin altında, neden büyüyemiyorsunuz. Kendinize bu hesabı soracaksınız, sormazsanız kimse size "şereflisiniz" diyemez. Sonuna kadar namuslu olamazsınız. Başaramayan, çalışmasını doğru dürüst yapamayan tabi ki namussuzdur, düşkündür. Düşkün insanda beş para etmez. Düşkün insanın bir değeri olur mu? Bir savunma yönteminiz var, o da "ben ağlarım". Ağlayanlarda namussuzdur yani. Ağlamak kahramanlık mıdır? 14 Temmuz ağlama mıdır, direnme midir? 14 Temmuz başarı mıdır, düşüş müdür? 14 Temmuz kahramanlık mı, korkaklık mıdır? Bunların hepsini göz önüne getirmek zorundasınız.
Siz söz sahibi olamıyorsunuz çoğunlukla buna üzülüyorum. Siz kimin arkadaşısınız. Gerçekten Mazlum, Kemal, Hayrilerin arkadaşları mısınız? Onlara mı yakınsınız, yoksa Şahin'e mi? Şahin rahatlıkla teslim olmadı, hatta Şahin içimizdeyken çok çalışıyordu. Sizden on kat daha fazla çalışıyordu, ben tanıyorum. İçinde bulunduğunuz zor ortamda olsaydı belki sizden daha çok savaşırdı da. Burada yine bir şey insanın aklına geliyor. Böyle büyük ihanet etmiş bir insan dahi yerinizde olsaydı, belki sizden daha iyi olabilirdi. Eğer siz onun yerinde olsaydınız, belki daha kötü olabilirdiniz. Yani yeriniz Mazlum, Kemal, Hayri'nin yanı değil, konumunuz Şahinlerden daha kötüdür. Neden? Bu yaşam Parti içinde büyük bir çalışmanın kaynağı olamaz, bu budur. Bundan başka şeyleri kendinize kabul ettiremiyorsunuz. Parti içinde yeni bir adet ortaya çıkmış; hiç çalışma Parti imkanları üzerinde otur ve yaşat kendini!? Yahu sen kendini nasıl yaşatırsın? Eğitimini yapmıyorsun, düşmanın üstünde hiç durmuyorsun, bazı taktikler, örgütlenmeler üzerinde durmuyorsun. Ondan sonra da etrafını yık, boz, zafersiz kendini yaşat, çalışmadan kendini yaşat; bu sahtekârlıktır, böyle olmaz. Suçu arkadaşının üstüne at, etrafını suçla, kendini de temiz çıkart; bu sahtekârlıktır. Binlercesi bu şekilde kendi bireysellikleri için ya da düşkünlükleri için imkan yaratma peşindedirler.
Daha derin açmak istemiyorum, anlayabildiğinize inanıyorum. Eğer bu durumu değiştirmezseniz; savaş içerisinde, halk içerisinde komutanlıkta, savaşçılıkta bu halinizi değiştiremezsiniz, değil düşmana karşı, bize karşı; değil 14 Temmuz'la, 14 Temmuz'a karşı bir direniyorsunuz demektir. Burada yanlış yapmayın. Bu arkadaşlar bu direnişte 60 gün aç susuz, bir deri bir kemik kaldılar, bununla neyi ispatlamak istiyorlardı? "Bu düşkün yaşamı, eriyip elimizden giden yaşamı kabul etmiyoruz. Biz ölümü kabul ediyoruz. Yavaş yavaş vücudumuzun, kemiklerimizin erimesini kabul ediyoruz ama düşmanın istediği yaşamı kabul etmiyoruz. Biz PKK'yi bırakmayacağız",işte budur 14 Temmuz başka bir şey değildir. Kendinize bakın; "düşman yok biz güçlüyüz" diyerek kendi kendinizi eritiyorsunuz. Mesela savaştaki arkadaşlar bilirler; "Parti esasları kalmadı, gerilla adına ideoloji, siyaset kalmadı, yoldaşlık kalmadı" diyorlar. Yine köylü kurnazlığı, kimileri arkadaşlarını şehit ediyor, kimilerin arkadaşları elden gidiyor üzerinde durmuyor, onlarca şahadet oluyor kendisini sorumlu görmüyor. Şehitlerin anısına bir şey yapmıyor. Her gün haberleri alıyorsunuz, "anılarına ne yapayım, ben nasıl bir sorumluluk altındayım", demiyor. Bu komutanlık değildir, savaşçılık değildir, bu hıyanettir. Bundan biraz korkun, eğer sözünüz varsa, Partiyle olmayı istiyorsanız dürüst olun. Bunun derinliğini, anlamını kavrayın.
