Mücadele ve savaş gerçeklerimizin ruhuna, bilincine ve kişiliğine gittikçe daha fazla yaklaşıyor, dönüşümü adım adım sağlıyorsunuz. Lanetli geçmişinizi ve ne kadar hastalıklı olduğunuzu biliyoruz. Bunun bir kader olmadığını, çıkışın bir yerden mümkün olduğunu, fakat bunun şimdiye kadar sandığınız gibi olmadığını, doğru yolun yöntemin farklı olduğunu da biliyoruz.
İlk adımların sağlam gelişmesi için büyük çaba gösterdik. Hemen her an bu işin inancını ve bilincini geliştirdim, bu işin pratik gereklerini olağanüstü diyebileceğim bir tarzda yapmaya çalıştım. Ancak yoldaş diye bellediklerimizin inanılmaz saflıkları, hamlıkları, kayıtsızlıkları, ilgisizlikleri ve her türlü yetmezlikleri umduğumuzun ve beklediğimizin dışında birçok olumsuz gelişmeye yol açıyor. Bir yerde neredeyse düşmanı bir tarafa bırakıp kendimizle uğraşıyoruz. Demek ki, lanetli olmak bu sonuçları doğuruyor. Bu kadar ayıplı, bu kadar düşmüş bir toplumdan bunlar çıkabilir. Bizim bütün umudumuz bu durumu yerinde kavrayacağınız, yolu hızlı ve keskin adımlarla tutturabileceğinizdi. Bizde önemli olanın tempo ve tarz olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Bu lanetli durumdan kurtulmanın tek çaresi doğru tarz, doğru tutum ve doğru tempodur. Yeterli tempo olmadan, bu durumdan sağ çıkmak mümkün değildir. İsyanlar ve mücadele tarihimiz bunu çok açıkça gösteriyor.
Korkunç yenilgili kişilikler kendini Önderlik gerçeğine yansıtırsa, belanın en büyüğü ortaya çıkar. Bu her devrimde biraz yaşanıyor, ama bizimki kadar ağır ve sancılı değildir. Bizimki kadar kendini uğraştıran bir devrim örneği bulmak gerçekten zordur. Fransız Devrimi'nde, İslam Devrimi'nde, Ekim Devrimi'nde sapmalar ve birbirleriyle savaşmalar çok yoğundur. Ama yine de onların tarzı anlaşılır ve bir yerinde yer alınıp gereken neyse rahatça yapılabilir; bu ister şu safta, ister bu safta olabilir. Biz de ise muğlak, karmaşık ve çok yanılgılı bir duruş var; hangi kişinin neye oynadığı ve kimi tuttuğu belli değildir. Kendini o kadar karmaşık hale getirmiş, o kadar nitelikten uzak ki, neye hizmet ettiğini kendisi de kestiremiyor. Hangi çizgiyi, hangi politikayı yürütüyor ve bunu pratiğe nasıl yansıtıyor, farkında bile değildir. Çaresizlik de işte buradadır.
Muğlaklık ve netsizlik dediğimiz yaklaşımlarınızın uzun süre devam etmesi çok belirgin bir özelliğiniz oluyor. Yetersiz yaklaşımlarla çabanızın neye hizmet ettiğini, kime yol aldırdığını görememe durumunuz var. Biz buna karşı başından beri çok tedbirliydik, olağanüstü bir sınıf çizgisini uyguluyorduk, çok hassastık. Emeğin lehine herkesi çatıştırmada çok üstün bir uygulayıcıydık. Maalesef en proleterim, en yoksul kökenliyim, en emeğe bağlı olanım diyeni de dahil olmak üzere, kime nasıl çalıştığını kestiremeyenler neredeyse bizde ağırlıklı bir kesimi oluşturuyor. En tuhaf olanı da bu gerçekleri bir an önce görüp bir türlü sınıf çizgisine gelemeyişinizdir. Muğlaklığın, kafa karışıklığının neye ne kadar hizmet ettiğini tam kestirememe sonucunda yılları adeta çarçur etme ortaya çıkıyor. Bunu yaşamanız insanı umutsuz kılıyor veya yazık ediyorlar diyecek noktaya getiriyor. Gamsızsınız, fazla endişeleriniz yoktur. Çizgi de söz konusu olsa, kendinizi çaresiz bırakıyorsunuz. Çizgi savaşımı için yerinde ve zamanında çalışıyoruz. Sizin ise onun sonuç almasına kendinizi vermeniz şurada kalsın, çizgi savaşımı neredeyse aklınıza bile gelmiyor. O zaman sizlerle ne yapacağız? Kendinizi yormazsanız, savaşı yoğunlaştırmazsanız sizi nasıl yaşatacak, öncülük yapılmadan nasıl savaştıracağız?
Toplumumuz sonuna kadar teslim olmaya yatmış bir toplumdur. Siz ise bu durumu parti içinde adeta düşmanın topluma dayattığı teslimiyetin yansımaları olarak yaşıyorsunuz. Direngenliğin, karşı koymanın kişiliğini sergilemiyorsunuz. Yaşama ve örgütlenmeye yansıyan, özellikle daha çok düşman gerçeği ve onun tanınmaz hale getirdiği kişiliktir. Tek başıma yıllarca bu işlerle uğraştım. Çizginin bir milim bile saptırılmasına fırsat vermedim. Çizginin olanaklarını başka sınıfın, başka gücün şu veya bu çıkarına kaptırmadım. Bu kesimlerin hepsini çalıştırdım, hepsini devrim çıkarları için kullandım. Ama siz elinize verdiğimiz dört dörtlük olanakları başkalarına peşkeş çektiniz veya kendinizi adeta onların hamalı yerine koyarak sömürttünüz. Köylüler, hamallar, marabalar nasıl sömürülüyorsa, parti içinde de diğer sınıflar adına öyle bir sömürü kaynağısınız. Çizgi anlamında, ideolojik-politik kullanılma anlamında öylesiniz. Küçük burjuvalar, her türlü orta yolcular sizi kullanıyorlar, ancak bunun farkında bile değilsiniz.
Kendine sahip çıkamayanın, emeğine sahip çıkamayanın bütün hal ve hareketleri öfkelendiricidir. Sizin saygı ve bağlılık anlayışınıza fazla anlam veremiyor ve bunu çok geri buluyorum. Bu anlayış proleter çizgi esaslarını -proleterden başka adını halk veya insanlık koyalım- fazla temsil etmiyor, özgürlük gücü ve kendini koruma gücü olamıyor. Kendi yaşam tecrübemle bu hareketi böyle geliştireceğim, ama bir çok yönetim ise o alanlar ve olanakları öyle kullanacak! Burada büyük bir çelişki var. Parti içi eğitim, çizgi eğitimi bu nedenle çok önemlidir. Kendinizi bu kadar gamsız, tasasız bırakmanız ve hiç utanıp sıkılmadan "ben varım" demeniz fazla saygı yaratmıyor, fazla anlam bulamıyor.
Bir insan kendine çekidüzen vermeyi, kendini mücadele gerçeğine ve şu anda yürüttüğümüz savaşıma biraz doğru yaklaştırmayı, ona güç yetirmeyi ve yürütme gücü olmayı, ona ister üst düzeyde isterse en alt düzeyde bir katkı sunmayı ve her düzeyde bir çalışanı olabilmeyi sağlayabilmeliydi. Bunlar neden olmuyor? Yaptığınız bütün iş, “bastırdık, bastırıldık” demektir. Ağzınızdan bundan başka bir söz çıkmıyor. Ne kadar etkisizleştiğinizi, ne kadar rol oynayamadığınızı belirtiyorsunuz. Önder kişi, militan kişi böyle olmaz. PKK Önderliği bu konularda muazzam bir çabanın sahibiyken, sizin buna dayanarak böyle ucuz yaşamayı kendinize nasıl yakıştırdığınızı anlayamıyorum. Kendime senin neyin eksik diye her gün soruyor ve bin kez bunu cevaplandırıyorum. Hem bu kadar bize bağlısınız, hem de birçok yönüyle benim kendimi adamadığım kadar kendinizi bu işe adıyorsunuz, o halde sonuç almada ve işleri sağlama bağlamada neden bu kadar beceriksizsiniz? Çoğunuzu köylüye benzetiyorum. Nasıl yaşadığınızdan bile habersizsiniz. Durumunuza, neye ve kime çalıştığınıza, kimin askeri ve hizmetçisi olduğunuza bakarak buna daha iyi cevap verebiliriz. Biz bu dünyada niçin yaşıyoruz? Bütünüyle kime çalışıyor, kimin kullanımında, kimin stratejisinde yer tutuyoruz? Halk dediğimiz gerçekliğimiz kimin hizmetinde, kime ucuz çalışıyor? Gençlerimiz, her soydan insanlarımız kimin malıdır? Parti içindeki yansımalar biraz da bu durumun ifadesidir. Bu konuda kendinizi yıllarca sorguya çekebilmeliydiniz. Neden kendinizi sorguya çekemediniz, neden kendinizi yetiştirmediniz diye sizi suçlamıyorum. Ama bir yerden ve birkaç temel kavramı belledikten sonra işin gereği üzerine düşünecektiniz. Niye kolaya kaçıyorsunuz? Sıkı bir eğitim ve kendinizi yetiştirme olmadan, yaşamın kenarından bile geçemezsiniz. Yaşama bu kadar ucuz, bu kadar sorumsuz, bu kadar gafil yaklaşma, kime ve neye mal olduğu belli olmadan katılma sizin tarzınız oluyor.
Birçok hastalıkla istemediğiniz halde partiye zarar veriyorsunuz. Başkalarına çok imkan ve fırsat sunuyor, bizi de, ortamı da kargaşaya boğuyorsunuz. Size bu kadar yol ve yöntem gösterdikten sonra bir çalışmanın başına geçmek çok zor mudur? Fedakarsınız, korkak değilsiniz, hayatınızı da adamışsınız; ama her şey sadece bununla sağlanmaz. Kaldı ki, tek başına ele alındığında bu kendini kurban etmedir. Size göre birileri sizin sahibinizdir, aşirete kendinizi kurban etme durumunuz var. Kaldı ki, bir sosyalist veya bir emek savaşçısı kendini böyle kullandırtmaz.
Yüzlerce eğitimden geçiyorsunuz. Ama buna rağmen herhangi bir birimin başına bir belalı çıkıyor, bir kişi bile buna dur diyemiyor. Biri çıkıp herhangi bir çalışma alanında, bir çalışma birimimizde bu tavrı sergileyemiyor. Yıllardır tanıdığım birkaç yaramaz kişi var. Bunlar birimlerin, alanların başına bela olmuşlar. Bazıları da kendini sanki onsuz bu mücadele yürüyemeyecekmiş gibi bir anlayışa kaptırmış. Oysa bunlar baş belasıdır, bunları içinizden atarsanız gelişme olur. Ancak birbirlerine dokunmuyorlar bile. “Birbirimizle uzlaştık” demeniz bunun ifadesidir. Bu halinizle tıpkı tutucular koalisyonu gibisiniz.
Parti içinde birbirini etkisizleştirme çabaları var. Bununla nereye varacaksınız? Ben de biraz uzlaşıyorum, ama uzlaşırken kırk türlü gelişme tedbirimi de alıyorum. Önderlik tarzını tüm gücünüzle uygulamanız beklenemez. Tamamen benim gibi yapın da demiyorum. Ama hiç olmazsa kendinizi kurtaracak, kendinize parti üyesi dedirtecek bir tarza ve güce ulaşın. Bir yeteneğiniz olsun, yeterliliğiniz sağlansın. Göreviniz bu değilse, PKK'ye neden katılıyorsunuz? PKK'nin bu tarzına, bu yeterliliğine ulaşmadıktan sonra PKKlilik nerede kaldı? Sadece "ben şikayet ederim, olmadıysa kendimi yere atarım" demek PKK tarzı mıdır? Sıradan bir üye haline gelmeyi bile başarsanız o da iyidir, ama siz onu da yapamıyorsunuz. O zaman parti sizi ne yapsın? Kendi yaşamınızı biraz gözden geçirirseniz, kafalarınızın dağınık ve kişiliklerinizin yoğunlaşmış olmaktan uzak olduğunu görürsünüz. Kendinize yazık ediyorsunuz. Saflarımızda gafil kişilik çok etkili, çaba çok yetersiz, doğruya hükmetme ve onu amansız takip etme yok denecek kadar azdır. Bir yere giderken eğer iki doğru lafı söyleyemeyeceksem, iki doğru tavrı sergileyemeyeceksem neden gideyim diye kendime sorarım. Eğer bir şey veremeyecek durumdaysam neden karşınıza çıkayım? Herhangi bir toplantıda herhangi bir tavır veya politika belirleyemeyecek durumdaysam ne diye bu işlerle uğraşayım? Şu anda nereye gidersem gideyim, hangi kişiyle temasa geçersem geçeyim, onu dört dörtlük mücadelenin emrine çekerim. Önderlik dediğin böyle olur. Kim olursa olsun tavrımız parti tavrıdır ve sonuç partinindir.
Yüzlerce ilişkiniz var, ancak bunların neye ve kime hizmet ettiği pek belli değildir, hepsi karışıktır. Bu ilişkiler sizi imhaya götürüyor, ama siz bunun farkında bile değilsiniz. Bu tutumlar birçok tehlikeli anlayışın türemesine yol açıyor, bunu bile göremiyorsunuz. Böyle parti militanlığı olmaz. Ben şunu belirtmiştim: Nasıl ki onsuz edemediğiniz bazı alışkanlıklarınız varsa, partinin de bazı tarzları ve özellikleri var, onlar olmaksızın edememelisiniz. Parti tarzı bütün alışkanlıkların önünde gelir. Seviyenin ne kadar düşük olduğunu anlıyorum, ama yükselmeyi bilmek de vazgeçilmez bir görevdir. Tümünüz bunu yapmasanız bile, içinizde mutlaka biraz daha akılı olanlar vardır ve onlar bu işin önünü tutabilirler. Eğer kazanmak istiyorsanız, doğruya gelmekten başka çareniz yoktur. Başka türlü sizi yaşatmak da mümkün değildir. Halkı yaşatmak, sizi yaşatmak çok zordur. Sizi nasıl taşıyacağız? Yedirip içirerek bir yerden bir yere aktarmaktan tutalım, savaş gibi çok ciddi bir olaya yaklaştırıncaya kadar sizi nasıl yürüteceğiz? Bunu kolay görmemelisiniz, çünkü bu çok ağır bir iştir. Çoğunuz lime lime olmuş gelmişsiniz. Ama savaşa böyle gidilmez. İki lafı bir araya getiremiyor, her an her türlü hataya açık bir kişilik sergiliyorsunuz. Savaş gibi yaşamın en ciddi olayına, en tedbirli yaklaşılması gereken bir olgusuna siz de doğru yaklaşacaksınız.
15 Ağustos Atılımı dahil, gerillaya gidenlere, siz ülkeye girdiğinizde ve eyleme katıldığınızda kaç gün sonrasını hesaplıyordunuz diye sordum. "Yirmi dört saat sonrasının ne olacağını bile kestiremiyorduk" diyorlar. Düşünün ki, uzun süre bütün birimlerin eylemleri böyleydi. Eylem yapıyor ve silah sıkıyorlar, ama onun yirmi dört saat sonrasının ne getirip ne götüreceği umurlarında bile değildir. Parti adına silah sıkmışlar, o kadar. Oysa muazzam sorumluluklarınız var. Siz bir asker vurdunuz mu, silahlı olarak dağa çıktınız mı üzerinize ordu gelir. Yirmi dört saat sonrasını hesaplayamazsanız, sizi nasıl yaşatacağız? Parti içinde "orası beni ilgilendirmez" demek olmaz. Sizi ilgilendirmezse bu savaşı kim geliştirecek?
Bütün gruplarımızın kaderini gözden geçiriyoruz. Ama maalesef "Silahlı eylemi başlattık, gerisini tamamlamak da bize düşer" diyen bir kişi çıkmıyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde dışarıda on beş binden fazla gerilla yetiştirilmemiştir. On beş bin gerilla yetiştirmeyi bırakın, Mao, Lenin, Ho Chi Minh bile elli kişiden daha fazla kişi eğitmemişlerdir veya eğitimleri birkaç seminerden ibarettir. Bu sahada on beş bin, belki daha da fazla militan yetiştirdim. Hem de bunları bir dış ülkede sıfırdan yetiştirdim. İnancından tutalım silahını omzuna takıp götürmesine kadar eğittim. Fakat bunlar en sıradan bir göreve sahip çıkmadılar, hatta çok büyük bir sorumluluk noksanlığı sergilediler. Her şeyi bana yaptırmak istediler. Dünyada böyle bir örnek yoktur. Bunlar benim burada yaptığımın onda birini o dağlarda yapabilselerdi yine iyiydi.
Parti terbiyesi, parti eğitimi, partinin inancı ve tarzı tutturulabilir. Bunun için zaman olmadığını da söyleyemezsiniz. Benden daha fazla zaman ve olanak elde etmişsiniz. Demek ki sizde bu konuda doğru bir yaklaşım, çalışma tarzı ve bu işin sorumluluğu yoktur. Yoksa en iyisi o dağlarda gelişebilirdi. Bu sorumluluk anlayışıyla vatanı kurtaramazsınız. Vatan kurtarmayı bırakın, kendinizi ve hatta günü bile kurtaramazsınız. Sizi kurtarmak başlı başına bir kurtuluş örgütü gerektirir. Halkı mı yoksa sizi mi kurtaracağım? Adeta böyle bir ikilemle karşı karşıya bulunuyoruz. Çünkü çoğunuzun içinde bulunduğu durum adeta kurtarmalıktır. Gelenlerin büyük bir kısmı kendini kurtarmaya çalışıyor. Oysa bizim görevimiz halkı kurtarmaktır. Tüm bunları neden anlayamıyorsunuz? Bunun karşısında "Köylü kurnazlığı veya aydın ukalalığı işime geliyor" diyeceksiniz. "Neden büyük bir çabaya girişip pür dikkat kesileyim ki! Sıradan bir çabayla yetinir, tembelce ve keyfimce bir katılımı yaşarım, bu benim çıkarıma daha uygundur" deyip kendinizi bırakıyorsunuz. Bu yaşanılan en lanetli toplum gerçeğimizdir ve bunun sizdeki yansımasıdır.
İnsanoğlu her türlü hesap kuruyor. Yetişme tarzı onu her türlü şeye yatkın hale getirmiş. Ne versen alır, ne iç desen içer, ne yap desen yapar. İyiliğin, güzelliğin ve doğruluğun nerede ve nasıl olduğunu bilmez. Düşmanın verdiği yemeği koşar adım ele geçirmek için yarışır. Tamamen ihaneti sunar, ihanet için yarışır. Biz böyle bir toplumdan geliyoruz. İçinizde ihanete tepki gösterecek kaç kişi var? Hatta kendinizi düşünün: Yurtseverlikten kaçıp temel yücelik değerlerine arkanızı döndüğünüzde veya onlara ulaşma gereğini duymadığınızda, düşmanın resmi düzen yaşamının bazı kırıntılarını ve olanaklarını yakaladığınızda nasıl yarıştığınızı, nasıl koştuğunuzu bilmiyor musunuz? Birisinden kaçarken diğerine koşma nedir? Bu, ihanet koşusudur. İliklerinize kadar bununla dolu yaşamışsanız, tabii ki kişiliğinizin ağır bir hastalık, ağır bir düşkünlük ve çürümeyle karşı karşıya olması anlaşılırdır. Devrimci eğitim, hiç olmazsa bunu biraz görüp gidermek içindir.
Komuta ve öncülük çizgisine gelememenizin nedenlerini ortaya koyuyoruz. Çocukların bile kendini bu kadar kandırdığını sanmıyorum. Çocukları ben de tanırım; bir iki doğru şey söylediğinizde ona bağlı kalırlar. En tehlikeli çocukluk sizin çocukluğunuz oluyor. Çok inatçısınız, gerçeklere gözünü kapatmışsınız ve bunu politikada da bir yöntem haline getirmişsiniz. Bütün bunlar yalnızca benim işim değildir; yaşamı düzeltmek, ülke ve parti yoluna doğru koyulmak daha çok sizin işinizdir. Bu halinizle sizi ne yapalım? Sizi kabul etmesek ortada kalırsınız. Yurtdışı, dağ başı, zindan söz konusu olduğunda insanı idam ederler. Düşman sizi paramparça eder. Bu ilgisizliğiniz, kayıtsızlığınız, yöntemsizliğiniz, üslupsuzluğunuz, kısaca bu yaşam tarzınızla başınıza neyin geleceğini kestirebiliyor musunuz? Gelen raporlara bakıyorum, günlük haberleri izliyorum ve bunları belirtmekten kendimi alıkoyamıyorum. Öyle hatalı kararlar var ki, bundan dolayı düşman her gün insanlarımızı parçalıyor. Dağ gibi insanlarımızı boşu boşuna kaybediyoruz. Bunun nedeni sağlam yönetimlerin olmamasıdır. Bunlar savaşın gereklerine göre olan kayıplar değildir. Savaşın gereklerini uyguladığınızda ise kayıp sıfır olur. Savaşın gereklerinden ne kadar kaçarsanız o kadar çok kayıp yaşarsınız.
Bu kadar kıyamet koparıyoruz. "Bizden adam olmaz" diyemez veya bunu bana kanıtlayamazsınız. Çok iyi hatırlıyorum: Tapu kadastro memuruyken bir köye gitmiştim. Bir köylü, "Beyim, bu lafları bize anlatma, bizim kulaklarımız bu kadar uzun" diyordu. O zaman, bu nasıl bir adamdır ki, kendisine 'uzun kulaklıyız' diyor diye düşünüyordum. Tuhaf ama o sözü bana söylemişti. O zaman buna bir anlam veremedim. Fakat akıllı birisiydi. Bu sözü söylemesi bile onun akıllı bir köylü olduğunu gösterir. Çünkü benim ne söylemek istediğimi de, toplum gerçekliğimizi de, düşmanın bizi ne hale getirdiğini de biraz fark etmişti. Hatırlıyorum: Bir tahta masa vardı, ben konuşurken o elini kütüğe vurdu, "Bu kütüğü yeşertebilir misin? Biz böyle kurutulmuş insanlarız" dedi. Bu teoriye göre yaşamak, hiçbir şey bilmeyen köylülerden bile daha geri olmak demektir.
O açıdan bazen yaşamınıza bakıyor ve öfkeleniyorum. Çünkü yaşamla oynuyorsunuz. Yaşamın nasıl yürütülmesi gerektiğinin farkında bile değilsiniz. PKK içinde, hem de PKK'nin en önemli ve en temel kademelerinde bir yaşam tutturmuş tipler var. Kellelerini koparsanız bu yaşam tarzından vazgeçmiyorlar. Ne iş yapıyor, ne de yaptırıyorlar; ama adları da ‘yürütme’ olmuş. Ben bunlara yürütmeme komitesi dedim. Birçok komite ve kademe bu durumdadır. Halen kendime bunlar nasıl böyle oldular diye soruyorum. Biz mi çok zayıfız, yoksa bunlar mı çok güçlü? Aslında çok güçlü de değiller. Toplumda emekçiler nasıl sayıca çoklarsa ve haklı oldukları halde nasıl bastırılıp sömürülüyorlarsa, içimizde de bazıları bize bunu yaptırmak istiyorlar.
Biz topluma tamamıyla güç yetirmeyebiliriz; ama parti içinde bunu halledebilir, parti içini çizgiye ve emeğe göre ayarlayabiliriz. Bu konuda "Ben PKKliyim" diyene iş düşüyor. İşimizi neden yapmayalım, başka ne derdimiz var ki? Siz bu iş için her şeyinizi ortaya koymadınız mı? O halde sürekli "Güç yetiremedik, oyuna geldik, bazıları bizi bastırdı" mı diyeceksiniz? Toplumdaki sıradan geri köylü ile bu tutumun sahibi arasında hiç fark var mı? Onu jandarma, sizi ise bir kariyerist bastırır. İkisi de aynı şeydir. Köylüyü ağa kullanır, sizi ise örgüt içinde ağalık yapanlar. Böyle gelmiş, böyle gidiyorsunuz. Bunlar doğru değildir. PKK böyle değerlendirilemez. Bunlar şunu demeye getiriyorlar: "Biz adam olamayız, onuru temsil edemeyiz, başaramayız, birbirimizi boşa çıkarmak, bazı işleri tıkatmak ve çirkinleşmek zorundayız." Buna hakkınız var mı? Hiç olmazsa bizim partimizde buna hiç kimsenin hakkı olmasa gerek. Israrla bunu kanıtlamak isteyenlerin neyi konuşturduğunu anlamak zorundasınız. Bazılarınız, hiç olmazsa "ben bu işte varım" diyenler, bu durumlara ve bu tutumlara çok etkili cevap vermek zorundalar. Çünkü olan, dürüst olanlara, emekçilere, emeğin sahiplerine yani sizlere olacak. Bu açıdan çizgi devrimciliği çok önemlidir. Kendinizi toparlayın.
Politikleşmek, bu belirtilen çerçevede kendini toparlamak, anlayış, bilinç ve tavır sahibi olmak demektir. Politik kişilik budur, örgüt kişiliği budur. Ekmeksiz ve susuz edemediğiniz gibi, politik kişilik, örgüt kişiliği olmadan da yaşayamazsınız. Çünkü o size daha fazla ve anı anına gereklidir. Ben de öğrenciyim ve sizin gibi öğreniyorum. Kaldı ki, bana öğreten de yoktur; ben her gün hayatın kendisinden öğreniyorum. Ama hiçbir zaman ciddi bir yetersizliğe düştüğümü hatırlamıyorum. Mücadele tarihimize bakın: Acaba sizin gibi tek bir gün ciddi bir yetersizliğe, bir örgüt çalışmasının başarısızlığına uğramış mıyım? Hayır, yaşamımın bütün önemli dönemeçlerinde çıkışlar ve sonuçlar güçlü ve başarılıdır. Bunu inceleyin ve araştırın. Hemen her dönemin, hatta her günün hesabını yapın. Göreceksiniz ki, hep kazandırma, yetkinleştirme ve hakimiyet vardır. Bu konularda ilerleme ve başarı kesindir. Bu bize hakim olan anlayıştır. Bu konuda kendinize bakın, birçok şey elinizden alınmış, hatta kendinizi kaybetmişsiniz, ama bunun farkında bile değilsiniz. Yaşamınız elinizden kayıyor, ancak bunun karşısında tedbir bile alamıyorsunuz.
Birey neden bu kadar bitik oluyor? Bakıyorsun, aniden kendini kurban etmiş. Bunu yadırgıyor, bu biçimi tehlikeli buluyorum. Kendi canınıza böyle kıyamazsınız. Hamal gibi çaba harcıyorsunuz, ama bir devrimci hamal gibi çalışamaz. Bir devrimci entelektüel, yönetsel, örgütsel ve siyasal çalışır. Demek ki, en büyük kabahatiniz kendinizi zamanında eğitmeyişiniz ve savaş gibi çok ciddi bir olaya çok donanımsız yaklaşmanızdır. Biz de onu telafi etmeye çalışıyoruz. O açıdan da hiç olmazsa bundan sonra önümüzdeki çok önemli aşamaya yeterli bir partililikle cevap verelim.
21 Haziran 1993
Reber APO
- Ayrıntılar
Önderlik olayı çok kapsamlı bir olaydır. Kürdistan halkının tarihi boyunca doğru bir tarzda kavuşamadığı ve bu yüzden her şeyini kaybettiği bir kurumu teorik ve pratik gelişimi içinde anlamaya, kavramaya ve özümsemeye çalışıyorsunuz. PKK önder örgüt demektir. PKK devrimciliği, önder devrimcilik demektir. PKK tarihi, önderlik tarihi demektir. Bu, bende temsilini nasıl bulur, bütün PKK’lilerde veya bir PKK üyesinde temsilini nasıl bulur? İyi bir PKK’lilikte veya yetersiz bir PKK’lilikte temsilini nasıl bulur? Unutmayalım ki, şimdiye kadar ki tarihimizde kendimiz için önder demeyi bilemedik. Halen önderlik tarzına göre yaşayanlarımız parmak sayısı kadar bile değildir. Bağımsızlık ve özgürlük savaşımının önderi, özgür yaşamın önder gücü, tarzı ve tipi nedir, kimdir, nasıldır? İşte bunları gösteremiyorsunuz. Şuanda en temel sorun budur. Bütün bu çabalarım bir tarihi önderlik boşluğunu doldurmak için değil, önderlik adı altında dayatılan büyük ihaneti ve gafleti açığa çıkarmak ve mahkum etmek içindir. Onun yerine doğru bir önderlik anlayışını, önderlikte teorik düzeyi geliştirmeyi ve daha sonra bunu pratik olarak adım adım ortaya koymayı, yalnız ortaya koymayı da değil yürütmeyi gerçekleştirdim. İşte PKK önderlik tarzı, cephe önderlik tarzı ve ordu önderlik tarzı budur.
Artık kendisi için savaşan bir halk, yenilmeyen bir halktır. Bu işleri kolay mı sanıyorsunuz? Doğru bir önderlik tarzı olmasaydı, yirmi dört saat bile direniş gösterilemezdi. Barzani'ye, Şeyh Said'e, hatta tarihte başkaldırı yapmak isteyenlerin tümüne baktığınızda, ömürlerinin bir haftalık olduğunu görürsünüz. Bunu iyi inceleyin....Ona rağmen önderlik yapamamışlar, mahvolmuşlar ve daha kötü durumlara düşmekten kurtulamamışlardır. İsyanlarının bedelini kelleleri ile ödemişler ve hiçbir miras bırakamamışlardır. Kürdistan’da önderlik tarihini değerlendirirken, nasıl bir tehlikeli bitiş tarihini yaşadığımızı göreceksiniz. Mutlak anlamda düşmanın önderliği askeri, siyasi, ekonomik, kültürel, kısacası her düzeyde ne kadar etkin ve egemendir? Bunun yanında şimdiye kadar ki önderliklerin ne kadar işbirlikçi ve bağımlı olduklarını göreceksiniz. Bunları görmeden, PKK Önderlik tarzını anlamak mümkün değildir. PKK Önderliğini anlamadan direnmek, özellikle silahlı direnmek çılgınlıktır. Çünkü bunun ucunda ölüm vardır. PKK Önderliğini anlamadan ve gereklerini yerine getirmeden savaşa gitmeyin, dağlara çıkmayın ve halkın saflarına girmeyin. Bunların gereklerini biraz anladığınızda mücadeleye katılabilirsiniz. Yoksa kendinizi neden bela edeceksiniz ki! Anlayın ve işin içine öyle girin. Kendiniz ölçüp biçin, baktınız ki biraz sağlamsınız, o zaman işlere yüklenin.
Kendim için de bunları belirtebilirim: Bu Önderlik nasıl ortaya çıktı, neyi esas aldı, nasıl başlangıçlar yaptı, kendisini bugüne kadar nasıl getirdi? Tüm bu konularda beni inceleyin, bol bol tartışın, hatta gerekirse eleştirin. Bu bir halk önderliğidir, kendi tarihimizin büyük bir boşluğunu doldurma girişimidir. Bunu tartışmak ve kavramak, kendini kurtuluşa hazırlamak ve militan yapmak demektir. Biraz yaşama, saygıya, ölçüye ve edebe gelin. Bu sizin için çok önemli bir fırsattır. Benim gibi birini her zaman bulamazsınız. Kendimi bu işe nasıl adadığımı bir ben bilirim, hiç olmazsa bundan yararlanın. Önderliksel bir gelişme yaşadığınızda kendinizi ve insanlığı kazanmanın, hem de ilk defa kazanmanın şanslısı olarak değerlendirin.
Düşmana ve onun önderliğine koşuyor, onun en kötüsünden hizmetinde yaşıyorsunuz. Bunu bozmak çok önemlidir. Çünkü gelişmenin adımını başka türlü atamazsınız. Şimdiye kadar bunları çoktan anlayacaktınız. Eski Kürt tarzıyla önderlik yapılamaz. Kaldı ki bu, önderlik tarzı değildir. Ağaların nasıl en değme işbirlikçi olduğunu biliyorsunuz. Ailenizin ve çevrenizin hepsinin düşmana hizmet etmek için ne kadar yanaştığını biliyorsunuz. Bunlar önder midir? Bunlar işbirlikçi ve uşak bile değildir, ondan da kötüdür. Bunlar kendilerini bir meteliğe satıyorlar. Ben buna uşaklık bile demem. Uşak dediğin hiç olmazsa hizmetinin karşılığında para alır ve bununla iyi bir yaşamı olur. Bizimkilerin yaptığı ise çılgınlıktır. Beterin beteri bir durum yaşanıyor. Hiç kimse ülkesini bu kadar ucuz terk eder mi, bu kadar kendini bilmezin biri gibi yaşar mı? Bunları bir yana bırakın, hiç kimse partimiz içinde Önderlik gerçekleriyle bu kadar çelişir, Önderlikle oynar bir biçimde yaşar mı? Yaşıyorlar işte. Görüyorsunuz ki, bunların hepsi ortadadır. Neredeyse bunun kader olduğunu bana onaylatacaklar. Bu tutumlar karşısında direnme gücümü göstermez de boyun eğersem, “Senin halk dediğin, senin PKK’liler dediğin böyle, böyle gelmiş böyle gideceğiz" veya "Her şeyimizle karmakarışığız, nizam filan tanımayız; herkes bildiğini okur, herkesin bir tarzı vardır ve onu uygular" diyeceksiniz. Nizam ve terbiyeye gelmiyor, "Biz eskiden de böyleydik, şimdi de böyle olmak istiyoruz" diyorlar. Bize dayatılan budur.
Bu tutumlarda inkâr var; yoksa önderlik ve siyaset yoktur. Siz "İyiyi yaşamak istiyoruz" diyerek, mecbur kalıp bize geliyorsunuz. PKK'ye koşuyor, "Onda yaşam var" diyorsunuz. Doğru, PKK’de yaşam var, ama o yaşamı PKK’nin nizamı ve ölçülerinin sağladığını bileceksiniz. Başka türlü sizi kimse yaşatmaz. Düşmana koşmakta da serbestsiniz, ama düşman sizi yaşatmıyor. "Biz belalıyız" diyorsunuz, ama belalısınız diye beni de mahvedecek değilsiniz. Ben az çok kendimi koruyacak durumdayım. Sizin bu belalarınızın altında neden ezileyim? "Biz böyle yapabilir ve böyle yaşayabiliriz" diyorsunuz. Komuta ve yetkiyle oynama işte böyle başladı. Böyle yaşayamazsınız.
Tüm bunlar tarihimizle ilgilidir; Önderlik gerçeğinden ne kadar uzak olduğunuz ve ona ne kadar ters düştüğünüzle bağlantılıdır. Kendinizi düzelteceksiniz. Önderlik tarzına, parti ve ordu yaşamına gelmeniz sizin için bu şarttır. PKK’nin nizamına, özüne ve her türlü biçimine birincil planda yer vereceksiniz. Aksi halde sizi kimse yaşatmaz. Ben şimdiye kadar sizi yaşattım. Tabii bunun da nedenleri var. Önderlik gerçeğini inceleyerek bu nedenleri iyi anlamalı, “Önderlik neden bize böyle tahammül edip bizi böyle bir noktaya getirdi?” demeli; halk olarak, PKK’liler olarak, hatta gerillalar olarak bunu bol bol tartışmalısınız. Sizi bugüne getirmenin amansızlığını bir ben bilirim. Bu sabrın nedenleri vardır. Bunun başka çaresi de yoktu. Hiç olmazsa bundan sonra sağlam bir çıkış yapmak için bu bir neden olabilir. Bunun için sizi taşımış olabiliriz. Bu biraz da insanlığımızla ilgilidir. Herkes size bir yerinizden vuruyor ve tekmeyi sallıyordu. Biz ise sizinle biraz insanca ilgilenmek istedik. Bir nedeni de bu olabilir. Buna benzer birçok neden sıralanabilir.
Bir gerçeğiniz var: Dünyaya savrulmakla, ülkeyi tümüyle terk etmekle kendinize bir gelecek bulamıyorsunuz. Birbirinizi hiçe saymakla, her türlü örgütsüzlüğü yaşamakla fazla güç sahibi olamıyorsunuz. Hepiniz işsiz güçsüz ve perişansınız. Bunun için size doğru bir önderlik gereklidir. Güney’deki işbirlikçi önderliğin -ne kadar işbirlikçi olduğu da tartışmalı aslında- bir halkı ne hale getirdiğini günlük olarak izliyorsunuz. Öyle bir önderlik kaç para eder? TC'nin dayattıklarını yapıyorlar. Onların da ne yaptığı bellidir. PKK'nin bağımsız ve özgür önderliği, PKK’nin önder militanları bütün bunlara çaredir. Şimdi bakıyoruz ki, onlar da bütün nizamlarımızı ve kademelerimizi bozmakla uğraşıyorlar. Bunlar önderliğe bir cevap olabilir mi? Özellikle PKK içinde hiç kimsenin önderlikle oynamaya hakkı olabilir mi? "Nizam ve disiplin zor iş, bugüne kadar hep başıbozuk geldik, böyle yaşamaya alışmışız" diyeceksiniz. Sizi düşman öyle yapmıştır. Bu yaşamınız normal insani bir yaşam değildir. Bir kendi nizamınıza bakın, bir de TC'nin ordu nizamına, parti nizamına bakın: Göreceksiniz ki, kılı kırk yaracak kadar ölçülüdür. Bize yakıştırılan böyledir. O halde kendi nizamımızı ve ölçülerimizi bulacağız.
Saflarımızda başıbozukluğu geliştiren, kendini konuşturan ve her türlü kuralla oynamayı dayatan kimdir? Ben bunların adının söylenmesini fazla doğru bulmuyorum. Tam tersine, bunların adının ağza alınması bile bana göre suçtur. PKK içinde PKK nizamı, PKK tüzüğü veya PKK yasası geçer. Hele ordu söz konusu oldu mu, tümüyle nizam gerekir. Önderlik gerçeği bütün bunları açıklığa kavuşturur. PKK'yi tartışmak, bir anlamda Önderliği tartışmak ve onu bütün yönleriyle değerlendirmek demektir. Önderliği tartışmak ise, örgütlenmek ve ona ulaşmak demektir. Özellikle ordu örgütlenmesinde bu Önderlikle sonuç alınacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, bu konuların anlam ve önemini fazla idrak edememiş, etseniz de pratikte özünüze indirgeyememişsiniz. Bu konuları anlamaktan başka çareniz yoktur ve bu tek yaşam seçeneğinizdir. Aksi halde başkalarının hamalı olursunuz.
Benim kadar zapturapt altına alınması zor hiç kimse yoktu. Kurallara karşı çıkardım, ama en son vardığım nokta en büyük disiplin ve nizam noktasıdır. Siz benden daha fazla mı maceracısınız veya özgürlükçüsünüz? Ben kendimi bu kadar disipline ve nizama bağladıktan sonra, siz kırk kat daha fazla öyle olacaksınız. Yaşadığınız gafleti aşarsanız, o zaman bunun böyle olduğunu görürsünüz. PKK’de sonuna kadar tartışma özgürlüğü var. Hiç kimse size zorla "gelin, katılın" diye yalvarmıyor. PKK'ye gönüllülük temelinde gelinir, ama gelindikten sonra onun gereklerine de bağlanmak işin özü gereğidir. "Ben hem gelirim, hem de bu işin gereklerini göz önüne getirmem" demek, kendimizle alay etmek demektir. Biz bunu kabul edemeyiz. Öyle anlaşılıyor ki, bu hususları anlayamadınız, hakkını veremediniz ve yaşama dönüştüremediniz; sonuçta PKK'ye yakışmayan, ordulaşmaya gelmeyen bu durumlar ortaya çıktı. Kendinizi bu nedenle çarçur edip güçsüz düşürdünüz. Bundan düşmandan başka kimin yararı olabilir? Bu yetmezlikler sayesinde düşman, partiyi uğraştıran hainler ve her türlü oportünistler güçlendi. Bu partiye canını ve gönlünü verenlere yazık değil mi? Onların hakkını kim koruyacak, temsilini kim yapacak? Bunun için Parti Önderliği, parti militanlığı çok gereklidir.
Neden partileşemiyorsunuz? Neden mükemmel bir ordulaşmaya doğru gidemiyorsunuz? Buna cevap bulamıyorum. “PKK'ye geldim, her şey kabulümdür” dedikten sonra, her şey bitmiş veya bu işin sağlam bir başlangıcı yapılmış demektir. Gerisi eğitim ve tecrübe işidir. Ben de sizi eğitiyor ve herkese tecrübelerimi aktarıyorum. Kısa bir süre sonra hepinizin dört dörtlük particilik ve orduculuk yapmanızı hedefliyoruz. Hiç olmazsa ’94 yılının zaptı veya önümüzdeki bu dönemin fethi böyle olsun. Eğer fetih veya zafer olacaksa bu temelde olabilir. Bundan başka çare de yoktur.
Yanlışa oynayanların, kendini konuşturanların tarihini tek tek inceleyin; bütün bu kayıpların nedenlerini de inceleyin: Ucuz kaybedenler, en çok “köye, şehre veya mevkie dayalı rahat yaşarım” diyenler, kendileriyle birlikte dağ gibi değerleri vakitsiz kaybettirdiler. “Ucuz kurnazlıklarla kendimi yaşatırım” diyenler, şu veya bu biçimde bazı kademeleri tutanlar, şu anda en fazla yerle bir edilmesi gereken kişiler değil mi? Ucuz ve kurnazca kendini yaşatmak, kayıplara yol açmak bir yaşam tarzı olamaz. Hiç kimse PKK'yi kolay kaybetme örgütü, ucuz yaşama örgütü olarak değerlendiremez. Bizim gibi bir önderliği kimse böyle ele alamaz. Bu konuda sizi defalarca uyardım. Biz bir parça ekmeğin hesabını sorar ve bir kuruş paranın hesabını yaparız. Bizim kadar büyük bir emek hareketi dünyada az görülmüştür. Biz bütün değerlerimize sahipleniriz. İşin özü böyledir. Önderlik gerçeği böyle başlamış, böyle yürüyor. "Ben imkanları ele geçirip milyonları kullanırım, canları kullanırım, her şeyi kullanırım" diyen kişi kendini bilmez bir gafilden de öteye bir çılgındır. Bunu her yerde yapabilirsiniz, ama PKK'de bu mümkün değildir. Böyle çılgınlar içimizde neredeyse yığınla var. Bunlar kendilerini kaybetmişler. Halen bu kişiliklerin olabileceğine kendimi inandırmak istemiyorum veya yoklar diyorum. Bunlar sadece cezalandırılması gereken değil, adeta yer yarılıp içine girmesi gereken kişiliklerdir. Eğer bazı çalışmalara hakkını veremiyorsam, yer yarılsın ben de içine gireyim. Yaşama biraz hakkını verdiysem hakkım da, hukukum da odur. Bütün bunlar PKK gerçeği ve önderlik özellikleridir.
Bu baş belaları neden bu kadar çıktı, bunlar hangi koşullardan istifade ettiler? Hangi yasaları çiğnediler? Bunlar kimin yüzünden oldu? Örgütümüzün bu konuda hangi eksiklikleri var? Tüzük esaslarını mı işletemedik? Sağlam yöneticilik mi yapamadık? Bu hatalar kimden, nereden ve nasıl kaynaklandı? Hem parti tarihine hem de bölgelere kadar indirgeyerek, bütün yönleriyle bu durumların bir değerlendirmesini yapabiliriz. Önderlik gerçekleriyle neden bu kadar oynandı, kim oynadı? Bunlara karşı görevimizi neden yapamadık? Kendinizden de hesap sorarak sağlam sonuca ulaşmalısınız. Çünkü bunlar olmadan yola çıkılmaz.
İmkanlarımızın ne kadar sınırlı olduğunu biliyorsunuz. Hiç olmazsa tüm bunları iyi kavrayın. Çok zor koşullarda kesin bir çıkışınız olmalı ve başlarken umudu temsil edebilmelisiniz. Halkımız da biraz umutlu olmalıdır. PKK sizi hala yaşatabilir, ama bunu çılgınlık yapasınız diye yapmaz. Ben kademeler, olanaklar, yetkiler sizin kullandığınız gibi kullanılsın diye sizi yaşatmıyorum. Yaşatma tarzımın neye nasıl bağlı olduğunu görüyorsunuz. Yetki, görev ve para istiyorsanız, “dağlara çıkış yapmak istiyoruz” diyorsanız, bu esaslara bağlı kalmalısınız. Aksi halde bir ikiyüzlüsünüz, bir sahtekarsınız. Onlar da her yerde ve her zaman yaptıklarının karşılığını fazlasıyla öderler. Kaldı ki, yoldaşlıkta sahtekarlık, aldatma olmaz. Her yoldaş sözünün eridir. Bunun dışında bir yoldaş tanımına kimse cesaret edemez.
Bizim ortamımızda sonuna kadar tartışma özgürlüğü var. Bu, kafa karışıklığını geliştirmek için değil, hepinizin bazı şeyleri daha iyi anlaması içindir. Emin oluncaya ve tam inanıncaya kadar tartışın, kavrayın ve kavratın. Bu temelde katılımı tam yapın. Yaptıktan sonra da hiçbir yerde ve zamanda kimse sizi aldatıp oyuna getirmesin. Ne kimse size boyun eğdirsin, ne siz kimseye boyun eğdirin. Tam tersine, kolektif bir yönetim ve çalışma tarzı esas alınmalıdır. Ondan sonra bireysel inisiyatifin çok etkin, gerekli yerlerde ve zamanda sonuna kadar gösterilmesi gerçekleştirilmelidir. Görevlere yeterlilikle yaklaşılması, yeterli olunabilecek ve başarılabilecek görevlere mutlaka sahip çıkılması gerekir. Yetki ve makam söz konusu olduğunda, bunlara tam hakkını vereceğiniz zaman mutlaka sahip çıkmalısınız. Bütün bunların sorumluluğu beni ilgilendirir, ilgilenmek zorundayım da. İster sıradan yetki ve görev, isterse en üst düzeyde görev veya sorumluluk olsun, “mutlaka hakkını vermeliyim” diyecek kadar kendinize hükmetme, kendinize sahip çıkma ve kendinizi sorumlu tutma duygunuzun gelişkin olması gerekir. Böyle PKK’li olunur, böyle orduya katılım olur.
Yıllardır halen bunları anlamaya yanaşmıyorsunuz. Bu, yoldaşlığa sığması şurada kalsın, insanlığa bile sığmayacak bir durumdur. O zaman zorluklarınız ortaya çıkar ve mahvolursunuz. Benim belirttiğim tarzda örgüt ve onun önderlik gerçeğine kendinizi katamazsanız, cehennem gibi bir yaşam sizin peşinizi bırakmaz. PKK'de veya genelde ülkemizde yaşamı kolaylaştırmak, önderlik tarzına bütün yönleriyle gelmekle mümkündür. Köylü kurnazlığını, aydın ukalalığını bırakın. Zaten bunlarla hiçbir şey değerlendirilemez. Aydın ukalası demagogdur ve elinden fazla bir iş gelmez. Köylü kurnazı da her gün kendini aldatır ve kendini aldatmaktan başka kimseyi kandıramaz. Bu tarzları bırakın. Doğru tarzda iş yapma bizim tarzımızla mümkündür.
Görüyorsunuz ki, biz bu ülkede biraz iş yaptık. Savaşta yenilmeyen, örgütlemede sürekli gelişen, her zaman ve her dönemde başarı doğuran tarzın sahibi biziz. Tüm dünya ve düşman bunu biliyor, siz mi bilemeyeceksiniz? O halde ona uyum ve katılım gösterin. Madem bu size kazandırıyor, maddi ve manevi olarak sizi istediğiniz kadar büyütüyor, bundan başka daha ne isteyebilirsiniz? Madem en yoksul, en aç sizsiniz, o zaman bundan başka daha ne istiyorsunuz? Emrinize bu kadar imkan verilmişken, bu gelişmeleri neden yaşamıyorsunuz? İlk günde de bu yapılması gereken doğru katılım ve yaşam tarzıydı ve son günde de nihai zaferi bu tarz kazandıracaktır. Sizi kazanmaktan başka ne bekliyor? Bu çizgide kazanmazsanız, başınıza gelecek felaketi, işkenceyi ve parçalanmayı düşünüyor musunuz? Düşmanın size reva gördüğü sonuç budur. Düşman yalnız PKK militanlarına değil, halka da bunu uyguluyor. Sizi ayakta tutacak ve düşmanı geriletecek olan da bu sağlam tarzı, vuruşu ve tempoyu tutturmaktır. Bu temelde yiğitçe birbirimizin sorumluluğunu üstlenmeliyiz. Zaten halk da "Artık tek çare budur" diyor. O halde bunun hakkını vereceksiniz. Halen "Kafam karışık, muğlakım, net değilim" demek, kendisine en büyük kötülüğü layık görmektir. Günler çok acımasız geçiyor. Benim her zaman bu partiyi, bu hareketi, bu savaşı böyle götürmeye ne zamanım el verebilir ne de bunun gereği var. Mücadele olanakları oldukça fazladır. Bu tarz yaşamı benimsiyorsanız, mücadeleye korkunç yüklenmekten ve başarıyı koparmaktan başka ne bir seçeneğiniz ne de bir kabulünüz olabilir.
Eskisi gibi imkansızlıklarla boğuşmuyoruz. Başarma olanağımız, düşmanın kazanma olanağından defalarca daha fazladır. Ben bu olanakların değerlendirilmesinden bahsediyorum. Eskiden düşman kazanabilirdi, zaten mutlak anlamda da kendini böyle görüyordu. Biz o dönemlerin hepsini düşmanın aleyhine kapatmayı bilmekle en büyük hizmeti size sunduk. Şimdi kazanma yönü ağır basan bir dönemi yaşıyorsunuz. Sınırlı bir çaba bile hemen herkesi önemli kazanımlarla karşı karşıya bırakabilir. Buna sahip çıkacaksınız. "Olanaklar fazla, üzerine yatmaya bayılıyorum" derseniz, bu büyük bir sorumsuzluktur. İmkanların biraz gelişmesi, sadece “Bu imkanlar çok zor kazanıldı, bunlarla savaşı kazanabiliriz” anlamına gelir. O halde eskiden göstermediğiniz savaşçılığı göstermekten, yapamadığınız işleri ve görevleri amansız yerine getirmekten başka çareniz yoktur. Bu, imkanları böyle kullanmaktan geçer. Mevcut olanaklara doğru yaklaşım da budur. Değerleri nasıl değerlendiriyorlar? "Kendimizi fazla sıkmaya gerek yok, nasıl olsa PKK büyük bir harekettir, biraz da kendimizi yaşayalım, yorulduk" derseniz, en tehlikeli yaklaşım içerisine girersiniz. Eskiden belki böyle diyebilirdiniz, ama şimdi böyle diyemezsiniz, çünkü durum sanıldığından daha farklıdır. Bu olanaklar sadece savaşın kazanılması içindir. Aksi halde yalnız bu olanaklar kaybedilmekle kalmaz, bin kat fazlasıyla kişiye de kaybettirir, nitekim ettiriyor da. Bu çok sakıncalı ve tehlikeli yaklaşımları da bir tarafa bırakalım.
Benim yaşamıma bakarsanız, hiçbir dönemde 1993 yılında yoğunlaştığım kadar yoğunlaşmadığımı görürsünüz. 1993 yılı, olanakların en gelişkin olduğu, ama en çok zorlandığımız ve kendimizi nefes nefese bıraktığımız bir yıldır. Diğer yıllar acımasızdı. Her yılı kurtarmanın ne anlama geldiğini biraz biliyorsunuz. Ancak hiç birisi 1993 yılı kadar olmadı. Bunu biraz kendinize soruyor musunuz? Bu yıl hem önemli bir kazanım yılı, hem de çok dikkat edilmezse düşmanın yirmi yılın bütün kazanımlarını kaybettirmek istediği bir yıldır. Bundan çıkaracağınız sonuç şudur: Madem kazanma imkanı biraz artmıştır ve düşmanın da bütün kazanımları elimizden alma dayatması vardır, o halde bu yıla amansız yükleneceğiz. Kaldı ki, biz bütün yıllara bu yöntemle yüklendik ve 1994 yılının üzerine de böyle yürümek gerektiğini açıkça belirtiyorum. Bu konuda benden daha fazla sizler bir şeyler yapmak zorundasınız. Çünkü sıcak mücadele sahasına inecek ve bu yılı mutlak kazanmak için kendini yatıracak olan sizlersiniz. Ben yapacağımı yaptım, yine de yaparım. Bu benim bileceğim bir iştir, ama siz mücadelenin gereklerini çok az yaptınız ve yaşama hakkını çok az verdiniz. O açıdan görevlere mutlaka doğru yüklenmek, hayatınızın savaşımını vermek zorundasınız. Bu hem şans olarak, hem de görev ve tarz olarak sizin yerine getirmeniz gereken sorumluluğunuzdur.
Anlayışlıysanız bunları biraz anlamaya çalışacaksınız. Devrimde anlayışsızlıkta ısrar tehlikeli sonuçlara götürür. Bu noktada ne kadar zorlandığımız ve kendi kendimize çok anlamsız zarar verdiğimiz parti tarihinden de iyi anlaşılmıştır. Parti tarihinde tasfiyecilerin, provokatörlerin, her cinsten saptırmacıların hepsi kötü niyetli değillerdi; bazıları belki de sizden daha iyi niyetliydiler. Ama anlayışsızlıkta ısrar ettiler, bizim verdiğimiz bu çerçeveyi göz önüne getirmediler. Bu kişiler talimatlarla oynamaya çalıştılar ve kendilerini böyle kabul ettireceklerini sandılar. Böyle yapmayın dedik, ama kendi bildiklerinde ısrar ettiler ve sonuçları vahim oldu. Kimi katil, kimi en değme provokatör oldu, kimisi de düşmanın vermediğinden daha fazla zarar verdi ve kendisi de kaybetti. Bunların büyük bir kısmı yerle bir oldu. Bununla kâr mı ettiler veya saflarımızda yoldaşları katletmekle iyi mi ettiler? O kadar değeri kaybettirmekle neyi kazandılar? Tarih onları alçaklıklarından ve lanetli durumlarından başka nasıl anacak? Bu anlayışsızlık doğru bir şey mi? Bunlar “Biz bildiğimizi okuruz” dediler de bildikleri kaç para etti? Bunun bir şey ifade ettiğini hiç gördünüz mü? Düşmanla en çok uğraşan da savaşan da benim. O halde beni neden dinlemediler? Bize sözde taparcasına bağlıydılar. Bizi neden doğru anlamadılar? Görüyorsunuz ki, belirtiklerimiz çok ileri boyutludur. Bunlar bildiğini okuma, güçlenmek istediğinde Önderliği, her şeyi ele geçirmek istediğinde da PKK'yi ve yetkiyi kötü kullanma sonucunda bu duruma geldiler. Bu hesap düşmanın hesabı değil mi? Az kalsın burayı ele geçireceklermiş! Oysa ortada ele geçirilecek bir şey yok; emekle kazandırılacak işler ve görevler var.
Bu tarihe nasıl başlangıç yapıldı? Bu ibret tarihini iyi göz önüne getirin. Bu tipler anlayışsızlıkta ısrar ettiler, yoksa bunlar öyle bilinçli ajan veya kötü niyetli tipler değillerdi. Belki de sizden daha saygılı ve bağlıydılar, ama söz dinlemediler. İçlerinde bazı tiplerin “ne oldum” havaları vardı. Uyarıları dinlemediler, yanlış değerlendirme yaptılar, kemikleştiler ve sonra da öyle oldular. Parti tarihi bu yönüyle mutlaka iyi özümsenmelidir. Neden anlayışlı olmak gerekir? Neden değerlere ve özellikle kurallara harfiyen bağlı olmak gerekir? Eğer “Tarihten ibret alırcasına ders almak gerekir” diyorsanız, PKK'de bunlar çarpıcıdır. Bu tarih, aynı zamanda bizi kullanmak gafletine düşenlerin de tarihidir. Peki, bizi kullanabildiler mi? Örgüt içinde veya dışımızdaki güçler beni kullanabildi mi? Kim kimi kullanabilir? Bu konuda savaşın nasıl olduğunu da gördünüz. Kaldı ki siz bizi kullanacak durumda değilsiniz.
PKK'ye gönüllü katılanlarla PKK çizgisini bütünüyle yaşamak için emek birliği yapıyor, çabalarımızı birleştiriyoruz. Bunu ülkemizi ve özgürlüğümüzü kazanmak için yapıyoruz. Bunun birbirini kullanma ve bastırmayla ne ilgisi var? Eğer bütün bu belirtilenler sizi belli bir anlayışa götürmüşse ve size ömrünüzün sonuna kadar yetecek parti anlayışını, örgüt ve savaş kuralını biraz olsun vermişse, o zaman kendinizi şanslı saymalısınız. Bu esaslar dahilindeki bir yürüyüş, yaşadığınız müddetçe sizi iyi bir partili ve ordulu yapabilir; iyi bir halk savaşçısı, halk önderi haline getirebilir. Yine her zaman kayıplar olur, şahadetler yaşanabilir. Ama insan sağlam anlayışla yürüdükten sonra, ölüm nereden gelirse gelsin katlanılır; cefası ve zorlukları da nereden gelirse gelsin büyük bir gönül rahatlığıyla karşılanır. Kaldı ki, bize de her zaman ölüm, zorluklar ve sıkıntılar dayatıldı. Bu mücadeleye büyük bir rahatlıkla başladık ve nitekim sürdürüyoruz. Bu yolda bu temelde yürüyüş bizleri ölümsüzleştirir. Görüldüğü gibi, PKK tarihinin doğru kavranması kesin zafere götürür. Tarihin doğru kavranmayışı ve özellikle anlayışsızlıkta ısrar ise büyük felakete götürüyor. Yine her türlü yanılgılı ve yetersiz yaklaşım büyük karışıklığa, zaman, olanak ve hatta kişinin kendi emeğinin kaybına ve çarçur edilmesine götürüyor. Bu büyük bir tarihtir. Bu tarih olumlu tarzda sahiplenilirse her şeyi kazandırır.
Her şeyiyle kendini yeniden kazanmak zorunda olan bir halkın içinden geliyorsunuz ve bu halkın bir parçasısınız. Bizi ancak her şeyiyle kendini kazanmak yaşatabilir. Bunun dışında her şey bizim için lanet kokuyor ve layığımız da olamaz. Bize layık olan doğrultu, tarz ve anlayış bellidir ve bu vuruş tarzına kadar açıkça gösterilmiştir. Eğer sizde biraz ciddiyet varsa ve "Ben bu işte biraz iddialıyım" diyorsanız, o zaman başlangıçta ve her zaman bana hakim olduğu gibi size inanırım. Gerçekler karşısında biraz anlayışlı olan insana inanırım. Çünkü her türlü göreve doğru yürür ve başarır.
21 Aralık 1993
Reber APO
- Ayrıntılar
Mücadele tarihimizde Partimizin okul sisteminde en derli toplu muhteva ve uygun bir okul düzeniyle ulusal kurtuluşu yolunda yücelme gibi bir duruma adım atıyoruz. Şüphesiz bu okulun özü, ulusal kurtuluşçuluk ve onun dayandığı ideolojik-politik doğrultu, sınıf temeli ve temel mücadele olarak halk savaşımı konusunda öğretim ve eğitimden oluşmaktadır. Sistemimiz için mütevazı bir başlangıç ve yeni tecrübe söz konusu. Burada sağlanacak sıradan bir başarı, eğer gerçek bir okul olan yaşamda da devam ettirilir, biçimlenme savaşın sıcak ortamında çelikleştirilirse, öğrenciler öğretmen haline gelir. Ulusal kurtuluş yolunda halkın her düzeyde okullar sistemine sahip olması, bunun temelinde güçlü kadrolar hazırlayarak çalışmaların ve savaşımın birçok cephesine sürülmesi ve böylelikle zafere kadar gidebilecek, bunun ağır yükünü omuzlayabilecek önderler yetiştirmesi söz konusudur. Bu, küçümsenecek bir çaba değildir. Buraya geliş şüphesiz çok çeşitli burjuva okul sisteminden kopuşla birlikte olmakta, bu işe burjuva okul sisteminden kendi öz okullarımıza yönelme isteği biçiminde başlanmakta ve çok yoğun, zorlu süreçlerden sonra sınırlı bir başarı kaydetmektedir.
Burjuva ve daha öncesinde feodal dönemin okullar sistemi, temel eğitim, öğretim, formasyon kazandırma kurumları, temelde kendi sınıf çıkarlarını sağlama alan; onların çıkarlarını her düzeyde temsil eden; onu fazla saptırmadan, ihanete uğratmadan gereklerini yerine getirecek olan kişilikleri ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır.
Dikkat edilirse, yüzyıllardan beri toplumun en zeki, kabiliyetli çocukları belli bir ayıklamadan sonra elemeden geçirilip temel okullar ve daha sonra ileri düzeyde medreselere alınarak, buralarda çeşitli süreçlerden, beyin yıkamalardan geçirilerek, feodal sınıfın çıkarlarını; ideolojik, siyasal, moral, ahlak bütün bu düzeylerde nasıl iyi savunacaksa o biçime getirilerek mezun edilir. Ve daha sonra sultanlığın, emirliğin hakimiyet alanlarına propaganda ordusu olarak görevlendirilir. Görülmemiş bir biçimde bunlar, camilerde, daha alt düzeylerde medreselerde hoca, imam, müderris* olarak ideolojik hakimiyeti sonuna kadar sağlamaya yönelik çabaları sergilerler. Yüzyıllardan beri bu ideolojik çabalar, kitleler üzerinde iktidarın tavrıyla özdeş, onu kutsayan, meşrulaştıran; kitleleri, bunların her türlü tasarruflarının bir tanrı emri olarak mutlaka gereklerinin yerine getirilmesi gerektiği şuuruna ulaştıran; dolayısıyla iktidarın her türlü baskı ve sömürüsüne açık bir zihniyetin meşruyet kazanmasını sağlayan çabalardır. O halde, eski feodal dönemde ister sultanlıkta, ister bağlı emirliklerde olsun okul sistemi, son tahlilde mevcut iktidarın son derece haksız, her türlü tasarruf ve uygulamalarının tanrı emriymiş gibi yüceltilerek, kutsallaştırılarak topluma sunulması işinde etkili bir araçtır. Böyle bir sistemin oturtulmasında ve yürütülmesinde en azından kuluçka rolünü oynamıştır. Okullar, esasen bu görevleri yerine getiren ocaklardır. Burada muazzam bir tecrübe birikimi vardır. Feodal ideolojinin, dönemin dinlerinin yoğunca incelendiği yerlerdir. Dogmatizm ve ezbercilik insan beynini uyuşturuncaya kadar yüklenilir. Yaratıcı düşüncenin gelişmesi ve halkın okulları haline getirilebilmeleri söz konusu edilemez. Mevcut çerçeve, derslerin programının veriliş tarzı bunu imkansız kılar. Bu eğitimde, tümüyle en yüce otoritenin gökteki sahibi Allah, yerdeki en büyük sahibi Sultan, devlet temsilcileri her düzeyde en büyük saygı gösterilmesi ve boyun eğilmesi gereken güç, diğerleri ise saf kul olarak yansıtılır. Ve böylece bu eğitim tarzıyla düzen rahat bir işleyiş mekanizması sağlayarak rolünü yerine getirir.
Günümüze doğru geldiğimizde, burjuvazi yükseldiğinde kendisiyle birlikte kendi eğitim sistemini birlikte getirir. Burjuva eğitim sistemi, sınıf çıkarları tarafından koşullandırılır. Onun her türlü ekonomik, siyasal, kültürel, askeri ihtiyaçlarına cevap verebilecek kadrolara ihtiyaç vardır. Bu kadroların sağlanması için eğitim kurumlarına ihtiyaç vardır. İşte bu nedenle modern eğitim dediğimiz sistem ortaya çıkar. Laik eğitim sistemi dediğimiz, dinden, feodal eğitim sisteminden kopmuş sistem ortaya çıkar. Bu sistem içinde her bakımdan sınıf çıkarları garantiye bağlanmak istenir. Bu yüzden devlet için en iyi yöneticiler, bürokratlar; ordu için subaylar; kültür-sanat faaliyetleri için edebiyat ordusu; ekonomiden anlayan ekonomistler yetiştirilir. Tabii ki, yine en zeki, yetenekli çocuklar alınır, temel okullarda eğitilir ve en yeteneklileri, bir ayıklanmaya tabi tutulur. Bunlar daha da üst bir sistem içine alınır. Yetiştirilip hazırlandıktan sonra bunlar egemen sınıfın çıkarlarını en iyi dile getirirler. Bu konuda ne kadar gözüpek, düzene ne derece bağlı ve uysal ise bu hep mesafe, derece alır.
Özellikle askeri okullarda resmi ideolojiye en çok bağlı olan, bu konuda gözükara bağlılık gösterenler; zekasını, fiziki yeteneklerini bunun için kullanan kişiler, subaylıktan kurmay subaylığa kadar daha ileri bir ayıklama içine alınır. Ve onlara devletin temel dayanağı olan ordunun stratejik yönetimi devredilir. Çok çeşitli süzgeçlerden geçirildikten sonra bu subay kadrosu aslında devletin esas kontrol ve denetim gücüdür. Bu konuda en çok sorumluluk duyan bu elit, kendisini gerçekten devletin giderek toplumun sahibi sayar. Tehlikeli bir durumda, gerektiğinde bunlar darbe yapar ve hakim olur. Gerektiğinde "şuna geç, şunda kal" diyerek, iktidarın en sağlam noktalarına kadar ulaşır. Ve tabii ki diğer tüm özel durumlarda benzer bir ayıklanma vardır.
Egemen sınıfa beynini ve yüreğini en iyi katan, onun hizmetine sunan, bu konuda sonuna kadar kesin niyetli, sonuna kadar irade bağlılığı içinde olan ve aynı zamanda bunu ustaca yapanlar sistemin güzide unsurlarıdır. Ve onlara geçiş hakkı tanınır. Bunlara mevcut kurumların en seçkin görevleri devredilir. Onlar da, böylesine bir ayıklanmadan geçmenin verdiği yüksek bir sorumlulukla, bu görevlerini büyük bir istekle, rahatlıkla yerine getirirler. Böylece sistem toplum içinde kendisine gerekli olan en iyi ögeleri böylesine yaygın, yoğun kurumlardan geçirterek kendisini sağlama alır. Kesinlikle egemen sınıfın eğitim sistemi böyledir. Her gün daha da artan bir etkinlikle bu sistem geliştirilmektedir.
Bunların toplam ifadesi; halk üzerinde görülmemiş bir ideolojik, politik, kültürel, ekonomik, moral, yönetim, denetim anlamına geliyor. Tümüyle buralarda burjuva sınıf çıkarı temelinde koşullandırılan beyinler, sıkı bir enformasyondan geçirilen bütün görevliler yığını, kimisi ordu gücüyle, kimisi kültür kurumlarında, kimisi ekonomik kurumlarda ve bütün diğer yönetim aygıtlarında bir koro halinde, gerektiğinde devlet başkanı, gerektiğinde hükümet başkanı, gerektiğinde genel kurmay başkanının etrafında saf bağlayarak, iktidarın pürüzsüz işlemesi sağlanır. Halk; emekçi sınıflar bunların çok yönlü ideolojik, yeri geldiğinde gelişmiş şiddete dayalı ağır egemenliği ile alıklaşmaya, aldatılmaya, yabancılaşmaya; ruhen etkilemeden tutalım düşüncede çarpılmışlığa kadar, pasifikasyona uğratılarak, egemen sınıfın baskı ve sömürüsünü üzerinde en rahatça uyguladığı bir konuma getirilirler. İlkokuldan tutalım, en gelişkin akademi sistemine kadar tüm eğitim sistemi, son tahlilde emekçiler üzerinde böyle bir baskı ve sömürüyü mümkün kılacak bilgi birikimini ve formasyonu kazandırmayı içerir.
Böylesine bir formasyondan geçen, tüm gözü açık, yetenekli kadrolar muazzam bir bürokrasi ordusu olarak iktidarın emrinde; sınıfın stratejik yönetimi tarafından işletilirler ve toplumun nefes alamaz bir halde kalmasına yol açarlar. Bu nedenle eğitim, burada son derece gerici bir işlevi yerine getirmektedir. Burada oluşan kafalar, son derece tutucu, tamamen kendisini düşünen, maaşını düşünen; bunun için belki de tam farkında olmadan her şeyini sunan bir konumdadırlar. Bu tabaka normal dönemlerde işlevini sessizce görürken, devrim dönemlerinde ise tutuculuğun, muhafazakarlığın kulu haline gelir. Güncel çıkarların en bağnaz savunucusu olurlar. Faşizm gibi karşıdevrimci bir hareket çıktığında, rahatlıkla 'daha fazla düzen' diyerek, faşizmin temel sosyal dayanağı olurlar; en çok bu tip gelişmelere temel teşkil ederler.
Türk egemen sınıfının eğitim sistemi, ister imparatorluk döneminde, ister cumhuriyet döneminde olsun, esas itibariyle aynı çizgileri yaşamaktadır. Hatta denilebilinir ki, Türk egemen sınıfı özellikle feodalizmin vurucu gücü olarak islam feodalizminin yönetimine girdiğinde, en gerici doğmalarla beslenerek, tam bir yobaz kafayla ortaçağ feodal devletinde yer bulur. Burada yaşama kavuşur. Göz doldurduğu oranda devlet kademesinde ilerler. Önde gelen akıncı Türk boyları feodal devletlerin hizmetine girdiklerinde, esas itibarıyla basit savaşçılıktan başkomutanlığa kadar yükselmesini bilirler. Bu, onlara daha sonra güç olma, devlet olma tecrübesi kazandırır. Türk egemen sınıfı, tamamen feodal devletin fideliğinde, onun sistemi içerisinde geliştirilen bir egemen sınıftır.
Ortadoğunun yerleşik feodal çıkarları ve onların dinsel doğmalara dayalı eğitim sistemi, en çok Türk boylarının ileri gelenlerinde sadık bir uşak bulmuştur. Bunlar egemen sınıf olma şartlarından biri olarak, sistem içinde bunu iyi özümseyerek sağlayabileceklerini çok iyi bilirler. En çok askeri ve diğer bürokratik, siyasi güç merkezlerinde yoğunlaşırlar. Önemli oranda okul hayatı yaşarlar. Daha sonra devletçikler oluşturmaya başlarlar. Burada önemli olan, feodal sistemin doğmalarından en çok etkilenen, o sayede yükselen bir egemen sınıf olmalarıdır.
Selçuklu ve Osmanlılarda bu sistem son derece geliştirilir. İmparatorluğun sivil ve askeri idaresi için gerekli olan kadroları yaratmak amacıyla, devşirme usulüyle, tüm halkların en yetenekli çocukları daha ana kucağındayken alınırlar, Medrese ve Yeniçeri Ocağı sistemi içinde özel olarak eğitime tabii tutulurlar. Bunlara hangi ailenin çocuğu oldukları unutturulur, hangi ulusa mensup olduklarını hiç bilemezler. Gözlerini bu iki ocak arasında açmışlardır. Buna birde resmi tarikat ocaklarını ekleyelim. Buralara alınarak yoğunca eğitilen ve gerçekten gözleri iktidarın kendilerine gösterdiğinden başka bir şey görmeyen; tamamen bu gösterilenleri yiyip içen; bununla büyüyen bu devşirmeler, dönemin en güçlü ordu çekirdeğini ve sivil yönetimi oluştururlar. Vezirler, Şeyhülislamlar, Kadılar, Paşalar hep o ocaklarda yetiştirildi. Osmanlı imparatorluğunda altı yüz yıla yakın bir dönem eğitim sistemi böyle işler. Denilebilinir ki, Osmanlı imparatorluğu gibi tamamen yağmaya ve çapula dayanan, görülmemiş baskının, kelle koparmanın uygulandığı bu iktidarda, en sadık bendeleri böyle oluşturulur.
Liberal, özgürlükçü düşünceye en ufacık bir yer verilmez. Gökte tanrı, yerde onun vekili Sultan, ve onun sadık bendeleri, kulları olan bürokrasi ve serfler yığını vardır. Bunda okul sisteminin büyük rolü vardır. İmparatorluğun işleyişinde bu sisteme verilen rol fazladır. Çok sıkı bir ayıklama, yıllarca süren bir eğitim ve yaşam içinde sürekli yetkinleşme ile imparatorluk kadrosu oluşturulur.
Bu kadroların en belirgin özelliği; mensup oldukları halk ve aile çıkarını tanımamak sadece bir tanrı buyruğu olarak anlaşılması gereken Sultan'ın fermanlarının hizmetinde olmak ve bunları hayatı pahasına en ufacık bir itiraz göstermeden yerine getirmektir. Bunun için peki üç kıtada ne yapılır? Talan! Tümüyle Sultan için her şeye el konulur. Sultan'ın ordusu, dünyanın en sadık ordusudur. Fetva verenler, Sultan'a sonuna kadar bağlılığın en iyi savunucusu ve örneğidir. Öyle ki, bu kadar uzun yüzyılları kapsayan bu imparatorlukta isyanlar, direnmeler en büyük günah olarak ve her türlü katliamı hak eden girişimler olarak değerlendirilir. Bunun için fetva verilir, ordular hunharca isyanları ezer. Halkın özgürlük ruhu boğulmuştur. Görülmemiş bir boyun eğme, uşaklık ruhu hakim hale gelmiştir. Pasifikasyon sonuna kadar geliştirilmiştir. Özellikle dinsel doğmalar, yani ideolojik etkileme o kadar ilerlemiştir ki; sınır tanımıyan sömürü, kitleler tarafından, iktidardan kaynaklanan bir olgu olarak değil, bir kader, bir tanrı hükmü olarak görülür. Böyle olduğuna göre boyun eğmekten başka bir çare yoktur. Zaten başka bir seçenek bırakılmamıştır. Demokrasi ruhu öldürülmüştür. Osmanlı sisteminin halk üzerinde yarattığı etki budur.
Daha sonra bu Cumhuruyet otoritesine yansıtılır. Osmanlılar, bu sistem ve gelenekleriyle, böyle bir halkı Cumhuriyete bırakır. Bu temelde Cumhuriyet kendisini kurumlaştırıyor. Yükselen bir burjuva sınıfı, Cumhuriyete damgasını vurur. Mevcut otorite önemli oranda Osmanlı otorite anlayışından devir alınmıştır. Devlet kurumları, bürokrası, ordu olduğu gibi aktarılırken, eğitim kurumları da aynen aktarılmıştır. Şüphesiz Cunhuriyetin kurucusu burjuvazi, sınıf çıkarları doğrultusunda bu yapıyı daha da modern kurumlarla takviye etmiştir, ama bu yapı ve kurumlar, kaynağını, anlayışını, yönetim geleneğini tümüyle Osmanlı otorite ve kurumlarından alır. Ordu kurulurken zaten imparatorluk ordusunun kalıntılarından derlenmiştir. Devlet diğer kurumlarında teşkilatlanırken; valilik, kaymakamlık, defterdarlık, yargı sistemi tümüyle kurum, kanun, işleyiş, hatta bürokrasi kurumu; imparatorluğun son döneminden devr alınmıştır.
Aynı durum eğitim kurumları için de geçerlidir. Sadece Arapça yerine, Türkçe, Osmanlıca dili yerine öz Türkçe esas alınmıştır. Yine burjuva çıkarlarının daha iyi işletilmesi için batı uygarlığının daha yaygın aktarımı yapılarak medreseler yerine Cumhuriyetin okul sistemi geçirilir. Darülfünun yerine, üniversite, İdadilerin yerine Lise geçirilir. Medreseler ikinci plana itilir, fazla ilgi gösterilmeyen Halk Eğitim Ocakları, İlkokul sistemi oluşturulur. Eğitimin özü değişmez. Amaç baskı ve sömürü için yeni kadrolar oluşturmaktır. Harbiye okulunun sadece adı değiştirilmiş ve Harp Okulu olmuştur. Mirası olduğu gibi devralır. Bu şekil değişikliğiyle birlikte görülmemiş bir eğitim hamlesine başlanır. Buna "eğitim devrimi" denir.
Eğitim devrimi, özünde feodalizme karşı bir devrimsel çıkıştan kaynaklanmayan, reformcu, üst yapı devrimleri denilen bazı dönüşümlerdir. Bu temelde çok gereksinim duyulan kadroyu ortaya çıkarmak için işe koyulunur. Bu sefer, Cumhuriyeti bağnazca savunacak; onun kemalist önderliğini, kemalist milliyetçiliği esas alacak; ona dinden daha fazla doğmatik olarak bağlanacak; bir kadro eğitim sistemi oluşturulur.
Kemalizm genelde burjuva milliyetçiliğinin bir türevi olmakla birlikte, devrimci burjuva milliyetçiliği değildir. Tutucu burjuva milliyetçiliğidir. Onun Türkiye koşullarına uyarlanması son derece şoven-faşist bir karakterdedir. Şoven milliyetçi ideolojinin rehberliği altında kurulan Cumhuriyetin tüm kurum ve kuruluşlarına olduğu gibi, eğitim sistemine de bu ideoloji damgasını vuracaktır. Dolayısıyla okul sisteminde Sultan yerine, bu sefer M. Kemal Allahlaştırılacaktır. Mutlak iktidar, Sultan yerine M. Kemal olacak; egemen ideoloji ve kültür de, Kemalist ideoloji ve kültür olacaktır. Burada demokrasi ruhu yoktur. Çünkü burada halka karşıtlık ve esas itibarıyla onun devrimci ideolojisi olan sosyalizme karşıtlık vardır. Sosyalizme yer yoktur, O'na göre sosyalizm görüldüğü yerde ezilmesi gereken bir tehlikedir. Orada burjuva tutuculuğunun en gerici bir tarzda uygulanışı söz konusudur. Dolayısıyla burjuva yaratıcılığı, girişimciliği, bilgi sevgisi ve araştırıcı ruhu da yoktur.
Üst yapıda sığ ve oldukça gericilikle yüklü bir dönüşüm söz konusudur. Esas itibarıyla okullar sistemi, Kemalist diktatörlüğü yükseltmenin yeni medreseleridirler. Hatta Sultanlıktan daha tehlikeli bir diktatörlüğün meşrulaştırılmasının ocaklarıdırlar. Özellikle askeri okul sistemi, dünyada belki de Hitler faşizminde bile görülmemiş düzeyde bir beyin yıkayan; azgın şövenler yetiştiren; gözü kara bir biçimde sınıf ve ulus gerçekliğini bile kabul etmeyen; 'Bir Türk Dünyaya Bedeldir' sloganında dile getirildiği gibi, kendisini insanlığın bile üstünde gören; faşist kadroların yetiştirildiği bir okul sistemidir. Bu okullardan mezun olanların hepsi de devletin temel gücü durumunda bulunan subaylardır. Burada subaylar en gerici, tutucu, faşist bir tarzda eğitilmişlerdir. Halka bir sürü gözüyle bakarlar. En ufak bir saygıları yoktur. Dünyaya üstünlük gözüyle bakarlar. Çok geri oldukları halde kendilerini çok yüce görürler. Kendi devletleri içinde sivilleşmeye bile tahammül edemeyecek kadar militarist ve gerici birer despotturlar.
İşte, bizim karşımızda, faşist bir ideolojik eğitimden geçmiş, böyle gerici, despot subaylar ve onların oluşturduğu bir ordu ve bu ordunun yönlendirdiği bir devlet yapısı bulunmaktadır. Diğer tüm kurumlara damgasını vuran da bu eğitim kurumlarıdır. Yüceltilen resmi Kemalist ideolojidir. Eskiden camilerde öğretilen, dikte edilen dini doğmalardan daha fazla, bugün bu okullarda Kemalist doğmalar dikte edilmekte, dayatılmaktadır. Eskiden camilerde bu günde bir kez yapılıyorsa, buralarda günde onlarca kez yapılıyor.
Bugün, bütün görünüşe duygulara hitap eden, kulağa hoş gelen sesler, göze gelen görüntüler, beynin algıladığı her şeye nüfuz eden Kemalist diktatörlük gerçeğidir. İliklerine kadar insanı kaplayan, bu gerçekliktir veya bu yalan, bu demagojidir. Kuruluşundan itibaren, özellikle ilk yıllarında şiddetlidir bu. Daha sonra da dozajından hiçbir şey kaybetmez. Cumhuriyet neslinin eğitimi denilen olay budur. Cumhuriyet uşağı, çocuğu denilen olay budur.
Denilebilir ki, insanlığa gözü kapalı, halka gözü kapalı, özgürlüğe gözü kapalı olan cumhuriyet çocuğu, belki de Hitler faşizminin SS kıtalarından daha tehlikeli bir biçimde, toplumun başına bela açmış faşist bir güruhtur. Cumhuriyet'in kuruluş kadrolarını bu şekilde değerlendirmek gerçekçi olacaktır. Bu kadrolar, gerçekten ileriye yönelik tüm hamlelerin frenleyici güçü olduğu gibi, halktan gelebilecek olası tüm ilerici çıkışların da amansız düşmanıdır.
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar yetmiş yıla yakın bir zaman geçmiştir. İnsan ömrü kadar olan bir zamandır bu. Bu dönemde Anadolu halkları, hiçbir zaman görmedikleri kadar baskı ve sömürü görmüşlerdir. Yine halklar, hiçbir devlet kadrosundan çekmediklerini, bu kadroların ellerinden çekmişlerdir. Bunlar kadar azgın halk düşmanı görülmemiştir. Demagojik yapılarıyla; kaba ve ince baskı yöntemleriyle; iliklerine kadar sömüren özellikleriyle bunların, hiçbir zaman benzer örneklerine tanık olunmamıştır. Bugün cumhuriyet, bu yönüyle daha iyi anlaşılmakta; yozluğun, çürümenin tüm belirtilerini göstermektedir.
Bir diktatörün, bir avuç yardakçısının ve en çarpık biçimde sınıflaşmayı yaşayan Türk burjuvazisinin çıkarları temelinde üreyen bu devlet ve onun yetiştirdiği, biçimlendirdiği demeyeceğiz, biçimsizleştirdiği, hastalıklı ruh haline sahip olan insanlık ucubesi kadrolar; insanlığa felaket getiren ve bir anı olarak belleklerde yer edinen Hitler faşizminden daha tehlikeli bir devlet ve kadrolar olarak, bugüne kadar halklarımızın çektiği acıların kaynağıdırlar. Kuruluşundan günümüze kadar görülmemiş biçimde baskı ve sömürüyü sürdüren bu aygıt, bu temelde Anadolu halklarının ve halkımızın kültürünün, geleneklerinin, kişiliğinin, en doğal haklarının tanınmaz bir duruma getirilmesinin de baş müsebbibidir. Dolayısıyla bu sistemin yürütücüleri olan kadroları yetiştiren sistem de, en tehlikeli sistemlerden birisidir.
Biz 'Kışla Kültürü' adlı çalışmamızla bu sistemin nasıl Kürdistan'a yaydırılmak istenildiğini ortaya koyduk. Bu kadar tehlikeli çıkış temeli, amaçları, oluşum özellikleri bulunan cumhuriyetin Kürdistan'daki eğitim kurumları, mevcut sistemi tamamen katliamcı, yok edici temelde Kürdistan'a taşırmayı hedeflemiştir. Bu eğitim kurumları, çağımızın en gerici faşist rejimlerinden daha fazla gerici ve faşist karekteriyle; bütün doğmatik, fanatik kurum ve hareketleri bile geride bırakan özellikleriyle; tarihte eşine az rastlanan bir asimilasyoncu yok ediş çabasıyla; halkın başına nasıl musallat olduğunu, Kürdistan'da ele geçirdiği her şeye nasıl kendi damgasını vurduğunu, insanların yüreklerini dahi nasıl kendileri için olmaktan çıkarttığını biliyoruz. Yine bu eğitim kurumları yüzde yüz vatan düşmanı, halk düşmanı, halka metelik kadar değer vermeyen; toprağından en onursuzca kopan; vatanına yönelmeyi bir kabus gibi gören; basit bir maaş uğruna, rahatlıkla bir özgürlüğü satacak kadar aşağılaşan; güncel yaşamı, bir saati, bir anı kurtarmak adına bütün insanlığı satacak kadar düşkünleşen; tiplerin üretildiği kurumlardır.
Gerçekten de tarih ne kadar incelenirse incelensin; çağdaş öğretim ve eğitim sistemi bakımından neresinden ele alınırsa alınsın, görülecektir ki, bu kurumlarda her şey ters yüz edilmiştir. Burada eğitimin değil, eğitimsizliğin; aydınlamanın değil, karanlığın; şekillendirmenin değil, şekilsizleştirmenin alası yaşatılır. Hiçbir zaman ve hiçbir halkın gerçeğinde bu kadar öze ters düşürülmüş bir sistemden bahsedilemez.
Bizler bu sistemin içinden geçtik, bu sistemin zehirinden içtik. Burada aşılandık. Sözümona şekillendik. Bu bizi güçlendirdi mi? Hayır! Bu sistemin etkilerinden kurtuluşun dahi yılların savaşımıyla mümkün olduğunu belirttik. Biz büyük bir kararlılıkla bütün duyguların, düşüncelerin tahribatına karşı direndik. Çok mütevazi de görülse, kendi ölçülerimiz içinde bunun ne kadar büyük bir uğraş gerektirdiğini ortaya koyarak, Partimizin doğuşunun mümkün olduğunu gösterdik. Partimizin doğuşu bu anlamda Kürdistan'da cumhuriyetin büyük karanlık ve yıkım ocaklarına karşı alternatifinin yaratılması olayıdır.
Çoğunuz halen yaygın bir biçimde, cumhuriyetin eğitim sistemi içine alınmayı bir ilerleme etkeni ve kurtuluş çaresi olarak görüyorsunuz. Günümüzde 12 eylül rejimi sömürgeciliğin yürüme şansını, en çok eğitim sisteminin derinleştirilmesinde görmektedir. Başta üniversiteler olmak üzere, bütün okullarda 'milli birlik, bütünlük' dersleri, bütün derslerin önüne geçmiştir. Yani yabancılaşmayı daha çok derinleştirmek; ülke ve özgürlük kavramlarını ağza alınamayacak bir biçimde yok etmek; bunun yerine, etkisi altına aldıklarından en tehlikeli tipleri yetiştirmek için görülmemiş yatırımlar yaparak yeni okullar açmakta ve bu okullara, bütün cumhuriyetin tarih, din, devlet vb. konulardaki uzman ideolog adamlarını yaygınca yollayıp, çalıştırarak, böylece kafalar ve ruhlar üzerinde egemenliğini tam kurup sürdürmeyi hedeflemekte. Geliştirilen bu sözde eğitim ve öğretimde, bir yandan dinsel doğmalardan medet ummaktan tutalım, diğer yandan ezici bir biçimde okullarda her gün 'ne mutlu Türküm diyene' sloganı attırmaya kadar, her türlü Kemalizm şakşakçılığı, sabah akşam, zihinler alıklaştırılıncaya kadar öğretilir.
Bu sistemden geçmeyen aile çocukları kalmadığına göre, ortada süzgeçten geçirilmemiş; asimilasyon ve boyun eğdirmenin her biçiminden nasibini almamış bir kişi kalmamış gibidir. Bu gerçek bir boyun eğdirtme yöntemidir. Bu gerçek bir özel savaştır. Burada özel savaş, en tehlikeli uygulamalarından birini bulmuştur. 12 Eylül'ün halka dayattığı savaşın en tehlikeli bir biçimi, eğitim sistemini bir özel savaş sistemi haline getirilmesinde aranmalıdır. Gençliği devrimden ve devrimin etkisinden uzaklaştırmak için, gençliğin önüne onu bitirecek kurumları ve bu kurumların eğiticilerini koydu. Dinle oynayabileceklerin önüne din kurumlarını koydu. Devrimci güce karşı görülmemiş bir şartlanmayı, bir karşıeğitimi yürüttü. Yoğun ideolojik eğitimle, bir taraftan tüm toplum üzerinde "Devrim bir öcüdür, yaklaşırsanız yok olursunuz" biçiminde bir dayatma geliştirilirken, diğer yandan ise Kemalizm, onun otoritesi, onun ahlakı, onun öğretisi dayatıldı. Yükselmek mi istiyorsun, iş mi bulmak istiyorsun, adam mı olmak istiyorsun; her şey bu temel ilkenin kabul derecesine göredir. Ve görülmemiş ekonomik yoksullukla, bu ideolojik etkilenme birleştirilince, toplumun adeta yıkılması gerçeklileştirilmeye çalışıldı; önemli oranda gerçekleştirildi.
Karşıdevrimin eğitim sistemi bu denli tehlikeli bir rolü, işlevi yerine getirmiştir. Eğer bugün halkımız kendisini örgütlemeyecek kadar alıklaştırılmış ve çıkarlarının uzağına düşürülmüşse, bunun nedenleri, yüzyılların imparatorluğu Osmanlının eğitim sistemine eklemlenen, cumhuriyetin şeytani, hileli, pasifikasyoncu, son derece yabancılaştırıcı, karanlıktan da öteye bitirici ve yok edici işlevinde aranmalıdır. Onun eğitim sisteminin katliamcı sisteminde aranmalıdır. Bu kadar kolay boyun eğme, hem de görülmemiş baskı ve sömürü ortamına boyun eğme, ancak böyle bir eğitim sistemiyle mümkündür. Başka hiçbir şeyle, sağlanmamıştır. Hatta bu kılıçla bile sağlanmamıştır. Daha çok böylesine bir ideolojik, etkilenmeyle sağlanmıştır. Kılıç bunun için temel atmıştır. Bu yüzde yüz değilse bile yüzde doksan beş, zihin ve duygular üzerinde yürütülen yabancılaştırma; kendi özünden katmerli bir biçimde uzaklaştırma temelindeki bu eğitimle olmuştur.
Eğer bugün insanlarımız kendisine düşmanlık yaptığı oranda, kendi düşmanını yaşıyorsa; düşmanına yakınlaştığı oranda ilerlemenin mümkün olduğunu kendini inandırır hale gelmişse; bunu bir kişisel politika olarak iliklerine kadar yaşıyorsa; işi, parayı, gücü, etkinliği, güvenliği, rahatı, sağlığı her şeyi, kendisine düşman olanda görüyorsa; kendini inkar etme ve düşmanını yaşama noktasına gelmişse; bunda eğitimin ciddi bir rolü vardır. Belki de dünyada hiçbir yerde görülmemiş düzeyde, cumhuriyetin geliştirdiği bu eğitim sistemi, gerici ve hatta faşist bir işlev görmüştür. Bu sistemin eleğinden geçmek demek, kendini en geri, en savunmasız, işlevsiz ve örgütsüz bir ortamın içinde yaşatmak anlamına gelir.
Partimiz, esas itibariyle ve tamı tamamına bu eğitim sisteminden öncelikle kuşku duyma, bunu büyük bir eleştiriye tabi tutma, tehlikeli ve insanlık dışı yönünü açığa çıkartıp teşhir etme; onun eritici, yok edici özelliklerine karşı savunma gereğini duyma temelinde ortaya çıkmıştır. PKK'nin ideolojik gelişiminin temelinde, kesinlikle cumhuriyetin eğitim kurumlarının, şüpheci bir tarzda ele alınmasının ciddi bir yeri vardır. Bazı doğruların yanında, bu şüpheci yaklaşım sayesinde, bu eğitimin, esas itibarıyla istisnasız herkesi götürmek istediği yerin karanlık olduğu; kendi gerçekliğinden, kimliğinden kopuşu dayattığı; bunun yerine kendisinin ne idüğü belirsiz ve tam anlaşılmayan çıkarlarına sonuna kadar tabi olmanın yaşatılmak istendiği görülmüş ve görmeyle birlikte bunu red temelinde PKK ideolojisi geliştirilmiştir. Onun gelişimi böyle olmuştur.
Çok iyi biliyoruz ki, PKK Kürdistan halkının gerçek bir okuludur. Her türlü ulusal ve toplumsal bilincini kazandığı, örgütlenmesini ve savaşmasını öğrendiği bir okuldur. Çıkışı, cumhuriyetin bu en tehlikeli amaçlarına temelden karşı olma; cumhuriyetin en temel ilkesi olan kemalizme ve onun şöven ulusçuluğuna karşı, Kürdistan yurtseverliğine yönelme; halk düşmanı yönüne karşı, emekçilerin çıkarlarını ve sosyalizmi esas alma tarzındadır. Bu, halkların birbirilerine düşürülmesine ve ayrılıkçılığa karşı, eşit ve özgür temellerde birliğini, yani enternasyonalizmi esas almadır. Bu temel ilkeleriyle cumhuriyetin özüne ve biçimlenişine gittikçe her düzeyde karşı çıkmadır. Bunu öncelikle büyük bir ideolojik arınmayla başlatma, Türk milliyetçiliğine ve onun daha inceltilmiş biçimi olan sosyalşövenlere karşı ideolojik savaşımla geliştirmedir. Ve giderek Kürdistan'da işbirlikçi ideolojiye ve onun görülmemiş ulusal inkarcı tutumlarına karşı olduğu gibi, bunun inceltilmiş biçimi olan yerel kabilesel ve aşiretsel sahte milliyetçiliğe karşı da bu ideolojik mücadeleyi yürütmedir. Buradan temel siyasi doğrultuya; halkın temel çıkarlarına, politikasına ve kurtuluş iradesine kavuşma ve bunu sıcak bir savaşımla birlikte yapmadır.
İşte görülüyor ki, Partimiz bu temel gelişim özellikleriyle cumhuriyetin zıddı; onun görülmemiş gericiliğine ve karanlığına karşı, bir ilericilik ve aydınlık hareketidir. Sömürgeciliğin, insanı insanlıktan çıkaran, yok edici, bitirici ve çürütücü eğitimine karşı; insanı son derece güçlendiren, ilerleten, aydınlatan eğitime saygıdır. Bu anlamda Partimiz halkın gerçek bir okuludur. Yine bu anlamda Partimiz, halkın kendi özgücüne dayanarak, ideolojik ve siyasal büyümesini ilk defa geliştirip sistemleştirdiği bir okul olma şerefine sahiptir. Yüzyıllardan beri halk arasından çıkan, ama belirir belirmez kolayca eğemenlere alet olan değerlerini; kendi öz çıkarları temelinde yoğunca eğiten, örgütlendiren ve savaştıran bir okuldur. Yine ilk defa halkın tarihini, güncel ekonomik, kültürel ve siyasal yaşamını somut değerlendiren; ondan çıkartılan sonuçları halkın kurtuluş örgütünü ve eylemini yaratmada kullanan; halkın önde gelen bütün gençlerini bu temelde eğiten; böylelikle halktan aldıklarını daha da güçlendirerek halka veren; son derece zayıf, düşkün birisiyken, yüksek devrimci ruhla ve bilinçle donatarak halkın çıkarlarının sağlam bir sözcüsü ve savaşçısı olmayı başartan bir okul olma özelliğindedir.
Başlangıçtan itibaren böyle anlaşılması gereken Partimizin, somut olarak bu zeminde sistemli bir okul haline gelmesi anlamlıdır. Her ne kadar sınırlı olanaklarla ve sınırlı sürelerle eğitimimizi yürütsek de, gelinen aşamada, ilkelerden ne anlaşılması gerektiğini çok iyi bilenleriz. Öğretimin ulaşmak istediği hedefler konusunda duyarlı davranabilen insan, tarihi anlamda yerine getireceği görevler açısından kendisine sağlanan eğitimin önem ve anlamının büyük olduğunu görecektir. Elbette eğer, üzerinde ısrarla durulur ve yetkinleştirilirse bu böyledir. Yaratıcı bir ruhla eğitimi alırsak ve bunu bilgiden de öteye kişiliğimizin oluşmasında hayati bir devre olarak değerlendirirsek, şüphesiz muazzam güçleneceğimiz açıktır. Bu sahayı, sömürgecilerin ideolojik şartlandırma ocakları olan eğitim kurumlarının etkilerinin tamamen silindiği; kişilik üzerindeki büyük baskının kalktığı; böylelikle özgürleşmek ve güçlenmek için büyük bir gelişme imkanının ortaya çıktığı bir okul olarak değerlendirmek gerekir. Böylesine bir sistemi oluşturmak için yıllardır çalışmamız; bağımsızlık ve özgürlük doğrultusunda bir okul geliştirmeye çalışmamız; Kürdistan halkının ilerici insanlığa katılmasında ve kendi öz kurtuluşunu gerçekleştirmesinde bu okulun hayati bir rol oynayacağını bilmemizden ötürüdür. Her şeyden daha çok bu ilkeleri gerçekleştirecek sağlam adamlara ulaşmanın bu okullardaki eğitimle yakından bağlantılı olduğunu bilmemizden ötürüdür. Bu nedenle biz, başlangıçtaki sınırlı eğitim faaliyetlerimizden, gittikçe daha kapsamlı, nicelik olarak daha büyük ve süre olarak daha uzun bir gelişmeyi yaratmakla önemli bir aşamayı sağladığımıza inanıyoruz. Bu devremizden önceki bir çok devreden yetişenlerin, Partimizin amaç, hedef ve ilkeleri doğrultusunda, ulusal kurtuluşçu çizgide kahramanca direndiklerini ve sonuna kadar savaştıklarını görüyoruz. Bu nedir? Bu, bağımsız ve özgür kişiliğin kanıtlanmasıdır. Bu, burada muhteva olarak verilen ideolojik-politik ve askeri eğitimin, çok zayıf kişilikleri bile kahramanca bir eyleme itecek kadar güçlü olduğunun ispatlanmasıdır. Bu, şimdiye kadar hiçbir zaman sahip olmadığımız aydınlanma ve örgütlenme kapasitesine, bu okul sayesinde ulaşmaya başladığımızı gösterir.
Okul sisteminin özü ve biçimlenişine sınırlı da olsa ulaşılmıştır. Eğer biz, günümüzde bir kurum olarak bunu gerçekleştirebilmiş ve bu seviyeye getirebilmişsek; görevimiz, artık bunu ülkede açılan kurtuluş üslerimizde daha yaygın bir sisteme dönüştürmektir. Şimdi, artık bu sistemi, olduğu gibi, düşmanın kolay kolay nüfuz edemeyeceği yeraltı üslerimizden tutalım, kentler ve köylerimizdeki gizli yeraltı sığınaklarımıza kadar her yere taşırma; burada onlarca, hatta yüzlerce kişiyi kısa ve uzun devreler halinde eğitime ve böylelikle devrim ordusunu oluşturma görevimiz vardır. Ve bu görev, ülke somutunda sınırlı bir gerçekleştirilmeye ulaştığında göreceğiz ki, bu durumun karşısında hiçbir düşman gücü dayanamaz. Yine göreceğiz ki, halkın kendi temel öz eğitim kurumlarında sınırlı bir eğitimi gerçekleştiğinde bile onun ne denli yeteneklere sahip olduğunu, örgütlendiğinde ne yaman hale geldiğini, baş edilmez sanılan düşmanın nasıl çürük ve kağıttan kaplan olduğunu açığa çıkacaktır.
O halde biz, düşmanın güçlülüğünü ve zorluklarımızın çokluğunu konuşmaktan ziyade, halkımızı bu temel eğitim ve öğretim kurumları içinde birleştirelim; bu konudaki görevlerimizi yerine getirelim; o zaman güçlü olan ve kolay olanın ne olduğunu görelim ve söyleyelim. Bu konudaki görevlerimizi yerine getirmeden sıradan eğitim ve örgütlenme görevlerimizi başarmadan, ne düşman hakkında hüküm biçelim, ne de zorluklarımız hakkında boş laf edelim. Herkes bugün bu görevleri yapacak güçtedir. Şimdi bu kurumda küçümsenemeyecek kadar arkadaş bulunuyor. Eğer bu devreden çıkan her birimiz kendimizi yoğunlaştırırsak, bu okuldaki kadar başarılı eğitim veren kurumların kuruluşlarına öncülük edebiliriz. Bunların çoğunu yönetebiliriz ve yüzlerce devrimciyi çıkarabiliriz. Bizde bu kanıtlanmıştır. Kanıtlanan gerçeğin benzerlerinin daha da güçlü bir biçimde halkımızın saflarında oluşturabiliriz. Bu görevlerimizi başardığımızda göreceğiz ki, gerçekten halkımız bağrında büyük bir yetenekler taşımaktadır. Ülkemiz muazzam bir okul sistemine olanak verecek düzeyde elverişlidir.
O çok güçlü görünen; daha düne kadar bir öcü gibi karşımızda dikilen ve tabu gibi üzerimizde etkisini sürdüren düşman kuruluşlarının, gerçekte en kof kuruluşlar olduğunu o zaman göreceğiz. Özellikle de onun Kürdistan'daki kuruluşlarının çoğunun, bir tekme ile devrilecek kadar kof olduğunu göreceğiz. Orada üretilenin, eğitilenin ve şekillendirilenin ne kadar yaramaz, tehlikeli ve derhal tasfiye edilmesi gerektiğini göreceğiz. Bununla birlikte yine öz çıkarlar temelinde sınırlı da olsa sağlanan bir halk eğitim seferberliğinin ve hareketliliğinin neye kadir olduğunu; bir yürüyüşe geçildiğinde neleri, nasıl silip süpüreceğini ve kendisi için neleri, nasıl yaratacağını açıkça göreceğiz. O halde, bu soylu görevleri gerçekleştirmek için, burada alınan eğitimin özüne sadık bir biçimde bunu yaygınlaştırmak ve milyonlara maletmek için elden gelen vazgeçilmez bir görev olarak yerine getirilmelidir. Sizler bu temelde önemli bir şansa kavuşmuş durumdasınız. Eğitime bu bakış açısıyla yaklaşacaksınız. Yüksek bir sorumuluk duygusuyla ister ülke içinde, ister dışında her çalışmayı rahatlıkla başarabilecek durumdasınız. Yeterki halkın, Partinin bu önemli ihtiyaçlarına gelişen bir görev ve disiplin anlayışıyla yaklaşın. Gerisi kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Zaten zorluklar çekilmiştir, Partimizin sınırlı olanaklarından en çok istifade edilmiştir. Bunun temelinde de şehitlerin kanı vardır. Onlara layık olmanın nasıl vazgeçilmez bir borç olduğunu bilerek görevlere dört elle sarılacak ve bunu başaracaksınız.
Reber APO
Ekim 1988
- Ayrıntılar
Bir devrim kadrosu olarak yoğunlaşma sorunlarınız bütün ağırlığıyla devam ediyor ve çözüm sınırlı bir gelişmeyi yakalıyor. Düşman karşısındaki duruşunuz, ağır darbelerle sendeleyişiniz ve hatta bunun farkında bile olmayışınız yaşam karşısındaki gerçekliğinizi de ifade ediyor. Gerek ideolojiye, gerek devrimci pratiğin kendisine karşı ilgi zayıflığından tutalım, çok tehlikeli, yanlış, yetmez yaklaşımları sergilemeniz yenilmiş kişiliğin diğer bir ifadesidir. Bunu öyle kendiliğindenlikle, normal toplumsal gelişmenin bir ifadesi olarak sanmak mümkün değildir.
Sizin geriliklerinize karşı yürüttüğümüz savaşla, direkt düşmana karşı yürütülen savaş neredeyse tam üst üste bindi. Sizin dayattığınız savaş aslında düşmanın dayattığından daha tehlikeli, ayırt edilmesi, ayrıştırılması, aşılması çok daha büyük bir çabayı gerektirir. Sözümona devrimin kadroları olması gereken sizlerin kişiliği, düşmanın bilinçli ajan oluşturmasından da daha tehlikeli ve düşmanın da bunu farkederek bir politika içine girmesi sözkonusudur.
Bunu aşma iradenizin kendini fazla göstermemekle beraber, kendi kendine öfkeli veya gelişmeyi dayatan Parti ölçülerine bir nevi karşı intikamla yönelmesi de çoğunlukla yaşanıyor. Ne kadar geri yanlarınıza vurulsa o kadar karşı tepki geliştiriyorsunuz. Zayıflıklarınıza basmamızı hakaret gibi görüyorsunuz veya altında ezilip gitme biçiminde yaklaşım da gösteriyorsunuz. Bu da tabi devrimin temel öncülük, kurumlaşma, uygun adımlarla pratikleşmeyi boşa çıkarıyor. Size dayatılan başarma zorunluluğun kabul görülmesi şurda kalsın çok çeşitli tepkilerle sürekli önlenmeye çalışılıyor. Dayandığınız en büyük silah; “benden bu kadar, kötürüm olmuşum, gücüm yetmez, kafam almıyor, iradem paramparça, yaratamıyorum, çoktan işim bitmiş” gibi geleneksel toplumun düşman tarafından ezilişinin yansıtılması oluyor. En büyük silahınız çaresizlik silahıdır. Elinizden gelen çok içeriksiz, etkileyici amaca fazla yer vermeme. Bunu parçalamak istedik, fakat hani bir mermer taşi kadar saglamliga biraz sahip olmadiginiz için adeta dökülmedik bir tarafınız kalmıyor. Böyle toprak çıkıyor, kof çıkıyor. Çok çeşitli yönleriyle gerçekleri ne kadar yansıtmaya çalışıyorsak, anlam yoksunluğu ve anlama da olsa yüzgeri olma gibi refleksle karşılaşıyoruz. Artık burada iyi niyet, şu çaba bu çaba önemli olmuyor. Devrimler öyle birşeydir ki ya başarı çizgisinde amansız yürürsün, ya yerle bir olursun. Normal, vasat bir yürüyüş tarzı devrimde en kötü kaybediş tarzıdır. Tamamen sizin duruşunuza denk düşüyor. Nasıl ki bizim yaşam halkımızın başına bela olmuşsa, sizin de başınıza bu anlamda devrimcilik bela olmuş.
Devrimci yaşam diye hareket etme, parantez içinde devrim, kişilikte başlarken bile şiddetli bir hesaplaşmayla başlar. Büyük hesaplaşmayı kendinde yapmayanlar, belki devrimci saflarda olurlar ama devrimin yürüyüşcüsü olamazlar. Devrimde savaşabilirler de, ama çözemezler; devrimci gibi yaşar gözükürler, ama aslında devrimci tarzda yaşayamazlar. Devrimci eğitimi bile nasıl ele aldığınız meçhuldür, karışıklıklarla doludur. Ne kadar ciddi olduğunuz, gerçekten devrimci olmak isteyip istemediğiniz belli değildir. Eski yaşama göre bu yaşam hoşunuza gidiyor veya hoşunuza gittiği kadar 'ben varım' diyorsunuz. Tamamen heveslerle kendinizi fazla sağlam temeli olmayan hislerle bazı düşüncelerle idare ediyorsunuz.
Bugünler hatta yüzyılın sonları ısrarla “devrimler artık gereksizdir” veya emperyalizme göre; “herşey kontrol altındadır, istediğimiz gibi degişiklikler olabilir, özgürlük de istediğimiz gibi olur, kişi haklari da, ulusal sorunlar da, biz nasıl istersek öyle halledilir”. Bu görüşe göre eğer sözkonusu bizim halk gerçekliğimiz ise adımız bile geçmez. Belki bazı halklar için bazı kişiler için bir takım düzenlemeler olabilir ama bizim için bu görüşün içinde yer almak bile sözkonusu değildir. Tabi bunu size söyletmek, düzeltmek önemlidir. Daha kendinizi asgari düzeyde bireysel cahilliğinizle hesaplaşmayı, yaşamı çıplak düşmana karşı nasıl götüreceğinizi bile aslında kararlaştırmış değilsiniz. Bırak emperyalizme karşı olmak, siz aslında kendi içinizdeki basit geriliklere bile karşı olamıyorsunuz.
Bu anlamda bir kurtuluş kadrosundan ziyade tamamen kurtarılmayı bekleyen bir hasta konumunu arz ediyorsunuz. Bütün hal ve hareketlerinize baktığımızda, “Parti veya devrim beni ne zaman kurtaracak” gibi bir havadasınız. Bu da tabi devrimcinin tanımına ters düşüyor. Devrimci kurtarıcıdır. Baktıkça dediğim gibi yani çoğu kendinin kurtuluşunu bekliyor. Halkı da unutmuşlar, bu anlayış çoğaldı, kendini inanılmaz ölçüde önümüze koydu. Yani, “Parti önce beni kurtarsın, kurtuluşu bekleyen halk değil benim”. Nasıl gelişti, bunu neden böyle yaygınlaştırdınız, anlamak gerçekten zor. Zaten bütün devrimlerin başını da bu anlayış yemiştir.
Devrimler genelde yücelme hareketleridir. Bireysel fedakarlığın zirveleştiği, ruhların yüceldiği, bilincin genelleştiği toplumsal durumları ifade ederler ve bu devletleşmeye kadar gidebilir. Ben sizin devrimcilik anlayışınızı biraz anlamaya çalıştığımda, böyle bırakalım genelde bir yüceleşmeyi, “nedir bu başıma gelen” gibi bir hava içinde kalıyorsunuz. Tabi bunun altında vurguladığım gibi düzen çok örgütlenmiş, çok sığ bir yaşamı dayatmış veya kendi toplumsal gerçekliğimizde de bütün yaşam yollarını tıkamış, herşeye razı edilecek bir yaklaşımı geçerli kılmış. Daha da ötesi sizi yedi yaşından itibaren objektif bir düzen kişiliği, ajanı gibi yetiştirmiş. Bir yerden değil birkaç yerden çarpıtmış. Sağı-solu belli olmayan, kendini neye verip vermediği anlaşılmayan, karmaşık duygular, sağlam olmayan düşünceler, her attığı adımdan bir hata çıkaran, bol bol ağlayan, sızlayan, yaşama derinlikli bir yaklaşma gücü bile olmayan, bırakalım onu değiştirmeyi, dönüştürmeyi, varolan içindeki tehlikeyi, ölümü bile anlayamayan kişilik ağlamaktan başka ne yapar?
Ağlamak şu: Yani sizin gösterdiğiniz bu tepkiler, gülüşler bile bana göre bir nevi ağlamaktır. Hem olup biteni anlamamak, buna göre bir tavır geliştirememekte bir ağlamaktır. Bütün bunların aşılması kişinin kendini gerçekten mükemmel örgütlemesine bağlıdır. Tam bir bireysel insiyatifin patlaması gerekiyor. Bunun yerine sizin bireycilik dediğiniz şey daha farklı. Açık söylemeliyim ki kapitalist anlamda bir bireycilik sizin bireyciliğinizden çok ileride. Kapitalist bireycilik bazen ilerleticidir. Sizde o da yok. Sanırım içinizde devrimcilikle uğraşmak isteyen bazı arkadaşlar olabilir. Öyle cüretli arkadaşlar belki çıkabilir içinizde, ama şimdiye kadar pek başarılı örneklerini göremedik. Bana böyle o köylülerin kulaklarını sağır eden boş laflamaları gibi geliyor. Devrimci ortamımızdaki diyalog işte “laf et, boşluğu doldur” kabilinden. Çok köklü çare düşünüp ona göre ortamı canlandırma, işte ona göre ortamı ordulaştırma, savaştırma, tabi başarı oranını yükseltmek gibi bir hava içine giren, kendini bundan böyle sorumlu gören tipler çıkmıyor ortamımızda. Yaygın bir kesim ise tam bir farfaracı, yani “Parti beni idare etsin” havasından başka herhangi birşey arzetmiyor.
Toplumda belki sekiz, on saat çalışırdı, güzel bir çabası, işi getirebilirdi. Bazılarının içimizde tembelleşmesi de var. Genel emeğe, genel birikime kendini dayatarak bireysel yaşatmayı muazzam alışkanlık haline getiren az değil. Bu da daha tehlikeli bir yaklaşım biçimidir. Çünkü bilindiği gibi Parti genel emeğin yoğunlaşmış biçimidir. Milyonların çabalarının bileşkesi, şehitlerin mirası, devrimci faaliyetlerimizin bir birikimidir. Şimdi adam geliyor bunun içine bakıyor ki düzene göre muazzam bir fırsat. Bir gün de yaşasa ona göre değiyor herşeye. Dolayısıyla kendini dağıtıyor. “Ne olursa olsun” diyor “ben herşeye razıyım, ölsem de razıyım, bir gün yaşasam da razıyım”. Sanırım son dönem kadro yığınlaşması böyle bir anlayışın sonucu kendini böyle yoğunca dayattı. Onların vicdan ölçülerine göre ölse de yaşasa da çok iyi. Vicdanı diyor ki “namusu da kurtardım, vurdum da düşmanı, intikamı da aldım, yeter”. İçten içe vicdanı bu. Doğrusu vicdansızlığı o.
Şunu da önemle vurgulamalıyım ki sizin öyle derin vicdani ve temel değerler karşısında ciddi bir duygulanmanız da yok. Ben sizin duygularınızdan nefret ediyorum. Son dönemlerde duygu derinliğinin olmadığını görüyorum. Dağlar kadar duygulanacak değerleri ortaya çıkarmamıza rağmen, bazıları bana süper namussuz gibi geliyor. Öyle basit, çocukça oynayan, öyle fazla değerlerden yararlanmasını bile bilmiyor. Bu kişiliklerden bizim memnun olmamız mümkün değil. Taktik duyguları bile gelişmiyor. Olup bitenin çok kıymetli bir değeri olacaksa onu bile görmemezlikten geliyor. Hatta kurnazca onun üstüne biniyor. Böyle birçok ilginç, kurnazca yaklaşımlar var. Dediğim gibi bir yürek yok. Böyle ciddi bir düşünce ihtiyacı da duymuyor. Laflarla öğrenmiş bazı şeyler idare et gitsin. Disiplinden anladığı böyle sert bir gözetim. Belki o zaman kendine gelebilir. Tabi bizim koşullarımızda da bu mümkün değil ve doğru da değil.
Bizim disiplin anlayışımız gönüllülüktür, içtendir. Tabi başka halklarda yüzyılların entellektüel, sanatsal, çok çeşitli toplumsal hareketleriyle sağlanan gelişmeyi düşmanın yaklaşımlarından dolayı bizim tamamen devrimci hareketin kendisi içinde sağlamadaki zorunluluğumuz veya bizim diğer toplumsal gerçekliklerden çok farklı bir toplumsal düzeyi yaşamamız, bunun altındaki objektif nedendir veya bizim devrimimiz de bunu gözönüne getiriyor. Yani yüzyılların işini, hem sanatın, bilmem her tür siyasal, toplumsal gelişme düzeylerinin bizde normal olmayışı devrimci yöntemlerle hepsini kestirmemizi istiyor. Şimdi normal toplumsal gelişmeyi bile anlamadıktan sonra devrimsel düzenlemeleri nasıl anlayacaksınız? Bu sizi şaşkınlığa itiyor. Ben bunu çözmek için kendimi ortaya koymuştum. Kendi yaşam tarzımı çok çarpıcı ortaya koydum anlarsınız diye. Belki biraz anlıyorsunuz ama tabi ona göre yapılanmanız çok zor.
Bizim kırk yılda yaptığımızı sizin kalkıpta bütün desteklerimize rağmen aslında çok büyük bir kolaylık, çok büyük bir imkan varken, kurumuş kişilikleriniz, çok çeşitli tepkilerinizle “ben olamam, gelemem” diyor veya “şurası bana yarar, burası bana yarar, ona göre olurum” diyorsunuz. Tanınmazlık bu. Aslında biz yaşamın dikkat edilirse hemen herşeyinden kopartılmışız. Toprağından, özgürlüğünden, kişisel sağlığından, eğitiminden, kültüründen, tarihinden, geleceğinden, gününden kopartılmışız ki bunun düşüncesi bile oluşamıyor sizde. Neden yoksul bırakıldığınızı ve kim tarafından yoksun kılındığınızı düşüncede tam kavramak mümkün değil. Lafta genel bazı doğrularla ancak oluyor ama yürekten bunu bir doktrin, katı ideolojik hat haline getirmeniz nerede?
Aslında devrimimizin incelikleri var, avantajları var, zorlukları da var, uğraşılmaya çok değer bir konu. Bunun bütün verilerini biz size sunduk ama dediğim gibi gerçeklik üzerinde yoğunlaşmayı çeşitli nedenlerle savsakladığınız için, güç getiremediğiniz için bu olağanüstü çaba ve onun her tür yaratıcı geliştiriciliği bizde tek yoldur, bu yönlerine bir türlü akıl erdiremiyorsunuz. Ben yine kendimi hep gözönüne getiriyorum, 'neden bu kadar hareketli olabildim?' diyorum, çünkü başka tür özgür yaşama adımlar atılamaz. Doğru bir heyecanı, sevgisi, coşkusu olmayan bir yaşam, hatta daha da kötüsü bırakalım yaşamı da, düşmanın tamamen ruhsuzlaştırdığı, hep ihanete, inkara koşturduğu bir yaşam olur. En üste yükseltseler bile seni, daha da alçaklaşırsın. Yani yükseltmesinin kendisi bir süper alçalmadır.
Düşünelim yani, çoğunuz yaşamı halen düşmanın sınırlarında yükselme gibi anlıyor. Para öyle, kültür, siyaset, hatta düşünürsen herşeyde öyle. O da elinize geçmiyor. O zaman herşeyi boşver, bomboştur. Devrimi bir yöntem olarak önünüze koyduğumuzda en az anladığınız kendinizi kattığınız gibi ilkel böyle tepkilerle vuruşma. Tabi bu fazla sonuç vermez. Bu temelde bazı sonuçları kabul etmenizi emirle değil, dayatmayla değil, parti çok istiyor diye de değil, kendi iç dünyanızda bir alt-üst oluşu, bir hesaplaşmayı, 'ben ne olacağım, ne yapacağım, gerçekten birşeylere değecekmiyim, benim gerçekten bir yaşam şansım var mı, ben gerçekten neyi yaşıyorum, amaçlı mı, ne amacım var, nasıl, hangi yürüyüşle?' gibi bazı soruları sizde yaratmak istiyoruz. Bu konuda da sizde fazla tepki yok. En iyi tepkiniz “boşver, böyle gelmiş böyle gider”. Tabi bu yaklaşım sizin cüceliğinizin tipik ifadesidir. Böyle yapan adam büyümez. Dağlar kadar imkanı önlerine koy nasıl bakacağını bile kestiremez. Kurgusu böyle olan kişilik. Ama varsa bir canlılığınız, yaşam iddianız, bazı soruları mutlaka kendinize sormanız lazım. Bizim aldığımız tedbirler de bu. Benim yapabileceğim en ince iş bu. Başka birşey yok. Bazı soruları size sordurtacağım. Yani böyle boş boş bakan, herşeyi birbirine karıştıran kişilik yerine hiç olmazsa bazı köklü soruları size hissettireceğiz.
Yaşam sizin sandığınız gibi değil, benim sorduğum sorular temelinde gelişebilir. Hiç kendinizi kandırmayın, hiç yüzeysel geçiştirmeyelim de. Siz kaybettirilmiş, bütünüyle lanetlenmiş, nereye bakarsam tam temel zemininden kaydırılmış yaşama ilişkin bazı soruları kendinize soracaksınız. “Ben tanrıya bağlıyım, ben bilmem partiye, Önderliğe bağlıyım” diyeceksiniz. Yeter! Bunu demekle bu soruları cevaplandıramazsınız. Hatta soruları bile kendinize soramazsınız. Bırakalım cevapları, çözümlü yaşamı ne yapalım gerçek bu.
Şunu ben boşuna vurgulamadım. Ben yaşama gözümü ilk açtığımda, daha okul okumadan, daha dünyayla tanışmadan durumun felaketini anlamıştım. Doğal insanın istemine cevap vermeyen bir dünyayla karşı karşıyaydım. Sizi büyütmüşler, sözümona adam etmişler ve yaşa diyor. Sonra da bir bakıyorsun yaşanacak birşey yok. İşte bu sizin kişiliğinizin bütün düzeylerini gösteriyor. İşte zavallı, düşünemez, örgütlenemez, savaşamaz, adım atar vurulur, yenilir, saygısızdır, çirkindir. Çoğunuzun gerçeği bu, başka birşey elinizden gelmiyor. Kürt tarihine bakın hepsi ahvahlarla doludur. En yiğidi bile beklenmedik tarzda vurulmuştur. Hiçbirisinin yüreklice, “işte ben de başardım, bu dünyada bir gelişmeye yolaçtım” diyeni var mı? Siz onların çok daha gerisindeki bir durumu arz ediyorsunuz. Bütün bunlar size acaba soru sordurtacak mı?
'Nasıl yaşayacaksınız, nerede, kimlerle' desem, örgütle mi, savaşla mı yaşayacaksınız? Habire gönderdik işte. En benim diyen komutan adamın etrafında geliştirdiği, bizi boğacak sorunları arttırmak. Daha doğrusu bunalımı geliştirmek. Bir çare, bir yol açma gücü olma şurda kalsın bastırıyor, yontuyor, sonuç nereye gidecek kendisi bile izah edemiyor, ama işte günü kurtardıysa yeter. Elinden fazla birşey gelmiyor. Elinden birşey gelebilmesi için anlayabilmesi, iradelenmesi, sorgulaması gerekiyor. Ona da yanaşmıyor.
Bazı imkanları ben yıllardır ulaştırıyorum. Şimdi bu şuna çok benziyor. Benim babam ve anamın işte “oğlum seni biraz büyüttük, aileyi idare et” Ben, çok tuhaftır o zaman biraz maaşlıydım, ama maaşımı onlara göndermedim. Pek doğru bulmamıştım, böyle bana dayanarak yaşamaları pek doğru değil demiştim. Şimdi düşünüyorum aile için yapmadığımı sizin için yapmışım. Daha değişik ve geniş bir aile olduğu için herhalde yapma gereği duyuyorum. Sanıyorum 'ulaştır bizimkilere, ulaştır dayansınlar, ulaştır işte biraz daha yaşasınlar, ocakları körelmesin' gibi bir zihniyetle sizin için çalışıyorum. Aslında karşıydım ama, ana-babalar belki biraz daha büyük oldukları için onlar kendilerini yaşatırlar, ya siz çocuk gibisiniz, yardım olmasa çil yavrusu gibi gideceğiniz için bu büyük çalışma temposunu gösteriyorum.
Aslında sizin gerçekliğiniz karşısında insanın vicdanı da dayanmıyor. Ne düzen dahilinde, ne savaş ortamındaki yaşam dahilindesiniz, bizim için büyük bir vicdani sorun haline gelmiştir. Bu son müthiş tempoyu sanırım onun için gösterdim, yoksa anlayış olarak karşıyım. Ama o zaman da dediğim gibi çil yavrusu gibi dağıtılıyorsunuz. Kendinizi ayakta tutma haliniz yok. Kuruyacaklar dağda koştur ha koştur.
Sözde devrim sülalesini kurtarmak için. Büyüdükte diyemiyorsunuz. Bazı arkadaşlarımız var 45 yaşını buldular, gerçekten halen bir bebek gibiler. Yani insan çocuklardan umutlu olur, büyürse adam olur diye, 45 yaşındaki adamı ben büyüteyim desem insan kendi kendine alay eder. 45 yaşından sonra adam büyütülür mü? Normal yaş büyümesi 20 sınırındadır. Ondan sonra insanlar genelde durur. Bizimki 45 yaşında, ben şimdi nasıl büyüteceğim?
Sırtüstü bıraksak sizi, 'gidin büyüdünüz' desem, 'kendi kendinizi idare edin' desem, bahaneniz hazır, kaçarsınız. Dört gözle beklediğiniz birşey. İlk aklınıza gelen şeyleri biliyorum. Nasıl ki ailede büyümüş, her an ailenin dışına taşmaya can atıyorsa, sizin durumunuz da ona benziyor ama sonra başınıza gelecek felaket, bu da umurunuzda değil. Kız evden kaçar, bilmem sokağa düşer, oğlan evden kaçar serseri olur. Sonra belki aklı başına gelir ama iş işten geçmiştir. Tabi sizin durum bundan daha tehlikeli. En büyük silahınız ucuz hayallere, olmayacak dualara sığınmak ve amin demek olur. Bu aile yaklaşımı bizi zorluyor. Ne zamana kadar kiminize daha nasıl bakalım, büyümediniz mi? Dayanamaz mısınız, yaşayamaz mısınız? Ulusal aile budur. Yeni özgür temellerde toplumsal aile.
Tüm bunlara dayanarak söylüyorum, acaba bazı çetin soruları sorup ben adam olabilirim diyebilecek misiniz? Bunları söylerken abartmıyorum. Çünkü bu yaşa geldim, bunca çabanın sahibiyim halen böyle kafesleri parçalarcasına hamle yapıyorum. Siz, hazır yerde özgürlük alanlarında kıpırdayamıyorsunuz. Yaptığınız işte kargaşadır. Tabi mesele 'sen şu kadar suçlusun, sen şu kadar öyle değil' demiyoruz, öyle anlamamalısınız. Bu bir sistem meselesi, bir iradelerin sergilenmesi gereken mesele, o gücü gösteremiyorsunuz.
Hatta bazı iyi niyetler geliştirilmiş. İyi niyetlerle, yine ailenin namuslu evlat fedakarlığıyla kendini dağıtması, bitirmesi de söz konusudur. Aile namusu ki, zaten sizin namus anlayışınız bunu geçmiyor: İşte böyle kendini feda eden, üst düzeye çıkarmıyorsunuz. Büyük abiler, ablalar meselesi de beni daraltıyor. En büyüyen de bunu söylüyor, başka birşey söylemiyor: “Ben senin büyük abinim, beni dinle” Şimdi bu komutanların tüm meselesi de böyledir.
Halbuki biz bunlara karşıyız. Düşmanın bile son zamanlardaki iddiasi şu: “Gelin, tamam sizin üzerinize fazla gelmiştik, sizi inkar etmiştik, bazı şeyler düşünüyoruz ama önce büyük hakiminize bağlı olun, onun dediklerini esas alın, size birşeyler vereceğiz. Tamam anladık neye itiraz ettiğinizi ama büyüklerinize, büyük hakiminize öyle isyan edip durmayın. Böyle farklı bir irade dayatmayın.” Düşman cephesindeki politika bu. Diyorlar ki; “bunlar biraz isyan ettiler, tamam onları böyle oyalayabilecek bazı şeyleri önlerine koyalım” Sizi kendi halinize bıraksak düşmanla olası bir kabullenişiniz bunu aşmayacak. Aslında tüm toplumu hemen hemen bu hale getirmiş, birçok örgütü ayarlamış. Benim bazı çabalarım var, şimdi bunu halletmek istiyor. Bunun için aslında birçok tedbiri de almış, sizlerin de çoğunu ayarlamış aslında. Tabi dediğim gibi sorgu mantığım güçlü. Özgür irade, beğeni ölçülerim çok farklıdır. Bu sorun diyelim; sorun yaratan siz değilsiniz. Düşman karşısında kuzu gibisiniz buna eminim. Sizi halletmesi çok basit.
Açık söyleyeyim, biz buna tenezzül etmeyiz. Beğenilerimiz, bizim ölçülerimiz çok farklı, ben bunu büyük bir hakaret olarak görürüm. Sizin tarz yaşam, sizin tarz beğeni, sizin tarz birşeylere ikna olma, sizin tarz savaşma benim için bir küçüklüktür. Bırak değer vermeyi, saygı bile duyulmaz. Bu bizim savaşçılığımızdır. Ben savaşçılıktan zevk alan bir insanım, o tarz yaşam bizim gıdamızdır. Siz de bunun büyük yorgunu demeyelim ama adeta bunun altında ezilip büzülensiniz. Aşk yok, büyük öfkeler yok, dolayısıyla kişilikleriniz ancak ırgatçılık -varolan o eskiden hamalcılık- onun biraz yeni döneme uyarlanmış biçimi.
Abartma da yapmıyorum. Keşke içinizden böyle fırlayanlar olsa, bütün gücümüzle destekleriz. Ama o hava yok. Denedik, çoğuna yetki verdik, yüzüne, gözüne bulaştırdı. Keşke bazı anlamlı, içeriği güçlü istemleri sizde doğurabilsek. Aslında çoğunuz sözümona yaşamak istiyor. “Benim haklarım, ben ne zaman yaşayacağım” gibi bazı hisleriniz var, o da kendini kandırmaktır. Ciddi değerli şeyler istediğinize inanmıyorum. İnansaydım hepsi sizin olsun derdim. Sizin istediğiniz şeyler çok farklı, sigara gibi şeyler, uyuşturucu. Sosyetenin içtiği uyuşturucunun bir anlamı var ama sizin kendinizi uyuşturmanızın da hiçbir özelliği yok. Lafla uyuşturma, basit, incir çekirdeği kabilinden şeylerle kendini uyuşturma. Mesela ben de kendimi uyuşturmuşum. Beni uyuşturan nedir? Beni uyuşturan kesin büyük çabalardır. Mesela her ele aldığım olayda bir müthişlik var, bir çarpıcılık var, şok edici durumlar vardır. Beni de bunlar uyuşturur, ya da uyuşturmaz da hareketlendirir.
Gerçekten nasıl yaşayacağınızı insan hiç kestiremiyor. Serbest bıraksak önce kendini bol bol sere serpe yere atar, derinden bir sigara çekebilir. Canı birşey isterse onu yapar. Canı istemek, demin söylediğim gibi büyük amaçtan kopuk, onu zaten engel gibi görür, yani “çok sıktı” der. Toplumun küçük işleri, avrat işleri, koca işleri belki onlari biraz uğraştırabilir. Zaten aç kalır, herhalde ondan sonra da telaşla bir parça ekmeği kurtarmak için kendini şuraya vurur, buraya vurur. Zaten ömrü fazla kalmamıştır. Ondan sonra yaşayıp yaşamaması hiç önemli değildir.
Biz yaşamın böyle olmaması için o büyük fırtınayı kopardık. Halen fırtına havasında yol alıyoruz. Halen bu halimle bile bir dağlara düşsem, bir halkın içine girsem aynı heyecanla halen devam ediyoruz. Büyük dalgalar halinde yayılma, bir anlamı büyük olan işe yol açmak bizim halen bağlı olduğumuz bir ilkedir, bir hareket tarzıdır. Dünyayı verseler ben bu tarzımla değiştirmem. Yani hem de gönüllü, dikkat ederseniz beni kimse zorlayamaz. Böyle bir dünya acaba sizin için sözkonusu olamaz mı diye düşünüyorum. Çünkü bu sürükleyebilir. Bunun dışında hiçbir şans göremiyorum sizin yaşamınızda, yürüyüşünüzde. Tabi benim adıma da bu kadar kendinizi kandırmanız çok kötü, tehlikeli. Yazık edeceğiz, çünkü ben adamı kolay yaşatmam, bu da çok çarpıcı bir gerçeklik. Benim adamı kolay yaşatmama diye korkunç bir özelliğim var. Eskiden beri böyleydi. Adımız etrafında birçok söylenti var ve bu doğrudur.
Çok büyük bir ahdım, inadım var. Seni asla kolay yaşatmayacağım, hatta seni yaşatmayacağım biçiminde. Seni bu halinle yaşatmayacağım. Bunu müthiş çalışarak gerçekleştirdik. Tabi sizin de inatlariniz var ama sizin inatlarınız örgütsüz, zavallı. Benim ki çok daha planlı, örgütlü. Düşünün ve kendinizi benimle kıyaslayın. Aramızda hem büyük fark var, hem de birbirimize tersiz. Ama diyeceksiniz, sen kendi kendini bulup buluşturup yarattın. Doğru, belki de bunun tek ifadesiyim. Ama mühim olan mahkum olduğunuz gerçekler, çünkü hepiniz bana göre rahatsızsınız bazı düşmanlardan. Mühim olan onları parçalamaksa, onun tek ifadesi benim geliştirdiğim ifadedir. Savunma ve saldırı tarzı.
Biz sadece düşmanı rahatsız etmeyiz, sizin gibi uyurgezerleri de müthiş rahatsiz ederiz, yaşatmayız. Bunu biraz peşinen bilin, ona göre durumları ayarlayın. Tabi dediğim gibi sizin buna karşı savunma mekanizmanız korkunç bir kandırma. Ben bu yönünüze şaşıyorum. Lafla kandırıyorsunuz, ucuz pratikle kandırıyorsunuz, bana yutturmanız gerçekten zor. Ben çok zor beğenen kişiyim. Kendimi beğenmediğim için bu hallere düşürdüm. Sizi nasıl beğeneyim? Diyeceksiniz “vay bu başımıza gelen”, sizin başınıza bunu ben getirmedim, sizi bu duruma getirenlere 'vay' deyin.
Ben anama boşuna söylemedim. Suçlu! beni niye doğurdun ve savaştım kendisiyle. Siz halen soru bile sormuyorsunuz “ben bu dünyada nasıl yaşıyorum” diye. Bazı şarkılar var gidin o şarkıları bol bol söyleyin. Nedir o, 'ben nasıl yaşıyorum' diyor, Orhan Gencebay’ı yeniden dinleyin, yeni bir sürü genç popçular çıkmış, onları da dinleyin; onlarda bile devrimcilik var, sizde yok. Onlar yaşama itiraz ediyorlar. Tabi yaşam arayışları bizimki gibi toplumsal, siyasal değil; aşırı bireyci, toplumun aleyhine ama yine de bir devrimdir. Karşı-devrim temelindedir. Faşistler bile kendilerine göre çete oldular, müthiş milyarları vurdular. Dikkat ederseniz bütün o zenginlikleri ele geçirdiler. Onlar da faşistler için bir devrim.
En yoksul, en altta, en zavallı kalan siz oldunuz. Toplum nasıl mahkum edildiyse, Partinin içinde de siz bunu bana söylettiriyorsunuz “biz de böyleyiz”. Halbuki bana göre ben devrimciliği sürdürdüm, büyük bir devrimciliği sürdürdüm. Aslında mümkünse yeniden anılarınızı canlandırın. Nasıl doğdunuz, nasıl bu diyarlardan koptunuz, kimler sizi kandırdı, neden böyle çaresiz duruma düşürüldünüz? Hatta bir köşeye çekilip duygulanmanız için hüngür hüngür ağlayabilirsiniz de. Yalnız bunu açıkta yapmayın veya böyle bizim karşımızda çeşitli yetersizlikleri ortaya koyarak ağlamayın, köşeye çekilin, uygulama odaları var, orada bol bol ağlayın. Gözyaşlarınızı iyice sildikten sonra karşımıza çıkın. Çünkü ayıptır. Hiç ağlamadığım halde halen ben bile meydanlara tam cesaretle çıkmıyorum.
Hayret ettiğim diğer nokta da, nasıl böyle huzura çıkıyorsunuz? Her tarafta bakıyorum, salına salına birçok yere çıkıyorsunuz. Hele savaşa, şaşmamak elde değil. Ağlamadan çıkmak istiyorsanız gerçekten kendinizi gözden geçirin. Sizi zorla ne yaşama, ne savaşa herhangi bir meydana sürmüyoruz. Ama böyle cüretli bir tarzla da kendinizi dayatmayın. Allah size yardımcı olsun. Biraz yardımcı oluyoruz, o da yetmiyorsa dediğim gibi ananızla hesaplaşın, sizi doğuran nedenler var, onlarla savaşın.
Benimki semboliktir, aslında onlarla da çok savaştım, kıyamet kadar savaştım, sonra beni zorlayan bütün nedenlerle savaştım. Devletle savaştım, hatta tüm insanlıkla savaşıyoruz. Zaten başka türlü de olmaz. Beni yaşatmayan kimdir? “İnsanlıktır" diyebilirim. Mevcut insanlıktır, mevcut emperyalizmdir, mevcut sömürgecilik, en son TC faşizmidir. Daha sonra onun şartlandırdığı herşey. Bizim savaşı bu kadar genelleştirmemizin nedenleri şu: Beni yaşatmıyor bu dünya, beni yaşatmayan dünyayla benim savaşmam en doğrusudur. Diğer tarz nedir? Diğer tarz kölelerin tarzıdır, benim de köle olmaya niyetim yok. Acaba sizin de niyetiniz yok mu? Bu soruyu siz emin bir biçimde kendinize soramaz mısınız? Yani “ben bu dünyayla boğuşacağım ve asla köle yaşamayacağım” gibi bir kararınızın olduğunu sanmıyorum. Çünkü eğer bu karar köklü olsaydı fırtınalaşırdınız şimdiye kadar.
Çok ilginçtir, ben kendimi bu erken yaşlarda örgütledim. Korkunç bir filozofun göstermeyeceği akıllılıkla hemen hemen hayatın her anını birbirine ekledim ve planlayarak, çok duyarlı kılarak geldim. Sizde ise bunun en ufak belirtisi bile yok. Ne olacak, bana dayanarak yaşamak en tehlikelisidir. Herşeye dayanarak yaşayın ama bana dayanarak yaşamayın. Bana dayanarak insan ancak canından olur veya beni bile aşan bir kahramanlıkla ancak yaşama gücü gösterirsiniz. Benimle, bana dayanarak yaşamak mümkün. Bunu çok açık söylüyorum. Belki bir sırdır ama beni bile aşan bir kahramanca güç göstermezseniz ben yaşatmam. Ana-babamı bile yaşatmadım. Bacılarımı, kardeşlerimi benim elimden zor alıyorlardı.
Diğer özellikte şuydu: Küçük yaştan beri çocukları alırdım, bazı yaratım değerler vardı, onları paylaştırırdım, yaşama çekerdim. Ama nereye doğru çektim; işte bugüne kadar geldim bu yerlere doğru çektim. İçimizdeki bireyciliklerde ısrar edenlerin sürekli kulakları çınlasın onlara söylüyorum. Bireycilikle bizim içimizde yaşamak mümkün değil. Düzeni yaşatmıyoruz içimizde, düzenin basit bir kopyesini nasıl yaşatacağız? Bunun için diyorum acaba gönül gözünüzde böyle bir duygu, düşünce bir anlama yeteneği geliştirir mi? Şimdi bu nedir diye beni anlamaya çalışıyorsunuz. Dinler gibi gözüküyorsunuz, ama çok önemli bir iki doğruyu bile çıkardığınızı sanmıyorum. Değil bu kadar aylarca dersler vermek, birkaç tane yarım saatlik bir anlatım bile bizim gerçek militanı ortaya çıkarmaya yeter. Bugün yine Barzani temsilcisi “aman ateşkes” diye çağrıda bulunuyor. Bu bile sizin için ne anlama gelebilir. Bu adam 15 yıldır tek birşey, hatta 20 yılı aşkındır hiçbirşeyimizi anlamak istemedi. Yani bu gerillanın en büyük havası mı, kendilerine göre birşey yaratmışlar; “birincidirler, ilk sıradadırlar”. Şimdi bas bas bağırıyor. Halbuki en çok silahı olan, en büyük savaş ağasıydı. Herkes belki “ben silahla savaşamam” diyebilirdi, ama o demezdi. İşte o da bu noktaya geldi. Bu bizim tarzımızla ilgili. Eskiden sağa-sola koşuyorlardı. Şimdi direkt bana koşmak zorundadır. Çünkü bizimkilerin ağırlıklı bir bölümü sürekli kuyrukçuluk yapıyor, çoğu da kaçtı. PKK’den yüzlerce kaçan var orada. İnat ettik, bu mücadele tarzımızla bu noktaya getirdik. Yarın TC’de o noktaya getirilecektir. Yani kendime güveniyorum. Aslında bu örnekler kendimi kanıtlayacağımı gösteriyor.
Çıkaracağınız en önemli sonuç aslında olmalı, anlamalısınız. Barzani gibi birisi anladıysa, siz neden bu gerici tarzınızı bana dayatmakla, yani bir yerde iç savaşınızı böyle dayatmakla uğraştıracaksınız. Onun kadar güçlü müsünüz? Sizin tüm gücünüz zavallılığınızda yatıyor veya kendini kandırmakta. Ama bu yanlış, bu konularda da biz tedbir almışız. Baba, reis, Allah, peygamber kavramlarını aştırmışız. O açıdan ilkellikler savaşımını durdurun. Ama birgün Barzani gibi siz de yalvaracaksınız. “Ateşkes, ateşkes” diyeceksiniz. Yani size ayıp olur o zaman. Barzani zaten savaşıyor, bize bir faydası da yok. Barzani’nin savaşı parayla, kendi kendini büyüklük duygusuna kaptırmış biraz da politika yapıyordu. Belki anlamı var ama peki sizinki ne politikası? Vazgeçin, bana göre vazgeçmezseniz ne olur, elimden kurtulmak çok zor. Tehdit etmek istemiyorum ama savaşçı olduğumuzu da göz ardı edemezsiniz. Anam elimden kurtulamadı, siz nasıl kurtulacaksınız? Gidin sorun beni araştırın çok zor. Planlıyım ve birgün “aman Allah” diyeceksiniz. Yoldaş olarak bu duruma düşmeyin.
Benim de çıkaracağım sonuç biraz ciddi olacağım. Hiç olmazsa kendimi yürütebilecek bir tarza sahip olacağım. Asker olmak budur. Ne sanıyorsunuz yani biz neyiz, beni ne sanıyorsunuz. Madem bu kadar askerlik, silah dediniz, tabi ki ona göre sizden hakkini isteyeceğim. Düşün, askerliğin asgari kurallarıyla bile uyuşmuyorsunuz. Çocuklar gibi komando elbisesi giymişsiniz, naylon silahları da omuza takmışsınız, yürüyüş yapıyorsunuz. Yeter bu oyun! Bu işi artık gerçeğine göre yürütelim. Bu yaşta yapmazsak ne zaman yapacağız. Yapmayalım diyorsanız elinizi havaya kaldırın, “bu iş bize göre degil” deyin. Türk ordusunda bile denir işte; “Mehmetçiğin elbisesinin şerefi vardır.” Potininden tutalım, düğmesine kadar sağlam bağlarlar. Çünkü “şereftir” derler. Geçen gün biliyorsunuz eğitimsiz, cahil kadın ağzından yine birşey kaçırdı. “Şerefsiz onbaşı” dedi. Türk ordusu ayağa kalktı, toplum neredeyse üzerine yürüdü. Ağzından kaçırdı tabi, ama bu çok önemli bir söz. “Siyasi onbaşı” dedim diye kıvırttı durdu, ama asker anladı. "Sen misin, onbaşıya şerefsiz diyen?" dediler. Aslında gerçekten şerefsiz onbaşıdır, ordu sistemi ama çok bağnaz kendi sistemi. Onlar bu kadar bağnazsa, biz neden askeri gerçeğimizde ağırbaşlı olmayacağız. Ayıp olmasın söylemesi ama o Kemal Sunal’ın askerliğine biraz benziyor. Biz nasıl kabul ederiz. O açıdan çok ciddi olmak zorundayız, bundan kaçamazsınız. Yani Barzani gibi birisi bile yola geldiğine göre yavaş yavaş gerilikler, anlayışsızlıklar çok red edilecek şeyleri hızla bırakın.
Siz yoldaşlarsınız, bizimle savaş yürütme diye bir açık kararınız yok. Partileşmeye ordulaşmaya geldiniz. Gençsiniz, belki ben yorgun, argın, dargın olabilirim, ama sizin olmamanız gerekiyor. Kendinizi biraz toparlayın, inandırıcı olun. “Ben dayanamıyorum” diyen bizzat gelip başvursun ama kendini kandırmasın. Birkaç yılınızı adayın bu işe yigitçe, dürüstçe. Zaten herşeyi kaybetmişiz. Belki bu tarzda ısrar edersek bana göre tek şansınızdır. Ama bu sefer tamamını temiz anlayın. O kadar eleştiri yapıyoruz, bir daha olmasın yani aşılsın. Herkes yiğit olamaz. Yiğitlik istiyorsanız ölçüleri bunlardır. Bize layık görmüyorsunuz. Birkaç tane yigitçe ifade ve kişilik bizde de çıksın, bunu kendimize layık görelim. Biliyorsunuz sizin yaptığınızı gerçekten kocakarılar bile yapmaz.
Son dönem çözümlemeleri bu anlama geliyordu. Sanırım okumuşsunuzdur, epeyce yoğunlaştınız da. Umarım doğru yoğunlaştınız. Ordu kurmakta kararlıyız bunu her saha için söylüyoruz. Kültür kurumlarının ordulaşmasından tutalım, en askeri sıcak savaşım ordusunu kurmaya kadar, kadın ordulaşmasından tutalım, televizyonun ordulaşmasına kadar, hepsinin tutturulması gereken düzeyi olacak. Buna denk gelen adımları atarsanız bana göre devrim için en doğrusunu yapmış olursunuz.
Muhtemelen dediğim gibi algı düzeyiniz, yaklaşım düzeyiniz çok ters. Bu bize karşı bir savaş ama dediğim gibi en büyük ağayı dize getirdik. Ondan sonra sizin gücünüz ne olacak? Tabi boyun eğin anlamında değil, ben sizden boyun eğmenizi istemiyorum. Doğrulara büyük bir duyarlılıkla, yüreklilikle yeterli çabaya sahip olmakla gerçekleştirilmeli. “Bu yiğitliği göstereceğiz, bu konuda ısrarlı olacağız ve mutlaka adam olacağız” diyeceksiniz. Bunu yaparsanız kesinlikle bizimle olağanüstü yürüyebilirsiniz, coşarak hatta. Yok gereklerine böyle yaklaşmazsanız “biraz daha kendi tarzıma göre, biraz daha kendi inadıma göre, kendi küçücük numaralarıma göre” derseniz, acımasız otorite sizi giderek zaten boşa çıkarıyor. Son noktaya kadar da sizi sıkacaktır. Bu bir tehdit değil, doğrulara gerçekçi ve zaman kaybetmeksizin yaklaşma saygınlığı demektir. Yani kendinize değer biçmedir. Kendinizi gerçek ölçülerle adam haline getirmeye cüret etmektir. Mecburuz buna, en iyi işimiz budur. Devam edeceğiz bu çerçevede.
Benim bütün bu anlattıklarım aslında hem ilk derstir, hem de son derstir. İlk başlangıç sözleridir, son zafer sözleri de bu temeldedir. Uzun yıllar gördüm ki, bir türlü gerekene ciddiyetle yaklaşmadığınız için çok zora girdiniz, çok zarar gördünüz ve verdiniz de, yenildiniz, az başardınız. Bunları aşmak istiyoruz. 'Ben buna inanıyorum, sizi de inandırmak istiyorum' demeyeceğim aslında açıktır da. Biraz anlayışla yaklaşırsanız neden olmayasınız? Sizi engelleyen ciddi bir engelin kalmaması gerekiyor. Zorla kendi kendimizi de engel olarak dayatırız derseniz, bu iş olmaz. Böyle bir özgürlük kimseye yoktur, yani adam olamamanın bir özgürlük olduğuna inanmıyoruz. Geriliklere, bütün kaybediş nedenlerine özgürlük istemek, doğru bir özgürlük anlayışı değildir.
Özgürlüğün tek doğru tanımı, büyüyen, zenginleşen, yaratan kişi olma, halk olma, ulus olma, insan olma ifadesidir. Bunun dışındaki tanımlar asla özgürlük sözcüğü ile izah edilemez. Daraltmayı istemek, yenilgiyi istemek, tembelliği istemek, ilgisizlik, bilmem işte örgütsüzlük, başarısızlığın bir çok nedenleri, rahatlığı istemek, anlayış istemek doğru bir özgürlük istemi değildir. Onun için diyorum vazgeçmeniz gerekir. Özgürlük mü, bireycilik mi dersiniz bunlar yanlış. Diğerini, yani gerçek özgürlüğü, onun savaşımını mühendis inceliği ile ölçelim. Yine büyük bir siyaset meydanı gibi tartışalım. Yürekle, yüksek anlayışlarla böylesi özgürlük savaşımını yürütmek, hatta niçin, dolayısıyla nasıl yürüyeceğini kestirmiş savaşçılar topluluğu oluruz. Bu gereklidir, en iyisidir de.
Tekrar vurguluyorum, herşeyden kaçılır da bu tarzdan kaçınılmaz. Çünkü ne de olsa biz savaşın içindeyiz. PKK artık ulusal, uluslararası, siyasal, askeri olarak hem özgürlük iradesidir, hem de çembere alınmak ister. Amansız bir savaş hareketidir ve gerekli bu. Çünkü ben kırk yıldır gerçekten araştırıyorum, bunun dışında bizim iflah olacağımıza dair hiçbir ipucu yoktur. Yalan! Bize sunulan bütün reçeteler yanlış yazılmış. Tek doğru yaşam reçetesi budur. O açıdan zaten bazı önemli gelişmeler de var.
Dikkat edilirse PKK olayındaki gelişme hem ulusal, hem toplumsal gelişmedir, başattır, hakimdir, hem de dostun düşmanın dikkate aldığı tek önemli gerçekleşmedir. Zaten yürekçe de görüyorsunuz bu güzelleştiriyor, insanı anlamlı kılıyor. Yaşam dediğimiz olayı mümkünse böyle elde etmek imkan dahiline oldukça girmiştir. Bununla oynamayalım, tabi bunun için de anı anına savaş gerekli olduğunu asla gözardı etmeyelim. Tam tersine giderek pekişen saflar, gelişen düşünceler, duygular giderek kendini örgütlesin ama ciddiyetle, herkesin belli bir katkısı olmalıdır. Kimse kimsenin emeği üzerine ucuz kurulmasın. Herkes özgür, yani sosyalist emekle -o yaratıcıdır da- katılsın ve özgür kimliğin ifadesi olsun. Bir yarış olacaksa yine bu temelde olsun. Sanırım bu bizi böyle tam başarıya doğru götürecek.
Nereden bakılırsa bakılsın gelişmeler bunu göstermiştir. Belki çok zorlandık, tek başımıza büyük yüklendik ama mühim olan sonuçtur, gelişmedir, o da vardır. Bunu kendinize artık utanmadan, sıkılmadan mal ediyorsunuz. Ama bunun çok usta bir savaşçısı kadar, yöneticisi ve onun her alanda gerekli emek savaşçısı oluyorsunuz. Bu konuda son derece düşünceli, planlı olmak kadar yerinde, gerekli çabayı da esirgemiyorsunuz. Bu işte yeni kadro çözüm tarzıdır. PKK’nin kadrosu işte böyle çözüme kavuşur ve kavuşturur. Bu da sonuca götürecektir. Bu okulun en temel görevi bu kadroyu yaratmaktır. Buraya bunun için gelinir.
En yüce, halkımızın, insanlığın da önünde en değerlı çalışmadır. Çok zor gerçekleştiriliyor. Düşmanı bol, hatta diyebilirim ki en büyük savaş gerçeğidir bu. Mutlaka gereken dersleri tam almanız lazım. Bütün boyutlarıyla, felsefeden tutalım basit lojistik, yani maddi yaşam olanaklarının bile iç içeligi hep burda veriliyor, öğretiliyor. Diplomasi, bilmem uluslararasi realiteden tutalım, bizim en gizlenmiş, kaybedilmiş gerçeklerimizi bulmaya kadar az-çok burda en iyi öğretiliyor. En çarpıcı ve çok gerekli savaş taktiklerinden tutalım, yaşamın en duyarlı yönlerine göre hepsine belli bir açıklık kazandırılıyor. Yegane okuldur da. Büyük bir şans olarak görmeli ve tabi bir halka, hatta bir insanlığa karşı sorumlu olduğunuzu bilerek bu okulun değerini takdir edeceksiniz. Doğru öğreneceksiniz, doğru çıkacaksıniz. Bana göre bunu hem hak etmişiz, hem de başka çaremiz yok. Ben bile bu kadar dayanabiliyorsam, bu anlamının büyüklüğünden dolayıdır. Şimdiye kadar ki yetersiz katılımları muazzam bir yeterliliğe dönüştürmeli. Yani burası merkezi bir okul olduğundan dolayı söylemiyorum tüm Parti için geçerliliği var. Her saha için, bu okulun bir mekanla da ilişkisi yoktur, yani şuranın buranın okulu da demiyoruz dikkat edilirse. Partimizin temel kadro okulu.
Buradaki derslerle Parti militanlığı yapılır. Her yerde ve her zaman bu derslerin öğrettikleriyle yaşamı, savaşı yaratmaya koşulur. Başka da vurguladığım gibi gelişme, başarma yerimiz yok, olanağımız, okulumuz yok. Ciddi eğilmelisiniz, sonuç aldığınızda “iyi bir öğrencisi oldum, alınması gerekeni aldım” dediğinizde biz güvenebilmeliyiz. Gittiğiniz yerin hem yılmaz hem başarılı bir savaşçısı olduğunuza emin olmalıyız. Hedef bu olmalı. Bunun için günlerinizi çok iyi değerlendirin. Bütün değerlendirmeler elinizde. Bana göre küçümsenemez çalışmalar sunulmuştur. Kendinizi günlük olarak örgütleyin, gerekeni alacaksınız.
Benim fazla müdahale etmeme de bence gerek yok. Çünkü şimdiye kadarki dersleri anlamadan benim başka dersleri derinleştirmem bana pek tutarlı gelmiyor. Mevcut dersleri iyi özümseyin ki daha derinleştirmeyi bir istek haline ben de kendim için getireyim ve gerçekleştireyim. Kısaca size bağlı, biz üzerimize düşeni yapmakla da yetinmiyoruz ama alamazsanız, aldığınız boğazınıza düğümlenirse ben ne diye vereyim. Aldığınıza dayanarak daha iyi alacağınıza inanarak kendi katkılarımı tabi ki sunuyorum.
Bu çerçevede ülkemize taşırılan değerli gruplarımız oldu. Ağırlıklı bölümü görev sahalarına ulaşmıştır. Bu değeri takdir ederlerse çok önemli bir gelişmedir. Büyük bir imkandır, şanstır ama mutlaka gidenler bunu bütün bir sorumlulukla ve çok çarpıcı yeniliklerle birlikte bu oldukları alanda yaşamsal kılmaları, başarıya büyük bir tutkuyla bağlanmaları gerekir. Bu eğitsel çalışmalarımıza devam ediyoruz. Hatta her zamanki hedefimiz şudur: Önceki devrenin yapamadığını bir sonraki devre yapacaktır. Tam başarılamayanı başaracaktır. PKK’nin oldum olası bir sloganı da budur ve biz şimdiye kadar bu slogan, bu temel kural altında devrelerimizi daha ön-cekilerini tamamlayan bir biçimde ele aldık ve şimdi görüyoruz ki bu sonuç almıştır.
Dolayısıyla bu devremiz de daha önceki tüm devrelerin yapamadığını yapma gibi bir amaca da sahiptir. Bunun için bütün diğer devrelerin tecrübesini iyi özümseyecek, sorunlarını görecek, çözüm imkanlarını bulacak ve bunu gösterdiğinde işte kalanı da ben tamamlarım diyecektir. Kesinlikle nicel ve nitel düzeyimiz buna cevap verecek durumdadır. En doğru yaklaşım budur ve burada ciddi bir engel olarak da şu anlayışı, şu kişiliği, bilmem kimliği, şu geçmişi ve şu düşman dayatmalarını görmeyelim önümüzde. Varsa da aşma ustalığını gösterelim. Bunun için sanırım buradayız ve Partimizin bu genele de yayılacak devresine burada öncelikle kendimizde bir cevap veriyoruz.
Her zaman Önderlik sahasının şöyle bir özelliği vardır: Geneli sürekli etkiler ve bu etkileme de gerçekten düşmanın son yönelimlerine bakalım, iç ihanet sanırım çözülüyor, ağırlıklı olarak çözülme ihtimali her zamankinden daha fazla yükselmiştir. TC’nin de fazla inat edeceğini sanmıyoruz. Belli bir çözüme doğru taşırılıyor. Tabi düşmandır o, ufak bir fırsat buldu mu imha etmek isteyecektir. Ama bizim de dayattıklarımız az değil, bunu daha da böyle dayatırsak sanırım bunu biz çözeceğiz. Bunu artık neredeyse düşman kabul eder noktaya gelmiştir. Ama tekrar söyleyeyim, bu ağır sorumluluk bizim sırtımızdadır. Öyle geçmişte yaptığınız gibi rolünü savsaklayarak, işte imkanlar artmıştır kendimizi bilmem böyle dayatarak bu bir felakettir. Zaten çoğumuzun ne kadar zor duruma düştüğünü gözönüne getirirseniz, ısrar ederseniz önce siz halledileceksiniz.
Devrimin öncü kadrosu gereken disiplini, yüksek sorumluluğu, çözüm yeteneğini bir an bile savsaklayamaz ve onu oportünistçe istismar edemez. Eğer bunu anlıyor, gereklerine göre kendimizi yatırabiliyorsak bana göre bu işler kesin bu devre temelinde de daha sağlam yürüyecek. Varolan birçok eksik, yanlış giderilecek. Başarı için çok gerekli olan bazı hususlara da ulaşacak ve tam başarıya gitmede çok önemli bir rolü oynayacaktır.
Reber APO
2 Ekim 1997
- Ayrıntılar
Sizde bu gerilik, emredilen, anlaşılması gereken hedefe göre, çizgiye göre değerlere gelmedikçe bizdeki tabi kendimizi kaybetmeyeceksek sözümüzün sahibi olacaksak bu yüklenme devam edecektir. Dayatmalarla size iş yaptırmak mümkün değil de, fakat bir insanın kendi içinden bazen hırsları, öfkeleri, kederi olur ve her zaman dediğim gibi herkesin üzerinde düşünmesi gereken gerçeklere ilişkin anlayışının arzusunun gelişmesi gerekir. Siz de bunlar da çok zayıf. Gelip böyle bir düşmanın sadece bir halkın siyasi iradesini kırması ve mutlak yönde hakimiyetini kurmasını yeterli görmediği, beyinlerine, yüreklerine kadar girip tanınmaz hale getirmesi, hem oldukça hasta ve çaresiz, hem de tüm yönleriyle bir sinir hastalığına tutulmuş kişiler yarattıkça işlerin ne kadar zor olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyoruz.
Mesele sadece siyasi anlamda yenilgi hakimiyeti olsaydı, onu çözmek ona karşı tedbir geliştirmek rahat olabilirdi. Biz bunu daha önce yaptığımızı sanıyorduk, ama şimdi görüyoruz ki yürüyemeyen kişilik yapınız, daha değişik, çok daha derinlikli bir vuruluşu, beyinden ve yürekten büyük tahribatı yaşıyor. Hatta birde birisi kendinden tamamen vazgeçtimi, sağlığına kavuşmayı bile mesele yapmadı mı bu insandan herşey beklenebilir. Hasta hep kendine bakılmasını ister, halbuki kurtuluş örgütünün tarifi gereği hasta bir toplumu sadece tedavi etmek değil, onu sağlığına kavuşturmakla onun için düşmanlarıyla, mikroplarıyla da savaşmayı gerektirir. Bırakalım bunu, kendi sağlığınıza bile fazla emniyet vermeyişiniz sizi nereye götürecek? Tabii bu bir anlatım türü.
Devrimciler için özellikle olmaması gerekiyordu. Başlarken bu işe, devrime başlarken diyeceğim bunu da fazla tutarlı gerçekçi bulmuyorum. Aslında sizin, yaşamın edebiyatına herhangi bir anlam verdiğinizi sanmıyorum. Bireycilik anlamında bile birşeyler yapmak istediğiniz de kuşkulu, o kadar derbeder. Şimdi ben devrimciliğe birkaç sözcükle başladığımda o gündür bu gündür tarzımı, tempomu düşürmeden geldim. Mesele öyle bilinç, bazı imkanlarla yola çıkmak değil, dünyada benim kadar az bilinç ya da az imkanla yürüyen ve düşmana karşı çıkan olmamıştır, ama biz buraya kadar kendimizi getirdik ve şimdi sizi zafere götürecek imkanları bile önünüze koyduğumuzda sorun olmaktan başka elinizden gelen ne var?
Düşünün, bizde de bir sorumluluk anlayışı vardı. Biz tek başımıza çıktık. Olağanüstü anlayışlı olma, olağanüstü ilgi duyma, büyüme, çok sıradan imkan var mı, yok mu, onu yaratma, bununla biz buraya geldik. Halen uğraşıyoruz. Kendinize bakın, kendinizden iğrenmiyor musunuz? Hazır bu kadar imkanla devrimde yürümemeyi siz nasıl kendinize izah edeceksiniz? Sadece yaramazlık, dediğim gibi düşmanın provake ettiği kişilik. “Ben sinirliyim, ben bozuğum, ben şuyum.” Sersemliktir, bu kelimelerle siz neyi izah edebilirsiniz? Bunu söyleceğinize bu işin içine ilk adımı bile atmayacaktınız. Hayret ettiğim nokta bu, insanın biraz saygısı bile olsa, bırakalım devrimin içinde niye böyle yaşıyorsunuz? Size kim söyledi böyle yaşanılabilinir?
Yani ilk terbiyeyi nasıl almak gerektiğini size söylüyorum. Şimdi çok açık ki rezilsiniz, çok açık ki düşman kapısında da beş metelik etmiyorsunuz. Nereye gidiyorsanız kapılar kapalı. Bu çok açık, herşey aleyhimize. Peki insan bundan hiç bir sonuç çıkarmaz mı? En çok çıkarılan sonuç; lümpenizme sarılma, 'kafam karışık, her tarafım delikdeşik', her türlü ucuz kişilik numaraları. Peki bununla ne kazanılabilinir?
Önyargıları yaşam konusunda kırmak gerekir ve çok ciddi bir hazırlanmayı becermeniz gerekiyor. Aklınız biraz çalışmaya başlamışsa kendinize soru sormayı ve işlerin gidişatı hakkında bir hükme varmayı bilmeniz lazım.
Benim bu devre süresince sadece size değil, kendime de dahil hep sorduğum soru; 'keşke böyle yaşanılmasaydı'. Hep anama söylediğim o ilk söz aklıma geliyor. 'Sen misin beni doğuran, sen suçlusun' dedim. Bütün doğuşunuzu suç olarak görüyorum. Aslında bu halinizle suç kişiliğidir. Fakat ben dersimi almıştım ve kendimi müthiş eğittim. Düşünüyorum, benim eğitilecek hiçbir imkanım yoktu. Sömürgeci okullar insanı zaten sürekli baştan çıkarıyordu. Üniversitesine kadar, yaşam konusunda, gerçekler konusunda. Tek başıma bana yön verebilecek doğruları bulmaya çalışıyordum. Bu yaşam şansını kaybetmemek veya yaşayacaksam doğru yaşayabilmek için.
Şimdi size bakıyorum hiç yaşamı sorgulama yok, yanlış yaşayıpyaşamadığını değerlendirme yok. Bir hastalık ki hepsi Kemalizmin veya onun zorla ayakta tuttuğu her tür gericiliğin şartlandırması altında, ipe sapa gelmez, yaşam adı altında her türlü rezalet, kepazelik, beyinsizlik, yüreksizlik var. Ben hala şaşıyorum. Başını sallıyor, geliyor. Yaşam hakkında bu büyük bir ayıptır. Ben onun için terbiyemi çok sıkı yapmaya çalıştım. Yani insanlar karşısına çıkacaksam illa bir doğru çözümüm olacak dedim. Ve kesin attığım adım kabul görecek. İşte terbiye, ilkem bu iki kelimede gizli, ben hiçbir zaman düşman da dahil karşısına bir anlayışsızlıkla çıkmadım. Yersiz bir söz söylemedim. Size bakıyorum, bu kadar eğitmeye çalışıyorum yanlışlıklar şurda kalsın hepsi çaresizlikten ibaret. Bir gururla bir yere giriş yok, ülkeye gidecekler, endişeliyim yani hangisinin doğru bir adım atacağı konusunda sağlam bir güvenim pek gelişmiyor. Gidecek, nasıl kandıracak kendisini, nasıl kişilerle oynayacak, nasıl kendi kendini uyduruk yöntemlerle dayatacak? Budur genele hakim olan anlayış. Çünkü gurur yok. Çünkü derinden anlama yok. Çünkü gerçekten büyük bir işi yapma istemi yok.
Örgütlenmemiş kişilik yapısı, dayatmacı, oldukça despotik, anlayışsız ve çirkince. Fırsat buldu mu eğer biraz da yetkiye kavuştu mu, onun hiç anlam önemini gözönüne getirmeden, kör güdülerinden ne geliyorsa onu dayatır. İsterse canı çıksın. Vicdanı buna kadar götüren bir kişi hiçbir şeyi başaramaz, iyi geliştiremez, zaten diğerleri de büyük çaresiz. “Ben devrim yapacağım. Ben işlere yön vereceğim, birşeyler başaracağım.” Bırak bu duyguyu rahat yaşayabildiyse kırıntılar da yeter. Hele bir sigara buldu mu o kadar. Büyük hevesler, büyük arzular, büyük umutlar, bazı büyük işlere kendini yatırma aklına bile gelmez. Peki biz ne olacağız? Düşünüyorum da sizleri, yaşamı bundan sonra nasıl geliştireceksiniz? Hadi hepsinden istemiyoruz da, 'burada şöyle bir yaşam rotası geliştirelim veya rotası çizilmiş bunda yürüyelim' diyen bir yiğit çıksa insan yine 'bravo' diyecek. Binlerce içinden bir tane yiğit çıkmadı. Göreceksiniz belki siz de o kadar söz vereceksiniz herhalde yine çıkmaz. Tekrar söyleyeyim, bunda kasıt aramıyorum fakat kurgulanmış kişilikleriniz buna fazla yer vermeyecek.
Bu saha çalışmaları bana göre çok önemli. Biraz iddiası olana dağlar kadar iş yaptıracak çözüm gücünü herhalde suyun bu tarafında bırakıp gidecek, Yine kendisi nasıl bilirse öyle yapacak. Başarıymış, planmış, imkanmış, önemli imiş, birşeyler yapmak imiş, havaya uçar hepsi. Gerçekten insanı üzen şeyler. Nasıl vurulduğunu bile anlamadan gitmek. Savaştığını sanarken, belkide çok acımasız bir şeye girerken tüm bunları normal kabul etme. Bana doğalken, nerede ne mümkün doğal gelmesi bunu insana en büyük hakaret ve talihsizlik olarak görüyorum. Sizin bu tarz yürüyüşünüzü, herşeye bakışınızı, yorumlayışınızı zaten yorumlayışta yok tamamen çaresiz.
Olgun olmayı redediyorsunuz, anlayışlı olmayı redediyorsunuz. Birbirinize ne kadar muhtaç olduğunuzu anlamak istemiyorsunuz. Doğru temellerde yaklaşımın özünde inkar var. Nasıl böyle olmuşsunuz şaşıyorum. Bu bir güç meselesi. Neden bu kadar güçsüz düşürülmüşsünüz, neden biraz güç olmayı bilemediniz, hayatı neden bu kadar boşa geçirdiniz? Gerçi geçirttiler size artık yani sizin güç olma gibi durumunuz da hiçbir zaman olmadı ki. Düşmandan bir maaş alan kendini dünyanın en mutlu insanı hissediyor. Felsefe bu iken güç olma nerede aklınıza gelebilir?
Fakat bu benim adıma olunca ben öfkeleniyorum. Düşman sizinle herşeyi yapabilir de benimle bu olmaz, ben farklıyım. Bana aynı numarayı yapmak çok büyük öfkeme yol açıyor. Çok disiplinli, çok çalışmayı doğru bilen ve sonuçlarını da müthiş değerlendiren birisiyim. Sizin bu bana yaptıklarınızı yememyutmam imkansız. Benim adıma değil, sizi çalışma sahamda tutmam çok zor, sizi kabul etmem, yönlendirmem çok zor. Çünkü benim arkadaşlarım böyle olmaz. Böyle değil savaşçılık, böyle sürü bile besleyemez veya çobanlık bile yapamazsınız. Önderlik diyorsunuz, ama sizin yaşam çalışma tarzınızı bir çobanlık düzeyinde kabul edip size maaş vermem bile imkansızdır. Yapacağım ilk iş sizi muhasaraya (ablukaya alma) alıp, bir deliyi tımar eder gibi tamir etmek olacaktır. Bu kadar hassasiyet var.
Tabi hep öyle sözler söylemek istiyorum ki, yani bu anlamsızlık bana düşmanımdan daha öfkelendirici geliyor. Bunları yalnız başına size söylemiyorum, bütün camiaya, sözümona bu çizgi dahilinde olanlara söylüyorum. Nasıl cesaret ediyorlar bu sahada anlamıyorum, nasıl benim okulumda uluorta yapılıyor? Size bunu kim söylüyor? Daha da kötüsü oldu yanıbaşımızda, benim mutlak kurallarımla çelişen sürü sürü kişi eğitime gelmiş. Sözde burada bu kadar ders verdik, bir tek dersin ruhuna uygun davranış göstermediniz. İlgisizlik, bilmem her türlü sergilediğiniz o tutumlarınz var. 'Çok önemli bir hususa kafa yordum, kendimi burada müthiş ele aldım' diyeceğine, bırak onu tabi derin tarihi endişesi olmayanlar, bir halk uğruna gerçekten birşeyler yapma gereği bulmayanlar böyle davranır. Sanırım sizin durumunuz biraz buna da benziyor. Sanki o düşmanın söylediği; ‘bizim bu kölelerimizi baştan çıkardın’ gibisiniz. Köydeki yaklaşımlar da buydu, devletin de yaklaşımı buydu. Aslında sizi baştan çıkarmakla saflara kazanmıştım. Baştan çıkarmaya uygun durumunuz da yok. Bunu da sanırım iyi biliyorsunuz.
Bütün bunları kendi adıma hata yapmamanız için çok çarpıcı konuşma gereğini duyuyorum. Şunu hiç unutmayın bu ülkede değil elde silah savaşmak, benim gerçeklerim dışında yaprak bile kıpırdayamaz. Bunu kulağınıza gerçekten küpe değil kurşun yapın, asın. Bu böyledir; siz serserisiniz, siz bu ülkede silahla dolaşırken süper serserisiniz, bize hakim olan anlayışla uzaktan yakından alakanız yok. Benim bunu kabul etmem imkansiz. Savaşmayin bunu çok açik söylüyorum, benim adıma diyorum veya kendi adınıza olduğunuzu sanıyorsanız yanlış anlıyorsunuz. Gidin büyükbabalarınıza söyleyin böyle elde silah dolaşılamaz, hata yapıyorsunuz. Yürekleri hoplatıyorsunuz, büyük yanlışı yapmaya hakkınız yok, kimse size bu yanlışı yapın demiyor. Bu savaşın sıfırdan başlatıcısı benim ve sorumluluklarıma halen sahip çıktığımı açıklıkla belirtiyorum. Ama siz de o zaman bu neyin nesidir diye biraz kafa yormaya çalışın.
Tekrar vurguluyorum gidin bütün dünyaya danışın, silahsız mücadele çizgisi mümkünse ben sizi kabul ederim veya bu sandığınız bireysel tarzınızla silahçılık mümkünse onu da kabul ederim. Ama araştırın bütün kitapları, Kürdistan tarihini, sizin devrimciliğinizi kabul eder mi? Benden aldığınızın hepsi sizin olsun ama böyle bir durum yok. Kendinizi çok ters dayattınız ve tanınmaz hale getirdiniz. Şimdi bizi de patlatmak istiyorsunuz. Ayıp, gidin babanızın yanına, o size izin versin, benden neden onay istiyorsunuz?
Onay benim bizzat kendime uyguladığım yaşam gerçeklikleriyle mücadele tarzıyla bağlantılıdır. Eğer onunla olursa onay olur. Başka türlü ben sizin bu savaşçılığınızı mümkün değil onaylamam. Hiç moralinizi bozmayın, gidiyorsunuz eğer bizden birşey anladıysanız uygulama gücünüz varsa izin isteyin aksi halde imha olunur, ben onun altından kalkamam. Ölürseniz sağıma dönüp cesedinize bile bakmayacağımı bilmelisiniz. ‘Bir Başkanımız var, duyarlıdır, biz onunlayız’, hayır! Bu bir hastalıktı gitti diyeceğim. Ben sağlığıma çok düşkün bir insanım, gerçekten fiziki olarak bile ufak bir yaram oldu mu mutlaka onu aşmak zorundayım. Ufak bir sızıntıyı bile kolay kolay kendimle taşımam. Bunlar Önderlik hassasiyetleri. Bu hassasiyetle olmayan savaşçı benim savaşçım olamaz. Dolayısıyla savaşamaz da. Yeniden uyarıyorum yani bu hassasiyeti yakalayamamışsanız söyleyin size bir çare bulayım. Bir kenarda, bir köşede sizi bir yere yerleştirelim.
Biz gerçekten çok sağlam kişiliklerle yürümeyi esas alan kişilikleriz. Ben sizde ucubeliği gördüm. Bu son yıllarda savaşçılık adı altında sergilediklerinizle, çok büyük amaç bağlılığımız olmasa, düşmana karşı yenilmemek için çok büyük bir savaşımın içinde olmasaydım, sizin değil yıllarca saflarımızda kalmanızı, bir gününüzü bile kabul edemezdim. Bunu itiraf etmeliyim. Bana ne böyle yanlış yetişmişseniz? Vurmuş düşman, düşürmediği, kırmadığı, dökmediği, biçim vermediği hiçbir yer bırakmamış, bunu bana sunmak mümkün müdür?
Şiddetle kendimi savunma gereği duydum bu devrede. Ben de bir savaşçıyım. Sizden en yaşlısıyım fakat dikkat edin yani bir savaşçının olması gereken tüm özelliklerini kusursuz sergiliyorum. Ben de disipline bağlıyım, mesela düşünce, duygularıma tamamen savaş temelinde hakim olacak durumdayım. Değerlendirmelerim, tedbirlerim hep yerinde değil mi? Gözleriniz bunu görmüyor mu? Siz gidiyorsunuz bir ad bile veremiyorum yani savaş adı altında işlemedikleri halt yok, neymiş de bu da Apoculukmuş. Tamamen uyduruyorsunuz. Herşey olursunuz da Apocu olamazsınız. Bu trajikliği mutlaka sona erdirmeliyiz. Sizin gibi ne savaşılır, ne yaşanılır, ne ölünür.
Siz Agit’i büyük bir komutan olarak adlandırıyorsunuz. Bunda da büyük bir abartmacı, yalancısınız. Agit’in özelliği şuydu; saygılıydı, hareketlerinde hiç rahatsız edici yön bulamıyordum, zaten savaşmadı, bir yılı ya oldu ya olmadı, böyle büyük eylem falan da yapmadı. Agit’in özelliği bu işte yüreğini, beynini doğru koymaya çalışmasıydı. Benim onun kişiliğinde gördüğüm tek yan buydu. Bunu yücelttim, ben böyle sizin sandığınız gibi “büyük komutan, büyük işler yapan” diye değerlendirmedim. Atıyorsunuz siz, atıyorsunuz. Ama ahlakı çok güzeldi, çok terbiyeliydi ve oldukça disiplinliydi, attığı her adımı günlük olarak not ediyordu, ders çıkarıyordu. Toplantıda arkadaşlarına vermeye çalışıyordu ve oldukça çekici bir dille, kişilik davranışlarıyla bunu sergiliyordu. Yaşayamadı zaten, dediğim gibi bir senesi olmadı pratik içinde, ama bizim için çok önemliydi.
Sizin bütün özellikleriniz bizim esas aldığımız bu kişilik tarzı ile çelişiyor. Bakın günlük olarak yaşamında ders çıkarmak, bir toplantıda tartışmak, not etmek, yarını doğru planlama, tabi bütün bunları yaparken şematik değil, oldukça gerçekçi düşüncesini biraz zorlayarak ve yoldaşlarını hiç zorlamadan, onların bütün temel ihtiyaçlarına anlam vererek eğitme, siz hiç bunları yaptınız mı şimdiye kadar? Çok tuhaf adamlarsınız. Haki Karer’i hatırlıyorum. Antep’te ben bir gün odasına, çalıştığı yere gittim. Biriketlerle yeni yapılan ve pencereleri açık, hiçbir sıvası bile olmayan bir odada bir küçük grup gençle eğitim yapıyordu. Açtı çalışmasını önüme sabahleyin halen hatırımda. Birkaç zeytinle o çocuklara neler veriyordu, artık birkaç kuruş parayı sanırım zor bela kazanıyor. Ki sonradan Adana'da bir ara hammallık bile yapmış diye duyduk. Bu şekilde o grubu besliyormuş ve gecegündüz onların eğitimiyle uğraşıyormuş. Bir günlük çabasını böyle hatırlıyorum.
Şimdi size bakıyorum; eldeki parayı çarçur etmede, silahları paslandırmada, lojistiği bilmem tonlarca sağdasolda çürütmede, düşmana kaptırmada, dağ gibi mevzilerin gereklerini yerine getirmemede üstünüze yok. Sizin PKK militanlığı ile ne alakanız var? Hele bir de günlük yapılan hatalara bak, en ufacık bir savaş kuralını gözönüne getirmiyor. Son kayıplara bakın; roket düştü 3 kişi öldü, 5 kişi öldü, 10 kişi yaralandı. Rakamlar hep böyle. Kayıpların hepsi topla ilgili, gelen mermiyle ilgili. Savaş sırasında bir top en çok 5 metre çapında bir yeri tahrip eder. Olsa olsa orada da 1 kişi bulunur. Ya değer, ya değmez, değse de yüzde 50 şehit olur, yüzde 50 kalabilir. Ama bakın bizimkilere top geliyor içlerine düşüyor. Belli ki hepsi grup halindedir. Sürü psikolojisi ile hareket ediyorlar.
Bin defa size söyledik, düşman havadan ve karadan teknik kullanıyor, siz de bunu biliyorsunuz. Niye peki 10 metre aralıklarla mevzilen miyorsunuz? Çünkü onlara hakim olan gerilla psikolojisi, tarzı değil, sürü psikolojisidir. Bu basit kural size tarzınızı hatırlatmak için, “boşver gerek yok” tek elimden gelen bu. Utanmadan bir de soruşturuyorlarmış, ne soruşturması. Hergün kendini kandırmanın binbir örneklerini sergilerler. Gidin bakın yaşadıkları yere sefalet kokuyor. Burda bile bizim biraz yaklaşımlarımızın gücü kesilse kendinizi düşüremeyeceğiniz bir durum var mı? Hani devrimin sözünü vermiştiniz. Devrimciliği gerçekten altı ay da yapacaksanız bu çerçevede yapın, tarihe bir iz kalsın. Söylediklerim açık, yapmazsanız yine size yazık olacak, bazı olumlu yanlarınız var. Devrimcilik en güzel meslektir, devrimcilikte zorakilik yoktur. Devrimcilik hep en doğruyu arar, en güzeli arar, en başarılısını yapar.
PKK bu, bunu saptırmayalım. Bunun biraz ciddiyetini gösterelim. Tekrar söyleyeyim yani, bununla çok zavallı, çok güçsüz haliniz aşınır, adam olursunuz, yani saygı duyulan, ne yaptığını bilen, karşımıza çıktı mı bir değer arz eden biri olursunuz. Siz hep bir suçlu gibi karşıma çıkıyorsunuz. Yakışır mı bu? Sağlam bir iş konusunda ne kadar çaliştiğini, ne kadar plan, ne kadar gerekleri uğruna çaba harcadığını anlatın, bunu yapın, en büyük yenilgiyi yaşasanız da biz yine sizi saygıyla karşılarız. Kimse neden zafer kazanamadın diye sizi suçlamıyor. Dikkat edin, neden yanlış yaşadınız, neden bu kadar kurallarla oynadınız diye sizi eleştiriyor veya suçluyoruz. ‘Ben bütün elimden geleni yaptım, elimde olmayan nedenlerle veya gücüm yetmediği için başaramadım’. Biz bu tutuma da saygı gösteririz, çünkü ciddidir, birisinde başaramadıysa mutlaka başka birisinde başarır.
Onbinlerce insanı çağırdık, bir tane akıllı dediğim gibi çıkma gücünü gösteremedi. Ben demiyorum hakim olmayın, tam tersine doğrular temelinde müthiş hakim olun, gücünüz, yetkiniz sürekli artsın, ama işleri başarma temelinde artsın yoksa yaratılan sorunlar yaptıklarınızı burnumuzdan adeta fitil fitil çıkarıyor. Bu kadar sorun çıkaracağınıza hiç yapmayın, hiç girişmeyin.
Umarım ciddiyete veya anlayışa, saygınlığa gelirsiniz. Burada yapılacak aslında hiçbir şey yok. Anlamlı bir eğitim anlamında bir dersin bile yeterli olduğuna inanarak biz verdik. Ama malesef bekleneni gösteremediniz. Sizi daha da zorlasak problem çıkar, dayanacak haliniz yok. Yüksek eğitim desem, hepsi yüksek eğitimli, ilkokul çocuğu ile üniversiteliyi de birlikte ayarlayarak, buluşturduk, verdik. Mesele benimle ilgili değil. Yine yaşam sizindir ve başarıya bağlı, değerli olanlarla ben zaten birlikte olmaya devam edeceğim. Yok özgürlük değerlerimizden, bizden kopmaya ya da bildiğini okumaya göre olanlar da özgürlük onun olsun, ne bildiği varsa yapsın derim. Ama sıkıştığında yalnız benden medet ummayacak, Parti’ye zarar vermeyecek. Tekrar söylüyorum, Parti’ye göre olmayan, sıkıştığında bize böyle yaramaz gibi dayatana ben en ufacık bile acı duymadan iyi bir kurşun sıkarım.
Açık söylüyorum, görev vereceğim. İşte korktuğunuz Cuma arkadaş adam vuruyormuş, evet Cuma’ya söyleyeceğim, işin gücün vurulması gereken adamları ayrıştır ‘vur’ diyeceğim. Bunun içinde bazılarınız da olabilir. Biz de yüreğimizi böyle soğutalım. Bütün bu çabalara layık olunamıyora 'bu itleri temizleyin' diyeceğim. Ne yapalım, eğitime gelemiyorsanız, işiniz, gücünüz bir yaşamı, kuralı bozmaksa 'iyi niyetliymişsin' ben ne yapayım? Savaşın iyi niyetle alakası yok ki. Savaş bir kural işi, savaş devrimci yaşam, bir öz işi, bir ilke işi, bir örgüt işidir. İşi gücü bunu bozmaksa yapma bir, etme iki, şöyle olur üç. Bütün bunlardan çıkar ne? Ucubelik. Başka yerde değil, ömür boyu veya yıllar boyu böyle olmak, birkaç yerde kusurlu, hatalı olan adamı içeri atarlar. Siz bunun da sınırlarını zorluyorsunuz. Tam tersine diyorsunuz ki ben böyle dayatacağım. Ordulaşmayı kabul etmiyor, yaşamın doğru, yenilmez tarzını kabul etmiyor. Ben kendim varım. Çok açığa çıktı ki, bu kendiniz dediğiniz olay düşmanın baştan çıkardığı bir canavar. Yani ben isim vermek istemiyorum. Düşman yarattığını bilir. 'Kıro' diyor, bu bir kırrodur. Devrimcilikle alakası yok. Kırro, kero yani eşşek. Ben bunu nasıl kabul edeceğim? Onun için biraz görüşlere değer verin. Özgürlük o değil.
Bizim için özgürlük amaçlara kilitlenmeyle birlikte kurallara doğru içeriği, doğru özü hayata geçirmek için böyle şiddetli çabaya bağlıdır. Özgürlüğün bunun dışında bir tanımı yoktur. Bütün bunları yine şunun için söylüyorum: Gidiyorsunuz, size perspektifleri hiçbir dönemde veya şimdiye kadar yapmadığımız kadar açıklıkla yapıyorum. Bütün bunları aynı zamanda kendi vicdan azabımı da halletmek için yapıyorum. Benim bir yürek sorunum vardır. Yüreğimi dayanılır kılmak için layık olmayanların, zora sokanların yarattığı sorunları yük haline getirmemek için gerekçelerini yaratmak zorundayım. Bu sizin için şu anlama gelir: Belirlenen ölçülere göre davranmadınız mı, değeriniz beş metelik bile etmez. İlgi beklemeyin, destek beklemeyin. Yaramazın tekisiniz, ona göre başınıza geleni kabul edin. Deliliğe, subjektif niyetlerle kendinizi yaralamaya hiç yetinmeyin. Yaparsanız, biraz ısrar ederseniz, bir kurşunla halledilirsiniz. Biz bu halka bir ordu, doğru savaş tarzı yaratmaya mecburuz. En büyük söz, ordu sözü budur, askeri söz budur.
Hiç kimse burayı serseri yatağına çeviremez. Ben gerekçelerinizi kabul etmiyorum. Şunu da size söyledim. Ananızdan yanlış doğmuşsunuz. Tekrar ananızın yanına. Benim nasıl bir savaşçı olduğumu herhalde çoktan anlamış olmanız lazımdı. Aylardır üzerinizde duruyorum. Anlayın, yok siz bir ordu kuracaksınız, ilkelerini ilan edin, ben geleyim, içine gireyim. İlkelerimden metelik kadar taviz vermedim. Tektim, tekrar söylüyorum, öyle gücüm de ortada yoktu, halim böyleydi. Halk adına yola çıkmadan önce çok hastalıklı, zavallı birisiniz ama halk adına yola çıktığımı anladıktan sonra tek bir güç buna ses bile çıkaramadı. İşte bir militan için gerçek budur, bunlar önemlidir.
İstemeye hiç hakkınız yok. İsteyin bakayım nasıl hizmet veriyorum size gösteririm. Bütün bunları anlayacaksınız. Bırakalım herşeyi, hercümerc, yazboz tahtası biçiminde sürüp gitsin. Öldürseniz bile bana bunu yutturamazsınız. Dağınık, bu sistemsiz, kendi kendine dağıtmış kişiliğinize alet olmam şurda dursun, affetmem imkansız. Bildiğinizi okursanız tekrar uyarıyorum, bildiğinizi okumaya eskisi gibi anlayışla karşılık verilmeyecek. Size çok çok uyanık olmanızı öneriyorum. Dert ortağınız olmayacağım. Bize duygusal bağlanmayacaksınız. O duygularınızın çirkinliğini şimdiden görerek kendimizi doğru ayarlayalım.
Dikkat edin tam bu noktada çocuklar gibi işi gücü ağlamazırlama sınırlarına götürme var. Normal bir ağlama var, bir de biliyorsunuz içini böyle davul gibi şişirip sonuna kadar zırlaması var. Politikada sizinki böyle bir ağlamadır aslında. Bu kadar zurnanın sesi midir sonuna kadar çıkarsa zırlar, onu görüyorum. Yapmayın güzel bir ses değil ki kulakları sağır eder biliyorsunuz. Peki ne sanıyorsunuz. Bakın hergün bizi sorguya çekiyorlar, hergün bizi imtihan ediyorlar. Peki biz aleme karşı kendimizi nasıl savunayım? Sizin çok yaptığınız gibi ağlayayım mı? Bir halk militanı bu rezil duruma düşer mi? Ben bu kadar zorluklarıma rağmen hiç bir gün karşınızda ağladım mı? Bu kadar kişi var etrafımda istifimi en ufacık tarzda bozdum mu? Çünkü ben halk adına onursuzluk edemem, kendimi küçük duruma düşüremem, yalvarmam. Ama sizin bütün hareketleriniz yalvarma, acındırma veya terbiyesizlik, zavallılık.
Tekrar söylüyorum, ben tektim, yıllarca herkes dalga geçiyordu benimle, ama istifimi bozmadım. Yüceliğimden metelik kadar taviz vermedim. Tekrar söylüyorum tektim, öyle gücüm de ortada yoktu ve halen de öyleyim. Halk adına yola çıkmadan önce çok hastalıklı, zavallı birisiydim. Ama halk adına yola çıktığımı anladıktan sonra tek bir gün rahatsız bir ses bile çıkarmadım. İşte gerçek budur. Bir militan için bunlar önemlidir, nettir. Kısa çerçeve size ömürboyu yeterlidir. Eğer anlayışınız varsa ben bu temelde sonuna kadar varım, zaten amansız çalışıyorum. Anlayamadık demeye hiç hakkınız yok. Çok güçsüzlük numaraları yaparak da boşa çıkarmaya hakkınız yok. Zorluklar hepimiz içindir ve biz bunları aşa aşa başarıyoruz.
Halk ordusunun ilk esası budur. Böyle söz verilir. Gücünüz yetmiyorsa hemen yanıbaşınızdakinden affınızı istersiniz. Ama yok, halk ordusunun bir eriyim diyorsanız, esas budur. Hiç kimse 'işte ordudur, benim yükümü kaldırır, ben yetkiyi ele geçirdim ve boşluk var' diyemez. 'Kimse beni görmüyor' deyip bu esasla çelişirse bu gerçekten hata yapıyor ve ağır ceza görecek.
Ordunun şöyle bir özelliği var. Herkes milimi milimine gereklerini yaparsan ordu ordudur. Meşhurdur yani Cengiz Han’ın hikayesini bilirsiniz. Atın nalı meselesi, bir çivisi bile eksik olduğunda büyük sorun çıkarır. 'Bir çivinin eksik olması, bir orduyu bozar' der. Düşünün sizin yalnız çivinizin bozuk olması değil, neredeyse her tarafınız bozuk çalıyor. Ordu böyle kurulur mu? Güçlü denetim alanlarımız yok diye, günlük denetimi size dayatmıyoruz diye, herkesin istediğini yapma anlamına gelmeyeceğini bilmelisiniz. Özdisiplin en iyi disiplindir. Özdenetim en iyi denetimdir.
Bütün bunlar yeniden doğuş dersleridir. Özgürlük için, ordu temelinde ve doğru savaşma esaslarıyla birlikte. Böyle yürüyenler kesinlikle engel de çıksa aşarlar, sorun da çıksa çözerler, eksiklikte olsa giderirler, dağ gibi sorunlar birikse de onları aşmasını bilirler. Bu benim yaşamımın bana öğrettiği en temel dersidir. Hiçbirinizin yükü bizimki kadar ağır olmadığı gibi, hiçbiriniz bizim bütün süreçler boyunca yokluklarla savaştığımız kadar, yokluklarla karşı karşıya değilsiniz. Gittiğiniz her yerde varlık nedenleri çoktur. İş yapma olanakları fazladır. Aydınlatmaya ihtiyaç duyuyorsanız son derece aydınlatılmışsınız. Gerisi sağlam yürür diye düşünüyorum. Ben bu yargımı değiştiremem. Değiştirenin kaybettiğini hepiniz biliyorsunuz. Değiştirmediğim için ben ayaktayım. Diğerleri güçsüz, bana ne? Çünkü kendileri bu tarihi doğru yargının gereklerine göre yürümediler. Ondan güçsüz düştüler.
Diyemezsiniz ki, sen kendi kendini dayattın, güçlendirdin. Hayır ben milimi milimine kurallara, devrimin genelde gereklerine, özelde kendi savaşımımızın ince sorunlarına büyük bir yürekle karşılık verdiğim için güçlüyüm. Siz bir çok gereklerini bir tarafa bıraktığınız için güçsüzsünüz, mahvoldunuz, suç sizin. Bu çabanızı doğru verseydiniz her biriniz bir destan yazardınız. Doğru vermediğiniz için şimdi zavallısınız. Suçu kendinizde arayacaksınız. Çözümünü de dolayısıyla kendinizde arayacaksınız.
Bir de 'imkansızdır' falan demeyin. Çok açık yani, biz işleri buraya getirdik. Artık kim imkansızdır diyebilir? Elinizi uzatsanız olduğunuz yerde iktidar olacaksınız. Güçsüz olan ne? Bütün bunlar eğer doğruysa, sözünüzün bu çerçevede sahibi iseniz, sizden haklı olarak önemli gelişmeleri beklemek kaçınılmazdır. Bir talihsizlik hep beni endişelendirir. Nedir o? Teknik nedenlerle işte bot devrildi, suya düştü veya aniden beklenmedik bir pusu diyeceğim, o da bana göre doğru değil, çünkü planlı yürüyüş pusuyu da kesinlikle açığa çıkartır. Kaza nedeni ne olabilir? Düşmanın hava saldırısı olabilir ki o da kaza nedeni olamaz, çünkü onun da tedbirlerini almak mümkündür. Dikkat edilirse kaza payı giderek azalıyor. Tedbirlik ne kadar fazla gelişirse, kaza diye bir şey olmaz, su kazası bile olamaz. Kar kazası bile olamaz, çünkü ona karşı da alınacak tedbirler çok. Giderek kaza ihtimali de en aza indirgenmiş olarak gidiyorsunuz. Dolayısıyla sizden hep önemli başarılar beklemek doğru bir anlayıştır. Doğru bir tutumdur. Sözü bu çerçevede veriyorsunuz. Bu bile sağlam yürümek ve sürekli başarmak için bence yeterlidir.
Derlemeler
Reber APO
- Ayrıntılar
PKK Militanlarına ve ARGK Savaşçılarına:
Değerli yoldaşlar!
Tarihi 15 Ağustos hamlemizin 12. yıldönümünü kutlarken, hepinizi bu zafer yıllarımız temelinde selamlıyorum. 13. savaş yılına girişimizi de yüksek başarılar temelinde karşılayacağınıza inanıyorum. Bu vesileyle bir kez daha içinde bulunduğumuz durumu oldukça gerçekçi değerlendirmek, görevlerimize daha net ve sonuç alıcı yaklaşmak tarihi önemini korumakta ve olmazsa olmaz kabilinden başarıyı emretmektedir.
Her şeyden önce bu 12. savaş yılının ulusal kurtuluşta salt askeri bir süreci ifade etmediği, ulusal diriliş ve toplumsal özgürlükte, hatta ondan da öte katliamın son perdesini oynayan halk gerçekliğimizde oldukça ciddi ve kurtuluşa yakın bir süreci gerçekleştirdiği artık dostun da, düşmanın da takdir etmek zorunda kaldığı bir husustur. Bu savaş süreci, örneklerine pek azına tanık olunan gelişme özelliklerine sahiptir. Biz bunları uzun uzun değerlendirmeyeceğiz. Ama eğer bu savaşta en başta partililer olarak bir şeyler öğrenmişsek, bunun tek kabul edilebilir yaşamsal yolumuz olduğunu ve bunun dışında insanlık ailesi içinde asla yerimizin olmayacağını sizler de, tüm halkımız da anlamış bulunuyor.
Bu savaş, eğer biraz şereften, onurdan bahsedeceksek ve biraz yaşam umudumuzu dile getirmek istiyorsak mutlaka vermemiz gereken, yine olmazsa olamaz kabilinden bir ulusal görevdir, hatta insanlık görevidir. Dolayısıyla ne parti olarak, ne halk olarak, ne pahasına olursa olsun bu savaştan çekilmek, şu veya bu zorluklar nedeniyle ikircikli yaklaşmak her zaman olduğu gibi bugün için de affedilmez bir hata olacaktır. Hatta, illa eleştirilecek bir yönü varsa bu da, neden çok daha fazla imkanlar belirdiği ve ortaya çıkarıldığı halde layıkıyla değerlendiremedik biçiminde olmalıdır.
Bu konuda kendimizi suçlayabilir ve bazı sonuçlar çıkarabiliriz. Yoksa, bu savaş mutlaka gerekliydi ve başka türlü de insanlık ailesi içinde kimliğimizden, yerimizden bahsedemezdik. Asıl bahsedilmesi gereken şudur; bu geçen yıllarda halk olarak gerek katliamın ortaya çıkardığı parçalanmışlık, hatta paramparça olmuşluk, dağılmış zihniyet ve ruhlar, felç olmuş gücümüz hiç şüphesiz bizi en temelde zorlayan objektif nedenlerimizdir. Ama en az bunun kadar, hatta daha fazla sorumlu tutulması gereken parti öncülüğümüz, mücadelemizin gereklerinin yerine getirilmesinin imkanları olmasına ve dönem dönem önemli sıçramalara fırsat vermesine rağmen, buna layıkıyla değer vermemek, daha başarılı geçebilecek bu yılları çok önemli yanlışlıklarla geçirmek asıl öfkelendiğimiz ve bir türlü kendimizi bağışlamadığımız hususlarımızdır.
Bu yılların tarihiliği kadar, ona yaraşır biçimde partililer ve sorumluluk alan savaşçılar olarak bu mücadeleye hakkını veremeyişiniz halen bizi en çok öfkelendiren husustur. Ne kadar kazanım ortaya çıktıysa bu artık tarihe mal olur ve elimize ne kadar imkan vermişse şüphesiz o da değerlendirilir. Ama bizi asıl ilgilendiren, daha fazla başarma imkanı olduğu ve parti öncülüğümüz kendisini biraz zorlasa geniş imkanlarla daha fazla kazanabileceği halde neden bunu sağlayamadığıdır. En önemli sorun olarak bunun üzerinde durulur ve gereken yapılır. Ulus olarak, parti olarak çocukluk dönemini aştığımıza inanmalıyız. Artık halk olarak da, partili olarak da amatörlükte kalmanın savunuculuğu yapılamaz.
Olgun olmayı bilmeliyiz. Siyasal, örgütsel ve hatta askeri çizgide olgunca savaş tarzımıza hem akıl erdirmeli, hem de buna iradeyle yüklenerek, yeterli çabayı da eksik etmeyerek bu önümüzdeki aşamayı bu tarzda başarmalıyız.
Bu yılların tarihiliği kadar, ona yaraşır biçimde partililer ve sorumluluk alan savaşçılar olarak bu mücadeleye hakkını veremeyişiniz halen bizi en çok öfkelendiren husustur. Ne kadar kazanım ortaya çıktıysa bu artık tarihe mal olur ve elimize ne kadar imkan vermişse şüphesiz o da değerlendirilir. Ama bizi asıl ilgilendiren, daha fazla başarma imkanı olduğu ve parti öncülüğümüz kendisini biraz zorlasa geniş imkanlarla daha fazla kazanabileceği halde neden bunu sağlayamadığıdır. En önemli sorun olarak bunun üzerinde durulur ve gereken yapılır. Ulus olarak, parti olarak çocukluk dönemini aştığımıza inanmalıyız. Artık halk olarak da, partili olarak da amatörlükte kalmanın savunuculuğu yapılamaz. Olgun olmayı bilmeliyiz. Siyasal, örgütsel ve hatta askeri çizgide savaş tarzımıza olgunca hem akıl erdirmeli, hem de buna iradeyle yüklenerek ve yeterli çabayı eksik etmeyerek önümüzdeki aşamayı bu tarzda başarmalıyız.
Başta ulusal sorun olmak üzere, Türkiye’nin bir çok ekonomik, demokratik, sosyal, kültürel sorunlarına barışçıl, siyasal çözümü öngörme istemimizi her zaman dile getirmemize rağmen, buna verilen karşılığın özel savaşın daha geliştirilmiş biçimleri olması, maalesef bu yeni dönemin de böyle bir hükümetle karşılanmaya çalışılması bir geçektir. Hatta denilebilir ki, son dönem hükümetlerinin devletin artık çok netlik kazanmış politikalarını ezberlemişçesine, farklı taktiklerle, ama sonuçta aynı amaç için yürütmek istediklerini sadece ileri düzey siyasiler ve kadrolar değil, dünya alem ve halk yığınları da bilmektedir. Gizli özel savaş, oldukça açık bir özel savaşa dönüşüyor. Bundan önceki hükümetin, hatta daha öncekilerin tek bir politik hedefleri vardır; o da Ulusal Kurtuluş Mücadelemizi gündemden silmek. 12 Eylül rejiminin de en temel hedefinin bu olduğunu, ondan sonraki Özal döneminin yürüttüğü on yıllık özel savaşın da ne kadar boyutlu olduğunu biliyoruz. Ama bütün bunların yetmediğinin, 1990’ların başlarında bu çıkmazdan ancak siyasal diyalog yoluyla çıkılabileceğinin anlaşılmasının, Özal’ın bunu dile getirmesinin kendisine de mal olduğu ve ANAP’ın misyonunun da böylece tüketildiğini iyi biliyoruz. O dönemden sonra Demirel-İnönü’nün tıpkı 1925’lerdeki isyana karşı İnönü-Bayar benzeri “bu isyanı da bitireceğiz” biçiminde askeri yönü, hatta tenkil, katliam yönü daha ağırlıkta olan bir yüklenimle ve bu temelde komplolarla ve darbelerle çok ağır bir süreci başlattıklarını biliyoruz.
Demirel-İnönü, Güreş-Çiller süreçlerinde komplolar ve faili meçhullerle bütün bir ekonominin özel savaşa yatırılması, yine tüm toplumun medya yoluyla özel savaşa bağlatılması için sınırsız maddi imkanların seferber edilmesi, içte milli mutabakat, dışta dış politikanın temelde bu noktada yoğunlaştırılması, yine daha somut olarak sağ ve sol partilerin aynı amaç etrafında birleştirilmesi, hatta sağ ve sol arasında -en aşırıları da dahil- pek farklılığın kalmaması bu görevin en ilginç bir özelliğidir.
Çiller bunu en çok kendi şahsında gösteriyor, “ya bitireceğiz, ya bitireceğiz” sloganıyla kesin sonuca gitmek istiyordu. Bu, şüphesiz bu kadının bir marifeti değil, ardındaki en eli kanlı, kontrgerillacı faşist ve özel savaşla bütün ordu içinde de, sivil güvenlik kuvvetleri içinde de kesin damgasını vuran ekibin işiydi, onlar söylettiriyordu. Buna rağmen istedikleri sonucu tam elde edemedikleri gibi, bir çok noktada tökezledikleri ve aceleye getirdikleri seçim yoluyla da umduklarını bulamadıkları; Doğru Yol’un en çok kaybeden parti durumuna geçmesiyle, yine onun müttefiki CHP’nin, SHP’nın tarihinde en büyük yenilgileri almasıyla bu savaşımda onlara yüklenilen rolün adeta bittiği, bunu daha fazla kullanamayacakları ortaya çıkmıştır. Onun yerine getirmek istedikleri ANAYOL’un da bize yönelik geliştirmek istedikleri bazı komplolardan öteye başka bir hikayesi ve öyle herhangi bir sorunu çözme iddiaları da yoktu. Ömürlerinin üç ayı geçmemesi şunu gösterdi; bu tip hükümet modellerinin özel savaşta fazla başarı sağlayamadığı, hem içte hem dışta tabanlarının oldukça tabanlarının daraldığı ortaya çıktı. Özellikle Refah etrafında yükselen muhalefet bu özel savaş politikalarından bıkmıştı ve çıkarlarına olmadığını görüyorlardı. Refah’ın yükselişi, kesinlikle özel savaşa tepki duyan ve çıkarları oldukça sarsılan kitle muhalefetiydi.
Bu önemli bir çatlaktı ve Cumhuriyet’in aynı model hükümetlerini tehdit ediyordu. Ama tecrit sürecinin devam edeceği de kaçınılmazdı. Genelkurmay, yani özel savaş uzun tereddütlerden sonra Refah Partisi’nin hem özel savaş yoluyla eritilme sürecine sokulmak, hem de ehlileştirilmek için hükümete ortak edilmesini uygun bulmuştur. Daha önce Cumhuriyet için en büyük tehlike olarak görüyorlardı. Fakat Cumhuriyet’in çözülüşü, Kemalizm’in çözülüşü onları Refah’a sarılmak zorunda bıraktı. Bu noktada Refah ve müttefiki Doğru Yol’a -Çiller’in partisine- yükledikleri, kesinlikle hem bölgesel, hem de kamuoyundaki değişiklikleri göz önüne getirerek taktik ayarlamaktı. Bunun, Genelkurmay’ın bir ayarlaması olduğu açıktı. Esas amacı, Ortadoğu-İslam ülkelerinde gelişen Türkiye aleyhtarı havayı, özellikle İsrail-Türkiye anlaşmasından dolayı büyüyen tepkiyi dizginlemek, dengelemekti; içte ise büyüyen halk muhalefetini yine kontrol altına almak en çok bu modelle mümkündü. Ve dolayısıyla bu hükümete onay verildi.
PKK’nin gerek bölgede yürüttüğü ulusal kurtuluş savaşı, gerekse Türkiye’ye yönelttiği barışçıl ve siyasal diyalogun yolu daha etkili olmaya başlamıştı. İşte yeni hükümete verilen görev de, bunu sınırlandırmaktır. Eskisi gibi yok etmekten bahsetmeseler de, aşırı bir sınırlandırmaktan bahsediyorlar. Ve fırsat bulurlarsa komplolarla, darbelerle kesin sonuç almak isterler.
En son Erbakan’ın gerek İslam ülkelerine açılışı, özellikle İran’a, Irak’a yapılan ziyaretler ve Suriye için de düşünülen gezilerin tek amacı, PKK’yi bölgeden soyutlamaktır. Bunu zaten kendileri her gün söylüyorlar. Yine içeride de barışçı adımlar provoke ediliyor. Zindan genelgeleriyle yapılan direnişler de boşa çıkarılmakla birlikte Yunanistan’la yeniden artırılan gerginlik, yine cenaze törenleri, sözde Cuma analarının yürüyüşleri etrafında yoğunlaştırılan şovenizmle Türkiye cephesindeki barışçıl ve siyasal çözüm yollarının önüne geçilmek isteniyor. Fakat kitleler artık maddi ve manevi olarak yoksullaştırılmalarının, alçaltılmalarının bu özel savaşla bağlantılı olduğunu bildikleri için kolay kolay geriletemeyeceğini görmekteyiz.
Yani milli mutabakat bu anlamda eskisi kadar etkili olamadı. Yine dış politika da “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” misali, Doğu’ya açılsa Batı öfkelenir, Batı’ya açılsa Doğu öfkelenir, böyle çıkmaz bir durumdadırlar. Hem içte, hem dışta kullanacakları politik manevralar, diplomatik ataklar artık aleyhlerine sonuç vermekten öteye gitmez. Şimdi geriye mevcut özel savaş kerhen de olsa, zoraki de olsa bu hükümeti denemesi kalmıştır. Öyle ekonomik sorunları çözmek için değil, PKK önderliğindeki Ulusal kurtuluş savaşımı ve onun Türkiye’ye yansımasını, böylece demokratik gelişmelerin hızlanmasını ve siyasi çözüm yolunun zorlanmasını durdurmak isteyecektir. Bunun için de esas itibarıyla PKK’yi her sahada daraltmaya tabi tutmak isteyecektir.
Nitekim, günlük olarak yürütülen de budur. Hükümet, özel savaşın elinde bir kukladır, onu fazla abartmamak gerekiyor. Hükümeti yönlendirerek bazı hedefleri vurmak istediklerini, bunu elde ettiklerinde, yani kullandıklarında da bir tarafa iteceklerini her zaman göz önüne getirmek gerekiyor. Yani mevcut hükümetlerin, hatta parlamentonun özel savaşımın perdesi ve toplumu yanıltan maskesi olduğunu zaten herkes bilmektedir. Ama yine de taktiklerini -özellikle Ortadoğu’da yaptıkları gibi- yine Batı’ya karşı durumlarını dikkatle değerlendirip diplomatik sahayı daha iyi kullanmak mümkündür. Bunu zaten ortaya çıkardık ve daha da başarılı olmasına da büyük özen göstereceğiz. Ama esas kavga, yine gerilla savaşı temelinde özel savaş ve gerilla savaşı etrafında yoğunlaşacağa benzemektedir. Çözümün veya mücadelenin diplomatik, siyasi sahada olması daha tali plandadır. Bunu önemle göz önüne getirmek gerekiyor. Bu konuda kendimizi fazla yanıltmamak, hatta gevşetmemek büyük önem taşımaktadır.
Hiç şüphesiz 12 Eylül rejimi, parti olarak kitleselleşmeye başladığımız sürece bir tepki olarak gelişti. Şimdi bu rejimin de temeli olan 12 Eylül esasta, önderlik ettiğimiz ulusal kurtuluş sürecinin parti öncülüğü ortaya çıktığında ve halkla bütünleşmeye doğru gittiğinde ortaya çıkan veya gerçekleşen bir askeri darbedir, ağırlıklı olarak partimize yöneliktir. Bilindiği üzere, buna karşı yurt dışında, Ortadoğu’da yürüttüğümüz çalışmayla veya geliştirdiğimiz hazırlıklarla 15 Ağustos Atılımı’nı gerçekleştirdik. Bunun anlamı şudur; 12 Eylül’e rağmen, Türklük gerçeğinde sol kadar bizi de silmeyi, bir daha başını kaldırmamacasına mezara gömmeyi esas hedef belleyen bu rejime karşı 15 Ağustos’un gerçekleştirilmesi; salt 12 Eylül askeri rejimine bir başkaldırı değil, tüm Cumhuriyet tarihinin hatta Türk egemenlik sisteminin Kürt gerçekliği, Kürt ulusal gelişimi üzerindeki imha süreçlerinin, özellikle yetmiş yıllık Cumhuriyet döneminin tam başarısının son adımıydı. Dolayısıyla buna karşı gerçekleştirilen 15 Ağustos Atılımı, bütün bu olumsuz tarihe karşı ve yetmiş yıllık Cumhuriyet’in bizi ezme ve bunu sonuçlandırma sürecine karşı bir başkaldırıdır. 15 Ağustos Atılımı salt dört yıllık 12 Eylül’e karşı bir direniş değil, bütün bu tarihe karşı bir başkaldırı olarak anlaşılmalıdır. Gerçeği de budur. Ve bu anlamda tarihi olduğu kadar da yaşamsaldır .
Bilindiği üzere bu atılımı biz ortaya çıkardık, ancak elverişli fırsatlara rağmen dilediğimiz gibi geliştirmedik. Geçen ilk yılı içinde gerilla için epey imkan ortaya çıkarılması ve neredeyse yarı bir başkaldırı havası yaratmasına rağmen örgütlenmesini ilerletemedik, gerilla tarzını oturtamadık ve dolayısıyla zorlandık. Bilindiği üzere bir kez daha III. Kongre sürecimizle birlikte altsal hazırlıklarla ve oldukça istila gruplarla, 1987’den itibaren gerillayı oturtmayı amaçlayan yeni bir süreci başlattık. Buna karşın 12 Eylül cephesinden verilen cevap, Olağanüstü Hal görevidir. Ve bu rejim çok kısa bir sürede bizi ve bu hamleyi tasfiye etmek istiyordu. Biz bu süreci, amansız direniş yılları olarak, hamle üstüne hamle yaparak değerlendirdik; 1990’lara kadar gerillayı bütün yönleriyle oturtmak için büyük bir çaba yürüttük. Ve giderek gerillanın oturtulabileceği, ülke içinde bütün stratejik noktalara ulaşabileceği bir durumu ortaya çıkardık. Yalnız bununla yetinilmedi ve halkın da artık ses verebileceği bir durum da ortaya çıkarıldı.
1990 Newrozuyla birlikte yeni serhildan dönemi gerillanın büyük hamle yapma durumunu ortaya çıkardı. Bu tamamen 12 Eylül rejiminin başarısızlığı ve ulusal kurutuluşun da başarı yolunda büyük bir olanağı elde etmesiydi. Bilindiği üzere, biz bunu da yeterince değerlendiremedik. On binlerce gerilla gücünün ordulaşması durumu varken, bazı cephelerimizde erken iktidar hastalığına kapılma; katılanların toplumda bulamadıkları itibarı ve yaşamı parti içinde bulmaları sonucu, adeta sorun savaş değilmiş de kendimizi yaşatmakmış gibi bir duruma öykünmeleri; partiyi adeta orta sınıf veya köylü partisine dönüştürme alışkanlıkları bu olanakların doğru değerlendirilememesine yol açtı.
PKK öncülüğünün sağlam oturtulması için çok büyük çaba harcadık. Muazzam eğitici ve yönlendirici faaliyetimize rağmen yoğun köylü ve kent küçük-burjuva katılımı daha ağır bastı. Ciddi bir parti öncülüğünü esas alarak, onun kurallarını uygulayıp eğitimini yapmadan, olanaklara dayanarak en az mücadeleyle ama sözüm ona en çok bireysel kazanımlarla yer tutunmaya çalıştılar. Sonuç; özel savaş cephesinde yeni bir komplo ve darbe dönemi, -Güreş darbesi- bizim cephemizdeyse artan imkan ve olanaklar üzerine hem de gözü karaca bireysel kariyer temelinde yarışma söz konusu oldu.
bu çok olumlu ve tarihi gelişme, İşte bu iki nedenden dolayı önemli bir zorlanmayı yaşadı. Eğer olanaklar değerlendirilseydi, parti öncülüğü ve gerilla derinleştirilseydi kesinlikle bu yeni darbenin büyük bir başarısızlığı ve ulusal sorunun çözümünde de sonuca gitmenin tarihi adımı teşkil edilirdi. Kaçırılan fırsat budur. Bu vesileyle bir kez daha bu sürecin sorumlularına diyorum ki; tüm kadrolara, bu dönemi şu veya bu düzeyde yaşamış olanlara, ileri komuta düzeyinde tutalım sıradan savaşçılarına kadar tarihi bilememek, fırsatın ne olduğunu anlayamamak, onun yerine kendi sınıf güdülerini ve kendi cehaletini koyarak yaşamaya çalışmak, niyet ne olursa olsun, tarihi süreçlere yapabileceğimiz en büyük kötülüktür. Maalesef bu kötülük ağırlıklı olarak da parti öncülüğümüz ve gerilla ordulaşmamızda yaşatıldı.
Çiller-Güreş ikilisinin beklemedikleri ucuz bir başarıya kendilerini kaptırmaları, bizim ise oldukça hakim olabileceğimiz kendi stratejik alanlarımızda zorlanmamız; bireysel yaşam kaygıları ve erken iktidar hastalıkları nedeniyle adeta bireycilikte bir yarışla gerillayı, parti tarzını bir kenara bırakıp yaşayabileceği kadar yaşama gibi en aşağılık, en tehlikeli bir süreci yaşamış olmaları hak etmediğimiz önemli kayıplara yol açtı. Unutmayalım ki, hızla elli bin gerillaya ulaşılabilirdi ve stratejik alanlarda mükemmel gerilla üsleri doğabilirdi, halk da zaten ayaktaydı, serhildandaydı. Ve bu da zaferdi. İşte sizin tamamlayamadığınız, bu zafer imkanıdır. Düşmana verdiğiniz ise ucuz başarı kahramanlığıdır. Düzen yaşadı ve sizleri de çok zorladı. Ama esas suçu kendinizde bulacaksınız.
Bizim yönlendirdiğimiz çabalar olmasaydı, acaba şimdi ayakta kalır halde olur muydunuz? Bu gerçeği tespit etmeniz ve tarihi sorumluluklarınızı zor da olsa, çok suçlu da olsanız bilince çıkarmanız gerekir. Açık söyleyeyim; 15 Ağustos Atılımı’nın 10. yılında bir kez daha gerillayı, zafere doğru gidebilecekken zor duruma soktunuz ve düşmana ucuz bir başarı imkanı verdirttiniz. Tabii tekrar yüklendik ve son iki yılda özellikle Güney savaşımında ve sonrasında ülkenin tüm stratejik alanlarını gerillasız bırakmamak kadar, siyasal faaliyetleri geliştirmeyi de esas aldık. Büyük hazırlıklar yapıldı, yine diplomatik sahada ve basın-yayın alanında epey ileri adımlar atıldı. Zor da olsa bugünkü sürece girildi.
Şimdiki süreç esas itibarıyla ne ağır bir tehlikeli durumu ifade ediyor, ne de çok ucuz bir zaferi size sunuyor. Ayrıca başarının etkenleri ve başarıya yol açan çalışmalar zannettiğiniz gibi olmadığından onun yolu ve yöntemi de zannettiğiniz gibi değildir. Bir bunu anlamanız gerekir. İkincisi, ne öyle uzun bir süredir yaşadığınız oldukça amaçtan kopmuş, kendini moralden düşürmüş olmak gerçekçidir, ne de bazılarının kendilerini kaptırdıkları zafer sarhoşluğu, hatta erken iktidar sarhoşluğu gerçeğimizle uyuşmayan aşırı yaklaşımlardır.
Gerçekçi bir durum değerlendirmesi yapmak gerekir; diplomatik, siyasal, askeri olarak stratejik savunma grubunda olsak da, onun oldukça gelişmiş bir evresine, yani son evresine, her sahada dengeyi zorlayan bir evresine doğru yaklaştığımızı, bu anlamda bir ilerlemenin olduğu, ama oldukça zorlanmalarla karşılaşılan bir ilerleme olduğunu belirtmek mümkün. Dolayısıyla bu süreçte “iktidarlaştık, çözüm kesindir” gibi yaklaşımlarla kendimizi kandırmamak gerekiyor. Eskisi gibi kaybetme tehlikesi yok. Bazı önemli diplomatik, siyasal, kültürel kazanımlar zaten ortaya çıkıyor. Askeri olanaklar çoğalıyor, gerillayı daha da kapsamlı geliştirmek mümkündür. Ama bütün bunlar da bazılarının sandığı gibi rahat olmak, “çalışmadan kazanıyor, ucuz komutalık yapıyor ve basbayağı sonuç da alıyoruz” gibi kendini aldatmamak önem taşır. Önemli bir kısmınız kaybetmenin komutanlarısınız, kazanmanın değil. Bu gerçeği kendinize kabul ettirmeniz gerekir. Parti öncülerine bak, ARGK komuta yapısının bu temelde kendilerine yönelmesi önem taşıyor.
Günümüzde başarı için olanaklar fazladır. Bunu zaten dostta düşmanda bilmektedir. Bütün mevzilerde gelişme vardır, bütün kanallar açıktır, hiçbir yerde gerilemeye fırsat vermedik. Ama bu size rağmen yapılıyor. Bunu idrak etmeniz gerekir. Özel savaşım güçlerine karşı savaştığımız gibi, sizin darlıklarınızla, tıkanma, daralma ve bunalımlarınızla da çarpışalım. Sizin bu olumsuzluklarımızı gidererek kazanalım. Ben burada emeklerinizi inkar etmiyorum. En başta şehitlerin anısına en yüksek değeri veriyorum. Bu gerçek bir zaferi kaybettirmez, tam tersine bütün yönleriyle açığa çıkmasını emreder. O halde hiç kimse bazı sağlam mevzilerimiz ve gelişme olanaklarımız var diye, ne kendini sağa yatırmayı ne de sol-sekter yaklaşımlarla süreci tekrar daraltmayı bir tarz olarak dayatamaz. Durumlar her zamankinden daha hassastır. Büyük bir sorumlulukla gerçekçi bir durum değerlendirmesi kadar, karşınızdaki görevleri doğru belirlemeyi ve mutlaka başarıyla gerçekçi bir yürüyüşü emretmektedir.
Önümüzdeki süreci bu durum değerlendirmesi temelinde nasıl ele alabiliriz? Özel savaş cephesinin durumunu az-çok belirledik. Bu ölçülerle bir kez daha ateşkes sürecine benzer bir süreci ısrarla gündemde tuttuk, halen de tutuyoruz. Ama buna rağmen ses yok. Öyle anlaşılıyor ki bu sessizlik özel savaşın derinliğine cevabıdır ve her gün artan bir tempoyla verilmektedir. Sözde siyasal çözüm adı altında bazı sesler ortaya çıkıyor, ama özel savaş kurmayları bunlara “çatlak ses” diyor ve hiçbir şans vermiyor. Biz ne kadar iyi niyetli de olsak, özel savaş kurmaylarının buna fırsat vermeyeceği, dostun da halkların da çok iyi gördüğü bir durumdur.
O halde şiddetlenecek olan özel savaşa karşı bizim de her cephede şiddetlenmemiz gerektiği açıktır. Ve şüphesiz günceli dikkate alacağız. Özel savaşın farklı taktiklerini mevzi, hükümet, dış politika, iç politika temelinde dikkatle değerlendirip düz yaklaşmayacağız. Ama esasta hedefin biz olduğu ve bitirilmek istendiğimizi de bir an göz ardı etmeyeceğiz. Bu durum ne zamana kadar sürer? Onlar diyorlar ki; “PKK’yi ya yok edinceye, ya da nefes alamayacak düzeyde daraltıncaya kadar.” Bu bizim için sadece parti olarak, gerilla olarak değil, ulus olarak da imha olmaktır. Bu bir gerçektir ve kimse kendini yanıltmamalıdır. Ucuz başarı heveslerine, siyasi çözüm arzularına da kendini kaptırmamalıdır. Ama diğer yandan, “imha oluyoruz” adı altında da kendini ölüme yatırmamalıdır. Kazanma ihtimalimizin en yüksek olduğu bir süreci yaşıyoruz. Olanaklar, mevcut ulusal, bölgesel ve uluslararası dengeler her zamankinden daha fazladır, hatta eğer şartları iyi değerlendirirsek başarabileceğimizi göstermektedir. Yeter ki parti olarak, onun değerli militanları, komutan ve savaşçıları olarak geçmiş hatalarınızdan, yanlışlıklardan, yetersizliklerden kesin ders çıkarın ve bu olgunluk döneminin öncüleri, savaşçıları olarak yer alın. Şart budur. Her sahada bize artık büyük sorun teşkil eden, halkın da dostların da artık oldukça sıkıcı bulduğu, hatta kabul görmeyen kadrolar ve savaşçılar olmaktan kendinizi çıkaracak mısınız, çıkarmayacak mısınız? Bu konuda aşama yapacak mısınız, yapmayacak mısınız? Son süreçte, özellikle bu son yıllarda çok derinliğine bir netleştirmeyi size yaşatmaya çalıştık.
Bu, siz insanlarımızın özellikle parti ve ordumuzun değerli militanlarının şahsında yeni dönem insanlarımızın yaratılması için, diğer cephe savaşı yanında yürütülen en büyük savaştı. Zaten bu büyük savaş verilmeden iyi biliyorsunuz ki, basit bir köy savaşımını, bir çobanla, bir korucuyla savaşı bile doğru veremiyorsunuz. Demek ki, bu büyük savaş önce verilmeliydi.
İşte biz geçen yıllarda, özellikle bu yaşadığımız günlerde bu savaşı verdik ve inanıyorum ki, önemli düzeyde de başardık. Bu, hepinize az-çok ulaşan çözümleme düzeyiyle, çok yoğun kadro eğitimiyle kesinleşti, hatta halkı da basın-yayın yoluyla aydınlatmamızla gelişti. Küçümsememek gerekiyor; biz bu büyük savaşı vermeseydik, tıpkı geçmiş yıllarda ve son on yılımızda olduğu gibi zaferin eşiğine de gelsek, kazanamazdık. Kazanmanın en temel nedeni, bu netliği yaşamaktır. Şimdi ruhumuzda, bilincimizde, tavır ve davranışlarımızda bu netleşmeyi ileri düzeyde sağladığımıza inanıyoruz. Sağlamayan varsa bunu bahanesiz sağlamak durumundadır.
Adım gibi biliyorum ki, mevcut kişilikleriniz gerek düzen, gerek aile ve sosyal gerçekliğinizde bin defa yenilmiş kişiliklerdir. Esas yenilgiye götüren ve zaferin eşiğine de gelsek bunu sağlamayacak olan, yenilmiş kişilik özelliklerinizdir. Şimdi bunu ayıkladık ve açığa çıkardık. Bunun yerine yenen özellikleri egemen kılmak istedik. Gerçekleşen budur. Zaferin teminatı da budur. Bunu hem bilecek, hem de kendinize uygulatacaksınız; hem inanacak ve hem de iliklerinize kadar özümseyeceksiniz. Bu kişilik dönüşümünü, bu yenilenmeyi başarmadan kazanamazsınız. İşte ortaya çıktı ki; erken iktidar hastalığı, yani düzen kişiliğiyle düzende bulamadığı yaşamı partimizde aramak, en büyük münafıklık, yani oportünizm ve çok düşkün bireysel yaşamdır. Bunun da ne objektif, ne de subjektif imkanları vardır. Ama netleşmeyen kişilik, kendini yeniden yaratmayan kişilik bu büyük tehlikeyi temsil ediyor.
