Zilan, önünde eğilmesi gereken bir tanrıçadır. Tarihte biliyorsunuz kıble gahlar var kutsal mabediler var. Onların içinde kutsal tanrı veya tanrıçalar vardır. Ve onların ardılları, onların mensupları uygun günlerde gidip, o mabedlere kapanırlar. Affet bizi diye secde ederler, yalvarırlar yakarırlar. Bu yoldaşlar öyle yoldaşlardır. Bir mabede gider gibi huzurlarında eğileceksiniz. Secdeye kapanacaksınız. Artık böyle bir dininizin, imanınızın olması gerekiyor. Kesinlikle bunu hem hak etmiş büyüklerdir, hem de çok ihtiyacımız olan kutsallık derecesindeki mabetsel değerlerimizdir. Neden bunun büyüklüğüne inanmayalım ve iman etmeyelim ve yine gerekleri için secdeye kapanmayalım, emir komutasında yürümeyelim. Biliyorsunuz tarihte böyle değerlerin önce inançla ve sonra imanla secdesi gerçekleştikten sonra emri altındaki askerle müthiş bir saldırıya geçmeleri vardır. Zilan ateşinde her şey yaratılıyor. Mesela duygularda O, ateş her şeyi bütün kirleri temizliyor. Bir kadın kişiliği tanrıça kişiliği oldukça etkileyicidir. Çünkü O, ateşte bütün kirler, bütün zayıflıklar yakılmıştır.
İnsanlığı tercih etmek Zilanların dilinden olmak, düşüncesinden olmakla mümkündür. Şahadetlerin toplam ifadesi, ideolojik donanımın üst düzeyde temsili, duygunun, düşüncenin bireyi aşarak, toplumun örgütlü dili haline geldiği Zilan gerçeği ile kurumlaşarak, kurtuluş çizgisinin somut ifadesi olmuştur. Bu nedenle özgür yaşam uğruna ne varsa, ulusal aşk, özgür kadın ve erkek, her türlü geriliğin reddine dayalı ilkeli bir yaşam, bunun için de düşmana karşı müthiş bir kin ve kıyasıya savaşım Zilanlaşma çizgisinin kapsamıdır. Bu çizgi, ideolojik, felsefik olduğu kadar duygunun en üst düzeyde temsilidir. Onunla yürüyenler, eylemde yaşamda, örgütlülükte sevgi anlayışında, tarz ve tempoda militanca yaklaşımların sahibi olmaya çalışanlardır. Zilan eylemi, intihar eylemi değil, saldırı eylemidir. Eylem tamamen dönemsel, tarihi, planlı, oldukça örgütlü, çok cesur ve fedakarlık, soğuk kanlılıkla yapılmış bir eylemdir. Ancak bir gerilla bölüğünün yada taburunun yapabileceği saldırıyı tek başına gerçekleştirme gibi bir saldırı eylemi olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Zilan sembolize zafer kişiliğidir. Zaferle yaşamın büyük birliktenliğini veya diğer deyişle zaferi, aşkı birleştirmenin adıdır. Sembol olarak böyledir. Ama bizim için sembollerde önemlidir. Özgürlük sembollerine ne kadar değer verelirse, hatta ne kadar tapınılırsa o kadar yücelir. Yaşam adına yücelen ne varsa bu eylemdedir. Özgürleşme ve kendini gerçekleştirmenin, bu savaştan geçtiğini, bu savaşı verirken yaşayacağına inanıyor, o noktada tamamen kabul edilmesi gereken yaşam sınırlarına doğru yüceliyor. Anlam olarak, parti olarak yükseliyor. Daha önceki düşmanın egemenliği altında çizilen yaşam, zaten, eğer kül olan bir şey varsa odur. Yaşam adına yücelen ne varsa o da buradadır. Ölen, ölmesi gereken, kül edilmesi gereken bırakılmıştır. Yüceltilmesi gereken, gerçekten müthiş, şahane bir biçimde çıkarılmıştır. Yaşama büyük sevgisi onu böyle bir eyleme götürüyor. Yaşamın özgürlüğe dayalı büyük sevgisi yine yaşamın dirilişiyle bağlantısı çok büyük olmasa bu eyleme karar verilemez. Yaşamı sevenler böyle büyük eylem sahibidirler. Yaşamdan vazgeçenler asla eylemci, örgütçü olamazlar. Zilan’daki yaşamın büyük sevgisi onu böyle büyük bir eyleme götürüyor. Yine yaşamın özgürlüğe dayalı büyük sevgisi yaşamın dirilişle bağlantısı, yaşamın güzellikle bağlantısı çok büyük olmazsa bu eyleme karar verilemez.
Zilan bir manifestodur. Mektuplarında müthiş bir parti tanımı var. Parti içinde böyle net olmak, parti içinde böyle lafazanlıkla, demagojiyle asla kendini hastalıklı kılmama, her türlü ideolojik, siyasal, örgütsel esaslarımızla bağdaşmayan tutum ve davranışlara fırsat vermeyen ve müthiş bir direniş kişiliği ile yaşamak “topyekün üzerimize gelen düşmana karşı, topyekün direnmek, akıl sınırlarını zorlayan direniş, kahramanlık, emek, kararlılık ve inanç yaratılmıştır direniş PKK’nin temel karakteridir” derken, burada hakiki militanlık özelliklerine kesin sahip çıkıyor. Son suikast eylemine bir cevap olarak düşünüyor. “Düşmanın topyekün üzerimize gelişi var” diyor. Düşmanın son 96 operasyonlarının bilincine ulaştığını, buna karşı PKK militanlığında gelişmesi gereken eylemlilik tarzının nasıl olması gerektiğini kanıtlamak için de “böyle eylemlilik gerekiyordu” diyor. Tamamen taktiksel bir çıkıştır. En büyük eylemciler esasta güvendikleri değerler için eylem yaparlar. Veya o değerlerin sembolize edildiği, birleştiği, yoğunlaştığı kişilikleri esas alırlar. Demek istediğim canlarını boşuna ateşe atmazlar. Onu müthiş bağlayan, onu temsil eden sonsuz güven veren, bir değer, bir sembol, bir Önderlik olmazsa hiç kimse böyle bir şeye cesaret edemez. Önderlik gerçeğini hemen hemen bütün paragraflarda işlemiş. Beni tanımaz bu yoldaş ve yeni yoldaşlardan bir yıllık arkadaşlardan biridir. Fakat mükemmel incelemiş, ben bu yoldaşla sanırım uzaktan da olsa hiç konuşmadım. Ama buna rağmen bu kadar anlayabilen, anlamakla yetinmeyen, yorumlayabilen, özümseyebilen ve bunu böyle bir militan kişiliğe dönüştürebilen, PKK’nin hakiki militanı olarak değerlendirmek gerekir.
Çok doğru bir tarih anlayışına sahip mükemmel bir tarih özetlemesi yapıyor. “Tarihi bir temele dayanmayan bir dava adamı köksüzdür” bu büyük yoldaş kesinlikle tarihi temelini görmüş, terihe kök salmak gerektiğine de sonuna kadar ulaşmıştır, onun farkındadır, onun bilincindedir. Onun sorumluluğundadır. Mükemmel yapmıştır ve özgürlüğü kavramıştır. Zilan tarihin ve kadının dirilişidir. Yer olarak Dersim’in olması da önemlidir. Dersim’in dirilişi için unutulmaz ve belki de yaşamın biricik kaynağı olarak bu kişilik ve eylem değerlendirilecektir. Kahramanca olanlar tarihe böyle etki bırakır. Bitmez tükenmez bir halka bir ulusa ve hatta insanlığa, kadına güç veren bir kaynak olarak değerinin takdir edilmesi gerektiği çok açık. Çünkü tümüyle insanlık adına düşürülmüş insanlığa, müthiş bir faşist rejime karşı, orduya karşı, emperyalizme karşı, kadın cinsinin düşürülmüşlüğüne karşı bir eylemdir. Kadın cephesinin de sesi fazla çıkmasa da, fazla gücü olmasa da Zilan gerçeğinin vasiyetine bağlı olmanın gereği olarak seslenmek, gerçekten anlama ve yapma gereğini sorgulamak yerindedir. Tabi bunu tüm YAJK için seslendiriyoruz. Anlamı oldukça aydınlatıyor ve zaten sizde, YAJK da sorgulanıyor. Herhalde bunun büyüklüğünden kimse kuşkusu artık olmaz. PKK gerçeğinde yer almak onun ordu gerçeğinde yer almak, kesinlikle bu anlamla, bu ilkelerle bağlantılıdır. YAJK çağrısı Zilan gerçeğindedir. YAJK zafer özelliğidir. YAJK zafere bir çağrıdır. YAJK’a ulaşmak isteyen, önce zafere yakın olacaktır. Zaferi örgütlemede, siyasette, savaşta sağlayamayan, YAJK’tan anlayamaz ve YAJK’a yaklaşamaz. Yine bunun çağrısı Zilan gerçeğindedir. Bunları ben icad etmiyorum. Temsili yapılmıştır, YAJK’a ve özgür kadına ulaşmak isteyen, yaratmak isteyen kadında da erkeğinde de zafere ulaşacak.Bunun başka yolu yoktur. Ben sıkça bazı erkeklere yaklaşım için de bunu söyledim. Erkeklik manevi anlamda veya bir cinsel olgu olmaktan öteye, moral bir değer olarak, sözüne daha fazla bağlılık anlamına gelir. Şimdi bu temelde sizin erkekliğinizi bu kadının kadınlığıyla karşı karşıya getirelim. En beter bir şekilde karı durumunu yaşayan sizsiniz. Yani bu benim öngörüm. Aslında doğrulanıyor. En yiğitçe bir davranış veya halk tabiriyle bir erkeklikten bahsedeceksek, aslında böyle kanıtlanabilir. Zilan kişiliği netleştikten sonra eski erkeklik ölmüştür. Bütün kadınların bağlılığı kadınların daha fazla güzelliği çekiciliği daha fazla savaşçılığı benim için heyecan vericidir. Bu anlamda artık kadın klasik anlamda karı da olamaz. Zilan kişiliğinde bunun ifadesi artık çok çarpıcıdır. Erkek de bu anlamda artık bitmiştir. Aklınız olsaydı, erkeğin de eskisi gibi erkek olarak yaşamayacağı o, eylemle noktalanmıştır. Zilan kimliği netleştikten sonra bütün eski erkeklik ölmüştür. Zilan’ın eylemi kadın-erkek arasındaki yaşama darbedir. Özgür kadının şekillenmesine yaklaşım çok çarpıcıdır. Kesin bir yeni yaşam arayışıdır. Müthiş bir “özgürlük istemidir” var olan düzen dâhilindeki standart yaşamlara tepkidir. Zaten o yaşama iğne ucu kadar değer verse bu eyleme cesaret edemezdi. Bu eylem aynı zamanda geçerli yaşama müthiş bir darbedir. Kadın-erkek arasındaki yaşama darbedir. Düzen dahilindeki kadın-erkek evliliktir, cinselliktir, bilmem sevgidir, duygudur onlara büyük bir darbedir. Çünkü o küçük bir yaşamdır. Kendisi evlilik denemesini geçirmiştir. Herhalde ona hiç çekici gelmiyor, müthiş itici geliyor dolayısıyla eylem üzerinde etkili oluyor. Bunun yanında büyük arayışı çok net, bunun için güzel yaşam savaşla bağlantılı yaşam, eylemle bağlantılı yaşam çok çarpıcı bunun üzerinde tabii salt siyasi değerlendirmeler yapmakla açıklığa kavuşturma işini sağlayamayız. Bu biraz da edebiyatın konusu oluyor. Romanlaştırılarak, daha iyi dile getireceği kanısındayım.