En büyük korkum bu Partiden var olan uzaklaşmadır. Yani şimdi bakıyorum bu kişilikler Partiyi istila etmiş, Parti diye bir şey bırakmamış. Bunlar gözünüzün önünde yaşanırken, kendinizden bile haberiniz olmuyor. Bu durumda Kürdistan için bir şey elimizde kalmıyor. İhanet kalıyor işte Kürtlük adına. Görüyorsunuz ihanet ne kadar yaşıyor.
Mühim olan eğer gerçekten bu anıya bağlı kalarak 14 Temmuz'un 15. yılında bir sonuca ulaşmak istiyorsanız, üzerinde durduğum bu noktaları kendinize esas alarak üzerinde durun, kendinizle kıyaslayın, böylece kendinizi doğrulara ulaştırabilirsiniz. Parti meselesi tek benim meselem değil, bu yoldaşlar neden şehit oldu. Elimizde bir şeyler kalması, bir şerefin kalması için şahadete ulaştılar, yoksa kendileri için değil. Kendileri için olsaydı böyle direnmezlerdi. Bir halk için, bir tarih için, bir insan için bunları yaptılar. Eğer sizlerde söz sahibi iseniz, sizlerde bunlara devam edebilirsiniz. Sözün sahibi olmak devam etmektir, hangi durumda olursan ol. Her gün vahşet altındaydılar, en büyük darlık içerisindeydiler. Buna rağmen bu kadar direndiler. Sizin durumunuz ise iyidir, niye büyük direnemeyeceksiniz. Kimse "imkânım yoktur" demesin bunların hepsi yalandır. En büyük vahşet, en büyük imkansızlık Diyarbakır zindanındaydı. Hatta tarihte bile öyle vahşet yoktur. Ama bunlar direndiler.
Kahramanlığı kendinize layık görün. Her şeyle oynayın ama bu büyük, mukaddes değerlerlerle oynamayın. Sizden fazla bir şey istemiyoruz. Büyümeniz üzerinde durun. Hatta düşmanla baş edemiyorsan kendinle başet. "Kendimi yapacağım" de, "doğru Partileşeceğiz", "Partileşmeden uzaklaşmayacağım" deyin. Ben bunları niçin ısrarla söylüyorum. Siz dün Parti içinde yaşamınızla bu değerleri mahvettiniz. Siz Parti esaslarını, Parti yoldaşlığını, hepsini boşalttınız. Niçin böyle yaptınız? Parti içinde karşınızdaki düşman zindandaki düşmandan daha mı büyüktü? Hayır! Hiç düşman yoktu, siz kendi kendinize böyle yaptınız. Şimdi de sizi kabul etmemi istiyorsunuz. Bu büyük şehitler sizi afetsin, kabul etsin, hayır! Parti yaşamıyla, Önderlik yaşamıyla oynayanlar af edilemezler, kabul edilemezler. Kendinizi kandırıyorsunuz. "Biz çaresiz kaldık, zayıfız, bazı hususlarımız düşmandan kalmış, eski toplumdan kalmadır" demeyin. Bütün bunlar yalandır. Bu arkadaşlar için de aynı şeyler geçerliydi. Ama hayır! Siz de olan daha başka bir şeydir. Parti üzerindeki oyun, Partiyi küçük burjuva partisi yapmaktır.Bundan başka bir şey değildir. Tabii bu da Partiyle savaş yürütmektir. Parti içinde Partiye