Bu yeni savaş yılımıza girerken diyorum ki; ruhta, düşüncede ve davranışta bu kişilikten kesinlikle vazgeçip dönüşümle, özümsemeyle yerine yenisini sağlarsanız, zafer için en temel olan imkanı gerçekleştirmiş olacağız. Objektif imkanlar ne olursa olsun, bunu sağlamadan hiç birimiz başaracağımızı sanmamalıyız. Bu gafleti bir kez daha yaşamamalıyız.
Öncelikle genel parti militanlığını, ordu komuta ve savaşçılığını bu yenilenmiş kişilikle karşılamalısınız. Bir hiç uğruna adeta kendini ölüme yatıran birlikler, doğru yaklaşmamadan dolayı yaşanan bazı kaçışlar ve çarçur edilen maddi değerler neyi gösterir? Eğer bazı komutanlarımız, sorumlularımız görevlerinin, sorumluluklarının ne olduğunu anlamıyorlarsa, onlara şunu hatırlatmalıyım ki; başta ucuz kayıplar olmak üzere, gerilla tarzının çok dışında savaşım nedenleriyle ve ilgisizlikten dolayı -isterse en tehlikeli bir bozguncu olsun- kaçışların yaşanması, yine korumamız gereken silahlarımızı, araç-gereçlerimizi böyle lakayt, sorumsuz davranışlarla kaybetmemiz sizi yargılanmaya götürür. Sizi uyarıyorum, eğer varsa kendinize, yine sorumluluklarınıza karşı bir saygınız, bu kaybetmeyi kendiniz için en büyük suç veya sorumsuzluk olarak değerlendirecek, hesabınızı ya daha fazla başarıyla gidererek vereceksiniz, ya da yargılanmaya bizzat kendi önerilerinizle geleceksiniz. Hem böyle değer kaybetmek, hem de sanki hiçbir şey olmamış gibi görevlerin başında durmak alçakça bir durumdur ve artık bu tutumdan vazgeçin. Yapabileceğiniz işleri yapın. Görevler konusunda netseniz ve sorumluluğa sahipseniz bu kendini pratikte göstermelidir ve “ben başaracağım, kelle pahasına da olsa, canım pahasına da olsa bu görevde başarılı olacağım” demelisiniz. Bunu sağlayamadığınızda yapmanız gereken; ya görevi zamanında bırakmak ya da başarıyı zorlayarak en son kaybettiklerini telafi eden bir duruma yönelmektir. Bunu böyle değerlendirmek yerine, eğer “biraz daha değer kaçırtayım, kendimi biraz daha incelterek sürdüreyim” diyorsanız, artık buna son verin. Kendini böyle kurtarabileceğini sanmak en ağır suçluluk durumudur ve en büyük kötülüktür. Bu dönemde bunu yapmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Sizi açıkça uyarıyorum ve göreve çağırıyorum.
Partimiz ve ordumuz doğru görev anlayışına sahiptir. Size mükemmel bir eğitim verilmiştir. Elinizdeki olanaklarla da bulunduğunuz her sahada gerçek bir partili ve kahraman bir ARGK’li olarak savaşmanız ve sonuç almanız imkan dahilindedir. Bunun yerine kariyerizmle, bireysel tasarrufçulukla, ikirciklikle kendini yoldaşlarının ruhu haline ve canı gönülden benimsenen bir militan, komutan haline getirmeme, bunun pratiğini amansız ve herkese örnek olacak bir biçimde sergileyememe neyle izah edilebilir? Bunun dışında particilik, komutanlık nasıl kabul edilebilir? Bu sorular sizin için yakıcıdır ve cevaplarınız mutlaka olumlu olmalıdır. Aksi halde sizin mevkilerde kalmanız doğru değildir. Olgunluk sürecinde en temel bir sorun; sürece cevap veren, parti kurallarını özde ve resmiyette tüm görevlerin üzerine yürüyüşte, yine orduda daha sıkı, daha yoğun bir biçimde fedakarca ve üstün sorumlulukla uygulayan birisi olursanız, olgun kadro, komutan olursunuz ve dolayısıyla başarınız da gelişir. Aksi halde geçmiş süreçlerdeki gibi, “yine kendimi dayatırım” biçiminde bir toylukla, bir hamlıkla, hatta neredeyse bir kontra gibi, partiye dayattığınız yaklaşımlarla eğer sonuç alacağınızı sanıyorsanız, derin bir yanılgı içindesiniz demektir. İlk başlatılacak süreç, sizi sert bir mahkemeye almaktır ve bu konuda yanılmayın.
Eğitiminiz mi yok? Gelin, eğitim imkanları her yerde var. Bazı temel konularda zaafınız mı var? Giderin. Aydınlanmak mı istiyorsunuz; sizi aydınlatacak çevreler, partiler çoktur. Bu konuda durum şiddetlidir. Yaklaşım olarak herkes kendine aydınlanmayı yakıştırmalıdır.
Önderlik gerçeği olarak, partimizin emir ve komuta düzeyini dürüstçe yönlendirmek zorundayız. Siyasi ve askeri esasa saygılı olmak ve gereklerini yerine getirmek zorundayız. Hiç kimse “yok köylüyüm, yok küçük-burjuvayım” deyip, kendi kabalığını, ilkelliğini bir yaşam tarzı olarak asla dayatamaz ve bunun bahanesi, nedenleri ileri sürülemez. Hiç kimsenin hiçbir gerekçeyle “sınıf nedenleri, eğitimsizlik, bu kadar bireycilikle seni seçmişiz” gibi sözleri söylemeye hakkı yoktur.
Ben tam da bu noktada bir kez daha büyük şehidimiz, gerçek komuta gücümüz Zeynep Kınacılara eğer saygınız varsa, bir-iki sözünü tekrar hatırlatıyorum. “Süreç, bilmem düzenden böyle etkilendim, küçük-burjuva, şu feodal yanımız deyip de kendi ilkelliklerimize sığınma süreci değildir. Bu demagojik, ucuz lafları bırakın” diyor. Evet, bunu söyleyen bizim yepyeni bir savaşçımızdır ve kahramanca eylemi gerçekleştiriyor. Şimdi bu mu doğrudur; bu kişiye mi gerçek komutan olarak değer ve saygı vereceğiz, yoksa halen kendine sevdalı, her şeyiyle itici, yüce değerlerden habersiz, sadece kaybettirenlere mi saygılı olacağız? Bunu vicdanınız kaldırıyor mu? Bu tarihi değerlerimize ve şehitlerimize saygısı olmayanların içimizde bir saat bile yeri yoktur.
Eğer siz gerçekten partililer ve ARGK sorumlularıysanız, bütünüyle parti tarihine olduğu kadar, şehitlerimize ve bize de biraz saygınız varsa, bunu anlamalı ve cevap vermelisiniz. Bu gücünüz yoksa içimizde bir gün bile durmayın. “Yok kendimi dayatırım, yok ince kurnazlık yaparım, yok tepede savaşırım, yok kaba savaşırım ve sonuç alırım, kendimi yaşatırım” diyorsanız, bununla belki çingene paşası olursunuz, ama asla iyi bir PKK’li olamazsınız. Belki bir bozguncu, yoldaşlarına zarar veren biri olabilirsiniz, ama asla bir militan olamazsınız. Bunu da kati bir kararlılık olarak hepinize söyledim ve söylüyorum.
Önümüzdeki süreçte de bu konuda gerekeni yapacağız. “Ben şöyle eski bir yoldaşım, ben şöyle savaşan biriyim” deyip asla kendinizi kandırmamalısınız. Ciddi yoldaş, iyi savaşmış yoldaş, bu tarihi kutsal değerlere daha derinlikli ve olgunca bir yaklaşımla cevap veren kişiliktir. Bu çok açıktır. Bunun tartışılacak bir yanı yok. Hiç kimsenin artık “bunaldık, daraldık, yüzeyseldik” gibi laflarla kendini kandırmaya hakkı yoktur. Eğer yaşamak istiyorsanız, anlamlı, saygılı ve sevgili bir şekilde yaşayacaksınız. Bunun, bu biçimi kendinize yakıştırmaktan başka yolu da yoktur.
Geçmişinizden dolayı sizi acımasız yargılamıyorum. Size fazlasıyla ıslah edici, eğitici yolla yaklaştık, bunu yanlış anlamayın. “Parti ağır cezalar verse ve en ağır eleştiriler yapsa da, sonuçlarına bakıldığında, herkes kendisini yine eskisi gibi dayatıyor” diyorlar. Bunlar gafilce sözlerdir. Yoldaşça bütün uyarılarımıza, bağışlayıcı ve ıslah edici bütün yöntemlere rağmen kendisini bağışlatmayanı, ıslah etmeyeni affetmeyeceğiz. Ama onun yeri ve zamanını biz bileceğiz. Nasıl ki, savaşın yerini ve zamanını biz belirliyorsak, içimizdeki savaşımın da yerini ve zamanını biz belirliyoruz. Bunu bilmelisiniz. Sonra “neden bu bana yapılıyor” demeyin. Çünkü sen suçlusun, sen partimizin yüce değerleriyle oynuyorsun, sen ısrarla görevlere kurallarımıza ve geleneklerimize göre yaklaşmıyorsun. Bu saygısızlığı, bu suçu neden işledin ve neden ısrarla sürdürüyorsun? Partiyi, şehitlerimizi ne sanıyorsun? Önderliğimizi ne sanıyorsun? Kendini çok kurnaz, herkesi de ahmak mı sanıyorsun? Kimse seni zorla savaş içinde tutmuyor. Gel, “ben bunu yapamıyorum, şunu yapabilirim, hatta ben silahlı mücadele de yürütmek istemiyorum” de. Tüm savaşçılara çağrıdır; kaçacağınıza, bunalımlı ve problemli yaşayacağınıza yanı başınızdaki sorumlu kademelerinize bunu söyleyin. Size bir yol bulunur, cephe gerisinde kalabilirsiniz. Kamplarımız var, sizi oralara gönderebiliriz. Zor durumlara düşmeden sizi yaşatabiliriz de. O halde kaçmaya, kendini gizlemeye de gerek yok. Ayrıca bu işi yapamayacağınız halde, yapar gibi görünmeye de gerek yoktur.
Savaş yiğitlerin işidir. Olgun, tarihi gerçekleri günlük olarak görenlerin işidir. Çok iradeli ve bu işi zevkle meslek edinmiş olanların işidir. Böyle özellikleriniz yoksa, bir vatansever olarak dua etmeniz bile değerlidir. Ama işlerle, gerçeklerle oynamak en tehlikelisidir ve ağzınızla kuş yakalasanız bile kendinizi affettiremezsiniz. Ben bu uyarının bir kez daha hepiniz tarafından mutlaka anlaşılmasını istiyorum. Yoksa hiçbir yoldaşımızla kötü karşılaşmak istemiyorum. Ama partiyi belki de bilinçli ajanlardan daha tehlikeli bir objektif ajan, bir kontra gibi zorlamanızı da hiçbir gerekçeyle kaldıramam.
İyi bir ordu elamanı değilseniz ve iyi bir parti temsili yapamıyorsanız, kendinizi bu çerçevede çözmeye tabi tutun. Eğer “yetkiden, komutanlıktan vazgeçemem” diyorsanız, o zaman gereklerine uyun. Size zor geliyorsa istemeyin, istifa edin. Eğer “ben kendimi iddialı görüyorum, bu işin gereklerine cevap vereceğim” diyorsanız, o zaman bunu günlük olarak kanıtlayın. Bu çerçeve dahilinde hareket edemezseniz, sorgulama ve yargılama sürecini şiddetlendireceğiz. Bu durumda içine düşülecek tüm zor süreçlerden kendiniz sorumlusunuz. Görevlerin üzerine zamanında yürümeme, onun net kadro, komuta kişiliğini temsil etmeme, günlük olarak başarmama ve en önemlisi de kabul edilmez temellerde kaybetmeye yol açmak, sizin ya istifa ya sorgulama ve anında görev dışı kalma ya da mahkemeye çıkma durumunuz demektir.
Kendine güvenen bir militan günlük olarak birliklerini ne kadar eğitiyor? Teknik ve moral olarak bazı eylemleri ne kadar kabul edilebilir başarı ölçülerinde yapıyor? Bütün ortamları itici değil, çekici kılıyor. Yoldaşlarına değer üstüne değer katıyor ve günlük verdiği raporlarla başarılı olduğunu kanıtlıyor. İşte bu, başta kalması gereken komutandır, partilidir. İçimizde öylelerine yer var ve öylelerinin gelişmesi için herkes en üstten en alta kadar özen göstermelidir. Gerekirse göreve getirmeliyiz, gerekirse görevden almalıyız. Kısaca ölçüleri mutlaka uygulamalısınız. Kurallarla oynamanız, yaramazın yetmezin elinden çok kaybetmemiz artık kabul edilmez.
Bunu bütün yönleriyle anlamak ve gereklerini yerine getirmek, dönemimizin emredici ve olmazsa olmaz kabilinde kadro gerçeğidir, onun yaklaşımıdır. Sanmıyorum içinizden birisi, “ben yine anlayamadım” desin. Yıllardır sürdürülen netleşme, günlük olarak görevlendirme, herkesin başarabileceği yetkileri ve onun imkan-olanaklarını sunma başarı için yeterlidir. Gerisini kendinize yüklenerek, yaratarak ortaya koyacaksınız. Yaratma yetenekleriniz yoksa neden işin başındasınız? Yaratmayan adam işin başında olamaz. Bu bir önderlik ilkesidir ve bu, PKK’de komuta ilkesinin temelidir.
Yeten, yaratan, dolayısıyla başaran baştadır. Yetmeyen, eksik kalan, yaratmayan ve dolayısıyla başarmayan kişi kademelerden geriye düşer. Bunun anlaşılmayacak hiçbir yönü yoktur. Eğitim, örgütlemede yetersizsen düşersin. Moralde ve siyasette geliştiremiyorsan ve eylemde başarısızsan görevden çekilirsin. Bu işi başarıyla yerine getirecek militanlarımız, hatta savaşçılarımız çoktur. Bir Zeynep şehidimiz bunun en bariz örneğidir. Ve bizde her militan, savaşçı bir Zeynep’tir. Bunu bütün komutanların adı gibi bellemesi gerekir. PKK tarzında cesaret ve fedakârlık herkesi Zeynep tarzı yetiştirir. Bunu anlamayan yöneticiye, anlamayan komutana söyleyeceğim çok şeyler vardır ve ilerde söyleyeceğim. PKK’nin savaşçısını doğru değerlendiremeyen, onu bir taktik yetersizlik nedeniyle -ki, kırkar kırkar kaybedeniniz vardır- kaybedeni tarih ve parti acımasızca yargılayacaktır.
Bir PKK bölüğü ile destanlar yazılır. Eğer destan yazmıyorsa bu, kesinlikle bölük komutanının eksik ve yanlışlıklarından dolayıdır. Çünkü PKK savaşçısı kahramandır. O halde sizleri PKK’nin kahraman savaşçılarıyla, onları tam anlayarak, örgütleyerek ve eyleme doğru sevk ederek, yöneterek, komutanlık görevlerinizi yerine getirmeye çağırıyorum. Bunun dışında hiçbir gerekçeyle birliklerin ve bu kahraman savaşçıların başında kalamazsınız ve partimizin tarihini de, bizim günlük emeklerimizi de boşa çıkaramazsınız. “PKK kahramanlarının başında kalmak hoşuma gidiyor. Bir günlük paşalık bile zevktir” diyorsanız, bunun hesabı sorulur. PKK kahramanlarının başında yer almak -en azından elli kişilik bir bölükse- toptan güç sahibi olmak demektir. Moral, ideolojik, siyasi, örgütsel ve taktiksel hususlarda hepsine denk bir kuvvetin sahibi olmak demektir. Bu kuvvet varsa komutan olabilirsin, yoksa görevi bırakırsın. Bunun da anlaşılmayacak hiçbir yönü yoktur. Hazırsan ve böyle kabul ediyorsan o halde komutanlık yapabilirsin, ama hazır değilsen görevden çekilir, başka işler yaparsın. Demek ki, komutanlıkta bu ilkeyi uygulayacaksınız. “Anlamadık, muğlak kaldık” demeye de hiçbirinizin hakkı yok, her şey çok net ve anlaşılırdır.
Partinin ideolojik, siyasal gerçekliği ortadadır. Çizgimiz nettir ve son derece sonuç alıcıdır. Bir tekimiz bile dünyaya meydan okuyabilir. Bizdeki üstün moral insanlığa örnektir. Bu, PKK’nin bütün kahraman şehitlerinde kendini ifade etmiş temel özelliğimizdir. Her parti militanı bütün bölgelerde, birliklerde -sayısı hiç de önemli değil, bir tane bile olsa- ideolojik düzeyin, moralin, dolayısıyla siyasi düzeyin, örgütlenmenin en sağlam ve başarılı ölçülerinde yürütülmesini sağlarsa o parti militanıdır ve kabul edilir. Buna yetmiyorsa partili olmadığını bilmek zorundadır. Bunun da anlaşılamayacak her hangi bir yönü yoktur. Gereklerine tam uyacak ve hakkını vereceksiniz. O zaman herkes bu parti militanına büyük bir değer olarak bakmayı, onun emir ve perspektiflerine uymayı bilmelidir. Ve bu parti militanı her sahada kazanır.
Diplomasiden tutalım ekonomik faaliyete, kültürden tutalım en zorlu bir serhildanı, bir örgütsel görevi başarmaya kadar; legal olduğu kadar illegal, ordu içinden tutalım en sivil, barışçıl alanlara kadar, bu militan özellik mutlaka kazanır. O halde, “ben partiliyim” diyenleri öncelikle böyle bir militan olmaya çağırıyorum ve varsa yanılgısı, yanlışı, eksikliği gidermelidir, doğrusuna mutlaka ulaşmalıdır. Partinin yüce yoldaşlık ilkesini hiç kimse, hiçbir gerekçeyle değiştiremez, maskeleyemez ve kullanamaz.
Partinin öncü çekirdeği bizim için başarının esasıdır. Onun netliğini ve arılığını sonuna kadar gözbebeğimiz gibi koruyacağız, her şeyden daha fazla esas alacağız. O halde bu yönlü iyi bir partili olmak için dönem çok uygundur, olanaklar fazlasıyla vardır ve mutlaka hakkını vermek gerekiyor. Gerek genelde tüm işlere ideolojik, politik öncülük eden partililer ve gerekse onun daha yoğunlaşmış, hatta aynı kişide ifade edilen komutanlık gerçeği için bu özellikleri benimsersek, olgunluk sıfatını kazanmışız demektir. Bu kişilik de dönemin ve görevin üzerine yürürse kazanır.
Siz Değerli Tüm Partililer ve ARGK Savaşçıları;
Bu önümüzdeki dönemin böyle netleşmiş kadroyla kazanılacağını bilmeli ve bu konularda üzerinize düşeni mutlaka hiçbir bahaneye sığınmaksızın, bir daha şu veya bu nedenle “bastırıldık, uzlaştık” demeksizin, anı anına günlük olarak bu kadroyu kurallara göre görevlendirerek, varsa görev boşluğu bizzat yüklenerek değerlendirmelisiniz. Sağlama almanız gereken en temel işiniz budur. Bunun olmadığı yerde başarı olmaz. Böyle bir komutanın bin gerillası da olsa, parti değeri olmazsa kaybetmeye mahkumdur. Ama bir tanesi bir yerde de olsa kazandırabilir. Bu gerçeği mutlaka takip etmeniz ve hakkını vermeniz gerektiğini yaşamınız için, başarınız için defalarca vurguluyorum.
Şimdiye kadar söylediğiniz “neden uzlaştık, neden bastırıldık” gibi sözleri bir daha söyleyen suçlu olduğunu bilmelidir. Yine “daraldık, bunaldık” gibi sözleri hangi komutan, savaşçı söylerse söylesin suçludur, söylemeye de hakkı yoktur. Çünkü görevlere doğru yaklaşmayanın konuşmaya hakkı yoktur. Sizi bu temelde doğru konuşmak kadar görevlerinizi zamanında yerine getirmeye çağırıyorum. Ve bir daha bu sözleri ne yazılı, ne sözlü olarak bize sunmaya hakkınızın olmadığı konusunda sizleri uyarıyorum. Biz kendimizle bu kadar alay etmeyeceğimiz gibi, zarar da vermeyiz. Neden olgun olmayalım? Neden cesur ve fedakar gerçeğimizi akıllı ve sonuç alıcı bir tarza ulaştırmayalım? Bundan gocunacak hiçbir şey yok. Tam tersine gurur duyulacak çok şey vardır. O halde bu önümüzdeki dönemi en temelde bu kadro gerçekliliğiyle kazanacağımızı biliyor ve mutlaka da gereklerinin temsilini hemen hepinizden bekliyoruz.
Bununla birlikte şüphesiz dönem taktikleri var. Hemen hemen bütün ülke genelimize ilişkin planlamada olduğu gibi eyaletlere, hatta bölgelere kadar indirgenmiş bu planlamalar gerçekçidir. Özellikle bir kaç temel özelliğini vurgularsam; kitle arasında çalışanlar artık halkın kabul edebileceği ölçüleri kitle ilişkilerimizde mutlaka göstereceklerdir. İtici değil, eğitici ve örgütleyici olmayı bileceklerdir. Diplomatik sahada da, bütün çalışmalarda da böyle olunmalıdır. Fakat bunlar belirleyici olmadığı ve bir yerde gerilla savaşına bağlı olmak zorunda olduğu için, hemen herkes hangi kitle çalışmasını yürütüyorsa, onun en temel mücadele biçimi olan savaşla bağlantısını esas alacaktır. Kültür kurumu da böyledir, diplomasi de böyledir. Savaşımızın haklılığını, gereğini, neden ve nasıl başarması gerektiğini bilerek, diğer tüm faaliyetler içinde yerini tutacak, gerekeni yapacaktır.
En önemlisi, temel savaş olarak biz bu gerilla savaşını vereceğiz. Vermeden ulus olarak katliamdan bile kurtulamayız. O halde bu savaşın bütün temel taktik hususlarını adımız gibi bilince çıkarmalı ve gerekeni yapmalıyız. Uzun süredir bu gerilla taktikleriyle oynandı. Dikkat ederseniz, eğer 1992 sonrası gerillaya dönüşümü ve gerillanın ileri bir aşamasını oturtmuş olsaydık tarih değişirdi ve bugünkü zorlanmaları yaşamazdık. Orada olmayan taktiktir.
Büyük direndiniz. Gerçekten tarihte ender rastlanan bir cesaret örneğiyle de çarpıştınız. Bu konuda kahramansınız diyebilirim ve sizi överim. Ama bu asla saf olmadığınızı göstermez ve bunu görmezden gelmemizi de gerektirmez. Siz bu cesaret ve fedakârlığınızı, yani kahramanlığınızı maalesef doğru taktiklere oturtamadığınız için büyük saflar olarak, hatta cahiller olarak karşımıza çıkmaktan da kendinizi kurtaramadınız. Sizi acındırmak istemem, ama bu söylenenler gerçektir. Gerilla bir tarz demektir. Bu tarz oturtulmadan on binlerce gücünüz de olsa, tüm dünya arkanızda da olsa kaybedersiniz. Eğer bu tarzı tutturursanız, coğrafya elverişliyse ve asgari bir sayıya da ulaşmışsanız tüm dünya karşınızda da olsa kazanırsınız. Bu gerillanın bir ilkesidir. Şimdi dağlarımız her savaşı kaldıracak kadar kusursuzdur. Sayımız, silah ve tekniğimiz de fazlasıyla vardır. Halk da oldukça yeterlidir.
Olmayan nedir? Olmayan; kendi elinizle kendinizi gerilla olmaktan çıkarmak ve neredeyse bir düzenli ordu savaşçısı durumuna düşürmektir. Bu büyük hatayı bilerek veya bilmeyerek işlediniz. Kolay geldiği ve hoşunuza gittiği için ya bir ilkel isyancı, ya da bir düzenli ordu savaşçısı gibi affedilmez ve imhası kesin bir duruma girdiniz. Asi avare gruplar gibi boşta gezer, mevzi savaşına yatar veya kendisini imha eder durumlara düştüğünüzü asla inkar edemezsiniz.
Temel taktik olarak artık bu hususu aşmalısınız. Önemle vurguluyorum; dönem planlamasına mutlaka ulaşmalı ve bunu günlük olarak adım adım amansız uygulamalısınız. Gerillada temel üs anlayışına ulaşmamanız ve derinliğine, genişliğine gizli, hareketli bir şekilde bölgelere ve eyaletlere göre bunu oldukça gerçekçi bir tarzda uygulayamamanız tüm kayıplarınızın anlamsızlığı kadar, önemli kazanımlara da ulaşmayışınızın en temel nedenidir. Yani bu, omurgayı kurmadan gövdeyi şişirmeye benziyor ve omurga olmadığı için gövde dayanamaz, düşer. Veya temel atılmadan bina kurmaya benziyor. Temelsiz bina ne kadar yükseltilse de gümbür gümbür devrilmekten kurtulamaz. Böyle hatalar oldu.
Temel nedir? Temel; stratejik, coğrafik alanlarda üslenmektir. Çok zorlu, ama mücadeleyi yükselten o yerlere dayanmayı bilmektir. Çok iyi biliyorsunuz ki; biz oraya az bir güçle de girsek ve gerilla esprisi tam uygulansa, küçük bir dağda on bin kişilik bir düşman birliğini etkisizleştirebiliriz ve bunun örnekleri de bizde çoktur. Hemen her alanda yüzlerce gerilla birliği var; stratejik alanlarda yer altısı da dahil gizliliğe dikkat etmeniz gerekir. Üs hazırlıklarınız olmadığı için her gün köye giderseniz ve ufak bir operasyonda her tarafa dağılırsanız bunun adı, asi avareliktir, ilkel isyancılıktır. Bu durumda imha olmaktan asla kurtulamazsınız. Örneğin, Garzan, Amed başta olmak üzere hemen her eyalet bu durumu yaşamıştır. Bunun suçunu kendinizde bulacaksınız .
Eğer zorda olsa, biraz gerilla tarzında ısrar etseydiniz ve o çok elverişli olan coğrafyada doğru bir biçimde mevzilenmiş olsaydınız, yaşanan kayıpların onda biri kadar kayıp yaşamayacağınız gibi en değme orduları da perişan ederdiniz. Siz bu taktik yetmezliklerle kendinizi zorladınız. Önümüzdeki dönemde hiçbir gerekçeye sığınmadan, zorluklar ne olursa olsun bunun gereklerini yerine getirmelisiniz. Çoğunuzun köye dayalı yaşam tarzınızı biliyorum. Bu suçtur. Siz, gerillaya bir köylünün yemeğine tenezzül etmek için değil, her bakımdan yüceliğe çıkış için gelmişsiniz. Kaldı ki gerilla, lojistik adı altında aylarca “şu köy senin, bu köy benim” diye dolaştırmaz. Eğer derdiniz yemekse gerillada ne geziyorsunuz? Cephe gerilerine çekilin ve gidin metropollerde çalışın.Gerillanın yiyeceği ideolojidir. Gerillanın yiyeceği politikadır.Gerillanın yiyeceği savaştır.
İdeolojide, siyasette ve savaşta güçlü olana ekmek, fazlasıyla gelir. Bunu halen anlayamama gafletini yaşamak en büyük acıdır. Siz o büyük acıya yol açan bu affedilmez tarzı ve basit yaşamı birliklere uyguladığınız için, binlerce kayba yol açtınız. Bir gün mutlaka hesabı sorulacaktır. Biz hiçbir gerekçeyle bir gerilla birliğini, “git şu köyden sadece yemek getir” diye gönderemeyiz. Ben bu konuda sizi çoktan uyarmıştım. Bu tarz, ihanet kadar tehlikelidir.
Kaldı ki, öyle ciddi açlık sorunları da yoktur; dağlarımız hep yemişlerle doludur. Gerilla, gerektiğinde ağaç köklerini de kemirir; yılanları da, çıyanları da yemesini bilir. Sırf bazılarının rahat yaşamaları için, lojistiği birinci görev olarak gerillanın önüne koymak bir gaflet durumudur. Hatta gerillada lojistik takımı yetmedi, gerilla lojistik bölüğü; bölük yetmedi, lojistik taburu kurdular. Lojistik taburu olur mu? Bunu yapan kişi, en büyük suçu işlemiş olduğunu bilmelidir. Lojistik takımı bile olamaz. Belki bir mangalık güç olabilir. Ama esasta tüccarlıktan anlayan bir kaç köylüyü, bir kaç sempatizanı bu işle görevlendirmek en doğrusudur. En önemlisi de eğer illa bunu gerilla yapacaksa, planını yapar, kamyonların yolunu keser, vurur ve alırsın. Düşmanın karakollarına her gün erzak gidiyor, ondan alırsın. Veya tüccar örgütle, katırlarla onlar erzak getirir.
Şimdi bunun gibi bir çok kusurunuz var. İnsanlarla ilgilenmek zor değil. Bulunduğum sahada on binleri ölü noktasından birer fedai noktasına getirdim. Ve halen bize dayanarak, çekiciliğimize dayanarak milyonlarımız ayaktadır. Eğer sen PKK militanıysan, neden bu insanları bir gün bile kucaklayamıyorsun? Neden bunları değerli, sevgili bir yoldaş gibi bağrına basmıyorsun? Bunlar yapıldığında insanlar kaçmaz. Bunu, doğru bir hedefle, ideolojinin, siyasetin, örgütselliğin anlam ve önemi üzerine onları eğiterek sağlayabilirsin.
Bu önümüzdeki 13. savaş yılımıza bu temelde hazırlık yaparak giriş yapmalıyız. Eminim ki hazırlıklarınız epey gelişmiştir. Her alanın komuta ve savaşçı yapısı güçlü eylemlikleri yürütecek düzeydedir. Ben bu değerlendirmemle birlikte bu günlerde halkımıza ve uluslararası kamuoyuna bir açıklama yapacağım. Eğer mevcut hükümetten daha somut bir karşılık gelmezse -ki pek gelmiyor, özel savaş komutanları da sonuna kadar yok etmekten bahsediyorlar- o halde biz de sonuna kadar bu yeni hamle dönemine yükleneceğiz.
13. savaş yılı, bu anlamda çok kapsamlı ve oldukça iyi hazırlanmış bir temelde, başta gerilla olmak üzere tüm mücadele biçimleriyle yürütülmeye çalışılan bir yıl olacaktır. Başka hiçbir seçeneğimiz, yolumuz ve kurtuluşumuz yoktur.
Bu temelde sizleri, bu savaş yılımıza sonuna kadar hazırlanmaya; ideolojik, siyasi, örgütsel ve eylemsel olarak mevzilenmeye, üslenmeye, çok karmaşık taktikleri iç içe geliştirmeye ve en az kayıpla azami başarıyı sağlamaya, orduyu da sürekli büyütmeyi esas alan tüm hedeflerin üzerine güçlerimiz oranında kendimizi kilitleyerek yürümeye çağırıyorum.
Siz tüm yoldaşlar; geçmişte işlediğiniz hatalar ne olursa olsun, yanlışlıkları eğer bu temelde giderirseniz sizi yeniden değerli bir yoldaş olarak karşılıyorum.
Ayrıca önde gelen, eğitimini ölçüler dahilinde güçlü almış tüm partilileri bu yeni komuta görevlerinde azamisini gerçekleştirmek üzere bütün engelleri aşabilecek kadar görevlerin üzerine başarıyla yürümeye çağırıyor, selam ve sevgilerimi sunuyorum.
-Yaşasın 15 Ağustos Atılımı!
-Kahrolsun Faşist Sömürgecilik ve Her Tür İşbirlikçileri!
REBER APO
15 Ağustos 1996
- Ayrıntılar