Çare Zilan kimliğindedir. Büyük eylemlilik, büyük yaşam, büyük aşk istemi oldu. Bu bir başlangıç ise, başarabilirsek toplumsal gerçekliğimizde yaygınlaştıracağı, bütün kadınlarımızı erkeklerimizi, bu temelde yeniden yapılandıracağız, şekillendireceğiz. Zaten ulusların özgürleşmesi de ancak böyle mümkündür. Her halkın tarihinde böyle dönüştürücü değerler vardır. Zilan kişiliği bizim çerçevemizdir. Gereklerine canı gönülden katılacağız. Zilan kişiliği ister teorik, ister pratik yönleri ile emredicidir. Ve netleşmiştir. Herkes buna anlam da verebilir. Büyük bir şans ve grurla gereklerini yerine getirebilir. Kadın cephemizden, militanlarımızdan beklediğimiz, Zilan kişiliğinin her geçen gün fazla somutlaşmasıdır. Buna kişiliği el vermeyenler kesinlikle aşılacaktır. Ve kendileri bu kişileri görev dışı bırakacaktır.
Önderlik olayındaki gerçekleşen özgürlük, bütünüyle ilkesi ve uygulamalarıyla güneş kadardır. Katılmamız gerekir gibi kesin bir sonuç vardır. Zilan’da daha teorik, daha ilkeliyken Sema’da daha fazla sorunlarla boğuşma ve pratikleşmeye doğru bir tamamlama olayı var. Fikri Baygeldi’de bir tutarlı erkek kişiliğinin nasıl yeniden şekillenmesi gerektiğine dair, çok duyarlı anlamlı yanıt var. Zaten kendisi de söylüyor. Bunlar büyük gerçekleşmelerdir. Sadece büyük sözler değil, büyük eylemlerdir. Sema: “Zilan’ın eylemine sadece özü ile değil, biçimi itibariyle cevap olmak isterdim” biçim derken pratik yaşam, savaşım noktasında diyor. Fakat zindan koşullarında bu mümkün değil yani “zindan olmasaydı taktikte savaşta zafer, yaşamda özgürlük” bunu denerdim, yani “böyle bir eylemim olmadan da ben bunun gereklerini özgür savaş, yaşam koşullarında yapmayı da çok isterdim” diyor. Sema arkadaş ; kendi içinde yoğun hem kadın cinsi savaşını, hem sınıf savaşını yaşatmış bir yoldaş. Belki eylemine karar vermeden önce, düşünsel ve ruhsal hazırlığını önceden yapmış ve tamamlamıştır. Halka hibatı var. Emekçi Anadolu halklarına hitabı var. Hepsi çok değerli ve bir manifesto gibi insanlığa da var, herkese var, en son kadın yoldaşlara mesajı vardır.
Fikri Baygeldi arkadaş; eylemiyle komutanlaşan Kürt kadınının sade bir askeri olmak. Şimdi burada tabi anlam derinliği var. Büyüklük burada öyle hemen bir günde hisse kapılarak eyleme geçmemiş. Aydın bir kişilik. Fazla sınıf sorunu, yani maddi zorluklardan ötürü de katılmamış. Son derece inancın ve bilimsel bir ilkenin gereği olarak katılmış. Ve pratikleşmeyi gerçekleştirmiş. Hayli farklı biri ve daha çok da bizim çözmeye çalıştığımız insan olmayı bilmiş “erkek kişiliğindeki eksiklik çok” diyor. Çözümlediğimiz Amed kişiliği temelinde böyle kahramanlık eylemi ile tamamlamayı hem düşünmesi hem onu muazzam hazırlıkla pratikleştirmesi gerçekten destansıdır. Nereden bakılırsa bakılsın, erkek de Fikri Baygeldi’yi hem çok değer veriyor, hem de çok seviyor. Dikkat edilirse sevgi aşk sözcüklerini çok değerli anlamda kullanmıştır. Ve bu kadın yoldaşları da çok incelemiş ve onları özümsemiştir. Öyle cahil birisi değildir. Ulusallık derecesinde görüyor ve bağlanıyor. İşte bizim özlediğimiz bağlılık bu temeldedir. Bunu saflarımızda acaba ne kadar uyguluyorlar. Bir sürü kadın militan var aslında onları ne kadar inceliyorlar somutta olduğu gibi değerlendiriyorlar. Erkek kişiliklerinin de bu yönlü çok önemli görevleri vardır.
Bu çerçeve temelinde eğer söz konusu olan Zilan kişiliğiyse ve onun en güçlü ardılı Sema Yüce ve kısmen de Fikri Baygeldi yoldaşsa, daha özgü olanı da dile getirmekte gereklilik vardır. Genel ilkeye bu yoldaşların bağlılığı tartışmasızdır ve yüce değerdedir. Yüce kuvvette, cesarette, fedakârlıktadır. Özgü olan yanını da bizim aşmamız gerekir. Özellikle benim için kendilerini adamaktan bahsediyorlar en büyük güvenceleri olarak bizzat ismen bizi zikrediyorlar. Bir yerde bu eylemlerini bize vasiyet ediyorlar. Esasta bu eylemin büyüklüğünü benim halka, isyanlığa ve partiye taşırabileceğime çok büyük bir güven duyuyorlar. Daha da önemlisi çözebileceğim, gereken sonuçları çıkarabileceğimi bana yüklüyorlar. Bunlar yazılmış hepsi belgeli özlü mektuplardır.
Reber APO
- Ayrıntılar
Türk tarihinde ister Osmanlılar döneminde, isterse Cumhuriyet döneminde olsun, bir çok direnme yaşanmıştır. Bize tarih bilinci de gereklidir. İncelerseniz göreceksiniz ki, en değme başkaldırıların bile uzun vadeli gelişimi şurada kalsın, parlayıp sönmekten ve derin çöküşlere yol açmaktan öteye gidememiştir. Tarihin bir diyalektiği vardır. Türkiye tarihinin, Türk egemenlik sisteminin bir diyalektiği vardır. Bunun gelişimi vardır. Halk yığınları ve halklar üzerinde uygulamaları söz konusudur. Gittikçe ustalaşan, kitleleri başkaldıramaz bir duruma getiren; ideolojik, siyasi, eylemsel alanlarda onları mahkûm eden, adeta tüketen bir egemenliktir bu. Afrika'da, Asya'da, Latin Amerika'daki halklar, bırakın böyle sürekli zamlara ve dayanılmaz yaşam koşullarına boyun eğmeği, hepsi de bir günlük hükümet uygulamasına bir ihtilal ile karşılık veriyor. Türkiye'de ise, yıllardır bütün bunlar uygulanıyor, ama kitlelerden ses seda yok. Türkiye insanının düşürüldüğü kadar, hiçbir halk düşürülmemiştir. Bu durum, biraz tarihte ifadesini bulduğu gibi, günümüzün iktidarının özelliklerinde ve halk adına yola çıkanların gerçekliğinde izahını bulur. Bunları ortaya koymaya çalışıyoruz, halktan yana olduğumuzu ve düzene karşı isyanı örgütlemek gerektiğini söylüyoruz.