karşı savaştır, başka türlü izah edilemez. Bunun için tekrarlıyorum şehitlerin anılarına bağlı kalmak istiyorsanız, söz sahibiyseniz, çizdiğimiz bu çerçeve temelinde üzerinde bir kez daha durun. Siz fazla yorulmamışsınız. Size bazı imkanlar vermişiz. Her şeyden önce bu büyük şehitlerin yolunda, bu büyük direnişin yolunda kendinizi kararlaştırın. Ama dürüstlükle, onların gerçeği temelinde kararlaştırın. Size dile getirdiğimiz bu hususları büyük bir istekle, büyük bir iradeyle kendinize esas alın. Gerçekten PKK militanlığının gerçekliği sizde yürütülsün. Siz böyle yaparsanız, Mazlum, Kemal, Hayrilerin arkadaşısınız, büyüyeceksiniz de, büyük adımlar atacaksınız. "Etrafımız bizi şaşırtıyor, etrafımız bizi yoldan çıkarıyor" demeyin. Hayır! Düşmanda bu arkadaşları yoldan çıkarmak istiyordu. Oyun büyüktü ama başaramadılar. Ama burada düşman da yok, siz kendi kendinizi yoldan çıkarıyorsunuz.
Bazı şeyleri anladığınıza inanıyorum. Yine Önderlik her şeyden önce şehitlerin temsilcisidir. Kimse bunu unutmasın ve bizden de bir şey istemesin. Kesinlikle kabul etmiyorum. Benim istediğim, yaptıklarım şehitlerin isteğidir, diğer şeylerin benim için fazla kıymeti yoktur.
Onların amacı, onların vasiyeti onların yaşamı üzerinde ben söz sahibiyim. Yaptıkları vasiyet temelinde sözüm var, yürütüyorum da. Bu noktayı anlayacaksınız. Anladınız mı bizimle yürürsünüz. Keyfiyetinizle üstümüze yetersizliklerinizi atmayacaksınız, zayıflıklarınızla bize yaklaşmayacaksınız. Çaresizliğinizle, yanlışlıklarınızla, düşkünlüklerinizle bize yaklaşmayacaksınız. Bu şehitlere yanaşmayacaksınız. Ben her zaman şehitlere söz verdim. Haki yoldaşa söz verdim, Partiyi ilan ettik. Mazlum, Kemal, Hayri yoldaşlara söz verdim, ülkeye büyük dönüşü gerçekleştirdik. İşte Mehmet Karasungur yoldaşa söz verdim, Güney Kürdistan'ı devrime ulaştırdık. Kimse inanmıyordu ama biz yaptık. Agit yoldaşlara söz verdik, Kürdistan'ın tamamına gerillayı donattık. Bütün bunlar şehitlere verdiğimiz sözlerdir. Zilan yoldaşa söz verdik, kadın özgürlüğünü yükselttik, büyüttük. Bunların hepsi sözdür ve yürümüştür de. Kendinizde de saygı ve takdiri görüyorsanız kendinizi söz sahibi yapın. Bundan başka sizin için hiç bir şeyin değeri yoktur. Yeme içme hepsi zafer içindir. Konuşma, yürütme hepsi Partinin büyümesi içindir. Bizde keyfiyet falan yok, bizde her şey insanın büyümesi temelindedir. Her şey büyük direniş içindir. Bunun için Parti içinde başka bahanelere üzerimizde yürütmeyin ve yanaşmayın. Bunu ısrarla söylüyorum, sonra kötü düşersiniz.
