Süreci yoğunca, oldukça kapsamlıca işlemeye devam ediyoruz. Şüphesiz çok gerekli olduğu için bu yoğunlukta çok kapsamlı sorular soruldu. Amacı, kendinizi sorgulamaya tabii tutmamızdır. Kendini kandırmış, yanlış temellendirmiş, yanlış büyütmüş; anladıklarıyla uyguladıkları, özüyle biçimi, sözüyle pratiği arasında uçurumlar olan kişiliği sorgulamaksızın, onu açıp, çözüp yeni temellerde hem öze, hem biçime kavuşturmaksızın, devrim gibi ateşli ve en ince bir sanatı başarıyla yürütenleyiz. Perişan hallerinizi gördükçe, daha böyle nedenlerini anlayarak mutlaka bu koşulları zorlayarak sizleri bir çözüm gücüne doğru götürmeyi ben vazgeçilmez görev olarak görüyorum ve bunun için mutlaka vermem gerekir diye kendimi de kapıyorum.
Artık bırakalım bir halkı, onun çok tanınmaz hale getirmiş tarihini ve güncelliğini çözmek, kendinizi böyle bırakırsanız, en ciddi engellerden birisi olacaksınız. Şimdi bunun da hiç bir gerekçeyle savunulur yönü yok. Kendini çözemeyen ne verebilir? Birçok yönüyle yetersizliği dobra dobra üzerinde akan birisi yine amaçlarına uygun neyi verebilir? Şimdi görebildiğimiz, o açığa çıkan gerçeklik, amacı doğrultusunda kendini bırakalım ciddi ve başarılı vermeyi, onu kemirmeyi neredeyse sanat haline getirmiş ve oldukça da kendini kandıran iyi niyetli kişilikler, ortalığı, ortamı kaplamış gidiyor. Ne olursa olsun burada ister vicdani uyanış, ister bir açılım, günümüzde mutlaka halletmemiz gereken sorunlarımıza, görevlerimize cevap oluncaya kadar burada temellendirmemiz ve ortaya çıkarmamız gerekir.
Devrim ha babam usulüyle yönetilecek bir eylem değildir. Bu yöntemleriniz ha babam yöntemlerinden daha zavallıca. Çok dağınıksınız. Ben devrimin etkili bir kaç kişiliğini gerçekten içinizde göremiyorum. Son yıllarda, bu büyük çabalara rağmen sağanaklardan, dolulardan kaçıp PKK çadırı altına yerleşen zavallılara benziyorsunuz. Cüretkâr, göğüs geren, yürüten bir güç haline gelmeniz ve temsil etmeniz pek gözükmüyor. Şu anda Kürt gerçeğinde en çok iddia edilen; bunların pek adam olamayacağı biçiminde bir yargıdır. Halen alemin tereddüdü var. "Eskiden böyle bir şey yok" denilirdi. "Şimdi varlar, fakat sağlıklı kurtulabilecekleri kuşkuludur" diyorlar. Ve bunun da en temel nedeni sizler oluyorsunuz.
Bakın duyarlı insanlar kendini biçimlendirirken alemin ve yakın çevresinin nazarlarını dikkate alırlar. Sizin durumunuz, bana gerçekten sürekli karşı çıktığım bir durumu hatırlatıyor. Çevresini kendine göre ayarlayan, ama hep verdiği bir şekilsizlik, bir yük, ağırlık teşkil eden kişilik durumu. Bırakalım benim temsil ettiğini PKK'nin bunu çekmesini, halk bile çekemez bu kişiliği. Burada verdiğimiz en önemli bir ders de şu: Biz PKK ortamını, hem içimizi, hem yönettiğimiz halkı, böyle zorlayacak kişilere bırakamayız. Şimdi köylü sığlığınızla veya işte, varsa diyelim, biraz daha kendini kurnaz sanan, yarı aydın kentli demagojiyle bu işin altından çıkamaz. Eski hikayeyi yeni kelimelerle süsleyecek, yeni bir hikaye anlattığınızı sanmayalım. Yani devrim hikayelerini anlatacağınızı ve inandıracağınızı sanmayalım. Zorla güzellik olmaz, istediğiniz kadar ince yöntemlerle bu kişiliği PKK'ye dayatarak sonuç almayacağınızı bilmelisiniz.
Bunun için gerekli olanı vurgulayalım; iyi bir öğrenci, iyi bir dinleyen olabilmek, öğrendiğine tutarlı karşılık vermek. Devrimlerin savaş ve ezici yetkisini biliyoruz, bu bizde tam bir felaket olur. Diğeri de en az onun kadar tehlikeli. Yanı eskiden de kölelik arz eden edilgen, bilgisiz, çaresiz davranışlar; görünüşte ne kadar iyi niyetli de olsa, bunların çok tehlikeli bir alçaklık olduğu hiçbirimizin göz ardı etmemesi gerekir.
Öğrenme işini bu kadar savsaklamak anlaşılır gibi değildir. Meşhurdur, tarihin en büyük kılıcı Hz. Ali'nin deyişi var, "bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum." Öğrenmeye bu kadar bağlı bir insan tarihin kılıcı ünlerini kazanmıştır. Siz her gün öğrenme ile oynuyorsunuz. Nasıl kılıç olacaksınız? Yani; kendinize o en çok yakıştırdığınız komutan, şervan olacaksınız. Bunu çözmemiz lazım.
Toplumdan kaçtım, PKK'ye yol açtım. Beni PKK'den kaçmaya zorluyorsunuz. Kaçtığım toplum gibi bir topluluk oluşturup, beni bir kez daha kaçırtmak. Tabii ben kaçamam. Ben yeni bir parti içinde parti oluştururum. Bütün anlayışlarınıza -tecrübem de vardır- gerekirse günde bir parti yaratarak karşılık vereceğim. Sizin partiyi sizin başınıza çalacağım. Bunu yapıyorum da. Bu tabii sizi moral bozukluğuna, hayal kırıklığına uğratıyor. Ama unutmayın ki, karşınızda bir parti ustası var. Bunu sağlayabilecek güçtedir. Nerdeyse herkesin kendine göre particikleri var, elbette ki başlarına yıkılacaktır. Sıkılmayın, nedeni sizsiniz. Benim partimin halkın temel hayati çıkarlarına cevap veren bir parti olduğu doğrudur. Zaten ben şu anda halk içinde fazla tartışılmadığım gibi, değerimi koruyorum, geliştirdikçe geliştiriyorum. Parti içinde de istediğim davranış özgürlüğünü, onun eğitimini, örgütlenmesini, eylemini yürütüyorum. Fakat sizler benim kadar rahat değilsiniz. Burada suç kendinizindir. Hangi partide olduğunuzu bilmeniz gerekir.
Benim tespit ettiğim diğer bir husus; çok ataerkil olduğu kadar, çok düzenden kalma oldukça ruhsal ve zihinsel bazı hastalıklarınızı yaşama cüretkârlığını gösteriyorsunuz. Ki, bu inat, keyfilik dediğiniz çok etkili olan, hele yetkiye kavuştu mu daha da kendini dayatan, farklı bir anlayış oluyor. Üst boyutta sorgulama pratiklerimiz bunu daha da netleştiriyor. Bunun kolay olmadığı, yani kendi partileşmesinin anlamlı bir partileşme olmayacağını iyi gösteriyor. Gücünüz varsa, benim partiye gelin. Yani ben kendi partimi savunuyorum ve gönüllüdür, size katılım çağrım. İşinize gelmiyorsa gerçekten hoşça ve boşça yerinizde kalmanızdan da oldukça razıyım. Bir yükten de kurtulmuş olunur. Ama her gün partimizin içinde yeni particikler kurmak akıllılık değildir. Eğer gerçekten partimizde partileşmek istiyorsanız, tepeden tırnağa bu yöntemlerinizi, bu tarzlarınızı, bu yaklaşımlarınızı, bu temponuzu değiştirmeyi göze almanız lazım. Benim sizlere saygım var. Eğer bir başarı olanağımız olsa zaten değerlendiriyorum, onu çekiyorum, % 1'i tutunacak yanların hepsini alıp birleştiriyorum. Değerlendirme hatamın olduğunu hiç sanmam. Ama gelirken bin bir yanlışlıklarıyla, şekilsizlikleriyle, çirkinlikleriyle kendinizi kabul ettirmeyi bekleyemezsiniz. Neden benim partim son yıllarda Kürdistan ufuklarından yükseldi? Çünkü doğru partileşmeydi, çünkü halkın giderek çıkarlarını temsil ettiği bir parti olduğu anlaşılıyordu. Bunu iyi temsil ettiğim anlaşılmasaydı, halkın desteği bu kadar ayakta kalabilir miydi? Hatta dünyada ilk defa sesimize kulak vermeler bu kadar gelişir miydi? Kürt'ün imajı hep ajanlık gibi algılanırdı.
Umut kişiliği diye hiçbir şey düşünülemezdi. Ama bu son yıllarda bu da yıkılıyor. Ve bunların hepsine önderlik ettik. Bütün bunlar kanıtlanmış, doğru parti gerçekliğidir. Hem bunlara inanacak, hem anlam verecek, hem de katılımınızı bu çerçevede giderek kesinleştireceksiniz. Eskici dükkanından aldığınız eşyaları, son düz kumaşla değiştirmeyi öneriyorsunuz bana. Ben ne yapayım, o eski püskü şeylerinizi, giysem iki günde çıplak kalacağım. Savaş gibi bir yerde beni çırılçıplak bırakır düşman karşısında. Bizim elbiseler zırh gibidir. Giyeni her türlü soğuğa ve sıcağa karşı korur. Bunları esas almalısınız. Eğer içinizde "üşüdüm", "bayıldım", "sıkıldım" diyorsanız bunun nedeni; PKK elbisesini giyemediğinizden ötürüdür. "Midemde, yüreğimde bir ağrı vardır" diyorsanız, bunun gıdasını almadığınızdan ötürüdür. Kesinlikle, burada bir günde partileşin diyen yok. O, acımasız bir savaşım içindir. Ama bile bile hatada ısrarın da kesin yanlış olduğu, bunun farklı görüşü de demeyeceğim. Farklı bir partileşmeye, hem de çürüğü, çıkığı çok belli olduğu halde.
Esas diğer bir özelliğimiz de, güç getirememedir. Farklı bir partisi olmayanlarla diğer önemli bir özelliği; zavallı yatalak gibi bir durumda olmasıdır. Hasta, yatalak ancak dört kişi onu taşırsa sağına, soluna bakabilir. Çünkü bizim partimizde büyük bir kesimde bu yatalak durumu temsil ediyor. "Ben çok hastayım, parti taşısın beni" demek, yanlış bir seçimdir. Belki özel bir kliniğe alınabilirsiniz ama PKK'nin içinde asla böyle olamazsınız. Adı üstünde PKK; en zoru başaran harekettir. En zoru, yani Kürdistan devrimini omuzlayan insanların hareketidir. En sağlıklı, ruhta, düşüncede ve fizikte en kudretli olanların birleştiği öncü örgüttür. Hastaların burada işi olamaz. İşi olamayanların, neredeyse kusursuz olmaya yatkın adımların sahibi olmayanlar, burada yol alamaz. "Hastayım PKK gelsin beni şifaya kavuştursun." Şu anlamda belki bunun anlamı vardır: "Yeni geldim beni eğitsin" bunu yaparız. Ama adeta hastalık hastası gibi bir yaklaşım ki bu da ezici çoğunluğu temsil ediyor. Toplumda böyle bir yaşam bulamamışsın, PKK içinde vardır. Bu tamamen bir riyakarlık yani ikiyüzlülük ve belki de düşmanın psikolojik savaşımından içimizde yaydığı, bizzat yaydığı hastalıklardan daha tehlikeli olduğu anlamına geliyor. Ne pahasına olursa olsun bu kişiliği yaşatmayalım. Partileşmeyi dar anlamayalım. Bir kaç tüzük esasları dâhilinde davranmak olarak anlamayalım. Yine bazı genel ilkelerine bağlı olmak biçiminde anlamayalım. Yine sözüm ona, yönetimlerden kaynaklanan emirlerle yürümenin sağlanacağını sanmayalım. Yaşam tarzı, salt yine siyasal bir olay değil, askeri boyutundan, kültür boyutuna ekonomik yaşam tarzından hayallerine kadar komple bir yaşam ve savaş gücü olmayı ifade ediyor. Hele diğer partilerle PKK'yi karıştırmayalım. Zaten, komünist örnekler de dâhil bugün dünya çapında partileri, bir engel olarak değerlendiriyorlar. Klasik sağ-sol, komünist-faşist, bütün partileşmelerin bir darboğazı yaşadığı ve artık insanlığın önünde aşılması gereken engeller olarak dikildiğini, gittikçe sıkça duymaktayız. PKK bu anlamda da klasik partileşmelere benzemez. Belki de PKK'nin en önemli bir özelliği budur. Dolayısıyla birçok partiler aşılır. Ve en güçlü devlet sahibi olanlar bile yıkılırken, PKK gibi en inanılmazı gerçekleştiren dolayısıyla kendini büyüten bir örnek evrenseldir. Daha doğrusu onu kendinde somutlaştırandır. Ve dikkat edilirse, dünyayı bile karşısına alan bu partileşmenin biraz değişme göstermesi, bu temel özelliğiyle bağlantılıdır. Ama sizin PKK'yi anlamanıza bakıyorum; aşiret kişiliğini bile aşmıyor. Bu yaklaşım bir yanılgıdır.
Bu nedenle demek ki, bütün derslerin esası olan PKK'leşmeyi adım adım sağlayacağız. "En PKK'liliyim, en laik olanım" diyen birisi bu anlamda bir PKK'lileşmeyi kanıtlamalıdır. Açık söyleyeyim ki, çoğunuzun ölçüleri bunun çok gerisinde ve hatta çok sapkınlık, sorun teşkil eden bir durumda görüyorum. Bizim sahaya gelirken özellikle, benden gerçekten bir şeyler duymaya çalışan, kişilere de benim verebileceğim en iyi cevap karşılık değeri; "hoş geldiniz partileşmeye'dir". En değerli karşılaşma budur. Eski yeni, alt üst düzeyde kim olursa olsun büyük bir partileşmeyle karşı karşıya olduğunu asla göz ardı etmemelidir. Partileşmeyi sağlamayanların yaşama hakkı olamaz. En tehlikeli yanılgı partileşme konusunda gösterilen yanılgıdır. Varsa bir iyiliğiniz önce bu partileşmede kendini göstermelidir. Aksi halde bu büyük savaşıma değil güç getirebilmek, 24 saat bile yürütebilmesi mümkün değildir diyorum. Siz tehlikenin ağzında olduğunuz halde, adeta evin başına yıkılacağı bir ailenin yanında habersiz çocuklarına benziyorsunuz. Diyorum ki, düşman geliyor. Belki 24 saat sonra evi de ya yıkarak, ya da yakarak başınıza çektirecektir. Çocukların şenliği ile o evin içerisinde kalınamaz. Ya muazzam bir savunma gücü oluşturur kurarsınız ya da bakarsınız. Başka kurtuluş yolu olamaz. Gerçek budur.