Bu noktada PKK'nin tarihsel önemi ortaya çıkıyor. Günlük olarak tüm gücümüzle bunun başarısını garantiye alacak çalışma biçimini, bunu mümkün kılacak militan tipi ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Bu çok önemlidir. Yalnızca Kürdistan veya PKK meselesi de değildir. Bölgemiz açısından çok ihtiyaç duyulan bir kurumlaşmanın ortaya çıkarılması meselesidir. Bu yüzden zaman çok önemlidir. Çocuk olmamak gerekir. Bugün, yenilgili yaşamı ve yenilgili kafayı tamamen bertaraf etmek, zafer için uzun ve kısa vadeli çalışmaların nasıl yürütülebileceğini belirlemek bir örgüt meselesi değildir; bir halkın tarihinin ciddi bir ihtiyacını giderme meselesidir. Kendinizi günlük basit işlerle oyalayamazsınız. Mademki halklar adına yola çıktınız, o halde bu sanatı hakkıyla icra etmek zorundasınız.
Çok çeşitli düzeylerde sorunlarınız var, hatta basitlikleriniz var. Ben de kendi gerçeklerimi söylüyorum. Mühim olan sizin bireysel özelliklerinizi ortaya koymanız değil, bir halkın, halkların zaferini mümkün kılacak bir çalışmanın ortaya konmasıdır. Emredici olan, esas alınması gereken budur. Burada bireyin kendine sevdalanmışlığı, sadece yüzyıllardan beri bin defa yenilmiş olan, hiçbir sonuç almamış olan bir kısır döngüyü tekrarlanmaktan başka bir anlam taşımaz. Bu da bir tükenmişliği ifade eder. Ama Parti'nin ısrarla dayattığı gerçekler ve emrettiği yaşam, her gün yeni gelişmeleri mümkün kılan ve yeni yaşamı yaratacak olan bir tipi ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla tercih edilmesi gereken bu oluyor. Bunu, burada yoğunca yaşamaya çalışıyoruz.
Çoğunuz çok çeşitli nedenlerle belki de bazıları mazur görülebilinir gelişmeye sınırlı yaklaşıyorsunuz, onu adeta kendi bireysel imbiğinizden geçiriyorsunuz, bireysel çıkarlarınıza göre ayarlıyorsunuz. Bu belki kaba anlamda çıkar değil, belki havsalası* ruhu ancak bu kadarını alıyor, yeterli görüyor, ama bu da bir bireysel çıkardır. "Fazlasını kaldıramam, fazlasına hükmedemem" demek, kişinin kendisi için durmak, ilerlemeyi kabul etmemek anlamına gelir. Bu anlayışla güçlü hareket, güçlü örgüt ortaya çıkmaz, onun örgüt temelleri giderek tıkanır, büzülür ve tasfiyecilik biçiminde ürünlerini bol bol ortaya çıkarır. Kendisiyle birlikte örgüte de büyük zararlar verir. Yakın pratiğimizi incelerseniz; bu konudaki çözümlemelerin anlamının ne kadar önemli ve hayati olduğunu, devrimle oynanamayacağını bir kez daha göreceksiniz. Bu konuda ölmenin, yaşamanın pek bu kadar anlam ifade etmediğini; önemli olanın göreve doğru yaklaşıp, doğru gerçekleştirmek olduğunu göreceksiniz. Bunun her şeyden üstün olduğunu göreceksiniz. Üstün görev anlayışı ve onun doğru yöntemlerle başarılmasının her şeyden önde geldiğini, burada bireysel özelliklerin ve içinde bulunulan koşulların olumlu ve olumsuz yönlerinin fazla anlam ifade etmediğini, bunun sadece işlerimizi daha iyi ele alıp ilerletmek için, somut durum değerlendirilmesi itibarıyla hesaba alınabileceğini, bundan başka bir sonucun çıkarılamayacağını göreceksiniz. Demek oluyor ki, faaliyetlerimizin merkezine, mevcut iktidar karşısında devrimin zaferini mümkün kılacak ideolojik ve pratik uygulama düzeyindeki gelişmelerin nasıl sağlama alınacağını yerleştiriyoruz. Bu konuda tüm sorunları ortaya koymada ve çözüm yollarını göstermede çabamızı yoğunlaştırıyoruz.
Temel Parti okulunun bu konuda rolünü mutlaka oynaması ve burada bulunan bütün öğelerin bu işi tüm ciddiyetiyle benimsemeleri gerekiyor. Bunu sadece bir yükümlülük değil, aynı zamanda büyük bir onur ve herkese nasip olmayan bir çalışma olarak kavramak gerekiyor. Çok ileri düzeyde bir katılımın gösterilmesi, bunun coşkusuyla başarılması gerekiyor. Bunun böyle bir çalışma olarak telaki edilmesini ve gereğinin yapılmasını belirtirken, sadece herkesin daha baştan benimsemesi gereken bir tutum olduğunu dile getiriyoruz. Eğer özgürlük denen olayı çok özlüyorsanız ve buna her şeyden daha fazla değer biçiyorsanız, bu böyledir. Ama eski yaşamın şu veya bu kalıntıları sizde güçlüyse, elbette ki yapıyla ve gelişmeyle çatışacaksınız. Elbette ki fazla bir ilerlemeyi yaşayamayacaksınız. Burada sorunlar ve bunalımlar dediğimiz olayla karşı karşıya geleceksiniz. Bu durumda birey sadece kendi yenilgisini ve bundan sonraki iddiasızlığını kanıtlamış olur ki, bunun da tercih edilecek hiçbir yönü yoktur.
1988, gerek TC için, gerekse bizim için önemli niteliksel dönüşümlerin yaşanacağı bir dönemi ifade etmektedir. Bunun üzerinde epeyce duracağız. İçinde yaşadığımız bu yıl kendine has özellikleri olan bir yıldır. Kürdistan halkının ulusal kurtuluşu, Partimiz'in olgunlaşması ve Türkiye'de demokrasi hareketinin gelişimi açısından, hatta Kürdistan geneli itibarıyla devrimin bölgede biraz daha atılım kaydetmesi açısından hayati bir yıl oluyor. Onun için de, bu dönemi çok çeşitli yönleriyle değerlendirmeye tabi tutacağız. Gelişmeleri lehimize çevirmek için kendimizi olağanüstü vermemiz gerekiyor.
Karşı kuvvetler, hatta dostluk adı altında yaklaşanlar bile çok çalışıyorlar. Bunların hepsinin politik gerçekleri kendi çıkar gerçekliğidir. Dostların da çıkarları vardır. Düşmanın çıkarları bizim yok olmamız temelindedir. Bu kuvvetler çok şiddetli çalışıyorlar. Kürdistan halkı ise, tarihin ve günümüzün en çok gadre*, zulme uğramış, ulusal toplumsal hakları, temel insanlık hakları şurada kalsın, varlığı bile kabul edilmeyen bir halk konumundadır. Hiçbir halk açısından kabul edilmesi mümkün olmayan, çok talihsiz ve haksız bir yargılamanın, uygulamanın hedefi durumundadır. Halkımız bu dönemde bunu yırtmaya çalışıyor. Bunun için başını kaldırıyor ve sesini yükseltiyor. Böylece geleneksel ve toplumsal yapıyı, bölgeyi sarsıyor, çağa soru işaretleri yağdırıyor.
Bir hesaplaşma olacak ve bu hesaplaşmada herkes kendine göre cevaplar verecektir. Bu yıl, bu açıdan çok önemli bir imtihan dönemi oluyor. Biz bu imtihanı kaybetmemek için, her şeyimizi ortaya koyarak, basit bir hatanın bile nelere yol açtığını görerek değerlendirme yapacağız. Sınırlı bir gelişmenin ve bir olanağın nasıl kullanılması gerektiğini açık olarak ortaya koymaya çalışacağız. Çalışanlarımızın çalışma tarzının nasıl olması gerektiğini; oynamak şurada kalsın, daha disiplinli bir çalışma yürütmenin neden zorunlu olduğunu ortaya koyacağız. Bu yeni bir yaşamdır. Yalnızca Partimiz'in içinde gerçekleşen bir yaşam değil, bütünüyle Kürdistan halkının günlük olarak yaşamını altüst eden ve devrime çağıran bir yaşamdır. Aynı şekilde Türkiye'de yıllardır süregelen ve günümüzde de 12 Eylül faşizminin tam bir karşıdevrim uygulamasından ibaret olan, toplumu büyük bir kaosa sürükleyen, görülmemiş sömürü ve baskı yöntemleriyle sürdürdüğü düzenini alt edebilecek olan yaşamdır. Bunun önemi ortadadır ve bunlardan birinci dereceden sorumluyuz. Sorumluluğuzu derinden duyacak ve gerekeni yapacağız. Çünkü kazanmak zorundayız.
Türkiye'de insan küçültülmüştür dedik. Kürdistan'da daha da küçültülmüştür. Küçülme bir hakarettir. Küçültülen, ezilen emekçi sınıftır, onların ruhsal, kültürel dünyalarıdır. Büyüyenler, oburlaşanlar ise, Türk egemenlerinin işbirlikçileridir. Bunlar tarihte görülmemiş yöntemlerle çok ucuza satın alınmaktadırlar. Sömürgeciler, köleci ve feodal sömürü yöntemlerini bile çok çok geride bırakan bir sömürü yürütmektedirler. Bu anormal bir sömürü sistemidir. Bununla toplum gerçekten tam bir sömürü altına alınmıştır. Bu bir de katmerli baskı ve ideolojik saptırmalarla iç içe yürütülünce, küçülmenin, kendi kendini kaybetmenin düzeyi daha da büyümektedir. Çoğunuz böylesi bir gerçeklikten geliyorsunuz. O halde bu küçüklük temelinde gelmeyi savunmak hakarettir. En azından kişinin kendisine karşı bile hakarettir.