Önderlik babanız değil, akrabanız değil, Önderlik Allahınız değil, reis ve muhtarınız değildir. Önderlik; her şeyden önce şehitlerin vasiyetidir, her şeyden önce direniştir, her şeyden önce Partidir, savaş çizgisidir. Eğer önderliği böyle tanımak istiyorsanız beraber yürürsünüz. Böyle tanımazsanız yaklaşmayın. Yaklaşırsanız ajansınız: Sömürgeciliğin ajanısınız, düşmüş toplumun ajanısınız, kötülüğün ajanısınız, müflis kişiliğin ajanısınız. Tabi bu da böyle yürümez, kabul edilmez. Biz zayıf insan için yoğuz, basit, hafif şeylerle olan insanlar için yoğuz. Biz onların düşmanıyız. Biz onların yok olmaları anlamına geliyoruz. Biz kalkmak isteyen bir insanla kendisini çare yapmak isteyen, kendisini direniş yapmak isteyen düşmana karşı kendini büyük silahlandırmak isteyenleriz. Bundan başka bir şey değiliz. Budur benim sözüm, büyük şehitlerimiz için, Parti içindeki böyle büyük kararlara şimdiye kadar yürümüştür ve yürüyecektir de. Eğer akıllıysanız, dürüstseniz sizde söz sahibi olmak istiyorsanız bu çerçeve temelinde bir kez daha en büyük kararı kendi kişiliğinde verin, kendinize karşı kendiniz için verin. Ben sizden istemiyorum, hayır şehitler sizden istiyor. Bu büyük direnişler sizden istiyor, bu temelde vereceksiniz. Eğer bu temelde verdiyseniz dürüstsünüz, kimse sizi durduramaz. Siz geride kalmazsınız, zayıfta kalmazsınız. Bu arkadaşlar zayıf kaldı mı, geride kaldılar mı, çok dar durumlarda büyüklüklerinden taviz verdiler mi? Hayır!
Bu büyük direnişten sonuçlar çıkarmak lazım. Hangi sahada altta-üstte hangi şekilde olursa olsun bu Partiden uzaklaşmayı ortadan kaldırmalıyız. 14 Temmuz kararına ulaşana dek bu uzaklaşmaya karşı durup kaldırmalıyız. Bu büyük şehitler, kendilerini tamamen büyük bir direniş yaptılar, sonuna kadar yürüdüler. Çalışmanız böyle olup sonuca ulaşırsa 14 Temmuz sahibisiniz. 14 Temmuz sahipleri her zaman büyüktürler. Bununla böyle yürüyenler bunun savaşını her yanda yürütenler; sabırla, bilinçle, çalışmayla savaş yürütenler her zaman zafer kazanırlar, başarılıdırlar.
Reber APO
14 Temmuz 1997
- Ayrıntılar
Son bir buçuk aydır; sırat köprüsünde ilerlemeye çalışan “demokratik siyaset ve özgür yaşamı inşa” süreci, gün aşırı artan şiddet sarmalına sürüklenmektedir.
Bir haftadan bu yana yapılan tartışmalar; hem hükümet cephesinden gelen açıklamalar, hem de akillerin çalışma raporlarının ardından yaşanan yeni polemikler, sürecin aslında ne kadar kırılgan ve ciddiyetsiz yaklaşımı kabul edemeyeceğini herkese ayan beyan göstermiş oldu.
Yine bunun yanında HPG’lilerin eylem bilançolarını ortalığa döken (!), çeşitli merkezler de yarayı daha çok kaşımaya, çözümsüzlüğü daha da keskin bir şekilde dillendirmeye çalışmaktadır.
Tüm bunların yanında askeri hareketliliğin artması, keşif/pusu atma vs benzeri faaliyetlerin devam etmesi, bunların devam edeceğine dair ilk ağızdan açıklamaların yapılmış olması gerçekten de durumun önemini ve hayatiyetini ortaya koymaktadır.