Özellikle ülkeden aldığınız sizlerin de partileşmenin ciddi olarak aşındığı -bu beni ürkütüyor- düşmandan daha fazla partileşmenin aşındığı yerde hayat olmaz; ister özgürlük adına olsun, ister kölelik adına olsun. Kendi koşullarımızda düşman -çünkü ikisine de yer vermiyor- kölelerin köylerini hepsini başına yıkmıştır. Potansiyel suçlular biçiminde çok iyi biliyorsunuz bunu. Diyarbakır manzaralarını sanırım çoğunuz gördünüz. Onlar köledirler. Onların TC'ye herhangi bir karşı çıkma durumları yoktur. Bir kuruşa rahatlıkla kendilerini verebilirler de, satabilirler de. TC de onu vermiyor. Köylülerin de büyük bir kısmı öyledir. Köledirler. Ama hepsinin çatısını başına getirdiler. Neden? Potansiyel suçludurlar diye. Bir gün belki PKK'ye kayabilirler diye. Bu bir gerçek. Peki, içimizdeki köle nasıl yaşayacak bu düşmana karşı? Hele PKK'nin sorumlu kademelerinde bulunanlar bu düşman karşısında nasıl dayanacaklar?
Şimdi bunları "anlayamam, cevap olamam" demekle hiçbir yere varamazsınız. Şans gereği diyorsunuz belki yaşıyoruz. Tesadüfler sonucu ayaktayız. Bunun sağlıklı bir ayakta kalış olmadığı ortadadır. Her an bu şans aleyhinize çevrilir ve çok trajik bir biçimde sonunuz gelir. Aksi halde bu partileşmeye adım atmamak gerekir. Ben ürküyorum diyorum size. Bazılarını yıllardır taşıyorum, onlar için de üzülüyorum.
Beni göreve davet edin. Daha iyi anlatabilmek için, daha iyi bunda yer alıp almayacağınızı yine anlayabilmek için beni göreve çağırın, yerine getirmeye varım. Ama öğrenmemeyi bir hak olarak siz bana dayatamazsınız. Geri, çarpık olmayı da olabilir bir biçimde, bir onayı da bizden bekleyemezsiniz. Hele kendiniz böyle çok sefil, çaresiz ve çok saçma bir biçimde dayatma hakkım da hiç göremezsiniz. "Kürt'tür, böyle alışmış, böyle yönetilmiş. Ne olur sen de biraz böyle yürüt." Kesinlikle bu olmaz. Baştan beri, yedi yaşından beri diyorum ki, ben böyle Kürt'e isyanım. Büyük savaşçıyı tanımamışsanız, tanıyın. O zaman anladınız mı? Bilmiyor musunuz? TC'nin her gün yayınladığı yazılardan da mı anlamadınız? Yürütülen bu savaştan da mı anlamadınız?
Anlaşılmalı ki, anlattıklarımızın içinde kendinizi bilgilendiren önemli yerler, yönler var. Buna göre kendinizi başlatacaksınız. Gerekirse doğrulayarak ve yeniden. PKK'nin yürüyüşüne inanan, PKK ile bu iş yürüyebilir diyenlere, özellikle bunları vurguluyorum: Yoksa "PKK içinde ben kendimi, alışageldik üzere bütün bu yetmezliklerimi götüreceğim" diyenlere daha değişik yaklaşılır. Onları atacağız. Bunun başka çaresi yok. Ummadığı ve beklemediği bir zamanda, yerde ve biçimde.
Burada çözümlenen tepeden tırnağa bir halkın yaşam iddiası, yaşam gerçekliği, yaşam ifadesi, kurumları, araçları, kuralları bütünlüğüdür. Buna inanacaksınız, öğreneceksiniz. Lafta olmaz bu. Büyük bir inanç, azim gerektirir. Aynı zamanda, nasıl ki bir operatör en iyi bir kalp ameliyatını büyük bir hassasiyetle yapmak zorundadır, öyle bir operatörle bu işler üzerinde de durmayı gerektirir. PKK budur! Öyle sanıldığı gibi yalnız bir yıkma hareketi değil, anında oluşturma hareketidir. Emek hareketidir, herkesi çalıştırır "hazırlıklı değiliz" diyeceksiniz. Hazırlık için yeterince zaman size tanıyorum. Hep anlatmak istediğim bir şey var. Bütün bu konuşmalarda görüldüğü üzere, yanlış hesap Bağdat'tan döner ve 40 yıl geçtikten sonra da yanlış yanlıştır denilir ya. Böyle tutumlar söz konusu. Cevabı doğru verirseniz hesaptan kurtulursunuz.
Başlangıç için bunları belirtmek yeterlidir sanıyorum. Yeni gelenler, yeni yeni başlangıçlar yapmak için, habire söz verenler için, dikkat edilirse hep çerçeve açıyoruz. Sağı solu belli olmayan, nerede, nasıl oturmasını gerektiğini bilmeyenlere bunları muazzam bir tekrarla uygulama gereği duyuyorum. Gerekirse on defa okuyun, tartışın. Gerekli olanı herhalde bulmanız zor olmayacak. Ben ne yapacağım? Yani lanetli bir halkın, çok ters büyütülmüş çocuklarısınız. Benim elimden gelen, mümkünse bunu ortadan kaldırmak. Bunu yapmaya çalışıyorum. Başka çaremiz yok ki. Nereye başvurursanız tokadı yerseniz. Kime boyun eğerseniz dayağı yersiniz. “Evet” de deseniz, “hayır” da deseniz küfrü yersiniz. Bu lanetli gerçeğin doğal bir sonucudur. Ben bunları icat etmiyorum. Bunları bildiğim içindir ki, kendime bir çeki düzen verme gereği duydum. Bilmiyorsanız öğrenin. Kürt şu anda pazara bile kendini en az ücretle satmaya hazır, % 90'nı halen işsiz. Bunları ben icat etmiyorum. Ülkesini çoktan satmış, haberi yok. Bütün insani erdemlerini elinden almışlar haberi yok. Kişi olarak da bedenini, gerçekten yani beş kuruşa diyebileceğimiz, karın tokluğuna satmaya çalışıyor. Buna da kimse sahiplik etmiyor. İşte gerisi Diyarbakır tablolarıdır... Mümkünse bu tabloyu bir çerçeveleyin ve dershaneye koyun. Anlamayanlar her gün seyretsin.
Bu okulumuz bu kara tabloyu değiştirmek için. Bazı arkadaşlarımız büyük bir bebeklik teorisine sıkı yapışmışlardır. Bununla hiçbir yere varılmaz. Kitaplarıyla, tarzlarıyla, ciyak ciyak bebek bağırışı gibi söylüyorlar. Mümkün değil onunla bir yere varmak. Büyük zorluklarla buraya geliyorsunuz. Büyük bir ilgiyle, bir tek şey isteniliyor, dikkat edilirse. Bu işin altından kalkmak yollarını çarelerini bulmak. Var yani, bu okul iyi öğretir. Halk adına geliyorsunuz, eğer buna biraz saygılıysanız, "en benim" diyen burjuva okullarından, feodal okullarından bile daha iyi şekilleneceğiniz kesindir. Böyle basit bir sadelik sizi yanlışa itmesin. Mühim olan amaç ve onun mütevazı katılımıdır. Hz. Muhammet de derslerine başladığında, yunan okulları, akademiler var, hepsi buna benzerdir. Hz. İsa'nın da manastırları bundan farklı değildirler, hep öyleydiler. Bizimkinin de böyle olması, temel insani okulların özelliğinden ötürüdür. Daha sonra biliyorsunuz, bu okullardan büyük komutanlar yetişti, İskender gibi daha 33 yaşındayken üç kıtayı fetheden komutanlar, Eflatun, Aristo okullarında yetiştiler. Hz. Ali, o Mekke'deki karanlık kulübeler gibi yerlerdeki propagandadan yetişti. Roma'yı çökerten havariler, Hz. İsa'nın bu basit hitaplarından yola çıktılar. O açıdan okulumuzun gerektiğinde en büyük devrimi gerçekleştirme gücünde olduğuna inanarak, onun kutsallığını duyarak katılacaksınız. Bütün dinlerin kutsallığı kadar, bütün felsefenin derinliği kadar, politikanın da en sağlam gerçekçi bir okulu olarak, buranın geliştirdiğini görerek bir yaklaşım sergileyeceksiniz. Hatta ekonomiden tutalım, sanata kadar, özünde burada kazanıldığına emin olacaksınız. Ekonomi biliminin de okuludur, sanatın da okuludur. Yaşınız uygun bu okulu öğrenmeye. "En çok biliyorum" diyenler de çok öğrenebilir. Çünkü çok derinlikli bir okul. "En yeniyim" diyenlere de hemen abeceyi öğrenir gibi sadeliği, basitliği olan bir okuldur.
Umarın yani şimdiye kadar ki şekilsizlikleriniz, burjuva okulları, o feodal aile okullarında ne kadar gelişmiş olursanız olsun, madem okulumuza adım attınız, dediğim gibi ister en eskiler, ister en yeniler bu çerçeveyi esas alarak, mükemmel bir çıkışa kavuşabilirler. İsteyen askeri dalda, isteyen diplomatik politik dalda isteyen kültürel dalda, isteyen ekonomik dalda, hepsini öğretiyor. Zaten bir kişi istiyorsa bütün bu dallarda bir organizatör olabilir. Duruma göre nerede, hangi görevi olsa kesinlikle ona güç getirebilir.
Bu temelde tekrar yeni gelenlerle birlikte -ki her gün yeni gelir gibisiniz buraya- okulumuzun gerçek bir öğrenci olmaya büyük bir gönüllülükle birlikte, istekle, azimle olduğu kadar ilgiyle, katılmaya, anlamaya gerekli olanı almaya çağırıyoruz. Temel çıkışınızı, bu çerçevede amaca yeterliliği sağlayıncaya kadar, yine gereklerini özümsemeye teneffüs ettiğiniz havadan, içtiğiniz sudan daha öncelikli olur. Olmaya çağırıyorum.
Şimdi isterseniz çok kapsamlı sorular sorduktan sonra diyaloglar geliştirelim. Daha benden özellikle derinleştirmesini istediğiniz hususlar nelerdir? Diyaloglar bana göre en iyi öğrenme metotlarından birisidir. Ve bunu çok özgün yürütüyoruz burada. Katılımı, paylaşımı geliştirmede çok etkilidir. Kişisel anlamda değerlendirmeyin, geliştirilen ikili diyaloglar, bütün yapıya çözümleme düzeyi kazandırır. Ben özellikle diyaloglarımda, çözümlenen kişi değil, onun şahsında temsil edilen neyse odur. Ve verilmesi gereken neyse o kadardır. Cevaptır yani. Müthiş soru cevap ikilemi ifade ediliyor. Bütün bilimleri süzgecinden geçiren sorgulanmayla birlikte cevaplamayı gerçekleştiriyor. Diyaloglarda kim bulunmak istiyor, önce gönüllü olan var mı? Basitten mi, karmaşık olandan mı başlayalım? Konular önceliği, en can alıcı konular. Söyleyin ki verimli kullanalım. Çünkü bizim için bir gün bir tarih ve gelecektir. Hiç hafife almaya değmez. Bir günde dünya yeniden kurulur, yeniden inşa edilir. Bu denli değeri vardır. Kesinlikle!
…
Bugünkü toplantımızı, böyle bir çok soruna cevap veren bir çerçeve dahilinde değerlendirmeye çalıştık. Anlamlıdır, ısrarla üzerinde durmanız gerekiyor. Kesinlikle burası bir öğrenme yeridir, burasını vurguluyorum yani; yaşama bakış açılarınızdan tutalım, çok pratik askerleşme esaslarımıza kadar, estetik hususlardan tutalım, ekonomik özelliklerimize kadar burada üretme işi önemlidir, öğrenme çok gereklidir. Yeterliliği zorluyoruz ve daha çok da size bağlıdır. Kendi payıma önemli bir çaba içinde olduğuma eminim. Zorlandığınızı biliyorum. Halk tarzında böyle olur. Geliş tarzınız, katılış durumunuz, geçmişiniz okulumuz için ciddi bir engel değil. Fakat çok eleştirilen, yüzeysel algı, ilgi düzeyi zayıf alışkanlıkların da oldukça inatçı ve bunu dayandırdığınız düzen gerçeğini, peşinen gerekirse bıçakla keser gibi bir tarafa atmanız gerekiyor. % 1 tutunacak yanlarınız da varsa onu esas almalıyız.
Şimdi büyük bir terbiye ki, şu anlama geliyor; en eski arkadaşımızda bile görüyorsunuz, bu işin vazgeçilmez bir gereğidir. Biz bu halk adına, o işte terbiye denilen, aileden kalma, bilmem sokaktan edinilen düzenin okullarından, çalışma sahalarından edinilen her şeye kuşkuyla bakılıyor. Bunları kirli bir elbise gibi üzerimizde tutuyoruz, atacağız. Kendimize özgü olan yaşamın amaçlarını, onun araçlarını özünü ve biçimlerini, heves arzusu ve duygularını aynı zamanda yüksek bir anlayış ve onun ilkelerini bütünlüklü olarak burada öğreneceğiz. Bu hiç sizi sıkmamak değil, tam tersine büyük bir rahatlığa, çetin kişiliğe, kolay olmayacak çetin ama; anlamı olan bir kişiliğe, onun yaşamına kesinlikle ulaştırmak, bunun için sağlam başlangıçları yaptırmaktır.
Okulumuzun bu gücü, hele bu son günlerde hayli artmıştır. En olgun dönemini yaşıyor. Kesinlikle burada verilen dersler, sadece PKK bünyesi için değil, bütün ulusal düzey ve hatta giderek etkilediğimiz insanlığı da kapsamı içine alacak ve etkileyecektir. Savaşta az çok dayanmış insanlarsınız, bu sadece buradaki dayanma için bir başlangıçtır. Savaşımızın en zorlusu burada verilmekte, anlayış savaşı, alışkanlıklarını yenme, zafer kişiliğine kendini yatırma alışkanlığı veya terbiyesi. Bu çok zor gelebilir size. Ben bir kaç ayınızı istiyorum, fazla değil. Kesinlikle yüzeysel, es geçer gibi yaklaşmasın. Boğulurcasına dayanamıyoruz diye öyle kendinizi fazla zora sokmaya da gerek yok. Bu, anlamı olan önemli sonuçları yaşam boyu olumlu tarzda ve dediğim gibi zafere ulaşacak kişilikleri de ortaya çıkarmayı amaçlıyor. İddialıyız. Şimdiye kadar yaptıklarımız bundan sonra yapacaklarımızın en iyi göstergesidir. Düşünün, herkes "mucizeler" diyor, biz mucize demiyoruz. Emeğimizle, inançlarımızla ve giderek gelişen düşünce eylemimizle, biz bunu ortaya koyduk. Neden zaferi kesinleştiren tarza kendimizi artık yakıştırmayalım? Büyük şehitleriyle, büyük açılarıyla, işkenceleriyle bu hareket adına yapılanlar bu hale geldikten sonra, bundan sonrasını sadece ve sadece zafer için ele alacağız. Açık söylüyorum, okulumuzun bu aşamadaki en temel özelliği, her saha için beklenen zafer kadrosunu ortaya çıkarmaktır. Ben hiç bir yıl bu kadar kesin konuşmuyordum. Bu süreçte kesin bunu belirtiyorum. Bunun anlamını adeta bıçakla kazır gibi, beyninize yüreğinize kazıyacaksınız. "Anlamadık" filan demeyin. Beni basite alan yanılmıştır. Düşman bu yanılgıyı tarihte görmemiş bir biçimde ödemiştir. Bizim içimizdeki yanılgılı kişilikler de ağır ödemişlerdir. Dua etsinler ki biz inanılmaz ölçüde insanı kurtarma çabası içindeyiz. Yoksa çok az kişi sizde sağ kalırdı. Ama ne mutlu ki, bu günlere gelebildiniz. Bunu takdir edin ve artık biraz da vicdana gelerek başarı tarzını kendinize yakıştırın. Hazırlıklı olmayı bilirsiniz. Buradaki hazırlık fena sayılmaz. Birçok yönüyle yetersiz, yürekler acınacak bir durumda da olabilirsiniz. Burada bunu da giderebilirsiniz.
Ben bu işi ta kendimi tanıdığım yaşlardan beri, neydi o? İlk gözlerimi açtığımda, ilkeli mi deseni veya özgürlüğü esas alan bir yaklaşımla buraya kadar getirdim. Yıllarca birkaç kuruş para peşinde, bir kaç ilişki peşinde koşan bir adamım. Hiç bir bacak benim kadar yol aşındırmamıştır bu ilkeler, davalar temelinde. Ama görüyorsunuz ki, yani boşa gitmedi bu yıllar. Büyük sonuç verdi. Hatta bu ülke, bu halk için tek sonuç veren yol, yöntemdir.
Bu anlaşılmıştır. Kendi önyargılarınızda ısrar etmenin hiçbir anlamı yok. Benden daha çok siz başarıya susamışsınızdır. Özlemlerinizin gerçekleşmesi benimkinden daha çok sizin için gereklidir. Özlemlerimiz için gerekli. Emeklerimiz var, onun başarıya ihtiyacı vardır. Ben az çok ortada bunu biraz kendime yedirdim, kanıtladım. Benden daha fazla şiddetle sizin ihtiyacınız var. Bu halk artık, bunu mutlak görüyor. En oportünisti bile, "başarı gerek" diyor. En iflah olmazı bile artık imana doğru geliyor. Biz bu işin öncüsüyüz. Neden kendimizle layık olan, oldukça da emek harcamış olarak, onu herkesten daha fazla kendimizi ortaya koyarak, göstermiş militanlar olarak, gerekirse tam basan mı, ona da varız, herhangi bir dönemden daha fazla bu dönem diyor ki, bu işe bu tarzda yürüyebilirisin. Bunun ne anlama geldiğini sanırım bu kadar derli toplu, inisiyatifli olarak şimdi görüyorsunuz. Ben her zaman yeterince de ilgiyle işin içindeyim. Sorumlulukların en iyisini bundan sonra daha iyi göstereceğim. Fakat sizin de dediğim gibi eski türden değil, anladığınız anlamda da değil, yani tür diyorum ben buna, çerçeve üstüne çerçeve çiziyorum, onda yerinizi yapacaksınız, kendinizi göreceksiniz. Tekrar vurguluyorum, ben emrettiğim için değil, size çok gerekli olduğu içindir. Bu kendini yeniden kurumlaştırmayı, kendini yeniden tarz, üslup, hitap gücüne, tempoya özellikle kavuşturmayı, içerik noksanlığı varsa onu da kazıyarak adeta yüreğinde, beyninde onu da kazıyarak kendine oturtmayı, sağlamayı başaran, bu okuldan sağlam, dolayısıyla yüksek başarılı çıksın. Ele aldığı her düzeyde PKK'nin gerçek kahramanlığına yaraşır bir militanı olacaksınız. Gerçek yaşamda zorlukları ne olursa olsun ona katlanmada, bu başarılı katılımın, paylaşımın ve giderek savaşımın militanlığı temelinde gerçekleştirilecektir.
Ben yine bu vesileyle yeni gelenlere, yüksek sorumlu ve başarılı katılmaları kadar, her düzeyde sorgulanan kişiliklerimizin de örnek bir çıkışta ve en yeniyim diye katılanların da, gerçek hakiki bir PKK'nin en genç adayı biçiminde sonuna kadar kendilerine güvenebileceklerini ve başaracaklarına da inanmalarını diliyorum, bekliyorum.
Başarılar.
18 Ocak 1997
Reber APO
- Ayrıntılar
Süreci yoğunca, oldukça kapsamlıca işlemeye devam ediyoruz. Şüphesiz çok gerekli olduğu için bu yoğunlukta çok kapsamlı sorular soruldu. Amacı, kendinizi sorgulamaya tabii tutmamızdır. Kendini kandırmış, yanlış temellendirmiş, yanlış büyütmüş; anladıklarıyla uyguladıkları, özüyle biçimi, sözüyle pratiği arasında uçurumlar olan kişiliği sorgulamaksızın, onu açıp, çözüp yeni temellerde hem öze, hem biçime kavuşturmaksızın, devrim gibi ateşli ve en ince bir sanatı başarıyla yürütenleyiz. Perişan hallerinizi gördükçe, daha böyle nedenlerini anlayarak mutlaka bu koşulları zorlayarak sizleri bir çözüm gücüne doğru götürmeyi ben vazgeçilmez görev olarak görüyorum ve bunun için mutlaka vermem gerekir diye kendimi de kapıyorum.
Artık bırakalım bir halkı, onun çok tanınmaz hale getirmiş tarihini ve güncelliğini çözmek, kendinizi böyle bırakırsanız, en ciddi engellerden birisi olacaksınız. Şimdi bunun da hiç bir gerekçeyle savunulur yönü yok. Kendini çözemeyen ne verebilir? Birçok yönüyle yetersizliği dobra dobra üzerinde akan birisi yine amaçlarına uygun neyi verebilir? Şimdi görebildiğimiz, o açığa çıkan gerçeklik, amacı doğrultusunda kendini bırakalım ciddi ve başarılı vermeyi, onu kemirmeyi neredeyse sanat haline getirmiş ve oldukça da kendini kandıran iyi niyetli kişilikler, ortalığı, ortamı kaplamış gidiyor. Ne olursa olsun burada ister vicdani uyanış, ister bir açılım, günümüzde mutlaka halletmemiz gereken sorunlarımıza, görevlerimize cevap oluncaya kadar burada temellendirmemiz ve ortaya çıkarmamız gerekir.
Devrim ha babam usulüyle yönetilecek bir eylem değildir. Bu yöntemleriniz ha babam yöntemlerinden daha zavallıca. Çok dağınıksınız. Ben devrimin etkili bir kaç kişiliğini gerçekten içinizde göremiyorum. Son yıllarda, bu büyük çabalara rağmen sağanaklardan, dolulardan kaçıp PKK çadırı altına yerleşen zavallılara benziyorsunuz. Cüretkâr, göğüs geren, yürüten bir güç haline gelmeniz ve temsil etmeniz pek gözükmüyor. Şu anda Kürt gerçeğinde en çok iddia edilen; bunların pek adam olamayacağı biçiminde bir yargıdır. Halen alemin tereddüdü var. "Eskiden böyle bir şey yok" denilirdi. "Şimdi varlar, fakat sağlıklı kurtulabilecekleri kuşkuludur" diyorlar. Ve bunun da en temel nedeni sizler oluyorsunuz.
Bakın duyarlı insanlar kendini biçimlendirirken alemin ve yakın çevresinin nazarlarını dikkate alırlar. Sizin durumunuz, bana gerçekten sürekli karşı çıktığım bir durumu hatırlatıyor. Çevresini kendine göre ayarlayan, ama hep verdiği bir şekilsizlik, bir yük, ağırlık teşkil eden kişilik durumu. Bırakalım benim temsil ettiğini PKK'nin bunu çekmesini, halk bile çekemez bu kişiliği. Burada verdiğimiz en önemli bir ders de şu: Biz PKK ortamını, hem içimizi, hem yönettiğimiz halkı, böyle zorlayacak kişilere bırakamayız. Şimdi köylü sığlığınızla veya işte, varsa diyelim, biraz daha kendini kurnaz sanan, yarı aydın kentli demagojiyle bu işin altından çıkamaz. Eski hikayeyi yeni kelimelerle süsleyecek, yeni bir hikaye anlattığınızı sanmayalım. Yani devrim hikayelerini anlatacağınızı ve inandıracağınızı sanmayalım. Zorla güzellik olmaz, istediğiniz kadar ince yöntemlerle bu kişiliği PKK'ye dayatarak sonuç almayacağınızı bilmelisiniz.
Bunun için gerekli olanı vurgulayalım; iyi bir öğrenci, iyi bir dinleyen olabilmek, öğrendiğine tutarlı karşılık vermek. Devrimlerin savaş ve ezici yetkisini biliyoruz, bu bizde tam bir felaket olur. Diğeri de en az onun kadar tehlikeli. Yanı eskiden de kölelik arz eden edilgen, bilgisiz, çaresiz davranışlar; görünüşte ne kadar iyi niyetli de olsa, bunların çok tehlikeli bir alçaklık olduğu hiçbirimizin göz ardı etmemesi gerekir.
Öğrenme işini bu kadar savsaklamak anlaşılır gibi değildir. Meşhurdur, tarihin en büyük kılıcı Hz. Ali'nin deyişi var, "bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum." Öğrenmeye bu kadar bağlı bir insan tarihin kılıcı ünlerini kazanmıştır. Siz her gün öğrenme ile oynuyorsunuz. Nasıl kılıç olacaksınız? Yani; kendinize o en çok yakıştırdığınız komutan, şervan olacaksınız. Bunu çözmemiz lazım.
Toplumdan kaçtım, PKK'ye yol açtım. Beni PKK'den kaçmaya zorluyorsunuz. Kaçtığım toplum gibi bir topluluk oluşturup, beni bir kez daha kaçırtmak. Tabii ben kaçamam. Ben yeni bir parti içinde parti oluştururum. Bütün anlayışlarınıza -tecrübem de vardır- gerekirse günde bir parti yaratarak karşılık vereceğim. Sizin partiyi sizin başınıza çalacağım. Bunu yapıyorum da. Bu tabii sizi moral bozukluğuna, hayal kırıklığına uğratıyor. Ama unutmayın ki, karşınızda bir parti ustası var. Bunu sağlayabilecek güçtedir. Nerdeyse herkesin kendine göre particikleri var, elbette ki başlarına yıkılacaktır. Sıkılmayın, nedeni sizsiniz. Benim partimin halkın temel hayati çıkarlarına cevap veren bir parti olduğu doğrudur. Zaten ben şu anda halk içinde fazla tartışılmadığım gibi, değerimi koruyorum, geliştirdikçe geliştiriyorum. Parti içinde de istediğim davranış özgürlüğünü, onun eğitimini, örgütlenmesini, eylemini yürütüyorum. Fakat sizler benim kadar rahat değilsiniz. Burada suç kendinizindir. Hangi partide olduğunuzu bilmeniz gerekir.
Benim tespit ettiğim diğer bir husus; çok ataerkil olduğu kadar, çok düzenden kalma oldukça ruhsal ve zihinsel bazı hastalıklarınızı yaşama cüretkârlığını gösteriyorsunuz. Ki, bu inat, keyfilik dediğiniz çok etkili olan, hele yetkiye kavuştu mu daha da kendini dayatan, farklı bir anlayış oluyor. Üst boyutta sorgulama pratiklerimiz bunu daha da netleştiriyor. Bunun kolay olmadığı, yani kendi partileşmesinin anlamlı bir partileşme olmayacağını iyi gösteriyor. Gücünüz varsa, benim partiye gelin. Yani ben kendi partimi savunuyorum ve gönüllüdür, size katılım çağrım. İşinize gelmiyorsa gerçekten hoşça ve boşça yerinizde kalmanızdan da oldukça razıyım. Bir yükten de kurtulmuş olunur. Ama her gün partimizin içinde yeni particikler kurmak akıllılık değildir. Eğer gerçekten partimizde partileşmek istiyorsanız, tepeden tırnağa bu yöntemlerinizi, bu tarzlarınızı, bu yaklaşımlarınızı, bu temponuzu değiştirmeyi göze almanız lazım. Benim sizlere saygım var. Eğer bir başarı olanağımız olsa zaten değerlendiriyorum, onu çekiyorum, % 1'i tutunacak yanların hepsini alıp birleştiriyorum. Değerlendirme hatamın olduğunu hiç sanmam. Ama gelirken bin bir yanlışlıklarıyla, şekilsizlikleriyle, çirkinlikleriyle kendinizi kabul ettirmeyi bekleyemezsiniz. Neden benim partim son yıllarda Kürdistan ufuklarından yükseldi? Çünkü doğru partileşmeydi, çünkü halkın giderek çıkarlarını temsil ettiği bir parti olduğu anlaşılıyordu. Bunu iyi temsil ettiğim anlaşılmasaydı, halkın desteği bu kadar ayakta kalabilir miydi? Hatta dünyada ilk defa sesimize kulak vermeler bu kadar gelişir miydi? Kürt'ün imajı hep ajanlık gibi algılanırdı.
Umut kişiliği diye hiçbir şey düşünülemezdi. Ama bu son yıllarda bu da yıkılıyor. Ve bunların hepsine önderlik ettik. Bütün bunlar kanıtlanmış, doğru parti gerçekliğidir. Hem bunlara inanacak, hem anlam verecek, hem de katılımınızı bu çerçevede giderek kesinleştireceksiniz. Eskici dükkanından aldığınız eşyaları, son düz kumaşla değiştirmeyi öneriyorsunuz bana. Ben ne yapayım, o eski püskü şeylerinizi, giysem iki günde çıplak kalacağım. Savaş gibi bir yerde beni çırılçıplak bırakır düşman karşısında. Bizim elbiseler zırh gibidir. Giyeni her türlü soğuğa ve sıcağa karşı korur. Bunları esas almalısınız. Eğer içinizde "üşüdüm", "bayıldım", "sıkıldım" diyorsanız bunun nedeni; PKK elbisesini giyemediğinizden ötürüdür. "Midemde, yüreğimde bir ağrı vardır" diyorsanız, bunun gıdasını almadığınızdan ötürüdür. Kesinlikle, burada bir günde partileşin diyen yok. O, acımasız bir savaşım içindir. Ama bile bile hatada ısrarın da kesin yanlış olduğu, bunun farklı görüşü de demeyeceğim. Farklı bir partileşmeye, hem de çürüğü, çıkığı çok belli olduğu halde.
Esas diğer bir özelliğimiz de, güç getirememedir. Farklı bir partisi olmayanlarla diğer önemli bir özelliği; zavallı yatalak gibi bir durumda olmasıdır. Hasta, yatalak ancak dört kişi onu taşırsa sağına, soluna bakabilir. Çünkü bizim partimizde büyük bir kesimde bu yatalak durumu temsil ediyor. "Ben çok hastayım, parti taşısın beni" demek, yanlış bir seçimdir. Belki özel bir kliniğe alınabilirsiniz ama PKK'nin içinde asla böyle olamazsınız. Adı üstünde PKK; en zoru başaran harekettir. En zoru, yani Kürdistan devrimini omuzlayan insanların hareketidir. En sağlıklı, ruhta, düşüncede ve fizikte en kudretli olanların birleştiği öncü örgüttür. Hastaların burada işi olamaz. İşi olamayanların, neredeyse kusursuz olmaya yatkın adımların sahibi olmayanlar, burada yol alamaz. "Hastayım PKK gelsin beni şifaya kavuştursun." Şu anlamda belki bunun anlamı vardır: "Yeni geldim beni eğitsin" bunu yaparız. Ama adeta hastalık hastası gibi bir yaklaşım ki bu da ezici çoğunluğu temsil ediyor. Toplumda böyle bir yaşam bulamamışsın, PKK içinde vardır. Bu tamamen bir riyakarlık yani ikiyüzlülük ve belki de düşmanın psikolojik savaşımından içimizde yaydığı, bizzat yaydığı hastalıklardan daha tehlikeli olduğu anlamına geliyor. Ne pahasına olursa olsun bu kişiliği yaşatmayalım. Partileşmeyi dar anlamayalım. Bir kaç tüzük esasları dâhilinde davranmak olarak anlamayalım. Yine bazı genel ilkelerine bağlı olmak biçiminde anlamayalım. Yine sözüm ona, yönetimlerden kaynaklanan emirlerle yürümenin sağlanacağını sanmayalım. Yaşam tarzı, salt yine siyasal bir olay değil, askeri boyutundan, kültür boyutuna ekonomik yaşam tarzından hayallerine kadar komple bir yaşam ve savaş gücü olmayı ifade ediyor. Hele diğer partilerle PKK'yi karıştırmayalım. Zaten, komünist örnekler de dâhil bugün dünya çapında partileri, bir engel olarak değerlendiriyorlar. Klasik sağ-sol, komünist-faşist, bütün partileşmelerin bir darboğazı yaşadığı ve artık insanlığın önünde aşılması gereken engeller olarak dikildiğini, gittikçe sıkça duymaktayız. PKK bu anlamda da klasik partileşmelere benzemez. Belki de PKK'nin en önemli bir özelliği budur. Dolayısıyla birçok partiler aşılır. Ve en güçlü devlet sahibi olanlar bile yıkılırken, PKK gibi en inanılmazı gerçekleştiren dolayısıyla kendini büyüten bir örnek evrenseldir. Daha doğrusu onu kendinde somutlaştırandır. Ve dikkat edilirse, dünyayı bile karşısına alan bu partileşmenin biraz değişme göstermesi, bu temel özelliğiyle bağlantılıdır. Ama sizin PKK'yi anlamanıza bakıyorum; aşiret kişiliğini bile aşmıyor. Bu yaklaşım bir yanılgıdır.
Bu nedenle demek ki, bütün derslerin esası olan PKK'leşmeyi adım adım sağlayacağız. "En PKK'liliyim, en laik olanım" diyen birisi bu anlamda bir PKK'lileşmeyi kanıtlamalıdır. Açık söyleyeyim ki, çoğunuzun ölçüleri bunun çok gerisinde ve hatta çok sapkınlık, sorun teşkil eden bir durumda görüyorum. Bizim sahaya gelirken özellikle, benden gerçekten bir şeyler duymaya çalışan, kişilere de benim verebileceğim en iyi cevap karşılık değeri; "hoş geldiniz partileşmeye'dir". En değerli karşılaşma budur. Eski yeni, alt üst düzeyde kim olursa olsun büyük bir partileşmeyle karşı karşıya olduğunu asla göz ardı etmemelidir. Partileşmeyi sağlamayanların yaşama hakkı olamaz. En tehlikeli yanılgı partileşme konusunda gösterilen yanılgıdır. Varsa bir iyiliğiniz önce bu partileşmede kendini göstermelidir. Aksi halde bu büyük savaşıma değil güç getirebilmek, 24 saat bile yürütebilmesi mümkün değildir diyorum. Siz tehlikenin ağzında olduğunuz halde, adeta evin başına yıkılacağı bir ailenin yanında habersiz çocuklarına benziyorsunuz. Diyorum ki, düşman geliyor. Belki 24 saat sonra evi de ya yıkarak, ya da yakarak başınıza çektirecektir. Çocukların şenliği ile o evin içerisinde kalınamaz. Ya muazzam bir savunma gücü oluşturur kurarsınız ya da bakarsınız. Başka kurtuluş yolu olamaz. Gerçek budur.
Özellikle ülkeden aldığınız sizlerin de partileşmenin ciddi olarak aşındığı -bu beni ürkütüyor- düşmandan daha fazla partileşmenin aşındığı yerde hayat olmaz; ister özgürlük adına olsun, ister kölelik adına olsun. Kendi koşullarımızda düşman -çünkü ikisine de yer vermiyor- kölelerin köylerini hepsini başına yıkmıştır. Potansiyel suçlular biçiminde çok iyi biliyorsunuz bunu. Diyarbakır manzaralarını sanırım çoğunuz gördünüz. Onlar köledirler. Onların TC'ye herhangi bir karşı çıkma durumları yoktur. Bir kuruşa rahatlıkla kendilerini verebilirler de, satabilirler de. TC de onu vermiyor. Köylülerin de büyük bir kısmı öyledir. Köledirler. Ama hepsinin çatısını başına getirdiler. Neden? Potansiyel suçludurlar diye. Bir gün belki PKK'ye kayabilirler diye. Bu bir gerçek. Peki, içimizdeki köle nasıl yaşayacak bu düşmana karşı? Hele PKK'nin sorumlu kademelerinde bulunanlar bu düşman karşısında nasıl dayanacaklar?
Şimdi bunları "anlayamam, cevap olamam" demekle hiçbir yere varamazsınız. Şans gereği diyorsunuz belki yaşıyoruz. Tesadüfler sonucu ayaktayız. Bunun sağlıklı bir ayakta kalış olmadığı ortadadır. Her an bu şans aleyhinize çevrilir ve çok trajik bir biçimde sonunuz gelir. Aksi halde bu partileşmeye adım atmamak gerekir. Ben ürküyorum diyorum size. Bazılarını yıllardır taşıyorum, onlar için de üzülüyorum.
Beni göreve davet edin. Daha iyi anlatabilmek için, daha iyi bunda yer alıp almayacağınızı yine anlayabilmek için beni göreve çağırın, yerine getirmeye varım. Ama öğrenmemeyi bir hak olarak siz bana dayatamazsınız. Geri, çarpık olmayı da olabilir bir biçimde, bir onayı da bizden bekleyemezsiniz. Hele kendiniz böyle çok sefil, çaresiz ve çok saçma bir biçimde dayatma hakkım da hiç göremezsiniz. "Kürt'tür, böyle alışmış, böyle yönetilmiş. Ne olur sen de biraz böyle yürüt." Kesinlikle bu olmaz. Baştan beri, yedi yaşından beri diyorum ki, ben böyle Kürt'e isyanım. Büyük savaşçıyı tanımamışsanız, tanıyın. O zaman anladınız mı? Bilmiyor musunuz? TC'nin her gün yayınladığı yazılardan da mı anlamadınız? Yürütülen bu savaştan da mı anlamadınız?
Anlaşılmalı ki, anlattıklarımızın içinde kendinizi bilgilendiren önemli yerler, yönler var. Buna göre kendinizi başlatacaksınız. Gerekirse doğrulayarak ve yeniden. PKK'nin yürüyüşüne inanan, PKK ile bu iş yürüyebilir diyenlere, özellikle bunları vurguluyorum: Yoksa "PKK içinde ben kendimi, alışageldik üzere bütün bu yetmezliklerimi götüreceğim" diyenlere daha değişik yaklaşılır. Onları atacağız. Bunun başka çaresi yok. Ummadığı ve beklemediği bir zamanda, yerde ve biçimde.
Burada çözümlenen tepeden tırnağa bir halkın yaşam iddiası, yaşam gerçekliği, yaşam ifadesi, kurumları, araçları, kuralları bütünlüğüdür. Buna inanacaksınız, öğreneceksiniz. Lafta olmaz bu. Büyük bir inanç, azim gerektirir. Aynı zamanda, nasıl ki bir operatör en iyi bir kalp ameliyatını büyük bir hassasiyetle yapmak zorundadır, öyle bir operatörle bu işler üzerinde de durmayı gerektirir. PKK budur! Öyle sanıldığı gibi yalnız bir yıkma hareketi değil, anında oluşturma hareketidir. Emek hareketidir, herkesi çalıştırır "hazırlıklı değiliz" diyeceksiniz. Hazırlık için yeterince zaman size tanıyorum. Hep anlatmak istediğim bir şey var. Bütün bu konuşmalarda görüldüğü üzere, yanlış hesap Bağdat'tan döner ve 40 yıl geçtikten sonra da yanlış yanlıştır denilir ya. Böyle tutumlar söz konusu. Cevabı doğru verirseniz hesaptan kurtulursunuz.
Başlangıç için bunları belirtmek yeterlidir sanıyorum. Yeni gelenler, yeni yeni başlangıçlar yapmak için, habire söz verenler için, dikkat edilirse hep çerçeve açıyoruz. Sağı solu belli olmayan, nerede, nasıl oturmasını gerektiğini bilmeyenlere bunları muazzam bir tekrarla uygulama gereği duyuyorum. Gerekirse on defa okuyun, tartışın. Gerekli olanı herhalde bulmanız zor olmayacak. Ben ne yapacağım? Yani lanetli bir halkın, çok ters büyütülmüş çocuklarısınız. Benim elimden gelen, mümkünse bunu ortadan kaldırmak. Bunu yapmaya çalışıyorum. Başka çaremiz yok ki. Nereye başvurursanız tokadı yerseniz. Kime boyun eğerseniz dayağı yersiniz. “Evet” de deseniz, “hayır” da deseniz küfrü yersiniz. Bu lanetli gerçeğin doğal bir sonucudur. Ben bunları icat etmiyorum. Bunları bildiğim içindir ki, kendime bir çeki düzen verme gereği duydum. Bilmiyorsanız öğrenin. Kürt şu anda pazara bile kendini en az ücretle satmaya hazır, % 90'nı halen işsiz. Bunları ben icat etmiyorum. Ülkesini çoktan satmış, haberi yok. Bütün insani erdemlerini elinden almışlar haberi yok. Kişi olarak da bedenini, gerçekten yani beş kuruşa diyebileceğimiz, karın tokluğuna satmaya çalışıyor. Buna da kimse sahiplik etmiyor. İşte gerisi Diyarbakır tablolarıdır... Mümkünse bu tabloyu bir çerçeveleyin ve dershaneye koyun. Anlamayanlar her gün seyretsin.
Bu okulumuz bu kara tabloyu değiştirmek için. Bazı arkadaşlarımız büyük bir bebeklik teorisine sıkı yapışmışlardır. Bununla hiçbir yere varılmaz. Kitaplarıyla, tarzlarıyla, ciyak ciyak bebek bağırışı gibi söylüyorlar. Mümkün değil onunla bir yere varmak. Büyük zorluklarla buraya geliyorsunuz. Büyük bir ilgiyle, bir tek şey isteniliyor, dikkat edilirse. Bu işin altından kalkmak yollarını çarelerini bulmak. Var yani, bu okul iyi öğretir. Halk adına geliyorsunuz, eğer buna biraz saygılıysanız, "en benim" diyen burjuva okullarından, feodal okullarından bile daha iyi şekilleneceğiniz kesindir. Böyle basit bir sadelik sizi yanlışa itmesin. Mühim olan amaç ve onun mütevazı katılımıdır. Hz. Muhammet de derslerine başladığında, yunan okulları, akademiler var, hepsi buna benzerdir. Hz. İsa'nın da manastırları bundan farklı değildirler, hep öyleydiler. Bizimkinin de böyle olması, temel insani okulların özelliğinden ötürüdür. Daha sonra biliyorsunuz, bu okullardan büyük komutanlar yetişti, İskender gibi daha 33 yaşındayken üç kıtayı fetheden komutanlar, Eflatun, Aristo okullarında yetiştiler. Hz. Ali, o Mekke'deki karanlık kulübeler gibi yerlerdeki propagandadan yetişti. Roma'yı çökerten havariler, Hz. İsa'nın bu basit hitaplarından yola çıktılar. O açıdan okulumuzun gerektiğinde en büyük devrimi gerçekleştirme gücünde olduğuna inanarak, onun kutsallığını duyarak katılacaksınız. Bütün dinlerin kutsallığı kadar, bütün felsefenin derinliği kadar, politikanın da en sağlam gerçekçi bir okulu olarak, buranın geliştirdiğini görerek bir yaklaşım sergileyeceksiniz. Hatta ekonomiden tutalım, sanata kadar, özünde burada kazanıldığına emin olacaksınız. Ekonomi biliminin de okuludur, sanatın da okuludur. Yaşınız uygun bu okulu öğrenmeye. "En çok biliyorum" diyenler de çok öğrenebilir. Çünkü çok derinlikli bir okul. "En yeniyim" diyenlere de hemen abeceyi öğrenir gibi sadeliği, basitliği olan bir okuldur.
Umarın yani şimdiye kadar ki şekilsizlikleriniz, burjuva okulları, o feodal aile okullarında ne kadar gelişmiş olursanız olsun, madem okulumuza adım attınız, dediğim gibi ister en eskiler, ister en yeniler bu çerçeveyi esas alarak, mükemmel bir çıkışa kavuşabilirler. İsteyen askeri dalda, isteyen diplomatik politik dalda isteyen kültürel dalda, isteyen ekonomik dalda, hepsini öğretiyor. Zaten bir kişi istiyorsa bütün bu dallarda bir organizatör olabilir. Duruma göre nerede, hangi görevi olsa kesinlikle ona güç getirebilir.
Bu temelde tekrar yeni gelenlerle birlikte -ki her gün yeni gelir gibisiniz buraya- okulumuzun gerçek bir öğrenci olmaya büyük bir gönüllülükle birlikte, istekle, azimle olduğu kadar ilgiyle, katılmaya, anlamaya gerekli olanı almaya çağırıyoruz. Temel çıkışınızı, bu çerçevede amaca yeterliliği sağlayıncaya kadar, yine gereklerini özümsemeye teneffüs ettiğiniz havadan, içtiğiniz sudan daha öncelikli olur. Olmaya çağırıyorum.
Şimdi isterseniz çok kapsamlı sorular sorduktan sonra diyaloglar geliştirelim. Daha benden özellikle derinleştirmesini istediğiniz hususlar nelerdir? Diyaloglar bana göre en iyi öğrenme metotlarından birisidir. Ve bunu çok özgün yürütüyoruz burada. Katılımı, paylaşımı geliştirmede çok etkilidir. Kişisel anlamda değerlendirmeyin, geliştirilen ikili diyaloglar, bütün yapıya çözümleme düzeyi kazandırır. Ben özellikle diyaloglarımda, çözümlenen kişi değil, onun şahsında temsil edilen neyse odur. Ve verilmesi gereken neyse o kadardır. Cevaptır yani. Müthiş soru cevap ikilemi ifade ediliyor. Bütün bilimleri süzgecinden geçiren sorgulanmayla birlikte cevaplamayı gerçekleştiriyor. Diyaloglarda kim bulunmak istiyor, önce gönüllü olan var mı? Basitten mi, karmaşık olandan mı başlayalım? Konular önceliği, en can alıcı konular. Söyleyin ki verimli kullanalım. Çünkü bizim için bir gün bir tarih ve gelecektir. Hiç hafife almaya değmez. Bir günde dünya yeniden kurulur, yeniden inşa edilir. Bu denli değeri vardır. Kesinlikle!
…
Bugünkü toplantımızı, böyle bir çok soruna cevap veren bir çerçeve dahilinde değerlendirmeye çalıştık. Anlamlıdır, ısrarla üzerinde durmanız gerekiyor. Kesinlikle burası bir öğrenme yeridir, burasını vurguluyorum yani; yaşama bakış açılarınızdan tutalım, çok pratik askerleşme esaslarımıza kadar, estetik hususlardan tutalım, ekonomik özelliklerimize kadar burada üretme işi önemlidir, öğrenme çok gereklidir. Yeterliliği zorluyoruz ve daha çok da size bağlıdır. Kendi payıma önemli bir çaba içinde olduğuma eminim. Zorlandığınızı biliyorum. Halk tarzında böyle olur. Geliş tarzınız, katılış durumunuz, geçmişiniz okulumuz için ciddi bir engel değil. Fakat çok eleştirilen, yüzeysel algı, ilgi düzeyi zayıf alışkanlıkların da oldukça inatçı ve bunu dayandırdığınız düzen gerçeğini, peşinen gerekirse bıçakla keser gibi bir tarafa atmanız gerekiyor. % 1 tutunacak yanlarınız da varsa onu esas almalıyız.
Şimdi büyük bir terbiye ki, şu anlama geliyor; en eski arkadaşımızda bile görüyorsunuz, bu işin vazgeçilmez bir gereğidir. Biz bu halk adına, o işte terbiye denilen, aileden kalma, bilmem sokaktan edinilen düzenin okullarından, çalışma sahalarından edinilen her şeye kuşkuyla bakılıyor. Bunları kirli bir elbise gibi üzerimizde tutuyoruz, atacağız. Kendimize özgü olan yaşamın amaçlarını, onun araçlarını özünü ve biçimlerini, heves arzusu ve duygularını aynı zamanda yüksek bir anlayış ve onun ilkelerini bütünlüklü olarak burada öğreneceğiz. Bu hiç sizi sıkmamak değil, tam tersine büyük bir rahatlığa, çetin kişiliğe, kolay olmayacak çetin ama; anlamı olan bir kişiliğe, onun yaşamına kesinlikle ulaştırmak, bunun için sağlam başlangıçları yaptırmaktır.
Okulumuzun bu gücü, hele bu son günlerde hayli artmıştır. En olgun dönemini yaşıyor. Kesinlikle burada verilen dersler, sadece PKK bünyesi için değil, bütün ulusal düzey ve hatta giderek etkilediğimiz insanlığı da kapsamı içine alacak ve etkileyecektir. Savaşta az çok dayanmış insanlarsınız, bu sadece buradaki dayanma için bir başlangıçtır. Savaşımızın en zorlusu burada verilmekte, anlayış savaşı, alışkanlıklarını yenme, zafer kişiliğine kendini yatırma alışkanlığı veya terbiyesi. Bu çok zor gelebilir size. Ben bir kaç ayınızı istiyorum, fazla değil. Kesinlikle yüzeysel, es geçer gibi yaklaşmasın. Boğulurcasına dayanamıyoruz diye öyle kendinizi fazla zora sokmaya da gerek yok. Bu, anlamı olan önemli sonuçları yaşam boyu olumlu tarzda ve dediğim gibi zafere ulaşacak kişilikleri de ortaya çıkarmayı amaçlıyor. İddialıyız. Şimdiye kadar yaptıklarımız bundan sonra yapacaklarımızın en iyi göstergesidir. Düşünün, herkes "mucizeler" diyor, biz mucize demiyoruz. Emeğimizle, inançlarımızla ve giderek gelişen düşünce eylemimizle, biz bunu ortaya koyduk. Neden zaferi kesinleştiren tarza kendimizi artık yakıştırmayalım? Büyük şehitleriyle, büyük açılarıyla, işkenceleriyle bu hareket adına yapılanlar bu hale geldikten sonra, bundan sonrasını sadece ve sadece zafer için ele alacağız. Açık söylüyorum, okulumuzun bu aşamadaki en temel özelliği, her saha için beklenen zafer kadrosunu ortaya çıkarmaktır. Ben hiç bir yıl bu kadar kesin konuşmuyordum. Bu süreçte kesin bunu belirtiyorum. Bunun anlamını adeta bıçakla kazır gibi, beyninize yüreğinize kazıyacaksınız. "Anlamadık" filan demeyin. Beni basite alan yanılmıştır. Düşman bu yanılgıyı tarihte görmemiş bir biçimde ödemiştir. Bizim içimizdeki yanılgılı kişilikler de ağır ödemişlerdir. Dua etsinler ki biz inanılmaz ölçüde insanı kurtarma çabası içindeyiz. Yoksa çok az kişi sizde sağ kalırdı. Ama ne mutlu ki, bu günlere gelebildiniz. Bunu takdir edin ve artık biraz da vicdana gelerek başarı tarzını kendinize yakıştırın. Hazırlıklı olmayı bilirsiniz. Buradaki hazırlık fena sayılmaz. Birçok yönüyle yetersiz, yürekler acınacak bir durumda da olabilirsiniz. Burada bunu da giderebilirsiniz.
Ben bu işi ta kendimi tanıdığım yaşlardan beri, neydi o? İlk gözlerimi açtığımda, ilkeli mi deseni veya özgürlüğü esas alan bir yaklaşımla buraya kadar getirdim. Yıllarca birkaç kuruş para peşinde, bir kaç ilişki peşinde koşan bir adamım. Hiç bir bacak benim kadar yol aşındırmamıştır bu ilkeler, davalar temelinde. Ama görüyorsunuz ki, yani boşa gitmedi bu yıllar. Büyük sonuç verdi. Hatta bu ülke, bu halk için tek sonuç veren yol, yöntemdir.
Bu anlaşılmıştır. Kendi önyargılarınızda ısrar etmenin hiçbir anlamı yok. Benden daha çok siz başarıya susamışsınızdır. Özlemlerinizin gerçekleşmesi benimkinden daha çok sizin için gereklidir. Özlemlerimiz için gerekli. Emeklerimiz var, onun başarıya ihtiyacı vardır. Ben az çok ortada bunu biraz kendime yedirdim, kanıtladım. Benden daha fazla şiddetle sizin ihtiyacınız var. Bu halk artık, bunu mutlak görüyor. En oportünisti bile, "başarı gerek" diyor. En iflah olmazı bile artık imana doğru geliyor. Biz bu işin öncüsüyüz. Neden kendimizle layık olan, oldukça da emek harcamış olarak, onu herkesten daha fazla kendimizi ortaya koyarak, göstermiş militanlar olarak, gerekirse tam basan mı, ona da varız, herhangi bir dönemden daha fazla bu dönem diyor ki, bu işe bu tarzda yürüyebilirisin. Bunun ne anlama geldiğini sanırım bu kadar derli toplu, inisiyatifli olarak şimdi görüyorsunuz. Ben her zaman yeterince de ilgiyle işin içindeyim. Sorumlulukların en iyisini bundan sonra daha iyi göstereceğim. Fakat sizin de dediğim gibi eski türden değil, anladığınız anlamda da değil, yani tür diyorum ben buna, çerçeve üstüne çerçeve çiziyorum, onda yerinizi yapacaksınız, kendinizi göreceksiniz. Tekrar vurguluyorum, ben emrettiğim için değil, size çok gerekli olduğu içindir. Bu kendini yeniden kurumlaştırmayı, kendini yeniden tarz, üslup, hitap gücüne, tempoya özellikle kavuşturmayı, içerik noksanlığı varsa onu da kazıyarak adeta yüreğinde, beyninde onu da kazıyarak kendine oturtmayı, sağlamayı başaran, bu okuldan sağlam, dolayısıyla yüksek başarılı çıksın. Ele aldığı her düzeyde PKK'nin gerçek kahramanlığına yaraşır bir militanı olacaksınız. Gerçek yaşamda zorlukları ne olursa olsun ona katlanmada, bu başarılı katılımın, paylaşımın ve giderek savaşımın militanlığı temelinde gerçekleştirilecektir.
Ben yine bu vesileyle yeni gelenlere, yüksek sorumlu ve başarılı katılmaları kadar, her düzeyde sorgulanan kişiliklerimizin de örnek bir çıkışta ve en yeniyim diye katılanların da, gerçek hakiki bir PKK'nin en genç adayı biçiminde sonuna kadar kendilerine güvenebileceklerini ve başaracaklarına da inanmalarını diliyorum, bekliyorum.
Başarılar.
18 Ocak 1997
Reber APO
- Ayrıntılar
PKK hareketi olarak verdiğimiz mücadele ve amaçlarımız uğruna ödediğimiz bedellerin, sonucunda önemli gelişmeleri elde etmiş bulunmaktayız. İdeolojik anlamda da, siyasi anlamda da daha şimdiden dengeleri zorluyoruz. Türkiye dengesi zaten alt-üst olmuştur. Bölge dengelerine de tamamen oturmuş durumdayız. Olası bir devrim, sonuca giden bir devrim, Türkiye’yi ardına kadar devrime açmakla kalmayacak, Ortadoğu’yu da ve giderek dünya dengelerini de çok önemli bir konuma sürükleyecek siyasi gelişmeye yol açabilecektir. Bu nedenle ABD ideologlarının, diplomatlarının iki de bir “Kürt sorunu dünyanın şu anda en önemli sorunudur” demeleri, yine “PKK, en tehlikeli terör örgütüdür” deyip işi uluslararası yasaklamalara kadar götürmeye öncülük etmeleri tesadüf olmadığı gibi, mevcut gelişmemize de bir cevaptır.
Emperyalizm, ne kadar haklı olsak da, ağzına doladığı insan hakları, programlarına ne kadar aykırı gelse de, en insanlık dışı uygulamaları temsil etse de, TC faşizmini bu kadar ayakta tutmak istemesi ve her türlü desteği sunarak bütün suçlarını gizlemesi, aklaması onun ancak devrimimizin içeriğinden duyduğu endişeyle, korkuyla izah edilebilir. Kürt milliyetçiliğinin arkasında yer aldığını veya en azından kendisine bağlı bazı işbirlikçi, kişi veya örgütlerce durumu kontrol ettiği biliniyor.
Mesele ucuz bir Kürtçülükse, ABD bunun arkasında, ama içine bizim yürüttüğümüz devrimin gerçekleşmesi olayı girince, onu dehşete düşürüyor. Ve neredeyse Çekiç Güç, Irak rejiminden ziyade, bize doğrultulmuş gibidir. Son dönemlerde bu açıkça dile getirildi, nedenler gösterildi. PKK karşıtı Çekiş Güç, yani bir anlamda da “Kürdistan Devrimi’ne karşı alınan tedbirdir” deniliyor ki bu doğrudur. Yoksa Türk parlamentosunun Güneydeki Kürt devletinin kuruluşuna yardımcı olması düşünülemez. O kadar sıkıştırılmıştır ki, bir önleme hareketi olarak, Güneyde bir Kürt işbirlikçi federe devleti kurulsa ve eğer bu biraz Güneyde devrimi sıkıştıracaksa, bunu bile ehven-i şer olarak görüp desteklemek durumunda kalabiliyorlar.
Güney federe devleti gerçeği de, aslında olası bir devrimsel gelişmeye karşı alınan bir kontrol mekanizmasıdır. Bu da şimdi daha iyi anlaşılmıştır. Federe devlet, her zamankinden daha fazla, Kürdistan’da gelişmelerin bir kontrol aracı olarak elde tutuluyor. Parlamentodaki son tartışmalar, işin özünün bu olduğunu açığa vurmuştur. Ayrıca şunu söyleyemiyorlar; “biz bir Kürt devletçiği kuruyoruz, bunun sebebi PKK’dir” diyemiyorlar. Böyle deseler kamuoyunun farklı tepkilerini alırlar, Kürdistan halkından farklı tepkiler alırlar. “İnsan halklarına karşı, Irak rejiminden gelen büyük tehlikeye karşı kuruyoruz” diyorlar. Kendi kamuoyunu bununla aldatıyor ve özellikle PKK’ye karşı da ustaca bir taktikle tavır belirleme oluyor.
Bu ayda geliştirilecek Ortadoğu görüşmelerinde, özellikle ABD dışişlerinin, şimdi de Suriye’yle yaptıkları görüşmelerde, Filistin meselesinden ve hatta Suriye’nin İsrail’le olan meselesinden daha çok, PKK’yi tartışmaya getirmek istemeleri, bölgedeki siyasi ağırlığımızın ne düzeye gelmiş olduğunu veya nasıl değerlendirildiğini ortaya koyuyor. ABD’yi Filistin-Suriye-İsrail meselesinden daha ziyade, Kürdistan’daki gelişmeler ilgilendirmektedir.
Demek ki, ideolojik-siyasi gelişme Kürdistan tarihinde çok önemli bir aşamaya gelmiştir. Eğer bağlı kalınırsa, sonuçları önümüzdeki yıllarda da hayli büyük olacaktır. En önemlisi partinin içyapısındaki netleştirilmenin çok ileri boyutlu bir çözümlemeye tabi tutulmasıdır. 1994’ün üzerine giderken, partinin içi o kadar aydınlatılıyor, ayrıştırılıyor, netleştiriliyor ki, belki de hiçbir parti tarihinde, yalnız çağdaş partiler için değil, tarihi birçok parti diyebileceğimiz oluşumlarında görülmeyen bir doğru ile yanlışı, sahte ile sağlamı ayırt etme yöntemi ve onun başarıyla uygulanması söz konusu. Hiçbir partinin bu anlamda insanı bizim gibi çözümlemeye tabi tuttuğu, bilimsel yaklaşımını adeta en kapsamlı bir operasyona tabi tuttuğu görülmemiştir. Psikolojiyle siyaset arasındaki ilişki oldukça bilime uygun ve hatta örnek düzeyinde gerçekleştirilmiştir.
Örgütlülük ile siyasallık arasındaki ilişki çok açık ortaya konuldu. Siyaset-askerlik arasındaki bağlar en kapsamlı bir biçimde gösterilmişti. Bir kişinin kazanılmasıyla, bir partinin kazanılması veya bir kişinin şahsında bir partinin çürümesine dönüştürülmesi nasıl olur sorularına cevaplar verilmiştir. Birçok devrim tarihine bakalım; sağ sapmalar, tasfiyeler, restorasyonlar çok gelişmişken veya her devrimin başına böyle belalar çok yönlü gelmişken, bizim gibi son derece geri, devrimsel gelişmesini çok az iddialarla, olanaklarla sürdüren, bir o kadar düşmanın çok tecrübeli olduğu, sadece dıştan imha değil, içten de hatta yarattığı kişilikle çok kısa bir süre içinde sonuca gidebileceği ortadayken, bizim bu kadar uzun süreli bir partileşmeyi gerçekleştirmemiz, büyük bir özenle üzerinde durmayı gerektirir ve bu çok önemli bir partileşmedir.
Son dönemlerin partileşme çabaları, büyük bir kuvvetin nasıl geliştirilebileceğini, belki de dünyada örnek bir şekilde gösterebilir. Çünkü uygulanan, sadece kaba bir Türk sömürgeciliği değildi; onun her türlü yarattığı, dayattığı düşman kişilik değildi. Şunu gösterdik; yarattığı kişilik, bilinçli ajandan daha tehlikeli, kişilikler çıkmıştır. Öyle tipler içimizde ortaya çıktı ki, en değme kontraya taş çıkartır. Bunu açığa çıkaran bir hareketiz. Hiç şüphesiz emperyalizmin de bütün deneylerini bize dayatması söz konusu, onu görmek ve özellikle son ABD, Avrupa saldırılarını göz önüne getirdiğimizde, ister bizi işbirlikçiliğe çekmede olsun, ister bizi emperyalizmin üstünlük arz eden yaşamına katarak olsun, bu mümkündür. Birçok işbirlikçi devreye sokarak etkisizleştirmesi mümkündür.
Bütün bunlara karşı büyük bir parti mücadelesi verilmiştir. Örgütsel mücadele, yaşam mücadelesi verilmiş ve başarı kazanmıştır. Demek ki, öncülük anlamında kazanımlar oldukça ileri olduğu gibi, 1994’ün kazanılmasının da yönünü veya boyutlarını oluşturmak, böylesine sağlamlaşan parti içi yaşam, özellikle bunca provokasyon ve tasfiyeciliğe karşı kendisini böylesine çelikleştiren demiyorum, en önemlisi değerlendirme kabiliyetine dönüştüren bir parti, bir çok gelişmeyi daha şimdiden kendi kapsamına almıştır, gelişmeye eşlik, öncülük edebilir.
Hiç şüphesiz bu derinlikli, kendini gittikçe yüzeye vuran bir gelişme olmakla birlikte, en önemli gelişmeyi yine savaşta, ordulaşmada, geldiğimiz seviyede gösterebiliriz. Ajitasyon, propaganda ve kitleselleşme faaliyetlerine ulaşmak önemlidir. Hilvan-Siverek direnişi, bir anlamda silahlı propaganda direnişidir. Onun da sonuçlarının hayli önemli olduğu, eğer devamını getirmezsen, partiyi boğuntuya götürmek için kendi başına yeterli olabileceğini, silaha başvurmanın önemi kadar, silahlı mücadeleyi sürdürmenin ondan daha önemli olduğu, bu silahlı propaganda döneminde de kendini oldukça kanıtladı. 15 Ağustos Atılımı, bir anlamda gerilla yanı ağır basan bir silahlı propagandaydı, ama gerilla yaratıcılığı, gerilla sorumluluğu, dayanıklılığı gösterilemediği için, adeta çakılıp kaldı.
1990’larda, gerillanın yürütülebileceği kanıtlandı. Gerillanın Kürdistan’da savaşı yürütebileceğinin kanıtlanması büyük bir olay ve aşamadır. Sanıldığı gibi kolay sağlanması şurada kalsın, birçok tarihi hareketin pratiğinde görülmeyecek iç ve dış çalışmalar söz konusudur. Hiçbir hareketin tarihinde görülmemiş hazırlıklar söz konusudur. Yurtdışında binlerce gerilla adayının hazırlanıp donatılması söz konusudur. Bunu son yıllarda, hem de içte ve dışta her türlü engellemelere karşı, düşmanca yürütülen, her türlü olumsuzluklara karşı sağlayabildik. Bu açıdan önemlidir. 1993’ün deneyimi, gösterdi ki, savaşta bir adım daha ileri gitmek, biçim değişikliğine gitmek bizi zorluyor. Hem ordu kuruluşunda, hem de savaş biçiminin geliştirilmesinde biçim değişikliğini sağlamamız gerekir. Son gelen cephe haberlerinde de bunu açıkça görmekteyiz.
Önemli bir gelişmenin de siyasal ve diplomatik olacağı anlaşılıyor. Gerek düşman cephesindeki başarılı olmayışın getirdiği tıkanıklıklar ve gerekse Türk sömürgeciliğiyle, ağa-babası emperyalistler arasındaki ilişkiler, yine bölge devletleriyle olan çelişkilerin, bütün ağırlığı diplomasi de anti-PKK boyutuna indirgemiştir. Kendi deyişiyle, “1993’ü bütünüyle diplomaside, PKK’yi uluslararası sahada kuşatma, tecrit etme ve desteğini kesme” biçiminde değerlendirdikleri ve bunda da sözüm ona kendilerine göre önemli sonuçlara ulaştıkları, yine kendilerine göre 1994’ün girişinde bunu kendileri için hayli umut verici bir gelişme olduğu, bunun küçümsenmemesi gerektiğini söylüyorlar.
Mevcut hükümet iç siyasi gelişmelerinde de buna dayanarak puan toplamaya çalışıyor. “On yıldır yapılamayanı ben yaptım” diyor. “Bunun karşılığını, yerel seçimlerde destelenerek görmeliyim” diyor. Zaten yerel seçimler en önemli sorundur. O da tümüyle bizim mücadelemizin etrafında düğümlenmektedir. Yerel seçimler Kürdistan’da olacak mı, olmayacak mı? Hala tartışılıyor. Partiler bu konuda bir çıkmaz içindedir, siyasi yaşam durmuştur. Aşılması için her gün uğraşı veriliyor. 1994 için bu gelişmelerin önemli bir diplomatik faaliyeti ve siyasi faaliyeti kaçınılmaz kıldığı anlaşılırdır. Hiç şüphesiz, bu faaliyet biçimlerinde yoğunlaşmayı gerektirir.
Bazı genellemelerle, ideolojik katılık arz eden yaklaşımlarla, politik esneklik adı altında her türlü işbirliğine açık yaklaşımlarla; devrimin yarar görmesi şurada kalsın, çok ciddi sakıncalarla karşı karşıya getirebilir ki, her ikisi de bizde vahim bir biçimde etkilerini göstermiştir. Sözüm ona ideolojik katılık veya ideolojik dönemin katılığıyla politikaya, diplomasiye yaklaşanlar zarar görüyorlar. Yine siyasette esneklik adı altında veya siyasi yöntem adı altında işbirlikçiliğe kadar giden tiplerin sayısı az değil. Halen bizi de için için uğraştırıyor. Göz ardı etsek de, fazla önem vermesek de, doğru olmadığı gibi, zarar verebilir veya bizi önemli gelişmelerden alıkoyabilir.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, diplomatik-siyasi sahayı ne devrimin aleyhine bir taviz olarak görmek, onun karşıtı olarak ele almak, ne de onun kendiliğinden pasif bir izleyicisiymiş gibi değerlendirmek yerine, her zaman yaptığımız gibi devrimsel gelişmeyi güçlendirecek bir tarzda ele almak ve bunun oldukça inandırıcı ustalığını göstermek fazla değil, çok yaratıcı pratik adımlarla, görünüşte çelişkili de olsa tutum ve davranışları vaktinde sergilemekle bu sağlanır.
Nitekim geçen yılın bağrında, aslında önemli bir diplomatik siyasi atağı biz böyle sağladık. Hiç şüphesiz dönem değişmiştir. Şimdiki gelişme çerçevemiz, geçen yılınkinden daha lehtedir. Diplomatik-siyasi alana müdahale, bizi daha iddialı kılmaktadır. Ezbere, kendiliğinden, özellikle bize çok geçerli olan basmakalıp yaklaşımlarla, bu elverişlilik değerlendirilemez. Yine yaratıcı yaklaşım gerekecek, belki de şimdiye kadar eşine rastlanmayacak tutum ve davranışları yakalamak, sergilemek önem taşır. Her başarılı taktikte olduğu gibi, düşmanın kestiremeyeceği yönelimleri bulmak gerekir. Düşman kontrolüne girmeyecek bir politik ustalığı sürekli gündem de tutmak önem taşır. Kimin ne kadar yarar elde edeceğini, hakimiyet, çalışma tarzına verilecek karşılıkla görmek gerekir. Hiç şüphesiz düşman boş durmaz, tüm gücünü ortaya koyuyor ve bu da büyük bir tecrübe ve özellikle bize yönelik bir yoğunlaşmayla birlikte oluyor.
Düşman diplomatik sahaya özel savaştan daha fazla bel bağlamıştır. Hatta denilebilir ki, özel savaşımla alamadığı sonuçları, diplomasiyle elde etmeye çalışıyor. Yine siyasi faaliyet alanında yediği darbeleri, DEP üzerinde oynayarak ve yine birçok sol çevreyle oynayarak, sosyal-demokratları kullanarak elde etmeye çalışıyor ve oldukça da başarmıştır.
Bizim siyasi sahaya çok sınırlı müdahalelerimiz, şüphesiz olumlu sonuçlar vermiştir, ama düşman bunu kolay bize bırakır gibi de gözükmemektedir. Hiç şüphesiz siyasi gelişmeler aleyhinedir. Bizim gelişmeleri sağlamamız daha fazla imkan halindedir. Çünkü çizgi doğruluğu, haklılığı muazzam sonuç aldırıyor. Onun tükenmiş bir sömürgecilik politikası var. Ne kadar siyasi ustalığı olsa da, onu genel olarak başarısızlığa uğratır, ama bu demek değildir ki, günlük siyasi gelişmeleri de sağlayamaz. Hatta başarabilir de. Gericiliğin de siyaseti var, tükenişin de siyaseti vardır ve bazen devrimi imhaya da götürebilir. Devrimci güçlerin siyasetine, dikkat edilmezse, gereken tedbirler zamanında alınmazsa, özellikle taktik yaratıcılık sergilenmezse, bu hep böyle geçer.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, Kürdistan tarihinde, 1994 diplomasisiyle de önemli çalışmaların ilk defa devrime de biraz hizmet edebileceği, devrimi kullanamayacağı, Kürdistan halkının direnişini eskisi gibi ucuz pazarlayamayacağı bir yıl olma imkânına, onun olanaklarına kavuşur gibidir. Yine onunla birlikte, siyasi gelişme yansımaları, çok yoğun, çarpıcı gelişim göstermektedir. Hem iç, hem dış siyasi gelişmeler, hızlı değişikliklere uğrayana kadar, kapsamıyla, lehte ve aleyhte göstereceği seyirle, beklenmedik çok önemli sonuçlara yol açabilir. Mühim olan burada ideolojiden taviz olmayacağıdır. Sekterizm ve işbirlikçilik eğer gafilce girmişse, bu, en tehlikeli sonuçlara götürebilir. Bu da çok dikkat ister.
Devrimin halen silahlı savaşıma dayanarak geliştiği göz önüne getirildiğinde, onun uzun vadeli amaçları veya uzun vadede gelişmedeki etkileri kadar, günlük olarak sorunlarını görmek de önemlidir. Her zaman müthiş çalışan, savaşan bir ordu bazen kendi içinde çürümeyi de yaşayabilir. Çünkü siyaseti ihmal ediyordur. Nasıl ki yalnız siyasetle, hem de başarılı bir siyasetle çalışma yapıldığında, ordu çalışması olmadığında o güç yürürse, yalnız askeri savaşımla ittifak edip, onun siyasi sonuçlarını görmemek, görüp de değerlendirmemek o orduyu çürütmeye götürebilir. Halka öncülük düzeyinde bir siyasi faaliyetle değerlendirilemeyecek bir ordu çalışması, hak etmediği yenilgilere bile uğrayabilir. Bunu da göz ardı etmeyen bir siyasi çalışmayla, belli ki, hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar, önümüzdeki bu dönemde veya bu yılda hayli bizden çaba isteyecek bir çalışmadır.
Siyaset üzerine çok şey söylendi, siyasi görevler üzerine çokça duruyoruz; yerel seçimlere yönelik tartışmalardan tutalım Ulusal Meclis, eyalet meclisleri nasıl oluşturulur? Yine Serhıldan-cephe çalışmaları nasıl oluşturulur, çalışmaları nasıl sürdürülür? Güneyli güçlerle, komşu devletlerle, hatta emperyalist ülkelerle ilişkiler, diplomatik ilişkiler nasıl geliştirilir? Yönetimimiz ne basmakalıpçı bir tarzda “evet”, ne de “hayır” diyemez. Ak ile kara gibi bir yaklaşımı değil, gözü körcesine bir yaklaşımı değil; ihtiyatını, tedbirini hiçbir zaman elden bırakmayan, ilkede her türlü ilişkiye karşı olmayan, ama hangisini, nerede, nasıl korumak gerektiğini de bir mühendis inceliğiyle seçen tarzda yaklaşacaktır. Bir yerde bir ilişkiyi bırakmak gerekiyorsa mutlaka bırakmak, bir ilişki kurmak gerekiyorsa kurmak, önem vermek gerekiyorsa önem vermek, ikinci plana düşürmek gerekiyorsa ikinci plana düşürmek gerekir. Çok hassas bir yaklaşımla, ayrıntı derecelerine ustalıkla yaklaşmak, başarılı bir siyasi faaliyet için çok gereklidir. Bizde de en az olan çalışma tarzı budur.
Çok zarar gördük, çok büyük siyasi gelişmeleri, çok kötü bir çalışma tarzıyla adeta boşa çıkardık. Bu kadar muazzam kitlesi olan, bu kadar silahlı savaşımla desteklenen bir siyasi çalışma nelere yol önderliğe ulaşmaktır.
Gerek kitle içinde olsun, gerek çok çeşitli sahalardaki temsilciliklerde olsun, parti siyasetimizin doğru temsiline büyük önem düşmektedir. Kaliteli kadro, temsil yeteneği olan kadro büyük önem taşımaktadır. Bizi temsil yeteneği olmayan, çok yetersiz, yeteneksiz kadrolar vardır. Bunu aşmaya çalışıyoruz. Aynı çalışma diplomatik saha için de geçerlidir. Bir de uzmanlaşmadığımız, hassasiyeti oldukça elden bıraktığımız, üstün körü bir çalışma alanı da bu sahadır. Bizim adımıza başkaları adeta bu boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Her türlü reformist, işbirlikçiler, diplomatik desteğini en çok kendilerini kanıtlayabilecek, gelişmelerine yol açabilecek bir çalışma alanı olarak değerlendiriyorlar. Bu boşluğu bizim doldurmamız gerekiyor. Dolayısıyla biraz daha teknik yanı olan ve siyasi temsil yanı güçlü olması gereken kişiliklerin ortaya çıkarılması zor olmayacaktır. Önemini gittikçe hissettiren ve çözüm bekleyen bir sorundur. Önümüzdeki yılda bunu da ileri bir destekle çözüme kavuşturacağız.
Görülüyor ki, 1994’ün Kürdistan için özgürlüklerle dolu bir yıl haline gelmesi bir hayal değil. Güçlü verilere dayalı, gerçek bir gelişme olasılığını ifade etmektedir. Hiç şüphesiz devrimler için fazla rakam verilmez, gerekli de değildir, ama parti öncülüğümüzün nicel ve nitel gelişmesini, her türlü gelişmeye yeterli düzeye getireceği açıktır. Özellikle ordulaşma, savaşım biçiminin gelişim sağlayacağı kesindir. Geçmiş yıllarda on binleri zorladık, önümüzdeki yılda on binlerle hareket eden bir ordulaşmamızın ve her türlü hareketli savaşı da kullanan çok karmaşık bir savaş biçimiyle ülkenin her sahasında savaşan bir silahlı savaşım gücümüzün büyük gelişme göstereceği mevcut verilerden açıkça anlaşılmaktadır.
Diplomatik ve siyasi sahadaki gelişmelerin de, hepsinden daha fazla gelişim göstereceği, çok önemli bir siyasi ordulaşma, siyasi savaşım göreviyle karşı karşıya olduğumuz kadar, onun başarılabilir, çözülebilir olanaklarına daha şimdiden çok sahibiz. Sorunları her ne kadar ağır da olsa, çözüm olanaklarının fazlalığı, bizi oldukça başarılı olma iddiasına ve çalışmasına daha şimdiden götürüyor.
O halde, 1994 yılına miladi takvimle sağlam bir başlangıç yapılmıştır derken abartmasız bir değerlendirmede bulunuyoruz. Bunun Newroz’unu da daha gelişmiş bir hazırlıkla ve hatta oldukça seviye kazanmış bir kararlılıkla yakalayacağımız umudundayız. Parti en derli-toplu hazırlıkları bu zaman dilimi içinde yürütmeyle karşı karşıyadır, yine ordu çalışmaları ilk defa bu kadar derli-toplu, çok büyük bir alanda ve sayıda bunu gerçekleştirmektedir. Daha sonra ister adına barışçıl, demokratik, siyasi gelişme yolu denilsin, ister sert askeri savaşım yolu denilsin, ister hepsi iç içe olsun, bütün bu savaşım biçimlerini zorlayarak yılı kazanacağımız, dolayısıyla özgürlüklerle dolu bir Kürdistan yılı haline getireceğimiz kesindir.
Biz, bu temelde tekrar bütün parti çalışanlarımıza, özellikle onun ordu faaliyetlerinden ileri düzeyde sorumlular başta olmak üzere tüm savaşçılar, yine çok önem kazanan siyasi, diplomatik faaliyetleri de olanaklarımızın elverdiği, zorladığı çerçevede bir başarıya götürmeleri için oldukça dikkatli, çok hassas, sorumluluklarına bağlı bir biçimde yaklaşmaları, bunu yaşam tarzında vuruş tarzıyla karşılamaları, bunun engin çabalarını göstermelerini, tarihi bir fırsat kadar, büyük bir şans olarak da değerlendirmelerini ve mutlaka başarmalarını diliyoruz.
Tekrar bu temelde, hepinizin yılını kutluyor, sağlık ve üstün başarılar diliyor, sevgiler sunuyorum.
REBER APO
Ocak 1994
- Ayrıntılar
Bir yılı geride bırakırken sadece ulusal düzeyde değil, uluslar arası düzeyde de kendini oldukça gündemde ve ayakta tutan, devrimin en iddialı sesi, onun gerçeği olma iddiası kadar, süreç içinde pratik gelişimi başarıyla kanıtlar nitelikte, her gün dirilişin sahibi olduğunu göstermiş bulunmaktayız. Çok ilginç bir deneyim yaşadığımız açık. Uğraşmanın yine anlamlı bir çabasıyla karşı karşıyayız. Bu aynı zamanda, tarihin en eski insanlığının en hakim temsilcileriyle bir karşılaşmasıdır. Yine bu anlamda insanlık tarihi kadar eski ama, en çarpıcı özelliklerle karşı-devrimi esas alan güçlerin başında yer aldığı, birbirlerini anlamaya, kendi deneyimlerinden sonuçlar çıkarmaya büyük özen gösterdikleri çok sıcağı sıcağına bir yaşamsal durumla karşı karşıyayız.
Sizlerle çok uğraştık, uğraştırdık. Biz değişik bir savaş, mücadele ve yaşam biçimi diye tabir ettiğiniz hususlar üzerinde durduk ve en önemlisi de özgür olmaya büyük özen gösterdik. İnsana en yaraşır olana, çok yönlü ilgi gösterdik, bu soylu tutumdan asla vazgeçmedik ve sanıyorum bizim en anlamlı yanımız bu oluyor. Yoksa böyle bir zamanın başka türlü bir karşılığı ne bulunur, ne beklenir. Ancak en soylu özgürlük tutkuları onun arayıcılarının sahip olabilecekleri bir çaba, bir savaşım gerçeğidir. Kendimizi ne başarılıyız diye abartıyoruz, ne de baskılar çok vardır, altından çıkamayız biçiminde bir karamsarlığa kaptırıyoruz. Ve her zaman söylediğim gibi, kendimiz uğraşıyoruz, insana inanıyoruz, insanı esas alıyoruz, insanın gücüne güveniyoruz; onunla uğraşıldığında arzulanan ve hele insan gerçeğiyle fazla bağlantısını koparmamışsa en sonuç alıcı olanın bu yönlü çaba olacağına kendimizi inandırmışız. Bilinçlenmemizde böyle bir temelden kaynaklanıyor. Böylece adına hareketimiz denilen ve oldukça da etkileyici, çarpıcı, sonuç alıcı bir gelişme söz konusu olmuştur.
Dünyaya ne kadar gerçekleri anlatabildik, bırakalım onları, sizlere ne kadar anlatabiliyoruz? Nerede nasıl kaybettiniz, nerede nasıl yaşadınız, nerede nasıl her gün darbe yiyorsunuz, nerede nasıl ölmüşsünüz, nerede nasıl yenilmişsiniz, nerede nasıl yürütebilirsiniz, diriltebilirsiniz, mümkünse başarabilirsiniz? Bütün bu hususlar bizi çok yakından ilgilendiriyor. Kendi payıma, adına ne tür yaşam denilirse denilsin özellikle baskıyı temsil eden güçlerin amaçlarına cevap teşkil edecek bir gelişmeyi her zaman arayıp sorarım. Bunu garantileme biçiminde bir yürüyüş olmuştur. Fakat bu bizim için sıradan bir kalkan olma gerçeğidir. Daha fazlasını ve en önemli gelişmeleri kendi bünyemizde ortaya çıkarmaya daha fazla bir ilgi gösterdik. Zaten o olmadan da kaba anlamda fazla bir gelişme sağlanamaz. Sizlerle ilgilenmeye değer verdik, hiç kimsenin cesaret edemeyeceği kadar, değmeyeceği kadar biz bu gücü gösterdik. Ne kadar zayıfsınız değilsiniz o ayrı bir mesele, kendimize göre bir yol-yöntem de tutturduk aslında. Etkili olduğu, insanlığın temel gerçekliğine cevap verdiği şimdi biraz daha iyi anlaşılıyor. Tabii aptal olmamaya büyük özen gösterdik. Özellikle uzun süre kendimizi gaflete, aptallığa şu veya bu yönlü yanlışlığa, her türlü abartmaya, çok gerçeklerin dışında göstermeye düşmemeye, böyle konumları işgal etmemeye, onun yerine daha farklı, daha doğru ve bir yerde aykırı olanı yakalamaya büyük özen gösterdik.
Adına Önderlik Gerçeği denilen, parti gerçeği denilen bazı gelişmeleri sağlamaya çalışıyoruz. Doğrusu, halen bizim düşünüp yaptığımız gibi yapmadığınızı hemen belirtmeliyim. Bütün fedakârlık, cesaret, çabalarınıza rağmen yolun neresindesiniz, yolda nasıl yürüyorsunuz, sorununuz bu olacak. Bazı gevezeler söylese de kesin sonuç alma anlamında fazla iddialı konuşamıyor. Yeniden yapılanma konusunda kişilik olarak sahip olduğu malzemeler hem çok gevşek, hem de her ne kadar ilgili ve iddialı olmamızı engellemiyorsa da, kendiniz açısından, özellikle yaşanmaz pratik nedeniyle aynı iddiayı taşıyamıyoruz veya şansınızı pek iyi kullandığınızı söyleyemeyiz. Şüphesiz bunun kölelikle çok yakın ilişkisi var, bebeklikten itibaren yetişme tarzınızla çok yakın ilişkisi var. Ve büyük bir öfke duyuyorum; bunlar nasıl yetiştirildiler, yetiştirilirken acaba hangi yanlışlıklar, hatta pislikler, kirler bunların kulağına, gözüne duyularına aktı? Bu kadar ülkeye yabancı, kendi kişiliklerine yabancı, kendi insani gerçeğine yabancı kişilikler nasıl oluyor? Çok erken yaşlardan itibaren derinliğine sorgulanan ve halen cevabı aranan sorular bunlardır. Bu lanetli soy iddianızda nasıl böyle boy verdiniz? Basit adamlar, yaramaz kişilikler neden bu kadar aldandı? İnsan kendine eder de bu kadar mı eder? Neden güçlü bir eylemin ve sözün sahibi olmayı akıllarına getiremiyorlar? Bu sorular bizim için çok önemli.
Mesele burada kötü bir ölümü tercih etmek değildir. Yaşama doğru bir cevap neden olunamadı, bir saygısı neden gelişemedi? Devrim, bir anlamda bütün bu sorulara cevap vermenin eylemidir de. Bizim düşünce tarzımızda doğruları kaba anlamda sıralamak, öyle bir düzgün yürüyüşle yürümek fazla iç açıcı veya sonuç alıcı gibi gelmiyor. Bu tip bir yürüyüşün yanılgılarla, oldukça da yenilgilerle, başarsa bile oluşturacağı düzenin büyük hastalıklarıyla, yanlışlıklarıyla yüklü olacağını gösteriyor. Özellikle sosyalizm adına yaşanılan deneyimler, bizim bu konuda daha da derinleşmemizi ve fazla kendimize yakıştırmamakla birlikte, olası tehlikelere düşmemek için özenli olmaya zorluyor veya bu yönlü niteliklerimizi daha da gün ışığına çıkarmaya, hareketimizi bu temelde biraz daha doğru ve farklı kılmaya itiyor.
Görüyorsunuz ki, bizim eylem tam bir gönüllülük eylemi ama, müthiş zorunluluklarla içine girilir. Bu kadar gönüllü ve bu kadar disiplinli bir harekettir. Şüphesiz sizlerle bir tartışma geliştirmek isterdim, bunu büyük bir halka da yansıtmak istedik, tartışma sizlerle ve halkla gelişiyor, ordulaşabilirdi aslında. Her yerde birisiyle; kendi gerçekliğine ihanet etmiş, derin bir gafleti yaşayan kişilerin diplomasiyle alakalarına dönüp bazı şeyleri yeniden açmaya ve mümkünse yeni yaklaşımları gözden geçirmeye, ikna etmeye çalıştık. Söz de bunun içindi, eylem de bunun içindi. Küçük amaçlarımızdan birisi de buydu ve oluyor. Kendi yaklaşımımda insanla ilgilenmeyi en üst düzeyde götürdüğüm gibi, öyle ahbap-çavuşluğa gelmem, senli benli olmaya gelmem, sınır çizerim, seviye farkını gözden kaçırmamaya ve daha değerli yücelikleri esas aldırmaya büyük özen gösteririm. İnsan topluluğu hele bu topluluk bizim gibi birbirinden kaçan, birbirine en çok kötülüğü yapan, birey bile diyemeyeceğimiz bir ucube olayı, ilişkiyi, kişiliği tartışmaya çekme, uğraşıya çekme hatta ordulaşmaya tabi tutabilmek çok önemli.
Bizim bütün tutkumuz, tedbirimiz bunun içindi ve o da biraz gerçekleşiyor. Göstermelik tutumlardan hoşlanmayız, ciddiyete, tutarlılığa büyük özen gösteririz. Lafazanlıktan hiç hoşlanmayız ama, içtenlik, özdenlik yüksek takdir toplar. Zavallılık, alçaltıcı davranışlar, ucuz yaşayan duygulara boğulmuş ilişkiler bizde öfke, hatta iğrenç de karşılanır. Şu farkları ortaya koymaya çalışırız; her şey bir kötü yığın değildir veya çöplüğe atılmış sayılmaz; farklar yaratabilmek, birileri yerle bir edilirken, birileri veya bazı şeyler yerle bir edilirken bazı şeyler yükseltilmeli. Hem daha iyi görür, hem daha iyi yaşam farkı geliştirilebilir. Bunlar gece-gündüz kendi kendimize sorduğumuz sorulardır. Bu mevcut eylemler de bir yerde bütün bu hususların açıklığa kavuşturulması içindi. Başka türlü sizin gibi enkazları anlamak çok zor oluyor. Tarihin oldukça dökülmüş, lime lime olmuş, belki de iskeletini canlandırmak imkansızdır. Sizin en büyük hatalarınız; yaşama fazla saygılı olmayı bilememenizdir. Kendime karşı çok acımasızım aslında, ama en olumlu yanım da yaşama karşı saygılı olmak istediğimi söyleyebilirim. Ama nasıl bir saygı, bunu kavramak çok önemli.
Sıkça soruyorum; bu insanlar neden yaşama karşı saygıyla işe başlamadılar? Çünkü bütün hal ve hareketlerine baktığımızda insanın dehşetle karşılayacağı bir yığın husus var. Eylemimim hemen hemen bütünüyle kurtarmak istediği budur. Çünkü bize layık görüleni biliyorsunuz; her türlü ihmal, baskı, düşmanın sınırsız boz gez, ez geç, bozdum-bozarım, sil-dök, ne yaparsan yap, bu kadar reva görülen bir gerçek! Böyle oldu mu sana ortada saygı diye bir şeyin varlığından bahsedilemez. Mesela size bakıyorum, nasıl kendinizi böyle bir durumda tuttuğunuza şaşıyorum. Hatta diğer insanlara benzer yaşayabileceğinizi, daha da kötüsü, bir hırs, kötü bir kendini beğenme yaklaşımıyla dopdolu olduğunuzu gördükçe endişelerin olmaması mümkün değil. Kötü olan, kendi gerçeği karşısındaki gaflettir.
Ben halen bütün bu çabalarda; bir şeyler oldu, bir şeyler yapıldı denilmesine rağmen, gerçeğimizi ne kadar saygılı kıldık, ne kadar biraz özgürleşti diyemiyorum. Ciddi bir engeliniz, sizin olacak bir başarınız olmadığı halde kendinizi ne kadar hızla döndürebilirsiniz veya çok haksız temellerde avlanabilirsiniz? Veya hiçe de sayabilirsiniz? Şimdi bütün var olan sorunlardır. Ben sizlerden çok yüksek bilgili olmama rağmen, buraları bile düşmanın bütün amansız takiplerine rağmen, “günlük olarak takip altındadır, bilmem nefes alamaz durumdadır, bilmem şöyle teslim alacağız” demesine rağmen, yine gücümü ortaya koyabilir ve insanımızla, halkımızla, adı parti denilen toplulukla ne kadar özgür uğraştığımı ispatlamış bulunuyorum. En çok sıkıştığım, çalışamaz, yürütemez, üretemez denildiği bir dönemde hatta günlerde bile en verimli, en anlamlı, en sonuç alıcı bir çabanın içindeyim. Kendi kendime de tutarlı, saygılı olmanın bir ifadesi olarak da bunu değerlendirebiliriz.