Biz düzenin bu niteliklerini ortaya koyarken, aynı zamanda halkı büyütmenin ve halkı büyütmek için hareket edenlerin büyütülmesinin büyük önemini de ortaya koyduk. Onurlu ve iyi yaşamak istiyorsanız büyüyeceksiniz. Halk önderi büyümek zorundadır. Halk önderi, halkı küçülten tüm güçlere ve onların politikalarına karşı, halkı büyütecek politikalara ulaşmayı bilen adamdır. Çoğunuzun özlemleri var, yaşama isteğiniz var. O zaman, buna bir gerçeklik kazandırmak için, kitle temelimizi büyüteceğiz. Bu, örgütle, ideolojik faaliyetle, eylemle büyütülür. Bunun başka anahtarı, başka bir bilimi söz konusu değildir. Partimiz, bu konuda bazı gelişmelerin mümkün olduğunu ortaya koyuyor. Bireyin nasıl büyüyüp gelişebileceğini burada göstermek istiyoruz. Onu burada gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
Parti silahı nedir, bu silah nasıl kullanılır, kullandığında nelere kadirdir? Pratiğimiz bunu ispatlıyor. Biz çok adam vurmak, ya da kelle sayısını arttırmak için faaliyet yürütmüyoruz. insanımızı Biz, elinden her şeyi alınan ve gittikçe daha çok yitirilen kazanmak istiyoruz. Bunun için eylem, bunun için örgütlenme diyoruz. Ve biraz bunu kanıtlamaya çalışıyoruz. Eğitimin özü bunu vermektir, sizlerin de bunu almasını sağlamaktır. Devrimci eğitimin özü budur. Yoksa bilgilerin biriktirilmesi, bazı tekniklerin elde edilmesi değildir. Bunlar, ancak bu amaca hizmet ettiği sürece bir anlam ifade eder.
Eğitimin ve gelişmelerin böyle ele alınması gerekirken, yalnızca buradakilerin değil, ülkede savaşanların ve yurt dışında faaliyet yürütenlerin içine düştükleri durum da bunun tam tersidir. Bunu kabul etmekte son derece zorluk çektiğimiz bilinmelidir. Kabul etmek bir yana, bilakis üzerine gitmemize rağmen, ağırlığını gittikçe daha da fazla duyuran budur. Israrla böyle davrandıkları için de çok büyük zararlara yol açmaktadırlar. Parti'yi temsil etmek şurada kalsın, onunla çok çelişen, ancak örgüt adına hareket ettiğini söyleyen öğelerimiz az değildir. Onların yarattığı sıkıntı ve olumsuzlukların düşmanı umutlu kıldığı ortadadır. Bunu görüyoruz.
Düşman bugün, Parti'yi direkt baskı kuvvetleriyle ve politikalarıyla değil, yetmezlik ve hatalara dayanarak, Parti'yi yıkıp dağıtmayı sağlayamasa bile, geriletme umuduna kapılmıştır. Bu umudu düşmana veren, içimizdeki yaramaz öğelerin durumudur. Parti çizgimiz, TC'yi dehşetle korkutuyor ve onu son derece geriletiyor, ama pratik uygulayıcıların muazzam yaramazlıkları da bilakis onu umutlandırıyor. Bu durumun tasfiyesi üzerinde duracağız. Yapımız içinde yer alan ve genelde Türkiye için de söz konusu olan, bu tipin üzerine gideceğiz.
Bu tip derken, şu veya bu şahsı kastetmiyoruz, kastedilen özelliklerdir. Şu veya bu kişide, şu veya bu kadar etkisini gösterir.
Reber APO
1998 HAZİRAN
- Ayrıntılar
Savaş ve iktidar bloklarının en çok başvurdukları toplumsal politikalarından biri asimilasyondur. En genel deyimiyle kültürel eritme anlamına gelen asimilasyon politikalarındaki temel amaç, tahakküme tabi tuttuklarının tüm karşı direnç yeteneklerini ellerinden almak için, başta zihniyetin temel kullanım aracı olan yerel dili uygulama dışı tutup, hakim dilin yoğun işlenişini ifade eder. Resmi dil yoluyla yerel dil ve kültür kadükleşip dolaşımda rol oynamayacak kadar daraltılır. Hâkim dil-kültür yükselmenin, okumanın, siyaset ve ekonominin ifade dili olarak kullanana kazanım sağlar. Baskı altına alınan dil ve kültür ise kullanana zarar kaydettirir. Bu ikilem altında yerel dilin iktidar dili karşısında dayanması gün geçtikçe zorlaşır. Hele yazı dili haline gelmemiş, hâkim lehçesini kuramamışsa, bu dil ve lehçelerinin sonu karanlık olur. Asimilasyon yalnız dil alanında değil, iktidarın şekillendirdiği tüm toplumsal kurumlarda uygulanır. Hâkim ulus veya dinin, grubun kurumsal gerçekliğine uyarlanma her düzeyde yaşanır. Siyasal, sosyal, ekonomik, hatta zihniyet alanı resmen tanınıp hukukça korundukça, diğer azınlık ve yenilmişlerin eş kurumları kendilerini hâkim kurumlara göre zoraki veya gönüllü asimilasyona uğratarak, resmiyetinin içinde yer alırlar. Baskı ve ekonomik, siyasi çıkar ne kadar devreye girerse, erime o denli rol oynar.
Kürdistan kültürel varlığı üzerinde en az savaşlar ve terör kadar, zoraki asimilasyon tahripkâr rol oynamıştır. Aynı tarihsel yöntemi uygulayıp ilk çağlara kadar gidebiliriz. Sümercenin belki de ilk ve en büyük asimilasyon dili ve kültürü olduğunu belirtmek mübalağa sayılmamalıdır. Kelime ve cümle düzeninden bu gerçeği anlamaktayız. Sırayla Hurice, Mitanni, Urartu, Mad ve Parsça de önce Sümer dili, sonra sırayla Akadça kaynaklı Babilce ve Asrice, sonraları Aramice Ortadoğu’nun ilk çağlardaki en büyük asimilasyon dilleriydi. Bu gerçeği Hitit, Urartu, Mitanni, Med ve Pers yazıtlarında görmek mümkündür. Bir nevi günümüz İngilizce’si gibi dönemin ‘interetnisite’ dili olan Aramice ortak anlaşma aracıdır. Özellikle aristokrasi ve devlet bürokrasisinin yazı dilinin bir tanesinin Aramice olması yaygın rastlanan bir örnektir. Yerel dil ve Aramice birlikte kullanılmaktadır. Bugün de yaşadığımız gibi hakim iktidar dili nasıl resmi dil olarak devlet ilişkilerde esas ise, o dönemlerde de Aramice -daha önceleri Akadça ve Sümerce- esas dil olup, yerel dil daha çok okuma yazması olmayan halkın sözlü iletişim aracıdır. Aristokrat kesim büyük ihtimalle işbirlikçisi olduğu devletin resmi dili ile konuşmaktadır. Urartu yazılı belgelerinde bu gerçeği görmek mümkündür. Tıpkı bağımlı ülke yöneticilerinin çoğunlukla İngilizce ve Fransızca konuşmaları gibi.
Pers anıtlarında Aramice’nin yeri açıktır. Dönemin hem diplomasi hem ticaret ortak dili olarak tüm Ortadoğu’da dolaşımdadır. Asimilasyonun mimarlıkta, devlet yönetiminde, edebiyatta, hukukta yoğun rol oynadığı bu alanlar ile ilgili tüm belgelerde gözlemlenmektedir. İsa’nın bile Aramice bildiği tahmin edilmektedir. Aramice’nin daha ulusal biçimi olan Süryanice diğer yaygın bir asimilasyon aracıdır. İbranicenin sınırlı bir etki alanı olması nedeniyle, karşı yayılma halindeki Helenizm’in dili Helence de giderek Ortadoğu’ya nüfuz etmektedir. Bugünkü İngilizce ve Fransızca gibi Helence ve Süryanice rekabet halindedir. İkisi de Kürdistan’da, özellikle şehirlerinde etki savaşı vermektedir. Urfa bunun tipik bir örneğidir. Aramice, Ermenice, Süryanice, Arapça ve Kürtçe’ yi, en son Türkçe’ yi yaşamış bir kültür derinliğine sahiptir. Fakat aşırı asimilasyon aşırı bir kozmopolitizme de yol açmaktadır. Urfa’nın bugünkü halinden de bu gerçeği anlamak mümkündür.
Süryanice’nin Kürdistan kültüründeki yeri daha sonraki Arapça’ dan ileridir. Bir aydınlanma dili olarak rol oynadığı belirtilebilir. Süryanilerin esas olarak kentte oturmaları bu sonucu doğurmaktadır. Kürtler Koma gene halkı olarak göçerliğin, köylülüğün sözlü dili olarak Kürtçe lehçelerini kullanmaktadır. Yazılı kaynakları sınırlıdır. Hiç olmadığı anlamına gelmez. Özellikle Mitannilerin başkenti Waşukkani’de (Hoşpınar, bugünkü Suriye-Türkiye sınırındaki Resulayn ve Amude kentleri) bulunan çok sayıda yazılı belge, M.Ö 1500’lerde proto-Kürtçenin yazı dili olarak kullanıldığını göstermektedir.
Kürdistan’da M.Ö 300-250 Helen krallıkları döneminde Helen kökenli halkın varlığı ve özellikle kentlerdeki ağırlıkları, Helence’nin de uzun süre kullanıldığını göstermektedir. Bir nevi sömürgeci dili rolünü oynuyor. Günümüzdeki gibi Kürdistan kentleri yabancı dil ve kültüre göre yaşarken, kırsaldaki halk yerel dil ve kültürü yaşamaktadır.
İslamiyet ile birlikte öne çıkan dil Arapça’dır. Önceleri bedevilerin dili olan Arapça, kentleşme ve İslamiyet’in doğuşu ile birlikte Ortadoğu’nun en prestijli dil, edebiyat ve bilim dili oldu. Savaş ve iktidarın resmi dili olarak Arapça büyük bir üstünlük kazandı. Zayıf Afrika kökenli diller karşısında tüm Kuzey Afrika’dan ve Zağros,Toros sisteminin güneyine kadar hakim dil oldu. Kültür ve bilim de Arapça ile yaşanmakta ve yapılmaktadır. Ayrıcalıklıdır. Onu kullanan, bürokraside yer alabilir. İlim sınıfına girebilir, bilim yapabilir. Dolayısıyla Arapça yükselmenin, çıkarların etkin dilidir. Bugüne kadar ki önemini bu maddi gerçeklere borçludur. Arapça’dan sonra Farsça’nın etkisi daha sınırlıdır. O da özellikle Selçukluların İran’daki iktidarlarında resmi dil olması nedeniyle yaygınlaştı. Selçukluların Anadolu’yu ele geçirip Konya merkezli bir devlet kurmalarında da resmi dil Farsça’dır. Mevlana Mesnevi’yi Farsça yazmıştır. Türkçe de Kürtçe gibi o dönemde daha çok kırsal alan halkının sözlü dili ve edebiyatının aracıdır.
Arapça’nın hakimiyeti Kürdistan’da çok etkili olmuştur. Özellikle ‘melle-molla’ tabakasının Arapça’yı ibadet dili olarak kullanma gereği bunda temel rol oynar. Ayrıca Arap yaşam tarzına özenti şehirlerde hakim olur. Kılık kıyafetten tutalım, şecere-soy belirlemeye kadar Arap gibi olmak moda değeri kazanır. Herkesin hanedanlık öykülerinde bir Arap kulpu takmak usulden sayılır. Eğitim, öğretim, moda, siyaset, diplomasi, sanat, bilim alanındaki hakimiyet Farsça gibi güçlü bir devlet deneyimi olan dil üzerinde bile etkilidir. Yarı yarıya Arapça’nın istilasına uğrar. Tüm Ortadoğulular Arap isim ve lakaplarını takarlar. Bu üstünlük ulus-devletlerin ve ulus bilincinin gelişmesine kadar yoğunca devam eder.
Kapitalist sistemin yaygınlaşması, ‘ulus-devletin’ biçimlenmesi, Kürt kültürü ve dili üzerindeki asimilasyon sürecini daha da yoğunlaştırdı. Arapça, Farsça baskısına Türkçenin yükselen baskısı da eklendi. İlk ve ortaçağlarda etnisite bünyesinde varlığını koruyan Kürt dili ve kültürü, bilim ve tekniğin artan olanaklarını resmi dil ve kültür olarak kullanan üç hakim dil ve kültürün etkisi altında iyice ezildi, eritildi. Ortaçağda bile birçok edebi eser (Ahmedê Xani, Mem u Zin gibi) veren Kürt dili ve kültüründe siyasi baskının da etkisi ile gittikçe daralma yaşandı. Kürtlük dil ve kültür olarak kuşkulu hale dönüştürüldü. Suç konusu oldu. Giderek Kürt olmak kriminalize edildi. Burjuvazinin suç-hapishane pratiğinin en aşırı bir biçimi ile karşı karşıya kalındı. Kürt olgusu ve ona dayalı sorunsallık en tehlikeli suçlar kategorisine sokuldu. Her üç ulus-devlette -Türk, Fars ve Arap ulus-devletinde dil ve kültürü aşan, tüm varlığı üzerinde bir eritme, uzaklaştırma, hakim dil ve kültüre bağlama kampanyası bütün şiddeti ile yürütüldü. Kürtçe anadil eğitimi dahil, tüm eğitim okullarına kavuşma yasaklandı. Ancak o da imkânları olanlar için hakim ulus okullarında modernizm öğrenilebilirdi. Kürt ve Kürtçe her bakımdan modernim kapsamı dışına çıkarıldı. En basit Kürtçe müzik, gazete, kitap yayını ‘Kürtçülük’ sayılarak siyasi suç kapsamına alındı. Hâlbuki kendileri kendi dillerinde Hitler’i geride bırakan bir milliyetçiliği uyguluyorlardı. ‘En yüce ulus’ teorilerinden geçilmiyordu. ‘Necip millet’ Arapların unvanıydı. Türklük, mutlu olma gerekçesiydi. Farisilik en büyük tarihsel soyluluktu. Kapitalizmin uyandırdığı milliyetçi duygular bütün gerilik durumlarını örtbas eden bir uyuşturucuya dönüştürülmüştü.
Ancak kapitalizmin üçüncü büyük küreselleşme hamlesi, yerelliğin yükselen değer haline gelmesi, teknolojinin –radyo, TV- dil yasaklarını anlamsız kılması, yurtdışı faaliyet imkânları Kürt ve Kürtçe’nin biraz alan bulmasına, kendine gelmesine katkıda bulundu. Tabii bu olgunun temelinde çağdaş direniş gerçeğinin de belirleyici bir etkisi oldu. Ulusal demokratik direniş beraberinde Kürt kimliğini, dil ve kültürünü, kendine güveni getirdi. Asimilasyonu –zoraki- yaratan savaşçı-iktidar zoru karşısında savunmacı direniş, ulusal dil ve kültürün yeniden doğuşuna ebelik ediyordu.
Reber APO
- Ayrıntılar
PKK’yi bu son çeyrek yüzyıl içindeki reel-sosyalizmin aşıldığı, kapitalist-emperyalist egemenliğin en güçlü bir sürecini yaşadığı bu süreçte, PKK’nin sosyalizmde ısrarı ve başarıyı sürdürmüş olması başlı başına bir inceleme konusudur. Kaldı ki, günlük basında da görmekteyiz ki, emperyalizmin başı olan ABD, boşuna ‘dünyanın en tehlikeli terörist örgütü’ olarak değerlendirmiyor. Bundan anlaşılması gereken; sistemin başı olan ABD’nin, sosyalizmi ve onda önemli bir konumu işgal etmesi kaçınılmaz olan PKK’yi daha şimdiden büyük bir tehlike olarak gördüğü ve değerlendirdiğidir. Ve doğrusu da budur.
Bir zamanlar Marks, Engels öyle değerlendirildi. Uluslararası gericilik tarafından Bolşevikler, böyle bir ucube olarak değerlendirilmişlerdi. Şimdi de PKK, uluslararası gerici ittifakın adeta üzerinde ortak yoğunlaştığı, hatta bununla ilgili zirveler yaptığı bir tehlike olarak değerlendirilmek istenmekte ve uluslararası alanda hakkında çok çeşitli kovuşturmalar geliştirilmektedir. Vahşi bir faşizm, uluslararası tüm gericilik tarafından desteklenerek, yürüttüğü soykırım savaşı yetmiyormuş gibi, uluslararası alanda da her gün yeni kovuşturmaların, mahkemelerin açılması, PKK gerçekliğinin bu yönünü oldukça iyi ortaya çıkarmaktadır. Uluslararası emperyalizm, ABD ve sıkı yandaşları Almanya, İngiltere gibi devletler bu konuda eski bir tecrübeye sahiptirler. Onları ilgilendiren dar bir Kürt ulusal kurtuluşçuluğu değildir. Bunu zaten destekliyorlar ve başarısı için de her türlü çabayı gösteriyorlar.
Bunların karşı oldukları önemli bir sorun olan; Kürt sorunundaki PKK öncülüğünün ve onun taşıdığı tehlikeli ideolojik, sosyal yaklaşımların, sistemleri için son derece tehlikeli bir hal almasıdır. Olasıdır ki, PKK’nin sosyalist içeriği, yeni bir Bolşevizm olması işten değildir. Ortadoğu’da; kapitalist- emperyalizmin bu en zayıf halkasında giderek öne çıkan PKK öncülüğü, gerçekten büyük bir tehlikedir.
Çapraşık bazı gelişmelerin 1990’lardan itibaren Ortadoğu’ya getirdiği darboğaz, bloklaşmada PKK’nin varlığını sürdürüp, pekiştirmesi, bunlar için daha da yakıcıdır ve dikkatle değerlendirilmeyi gerektiriyor. ABD’nin ikide bir “Ortadoğu dengelerinde PKK’yi söz sahibi yapmayacağız, etkili kıldırtmayacağız” demesi boşuna değildir. Denge hesaplarında bu beklenmedik gelişmeyi ortadan kaldırmak istiyor. Mümkünse ehlileştirmek, mümkün değilse ortadan kaldırmak, son yılların temel bir politikası olarak karşımıza amansız bir biçimde çıkarılmaktadır. Biz hiç şüphesiz, emperyalizmin bu etkisizleştirme, boğma taktiklerine ağırlık verdik ve PKK Önderliği’nin en çok böyle taktik hususlar üzerinde yoğunlaşmaya ağırlık vermesi boşuna değildir. Çünkü biraz da gizli bir biçimde boğuntuya getirilmek istenen; PKK’nin taktik-stratejik gelişimi olmasaydı, aslında bugün sosyalizmin özü de güçlü bir zemine kavuşamazdı.
Şimdi PKK’lileşme, sosyalistleşme bol stratejik ve taktik gelişmeler temelinde daha da büyük bir anlam kazanmış bulunmaktadır. Hatta Ortadoğu halklarını giderek etkilemesi kadar, uluslararası alanda da iddialı bir sosyalist öncülük olarak etki sağlayacağı, hatta öncülük edeceği anlaşılmaktadır. Kürdistan Devrimi, bu anlamda eğer içeriğini daha da zenginleştirse, özellikle PKK’lileşmeyi kendi içinde insan çözümünü, yeni tip insanı son yıllarda büyük bir yoğunlukla geliştirmesi gibi hakim kılarsa ve stratejik-taktik olarak da devrimci savaş yöntemleri tutarsa ve bu önemli bir devrim zaferiyle sonuçlanırsa, sosyalizm de çok iddialı bir süreci başlatması işten değildir.
Unutmamak gerekir ki, Kürdistan’ın parçalanmışlığı, geliştirilecek bir sosyalist federasyon deneyimi, dört temel ulusun ve bir çok azınlığın da içine gireceği bir modeli hızlandıracaktır. Bu dört büyük ulus ve çok çeşitli azınlık ve kültürlerin PKK etkisiyle sosyalizme doğru, demokrasiye doğru eğilim göstermesi, gerçekten Ekim Devrimi’nin bile etkisinin çok üstünde bir etkiye yol açması kaçınılmazdır. Temel Ortadoğu kaynaklarının ve tarihinin yeniden PKK tarafından ele geçirilişi önemini kat be kat arttırmaktadır. Bu potansiyel gelişme, Ortadoğu’yu uluslararası devrimin en nazik halkası haline getirmiş bulunmaktadır. PKK, tam da bunun en stratejik ve taktik olarak da gün be gün işleyen can alıcı gerçeğidir. Uluslararası gericiliğin giderek PKK üzerinde durması, bu can alıcı özelliğindendir. Bir çok stratejilerini, taktiklerini boşa çıkarması, onları dehşete düşürmüştür.
Son olarak Mısır’da yapılan zirvede, aslında bunun endişesini görmemek mümkün değil. Bu zirve, her ne kadar terör zirvesi olarak ve daha çok da, işte Filistin içerikli bazı sözler, terör olaylarına karşı cevap olarak toplantıya çağrıldıysa da, esas hedefi PKK’nin bu Ortadoğu zikzaklarındaki gelişmesinin durdurulmasının olduğunu, PKK’nin özellikle, hâlâ da oturmamış emperyalizmin yeni nizamındaki çatlaklardan iyi yararlandığını ve hatta sorunları olan devletlerle geliştirdiği ilişkilerin bir bloklaşmaya doğru aktığını gördükçe, bu zirveyle buna bir dur denilmek istendi. Fakat tersi sonuç verdi.
Zirve, bloklaşmayı daha da hızlandırdığı gibi, PKK’nin anlam ve önemini daha çarpıcı kıldı. Hatta işbirlikçileri vasıtasıyla Kürt hareketine dayattıkları çözümler de yerle bir oldu. Etkilerinin zayıflaması kadar, PKK’nin büyük bir güç olarak çıkması kadar, stratejik olduğu kadar, bölgedeki iktidar gelişmelerini de etkileyecek, onların mevcudunu yürütecek iddiaya girebilecek kadar bir konuma yol açtı. Bunlar, hiç şüphesiz stratejik iktidar, siyasi, askeri gelişmelerdir. Ama eğer gerekleri dikkatle değerlendirilir ve sosyalist içerikte bu taktiklerle iç içe, başta PKK Öncülüğü içinde olmak üzere, giderek halkı da bu temelde dönüştürülmeye oynatılırsa ve yine stratejik, taktik ilişkileri giderek Kürdistan Devrimi ile bağlantılı hale getirirse, Kürdistan federasyonlaşmasını da bunun için tam bir kaldıraç gibi kullanırsa, bu giderek Ortadoğu Halklar Federasyonlaşması’na götüreceği gibi, içeriği de “sosyalizm ve halklar demokrasisi” biçiminde büyük gelişme gösterecektir.
PKK, böyle bir gerçekliğe en çok yaraşan ve gereklerini yerine getiren, yeni sosyalizmde ısrarla birlikte, zaferini temsil eden bir parti durumundadır. Ve reel-sosyalizmi çözülüşe götüren bütün hastalıklardan kendini arındırdığı gibi, yeni sosyalizm arayışına iddialı bir zemini kendi içinde geliştiren bir sosyalist parti olarak şekillenmektedir. Hiç şüphesiz bu konuda yoğun sorunlar vardır. Ve tüm gücüyle bir Kürt ulusal kurtuluşçuluğunu, Kürdistan Devrimi’ni geliştirmeye uğraşmaktadır. Bu devrimin komşu ülkelere yayılış işini daha planlayamamıştır. Veya gereklerini sınırlı da olsa yerine getirememektedir. Yine, uluslararası etkilerini düşünce platformlarına taşıramamıştır.
Ama iyi bilmeliyiz ki; bunlar da Kürdistan Devrimi’nin başarısı oranında hızlı gelişecek ve gerekleri yerine getirilecek gelişmeler olarak belirlenebilir. Devrim kurtarılırsa veya ulusal kurtuluşçu biçiminde zafer kazanan bir PKK, Kürdistan Devrimi’nde büyük bir sosyalist aşama olacağı gibi, Kürdistan’ın parçalanışı nedeni ile ve esnek ulusal, bölgesel çözümler, yaklaşımlar ile bunu hızla bölgeselleştirecektir. Bunun yaratıcı taktiklerini gündemden eksik etmeyeceğine göre, bunun gelişmesi de kaçınılmaz olacaktır.
Bu da şu anlama geliyor; hızla PKK’nin sosyalist içeriği, halkların neredeyse ekmek-su kadar gerekli olan ideolojik boşluğunu dolduracak ve onları muhtaç oldukları sağlıklı gelişme ve kurtuluş yoluna itecektir. Günümüzde bunun potansiyelini PKK sonuna kadar barındırmakta, aktifleşen çabaları da her geçen gün bunu dosta, düşmana göstermektedir. Dolayısıyla, düşmanları üzerinde amansız durdukları gibi, dostları da önemle durmakta ve çoğalmaktadırlar.
Eminim ki, bu yeni bloklaşma döneminde PKK büyük bir bilinçle olduğu kadar, beklenmedik gelişmelerle iyi yorumlayarak yerini sağlamlaştıracaktır. Batı saldırısı karşısında Rusya hâlâ direnmeye çalışıyor; Çin’le yeni bir ittifak geliştirdi. Bu, Asya ittifakıdır. Yine, Ortadoğu’da Batı saldırısı, bölgesel ittifaklar geliştirmektedir. İran ve Suriye’nin geliştirdiği ittifak, giderek en iddialı bir karşı ittifaka dönüşmektedir.
Hele Türkiye ile İsrail’in başını çektiği bölgesel ittifak, karşılarında tüm Arapları ve İran’ı bulan bir ittifaka zemin olmuştur. Ve bu da tabii ki, Kürdistan Devrimi için hangi ittifakta yer alınır ve en önemlisi böyle bir bloklaşmanın gelişmesinin ne anlama geldiğini görüp, değerlendirmesi ve içinde yer alması olacaktır. Asya ittifakının bir Ortadoğu halklar ve devrimle birlikte devletler ittifakına dönüşmesi belki de çok çarpıcı ve bu kapitalist-emperyalist saldırıya karşı da en önemli bir direniş hattını ortaya koyacaktır ve biraz da işler bu yöne doğru evrim göstermektedir. Bunun hız kazanacağı söylenebilir.
Eğer Rusya daha da aşırı bir teslimiyete girmezse ki, gelişmeler tersini gösteriyor, eski komünistlerin parlâmentoda sağladıkları üstünlüğü devlet başkanlığında da gösterecekleri beklenmektedir. Çin, zaten eksiklikleri ne olursa olsun eski sosyalizmde ısrar ediyor. Ve Afganistan olsun, Hindistan olsun, Vietnam olsun, bunlar doğal olarak Asya ittifakı içinde yer alacak ülkeler konumundadır. Ortadoğu ise, adeta Asya’nın öncü savaş kolu durumuna gelmiştir.
Afrika’nın da doğal olarak bu bloğun yedeğinde yer alması, yine Latin Amerika’nın da bu yoksul ülkeler serisinde bunda yer alması, en azından tarafsızlık düzeyinin gelişmesi işten bile değildir. Kuzey-Güney çelişkisi diye tabir edilen durum da bununla bağlantılıdır. Ama esas olarak savaş kolu Ortadoğu’dur. Güçler bir kez daha burada sınanacaktır. Bütün yetersizliğine veya tutucu diye gösterilen yanlarına rağmen, İran devrimi mutlaka emperyalizm açısından dize getirilmesi gereken bir devrimdir ki, bu da kolay kolay olmayacaktır. İsrail’e karşı yine Arap direnişi de, ne kadar da bir uzlaşma sürecine girse -ki bu uzlaşma süreci bile başlı başına büyük bir mücadele dönemi olacaktır. Hele İsrail, Türkiye’nin hem bölge, hem Orta Asya’ya doğru taşan stratejik ittifakı tüm bölge halklarını daha da pür dikkat kesilmeye itmiştir. Ve böyle karşılıklı iki strateji, günlük olarak sıcak savaşım cephelerinde vuruştuğu gibi, bir çok diplomatik, siyasal, ekonomik alanda da dövüşmektedir.
Reber APO
- Ayrıntılar
Hewler Şehitlerinin Anısı, Kuzey ve Güney Devriminin İçi çeliğinde Temel Tarihi Bir Direniş Adımıdır
Değerli Yoldaşlar, Tüm Dostlar ve Yurtsever Halkımız!
Halkımızın ulusal kurtuluşunda, birlik ve dayanışmasında seçkin bir anlamı olan Hewler'de, TC'yle birlikte hainlerin geliştirdikleri beklenmedik alçakça saldırı sonucu verdiğimiz şehitleri ve bir de, Güney devriminde geçen bir yıllık süreç içindeki tüm devrim şehitlerimizi anarken; bir kez daha onların anısına bağlılığın gereği olarak, Güney devriminin en kararlı takipçisi olduğumuzu, başarı için her şeyimizi ortaya koyacağımızı belirtiyor ve bu temelde hepinizi selamlıyorum!
Bizim için Hewler şehitlerinin anısı, Kuzey ve Güney halkımızın devriminin iç içeliğinde en temel, tarihi bir direniş adımı olduğu kadar, Güney halkımızın, özellikle devrimci değerlere sarılışında, ihanet ve işbirlikçiliğe kininin, öfkesinin, devrimci bilinç ve örgütle bütünleşmesinde en belirleyici katkılardan birine sahiptir. Tarihimizde, şehitlerin anısına her zaman büyük değer biçtik. Güney'deki çatışmalarda Mehmet Karasungur arkadaşı şehit verdiğimizde, anısına bağlılığı şöyle değerlendirmeye çalışıyorduk; bu şahadeti, Güney halkımızın devrimci birliğinin gerekçesi yapacağız, Kuzey'le Güney halkımızın birlikteliğinin sembolü haline getireceğiz. Bu arkadaşımızın şahadetinin de bu aydaki yıldönümünü karşılarken, sözümüzün boşa gitmediğini, Güney devriminde birleşen güçlerimizin, birleşen halkımızın tek yürek olmasından anlıyoruz. Hiç şüphesiz bütün Güney şehitlerimizin, PKK şehitlerinin, ki buna Güney halkından yüzlerce şehit de dahildir, genç, kahraman delikanlı ve kızlarımızdan oluşması değerini daha da yüceltmektedir.
Güney halkımız bu şahadetlerle kahramanlığı, özgürlüğü, özgürlüğün ne denli büyük bir kuvvet olduğunu, özellikle bu hainlerin ve düşmanın dayattığı ahlaksızlığı, inançsızlığı, korkaklığı yerle bir ederek açığa çıkarmıştır, önemli bir ayrışmaya yol açmıştır. Bu nedenle diyoruz ki, Hewler şehitlerimiz daha şimdiden hem halkımızın yurtsever birliğinin, hem de devrimci dayanışmasının, direnişinin, savaşımının en büyük gerekçesidir. Bugün, sınırlı da olsa bunun gerçekleşmesi, bu şehitlerimizin katledilmesinden duyduğumuz acıyı biraz hafifletmekte ve bizi, görevlerimize daha fazla sarılmaya zorlamaktadır. Güney halkımızın da onlarca yıldır akıttığı kan vardır, on binlerce şehidi vardır. Bu şehitlerle Hewler şehitlerinin anısı birleşirse, bu büyük bir kuvveti ortaya çıkarır ve hiçbir işbirlikçi hain güç bu şehitlere karşı dayanamaz, düşmanla işbirliği yapıp devrimsel gelişmeyi engelleyemez.
Bu temelde duyarlı tüm yurtsever örgütleri, aydınları, aşiretleri de şehitlerine doğru sahip çıkmaya ve bunu Hewler şehitlerinin anısıyla bütünleştirmeye çağırıyorum. Bu şehitlerin anısı üzerinde ne kadar durursanız, ne kadar düşünürseniz ve saygıyla anarsanız, o kadar onurlu, namuslu, özgür bir yaşamın sahibi olursunuz ve size de ekmek, sudan daha fazla gerekli olan budur, hatta ekmeğiniz, aşınız bu şehitlerin anısına doğru sahip çıkmaktan geçer. Kim ki şehitlerine en birinci sırada doğru yaklaşımı, onların anısına gereken cevabı vermişse, o halk şerefli, onurlu, dolayısıyla kazanmayı hak etmiş bir halktır. Bu temelde Güney halkımızı, öncelikle şehitleriyle tekrar bütünleşmeye ve her parçadaki halkımızın birliğine, dayanışmasına kim, hangi güç karşıysa ona karşı kararlı bir duruşun sahibi olmaya, yine devrimcilerin birliğine bağlı olmaya ve üzerine düşen görevi düşmanın yıldırmasına boyun eğmeden, cesurca yerine getirmeye çağırıyorum.
Savaş birliklerimizi de, özellikle bu şehitlerimize yaraşır olmanın bir gereği olarak, bir daha böyle trajik şahadetler vermemek için doğru tarzı yakalamaya, sürekli tedbirli olmaya, daha fazla da bu şahadetlerden dolayı duyduğumuz öfkeyi, doğru savaş tarzına dönüştürerek yanıt vermeye çağırıyorum. Kaldı ki buna benzer bir çok şahadet vardır. Hainlerin eliyle bu sahada katledilen Doğu Kürdistanlı, Kuzeyli şehitler var, halkımızın her ailesinden, kabilesinden şehitler var; onların anısına Hewler şehitleri şahsında sahip çıkarsak bu, ihanetin bir daha gözü kara bir biçimde saldıramayacağını ve bunun artık son bulacağını göstereceği gibi, birliklerimiz de güvenli bir zeminde hareket ederek, bir daha yıkılmaz yürekle ve savaşla kurulmuş bir birliğe ulaşacaktır. Dolayısıyla bu şehitlerimizin anısı yücedir. Hewler gibi bir merkezde olması, anlamını daha da büyütmektedir. Hewler halkı, ezici bir biçimde bu şehitlerimizledir. Belki şu anda işgal altında, belki yüreğindekini dile getiremiyor, ama inanıyorum ki Hewler halkımız, devrimci mücadelemize en yüksek ilgiyi göstermiştir ve en güçlü katılımları da örnek düzeyde sağlamıştır. Bu, boşa gitmeyecektir. Hewler halkımızın, zafere doğru gidişte belirleyici rolü olacaktır.
Bu temelde Hewler halkımızı da, şehitlerimizin anısına sahip çıkmayı bir şeref, bir onur meselesi saymak kadar, devrimin gerekçesi yapmaya, gereklerini yerine getirmeye çağırıyorum. Bir kez daha gecemize katılan tüm yoldaşlarımızı, dostlarımızı zafere dair olan kesin inancımla birlikte selamlıyorum. Önümüzdeki günlerde gelişecek olan büyük operasyona karşı da en büyük devrimci yanıtı vereceğimize ve başarısını her zamankinden yüksek tutacağımıza dair sözümü de yineliyorum. Selamlıyorum, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
15 Mayıs 1998
Reber APO
- Ayrıntılar
Kapitalist uygarlıkların gelişimiyle birlikte önem kazanan ve içeriğinde önemli değişimler yaşayan kurumların başında ülke, ulus, cumhuriyet, yurttaşlık, laiklik, demokrasi, hukuk ve insan hakları gelmektedir. Bunlardan insan hakları kavramı her gün yeni açılımlar kazanarak genişleme göstermektedir. Tüm bu kavramlar başlangıçta ve gelişim dönemlerinde ifade ettikleri anlamı günümüz koşullarında aşmakta ve yeni anlamlara kavuşmaktadır.
Toplumsal yaşamın bu en temel kavramlarını ve kurumlaşmalarını daha yakından görmek, kapitalist toplumun anlaşılmasını kolaylaştıracaktır
- Hukukun bireye ve mensubu olduğu dar ama vazgeçilmez toplumsal kimliklere uygulanması demek olan insan hakları hukuku, yeni gelişen ama çok önemli görülen çağdaş uygarlığın diğer temel bir kurumudur. İnsan hakları, kapitalizmin oluşmasıyla birlikte yükselen değerleri, yani özgür düşünce, inanç ve yaşam iradesini tanımayı esas alan hukuklaştırma düzenini ifade etmektedir. Yükselen bireysel değerler, hak ve hukuk olarak daha somut, açıkça belirlenmiş, yasal güvencelere kavuşturulmuş, dolayısıyla güçlendirilmiş olarak bireylere layık görülmektedir.
İnsan hakları denilince; sınıf, ulus, din, cinsiyet, etnik grup ve ırk ayrımı yapılmadan, sadece insan oldukları için herkesin sahip olması gereken özgürlüklerine tanınan güvenceler akla getirilmektedir. Bireyin özgürce gelişmesi için bu haklar temel teşkil etmektedir. Bunlardan düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü, örgütlenme, toplantı ve gösteri hakkı, anadilde eğitim gibi temel bireysel haklara birinci kuşak haklar, ekonomik ve sosyal içerikli olanlara ikinci kuşak haklar ve halkların kültürel varlıklarını özgürce geliştirme ve yaşamaları biçimindekilere üçüncü ve en son tanınan haklar denilmekte; böylece bu haklar üç bölüme ayrılmaktadır. Evrensel çapta tanınması gereken bu haklara hiçbir gerekçeyle karşı çıkılamaz. Tüm bu hakların başında yaşama hakkı gelmektedir. Devletin savaş halleri dışında öldürme yetkisinin olamayacağı öngörülmektedir.