Geçtiğimiz günlerde İmralı’ya giden heyetin yaptığı açıklama da; Kürt Halk Önderliğinin “çözümü isteyenler de var, istemeyenler de” belirlemesi, işte ifade etmeye çalıştığımız bu noktalara dikkat çeken önemli bir vurgu olmaktadır.
Çözümü istemeyenlerin neden istemediğini anlamaya çalışmak, o konu üzerinde kafa yormak ayrı bir tartışmadır. Bizim üzerinde durmamızı gerektiren temel mesele; çözümü isteyenlerin ne yapması gerektiğidir!
Sürece bu şekilde yaklaştığımızda ve ne yapmak gerekiyor sorusuna cevap aramaya çalıştığımızda elbette toplumun/toplumsal dinamiklerin neler yaptığına, neleri yapması gerektiğine bakmak zorunda kalırız.
Gençliğin toplumsal sorunlardaki önemi ve dinamizmi çok iyi biliniyor. Toplumsal dinamiklerin bel kemiğini oluşturan gençliğin bu dönemde ne yapması gerektiği, neden kaçınması gerektiği de bu tartışmanın kapsamına giriyor.
Bu anlamıyla geçtiğimiz günlerde Cizre’de gençlerin gerçekleştirdiği; “diploma törenleri”, “kontrol noktaları” belki birçok yönüyle anlaşılırdır. Ne de olsa yıllarca özgürlük alanlarının kısıtlandığı, her türlü baskıya maruz kalındığı ve öz savunma gücünün yoksunluğu temelinde devleti temsil eden ceberutların bütün zulümlerini gerçekleştirdikleri mekanlara-sembollere duyulan öfkenin yanında, kendi olma’nın getirdiği bir özgüvenle gençlerin ortaya koyduğu bu görüntülerin anlaşılır olması, onların kabul edilir olduğu anlamına gelmez…
Özellikle Kürt Halk Önderliği tarafından başlatılan ve son dönemlerde her türlü saldırılarla boşa çıkarılmak istenen böylesi önemli bir süreçte, gençlerin böyle provokasyonlara açık/süreci zorlayabilecek eylemlerden uzak durması gereklidir.
Gün aşırı çözümsüzlüğü bu kadar güçlü bir şekilde geliştiren, AKP’nin ve Erdoğan’ın da bu kesimlerin çanaklarına yağ tutacak yaklaşımları ve söylemlerinin olduğu bu dönemde; siyasi bilincini ve politik öngörüsünü daha zengin ve doğru bir şekilde gençlerin kullanması gerekiyor. Yoksa iyi niyetle yapılan bu tür eylemler, ilerletilmeye çalışılan bu süreci daha zora sokabilir, hatta tıkanmasına da neden olabilir.
Peki, böyle olduğu için gençliğin enerjisini kullanmasına/siyasi yaklaşımını ve taleplerini bu süreçte en açık bir şekilde ifade etmesine müsaade edilmeyecek mi? Elbette kast etmeye çalıştığımız husus kesinlikle bu değildir. Maneviyatını ve tüm mücadele coşkusunu; gençliğin ruhundan alan bir hareketin böyle bir iz’anda bulunması ne mümkündür, ne de düşünülebilecek bir şeydir!
Bu dönemde gençliğin yapabileceği en büyük eylemsellik; hiç kuşkusuz süreci sabote etme girişimlerine daha duyarlı olan-halkın mücadelesini koruyan ve yükselten bir tutum içinde olmalıdır…
Lice’de halka yönelik gerçekleşen saldırılarda ve daha farklı alanlarda halkın meşru taleplerine-demokratik istemlerine karşın, gelişebilecek her türlü saldırı karşısında Kürt gençliğinin başta her türlü örgütlü yapısı olmak üzere, bütün kesimlerince daha duyarlı olması ve halkı koruması gerekmektedir. Ancak bu şekilde sürecin ilerleyişini zorlamayan ve halkın kendisini koruyan bir öz savunma anlayışı ortaya çıkabilir…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar