30 Mart yerel seçimleri yaklaşıyor. Türkiye toz duman. 17 Aralık 2013 günü açığa çıkan gerçekler ile arkasında gelişenlerle bugüne gelenler Türkiye’yi sarsıyor. Türkiye tarihinde her zaman büyük sarsıntılara rastlamak mümkündü. Ancak bu kez sarsıntı çok derinlerden. Ve öyle görülüyor ki olup bitenler sadece buzdağının zirvesidir. Buzdağın gövdesi derinlerdedir.
17 Aralık’ta olup bitenleri birçok açıdan ele alıp değerlendirebiliriz. Eleştirebilir, yerebiliriz. Kimisi arka çıkar ya da yanında durur. Ancak bir gerçeklikte vardır ki Türkiye’de bunlar olup biterken dünün, şimdinin ve geleceğin faşist oluşumu CHP kendince bu olup bitenden yararlanmak istiyor. CHP gibi bir partinin en çok yararlanmak istediği coğrafyanın başında da Güney Batı’nınKürt Alevi çevreleri olduğu da açıktır.
CHP sahillerde önemli oranda Kemalist bir yapı oluşturmuştur. Oluşturdukları Kemalizm’in kesinlikle Milli Şefleri olan İnönü’nün Kemalizm’i olduğu da açıktır.
Bir önceki yazımızda 7 T’ler planında söz etmiştik. Bu 7 T’lerin uygulayıcısı tek kelimeyle söyleyecek olursak Mussolini faşisti olan Milli Şef İnönü’dür.
Te’dîb; yani hizaya getirmeyi; Tenkîl; yani cezalandırmayı; Taqtîl; yani katletmeyi; Tehcîr; yani göçertmeyi; Temsîl; yani asimilasyonu;Temdîn; yani medenileştirme ya da Türkleştirmeyi;Tasfîye; yani etkisiz kılma, ortadan kaldırmayı planlayan kişinin İnönü olduğunu bugün herkes iyi biliyor. Çünkü tarihte yapılmış olanların kimi belgeleri gün yüzüne çıktıkça bu gerçeklikler daha fazla açığa çıkıyor. Ve ortaya çıkan bu belgelerde Kürt halkına en büyük mezalimi uygulayan kişinin İnönü’nün: ‘’Bu ülkede sadece Türk ulusu ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur’’ sözleri olduğudur.
Unutulmamalıdır ki: ‘’Kürt meselesi Türkiye’nin en mühim meselesidir. Kürtler Türkleştirilmelidir. Asimilasyonun ilk şartı dil öğrenmektir’’diyen parti dünün faşist CHP’sidir.
Şimdi ise aynı cephe bir adım daha ileri giderek Sosyal Faşist bir parti olmuştur. Başına ise Gladiodaroğlu isminde bir kişiyi getirmişlerdir.
Bu Gladiodaroğlu ismindeki kişinin bir Kürt, bir Dersimli, bir Alevi olduğunu söyleyenler çoktur. Her ne kadar biz bu zatın kendi ağzından duymamış olsak bile böyle birisi olduğuna inanmamız gerekiyor…
CHP gibi faşist bir partinin başına getirilen bu Gladiodaroğlu ismindeki kişi niçin durduk yere bu faşist partinin başına getirilmiştir? Bu sorudan daha makul bir soru herhalde olamaz.
Baykal’ın nasıl götürüldüğünü herkes biliyor. Birileri müthiş bir planlamayla kimsenin beklemediği bir an’da bir vuruşla süpürüp attı. Burada Baykal gibi siyaseten kabız ve tam bir Kürt düşmanı olan bir kişiliği savunacak değiliz. Ancak Baykal gibi bir kişinin sosyal faşist olan CHP’de tek ses iken alıp götürülerek yerine Şener Şen’in filmindeki Züğürt ağa gibi birisinin getirilmesi hakikaten üzerinde ciddi düşünülmesi gerekli bir durumdur.
Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki Gladio Daroğlu gibi birisi özel olarak bugünler için bir fırça darbesiyle getirilmiştir. Çok ilginç ama o güne kadar bu düzeyde önde olmayan silik bir kişilik nasıl oldu da okus pokusla bu sosyal faşist partinin başına getirildi?
Dediğimiz gibi özenle bugünler için hazırlandığı daha iyi anlaşılıyor. Baykal her ne kadar bu sosyal faşist partinin başında yıllarca kalmış ise de, gelecekte yani bugünlerde böyle bir kişinin artık ne Kürtlerden ne de Alevilerden alacağı bir oy vardı. Baykal duruşuyla tam dört dörtlük İnönü çizgisine giren bir kişi olarak, gelişen özgürlük hareketini frenleyecek, geriletecek, Kürdistan'da tutunabilecek bir kişilik olamazdı.
Ancak özgürlük hareketi her geçen gün gelişmekteydi. Ve gelişimini sürdüreceğini kestirmekte büyük bir kahinlik olmayacaktı. Özgürlük hareketinin gelişimi ise öncelikli olarak Kürdistan'ı tam yüz yıl önce yok sayarak bugünlerde sorumlu olan emperyalist güçlere zarar verecekti. Çünkü özgürlük hareketi birileri adına birilerini siyasetini yürütmeyeceğini on yıllarca sürdürdüğü pratikleriyle göstermişti. O zaman ne yapılmalıydı?
Yapılması gerekli olan özgürlük hareketine adım adım akan Alevi özelde Kürt Alevi potansiyelinin önüne geçmekti. Kürdistan’ın diğer bölgelerde özgürlük hareketi son derece etkiliyor ve kitleleri ayağa kaldırıyor. Birde özgürlük hareketi Alevi Kürt kitlesinin bulunduğu yerlerde etkili olmaya başlarsa o zaman kim bu gelişmeyi durdurabilir ki?
Alevi ve Alevi Kürtleri de yanına almış olan bir özgürlük hareketinin önünde hiçbir gücün duramayacağı açıktı. Kaldı ki özgürlük hareketi giderek daha fazla Alevi Kürtlere dönük bir açılım içerisine girmişti. İlk çıkışını Alevi Kürtler içerisinde yapan özgürlük hareketi Alevi Kürtleri ihmal etmenin özeleştirisini vererek yeniden Alevi Kürtlerle buluştuğu bir an’da işte Gladiodaroğlu ismindeki kişi CHP’nin başına getirilmesi bu bakımdan çok anlamlıydı.
Şöyle ki: her geçen gün daha iyi anlaşılıyor ki Baykal’a kaset darbesini yapan Fetullah’ın cemaatidir. Fetullah cemaatinin ise ABD güdümlü olduğunu bu işle uğraşan herkes biliyor. Yine herkes bu cemaatin çok derinlere gidildiğinde Gladio oluşumuna kadar gittiğini de herkes görür.
Unutmayalım Komünizme Karşı Mücadele Derneklerini kuran Gladio örgütüdür. Türkiye’de ise bu derneği ilk kuran Fetullah’tır, başka bir deyimle söyleyecek olursak Fetullah Gülen bir Gladio’cudur.
Gladio ilk darbesini 12 Mart’ta yapmıştır. İkinci darbesini 12 Eylül’de yapmıştır. Üçüncü darbesini de 28 Şubat’ta yapmıştır. Yukarıda saydığımız her üç darbenin yanında Fetullah Gülen yerini almıştır. İnanmayanlar Sızıntı Dergisinin 12 Eylül süreci ve öncesi süreçteki sayılarına bakabilirler. Ve tabii birde 28 Şubat sürecinde başbakan Erbakan için söylediklerine bakılabilirler.
Şimdi yeniden konumuza dönecek olursak, Gladiodaroğlu bir Gladio oyunuyla başa gelmiş ise o zaman bu Gladiodaroğlu’nun rolünü sormamız gerekmez mi?
Kürtlerin özelde Alevi Kürtlerin katili olan bir partinin başına getirilen bir Alevi, Kürt üstelik Dersimli yani Kürdistan'da en son soykırımın gerçekleştirildiği yerde dünyaya gözünü açmış biri.