Gelişme halinde olan insan hakları, çok daha ahtapotlaşan devlet gücüne karşı bireyi korumaya yöneliktir. Devlet denetiminin alabildiğine arttığı bir dönemde, buna karşı gittikçe yalnızlaşan bireyi korumak önem arz etmektedir. Kapitalist toplumdan önceki dönemlerde aşiret, din, vakıf gibi kurumlarda belli bir güvencesi olan bireyler, bu kurumların zayıflamasıyla çok güçsüz durumlara düşmüşlerdir. Tek başına yaşamın güçlükleri, eğitim, sağlık ve iş konularında güvencesizlik bireyi son derece tehdit etmektedir. Aile kuramamakta, kursa da sürdürememekte, doğan çocukların eğitim ve sağlık sorunlarının altından çıkamamaktadır. Aslında tüm bu hususlar kapitalizm karşısında eski toplum biçimlerinin çözülmesi ve yeni toplumun özümsenememesi sonucu sorun haline gelmektedir. Çözülen ilişkiler, bireyi vahşi kapitalizm karşısında çok zor durumlara düşürmektedir. Birey eskiyle yeni arasında çaresizliğe mahkûm edilmektedir. İnsan hakları hukuku daha çok bu boşluğun bir ürünü olarak gelişim göstermektedir. Bireyin hem ulusal hem de uluslarüstü hukuk tarafından yeterince güvenceye kavuşturulduğu söylenemez.
İnsan haklarının bir parçası olarak en son gelişen kavramlardan bazıları da kadın, çocuk ve çevreye ilişkin haklarla ilgilidir.
Kadın en eski ve en alttaki sınıf olarak katmerli bir baskı ve sömürü konusudur. Yeni yeni önü açılan kadın sorunu, kapitalist toplum çerçevesine sığdırılamayacak kadar kapsamlı bir konudur. Kadın özgürlüğü tüm özgürlüklerin genel ölçüsü olarak henüz ilk adımlarını atmaya hazırlanmaktadır. Kadın çağından erkek çağına geçiş, kadın aleyhine büyük kayıplarla yol açmıştır. Beş bin yıllık sınıflı toplum tarihi en çok kadına kaybettirmiştir. Çok yönlü baskı, hakaret, cinsiyet ayrımcılığı, her çeşit eşitsizlik kadına layık görülmüştür. Adeta yanmış, yakılmış olan kadın, küllerinin altından yeni yeni temizlenerek çıkarılmaya çalışılmaktadır. Bireysel tüm hakların hiçbir koşula bağlanmadan kadına tanınması en başta gelen bir husus olması gerekirken, en sondan ve o da sınırlı olarak gündemleştirilmesi, haksızlığın derin ve tarihsel boyutlarıyla ilişkilidir. Konu sosyolojinin bir bilim dalı olabilecek kadar kapsamlı ve kendi başına programlı, planlı, örgütlü demokratik siyasal ve hukuk mücadelesine uzun vadeli girişmeyi gerektirecek kadar önemlidir. Ulusal ve sınıfsal mücadeleden hem öz hem de biçim olarak daha özgün olup hayatiyet arz etmektedir.
Günümüzde ancak sorunun adı konmuş, içeriğiyle tam belirlenmemiştir. Programı, stratejisi, örgüt ve eylem biçimleri gündeme tam anlamıyla oturmuş olmaktan uzaktır. Tarih nasıl sınıflı toplum uygarlığına kadının cins köleliği temelinde bir zorbalık, savaş, sömürü ve yalancılık tarihi olarak başladıysa, kadının özgürlük mücadelesi ve onun başarısıyla da bir özgürlük, barış, eşitlik ve doğruluk tarihi olarak yeniden yaratılacak ve yazılacaktır. Bütün göstergeler yeni uygarlığın şafak vaktinde kadın özgürlüğünün belirleyici rol oynayacağını ve tekrar ama daha üst düzeyde bir özgür kadın çağının yaşanabileceğini göstermektedir.
Çocuk hakları da ana, baba ve devlete bırakılamayacak kadar önemli bir konu olduğunu her geçen gün daha açıkça ortaya koymaktadır. Tüm hayvan yavruları arasında en zor gelişeni olan insan çocuğu, çok özel ve bilime dayalı bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır. Vahşi erkek egemenliğine dayalı düzen; köle, kadın ve emekçiden sonra en çok çocuğu mahvetmiştir. Erkek düzeni çocuğu asla tanımayacak kadar kör, vicdansız ve zalimdir. Sınıflı toplumun ilk dönemlerinde tanrılara sürekli çocuklar kurban edilirdi. Belki şimdi fiziki kurban verilmemekte, ama manevi kurbanlık hızından hiç kaybetmeden devam etmektedir. Yavru psikolojisini erkeğe göre daha iyi tanıyan ve vicdanlı olan kadın, bilgisizliği ve olanaksızlığı nedeniyle anne olarak rolünü tam oynayamayacak durumdadır. Devletin tepeden buyurgan yöntemleri de zaten çocuk dünyası için tümüyle yabancıdır. Bu çok genel çerçeve bile, çocuk haklarının mutlaka kapsamlı bir düzenlemeye tabi tutulmasını gerektirmektedir. Eğitim, sağlık ve oyun başta olmak üzere, anne şefkatini, barışı esas alan bir çocuk hakları bildirgesi ertelenemez bir görev olarak yerine getirilmeyi beklemektedir.
Çevre hakkı, daha çok artan nüfus ve teknolojik kirlenme nedeniyle temelinde kapitalizmin kâr zihniyetinin rol oynadığı, yerin üstünü ve altını, hatta atmosferini ve iklimini gittikçe yaşanılmaz durumlara götürecek kadar tehlikeye sokan durumlara karşı alınması gereken hukuki tedbirleri içermektedir. Çelişki artık sadece toplumun içini asalak bir sınıfın sömürüsüne terk etmekle yetinmeyen, şahane yaşam gezegenini de hedef alan daha büyük bir toplum-doğa çelişkisine dönüştürülmüştür. Evrensel çapta tüm toplumun bir çevre hakları mücadelesine girişmesi kaçınılmazdır. Başta bir çevre hakları manifestosu ve ona dayalı bir enternasyonalist çevre örgütünün seferber edilmesi, genel insan hakları, demokratik siyaset ve hukuk mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak, iç içe ve birlikte verilmeyi zorunlu kılmaktadır.
İnsan hakları kavramı dar hukuk çerçevesini aşarak, siyasallaşma ve felsefenin ele alması gereken temel ahlâki ve politik olgu ve kurumlaşma olarak yeniden değerlendirilmeyi zorunlu kılmaktadır. Baştan beri vurgulamaya çalıştığımız toplumsallıkla bireysellik arasındaki çelişkinin üst düzeyde yeniden ve yeniden çözümlenmesine ve kurumlaşmasına ulaşmadıkça, derinleşen uygarlık bunalımı aşılamaz. Neolitik çağın bunalımı nasıl Sümer sınıflı toplum senteziyle, yani devlet ve uygarlık çağına geçişle aşıldıysa, sınıflı toplum ve devletin tüm alt ve üstyapı kurumlarının sistematik ifadesi olarak uygarlık çağının yaşadığı büyük sorun ve bunalımları da ancak birey-toplum dengesini, özgürlük ve eşitliğini tüm insanlık açısından kabul edilebilir düzeyde senteze kavuşturan yeni insanlık adımıyla aşılabilir. Bazıları bu adımı postmodernizm (çağdaş uygarlık, modernizm sonrası) olarak değerlendirirken, bir kısmı da tarihin sonu biçiminde değerlendirmektedir. Her iki kavram da içerik olarak yetersizdir. Daha çok burjuva sınıf bakışını esas almakta, kapitalist uygarlığın açmazlarını ve tükenişini tüm insanlığın sonu ve bitişi gibi sunmaktadır. Tersi olarak, liberalizmi veya faşizmi ebedi düzen olarak sunmayı çağrıştırmaktadır.
Dar sınıf ve ulus tahlillerine dayanan çözüm ve kurumlaşmaların kapitalist toplumun çelişkilerini aşamayacağı açığa çıkmıştır. Tüm sınıflı ve devletli toplumların, alt ve üstyapı kurumlarının sistematik ifadesi olarak devletleşmeyle yaşadığı derin bunalım ve sorunları çözümleme yeteneğinde olmadıkları açığa çıkmakta, anlaşılmaktadır. Durum ne ‘postmodernizm’, ne de ‘tarihin sonu’dur. Klasik uygarlık mantığıyla, yani yeni sınıflar ve devletler düzenini yaratmayla sorunların aşılamayacağı bir tarihi döneme gelinmiştir. Bunda yine tarihin her döneminde olduğu gibi, bilim ve teknik seviye belirleyici rol oynamaktadır. Bilim ve teknik klasik sınıf ve devlet mantığını geçersiz kılmıştır. Bilgi ve iletişim çağı sürecin önemli bir boyutunu dile getirmektedir. Ama yaşanan çağa sadece bilgi ve iletişim hakları ve çevre bilinci çağı demek de kendi başına yetmediği gibi, tüm bu olguları dikkate alan tarihi çıkışlara ihtiyaç vardır. Bu doğrultudaki çıkışların eleştirisini doğru yaparak, geliştirilecek yeni ideolojik kimliği oluşturmak ve bu çalışmayla sıkı bir pratik birliktelik içinde ekonomiyi ve kamu düzenini yeniden düzenlemek için hazırlanacak program, strateji ve taktik belirlemeler yeni insanlık çıkışını belirleyecektir.
Savunmamın uygarlığa ilişkin sonuç bölümünde bu konuya daha çözümleyici yaklaşılacaktır. Tüm değerlendirmemizde bu yönlü yapmaya çalıştığımız kısa girişler, konuların iç içe özelliğini gözden yitirmemek ve yakın bağlar içinde görülmesini sağlamak içindir.
Reber APO
Savunmalarından Derlemeler
- Ayrıntılar