Çünkü; kadını örgütleyemeyen bir örgüt örgüt değildir. Sizin yeriniz sadece eviniz değil. Siz her yerde olmalısınız. Söz sahibi olmalısınız, her yerde kadınlar konuşmalı. Kadın özgürlük mücadelesi olmasaydı kadınlar köle olarak yaşamaya devam ederdi.
Şehit kadın kahramanlar var hepsi çok değerliydi, şehit düşen tüm kadın yoldaşlarımı hepsini saygı ile anıyorum. Sakine’nin hayatı örnektir. Kadının özgürleşmesi Sakine’nin mücadelesidir. Sakine’nin hesabını sormalı, açığa çıkarmalısınız. Kadının kölelik tarihi elbette Ortadoğu kültüründe gizlidir. Çıkışı da bu nedenle bu topraklarda olacaktır. Ama erkek tarzında olmayacağı açıktır. Hiçbir öykü kadının kölelik ve özgürlük öyküsü kadar beni hem esefle, öfkeyle hem kıvançla ve coşkuyla etkilemiyor.
Bana öyle geliyor ki toplumsal yaşamda yapılan en temel hata, yanlışlık ve çirkinlik kadın konusunda yapılmakta ve yaşamı peşinen kaybetmeye götürmektedir. Bunun başlıca nedeni kapitalizmi kültürüdür. Tarihin hiçbir döneminde kadın kapitalizmde olduğu kadar istismar edilmemiş ve sistemin hizmetinde kullanılmamıştır. Dolayısıyla kadın özgürleşmesinde özgün bir öz savunma yaşamın temel ilkesi yapılmak durumundadır. Bunu zihnen oluşturacaksınız. Bu ölümler savaştan daha da beterdir. Küçük kız çocuklarını gelin adı altında eş olarak alıyorlar. Aldığında eş, tecavüz ettiğinde leş olur. Sonra yüzüne nasıl bakılır. Kadınların en büyük sorunlarından biri de işsizliktir. Kadını da ekonomisizleştirdiler. Ekonomi kadınlar için önemlidir. Kadın yaşam dışı bırakılmıştır. Kadın toplumda yerini bulmalıdır. Kadın toplumsal dönüşümün öncüsüdür. Kadınlar giderek ekonomik kominler oluşturmalıdır.
Kadınların öz kararları olmalı. Kadınların özgür yaşam evleri binaları olmalı. Yaşamı kararlaştıracağınız mekânlar olmalı. Çalışmalarınızın temeline özgür kadın arayışını alın. Şikâyetçi değil yaratıcı olun. 3 ya da 4 kadın bir araya gelince çözüm üretin. Kadınlığınıza güvenin. Umutlu olun, emek harcayın. İnanarak yapın. Kadın temelli çalışma önemlidir. Kadın olmak müthiş bir şeydir. Kadınla müthiş yaşanılabilir. Ancak bu şekilde Kadın kendisini 5000 yıllık kölelikten arındırabilir. Bütün yaşamı sosyal olarak ve estetik olarak siz belirleyeceksiniz. Ekonomik yaşamı, sosyal yaşamı, estetik yaşamı siz inşa edeceksiniz. Ve böylelikle biz vahşi erkekleri düzelteceksiniz.
Kadın sorunu sınıfsal kültürel, ekonomik sorundur. Kadın sorunu aynı zamanda siyasal bir sorundur. Siyaseti aşkla yapacaksınız. Eş başkanlık her yerde oturtulsun. Eş başkanlık evrenseldir. Eşitlikçidir. Kendinizi diriltebilirsiniz. Bunu özgürlük ilkesi ile birleştireceksiniz. Kadın özgürlüğünü ve kimliğini dayatmalısınız. Çalışarak, gelişerek ve özgürleşerek iyi kadın olunur. En güzel kadın hayatı özgür yaşayan kadındır. Hiçbir çirkinlik, köle kadınla ve tahakkümcü erkekle birleşmek ve bütünleşmekten daha alçak ve iğrenç olamaz. Yine hiçbir birlik ve bütünlük özgür kadınla ve tahakkümü yenmiş erkeklikle yaşamaktan daha değerli, güzel ve doğru olamaz.
Büyük bir özgürlük devrimi anlamlı bir yaşamın olmazsa olmazıdır. Bu nedenle Ortadoğu devrimi bir kadın özgürlük devrimi olarak geliştirilmek durumundadır. Eşitlik ve özgürlük kadın meselesi ile sağlanır. Bizim devrimimiz kadın devrimidir. Kadının köleliğini aştıracağız. Bizim ki, sınıf devrimi değil. Kadın devrimi öncü devrimdir. Gelinen aşama olsa olsa yolun yarısıdır. Ama unutmayalım ki önemli olan yolun sonu değil yolda coşkuyla, kolektif aşkla, güzelliklerle yürümektir, koşmaktır.
Özgürlük mücadelesinin sembol isimleri olan Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan’ı saygıyla anarken bu vahşi katliamın hesabını katillerinden mutlaka soracağımızı belirtmek isterim. Biz barışı ve demokratik çözümü bu yoldaşlarımızın şahsında bütün özgürlük şehitlerimize adayacağız. Soylu şehitlerimize ve onun jin-jiyan olma gerçekliğine saygı bağlılık kadar, emek gücümle sonuna kadar katkılarımı sunmaya devam edeceğim.
Kadın için sözümüz bitmedi. Bu minval üzere tüm alanlardaki ve anlardaki siz yoldaşları, dostları, bilgece, güzelce ve aşkla selamlıyor, kucaklıyor ve başarı diliyor, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nüzü kutluyorum.
Abdullah Öcalan
İmralı Cezaevi
- Ayrıntılar
“Kürdistan söz konusu olacaksa eğer veya ana topraklar diyelim, o ananın da bahsettiği gibi yani o topraklarda yaşamak en güzeli diyorsak, her şeyden önce kadın ideolojisi topraksız olmaz. Hatta toprağın ekine açılması, üretime açılması, biraz da kadın sanatıyla bağlantılıdır. Demek ki kadın ideolojisinin birinci ilkesi, doğduğu topraklarda yaşamaktır. Yani yurtseverliktir.
Kadın kurtuluş ideolojisinin başlangıç ilkesi, yurdunu sevmek, toprağına anlam vermek, toprağının üzerinde yaratılan tüm değerlere saygılı olmak ve onları korumak, bu temel yaklaşımla yeni değerler yaratmakla yaşamsallaştırılabilir. Bu ilkeyle örgütlü kadın gücü, Kürdistan kadını öncülüğünde halkın kendi kültürüyle, kendi değerleriyle, maddi ve manevi tüm tarihsel değerleriyle buluşmanın, onları anlamlandırarak, büyüterek geleceğe taşımanın temel yürütücüsü olur. Kadının, tanrıçalaşmayı yaşadığı Mezopotamya topraklarının mevcut durumda yaşadığı insansızlaştırmaya, Mezopotamya insanının topraktan uzaklaştırılmasına karşı yaklaşımı, kadın kurtuluş ideolojisinin yurtseverlik ilkesi doğrultusunda bir mücadeleyi esas almak olmalıdır. Kürdistan’da değer bilincinin insan, madde ve her türlü üretimle birlikte anlam kazanması toprağın, özgür bireyle ancak özgür bir nefes alma imkânını getirecektir. Bununla birlikte ancak doğru bir yurtseverlik bilincinin sağlanması, ezilen psikolojisinin, ulusal inkârcılığın, köksüzlüğün aşılarak doğru bir yurt sevgisinin oluşturulması, dünya insanlığıyla doğru bir bütünleşmeyi getirecektir. Kadın kurtuluş ideolojisi doğrultusunda yurtseverlik ilkesini yaşamsallaştırabilmek, evrenselleşmenin de önemli bir aşamasını oluşturacaktır.
II. Özgür Düşünce, Özgür İrade İlkesi
En somut bir ifadesi ile kadın istediği gibi yaşar, kararlaştırır. Onun düşüncesine güveneceğiz, onun iradesine saygılı olacağız. Kadın Kurtuluş İdeolojinin vazgeçilmez bir ilkesi de budur.
İnsan türünün maddi gerçeklik içinde kendini farklılaştırarak yeni bir kimlik kazanması, onun düşüncesinin yansımaları olan ve toplumsallaşmaya zemin hazırlayan edimlerle gerçekleşmiştir. Varlığı koşullayan bir boyut da özgür ve iradi düşünme, buna göre yaşamadır. Özgür ve iradi düşünmenin inkârı varsa öz varlığın yaşamasından söz edilemez.
III. Özgürlüğe Dayalı Bir Yaşam Paylaşımı Ve Örgütlülük İlkesi
Özgürlüğe dayalı bir yaşam paylaşımı için örgütlülük gerekir. Örgütsüz insan bir hiçtir. İlk örgütlenme kadınla başlamıştır. En çok örgütlenmeyi esas alması gereken güç kadındır.
İnsanın varoluşuna, toplumsallaşma gerçeğine aykırı olmasına rağmen köleleştirmenin, sınıflı toplum tarihi boyunca varlığını sürdürmesi, kendini örgütlü bir güç olarak somutlaştırmasından kaynağını alır. Sümer tapınağı olan zigguratlar, hiyerarşik devletçi sistemin oluşturulduğu, eril zihniyetin şekillendirilerek kurumlaştırıldığı bir dölyatağı rolünü üstlenmiştir. Burada başlayan örgütlülük toplumun sınıflandırılarak köleleştirildiği, bunun tüm topluma dayatıldığı bir örgütlülüktür. Tahakkümcü sistemin gelişim yılları boyunca sağlamlaştırdığı, insan zihni ve bedeni üzerindeki egemenliğini derinleştirerek arttırdığı örgütlülüğe yönelerek onu aşabilmek ve özgürlüğe dayalı bir yaşam yaratabilmek ancak güçlü bir örgütlenmeyle mümkündür. Mevcut sistemin tüm örgütlenme ve kurumlaşmaları erkek karakterlidir. Bu eril hâkimiyetin örgütlenme diyalektiğindeki cinsiyetçilik, kadın üzerindeki hâkimiyet kadar ezilen sınıf, ulus ve tüm sömürülen kesimlerdeki erkek üzerinde de hâkimiyet kurmakta, onu da hiçleştirmektedir.
IV. Örgütlülükle Birlikte Mücadele İlkesi
İdeolojik-politik esaslar başta olmak üzere, örgütselliğe ilişkin, kültüre ilişkin velhasıl kendisini güçlendirebilecek her alana ilişkin kadının tam bir mücadeleci olması gerekiyor.
Mücadele kavramı varlıkla birlikte var olan ve olmaya devam eden bir olgudur. Çünkü varlıkların doğasında mücadele vardır.
Tahakkümcü sistemden kendini kurtararak, örgütlü bir güç halinde varlığını korumak, eril zihniyete karşı kadın eksenli bir ideoloji yaratmayı amaçlamak, ancak sağlam temelli bir mücadele gücünü kendinde oluşturmakla olanak dâhiline girebilir. Özgürlük mücadelesi saflarındaki kadın, bu durumda tarihsel bir bilinçle özgün örgütlülüğünü ele almalı ve mücadele yürütmelidir. Bu durumda bir kadın militanın her an hatırlaması ve ona göre kendi yürüyüşüne yön vermesi gereken gerçeklik mücadelesizliğin onu sistemle bütünleştireceği, mücadelesiz geçen her anın sistemin bir kazanımı olarak zamanda yer edineceği gerçeğidir. Mücadele ilkesini kendi kişiliğinde süreklileştirebilmek güçlü bir örgütlenmeyi ve özgür iradeyi de açığa çıkaracaktır. Kadına biçilen sessiz, verili olanı kabul eden, kendi iradi duruşu olmayan sıfatlandırmaları ancak bu ilkenin güçlü uygulanarak, kadın cinsinin öz iradesini yaratarak, adım adım başarıya yönelerek aşılabilir ve kadın bu yolla kadın kurtuluş ideolojisinin öngördüğü yaşama yakınlaşacaktır.
V.Yaşamın Estetikle, Güzellikle Olan İlişkisi İlkesi
“Güzel yaşamın büyük ve kutsal ilkeleri kadar, onun nakış işlemesi gibi ilmik ilmik dokunması gereği vardır. Gözle, davranışlarla her şeyin estetik yani güzellik sınırlarında yürütülmesi gerekir. Büyük yaşamın özü örgüt ise örgütlülük düzeyi ise bunun elbisesi de güzel nakışlardır. Veya böyle bir dokunmayı gerektirir. Nedir bunlar? Dildir, davranış güzelliğidir.
Eğer özgürleşmek amaç olarak belirleniyorsa başlangıç olarak estetiğin çıkış noktası erkek eksenlilikten, erkeğe göre olmaktan çıkmalıdır. Bununla birlikte düşüncesinden fiziğine, davranışlarından üslubuna, konuşmasından beden diline ve ifade gücüne kadar bir bütün olarak amaçlı, anlamlı ve estetik bakış açısına sahip bir yaklaşımın esas alınması gerekmektedir. Yaşamın kadın kurtuluş ideolojisi ilkeleri doğrultusunda ele alınması, örgüt bütünselliği ve disipliniyle somuta yönelmesi ve estetik bakış açısıyla biçimlendirilmesi kadını başarıya yakınlaştıracaktır.
Ancak bununla kadın doğal toplumdaki gibi yaşamın cazibe dolu bir öğesi olacak, kendi somutunda köleliği değil özgürlüğü derinleştirecek, kendine yakınlaşanı sistemin ağlarından kurtararak özgürlüğe çekecek olan özüne kavuşacaktır.
İnsan her şeyin en güzeline layıktır. Kadın kurtuluş ideolojisini kendilerine temel alan özgürlük arayışçısı kadınların kendi güzellikleriyle yaratacakları yeni özgür yaşam, tüm insanlara güzelliği verebilecek bir dünyanın garantisi olacaktır.
Mart 2000 kadınına!
Seninle yaşamak için
Aramızda, Adem ile Hava'dan beri
Ekilen kara çalıların sökülmesi,
Yükseltilen duvarların kaldırılması gerekir!
Bunun için,
İlk sınıf, ilk hakim
Yalancı ve zalim erkekliğin yenilmesi
Ve uygarlığın çaldığı ateşin, alınması gerekir!
Bunun için,
Tüm Prometuslara bedel bir kavgayı göze aldım!
Dünyayı karşımda buldum..
Ve Prometeus'un memleketinde
haince esir düşürüldüm..!
Ey kutsal ana
Ve Sevda kadını!
Abdullah Öcalan
8 Mart 2000
- Ayrıntılar
Bir devrimin özgürlük düzeyi ilişkilerdeki özgürlük düzeyine bağlı olduğu gibi, özgün olarak da kadın erkek ilişkilerindeki özgürlük düzeyiyle oldukça bağlantılıdır. Özgürleşme, bir anlamda bireyler arası ilişkileri özgürce tartışma, kararlaştırma ve yürütme gücünde olmayı ifade eder. Böyle bireylerin oluşturduğu topluluklar, özgür topluluklar olarak da değerlendirilir. Bu toplulukların oluşturduğu topluma da özgür bir toplum denilir. Devrim, bu anlamda bir toplumu en üst düzeyde özgürleştirme eylemidir. Bir toplumun yakıcı, hızlı ve genel bir özgürleşme ihtiyacı varsa, yapılması gereken o topluma çok şiddetli bir devrimi dayatmaktır.
Bir toplumda ulusal sorun varsa öncelikle o özgürleştirilir; bu da kendi kaderini tayin etme ilkesi olarak değerlendirilir. Sınıflar arası baskı, eşitsizlik ve antidemokratik bir yönetim biçimi varsa onu çözer ve buna da demokrasi denilir. Bunu bireye indirgediğimizde, her bireyin temel haklara kavuşturulması sorunu vardır. Bu da eğitimdir, sağlıktır, iş güç sahibi olmadır, yeteneklerine göre çalışabilme, temel hak ve özgürlüklerini elde etme durumudur. Bilimin özgürleşmesi de böyle tanımlanabilir. Kadının özgürlüğü ise bir adım öteyi ifade eder. En alttaki cins olarak, kişiliğine ilişkin karar verme, bu kararını bilinçlice gerçekleştirme, hiçbir baskı altında olmadan bunu yaşamsallaştırma kadının özgürlüğünü ifade eder.
Bu tanımları Kürdistan devrimine uyguladığımızda, ilişkilerdeki geleneksel, feodal, aşiretçi, eskinin tıkattığı ve kösteklediği yaşamı özgürleştirme zorunluluğu ortaya çıkar. Parti öncüdür, bu öncü savaşı örgütlüyor, ayaklanma geliştiriyor ve toplumu devrime götürüyor demekle yetinmeyeceğiz. Çok ağır kişilik sorunları, özellikle bu kişiliğin içinde oluştuğu aile, kabile, aşiret, hemşehricilik, yani her türlü geri topluluk konumları aşılmadan ve çözümlemelere tabi tutulup bu konuda bir bilinç oluşturulmadan, daha ileri bir özgürlüğe imkân veren ulusal kurumlaşmaya ulaşılamaz. Savaş ve ordu kurumlaşmasından tutalım, her sahadaki kurumlaşması sağlanamaz. Aile kurumlaşmasını da buna dahil edebiliriz.
Aile ilişkilerindeki büyük tıkanıklık aşılmadan özgür aile kurumlaşmasına ulaşamıyoruz. Bizdeki devrimin kendi özgül koşullarında çözümlemelere ihtiyaç duyması ve birçok çağdaş devrimin genel ölçüleriyle yetinmemesi gereken bir devrim olarak kendini dayatması da bu gerçeklikten kaynaklanıyor. Bizde birey bir kördüğümdür, onu çözmeden devrime katmak mümkün değildir. Bireyi çözmek demek, bağlı olduğu muazzam bir ilişki ağını çözmek demektir. Birçok devrim, genel tahlille yürütülmüş, bireyin tahliline fazla yanaşılmamıştır. Ama biz kendi pratiğimizde sadece işlerin genel tahlille ilerletilemediğini iyi gördük. Örneğin, parti tarihimizde uzun yıllar, “Kürdistan sömürgedir, ulusal kurtuluş gereklidir” genellemesiyle hareket ettik; 1985’lere kadar “Bir halk savaşı gereklidir, buna gerilla ordusuyla karşılık verilmelidir” genellemesiyle, yani genel tahlille işleri yürütmeye çalıştık. Bunun için kitaplardan birçok alıntı yaptık; şemalar, tüzük ve yönetmelikler geliştirdik. Ama 1985 sonuna geldiğimizde, işlerin tıkandığını fark ettik. Aslında birçok devrim için yapılandan daha fazla çaba harcamamıza rağmen, mevcut durum bizi yenilgiye götürmekten kurtaramıyordu.
Bazı partiler bunu daha sonraki süreçlerde kaba yargılamalar biçiminde yapmış; haklı-haksız ayrımı yapmadan birçok tasfiye gerçekleştirmişlerdir. Biz böyle yapamazdık. Böyle yapsaydık, partiyi kendi elimizle bitirirdik. Türkiye Solunda benzer kaba tasfiyelerin olduğunu biliyoruz. Zaten ajan provokatörlerin de istediği buydu. Biz bunun yerine, bireyin kazanılması uğruna, bütün yönleriyle onu netleştirmeyi ve çözmeyi esas aldık.
Bilindiği gibi PKK’de yeni bir dönem, çözümlemeler dönemi başladı. Bireyde toplumu çözmek, an’da tarihi çözmek, bir yerde o zamana kadar yaptığımızı tersinden tamamlamak istedik. O zamana kadar hep genelleme yapıyorduk. Bu sefer çok özelden konuşuyor, hep tarihten gelip anlık bir durumun devrimciliğinden bahsediyoruz. Bu çözümlemeler dönemi halen bütün yakıcılığıyla sürüp gitmektedir.
Neden biz bu yönteme ağırlık verdik? Bazıları saflarımıza gelmişler, sözüm ona devrimciyiz diyorlar; ama devrimi kaçıncı baharda yapacakları ve rollerini ne zaman oynayacakları belli değildir. Her şey mahşere erteleniyor, bir ertelemeciliktir başını almış gidiyor. Bir de kendi yaşamım var. Biliyorsunuz, günlük olarak tehdit altındayım, her an tasfiye olabilirim. Peki, bu devrimi birkaç bahar sonrasına ertelemek, kendi yaşamına en büyük saygısızlık değil midir? Bizim buradan çıkardığımız sonuç, anın devrimciliğinin çok gerekli olduğudur. Anı anına devrimci tarzda yaşama, yarın ölünecekmiş gibi bugün tüm yaşamı yaşamadır. Ben bu yöntemi esas aldım. Dikkat edilirse, yıllar bu yöntemle daha iyi kavranmaya çalışıldı; dönemlere anı anına yaklaşıldı.
Ertelemecilik Türkiye’de çok yaygındır, bizde de oldukça hakimdir. Devrimde çok genel bir ilke veya tasarı da demeyeceğim, “Devrimci teori şöyledir, toplumlar mutlaka sosyalizme geçecektir” denilip durulur. Sosyalizme mi, yoksa daha geri bir kapitalizme mi geçildiğini gördük. Belli ki reel sosyalizmin de bu konuda çok köklü yetmezlikleri var. Eğer kapitalizm biraz başarılı oluyorsa, kesinlikle gündemine daha çok hakim olduğu içindir; anı anına neyi yakalaması ve yaşatması gerektiğini bildiği içindir. Demek ki, ertelenemez ve anbean yerine getirilmesi gereken görevlere yaklaşmayı bilmek çok ciddi bir yaşam ilkesidir, devrimde başarı ölçüsüdür.
Bireyler geliyor, ne olup olmadığı çözüme tabi tutulmadan salıveriliyor. Çözerseniz belki altın, belki de bir pas bulursunuz. Bunu açığa çıkarmak için elbette çözümlemeyi derinleştirmek gerekir. Nasıl bir maden ocağında maden ayrıştırılıp ayıklanıyor ve sonra ortaya çıkarılıyorsa, bireyi de öyle araştırmaya, ayrıştırmaya ve netleştirmeye tabi tutmak, ondaki madeni açığa çıkartmak gerekir. Buna neden ihtiyaç duyulur? Çünkü içimize gelenlerin neyi temsil ettiklerini gördük. Tutkuları ve düşüncesiyle, sosyal, kültürel ve siyasal özellikleriyle tam bir yumak gibidir. Ben buna kördüğüm diyorum. Bu kördüğümü çözmek gerekiyor.
Eğer PKK gelişiyorsa ve devrimde biraz iddialı bir yürüyüşün sahibiyse, bunun nedeni kesinlikle bu yöntemle çok yakından bağlantılıdır. Sovyet devriminin başına ne geldi? Sosyalizmin Sovyetler Birliği’nde çözülmesinin en önemli nedenlerinden birisi de budur. Devrimin başına yetmiş yıl sonra, elli yıl sonra, on yıl sonra, bir yıl sonra çözülüşü ve tasfiyeyi dayatacak adamı, onun ilişki ve yaşam tarzını çözemediği için, önder veya görevli ve sorumlu kimseyi çözemediği için, uğruna onca kan akıtılan, onca emek ve çaba harcanan devrim aslında kendi eliyle tasfiye oldu.
Önemli olan, çözümlenemez ve dizginlenemezse, bir kişiliğin bir partiyi bitirebileceğidir ve bu açığa çıkmıştır.
Akıllı bir militan adayı bunları incelenmesini bilir. Her türlü yoldaşça destek ve dayanışmayı gösteriyoruz, kendimize tanımadığımız gelişme fırsatlarını kendilerine sunuyoruz. Kısaca eğer dikkat edilmezse, bir kişinin şahsında bir parti kaybedebilir. Bir parti kaybettiğinde bir ulus da kaybedebilir. Çözümlemeler bu açıdan da önemlidir. Burada anlaşılması gereken şey, bir kişinin parti içindeki yaşamını, eylemini ve ilişki tarzını her yönüyle değerlendirmeden ve günlük olarak gözden geçirip denetlemeden, bir devrimin sağlıklı ve başarılı bir zafer yürüyüşünün mümkün olmayacağıdır. Yaşanan deneyimler bunu fazlasıyla ortaya çıkarmıştır.