Tüm verileri bir araya getirdiğimiz ortaya tek bir sonuç çıkıyor: Güney Batı ve Dersim KürtAlevilerinive Alevileri böylesi bir sosyal faşist partinin başına getirilmiş olan Gladiodaroğlu gibi bir kişinin eliyle, devlete daha doğrusu Gladio devletine bağlamaktır.
Bunun için önceki yazımızda “GÜNEY BATI İÇİN 30 MART, TARİHİ BİR KAVŞAKTIR” demiştik. Şimdi yine benzer bir şeyi söylemek istiyoruz. “GÜNEYBATI ALEVİLERİ OLARAK SEÇİMLERDE DOĞRU YERDE DURMAK” diyoruz. Biz Güney Batı derken tüm Alevi ve Kürt Alevilerini kastettiğimiz açıktır.
Evet, önümüzde 30 Mart yerel seçimleri duruyor. Tüm Alevilerin, özelde de KürtAlevilerin sosyal faşist partinin oyunlarına gelmemeleri gerektiğini, başına getirdikleri Gladiodaroğlu ismindeki kişinin de sadece ve sadece Gladio devletinin bir projesi olduğunu özenle belirtiyoruz.
Dikkat edelim, bu Gladiodaroğlu ismindeki kişi en çok inkar ettiği öncelikle Kürtlüktür, sonra Aleviliktir ve sonrada Dersimliliktir. Gladio projesi dediğimiz gerçeklik işte bu Kamber Genç tarzındaki sosyal faşist CHP’lilik ve Gladioculuktur.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Gerilla olmak, benim için bir vazgeçilmez, bir hayal idi. Gerilla olmak adında zihnimde biriktirdiğim tüm felsefeleri birbir çözümlemeye başladım. Yaşamda savaş nasıl verilir bunun net tanımını görmeye duymaya başladım. Gerilla olma yolculuğum bu vesile ile başlamış oldu. Yolculuk diyorum, çünkü özgürlük uğruna verilen mücadele durgunluğu ifade etmemekle beraber hep bir yürüyüşü yaşatır. Özgürlüğü kendimde hapsetmenin de bir anlamı yok, bunu da gerillayı yaratan, Kürdistan gerillasını yaratan Önder APO’nun dershanelerinde açık ve net olarak anladım. bir ülkede yaşam hançerlenmişse, topraklarında kan emiciler cirit atıyorsa ve özgür yaşamı daraltıp bizler kalıp içine alınıyorsak gerillalaşarak buna cevap vermemiz gerekiyor. Gazeteci olabilirdim, tiyatro oyuncusu, bilim adamı, şair olabilirdim. Bir Kürt olarak ne yapabilirdim. Kürdistan’da yaşanılan savaşta kaç kişinin öldüğünü, kaç köyün yakıldığını gazete manşetine alırdım ancak sonrada meçhule giderdim. Hiç kuşkusuz. Sahnede ezilen bir işçinin figürünü de oynayabilirdim, oyun bittiğinde yaşam yine de kendini acılarıyla devam edecekti. Bir bilim adamı olarak sistemin eline su dökmekten ibaret olacaktım. Bir ölçüde özgürlük arayışı olan şiire, belimi yaslayıp imgeler içinde boğulup adım şair olarak kalacaktı. Annem yine de ağlayacaktı ve başını acıdan belki kaldıramayacaktı. Oyunda oynadım, şiir de yazdım annemin sessiz haykırışlarını, iç zelzelelerini dindiremedim. Hakkı vermek, layık olmak çok köklü çözümlemelerden geçtiğini ve ancak özgür yaşam ile bunların gerçekleşebileceğinin kabiliyetine vardım. Buna cevap olmam bir ölüm veya yaşam arasında seçenek şartını koydum. Yaşam ise nasıl bir yaşam, ölümse nasıl bir ölüm. Yaşamı med- cezirlerden kurtarmak, buhranlardan kurtarmak ve adına herkesin herkesçe, adaletli demokratik ve özgürlükle kaynayan bir güneşin etrafında toplanmak… ölüm bu şekliyle zaten tanımlanmış oldu. Kör bir kurşunla olması pek de önemli değil. Buna ben gerilla dedim.
Gerillanın yaşam nedeni ve gerekçeleri vardır. Bir halk savaşçısıdır. Devrimci bir gelenekten gelmedir. Çantası umutlar ile doludur. Bunu anlattım nereye vardıysam. Kahvehanelerde, parklarda, tartışmalarda, sokakta, kimi ağzı açık dinledi kimisi betondan filizlenemedi… aşk budur dedim, hakikat budur dedim. Aşka yolculuğum, hakikate yürüyüşüm başlamış oldu.
Olmasaydı bu yürüyüş azami derece deli gömleğini giyip durmadan topluma saldırırdım, tıpkı bugün deli gömleğini giyenler gibi. Annemin yaşam kanunlarını çiğnerdim bugün çiğneyenler gibi.. kendimi kurtaramazdım. Köleliğin derin sularında boğulup akacaktım köleler okyanusuna…
Buna gerilla dedim, okyanus damlacığından güzel deryalara akıtmak berrak sularını… tıpkı su gibi azizlik gibi azizelik gibi…
Bunları anlatmak için şiir yetmedi, eksik kaldı, doktorluk da mühendislik de yetmezdi, çünkü yara derin ve çarpık bir insanlaşma var devasa ameliyathanede ve haritalarda
Özgürlüğe ulaşıncaya dek
Tarihin yaşam topraklarında
Karargahlarımız olacaktır,
Savaşım verilecektir.
Özgürlük Savaşçıları
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
İşgalci TC ordusunun Şırnak’ın Uludere ilçesi ile Medya Savunma Alanları sınır hattı üzerindeki operasyonları devam etmektedir. Operasyon alanını 2 adet İnsansız Hava Aracı ile sürekli keşif eden TC ordusunun askeri sevkiyatı da yoğun bir şekilde devam etmektedir
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
18 Şubat tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları sabah saat 10:00 dan itibaren Medya Savunma alanlarımızdan Kandil, Xakurke, Zagros, Zap ve Gare bölgelerimiz üzerinde saat 16:00'ya kadar yoğun keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Havada bahara doğru sis dolaşıyor. Bu yıl kar fazla gelmedi. Gerçi sel suları kirli sokakları biraz yıkadı ama bahara doğru giderken hava sis, hava toz, hava nem kokusunda. Sis, uzağı görmeyi belirsizleştirir, toz gözleri yaşartır, yakar. Nem, diz ve bel ağrılarıyla insanı iki büklüm yapar. Tüm bu olanlara karşın bilgeler der ki, akıl devreye girmezse savrulma, sağa sola yalpalama ve sağduyuyu yitirme yaşanır.
2014, 13 Şubat saat on biri on beş geçe TC savaş uçakları Kürdistan dağlarında, gerillaların denetimindeki alanlarda tur attılar. Zap vadilerinden Güney Kürdistan sınırlarını geçen savaş helikopterleri ise adeta “Uçak savarlarla bizi vurun” dercesine alanda pike yaptılar. Ama gerillalar mevzilerinde el tetikte sadece izlediler. Gerillalar biliyorlar; amaçtan kopuk, amaca hizmet etmeyen tek bir mermi sıkmanın bile hiçbir politik anlamı yoktur.
Peki, TC’nin uçak kaldırmasının, helikopterlerle sınırı aşmasının politik anlamı, getirisi nedir?
Gerillaları korkutmak mı? Asimetrik savaş taktiği mi? Hadi canım. Yıllardır uçaklarla savaşanlara bunun zerre kadar bir etkisi olmaz, olamaz. Ki zaten pratikte gerillalar sadece size gülüyor, hatta yapılan uçak masrafına acıyorlar.
“Biz varız ve tepenizdeyiz. Bahara yanlış yapmayın” mı demek istiyorlar? Olabilir. Ancak savaş yasalarının en önemli ilkelerinden birisi; savaştığı karşı gücü tanımayanlar yenilgiye mahkumdur. Tersi de doğrudur; iyi tanıyan yener, yenilmez.
Kürt özgürlük gerillaları, 35 yıllık pratiklerinde, halkın özgürlük savaşında hangi zaman ne gerekirse hiçbir gücü ya da tehdidi önemsemeden adım atmış, durması gerektiği yerde de durmasını bilmiştir. Yani uçakların uçuşu gerillayı ne olumsuz, ne de olumlu etkiler. Gerilla, kendi stratejisini uygular.
Gerillalar sisli havada sisin ötesini görebilme yeteneğine sahipler, gece karanlığında ayakaltıyla his ederek yol alırlar; nemli havada ani terlemelerin, yersiz hareketlerin bel kıracağını bilirler.
Uçun beyler! Ortadoğu semaları sisli, çöl, toz fırtınaları esiyor. Nerede duracağı bilinmiyor. Sular bulanık, yüzmek istiyorsunuz, bu sizin tercihiniz, olabilir. Ama bilmeniz gerekir ki gerilla savaş ilkesi kendi zamanını kendi belirler.
Medet serhat
- Ayrıntılar
Bir heyula gibi ta çocukluktan beri peşimi bırakmayan kuşkulu yaşam felsefemden hiç emin olmadım. En özgür sanılan koşullarda bile, bazen sert bir kayanın deliğinden geçiş yapamamanın, ter içinde kâbuslu uykusundan uyanmanın, uçarken bile nefessiz ve hareketsiz kalmanın çokça görülen rüyaları bu kuşkulu yaşamın uykulara sızmış halidir. Yanımdaki anam başta olmak üzere, tüm insanlık hiç de bana özgürlüğümü tanıyacak, bana saygılı olacak gibi gelmiyorlardı. Kitaplarda aranan doğru, gittikçe dipsizleşen bir kuyuya dalış gibi geliyordu. Her ana-baba çocuk doğuşlarını bir rahmet gibi kutlarken, bana büyük bir günah gibi geliyordu. Ortadoğu toplumundaki birey için mutluluk, gerçekleşmeyecek bir şey gibidir. En mutlu olunması gereken gelinlik-güveylik anları bile bana büyük ve iğrenç günahların başlangıcı gibi gelirdi. Bir yerlerde büyük eksiklik ve yanlışlık vardı. Ama nerede? Belki de kendimi hatırladığımdan beri, çok istense de hiç kimsenin dokunamayacak yardımından ötürü bu arayışı tek başıma yapmak zorunda olduğumu büyük kaygı, korku ve endişeler biçiminde fark ediyordum. Ucuz ve yanlış yaşamayacaktım. Doğru olmadan yaşanmayacağına göre, doğrunun kendisi nasıl bulunacaktı? Şimdi gelinen aşamada bu sorulara cevap verebilecek güçteyim. Komplonun kendisi ve dayandığı gerçekler, cevabın netleşmesinde hayli etkili oldular. Bu cevabın temelinde içinde doğup şekillenilen toplumun ilk elden doğrudan tanımlanması vardı. Ne var ki, Kürt toplumu belki de eşine ender rastlanılan, varlığını koruyamayan, dağılış sürecindeki öznellikten yoksun, paramparça objelerden ve maddi parçalardan öteye bir görüntü vermiyordu. Adeta dilsiz, sağır ve köleleştirilmiş kalıntı bir varlık görünümünü yansıtıyordu. Bizzat bu görüntüye bakarak gerçeği bulamayacağımı, hele hele diğer örnekler gibi bu duyarsız parçalardan bir özgürlük gücü oluşturamayacağımı endişeyle hep kendime itiraf etmiyor değildim. Gerçekliği, arayış yürüyüşünü, tüm insanlık ve ardındaki evren üzerine yapma gereği erkenden ortaya çıkan bir anlayıştı. Belki de çocukluğumdaki eğilimim de buydu. Aile ve köy yasalarına hiç uymadım. O koşullarda bile doğruları kendi çocukluk eğilimimde bulacaktım. Çevreyle zıtlaşmamak, yanlış anlamalarını önlemek için örnek kabilinden 33 Kuran suresini ezberledim; namaz kıldım, kıldırdım. Siyasal Bilgiler Fakültesi son sınıfına kadar ilk sıralarda yer alan bir öğrencilik yaşamım oldu. Bunlar görüntüyü kurtarmaya yetiyordu. Fakat benim için tümünün anlamı, sadece gerçeğin arayışı için gerekli koşullardan bazılarını oluşturmaktı. 1970'lerde başlayan devrimcilik içinde görüntü de gerekli her şey yapıldı. Örgüt kuruldu, hatta diplomasi bile yapılmaya çalışıldı. Biçimde Kürt ulusal kurtuluşu dünya örneklerine benzetilmeye çalışıldı ve çok da mesafe alındı. Ama gerçekten itiraf etmeliyim ki; bütün bunlar beni tatmin etmediği gibi, adeta içimi kemiriyordu. Yanlışlık devam ediyor, eksikliğimi gideremiyordum. Daha da ilginç olanı şudur: Annem de çocukken sürekli beni ahıra kadar götürüp boğdurma sahneleri düzenliyordu. Güya kendine göre terbiye edip akıl verecekti. Tabii ki benden umutları olduğu için bunu yapıyordu. Tüm yaşamımın seyri giderek bu minval üzeri yürüdü. Devletin fiilen ve resmen dayattığı idam, bu sürecin son sembolik ifadesi oldu. Bunları anlatmam gerçeğin yarısıdır. Diğer yarısı, her zaman bazı bağlılarım ve övücülerim de oldu. Benden bin defa daha fazla bağlı ve değerli binlerce insanı nasıl inkâr edebilirim? Köyün kızından kadınına, en güçlü öğretmenlere ve hayatın en cesur insanlarına kadar, binlerce büyük bağlılık sahipleri vardır. İsa çarmıha gerildiğinde etrafındakiler sadece ağlayabildi. Muhammet öldüğünde cesedi üzerinde üç gün iktidar tartışması yapıldı. Lenin öldüğünde kimse kendini öldürmedi. Ama tutuklanmam ve sonra teslim edilmem üzerine, Kürt halkının evlatları, oğul ve kızlarının yüzlercesi kendini cayır cayır yakarken, acaba ne demek istiyorlardı? Kendini bomba yapıp patlatanlar neye öfkeliydiler? Hangi gerçekler onlara bunu yaptırıyordu? Önünü bizzat almasaydım binlercesi hazırdı. Bunlar Özgürlük Hareketinin bir yöntemi olarak değil, benim etrafımda gelişen olaylardı. Hepsini çözmek olmazsa olmaz kabilinden bir görevdi. Buna karşıtlarımın acı ve öfkelerini de eklemeyi unutmuyorum. Kürt olgusu, sorunsallığı içine daldıkça, tam bir insanlık trajedisine dönüşüyordu. Korktuğum başıma geliyordu. Lisedeyken yazdığım bir edebiyat kompozisyonunda başlık, "Sen benim hiç doğmayan çocuğumsun" biçimindeydi. Çok saydığım hocam hep on numara vermeyi ve olağanüstü övmeyi bu sırada yapıyordu. Atina ve Avrupa'nın beni istemezliğinin altında bir zihniyet savaşının olduğunu giderek daha çok fark ediyordum. Ben ne verili feodal yaşamı, ne de Avrupa yaşamını kabul ediyordum. Bunlar şahsımda doğuş yapamayacak sistemlerdi. Onlar beni niye kabul etsinlerdi? Peşinde olduğum yaşamı ise bulamıyordum. Milyonlara mal olmuş Moskova merkezli Kâbe'ye uğradığımda, dinini inkâr etmenin bütün gereklerini hoyratça yerine getiriyorlardı. Asya, Afrika ve Avrupa'da bana yer yoktu. Amerika 'Yakalarsam teslim ederim' derken, tarihte her zaman resmi toplumun egemen güçlerinin yalın, soğuk, vicdansız ve tam çıkarına göre mantığını tereddütsüz yürütüyordu. Kürtler için özgürlük arayışım tam da dünya çapında bir maceraya dönüşmüştü. Fakat ne acıdır ki, kendimi bile henüz tam tanıyamamıştım. Kürtlere nasıl özgürlük sunabilecektim? Bırakın özgürlük vermeyi, her karşıma dikilen örgüt içindeki ve karşısındaki gözü açık güçler, adeta "Beş bin yıllık genelev düzenimizi bozdurmayız" dercesine kendilerini dayattıkça dayatıyorlardı. Bu kadar düşmüş ve mallaşmış bir toplum ile karşı karşıyaydım. Fakat çıkmayan candan umut kesilmez misali arayışı sürdürecektim. Felsefi yoğunluğumu derinleştikten sonra şunu daha iyi fark ettim; her şey zıddını doğurur ve besler. Bilim artık madde karışımından bahsediliyor. Elektron zıddı pozitron oluyor. Dostluk gücümün niteliği çapında, zıddının baş göstermesi olasıdır. Tarihte umut arayışları hep hakim sistemlerin kıyılarında, dağların ve çöllerin kuytularına sığınmış topluluklarında aranır. Kürt toplumsal olgusu, hem coğrafya hem de insan olarak kıyıdaki bu kuytu köşelerden biridir. Kaybolan temel insani gerçekliğinin toplumun hayati kavram tanımlamasına zemin sunabilecek özellikler taşıdığının başından beri farkındaydım. Her temel bilimsel esrarın doğru tanımı yakalaması gibi, benim de bu alanda ısrarla toplumsal kavramı tanımlamayı doğruya daha yakın yapmam anlaşılırdır. Çağın verili toplumunu çözmeden, onu aşacak sisteme ulaşılamaz. Kapitalist dünya sisteminin krizi daha da derinleşerek sürecektir. Sonun ne olacağını yapılacak çözümleme gücü belirleyecektir. Daha iyisi de, daha kötüsü de çıkabilir. İnsan toplumu insanın zihniyet gücü ile belirlenir. Akıl yasalarının, yaratıcı ve gelişimsel rollerinin en geniş ve hızlı olduğu olgudur. Fizik yasalarıyla, bitkisel ve diğer hayvansal canlılar dünyasının yasalarıyla niteliksel farklılıklar içerir. Önemli olan, toplumun dönüşüm yasalarının gücüne ve bilincine ulaşmak, toplumun yeniden yapılanmasını bu oluşmuş bilim gücüyle yaratmaktır. Reel sosyalizmin kaba materyalist-determinist felsefesinin asıl tehlikesi, toplum yasalarını fizik yasalarıyla özdeşleştirmesidir; kendiliğinden bir ilerleme anlayışına veya çağdaş kaderciliğine kendini koyuvermesidir. Kaldı ki, gerek makro-fiziğin gerekse mikro-fiziğin buluştuğu yeni gerçeklik, kesintisizlik ve düz çizgide determinist gelişme yasalarının olmadığına ilişkindir. Tüm olgular arasında bir ‘kaos aralığı’ vardır. Bu aralık olmadan hiçbir niteliksel gelişmenin sağlanamayacağı anlaşılmıştır. Günümüzde evren ve doğaya ilişkin bakış açımızın, en azından Rönesans'ta yaşanan dönüşüm kadar bir dönüşüme ihtiyaç duyduğu biriken bilimsel verilerin de bir sonucudur. Sistemin kaosunu, dünyaya temel bakış açımızı niteliksel dönüşüme tabi kılmadan aşamayacağımızı iyi bilmeliyiz. Zihniyet devrimi derken bu kastedilmektedir. Yeni bir Sümer mitolojisine ihtiyaç yoktur. Sümer tarzı tapınak gerçekliklerine de aynen başvurmayacağız. Ama bu tapınakları da küçümsemeyeceğiz. Havrası, kilisesi ve camisi de dahil, tanrısal tapınakların en orijinallerinin Sümer zigguratları olduğunu derinliğine kavramalıyız. Zigguratlar rahiplerin yoğunlaşarak uygarlığın kavram ve temel yapı biçimlerini oluşturdukları eklemeyi unutmuyorum. Toplum kavramını kendimce doğru tanımladığım kanısındayım. Kilit mesele toplum kavramının kendisini tüm boyutlarıyla tanımlamaktır. Bu konuda da belirtmeliyim ki, Sümer rahibi orijinal mitolojiyi yaratırken, belki de şimdiki hakim bilimin Avrupa sosyologlarından daha fazla insani gerçeklere yakındı. Avrupa bireyciliği, toplumun ve ekolojinin katliamcı konumuna düşmüştür. Bilginler (eleştirisiz, düzenin emrindeki bilginler) gerçeğin kasaplarıdır. Bu anlatımın dışında hiç bir şey, atomu insanlık üzerinden patlatmayı, çevrenin topyekün yıkımını izah edemez. Kapitalist toplum üzerine çok yazıldı. Ama hakkında söylenmesi gereken en doğru söz söylenmedi. Sümer rahibi köleci sınıfın yükselişini bu gibi bilerek, 'tanrılar ve dışkılarından yaratılan insan' mitolojisini yaratıyordu. Avrupa uygarlığının bilim rahipleri ise aynı olguyu yarı cahilce yeniden yaratıyorlar. Hiç kimse, "Sümer mitolojisinde gerçeklik pek aranmaz. Avrupa merkezli bilim ise sürekli deneyle kanıtlanan bilim vardır" demesin. Sümer mitolojisinin insani yaşama yakınlığı bin kat daha bilimsel olguya yakınlığı ifade eder. Tapınakları da küçümsemeyeceğiz. Havrası, kilisesi ve camisi de dahil, tanrısal tapınakların en orijinallerinin Sümer zigguratları olduğunu derinliğine kavramalıyız. Zigguratlar rahiplerin yoğunlaşarak uygarlığın kavram ve temel yapı biçimlerini oluşturdukları demokratik-ekolojik arayış, rijit, kesin sınıf, ulus ve devlet kategorilerinden hareket etmez. Umudunu salt geleceğe taşımaz. Kuru bir geçmiş inancına da dayanamaz. ‘Tarih ve gelenek neyse, günümüz ve gelecek odur’ büyük ilkesine göre düşünme ve davranmayı bilmek gerekir. TARİH VE GELENEĞİ NE KADAR DOĞRU BİLİYORSAN, GÜNÜMÜZ VE GELECEĞİ, BU TARİHİ İÇSELLEŞTİRDİĞİN DE ÜSTÜNE EKLEYECEĞİN KADAR DEĞİŞTİREBİLİR, DÖNÜŞTÜREBİLİRSİN. Değişim ve devrimin altın kuralı, bu büyük harfli formülün uygulanmasından geçer. Ötekiyi tanımak, zihniyet dönüşümünde diğer önemli bir ilkesel yaklaşımı ifade eder. Firavunlaşma, yani kendini devletle tanrı yerine koyma, tüm siyasi hastalıkların özüdür ve karşısındakileri küçük, kul gibi görmeye zorlar. Günümüzde bu hastalık, Nemrutlar ve Firavunlar döneminden daha az yoğun yaşanmıyor. Dolayısıyla ötekiyi bir kul, etkisiz bir varlık gibi değil, eşit ve özgür bir diyalektik öğe olarak görmeyi gerektirir. Doğaya ve çevreye boş, şuursuz varlıklar olarak değil, evrensel yasaların ahengine göre yaşayan varlıklar olarak, ilkçağ insanının kutsallığı içinde bakmayı gerektirir. Bunlarla birlikte kanlı uygarlığın daha da içinden çıkılmaz hale getirdiği cinsellik, kadın, çocuk ve yaşlılara; sınıf, din ve tarikat gibi daha toplumsal kategorilere de aynı zihniyet perspektifinden yeni ve geliştirici bir yaklaşımı esas alır. Ne kadar akıl-duygu gücü, o kadar toplum ve hareket gücü’ ilkesine bağlı olmak esastır. Duyguya dayanmayan aklı devletçi sosyalitenin acımasız bir kalıntısı sayar. Kadının duygu yüklü zekâsına çözümleyici yüce bir değer verir. Çocuk hayallerine en az akıllı bilgelerin düşünceleri kadar anlamlı yaklaşır. Yaşlıların tecrübelerine sürekli saygılı yaklaşır. Gençliğin coşkusundan hayatın hiçbir döneminde vazgeçmez. “İyi olan güzeldir, güzel olan iyidir. En gelişmiş zekâ ve türettiği kavramlar güzelliğin özünü oluşturur” ilkesel yaklaşımını esas alır. Yaşama gerekli coşkuyla yaklaşırken, ölümü yaşamın bir bedeli olarak görür ve yersiz korkuyla karşılamaz. Ne kadar anlamlı yaşamdan yanaysa, o kadar anlamsız ölüme karşıdır. Ölüme ancak anlamlı yaşamın gereği olduğunda cesaretle göğüs gerer. Şüphesiz bu yeni paradigma yaşama bundan sonra daha derinlikli, evren, doğa, toplum yasalarını görerek bakmak ve yaşamak anlamına gelir. Daha önceki zihniyetin anlam vermediği birçok gelişme adeta düşünce dünyama sağanak gibi yağıyordu. Duygu düzeyi düşmüş veya gelişmemiş kuru mantık yerine, söz-anlam-olgu arasındaki diyalektik çok canlı bir dünya sunuyordu. Neredeyse taşların bile bir aklı var, çok yavaş da olsa bu akıl, yasa özelliklerine göre yürüyordu. Doğa ve toplum arasındaki farklılıklar ve bağlılıklar büyük heyecan veriyordu. 20 milyar sanılan evren tarihini insanda gözlemek, aslında 60-70 yıllık ömrün izafiliğini de ortaya koyuyordu. Bu tür zaman saymalar yerine, önemli olanın anlam zamanı olduğu, ne kadar anladıysan o kadar yaşadığın gibi bir sonuç da çıkarmak mümkün oluyordu. Bu paradigma ile nereye, hangi olguya ne zaman bakılsa büyük bir anlam zenginliğini getiriyordu. Daha önceki bakış açılarıyla kıyaslanmaz bir üstünlük taşıyordu. Artık günümüzle tarih, tarihle gelecek arasında bağ kurmak çok daha gerçekçiydi. eskiyi kolay red etmenin gerçeği hayallere terk etmek olduğu netçe anlaşılıyordu. dün bugün gelecek arasında pek uzun bir mesafe ve zaman olmadığını, olsa da büyük bir değişme anlamına gelmediğini görmek daha gerçekçi, yaşanılan ana daha saygılı olmayı dayatıyor. Paradigmanın yol açtığı bir önemli düşünce değişikliği de, çağa tam damgasını vuran Avrupa uygarlığına ve devlet merkezli ütopyalara dalmanın özgürlük getirmesi şurada kalsın, kendine saygıyı bile kaybettirdiğiydi. Yaşanılan birçok değer alt üst oluyor, tersine bir doğrulma mantığı gelişiyordu. Avrupa ve devlet merkezli düşünceden kopuş, her şeyin sonu olmadığı gibi, yeni bir yaratıcılık sürecine de yol veriyordu. Atina üzeri Avrupa'ya çıkış yapmaya çalıştığım 9 Ekim 1998 ve sonrası, özünde modernist paradigmanın bakış açısının şahsımda yaşanan iflasıdır.
Reber APO
- Ayrıntılar
Yerel seçimlere az bir süre kalmışken tüm partiler propagandalarını sürdürüyorlar. Söylemlerin çoğu propaganda ve vaad içerikli olmaktan kurtulmuş değil. Bu yazımızda Anadolu’nun önemli bir kenti olan Antep’in temel sorunlarından bazılarına parmak basıp, çözümlerine ilişkin görüşlerimizi belirteceğiz.
Öncelikle belirtilmesi gereken nokta Antep’in sorunlarının da çözümünün de çok yalın ve açık olduğudur. Bu yalınlığa karşın adayların çoğunun öne sürdüğü çözümlerin bu yalınlığa uymadığını görüyoruz.
Antep’e ilişkin haberleri ve halkı dinlediğimiz de ilk ve en yoğun dile gelen sorunun Suriye’deki savaşla bölgeye göç etmek zorunda kalmış mültecilerden kaynaklı olan sosyal ve ekonomik sorunlar olduğunu görüyoruz. Her on Antepliden birinin mülteci olduğu söyleniyor.
Peki, bu sorun neden bu duruma geldi diye soruyoruz. Cevabı çok nettir. Türkiye devletinin bölgede yürüttüğü politikaların sonucu bu sorun bu hale gelmiştir. Suriye’ye müdahale etmenin uluslar arası zeminini yaratmak için pek çok uluslar arası ve bölgesel güç gibi Türkiye devleti de Suriye’deki muhalif guruplara gerek lojistik gerekse de askeri destek verdi. Antep ve Urfa başta olmak üzere bölgeyi muhalif grupların bir geri cephesi haline getirdi. Bu faaliyetlerinin temelinde bölgesel ve küreselemperyal güçlerin çıkarları vardır. Özel de de Rojava diye tanımlanan Kuzey Suriye’de Kürtler başta olmak üzere bölge halkının demokratik iradelerinin örgütlenmesinin engellenmesi için çok yönlü politikalar yürütmüş ve yürütmeye devam etmektedir.
Bu sorunun çözümünün partilerin yerelden çok bölgesel ve genel politikalarıyla bağlı olduğunu görüyoruz. Hem Akp hem de Chp’nin bu konuda şimdiye kadar eskiyi aşacak bir politikasının olduğunu görmemekteyiz. Bırakalım sorunu bölgenin demokratik bileşenlerinin öz iradeleriyle çözmesine destek vermek, bunun olmaması için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Böyle yaklaştıkları müddetçe de sorunu çözecek güç olmayı değil de sorunu derinleştirecek güç olacakları açıktır.
Mevcut siyasi partilerden bu konuda tavrını net olarak ortaya koyan HDP dışında geçmişi aşan bir politikaya sahip parti görünmemektedir. Ortadoğu halklarının tarihi açısından çok kritik bir yere sahip olan Rojava Kürdistan’ındaki gelişmelere demokratik ilkelere göre yaklaşamayan bir gücün hem bölgenin hem de Antep’in sorunlarını çözemeyeceği nettir.
Antep’in diğer bir sorunu Türkiye devletinin yaklaşık 90 yıllık kapitalist politikalarının sonucu çekilmez aşamaya gelmiş kentsel sorunlardır. Türkiye özellikle son elli yılda uygulanan politikalar nedeniyle ciddi sosyal ve ekonomik sorunlar yaşamaktadır. Köy-kent nüfusundaki dengesiz farklılaşma, köy yaşamıyla birlikte, tarımı bitirme aşamasına getirirken, kentleri de kanser gibi büyütmüştür. Köylerin yok olmaya doğru gitmesi, kentlerin aşırı büyümesi ekonomik sorunları en üst aşamaya getirmiştir. Antep’in yerel yönetimine aday partinin sanayi politikaları kadar hatta ondan daha fazla tarım politikaları olmazsa, köyden şehre göçü engelleyecek hatta tersine çevirecek politikaları olmazsa Antep’in sorunlarını çözemez. İnsanlık tarihinde, ekonominin, sosyal yaşamın köy-kent arasındaki dengeli ilişkiyle bu güne kadar gelindiğini görmekteyiz.Bu dengeyi bozan kapitalizmin kar politikaları hem şehrin ekonomik sosyal yapısını bozarken aynı zamanda doğaya da ciddi zararlar vermiştir. Son günlerde tüm Türkiye’de görülen kuraklık tehlikesinin asıl nedeni söylenenin tersine yağışın azlığı değildir.Kuraklığın asıl nedeni kapitalizmin sanayi politikalarıdır.Mevcut partiler ve adaylar kapitalist düşüncede olduklarından dolayı bu sorunların çözümüne,nedenlerini aşan kökten değil, geçici gündelik yaklaşımlar sergilemektedirler.
Antep’in üçüncü ve temel problemlerinden olan sorun demokrasi sorunudur. Siyaset felsefesinin tekler üzerinden temellendiği günümüz kapitalist modernitesinde yerel yönetim, demokratik yönetim sadece bir söz ve kandırmaca durumundadır. Erkek egemenlikli, egemen ulus milliyetçiliğinin egemen olduğu bir siyasal anlayışla Antep gibi çok farklı etnik ve inanç yapılarından oluşan bir kentin şimdiye kadar ki yönetimi genel Türkiye devletinin bir yansıması olarak bu renkleri inkar üzerinden gelişmiştir. Zaten kadının renginin, Antep’in yönetimine katılması gerçekleşmemiştir. Kadının ve farklı etnik-inanç guruplarının örgütlü güç olarak Antep’in yönetimine katılması konusunda ne Akp, ne de Chp’nin bir projesi vardır. Esasta eski politikalara devam demektedirler.
AKP’nin kadın ve aile politikalarından sorumlu bakanının Antep’i yönetmeye aday gösterilmesi koskoca bir aldatmacadan öte bir şey değildir. Zaten bakan olduğu dönemde bırakalım kadın hakları, kadının örgütlü bir şekilde siyaset katılımını sağlamayı Akp’nin en geri erkek egemen politikalarının uygulayıcısı olmaktan öteye bir pratiği olmamıştır.
Tüm bu sorunların çözümünün AKP’den de, CHP’den de beklenemeyeceği gün gibi açık ve ortadadır. Partilerin seçim programlarını incelediğimizde tek çözümün HDP’de olduğunu görüyoruz. HDP hem zihniyet olarak hem de kitle potansiyeli olarak Antep’in sorunlarını çözecek yapıyı göstermektedir. Tek eksiklik bu anlayışı tabanda örgütlenmeler, kurumlaşmalar yaratarak yaygınlaştırmaktır. Bu da aşkla, azimle çalışan demokrat öncülerle aşılabilecek bir durumdur. Ha gayret! Son iki ay!
G.Suat Tekin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Şubat tarihinde saat 11:00 - 12:30 arası işgalci TC ordusuna ait Savaş uçakları Medya Savunma alanlarımızdan Haftanin, Metina, Zap ve Gare bölgelerimiz üzerinde uçuş gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Özgürlük eyleminin 9. Yılına giriyoruz. Seni ve eylemini doğru tanımlamak ve anlamlandırmak boynumuzun borcudur. Özgürlük hareketimiz, binlerce Şehidin yolunda yürüyen bir harekettir. Her bir şehidimiz mücadelemiz gerçekliğin de ayrı bir yere sahiptir. Her birinin bizlere yüklediği görev ve sorumluluk, mücadelemizi daha da güçlendirmek içindir. Siz yüce insanları anlatmak çok zor ve sorumluluk istiyor. Kendimizi sizin onurlu eyleminizin karşısında sorgulayıp, kişiliğimizi tüm kirliliklerden arındırmamız gerekir. Çünkü sizler bizlere bir kez daha nasıl yürümemiz gerektiğini, nasıl bir militan ve kadro olmamız gerektiğini, Önderliğe bağlılığın nasıl olması gerektiğini öğrettiniz. Bunu bedellerinizle ispatladınız ve yaşamsallaştırdınız.
Özgürlük, özgürleşmek, özgürlük yürüyüşünün bir militanı olmanın öyle kolay olmadığını, çok sancılı ve zikzaklı, inişli-çıkışlı olduğunu, uzun soluklu bir maraton yürüyüşü olduğunu bir kez daha ispatladınız. Özgürlüğün büyük bedeller istediğini, bu bedeli vermek için ideolojik derinlik, örgütsel duruş, bilinç istediğini gösterdiniz. Özgürlüğün bir aşk, bir tutku, bir bağlılık ve amaca kilitlenme olduğunu yaşamlarınızla kanıtladınız. Egemenlikli devleti ve iktidarcı zihniyeti yenmek, onun karşısında örgütlü bir güç olmak, bıkmadan mücadele etmek, öfke ve kin duymak, onun tüm özel savaş teorilerini boşa çıkarmak, onun egemenlikli sisteminden kopmaktır.
Ateşin kızı Viyan yoldaş, Önderliğimizin esaretinin 8. Yılına girişte kutsal eylemini gerçekleştirdin. Uluslar arası komplo gerçeğinin yapmak istediği bize bu esareti kabullendirmek ve marjinalleştirmekti. İşte Viyan gerçekliği buna cevaptı. Viyan gerçekliği özgür insanın esaretinin asla kabul etmeyeceğimizin cevabıydı, karanlık ve buz tutmuş şubat ayını ısıtan ve bedeniyle aydınlatan bir duruştu, Ehrimanlara vefasız ve gamsız duruşumuza cevap verendi.
Viyan yoldaş, Önderliğin esaretinin 15. Yılına giriyoruz. Uluslar arası komplo egemenlikli, devletçi, iktidarcı zihniyet her türlü savaş araçlarını kullanarak, başta özgür insana, onun yarattığı özgürlük hareketine ve direnen halkımıza karşı savaşı sürdürüyor. Her yerde büyük darbeler almasına rağmen şiddetinden vazgeçmiş değil. Tüm çırpınışları sonunun geldiğinin göstergesidir. Çünkü tüm yollara başvurdu; askeri operasyonlar, yoğun hava saldırıları, halka yönelim de baskı ve tutuklamalar, baskı ve yasaklamalar, dış ülkelerde diplomasi trafiği vb. Fakat istediği gibi bir sonuç yok.
“Başkan APO’nun ocağındaki ateşin soğumasına izin vermeyeceğim.” sözünü özgürlük hareketi ve onun militanları kendine esas aldı. Bugün daha çok özgür insan etrafında kenetlendik. Önder APO’yu kimsenin esir alamayacağını, onun özgür düşüncesi karşısında kimsenin O’na güç getiremeyeceğini, Önder APO yeni savunmalarıyla bir kez daha kanıtlandı. Kapitalist modernite’nin yarattığı zihniyeti, bu zihniyet sonucu insanlığın nereye doğru gittiğini, felsefik, demokratik, tarihsel yönleriyle çözümledi. Halkların, ulusların, kadınların kurtuluş ve özgürlüğü, kendi tarihlerini tanıma ve iradesel bilince ulaşması için büyük çabalar sergiledi.
Bu dönemde Gerilla ve halk daha güçlü bir şekilde birbirini tamamladı. Önderlik etrafında kenetlenen ateş çemberi daha da büyüyerek gürleşti. Senin bize bıraktığın mektuplarındaki eleştirilerini, hareketimiz ve onun militanları olarak kendimize esas alıyoruz. Çünkü mektupların bizim için bir manifesto ve talimattır. PKK söylediğini yapan bir harekettir. PKK ideolojisi yaşamın ispatıdır. Söz ve eylemi her zamankinden daha güçlüdür. Üyesi ve inşasında yer aldığın PKK, bu gün daha güçlü, daha kararlı, birliği yaratan ve ideolojik mücadelede radikalliği esas alan bir düzeydedir. 11. PKK kongremizi gerçekleştirerek militan ölçülerimizi, ideolojik bakış açımızı ve örgütsel duruşumuzu değerlendirerek daha güçlü kıldık. PKK ölçüleri elbette ki netti. Fakat içimizdeki çeteci tasfiyeci çizgi sahipleri yaşamımızı muğlaklaştırmak ve militanlık ölçülerimiz de çıtayı en alt seviye ye çekmek istediler ama her zaman ki gibi başarılı olamadılar. Kazanan PKK’nin özgürlük çizgisi oldu. Örgüt içi başlatılan ideolojik hamle, güçlü sonuçlar alarak her zamankinden daha net ve güçlü kararlılıkla bu komploya cevap olmuştur. Gündemimiz Önderliğin özgürlüğüne kilitlenme olmuştur. Buz tutmuş yürek ve beyinlerimizi sen ve senin ardılların çözdü. Şehitler kervanı çok büyüdü. Bu kahramanları görmemek, yaratılan değerlere katılmamak en büyük ihanettir. Biliyorsun, her zaman bir yanımızda büyük direniş ve kahramanlık, bir yanımızda da ihanet ve tasfiyeciler olmuştur. Bu kirler ve paslar silinip atılırken, büyük sancılar çeksek de sonuçta ruhlar temizlenmiştir. Çürükler atılmazsa koku yapar ve bütünü bozar. Bu PKK gerçekliğidir. PKK gerçekliği çıkışından günümüze kadar bu mücadeleyi hep vermiş ve vermeye devam etmektedir. Kaybeden ihanet ve tasfiyeci güçler olmuştur, kazanan onurlu ve kahraman hareketimiz olmuştur.
Senin de belirttiğin gibi “PKK de söz en büyük eylemdir” Biliniyor ki; sözün anlamını yetirmesi, büyük bir gaflet, vicdansızlık ve ahlaki çöküntüdür. Böyle bir durumun sonucu da şüphesiz ki ihanettir. Sizin gibi onurlu insanların eylemi, bizi bir kez daha PKK’nin özüyle bütünleştirdi ve anlam gücümüzü netleştirdi. Özlemin olan kuzeyi görmek, amacın düşmanın merkezinde eylem yapmak ve Önderliği görmek idi. Senin bu özlemini gerçekleştiren ve bu uğurda mücadele veren PKK ve PAJK militanları vardır. Heval Viyan, yüzlerce kadro kuzey yürüyüşüne katıldılar ve bu yürüyüş büyüyerek devam ediyor. Yüzlerce onurlu kadro daha fazla Önderliğe yakın olabilmek ve O’na layık olmak için düşmana büyük darbeler vurdular ve vurmaya devam ediyorlar. Önderliğin özgürlüğü için özgürlük hareketimiz, her süreçte yeni hamleler ve atılımlar yapmaktadır. Sizin eylemleriniz, bizlerde, halkımızda ve özgürlük mücadelesine inanan herkeste büyük sarsılma ve özgürlük mücadelesine, sizin anılarınıza sahip çıkmada anlamlı kararlaşmalar yarattı. Özlemini ve hasretini yaşamsallaştıran yoldaşların olmuştur. HPG’nin 4. Konferansı, PKK’nin 10. kongresi senin eylem ve bağlılık çizgine atfen gerçekleşmişti.
“Bu örgüt acı çeken halkın alın terinden, binlerce yürekli, sevdalı kız ve erkeklerin tatlı ve berrak kanıyla yaratılmıştır. Bu nedenle örgüte sahip çıkmak, halka ve şehitlere sahip çıkmaktır.” Bu yaklaşıma sahip olan kişiler ahlaklı ve değerli insanlardır. Bunun tersi ise ahlaksal ve vicdani yıkımdır. Özgürlüğün ateşi bir dönemler tasfiyeci, çeteci, ilkel milliyetçi unsurlar tarafından zayıflatılmak istendi. Bazı yönetimlerimizin şahsında örgüte karşı bazı kadrolar tepkilendirildiler. Yaşamsal sorunlar karşısında seyirci kalan liberal yanlarımız, tasfiyeci anlayışlara zemin oldular ve bundan dolayı da militanlık görevimizi tam olarak yerine getiremedik. Senin talimatların ve Önderliğin perspektifleriyle bu yanlarımızı yeniden çözümleyerek sorgulamaya başladık. Özgürlük mücadelemize karşı gelişen saldırlar ve örgüt içinde yaşadığımız sorunlar, bir kez daha Kürdistan ve Ortadoğu’da örgütsüz hiçbir gelişmenin olamayacağını gösterdi. Kendisini özgürlük ideolojisi karşısında netleştirmeyenler sonunda düştüler. Devletçi, egemenlikçi sistemin kucağına gittiler. Militan olmakta ısrar edenler ise militan olmanın mücadelesini vermektedirler. Senin de belirttiğin gibi, eleştiri ve özeleştiri mekanizması olmadan örgüt gelişimi sağlanmaz. Önderlik ve şehitler gerçeği karşısında sorgulama ihtiyacını derinden hissederek bir kez daha kendimizi eleştiri, özeleştiriye tabi tutarak eksikliklerimizden arınmaya çalışıyoruz. Bu hareketin diyalektiği şunu ispatlamıştır; muğlak, ikircikli, net olmayan kişilikler bu örgütte kalamaz. Özgürlük Hareketi militan olanın, örgütsel olanın, fedakar ve bağlı olanların partisidir. Bu hareket binlerce şehidin kanıyla yaratılmış bir hareket gerçekliğidir.
Özgürlüğün temsilcisi olan sen, genç yaşta örgütün en zor görevlerini üstlendin ve hiç geri adım atmadın. Ferhat ve Botan tasfiyeciline karşı zorlansan da bıkmadan mücadele etmeyi bildin. Sen Önderliğin yoldaşı oldun. Onun Örgütünde yer alırken, O’na yürekten inanarak mücadele ettin. PKK’nin inşasında yer alarak, PKK okulunda militanlar yetiştirdin. Irak gibi ( tasfiyecilerin kol gezdiği) bir yerde çok cesaretlice ve inançla mücadele ettin. Sen HPG’nin almış olduğu 1 Haziran direniş çizgisine katılmak için dayatma ve ısrarınla HPG ye geldin. YJA-Star’ın üyesi oldun. Bu senin için bir gurur ve onur ise, biz YJA-STAR örgütü için de bir onur ve gururdu. Sen ilk geldiğin günden itibaren geriliklerimize, örgütsüz yanlarımıza ve liberal duruşlarımıza karşı mücadele ettin. Belki seni zamanında anlayamadık ve doğru anlamlandıramadık. Bu da bizim yetersiz yoldaşlığımızın sonucuydu. Sen YJA-STAR’a geldiğin andan itibaren, hiç adapte sorunu yaşamadın. Çünkü sen, militan ölçülerini uyguladın ve o ölçüleri uygulatmayı esas aldın. Kadın hareketi olarak bir dönem tam rolümüzü oynayamadık. Tasfiyecilerin etkisi bizi de çarpmıştı. Bileşenler arası parçalı duruş, herkesin kendisiyle uğraşması, herkesin kendine göre militan ölçüleri yaratması, herkesin kendini yeterli görmesi gibi anlayışlar vardı. Bu durum ve durumlar, genel kadın hareketinin tam rolünü oynamasını engelledi. YJA-Star olarak da kendimizi yeterli görme ve en iyisi biziz yaklaşımı ne kadar gaflette olduğumuzu daha sonra yaşadığımız sorunlarda kendisini gösterdi. Kadın Kurtuluş İdeolojisi’nin amacı ve ilkeleri her yerde aynıdır. Biz mekansal ayrışmalarının farklılığını anlayışsal ve yaklaşımsal alana da yansıtarak bir yanılgıyı yaşadık. Bu anlamda kadın hareketinde bir dönem parçalı duruşlarımız açığa çıktı. Bu durum Önderlik çizgisi karşısında bizlere kaybettirdi. Senin de belirttiğin gibi, özgürlük mekanlarımız olan dağlarımızı, doğru tanımlar ve doğru anlamlandırırsak başarı şansımız yüksektir. Kadın kendini bu dağlarda var etti Özgürlük bilincini, örgütsel gücünü, iradesel duruşunu bu özgür dağlarda var etti. Yani bu dağlar özgür kadını yarattı. Bu dağlara ve bu dağlarda yaratılan özgürlük değerlerine sahip çıkmamak en büyük ihanettir. Özgür yaşam mücadelesini veren biz kadın yoldaşlar olarak, Önderliğin “Herkes dağlardan inse de kadın inmemelidir” belirlemesinden de anlamamız gereken, herkesten daha fazla bu dağların değerini bilmek ve buralarda özgür yaşamı yaratmak olmalıdır.
Özgürlüğün sözcüsü sen, bu dağların özgür yaşam mekanları olduğunu ve bu dağlarda yaşanması gerektiğini bağlılığın ve inancınla bir kez daha bizlere kanıtladın. Sorun bu güzelliği ve yücelileşmeyi istemek ve bu uğurda mücadele etmesini bilmektir. Özgür olmak isteyen bu özgürlük yolunun zorluklarına katlanır. Sizler bedenlerinizi ateşe vererek bunu yakıcı bir biçimde ödediniz. Bu duruşunuz karşısında kadın hareketi ve YJA-STAR olarak kendimizi, tarzımızı yanlış ve yetersizliklerimizi sorguladık ve anladık ki özgürlük yürüyüşünde yer almak su gibi berrak, ateş gibi kızgın ve sizler gibi büyük yürek sahibi olmayı gerektirir. Kadın hareketi ve YJA-STAR güçleri olarak Önderlik etrafında kenetlenmeyi, daha güçlü ve kararlı yürümeyi kendimize esas almış bulunmaktayız. Yani senin onurlu katılımın bizim onurlu yürüyüşümüz olmaktadır. Kadın eksenli sistemi dağlarda, şehirlerde ve toplumun her alanında öz örgütlülüğümüze dayalı, özgür bilinçlenme temelinde mücadelemizi geliştiriyoruz. Eğitsel, örgütsel, akademik çalışmalarımız temelinde örgütsel ve ideolojik tartışmalar vardır. Bu temelde eğitimlerde egemen ve devletçi sistem zihniyetini çözümlemeye ve aşmaya çalışıyoruz. Toplumsal alanda kadın meclisleri, özgür kadın akademileri, kadın parkları vb. kurumsal çalışmaları geliştirerek toplumsal cinsiyetçi zihniyete karşı mücadelemizi geliştiriyoruz. Yine ‘Özgür kadın kimdir ve nasıl yaşar’ Konusunu gündemimizin ana ekseni yaparak ideolojik partimiz PAJK bünyesinde yoğunlaşarak, ideolojik ve örgütsel kimliğimizde derinleşmeyi esas alıyoruz. Viyan yoldaş, sen yaşamında ve duruşunda egemenlikli, geleneksel, geri anlayış ve yaklaşımlara karşı tavizsiz, istikrarlı, radikal tavırlarınla çizgi karşısında doğru eylem anlayışını ve özgür yaşam esaslarını kendinde yaşamsallaştırarak anın ve zamanın akışına yön verdin. Gerçek aşkın ve sevginin nasıl olması gerektiğini yaşam ve tutku düzeyinle gösterdin. Mektuplarında Önderliğe hitaben yazmış olduğun satırların arasında ‘Başkanım bazıları vardır el ele verip kaçar, ihanete giderler, buna da aşk ve sevgi derler. Ben ise, sana gelerek bir ışık olmak ve aşkımı ilan etmek istiyorum” diyerek gerçek aşkın ve hakikatin yürüyüşçüsü oldun. Senin aşkında sadelik, cesaretlilik, güzellik ve yaratıcılık var. Senin aşkın bireysel hesapları, ikirciklikli duruşları, bencil yaklaşımları, özgür yaşamın ilke ve ölçülerini dejenere eden sahte aşk ve sevgileri reddeder. Viyan yoldaş, sana ve sizin gibi manevi komutanlara aşık olmamak en büyük ihanettir. “PKK felsefesi aşkın ve sevginin kendisidir” sözünü bize kavrattınız. Ancak bu yola katılmayanlar da oldu. Özgürlük onurundan vazgeçip, ihanet yolundan giderek onursuzluğu tercih ettiler. Senin eyleminden, özgürlük aşkından etkilenerek özgürlük savaşına katılan yüzlerce kadın ve erkek savaşçı oldu. Senin savaşçıların senin adını alarak senin amacına bağlılığın sözünü verdiler. Eski arkadaşlar olarak senin eylemin karşısında sarsılarak, kendimiz de var olan sıradanlığı, pasifliği aşmanın mücadelesini vererek, militanlık çizgisinde sorgulamalarımızı derinleştirerek netleşmekteyiz. Kadına kader olarak görülen köleliği, ancak egemen sistemle mücadele ederek aşabiliriz. Önderliğin “İlk sömürülen ulus kadındır” ve yine “Beni sevenler fikirlerimi yaşamsallaştırsınlar” belirlemesini kendimize esas alarak Önderliği, tarihimizi ve kendimizi anlamaya ve tanımaya çalışıyoruz.
Gerçekleştirdiğimiz kadro konferanslarımızda, senin bize bıraktığın mektuplarını esas alarak kadro olmanın ölçülerini, özgürlük ölçülerini, kadın kurtuluş çizgisinin ilkelerini tartışmalarımızın temel merkezine koyduk. Pratiklerimizden de anlaşıldığı gibi henüz yetersizliklerimizin tümünü aşamadığımız bilinmektedir. Ama bu yetersizliklerimizi aşmanın mücadelesinde önemli düzeyde bir kararlaşmayı yaşamaktayız.
Haftanin’i çok sevmiştin. Doğası ve arkadaş yapısıyla bütünleşmiştin. Haftanin seninle daha da güzelleşti. Doğa ana daha da güzelleşti ve bizi bağrına bastı. Haftanin senin ve Erdalların diyarı oldu. Haftanin seninle sevildi ve bu yüzden saygınlığı daha da arttı. Viyan yoldaş, sen kendi şahsında bizim geriliklerimizi de kutsal ateşinle temizlemek istedin. Kuzey Kürdistan halkına, Güney Kürdistan halkına ilettiğin mesajlar yerine ulaştı. Onurlu ve kahraman halkımız, düşmanın yönelimleri karşısında büyüklüklerine denk serhildanlar ve eylemler gerçekleştirdiler.
Ateşin kızı seni anlatmak, seni doğru tanımlamak bir bilinç ve militan özelliklerine sahip olmayı gerektirir. Ben de bu hareketin bir üyesi ve savaşçısı olarak, tam rolümü oynayamadım tarih karşısında, benim de vermem gereken hesaplar var. Hep senin yoldaşın ve arkadaşın olmak istedim. Pratiğime baktım ki istemi fazla aşmış değilim. Bunun katılımı, yaşam duruşunu sergilemede eksikliklerim oldu. Bu anlamda böylesi tarihi bir süreçte sana layık olmaktan başka bir yaşam arayışım olmayacaktır. Sana yakın olmak seninle yürümektir. Seni sevmek senin düşünce ve eylem kararlığına katılmaktır. Seni hep sevdim ve sevmeye devam edeceğim. Özlemine ulaşmanın bu uğurda mücadeleyi gerektirir “Hedefinde net olan amacına ulaşır” şiarı şiarım olacaktır. Eyleme giderken ki moral gücün örgütlülüğünü ve kararlılığını hiçbir zaman unutmadım ve unutmayacağım. Kadın olmanın gurur ve onuruyla söz veriyoruz ki seni ve sizleri hiç unutamadık ve unutmayacağız. Özgür doğa anaya daha çok sarılıp, bilinçlenip, örgütlenip kadın sistemini ve yaşamını geliştireceğiz. Özgür insan etrafında ateşi ve mumları hiç söndürmeyeceğiz. Hareketimizin Şiarı olan “Önderliğin özgürlüğü özgürlüğümüzdür” anlayışı dışında başka bir yaşam anlayışımız ve arayışımız olmayacaktır.
Sizin gibi büyük manevi komutanlarımızın amacında yürüyerek, sizleri sahiplenmek ve amacınızı göklere çıkarmak ve sizleri zirveleştirmek bizlerin de temel amacı olacaktır. Bedeninle yaktığın ateş hiç sönmeyecek, her zaman daha da gürleşecektir. Yani kendimizi her gün yaktığın ateşin külleriyle arındırmaya çalışacağız. Viyan yoldaş, sana yazarken çok zorlandım. Çünkü şehitleri anlatmak, onları doğru tanımlamak oldukça zordur. Bizlerin sizlerin karşısında girdiği eksiklik ve yetmezliklerimizden dolayı sizlerin adaletli affına sığınıyoruz. Kadın olmanın bilinci ve iradesiyle bir kez daha senin şahsında tüm şehitlere söz veriyoruz ki, sizlerin eylemlerinizle daha da büyüyecek ve sizleri eylemlerimizde, yaşamlarımızda yaşatacağız. 2014 Yılının Önderliğimizin özgürlük yılı olması için bu mücadeleye tüm gücümüz ve kararlılığımızla katılacağız. Geçen süreç bunu gösterdi ki PKK ve PAJK militan ölçülerinde doğru partileşirsek kesin kazanacağız. Kadın olmanın sorumluluğu ve bilinciyle sözümüzü yeniliyor ve soylu şehitlerimizin onurlu eylemleri karşısında bir kez daha söz veriyoruz.
Ayten Dersim
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
12 Şubat tarihinde saat 11:00 ile 12:30 arası işgalci TC ordusuna ait Savaş uçakları Medya Savunma alanlarımızdan Zap,
- Ayrıntılar