1998
Reber APO
- Ayrıntılar
Bir heyula gibi ta çocukluktan beri peşimi bırakmayan kuşkulu yaşam felsefemden hiç emin olmadım. En özgür sanılan koşullarda bile, bazen sert bir kayanın deliğinden geçiş yapamamanın, ter içinde kâbuslu uykusundan uyanmanın, uçarken bile nefessiz ve hareketsiz kalmanın çokça görülen rüyaları bu kuşkulu yaşamın uykulara sızmış halidir. Yanımdaki anam başta olmak üzere, tüm insanlık hiç de bana özgürlüğümü tanıyacak, bana saygılı olacak gibi gelmiyorlardı. Kitaplarda aranan doğru, gittikçe dipsizleşen bir kuyuya dalış gibi geliyordu. Her ana-baba çocuk doğuşlarını bir rahmet gibi kutlarken, bana büyük bir günah gibi geliyordu. Ortadoğu toplumundaki birey için mutluluk, gerçekleşmeyecek bir şey gibidir. En mutlu olunması gereken gelinlik-güveylik anları bile bana büyük ve iğrenç günahların başlangıcı gibi gelirdi. Bir yerlerde büyük eksiklik ve yanlışlık vardı. Ama nerede? Belki de kendimi hatırladığımdan beri, çok istense de hiç kimsenin dokunamayacak yardımından ötürü bu arayışı tek başıma yapmak zorunda olduğumu büyük kaygı, korku ve endişeler biçiminde fark ediyordum. Ucuz ve yanlış yaşamayacaktım. Doğru olmadan yaşanmayacağına göre, doğrunun kendisi nasıl bulunacaktı? Şimdi gelinen aşamada bu sorulara cevap verebilecek güçteyim. Komplonun kendisi ve dayandığı gerçekler, cevabın netleşmesinde hayli etkili oldular. Bu cevabın temelinde içinde doğup şekillenilen toplumun ilk elden doğrudan tanımlanması vardı. Ne var ki, Kürt toplumu belki de eşine ender rastlanılan, varlığını koruyamayan, dağılış sürecindeki öznellikten yoksun, paramparça objelerden ve maddi parçalardan öteye bir görüntü vermiyordu. Adeta dilsiz, sağır ve köleleştirilmiş kalıntı bir varlık görünümünü yansıtıyordu. Bizzat bu görüntüye bakarak gerçeği bulamayacağımı, hele hele diğer örnekler gibi bu duyarsız parçalardan bir özgürlük gücü oluşturamayacağımı endişeyle hep kendime itiraf etmiyor değildim. Gerçekliği, arayış yürüyüşünü, tüm insanlık ve ardındaki evren üzerine yapma gereği erkenden ortaya çıkan bir anlayıştı. Belki de çocukluğumdaki eğilimim de buydu. Aile ve köy yasalarına hiç uymadım. O koşullarda bile doğruları kendi çocukluk eğilimimde bulacaktım. Çevreyle zıtlaşmamak, yanlış anlamalarını önlemek için örnek kabilinden 33 Kuran suresini ezberledim; namaz kıldım, kıldırdım. Siyasal Bilgiler Fakültesi son sınıfına kadar ilk sıralarda yer alan bir öğrencilik yaşamım oldu. Bunlar görüntüyü kurtarmaya yetiyordu. Fakat benim için tümünün anlamı, sadece gerçeğin arayışı için gerekli koşullardan bazılarını oluşturmaktı. 1970'lerde başlayan devrimcilik içinde görüntü de gerekli her şey yapıldı. Örgüt kuruldu, hatta diplomasi bile yapılmaya çalışıldı. Biçimde Kürt ulusal kurtuluşu dünya örneklerine benzetilmeye çalışıldı ve çok da mesafe alındı. Ama gerçekten itiraf etmeliyim ki; bütün bunlar beni tatmin etmediği gibi, adeta içimi kemiriyordu. Yanlışlık devam ediyor, eksikliğimi gideremiyordum. Daha da ilginç olanı şudur: Annem de çocukken sürekli beni ahıra kadar götürüp boğdurma sahneleri düzenliyordu. Güya kendine göre terbiye edip akıl verecekti. Tabii ki benden umutları olduğu için bunu yapıyordu. Tüm yaşamımın seyri giderek bu minval üzeri yürüdü. Devletin fiilen ve resmen dayattığı idam, bu sürecin son sembolik ifadesi oldu. Bunları anlatmam gerçeğin yarısıdır. Diğer yarısı, her zaman bazı bağlılarım ve övücülerim de oldu. Benden bin defa daha fazla bağlı ve değerli binlerce insanı nasıl inkâr edebilirim? Köyün kızından kadınına, en güçlü öğretmenlere ve hayatın en cesur insanlarına kadar, binlerce büyük bağlılık sahipleri vardır. İsa çarmıha gerildiğinde etrafındakiler sadece ağlayabildi. Muhammet öldüğünde cesedi üzerinde üç gün iktidar tartışması yapıldı. Lenin öldüğünde kimse kendini öldürmedi. Ama tutuklanmam ve sonra teslim edilmem üzerine, Kürt halkının evlatları, oğul ve kızlarının yüzlercesi kendini cayır cayır yakarken, acaba ne demek istiyorlardı? Kendini bomba yapıp patlatanlar neye öfkeliydiler? Hangi gerçekler onlara bunu yaptırıyordu? Önünü bizzat almasaydım binlercesi hazırdı. Bunlar Özgürlük Hareketinin bir yöntemi olarak değil, benim etrafımda gelişen olaylardı. Hepsini çözmek olmazsa olmaz kabilinden bir görevdi. Buna karşıtlarımın acı ve öfkelerini de eklemeyi unutmuyorum. Kürt olgusu, sorunsallığı içine daldıkça, tam bir insanlık trajedisine dönüşüyordu. Korktuğum başıma geliyordu. Lisedeyken yazdığım bir edebiyat kompozisyonunda başlık, "Sen benim hiç doğmayan çocuğumsun" biçimindeydi. Çok saydığım hocam hep on numara vermeyi ve olağanüstü övmeyi bu sırada yapıyordu. Atina ve Avrupa'nın beni istemezliğinin altında bir zihniyet savaşının olduğunu giderek daha çok fark ediyordum. Ben ne verili feodal yaşamı, ne de Avrupa yaşamını kabul ediyordum. Bunlar şahsımda doğuş yapamayacak sistemlerdi. Onlar beni niye kabul etsinlerdi? Peşinde olduğum yaşamı ise bulamıyordum. Milyonlara mal olmuş Moskova merkezli Kâbe'ye uğradığımda, dinini inkâr etmenin bütün gereklerini hoyratça yerine getiriyorlardı. Asya, Afrika ve Avrupa'da bana yer yoktu. Amerika 'Yakalarsam teslim ederim' derken, tarihte her zaman resmi toplumun egemen güçlerinin yalın, soğuk, vicdansız ve tam çıkarına göre mantığını tereddütsüz yürütüyordu. Kürtler için özgürlük arayışım tam da dünya çapında bir maceraya dönüşmüştü. Fakat ne acıdır ki, kendimi bile henüz tam tanıyamamıştım. Kürtlere nasıl özgürlük sunabilecektim? Bırakın özgürlük vermeyi, her karşıma dikilen örgüt içindeki ve karşısındaki gözü açık güçler, adeta "Beş bin yıllık genelev düzenimizi bozdurmayız" dercesine kendilerini dayattıkça dayatıyorlardı. Bu kadar düşmüş ve mallaşmış bir toplum ile karşı karşıyaydım. Fakat çıkmayan candan umut kesilmez misali arayışı sürdürecektim. Felsefi yoğunluğumu derinleştikten sonra şunu daha iyi fark ettim; her şey zıddını doğurur ve besler. Bilim artık madde karışımından bahsediliyor. Elektron zıddı pozitron oluyor. Dostluk gücümün niteliği çapında, zıddının baş göstermesi olasıdır. Tarihte umut arayışları hep hakim sistemlerin kıyılarında, dağların ve çöllerin kuytularına sığınmış topluluklarında aranır. Kürt toplumsal olgusu, hem coğrafya hem de insan olarak kıyıdaki bu kuytu köşelerden biridir. Kaybolan temel insani gerçekliğinin toplumun hayati kavram tanımlamasına zemin sunabilecek özellikler taşıdığının başından beri farkındaydım. Her temel bilimsel esrarın doğru tanımı yakalaması gibi, benim de bu alanda ısrarla toplumsal kavramı tanımlamayı doğruya daha yakın yapmam anlaşılırdır. Çağın verili toplumunu çözmeden, onu aşacak sisteme ulaşılamaz. Kapitalist dünya sisteminin krizi daha da derinleşerek sürecektir. Sonun ne olacağını yapılacak çözümleme gücü belirleyecektir. Daha iyisi de, daha kötüsü de çıkabilir. İnsan toplumu insanın zihniyet gücü ile belirlenir. Akıl yasalarının, yaratıcı ve gelişimsel rollerinin en geniş ve hızlı olduğu olgudur. Fizik yasalarıyla, bitkisel ve diğer hayvansal canlılar dünyasının yasalarıyla niteliksel farklılıklar içerir. Önemli olan, toplumun dönüşüm yasalarının gücüne ve bilincine ulaşmak, toplumun yeniden yapılanmasını bu oluşmuş bilim gücüyle yaratmaktır. Reel sosyalizmin kaba materyalist-determinist felsefesinin asıl tehlikesi, toplum yasalarını fizik yasalarıyla özdeşleştirmesidir; kendiliğinden bir ilerleme anlayışına veya çağdaş kaderciliğine kendini koyuvermesidir. Kaldı ki, gerek makro-fiziğin gerekse mikro-fiziğin buluştuğu yeni gerçeklik, kesintisizlik ve düz çizgide determinist gelişme yasalarının olmadığına ilişkindir. Tüm olgular arasında bir ‘kaos aralığı’ vardır. Bu aralık olmadan hiçbir niteliksel gelişmenin sağlanamayacağı anlaşılmıştır. Günümüzde evren ve doğaya ilişkin bakış açımızın, en azından Rönesans'ta yaşanan dönüşüm kadar bir dönüşüme ihtiyaç duyduğu biriken bilimsel verilerin de bir sonucudur. Sistemin kaosunu, dünyaya temel bakış açımızı niteliksel dönüşüme tabi kılmadan aşamayacağımızı iyi bilmeliyiz. Zihniyet devrimi derken bu kastedilmektedir. Yeni bir Sümer mitolojisine ihtiyaç yoktur. Sümer tarzı tapınak gerçekliklerine de aynen başvurmayacağız. Ama bu tapınakları da küçümsemeyeceğiz. Havrası, kilisesi ve camisi de dahil, tanrısal tapınakların en orijinallerinin Sümer zigguratları olduğunu derinliğine kavramalıyız. Zigguratlar rahiplerin yoğunlaşarak uygarlığın kavram ve temel yapı biçimlerini oluşturdukları eklemeyi unutmuyorum. Toplum kavramını kendimce doğru tanımladığım kanısındayım. Kilit mesele toplum kavramının kendisini tüm boyutlarıyla tanımlamaktır. Bu konuda da belirtmeliyim ki, Sümer rahibi orijinal mitolojiyi yaratırken, belki de şimdiki hakim bilimin Avrupa sosyologlarından daha fazla insani gerçeklere yakındı. Avrupa bireyciliği, toplumun ve ekolojinin katliamcı konumuna düşmüştür. Bilginler (eleştirisiz, düzenin emrindeki bilginler) gerçeğin kasaplarıdır. Bu anlatımın dışında hiç bir şey, atomu insanlık üzerinden patlatmayı, çevrenin topyekün yıkımını izah edemez. Kapitalist toplum üzerine çok yazıldı. Ama hakkında söylenmesi gereken en doğru söz söylenmedi. Sümer rahibi köleci sınıfın yükselişini bu gibi bilerek, 'tanrılar ve dışkılarından yaratılan insan' mitolojisini yaratıyordu. Avrupa uygarlığının bilim rahipleri ise aynı olguyu yarı cahilce yeniden yaratıyorlar. Hiç kimse, "Sümer mitolojisinde gerçeklik pek aranmaz. Avrupa merkezli bilim ise sürekli deneyle kanıtlanan bilim vardır" demesin. Sümer mitolojisinin insani yaşama yakınlığı bin kat daha bilimsel olguya yakınlığı ifade eder. Tapınakları da küçümsemeyeceğiz. Havrası, kilisesi ve camisi de dahil, tanrısal tapınakların en orijinallerinin Sümer zigguratları olduğunu derinliğine kavramalıyız. Zigguratlar rahiplerin yoğunlaşarak uygarlığın kavram ve temel yapı biçimlerini oluşturdukları demokratik-ekolojik arayış, rijit, kesin sınıf, ulus ve devlet kategorilerinden hareket etmez. Umudunu salt geleceğe taşımaz. Kuru bir geçmiş inancına da dayanamaz. ‘Tarih ve gelenek neyse, günümüz ve gelecek odur’ büyük ilkesine göre düşünme ve davranmayı bilmek gerekir. TARİH VE GELENEĞİ NE KADAR DOĞRU BİLİYORSAN, GÜNÜMÜZ VE GELECEĞİ, BU TARİHİ İÇSELLEŞTİRDİĞİN DE ÜSTÜNE EKLEYECEĞİN KADAR DEĞİŞTİREBİLİR, DÖNÜŞTÜREBİLİRSİN. Değişim ve devrimin altın kuralı, bu büyük harfli formülün uygulanmasından geçer. Ötekiyi tanımak, zihniyet dönüşümünde diğer önemli bir ilkesel yaklaşımı ifade eder. Firavunlaşma, yani kendini devletle tanrı yerine koyma, tüm siyasi hastalıkların özüdür ve karşısındakileri küçük, kul gibi görmeye zorlar. Günümüzde bu hastalık, Nemrutlar ve Firavunlar döneminden daha az yoğun yaşanmıyor. Dolayısıyla ötekiyi bir kul, etkisiz bir varlık gibi değil, eşit ve özgür bir diyalektik öğe olarak görmeyi gerektirir. Doğaya ve çevreye boş, şuursuz varlıklar olarak değil, evrensel yasaların ahengine göre yaşayan varlıklar olarak, ilkçağ insanının kutsallığı içinde bakmayı gerektirir. Bunlarla birlikte kanlı uygarlığın daha da içinden çıkılmaz hale getirdiği cinsellik, kadın, çocuk ve yaşlılara; sınıf, din ve tarikat gibi daha toplumsal kategorilere de aynı zihniyet perspektifinden yeni ve geliştirici bir yaklaşımı esas alır. Ne kadar akıl-duygu gücü, o kadar toplum ve hareket gücü’ ilkesine bağlı olmak esastır. Duyguya dayanmayan aklı devletçi sosyalitenin acımasız bir kalıntısı sayar. Kadının duygu yüklü zekâsına çözümleyici yüce bir değer verir. Çocuk hayallerine en az akıllı bilgelerin düşünceleri kadar anlamlı yaklaşır. Yaşlıların tecrübelerine sürekli saygılı yaklaşır. Gençliğin coşkusundan hayatın hiçbir döneminde vazgeçmez. “İyi olan güzeldir, güzel olan iyidir. En gelişmiş zekâ ve türettiği kavramlar güzelliğin özünü oluşturur” ilkesel yaklaşımını esas alır. Yaşama gerekli coşkuyla yaklaşırken, ölümü yaşamın bir bedeli olarak görür ve yersiz korkuyla karşılamaz. Ne kadar anlamlı yaşamdan yanaysa, o kadar anlamsız ölüme karşıdır. Ölüme ancak anlamlı yaşamın gereği olduğunda cesaretle göğüs gerer. Şüphesiz bu yeni paradigma yaşama bundan sonra daha derinlikli, evren, doğa, toplum yasalarını görerek bakmak ve yaşamak anlamına gelir. Daha önceki zihniyetin anlam vermediği birçok gelişme adeta düşünce dünyama sağanak gibi yağıyordu. Duygu düzeyi düşmüş veya gelişmemiş kuru mantık yerine, söz-anlam-olgu arasındaki diyalektik çok canlı bir dünya sunuyordu. Neredeyse taşların bile bir aklı var, çok yavaş da olsa bu akıl, yasa özelliklerine göre yürüyordu. Doğa ve toplum arasındaki farklılıklar ve bağlılıklar büyük heyecan veriyordu. 20 milyar sanılan evren tarihini insanda gözlemek, aslında 60-70 yıllık ömrün izafiliğini de ortaya koyuyordu. Bu tür zaman saymalar yerine, önemli olanın anlam zamanı olduğu, ne kadar anladıysan o kadar yaşadığın gibi bir sonuç da çıkarmak mümkün oluyordu. Bu paradigma ile nereye, hangi olguya ne zaman bakılsa büyük bir anlam zenginliğini getiriyordu. Daha önceki bakış açılarıyla kıyaslanmaz bir üstünlük taşıyordu. Artık günümüzle tarih, tarihle gelecek arasında bağ kurmak çok daha gerçekçiydi. eskiyi kolay red etmenin gerçeği hayallere terk etmek olduğu netçe anlaşılıyordu. dün bugün gelecek arasında pek uzun bir mesafe ve zaman olmadığını, olsa da büyük bir değişme anlamına gelmediğini görmek daha gerçekçi, yaşanılan ana daha saygılı olmayı dayatıyor. Paradigmanın yol açtığı bir önemli düşünce değişikliği de, çağa tam damgasını vuran Avrupa uygarlığına ve devlet merkezli ütopyalara dalmanın özgürlük getirmesi şurada kalsın, kendine saygıyı bile kaybettirdiğiydi. Yaşanılan birçok değer alt üst oluyor, tersine bir doğrulma mantığı gelişiyordu. Avrupa ve devlet merkezli düşünceden kopuş, her şeyin sonu olmadığı gibi, yeni bir yaratıcılık sürecine de yol veriyordu. Atina üzeri Avrupa'ya çıkış yapmaya çalıştığım 9 Ekim 1998 ve sonrası, özünde modernist paradigmanın bakış açısının şahsımda yaşanan iflasıdır.
Reber APO
- Ayrıntılar
PKK hareketi olarak verdiğimiz mücadele ve amaçlarımız uğruna ödediğimiz bedellerin, sonucunda önemli gelişmeleri elde etmiş bulunmaktayız. İdeolojik anlamda da, siyasi anlamda da daha şimdiden dengeleri zorluyoruz. Türkiye dengesi zaten alt-üst olmuştur. Bölge dengelerine de tamamen oturmuş durumdayız. Olası bir devrim, sonuca giden bir devrim, Türkiye’yi ardına kadar devrime açmakla kalmayacak, Ortadoğu’yu da ve giderek dünya dengelerini de çok önemli bir konuma sürükleyecek siyasi gelişmeye yol açabilecektir. Bu nedenle ABD ideologlarının, diplomatlarının iki de bir “Kürt sorunu dünyanın şu anda en önemli sorunudur” demeleri, yine “PKK, en tehlikeli terör örgütüdür” deyip işi uluslararası yasaklamalara kadar götürmeye öncülük etmeleri tesadüf olmadığı gibi, mevcut gelişmemize de bir cevaptır.
Emperyalizm, ne kadar haklı olsak da, ağzına doladığı insan hakları, programlarına ne kadar aykırı gelse de, en insanlık dışı uygulamaları temsil etse de, TC faşizmini bu kadar ayakta tutmak istemesi ve her türlü desteği sunarak bütün suçlarını gizlemesi, aklaması onun ancak devrimimizin içeriğinden duyduğu endişeyle, korkuyla izah edilebilir. Kürt milliyetçiliğinin arkasında yer aldığını veya en azından kendisine bağlı bazı işbirlikçi, kişi veya örgütlerce durumu kontrol ettiği biliniyor.
Mesele ucuz bir Kürtçülükse, ABD bunun arkasında, ama içine bizim yürüttüğümüz devrimin gerçekleşmesi olayı girince, onu dehşete düşürüyor. Ve neredeyse Çekiç Güç, Irak rejiminden ziyade, bize doğrultulmuş gibidir. Son dönemlerde bu açıkça dile getirildi, nedenler gösterildi. PKK karşıtı Çekiş Güç, yani bir anlamda da “Kürdistan Devrimi’ne karşı alınan tedbirdir” deniliyor ki bu doğrudur. Yoksa Türk parlamentosunun Güneydeki Kürt devletinin kuruluşuna yardımcı olması düşünülemez. O kadar sıkıştırılmıştır ki, bir önleme hareketi olarak, Güneyde bir Kürt işbirlikçi federe devleti kurulsa ve eğer bu biraz Güneyde devrimi sıkıştıracaksa, bunu bile ehven-i şer olarak görüp desteklemek durumunda kalabiliyorlar.
Güney federe devleti gerçeği de, aslında olası bir devrimsel gelişmeye karşı alınan bir kontrol mekanizmasıdır. Bu da şimdi daha iyi anlaşılmıştır. Federe devlet, her zamankinden daha fazla, Kürdistan’da gelişmelerin bir kontrol aracı olarak elde tutuluyor. Parlamentodaki son tartışmalar, işin özünün bu olduğunu açığa vurmuştur. Ayrıca şunu söyleyemiyorlar; “biz bir Kürt devletçiği kuruyoruz, bunun sebebi PKK’dir” diyemiyorlar. Böyle deseler kamuoyunun farklı tepkilerini alırlar, Kürdistan halkından farklı tepkiler alırlar. “İnsan halklarına karşı, Irak rejiminden gelen büyük tehlikeye karşı kuruyoruz” diyorlar. Kendi kamuoyunu bununla aldatıyor ve özellikle PKK’ye karşı da ustaca bir taktikle tavır belirleme oluyor.
Bu ayda geliştirilecek Ortadoğu görüşmelerinde, özellikle ABD dışişlerinin, şimdi de Suriye’yle yaptıkları görüşmelerde, Filistin meselesinden ve hatta Suriye’nin İsrail’le olan meselesinden daha çok, PKK’yi tartışmaya getirmek istemeleri, bölgedeki siyasi ağırlığımızın ne düzeye gelmiş olduğunu veya nasıl değerlendirildiğini ortaya koyuyor. ABD’yi Filistin-Suriye-İsrail meselesinden daha ziyade, Kürdistan’daki gelişmeler ilgilendirmektedir.
Demek ki, ideolojik-siyasi gelişme Kürdistan tarihinde çok önemli bir aşamaya gelmiştir. Eğer bağlı kalınırsa, sonuçları önümüzdeki yıllarda da hayli büyük olacaktır. En önemlisi partinin içyapısındaki netleştirilmenin çok ileri boyutlu bir çözümlemeye tabi tutulmasıdır. 1994’ün üzerine giderken, partinin içi o kadar aydınlatılıyor, ayrıştırılıyor, netleştiriliyor ki, belki de hiçbir parti tarihinde, yalnız çağdaş partiler için değil, tarihi birçok parti diyebileceğimiz oluşumlarında görülmeyen bir doğru ile yanlışı, sahte ile sağlamı ayırt etme yöntemi ve onun başarıyla uygulanması söz konusu. Hiçbir partinin bu anlamda insanı bizim gibi çözümlemeye tabi tuttuğu, bilimsel yaklaşımını adeta en kapsamlı bir operasyona tabi tuttuğu görülmemiştir. Psikolojiyle siyaset arasındaki ilişki oldukça bilime uygun ve hatta örnek düzeyinde gerçekleştirilmiştir.
Örgütlülük ile siyasallık arasındaki ilişki çok açık ortaya konuldu. Siyaset-askerlik arasındaki bağlar en kapsamlı bir biçimde gösterilmişti. Bir kişinin kazanılmasıyla, bir partinin kazanılması veya bir kişinin şahsında bir partinin çürümesine dönüştürülmesi nasıl olur sorularına cevaplar verilmiştir. Birçok devrim tarihine bakalım; sağ sapmalar, tasfiyeler, restorasyonlar çok gelişmişken veya her devrimin başına böyle belalar çok yönlü gelmişken, bizim gibi son derece geri, devrimsel gelişmesini çok az iddialarla, olanaklarla sürdüren, bir o kadar düşmanın çok tecrübeli olduğu, sadece dıştan imha değil, içten de hatta yarattığı kişilikle çok kısa bir süre içinde sonuca gidebileceği ortadayken, bizim bu kadar uzun süreli bir partileşmeyi gerçekleştirmemiz, büyük bir özenle üzerinde durmayı gerektirir ve bu çok önemli bir partileşmedir.
Son dönemlerin partileşme çabaları, büyük bir kuvvetin nasıl geliştirilebileceğini, belki de dünyada örnek bir şekilde gösterebilir. Çünkü uygulanan, sadece kaba bir Türk sömürgeciliği değildi; onun her türlü yarattığı, dayattığı düşman kişilik değildi. Şunu gösterdik; yarattığı kişilik, bilinçli ajandan daha tehlikeli, kişilikler çıkmıştır. Öyle tipler içimizde ortaya çıktı ki, en değme kontraya taş çıkartır. Bunu açığa çıkaran bir hareketiz. Hiç şüphesiz emperyalizmin de bütün deneylerini bize dayatması söz konusu, onu görmek ve özellikle son ABD, Avrupa saldırılarını göz önüne getirdiğimizde, ister bizi işbirlikçiliğe çekmede olsun, ister bizi emperyalizmin üstünlük arz eden yaşamına katarak olsun, bu mümkündür. Birçok işbirlikçi devreye sokarak etkisizleştirmesi mümkündür.
Bütün bunlara karşı büyük bir parti mücadelesi verilmiştir. Örgütsel mücadele, yaşam mücadelesi verilmiş ve başarı kazanmıştır. Demek ki, öncülük anlamında kazanımlar oldukça ileri olduğu gibi, 1994’ün kazanılmasının da yönünü veya boyutlarını oluşturmak, böylesine sağlamlaşan parti içi yaşam, özellikle bunca provokasyon ve tasfiyeciliğe karşı kendisini böylesine çelikleştiren demiyorum, en önemlisi değerlendirme kabiliyetine dönüştüren bir parti, bir çok gelişmeyi daha şimdiden kendi kapsamına almıştır, gelişmeye eşlik, öncülük edebilir.
Hiç şüphesiz bu derinlikli, kendini gittikçe yüzeye vuran bir gelişme olmakla birlikte, en önemli gelişmeyi yine savaşta, ordulaşmada, geldiğimiz seviyede gösterebiliriz. Ajitasyon, propaganda ve kitleselleşme faaliyetlerine ulaşmak önemlidir. Hilvan-Siverek direnişi, bir anlamda silahlı propaganda direnişidir. Onun da sonuçlarının hayli önemli olduğu, eğer devamını getirmezsen, partiyi boğuntuya götürmek için kendi başına yeterli olabileceğini, silaha başvurmanın önemi kadar, silahlı mücadeleyi sürdürmenin ondan daha önemli olduğu, bu silahlı propaganda döneminde de kendini oldukça kanıtladı. 15 Ağustos Atılımı, bir anlamda gerilla yanı ağır basan bir silahlı propagandaydı, ama gerilla yaratıcılığı, gerilla sorumluluğu, dayanıklılığı gösterilemediği için, adeta çakılıp kaldı.
1990’larda, gerillanın yürütülebileceği kanıtlandı. Gerillanın Kürdistan’da savaşı yürütebileceğinin kanıtlanması büyük bir olay ve aşamadır. Sanıldığı gibi kolay sağlanması şurada kalsın, birçok tarihi hareketin pratiğinde görülmeyecek iç ve dış çalışmalar söz konusudur. Hiçbir hareketin tarihinde görülmemiş hazırlıklar söz konusudur. Yurtdışında binlerce gerilla adayının hazırlanıp donatılması söz konusudur. Bunu son yıllarda, hem de içte ve dışta her türlü engellemelere karşı, düşmanca yürütülen, her türlü olumsuzluklara karşı sağlayabildik. Bu açıdan önemlidir. 1993’ün deneyimi, gösterdi ki, savaşta bir adım daha ileri gitmek, biçim değişikliğine gitmek bizi zorluyor. Hem ordu kuruluşunda, hem de savaş biçiminin geliştirilmesinde biçim değişikliğini sağlamamız gerekir. Son gelen cephe haberlerinde de bunu açıkça görmekteyiz.
Önemli bir gelişmenin de siyasal ve diplomatik olacağı anlaşılıyor. Gerek düşman cephesindeki başarılı olmayışın getirdiği tıkanıklıklar ve gerekse Türk sömürgeciliğiyle, ağa-babası emperyalistler arasındaki ilişkiler, yine bölge devletleriyle olan çelişkilerin, bütün ağırlığı diplomasi de anti-PKK boyutuna indirgemiştir. Kendi deyişiyle, “1993’ü bütünüyle diplomaside, PKK’yi uluslararası sahada kuşatma, tecrit etme ve desteğini kesme” biçiminde değerlendirdikleri ve bunda da sözüm ona kendilerine göre önemli sonuçlara ulaştıkları, yine kendilerine göre 1994’ün girişinde bunu kendileri için hayli umut verici bir gelişme olduğu, bunun küçümsenmemesi gerektiğini söylüyorlar.
Mevcut hükümet iç siyasi gelişmelerinde de buna dayanarak puan toplamaya çalışıyor. “On yıldır yapılamayanı ben yaptım” diyor. “Bunun karşılığını, yerel seçimlerde destelenerek görmeliyim” diyor. Zaten yerel seçimler en önemli sorundur. O da tümüyle bizim mücadelemizin etrafında düğümlenmektedir. Yerel seçimler Kürdistan’da olacak mı, olmayacak mı? Hala tartışılıyor. Partiler bu konuda bir çıkmaz içindedir, siyasi yaşam durmuştur. Aşılması için her gün uğraşı veriliyor. 1994 için bu gelişmelerin önemli bir diplomatik faaliyeti ve siyasi faaliyeti kaçınılmaz kıldığı anlaşılırdır. Hiç şüphesiz, bu faaliyet biçimlerinde yoğunlaşmayı gerektirir.
Bazı genellemelerle, ideolojik katılık arz eden yaklaşımlarla, politik esneklik adı altında her türlü işbirliğine açık yaklaşımlarla; devrimin yarar görmesi şurada kalsın, çok ciddi sakıncalarla karşı karşıya getirebilir ki, her ikisi de bizde vahim bir biçimde etkilerini göstermiştir. Sözüm ona ideolojik katılık veya ideolojik dönemin katılığıyla politikaya, diplomasiye yaklaşanlar zarar görüyorlar. Yine siyasette esneklik adı altında veya siyasi yöntem adı altında işbirlikçiliğe kadar giden tiplerin sayısı az değil. Halen bizi de için için uğraştırıyor. Göz ardı etsek de, fazla önem vermesek de, doğru olmadığı gibi, zarar verebilir veya bizi önemli gelişmelerden alıkoyabilir.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, diplomatik-siyasi sahayı ne devrimin aleyhine bir taviz olarak görmek, onun karşıtı olarak ele almak, ne de onun kendiliğinden pasif bir izleyicisiymiş gibi değerlendirmek yerine, her zaman yaptığımız gibi devrimsel gelişmeyi güçlendirecek bir tarzda ele almak ve bunun oldukça inandırıcı ustalığını göstermek fazla değil, çok yaratıcı pratik adımlarla, görünüşte çelişkili de olsa tutum ve davranışları vaktinde sergilemekle bu sağlanır.
Nitekim geçen yılın bağrında, aslında önemli bir diplomatik siyasi atağı biz böyle sağladık. Hiç şüphesiz dönem değişmiştir. Şimdiki gelişme çerçevemiz, geçen yılınkinden daha lehtedir. Diplomatik-siyasi alana müdahale, bizi daha iddialı kılmaktadır. Ezbere, kendiliğinden, özellikle bize çok geçerli olan basmakalıp yaklaşımlarla, bu elverişlilik değerlendirilemez. Yine yaratıcı yaklaşım gerekecek, belki de şimdiye kadar eşine rastlanmayacak tutum ve davranışları yakalamak, sergilemek önem taşır. Her başarılı taktikte olduğu gibi, düşmanın kestiremeyeceği yönelimleri bulmak gerekir. Düşman kontrolüne girmeyecek bir politik ustalığı sürekli gündem de tutmak önem taşır. Kimin ne kadar yarar elde edeceğini, hakimiyet, çalışma tarzına verilecek karşılıkla görmek gerekir. Hiç şüphesiz düşman boş durmaz, tüm gücünü ortaya koyuyor ve bu da büyük bir tecrübe ve özellikle bize yönelik bir yoğunlaşmayla birlikte oluyor.
Düşman diplomatik sahaya özel savaştan daha fazla bel bağlamıştır. Hatta denilebilir ki, özel savaşımla alamadığı sonuçları, diplomasiyle elde etmeye çalışıyor. Yine siyasi faaliyet alanında yediği darbeleri, DEP üzerinde oynayarak ve yine birçok sol çevreyle oynayarak, sosyal-demokratları kullanarak elde etmeye çalışıyor ve oldukça da başarmıştır.
Bizim siyasi sahaya çok sınırlı müdahalelerimiz, şüphesiz olumlu sonuçlar vermiştir, ama düşman bunu kolay bize bırakır gibi de gözükmemektedir. Hiç şüphesiz siyasi gelişmeler aleyhinedir. Bizim gelişmeleri sağlamamız daha fazla imkan halindedir. Çünkü çizgi doğruluğu, haklılığı muazzam sonuç aldırıyor. Onun tükenmiş bir sömürgecilik politikası var. Ne kadar siyasi ustalığı olsa da, onu genel olarak başarısızlığa uğratır, ama bu demek değildir ki, günlük siyasi gelişmeleri de sağlayamaz. Hatta başarabilir de. Gericiliğin de siyaseti var, tükenişin de siyaseti vardır ve bazen devrimi imhaya da götürebilir. Devrimci güçlerin siyasetine, dikkat edilmezse, gereken tedbirler zamanında alınmazsa, özellikle taktik yaratıcılık sergilenmezse, bu hep böyle geçer.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, Kürdistan tarihinde, 1994 diplomasisiyle de önemli çalışmaların ilk defa devrime de biraz hizmet edebileceği, devrimi kullanamayacağı, Kürdistan halkının direnişini eskisi gibi ucuz pazarlayamayacağı bir yıl olma imkânına, onun olanaklarına kavuşur gibidir. Yine onunla birlikte, siyasi gelişme yansımaları, çok yoğun, çarpıcı gelişim göstermektedir. Hem iç, hem dış siyasi gelişmeler, hızlı değişikliklere uğrayana kadar, kapsamıyla, lehte ve aleyhte göstereceği seyirle, beklenmedik çok önemli sonuçlara yol açabilir. Mühim olan burada ideolojiden taviz olmayacağıdır. Sekterizm ve işbirlikçilik eğer gafilce girmişse, bu, en tehlikeli sonuçlara götürebilir. Bu da çok dikkat ister.
Devrimin halen silahlı savaşıma dayanarak geliştiği göz önüne getirildiğinde, onun uzun vadeli amaçları veya uzun vadede gelişmedeki etkileri kadar, günlük olarak sorunlarını görmek de önemlidir. Her zaman müthiş çalışan, savaşan bir ordu bazen kendi içinde çürümeyi de yaşayabilir. Çünkü siyaseti ihmal ediyordur. Nasıl ki yalnız siyasetle, hem de başarılı bir siyasetle çalışma yapıldığında, ordu çalışması olmadığında o güç yürürse, yalnız askeri savaşımla ittifak edip, onun siyasi sonuçlarını görmemek, görüp de değerlendirmemek o orduyu çürütmeye götürebilir. Halka öncülük düzeyinde bir siyasi faaliyetle değerlendirilemeyecek bir ordu çalışması, hak etmediği yenilgilere bile uğrayabilir. Bunu da göz ardı etmeyen bir siyasi çalışmayla, belli ki, hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar, önümüzdeki bu dönemde veya bu yılda hayli bizden çaba isteyecek bir çalışmadır.
Siyaset üzerine çok şey söylendi, siyasi görevler üzerine çokça duruyoruz; yerel seçimlere yönelik tartışmalardan tutalım Ulusal Meclis, eyalet meclisleri nasıl oluşturulur? Yine Serhıldan-cephe çalışmaları nasıl oluşturulur, çalışmaları nasıl sürdürülür? Güneyli güçlerle, komşu devletlerle, hatta emperyalist ülkelerle ilişkiler, diplomatik ilişkiler nasıl geliştirilir? Yönetimimiz ne basmakalıpçı bir tarzda “evet”, ne de “hayır” diyemez. Ak ile kara gibi bir yaklaşımı değil, gözü körcesine bir yaklaşımı değil; ihtiyatını, tedbirini hiçbir zaman elden bırakmayan, ilkede her türlü ilişkiye karşı olmayan, ama hangisini, nerede, nasıl korumak gerektiğini de bir mühendis inceliğiyle seçen tarzda yaklaşacaktır. Bir yerde bir ilişkiyi bırakmak gerekiyorsa mutlaka bırakmak, bir ilişki kurmak gerekiyorsa kurmak, önem vermek gerekiyorsa önem vermek, ikinci plana düşürmek gerekiyorsa ikinci plana düşürmek gerekir. Çok hassas bir yaklaşımla, ayrıntı derecelerine ustalıkla yaklaşmak, başarılı bir siyasi faaliyet için çok gereklidir. Bizde de en az olan çalışma tarzı budur.
Çok zarar gördük, çok büyük siyasi gelişmeleri, çok kötü bir çalışma tarzıyla adeta boşa çıkardık. Bu kadar muazzam kitlesi olan, bu kadar silahlı savaşımla desteklenen bir siyasi çalışma nelere yol önderliğe ulaşmaktır.
Gerek kitle içinde olsun, gerek çok çeşitli sahalardaki temsilciliklerde olsun, parti siyasetimizin doğru temsiline büyük önem düşmektedir. Kaliteli kadro, temsil yeteneği olan kadro büyük önem taşımaktadır. Bizi temsil yeteneği olmayan, çok yetersiz, yeteneksiz kadrolar vardır. Bunu aşmaya çalışıyoruz. Aynı çalışma diplomatik saha için de geçerlidir. Bir de uzmanlaşmadığımız, hassasiyeti oldukça elden bıraktığımız, üstün körü bir çalışma alanı da bu sahadır. Bizim adımıza başkaları adeta bu boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Her türlü reformist, işbirlikçiler, diplomatik desteğini en çok kendilerini kanıtlayabilecek, gelişmelerine yol açabilecek bir çalışma alanı olarak değerlendiriyorlar. Bu boşluğu bizim doldurmamız gerekiyor. Dolayısıyla biraz daha teknik yanı olan ve siyasi temsil yanı güçlü olması gereken kişiliklerin ortaya çıkarılması zor olmayacaktır. Önemini gittikçe hissettiren ve çözüm bekleyen bir sorundur. Önümüzdeki yılda bunu da ileri bir destekle çözüme kavuşturacağız.
Görülüyor ki, 1994’ün Kürdistan için özgürlüklerle dolu bir yıl haline gelmesi bir hayal değil. Güçlü verilere dayalı, gerçek bir gelişme olasılığını ifade etmektedir. Hiç şüphesiz devrimler için fazla rakam verilmez, gerekli de değildir, ama parti öncülüğümüzün nicel ve nitel gelişmesini, her türlü gelişmeye yeterli düzeye getireceği açıktır. Özellikle ordulaşma, savaşım biçiminin gelişim sağlayacağı kesindir. Geçmiş yıllarda on binleri zorladık, önümüzdeki yılda on binlerle hareket eden bir ordulaşmamızın ve her türlü hareketli savaşı da kullanan çok karmaşık bir savaş biçimiyle ülkenin her sahasında savaşan bir silahlı savaşım gücümüzün büyük gelişme göstereceği mevcut verilerden açıkça anlaşılmaktadır.
Diplomatik ve siyasi sahadaki gelişmelerin de, hepsinden daha fazla gelişim göstereceği, çok önemli bir siyasi ordulaşma, siyasi savaşım göreviyle karşı karşıya olduğumuz kadar, onun başarılabilir, çözülebilir olanaklarına daha şimdiden çok sahibiz. Sorunları her ne kadar ağır da olsa, çözüm olanaklarının fazlalığı, bizi oldukça başarılı olma iddiasına ve çalışmasına daha şimdiden götürüyor.
O halde, 1994 yılına miladi takvimle sağlam bir başlangıç yapılmıştır derken abartmasız bir değerlendirmede bulunuyoruz. Bunun Newroz’unu da daha gelişmiş bir hazırlıkla ve hatta oldukça seviye kazanmış bir kararlılıkla yakalayacağımız umudundayız. Parti en derli-toplu hazırlıkları bu zaman dilimi içinde yürütmeyle karşı karşıyadır, yine ordu çalışmaları ilk defa bu kadar derli-toplu, çok büyük bir alanda ve sayıda bunu gerçekleştirmektedir. Daha sonra ister adına barışçıl, demokratik, siyasi gelişme yolu denilsin, ister sert askeri savaşım yolu denilsin, ister hepsi iç içe olsun, bütün bu savaşım biçimlerini zorlayarak yılı kazanacağımız, dolayısıyla özgürlüklerle dolu bir Kürdistan yılı haline getireceğimiz kesindir.
Biz, bu temelde tekrar bütün parti çalışanlarımıza, özellikle onun ordu faaliyetlerinden ileri düzeyde sorumlular başta olmak üzere tüm savaşçılar, yine çok önem kazanan siyasi, diplomatik faaliyetleri de olanaklarımızın elverdiği, zorladığı çerçevede bir başarıya götürmeleri için oldukça dikkatli, çok hassas, sorumluluklarına bağlı bir biçimde yaklaşmaları, bunu yaşam tarzında vuruş tarzıyla karşılamaları, bunun engin çabalarını göstermelerini, tarihi bir fırsat kadar, büyük bir şans olarak da değerlendirmelerini ve mutlaka başarmalarını diliyoruz.
Tekrar bu temelde, hepinizin yılını kutluyor, sağlık ve üstün başarılar diliyor, sevgiler sunuyorum.
REBER APO
Ocak 1994
- Ayrıntılar
Süreci yoğunca, oldukça kapsamlıca işlemeye devam ediyoruz. Şüphesiz çok gerekli olduğu için bu yoğunlukta çok kapsamlı sorular soruldu. Amacı, kendinizi sorgulamaya tabii tutmamızdır. Kendini kandırmış, yanlış temellendirmiş, yanlış büyütmüş; anladıklarıyla uyguladıkları, özüyle biçimi, sözüyle pratiği arasında uçurumlar olan kişiliği sorgulamaksızın, onu açıp, çözüp yeni temellerde hem öze, hem biçime kavuşturmaksızın, devrim gibi ateşli ve en ince bir sanatı başarıyla yürütenleyiz. Perişan hallerinizi gördükçe, daha böyle nedenlerini anlayarak mutlaka bu koşulları zorlayarak sizleri bir çözüm gücüne doğru götürmeyi ben vazgeçilmez görev olarak görüyorum ve bunun için mutlaka vermem gerekir diye kendimi de kapıyorum.
Artık bırakalım bir halkı, onun çok tanınmaz hale getirmiş tarihini ve güncelliğini çözmek, kendinizi böyle bırakırsanız, en ciddi engellerden birisi olacaksınız. Şimdi bunun da hiç bir gerekçeyle savunulur yönü yok. Kendini çözemeyen ne verebilir? Birçok yönüyle yetersizliği dobra dobra üzerinde akan birisi yine amaçlarına uygun neyi verebilir? Şimdi görebildiğimiz, o açığa çıkan gerçeklik, amacı doğrultusunda kendini bırakalım ciddi ve başarılı vermeyi, onu kemirmeyi neredeyse sanat haline getirmiş ve oldukça da kendini kandıran iyi niyetli kişilikler, ortalığı, ortamı kaplamış gidiyor. Ne olursa olsun burada ister vicdani uyanış, ister bir açılım, günümüzde mutlaka halletmemiz gereken sorunlarımıza, görevlerimize cevap oluncaya kadar burada temellendirmemiz ve ortaya çıkarmamız gerekir.
Devrim ha babam usulüyle yönetilecek bir eylem değildir. Bu yöntemleriniz ha babam yöntemlerinden daha zavallıca. Çok dağınıksınız. Ben devrimin etkili bir kaç kişiliğini gerçekten içinizde göremiyorum. Son yıllarda, bu büyük çabalara rağmen sağanaklardan, dolulardan kaçıp PKK çadırı altına yerleşen zavallılara benziyorsunuz. Cüretkâr, göğüs geren, yürüten bir güç haline gelmeniz ve temsil etmeniz pek gözükmüyor. Şu anda Kürt gerçeğinde en çok iddia edilen; bunların pek adam olamayacağı biçiminde bir yargıdır. Halen alemin tereddüdü var. "Eskiden böyle bir şey yok" denilirdi. "Şimdi varlar, fakat sağlıklı kurtulabilecekleri kuşkuludur" diyorlar. Ve bunun da en temel nedeni sizler oluyorsunuz.
Bakın duyarlı insanlar kendini biçimlendirirken alemin ve yakın çevresinin nazarlarını dikkate alırlar. Sizin durumunuz, bana gerçekten sürekli karşı çıktığım bir durumu hatırlatıyor. Çevresini kendine göre ayarlayan, ama hep verdiği bir şekilsizlik, bir yük, ağırlık teşkil eden kişilik durumu. Bırakalım benim temsil ettiğini PKK'nin bunu çekmesini, halk bile çekemez bu kişiliği. Burada verdiğimiz en önemli bir ders de şu: Biz PKK ortamını, hem içimizi, hem yönettiğimiz halkı, böyle zorlayacak kişilere bırakamayız. Şimdi köylü sığlığınızla veya işte, varsa diyelim, biraz daha kendini kurnaz sanan, yarı aydın kentli demagojiyle bu işin altından çıkamaz. Eski hikayeyi yeni kelimelerle süsleyecek, yeni bir hikaye anlattığınızı sanmayalım. Yani devrim hikayelerini anlatacağınızı ve inandıracağınızı sanmayalım. Zorla güzellik olmaz, istediğiniz kadar ince yöntemlerle bu kişiliği PKK'ye dayatarak sonuç almayacağınızı bilmelisiniz.
Bunun için gerekli olanı vurgulayalım; iyi bir öğrenci, iyi bir dinleyen olabilmek, öğrendiğine tutarlı karşılık vermek. Devrimlerin savaş ve ezici yetkisini biliyoruz, bu bizde tam bir felaket olur. Diğeri de en az onun kadar tehlikeli. Yanı eskiden de kölelik arz eden edilgen, bilgisiz, çaresiz davranışlar; görünüşte ne kadar iyi niyetli de olsa, bunların çok tehlikeli bir alçaklık olduğu hiçbirimizin göz ardı etmemesi gerekir.
Öğrenme işini bu kadar savsaklamak anlaşılır gibi değildir. Meşhurdur, tarihin en büyük kılıcı Hz. Ali'nin deyişi var, "bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum." Öğrenmeye bu kadar bağlı bir insan tarihin kılıcı ünlerini kazanmıştır. Siz her gün öğrenme ile oynuyorsunuz. Nasıl kılıç olacaksınız? Yani; kendinize o en çok yakıştırdığınız komutan, şervan olacaksınız. Bunu çözmemiz lazım.
Toplumdan kaçtım, PKK'ye yol açtım. Beni PKK'den kaçmaya zorluyorsunuz. Kaçtığım toplum gibi bir topluluk oluşturup, beni bir kez daha kaçırtmak. Tabii ben kaçamam. Ben yeni bir parti içinde parti oluştururum. Bütün anlayışlarınıza -tecrübem de vardır- gerekirse günde bir parti yaratarak karşılık vereceğim. Sizin partiyi sizin başınıza çalacağım. Bunu yapıyorum da. Bu tabii sizi moral bozukluğuna, hayal kırıklığına uğratıyor. Ama unutmayın ki, karşınızda bir parti ustası var. Bunu sağlayabilecek güçtedir. Nerdeyse herkesin kendine göre particikleri var, elbette ki başlarına yıkılacaktır. Sıkılmayın, nedeni sizsiniz. Benim partimin halkın temel hayati çıkarlarına cevap veren bir parti olduğu doğrudur. Zaten ben şu anda halk içinde fazla tartışılmadığım gibi, değerimi koruyorum, geliştirdikçe geliştiriyorum. Parti içinde de istediğim davranış özgürlüğünü, onun eğitimini, örgütlenmesini, eylemini yürütüyorum. Fakat sizler benim kadar rahat değilsiniz. Burada suç kendinizindir. Hangi partide olduğunuzu bilmeniz gerekir.
Benim tespit ettiğim diğer bir husus; çok ataerkil olduğu kadar, çok düzenden kalma oldukça ruhsal ve zihinsel bazı hastalıklarınızı yaşama cüretkârlığını gösteriyorsunuz. Ki, bu inat, keyfilik dediğiniz çok etkili olan, hele yetkiye kavuştu mu daha da kendini dayatan, farklı bir anlayış oluyor. Üst boyutta sorgulama pratiklerimiz bunu daha da netleştiriyor. Bunun kolay olmadığı, yani kendi partileşmesinin anlamlı bir partileşme olmayacağını iyi gösteriyor. Gücünüz varsa, benim partiye gelin. Yani ben kendi partimi savunuyorum ve gönüllüdür, size katılım çağrım. İşinize gelmiyorsa gerçekten hoşça ve boşça yerinizde kalmanızdan da oldukça razıyım. Bir yükten de kurtulmuş olunur. Ama her gün partimizin içinde yeni particikler kurmak akıllılık değildir. Eğer gerçekten partimizde partileşmek istiyorsanız, tepeden tırnağa bu yöntemlerinizi, bu tarzlarınızı, bu yaklaşımlarınızı, bu temponuzu değiştirmeyi göze almanız lazım. Benim sizlere saygım var. Eğer bir başarı olanağımız olsa zaten değerlendiriyorum, onu çekiyorum, % 1'i tutunacak yanların hepsini alıp birleştiriyorum. Değerlendirme hatamın olduğunu hiç sanmam. Ama gelirken bin bir yanlışlıklarıyla, şekilsizlikleriyle, çirkinlikleriyle kendinizi kabul ettirmeyi bekleyemezsiniz. Neden benim partim son yıllarda Kürdistan ufuklarından yükseldi? Çünkü doğru partileşmeydi, çünkü halkın giderek çıkarlarını temsil ettiği bir parti olduğu anlaşılıyordu. Bunu iyi temsil ettiğim anlaşılmasaydı, halkın desteği bu kadar ayakta kalabilir miydi? Hatta dünyada ilk defa sesimize kulak vermeler bu kadar gelişir miydi? Kürt'ün imajı hep ajanlık gibi algılanırdı.
Umut kişiliği diye hiçbir şey düşünülemezdi. Ama bu son yıllarda bu da yıkılıyor. Ve bunların hepsine önderlik ettik. Bütün bunlar kanıtlanmış, doğru parti gerçekliğidir. Hem bunlara inanacak, hem anlam verecek, hem de katılımınızı bu çerçevede giderek kesinleştireceksiniz. Eskici dükkanından aldığınız eşyaları, son düz kumaşla değiştirmeyi öneriyorsunuz bana. Ben ne yapayım, o eski püskü şeylerinizi, giysem iki günde çıplak kalacağım. Savaş gibi bir yerde beni çırılçıplak bırakır düşman karşısında. Bizim elbiseler zırh gibidir. Giyeni her türlü soğuğa ve sıcağa karşı korur. Bunları esas almalısınız. Eğer içinizde "üşüdüm", "bayıldım", "sıkıldım" diyorsanız bunun nedeni; PKK elbisesini giyemediğinizden ötürüdür. "Midemde, yüreğimde bir ağrı vardır" diyorsanız, bunun gıdasını almadığınızdan ötürüdür. Kesinlikle, burada bir günde partileşin diyen yok. O, acımasız bir savaşım içindir. Ama bile bile hatada ısrarın da kesin yanlış olduğu, bunun farklı görüşü de demeyeceğim. Farklı bir partileşmeye, hem de çürüğü, çıkığı çok belli olduğu halde.
Esas diğer bir özelliğimiz de, güç getirememedir. Farklı bir partisi olmayanlarla diğer önemli bir özelliği; zavallı yatalak gibi bir durumda olmasıdır. Hasta, yatalak ancak dört kişi onu taşırsa sağına, soluna bakabilir. Çünkü bizim partimizde büyük bir kesimde bu yatalak durumu temsil ediyor. "Ben çok hastayım, parti taşısın beni" demek, yanlış bir seçimdir. Belki özel bir kliniğe alınabilirsiniz ama PKK'nin içinde asla böyle olamazsınız. Adı üstünde PKK; en zoru başaran harekettir. En zoru, yani Kürdistan devrimini omuzlayan insanların hareketidir. En sağlıklı, ruhta, düşüncede ve fizikte en kudretli olanların birleştiği öncü örgüttür. Hastaların burada işi olamaz. İşi olamayanların, neredeyse kusursuz olmaya yatkın adımların sahibi olmayanlar, burada yol alamaz. "Hastayım PKK gelsin beni şifaya kavuştursun." Şu anlamda belki bunun anlamı vardır: "Yeni geldim beni eğitsin" bunu yaparız. Ama adeta hastalık hastası gibi bir yaklaşım ki bu da ezici çoğunluğu temsil ediyor. Toplumda böyle bir yaşam bulamamışsın, PKK içinde vardır. Bu tamamen bir riyakarlık yani ikiyüzlülük ve belki de düşmanın psikolojik savaşımından içimizde yaydığı, bizzat yaydığı hastalıklardan daha tehlikeli olduğu anlamına geliyor. Ne pahasına olursa olsun bu kişiliği yaşatmayalım. Partileşmeyi dar anlamayalım. Bir kaç tüzük esasları dâhilinde davranmak olarak anlamayalım. Yine bazı genel ilkelerine bağlı olmak biçiminde anlamayalım. Yine sözüm ona, yönetimlerden kaynaklanan emirlerle yürümenin sağlanacağını sanmayalım. Yaşam tarzı, salt yine siyasal bir olay değil, askeri boyutundan, kültür boyutuna ekonomik yaşam tarzından hayallerine kadar komple bir yaşam ve savaş gücü olmayı ifade ediyor. Hele diğer partilerle PKK'yi karıştırmayalım. Zaten, komünist örnekler de dâhil bugün dünya çapında partileri, bir engel olarak değerlendiriyorlar. Klasik sağ-sol, komünist-faşist, bütün partileşmelerin bir darboğazı yaşadığı ve artık insanlığın önünde aşılması gereken engeller olarak dikildiğini, gittikçe sıkça duymaktayız. PKK bu anlamda da klasik partileşmelere benzemez. Belki de PKK'nin en önemli bir özelliği budur. Dolayısıyla birçok partiler aşılır. Ve en güçlü devlet sahibi olanlar bile yıkılırken, PKK gibi en inanılmazı gerçekleştiren dolayısıyla kendini büyüten bir örnek evrenseldir. Daha doğrusu onu kendinde somutlaştırandır. Ve dikkat edilirse, dünyayı bile karşısına alan bu partileşmenin biraz değişme göstermesi, bu temel özelliğiyle bağlantılıdır. Ama sizin PKK'yi anlamanıza bakıyorum; aşiret kişiliğini bile aşmıyor. Bu yaklaşım bir yanılgıdır.
Bu nedenle demek ki, bütün derslerin esası olan PKK'leşmeyi adım adım sağlayacağız. "En PKK'liliyim, en laik olanım" diyen birisi bu anlamda bir PKK'lileşmeyi kanıtlamalıdır. Açık söyleyeyim ki, çoğunuzun ölçüleri bunun çok gerisinde ve hatta çok sapkınlık, sorun teşkil eden bir durumda görüyorum. Bizim sahaya gelirken özellikle, benden gerçekten bir şeyler duymaya çalışan, kişilere de benim verebileceğim en iyi cevap karşılık değeri; "hoş geldiniz partileşmeye'dir". En değerli karşılaşma budur. Eski yeni, alt üst düzeyde kim olursa olsun büyük bir partileşmeyle karşı karşıya olduğunu asla göz ardı etmemelidir. Partileşmeyi sağlamayanların yaşama hakkı olamaz. En tehlikeli yanılgı partileşme konusunda gösterilen yanılgıdır. Varsa bir iyiliğiniz önce bu partileşmede kendini göstermelidir. Aksi halde bu büyük savaşıma değil güç getirebilmek, 24 saat bile yürütebilmesi mümkün değildir diyorum. Siz tehlikenin ağzında olduğunuz halde, adeta evin başına yıkılacağı bir ailenin yanında habersiz çocuklarına benziyorsunuz. Diyorum ki, düşman geliyor. Belki 24 saat sonra evi de ya yıkarak, ya da yakarak başınıza çektirecektir. Çocukların şenliği ile o evin içerisinde kalınamaz. Ya muazzam bir savunma gücü oluşturur kurarsınız ya da bakarsınız. Başka kurtuluş yolu olamaz. Gerçek budur.
Özellikle ülkeden aldığınız sizlerin de partileşmenin ciddi olarak aşındığı -bu beni ürkütüyor- düşmandan daha fazla partileşmenin aşındığı yerde hayat olmaz; ister özgürlük adına olsun, ister kölelik adına olsun. Kendi koşullarımızda düşman -çünkü ikisine de yer vermiyor- kölelerin köylerini hepsini başına yıkmıştır. Potansiyel suçlular biçiminde çok iyi biliyorsunuz bunu. Diyarbakır manzaralarını sanırım çoğunuz gördünüz. Onlar köledirler. Onların TC'ye herhangi bir karşı çıkma durumları yoktur. Bir kuruşa rahatlıkla kendilerini verebilirler de, satabilirler de. TC de onu vermiyor. Köylülerin de büyük bir kısmı öyledir. Köledirler. Ama hepsinin çatısını başına getirdiler. Neden? Potansiyel suçludurlar diye. Bir gün belki PKK'ye kayabilirler diye. Bu bir gerçek. Peki, içimizdeki köle nasıl yaşayacak bu düşmana karşı? Hele PKK'nin sorumlu kademelerinde bulunanlar bu düşman karşısında nasıl dayanacaklar?
Şimdi bunları "anlayamam, cevap olamam" demekle hiçbir yere varamazsınız. Şans gereği diyorsunuz belki yaşıyoruz. Tesadüfler sonucu ayaktayız. Bunun sağlıklı bir ayakta kalış olmadığı ortadadır. Her an bu şans aleyhinize çevrilir ve çok trajik bir biçimde sonunuz gelir. Aksi halde bu partileşmeye adım atmamak gerekir. Ben ürküyorum diyorum size. Bazılarını yıllardır taşıyorum, onlar için de üzülüyorum.
Beni göreve davet edin. Daha iyi anlatabilmek için, daha iyi bunda yer alıp almayacağınızı yine anlayabilmek için beni göreve çağırın, yerine getirmeye varım. Ama öğrenmemeyi bir hak olarak siz bana dayatamazsınız. Geri, çarpık olmayı da olabilir bir biçimde, bir onayı da bizden bekleyemezsiniz. Hele kendiniz böyle çok sefil, çaresiz ve çok saçma bir biçimde dayatma hakkım da hiç göremezsiniz. "Kürt'tür, böyle alışmış, böyle yönetilmiş. Ne olur sen de biraz böyle yürüt." Kesinlikle bu olmaz. Baştan beri, yedi yaşından beri diyorum ki, ben böyle Kürt'e isyanım. Büyük savaşçıyı tanımamışsanız, tanıyın. O zaman anladınız mı? Bilmiyor musunuz? TC'nin her gün yayınladığı yazılardan da mı anlamadınız? Yürütülen bu savaştan da mı anlamadınız?
Anlaşılmalı ki, anlattıklarımızın içinde kendinizi bilgilendiren önemli yerler, yönler var. Buna göre kendinizi başlatacaksınız. Gerekirse doğrulayarak ve yeniden. PKK'nin yürüyüşüne inanan, PKK ile bu iş yürüyebilir diyenlere, özellikle bunları vurguluyorum: Yoksa "PKK içinde ben kendimi, alışageldik üzere bütün bu yetmezliklerimi götüreceğim" diyenlere daha değişik yaklaşılır. Onları atacağız. Bunun başka çaresi yok. Ummadığı ve beklemediği bir zamanda, yerde ve biçimde.
Burada çözümlenen tepeden tırnağa bir halkın yaşam iddiası, yaşam gerçekliği, yaşam ifadesi, kurumları, araçları, kuralları bütünlüğüdür. Buna inanacaksınız, öğreneceksiniz. Lafta olmaz bu. Büyük bir inanç, azim gerektirir. Aynı zamanda, nasıl ki bir operatör en iyi bir kalp ameliyatını büyük bir hassasiyetle yapmak zorundadır, öyle bir operatörle bu işler üzerinde de durmayı gerektirir. PKK budur! Öyle sanıldığı gibi yalnız bir yıkma hareketi değil, anında oluşturma hareketidir. Emek hareketidir, herkesi çalıştırır "hazırlıklı değiliz" diyeceksiniz. Hazırlık için yeterince zaman size tanıyorum. Hep anlatmak istediğim bir şey var. Bütün bu konuşmalarda görüldüğü üzere, yanlış hesap Bağdat'tan döner ve 40 yıl geçtikten sonra da yanlış yanlıştır denilir ya. Böyle tutumlar söz konusu. Cevabı doğru verirseniz hesaptan kurtulursunuz.
Başlangıç için bunları belirtmek yeterlidir sanıyorum. Yeni gelenler, yeni yeni başlangıçlar yapmak için, habire söz verenler için, dikkat edilirse hep çerçeve açıyoruz. Sağı solu belli olmayan, nerede, nasıl oturmasını gerektiğini bilmeyenlere bunları muazzam bir tekrarla uygulama gereği duyuyorum. Gerekirse on defa okuyun, tartışın. Gerekli olanı herhalde bulmanız zor olmayacak. Ben ne yapacağım? Yani lanetli bir halkın, çok ters büyütülmüş çocuklarısınız. Benim elimden gelen, mümkünse bunu ortadan kaldırmak. Bunu yapmaya çalışıyorum. Başka çaremiz yok ki. Nereye başvurursanız tokadı yerseniz. Kime boyun eğerseniz dayağı yersiniz. “Evet” de deseniz, “hayır” da deseniz küfrü yersiniz. Bu lanetli gerçeğin doğal bir sonucudur. Ben bunları icat etmiyorum. Bunları bildiğim içindir ki, kendime bir çeki düzen verme gereği duydum. Bilmiyorsanız öğrenin. Kürt şu anda pazara bile kendini en az ücretle satmaya hazır, % 90'nı halen işsiz. Bunları ben icat etmiyorum. Ülkesini çoktan satmış, haberi yok. Bütün insani erdemlerini elinden almışlar haberi yok. Kişi olarak da bedenini, gerçekten yani beş kuruşa diyebileceğimiz, karın tokluğuna satmaya çalışıyor. Buna da kimse sahiplik etmiyor. İşte gerisi Diyarbakır tablolarıdır... Mümkünse bu tabloyu bir çerçeveleyin ve dershaneye koyun. Anlamayanlar her gün seyretsin.
Bu okulumuz bu kara tabloyu değiştirmek için. Bazı arkadaşlarımız büyük bir bebeklik teorisine sıkı yapışmışlardır. Bununla hiçbir yere varılmaz. Kitaplarıyla, tarzlarıyla, ciyak ciyak bebek bağırışı gibi söylüyorlar. Mümkün değil onunla bir yere varmak. Büyük zorluklarla buraya geliyorsunuz. Büyük bir ilgiyle, bir tek şey isteniliyor, dikkat edilirse. Bu işin altından kalkmak yollarını çarelerini bulmak. Var yani, bu okul iyi öğretir. Halk adına geliyorsunuz, eğer buna biraz saygılıysanız, "en benim" diyen burjuva okullarından, feodal okullarından bile daha iyi şekilleneceğiniz kesindir. Böyle basit bir sadelik sizi yanlışa itmesin. Mühim olan amaç ve onun mütevazı katılımıdır. Hz. Muhammet de derslerine başladığında, yunan okulları, akademiler var, hepsi buna benzerdir. Hz. İsa'nın da manastırları bundan farklı değildirler, hep öyleydiler. Bizimkinin de böyle olması, temel insani okulların özelliğinden ötürüdür. Daha sonra biliyorsunuz, bu okullardan büyük komutanlar yetişti, İskender gibi daha 33 yaşındayken üç kıtayı fetheden komutanlar, Eflatun, Aristo okullarında yetiştiler. Hz. Ali, o Mekke'deki karanlık kulübeler gibi yerlerdeki propagandadan yetişti. Roma'yı çökerten havariler, Hz. İsa'nın bu basit hitaplarından yola çıktılar. O açıdan okulumuzun gerektiğinde en büyük devrimi gerçekleştirme gücünde olduğuna inanarak, onun kutsallığını duyarak katılacaksınız. Bütün dinlerin kutsallığı kadar, bütün felsefenin derinliği kadar, politikanın da en sağlam gerçekçi bir okulu olarak, buranın geliştirdiğini görerek bir yaklaşım sergileyeceksiniz. Hatta ekonomiden tutalım, sanata kadar, özünde burada kazanıldığına emin olacaksınız. Ekonomi biliminin de okuludur, sanatın da okuludur. Yaşınız uygun bu okulu öğrenmeye. "En çok biliyorum" diyenler de çok öğrenebilir. Çünkü çok derinlikli bir okul. "En yeniyim" diyenlere de hemen abeceyi öğrenir gibi sadeliği, basitliği olan bir okuldur.
Umarın yani şimdiye kadar ki şekilsizlikleriniz, burjuva okulları, o feodal aile okullarında ne kadar gelişmiş olursanız olsun, madem okulumuza adım attınız, dediğim gibi ister en eskiler, ister en yeniler bu çerçeveyi esas alarak, mükemmel bir çıkışa kavuşabilirler. İsteyen askeri dalda, isteyen diplomatik politik dalda isteyen kültürel dalda, isteyen ekonomik dalda, hepsini öğretiyor. Zaten bir kişi istiyorsa bütün bu dallarda bir organizatör olabilir. Duruma göre nerede, hangi görevi olsa kesinlikle ona güç getirebilir.
Bu temelde tekrar yeni gelenlerle birlikte -ki her gün yeni gelir gibisiniz buraya- okulumuzun gerçek bir öğrenci olmaya büyük bir gönüllülükle birlikte, istekle, azimle olduğu kadar ilgiyle, katılmaya, anlamaya gerekli olanı almaya çağırıyoruz. Temel çıkışınızı, bu çerçevede amaca yeterliliği sağlayıncaya kadar, yine gereklerini özümsemeye teneffüs ettiğiniz havadan, içtiğiniz sudan daha öncelikli olur. Olmaya çağırıyorum.
Şimdi isterseniz çok kapsamlı sorular sorduktan sonra diyaloglar geliştirelim. Daha benden özellikle derinleştirmesini istediğiniz hususlar nelerdir? Diyaloglar bana göre en iyi öğrenme metotlarından birisidir. Ve bunu çok özgün yürütüyoruz burada. Katılımı, paylaşımı geliştirmede çok etkilidir. Kişisel anlamda değerlendirmeyin, geliştirilen ikili diyaloglar, bütün yapıya çözümleme düzeyi kazandırır. Ben özellikle diyaloglarımda, çözümlenen kişi değil, onun şahsında temsil edilen neyse odur. Ve verilmesi gereken neyse o kadardır. Cevaptır yani. Müthiş soru cevap ikilemi ifade ediliyor. Bütün bilimleri süzgecinden geçiren sorgulanmayla birlikte cevaplamayı gerçekleştiriyor. Diyaloglarda kim bulunmak istiyor, önce gönüllü olan var mı? Basitten mi, karmaşık olandan mı başlayalım? Konular önceliği, en can alıcı konular. Söyleyin ki verimli kullanalım. Çünkü bizim için bir gün bir tarih ve gelecektir. Hiç hafife almaya değmez. Bir günde dünya yeniden kurulur, yeniden inşa edilir. Bu denli değeri vardır. Kesinlikle!
…
Bugünkü toplantımızı, böyle bir çok soruna cevap veren bir çerçeve dahilinde değerlendirmeye çalıştık. Anlamlıdır, ısrarla üzerinde durmanız gerekiyor. Kesinlikle burası bir öğrenme yeridir, burasını vurguluyorum yani; yaşama bakış açılarınızdan tutalım, çok pratik askerleşme esaslarımıza kadar, estetik hususlardan tutalım, ekonomik özelliklerimize kadar burada üretme işi önemlidir, öğrenme çok gereklidir. Yeterliliği zorluyoruz ve daha çok da size bağlıdır. Kendi payıma önemli bir çaba içinde olduğuma eminim. Zorlandığınızı biliyorum. Halk tarzında böyle olur. Geliş tarzınız, katılış durumunuz, geçmişiniz okulumuz için ciddi bir engel değil. Fakat çok eleştirilen, yüzeysel algı, ilgi düzeyi zayıf alışkanlıkların da oldukça inatçı ve bunu dayandırdığınız düzen gerçeğini, peşinen gerekirse bıçakla keser gibi bir tarafa atmanız gerekiyor. % 1 tutunacak yanlarınız da varsa onu esas almalıyız.
Şimdi büyük bir terbiye ki, şu anlama geliyor; en eski arkadaşımızda bile görüyorsunuz, bu işin vazgeçilmez bir gereğidir. Biz bu halk adına, o işte terbiye denilen, aileden kalma, bilmem sokaktan edinilen düzenin okullarından, çalışma sahalarından edinilen her şeye kuşkuyla bakılıyor. Bunları kirli bir elbise gibi üzerimizde tutuyoruz, atacağız. Kendimize özgü olan yaşamın amaçlarını, onun araçlarını özünü ve biçimlerini, heves arzusu ve duygularını aynı zamanda yüksek bir anlayış ve onun ilkelerini bütünlüklü olarak burada öğreneceğiz. Bu hiç sizi sıkmamak değil, tam tersine büyük bir rahatlığa, çetin kişiliğe, kolay olmayacak çetin ama; anlamı olan bir kişiliğe, onun yaşamına kesinlikle ulaştırmak, bunun için sağlam başlangıçları yaptırmaktır.
Okulumuzun bu gücü, hele bu son günlerde hayli artmıştır. En olgun dönemini yaşıyor. Kesinlikle burada verilen dersler, sadece PKK bünyesi için değil, bütün ulusal düzey ve hatta giderek etkilediğimiz insanlığı da kapsamı içine alacak ve etkileyecektir. Savaşta az çok dayanmış insanlarsınız, bu sadece buradaki dayanma için bir başlangıçtır. Savaşımızın en zorlusu burada verilmekte, anlayış savaşı, alışkanlıklarını yenme, zafer kişiliğine kendini yatırma alışkanlığı veya terbiyesi. Bu çok zor gelebilir size. Ben bir kaç ayınızı istiyorum, fazla değil. Kesinlikle yüzeysel, es geçer gibi yaklaşmasın. Boğulurcasına dayanamıyoruz diye öyle kendinizi fazla zora sokmaya da gerek yok. Bu, anlamı olan önemli sonuçları yaşam boyu olumlu tarzda ve dediğim gibi zafere ulaşacak kişilikleri de ortaya çıkarmayı amaçlıyor. İddialıyız. Şimdiye kadar yaptıklarımız bundan sonra yapacaklarımızın en iyi göstergesidir. Düşünün, herkes "mucizeler" diyor, biz mucize demiyoruz. Emeğimizle, inançlarımızla ve giderek gelişen düşünce eylemimizle, biz bunu ortaya koyduk. Neden zaferi kesinleştiren tarza kendimizi artık yakıştırmayalım? Büyük şehitleriyle, büyük açılarıyla, işkenceleriyle bu hareket adına yapılanlar bu hale geldikten sonra, bundan sonrasını sadece ve sadece zafer için ele alacağız. Açık söylüyorum, okulumuzun bu aşamadaki en temel özelliği, her saha için beklenen zafer kadrosunu ortaya çıkarmaktır. Ben hiç bir yıl bu kadar kesin konuşmuyordum. Bu süreçte kesin bunu belirtiyorum. Bunun anlamını adeta bıçakla kazır gibi, beyninize yüreğinize kazıyacaksınız. "Anlamadık" filan demeyin. Beni basite alan yanılmıştır. Düşman bu yanılgıyı tarihte görmemiş bir biçimde ödemiştir. Bizim içimizdeki yanılgılı kişilikler de ağır ödemişlerdir. Dua etsinler ki biz inanılmaz ölçüde insanı kurtarma çabası içindeyiz. Yoksa çok az kişi sizde sağ kalırdı. Ama ne mutlu ki, bu günlere gelebildiniz. Bunu takdir edin ve artık biraz da vicdana gelerek başarı tarzını kendinize yakıştırın. Hazırlıklı olmayı bilirsiniz. Buradaki hazırlık fena sayılmaz. Birçok yönüyle yetersiz, yürekler acınacak bir durumda da olabilirsiniz. Burada bunu da giderebilirsiniz.
Ben bu işi ta kendimi tanıdığım yaşlardan beri, neydi o? İlk gözlerimi açtığımda, ilkeli mi deseni veya özgürlüğü esas alan bir yaklaşımla buraya kadar getirdim. Yıllarca birkaç kuruş para peşinde, bir kaç ilişki peşinde koşan bir adamım. Hiç bir bacak benim kadar yol aşındırmamıştır bu ilkeler, davalar temelinde. Ama görüyorsunuz ki, yani boşa gitmedi bu yıllar. Büyük sonuç verdi. Hatta bu ülke, bu halk için tek sonuç veren yol, yöntemdir.
Bu anlaşılmıştır. Kendi önyargılarınızda ısrar etmenin hiçbir anlamı yok. Benden daha çok siz başarıya susamışsınızdır. Özlemlerinizin gerçekleşmesi benimkinden daha çok sizin için gereklidir. Özlemlerimiz için gerekli. Emeklerimiz var, onun başarıya ihtiyacı vardır. Ben az çok ortada bunu biraz kendime yedirdim, kanıtladım. Benden daha fazla şiddetle sizin ihtiyacınız var. Bu halk artık, bunu mutlak görüyor. En oportünisti bile, "başarı gerek" diyor. En iflah olmazı bile artık imana doğru geliyor. Biz bu işin öncüsüyüz. Neden kendimizle layık olan, oldukça da emek harcamış olarak, onu herkesten daha fazla kendimizi ortaya koyarak, göstermiş militanlar olarak, gerekirse tam basan mı, ona da varız, herhangi bir dönemden daha fazla bu dönem diyor ki, bu işe bu tarzda yürüyebilirisin. Bunun ne anlama geldiğini sanırım bu kadar derli toplu, inisiyatifli olarak şimdi görüyorsunuz. Ben her zaman yeterince de ilgiyle işin içindeyim. Sorumlulukların en iyisini bundan sonra daha iyi göstereceğim. Fakat sizin de dediğim gibi eski türden değil, anladığınız anlamda da değil, yani tür diyorum ben buna, çerçeve üstüne çerçeve çiziyorum, onda yerinizi yapacaksınız, kendinizi göreceksiniz. Tekrar vurguluyorum, ben emrettiğim için değil, size çok gerekli olduğu içindir. Bu kendini yeniden kurumlaştırmayı, kendini yeniden tarz, üslup, hitap gücüne, tempoya özellikle kavuşturmayı, içerik noksanlığı varsa onu da kazıyarak adeta yüreğinde, beyninde onu da kazıyarak kendine oturtmayı, sağlamayı başaran, bu okuldan sağlam, dolayısıyla yüksek başarılı çıksın. Ele aldığı her düzeyde PKK'nin gerçek kahramanlığına yaraşır bir militanı olacaksınız. Gerçek yaşamda zorlukları ne olursa olsun ona katlanmada, bu başarılı katılımın, paylaşımın ve giderek savaşımın militanlığı temelinde gerçekleştirilecektir.
Ben yine bu vesileyle yeni gelenlere, yüksek sorumlu ve başarılı katılmaları kadar, her düzeyde sorgulanan kişiliklerimizin de örnek bir çıkışta ve en yeniyim diye katılanların da, gerçek hakiki bir PKK'nin en genç adayı biçiminde sonuna kadar kendilerine güvenebileceklerini ve başaracaklarına da inanmalarını diliyorum, bekliyorum.
Başarılar.
18 Ocak 1997
Reber APO
- Ayrıntılar