Bazı sonuçları almaya devam edeceğiz. Ama düşünün, geniş alanlar olduğu halde, geniş yetkiler verdiğimiz halde, acaba güç toplattığımız kişiler konumuna ne kadar layık olabiliyorsunuz, ne kadar değerlendirebiliyorsunuz? Çok az. Bilinir Z.’lerin hamal çalışması, herkese hizmet etmesi, herkesin askeri, herkesin hamalı olması meşhurdur. PKK bünyesinde de bu tip çabaların fazla anlam ifade etmeyeceği açık. Kabul edilebilir bir çaba, bir çalışma çok önemli. Acaba PKK içinde veya ordulaşmamız içinde adını-sanını daha fazla duyuran kaç kişi çıkabilir? Acaba kaç kişi yüksek saygıdeğer bir çabayı gerçekleştiriyor; hem sonuç alıyor, hem de ardına kadar yenilgiye kapalı, yaşamı tamamen özgürce yakalamıştır; hem kurtarıyor, hem güzelleştiriyor, hatta düşmanın bütün dayatmalarını sadece boşa çıkarmakla kalmıyor, ona ölümcül darbeleri indiriyor? Bu nitelikte bir devrimciliği fazla göremiyoruz. Ben kendimi bile bu ölçülerde değerlendirdiğimde, sadece durumu biraz kurtardığımı söylüyorum. Ahım-şahım olmasa da bazı durumlar kurtarılmıştır. Eğer tam yararlanılsa, ben başarmasam bile bazılarının başarma imkanını son derece arttırmışım.
Tam bunu söylediğimiz noktada bakıyorum bizimkilerin yaptığı, başarma imkanlarını yerle bir etmek. Eski tarihlerine, gerçekliklerine yaraşır davranışlar içerisine girmek. “Şöyle layık olacağız, böyle kazanacağız” diyor, tam burada bir bakıyoruz yaptığını bırakmamış. Bizim savaş, eylem anlayışımız sizinkinden biraz farklı; sizler bizi oldukça uğraştırıyorsunuz. Tarzımızı biraz kendimiz geliştirdik. Sizin tarzınız enkazdan da öteye bir durumu ifade ediyor. Bu gerçekler bizi uğraştırıyor. Biz yine de ilgiyi kesmedik. Mutlaka bir şeyler almalısınız, bir şeylere gelmelisiniz, her biriniz bir yığın durumundasınız veya körler, dilsizler, sağırlar yığınağı. Kim ne derse desin, ben kendimi öyle ucuz başarılarla veya hiç nefes alamazsın denilecek durumlarda kaybetmemeye özen gösterdim. Ne fazla umutlu, ne fazla umutsuzluk veya ne çok önemli başarı, ne çok yaşayamazsın veya kaptıramazsın denilen durumlara kendimi kaptırmadım. Böyle şeylere fazla değer verilmez. Biz kendi işimizi şimdiye kadar nasıl ne alacağımızı ve biraz hal yoluna koyacağımızı gösteriyoruz. Dediğim gibi, ahım-şahım olmayabilir, sıradan olabilir ama, yine de biraz durumları kurtarıyor. Yiğitlik: Bu konuda herkesin saygı duyabileceği bir çalışmayı ortaya çıkarmaktır. Yani sadece bugün için değil, tarihe de böyle bir şey bırakabilmektir.
Başkalarına göre fazla anlamlı bir yaşamımız olmayabilir ama, onlara da söyleyeceklerim vardır: Sen nesin, kimsin? Onların bizim hakkımızda söyledikleri hiçbir şeyi ifade etmiyor. Ama bizim onlar hakkında söylediğimiz çok şeyi ifade ediyor. Umutlarınızı kırmayalım ama, gelişmelerin içine girmişsiniz fakat, öyle sandığınız gibi bu işler ele alınmıyor. Ölmekle de bu işin altından çıkılmaz. Nasıl iyi bir asker olunur, nasıl iyi bir komutan olunur, örgüt nasıl kurulur, idare edilir? Dişe dokunan bir adam yok diyorum. Adam hazır olanı bile değerlendiremiyor, yediği, içtiği hazırdandır. Yoksa biraz emek katarak bir değeri almak umurunda değil. Her şeyin kendimle yaratıldığını söylemiyorum. Kaldı ki benim öyle bireyci bir insan olmadığım da bilinir.
Önderlik çabaları milyonların çabalarının ifadesidir.
Ve onlar adına şüphesiz bazı değerlendirmeleri cesaretle yapıyoruz. Zaten ilgileri, destekleri olmasaydı bireysel irademiz bu kadar konuşturulamazdı, konuştursaydım müthiş bir geveze olurdum ve yaşayamazdım.
Çok önemli çıkışların sahibi olmanızı isterdim. Biliniyor, her gün hizmet etmek istiyorum, hizmet etmeliyim. Karşımızda öyle pratik sahipleri var ki, bunu nereden nasıl ele alabiliriz, buna ne yapabiliriz? İnsan kendini bu kadar acı, bu kadar hor görülecek bir duruma nasıl getirir? diyorum. Benim arkadaşlığımda biliyorsunuz coşku var, şenlik var; kişileri alçak görme, hor görme yoktur. Ama yaratılan durumlar çok istememe rağmen, ağırlıklı bu olduğunu ortaya çıkarıyor. Bütün çabalarda olağanüstü yoldaşlık, ilgi, çözüm gücü var. Fakat imkan-olanaklara rağmen gerilikte ısrar var. Tabii yine o kişinin özelliklerini, konumunu elden bırakmıyoruz. Her zaman söylediğim gibi, ben iyi bir tartışmacıyım, asla baskıya baş vurmadan ama, kendimi de hiç saymadan; bu ister bir devlet olur, ister sıradan bir kişi olur, boşa saymaya, duyarlı, saygılı olmamaya, bunun için her türlü hareketi reva görmeye dur diyeceğiz; biraz kendine gel, biraz saygılı ol dedirtecek konumda tutuyorum. Tamam, ben senin için fazla anlam ifade etmeyebilirim, fazla ciddiye almayabilirsin, ama tartışılacak bir husus varsa hiçe saymam, karşı tarafı veya ilgili bir tarafı bu kadar görmezlikten gelme; şöyle ileriyim, şöyle insan haklarından, bilmem demokratiğim diyorsan, bunun asgari gereklerini anlamaya çalış, ispatlamaya çalış. Böyle mütevazı bir durum, çabanın sahibi olmaya çalışıyoruz. Ve halen de durum budur. Yani sadece düşman karşısında değil, sizlerin de karşısında benim kurtarmaya çalıştığım husus; mütevazı bir tartışma tarafı yaratmak, eşitçe ve özgürce davranabiliyorsa, emeğe saygılı yaklaşıyorsa, sonuna kadar kendini bu konuda açık tutuyorsa, bizim bu konuda oldukça değer verdiğimiz kanıtlanmıştır.
Yapımız, kişilikler bir bebekten daha beter, yine bir despottan daha despot kalmıştır. Kendini bize dayatıyor aslında. Dikendir, kılçıktır, bilmem pisliktir, şu-bu yönleriyle bastırmaya uğraşıyorlarsa bizim direnmemiz gerektiği açıktır. Buna boyun eğmek yakışmaz. En can alıcı yerinden şimdi düşman da dayatıyor, günlük olarak “şöyle yok ederiz” diyor. Diğer yandan bebeklerin bile içine düşmeyecek kadar her an her türlü yıkılmaya, yine değişik bir imha ile yüz yüze olabilecek tavırları dayatırsan, bunun adına da politika dersen, bunlar kimdir, niçin böyle yapıyorlar sorusunu kendimize soracağız ve düşüneceğiz.
Siz, “bizim bunlarla ne ilişkimiz var, ne ilgimiz var?” diyebilirsiniz, ama var. Bilip bilmemek, iyi niyetli olup olmamak da bu konuda o kadar önemli değil. Keşke böyle olmasaydı veya keşke o özellikler fazla etkili olmasaydı da biz fazla sözünü etmeseydik. Herkesin bir yaşamı, bir oyunu var, benim de yaşamım, oyunum biraz böyle. Kendi sahamda kendi tarzımda oyunu veya yaşamı kaybetmemek için müthiş bir yoğunlaşma, kılı kırk yarma, her gün yüklenme, tek bir ana noktada özellikle yıllarca fır dönmeyi iyi bildiğim için karşı tarafın fazla güç ifade etmesi düşünülemez. Benim sanatımı bana karşı kullanıp da beni zor duruma düşürecek güçte değilsiniz ve bu dünya da olsa fazla etkili olamaz. Ben, her şeyi şöyle yapacağım, böyle yapacağım demiyorum ama, kendi sahamda bir mesele de yoğunlaşmaydı, bu meseleyi biz biraz çıkardık ve uğraştık. Adamlar “şöyle ezerek çözeceğiz, ezeriz öyle çözeriz”, tam bir kabadayı tavrı. Madem bu kadar çözme gücün vardı, senin demokrasin vardı niye çözemedin şimdiye kadar? Güya bizi şöyle imha edecekler, geriye kalanı da ABD’nin dünya çapındaki önderliğiyle, sözüm ona Türk demokrasisiyle bütünleştirip bu hareketin işini hal edecekler veya Kürdün işini bitirecekler.
Bu Kürt eskiden beri vardır ve bunların eli altındaydı, bunların demokrasisi eskiden de vardı niye o zaman böyle bir şey düşünmediler veya niye illaki bizi ezerek bu demokratikleşmeyi sağlamak istiyorlar? Oldukça düşündürücü! Kimler bu demokrasiye dahil edilmek isteniyor, kimlerin aracılığıyla, kimlerin ham maddesiyle, kimlerin el gücüyle veya kimler dışlamak isteniyor? Başarırlar veya başarmazlar gibi bir iddiayı da yüksek sesle söylemek istemiyoruz. Bizim söylediğimiz biraz daha mütevazıca, bazı köklü meseleleri, onun ilişki yumağını görebilmek, gösterebilmek, kişiyi kendi bünyesi içinde ortaya çıkarmaktır. Komalıksa, artık yaşam sınırını çoktan geçmişse ölmüştür diyebilmek. Ama yaşam belirtileri güçlüyse ona biraz yardımcı olmak.
Bizim için dünya kocaman bir hastadan ibarettir. Kendimizi böyle hasta gösterirken, dünyanın da fazla sağlıklı olduğunu söyleyemeyiz. Şimdi görüyorsunuz ki, gerçekten eski bir tarih sorunu kadar, en yeni bir insanlık sorunuyla da karşı karşıyayız. En kendimize ait dediğimiz bir şeyde, en dışımızda dediğimiz bir dünyayla iç içeyiz. Ve yine de yol alıyoruz. Çabalarınızı dehşetle karşılıyoruz; bu ne cesaret, bu ne fedakârlık da diyorum kendime ve ben gerçekten öyle gösteremem. Beni ister korkak, ister bencil bulun, nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, sizin tarzınız beni gerçekten çok çeşitli yönleriyle hem endişeye, hem dehşete hatta zaman zaman biraz da hayranlığa da düşürüyor. Bunu fazla makul görmemiz, çok önemli düzeltmelere tabi tutmama da o haliyle çok tehlikeli buluyorum. Neden bu tartışmayı halen sürdürüyoruz? Çünkü bazı noktalarda kaybedilme var, bu kaybedilme de kolay kolay yenilir-yutulur kayıplar değil. Ben sadece şehitlerimizi şöyle anarım demekle de sağlıklı bir anmanın yapılacağı kanısında değilim. Tarihi bile inkar ederek günümüzün kavranabileceğine inanmıyorum. Gelecek içinde fazla bir iddia taşınabileceğini sanmıyorum.
7ARALIK1993
Reber APO
- Ayrıntılar
Yurtsever Kürdistan Halkına!
1994 yılını, tarihimizin bu en zor yılını geride bırakırken, 1995’in, en az bu yıl kadar zor olacağını, ama ondan çok daha fazla başarılı olacağını müjdelerken; sizleri selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Değerli Halkımız!
Yeni bir yıla girerken, hiç şüphesiz yapmamız gereken, geçtiğimiz yılların tarihimiz için, kaderimiz için ne anlama geldiğini çok kısa, ama zihinlerinize, yüreğinize kazırcasına bilince çıkarmak, yüreğinize çekmektir. Neydi 1994? Bunu mutlaka ve tüm yönleriyle bilmemiz lazım.
Düşmanımız Türk faşizmi, barbarlığı, bin yıldır bir iddia peşinde. Binlerce yıldır bu toprakların halkı olan, en eski kültürün, en eski dillerin halkı olan Kürdistan halkını yok etmeyi, bin yıl yetmiyormuş gibi, bu son bir yıl içinde de kesin amaç olarak denedi ve bunu gerçekleştirmek için tarihte denenmedik ne kadar yöntem varsa, hepsini çağımızın en ince yok edici tekniğini kullanarak, uğursuz, lanetli amacına ulaşmak istedi. Öyle ki, kış demedi, kar demedi, bahar demedi, sel demedi, yaz demedi, ateş demedi, güz demedi, soğuk demedi, çılgınca yüklendi. Ve çokça söyledikleri “ya bitecekler, ya bitecekler” sözü, neredeyse kendileri için bir söz haline geldi. Bu büyük bir gelişme!
Sizler de şunu görmektesiniz ki, bu yılı böyle kapatmak; bir halkın en büyük beladan, en büyük zorbadan, en büyük cellattan kurtulması demektir. Bu yılda her şeyi kaybetmek mümkündü. Umudun zerresinin bile elimizde kalmaması mümkündü. Çok gerçekçi olalım, eğer olmadıysa, çok iyi bilmeniz gereken bir mücadeleniz var, bir partiniz var, bir gerillanız var ve onun için amansız, nefes nefese yaşamanız var, bütün bunlara borçluyuz.
Sizlerden de bu yılın doğru anlaşılmasını isteyeceğim. Sadece sizlerin değil, sizden daha fazla gerillamızın, ona öncülük eden partimizin bilmesini isteyeceğim. Çoğunun sandığı gibi kolay geçen bir yıl değildi. Eğer bu yılı büyük bir sorumlulukla, büyük bir azimle, büyük bir bilinçle, büyük bir ustalıkla karşılamasaydık, “vay başımıza gelen” diyecektik. Bunun için neredeyse zamanı durdurduk, neredeyse yaşamımızı durdurduk ve sonuçta bu yılın sizlerin yılı olması için, bu yılın büyük kazanım yılı olması için ne gerekiyorsa onu yaptık. Ve bugün 1994’ün başarılarından memnunsunuz.
Siz Yurtsever Halkımız!
Bu yılda bir çok zorluk çektiniz. Binlerce köyün yakılıp yıkılması bu yılda oldu. Binlerce faili meçhul cinayet bu yılda gerçekleşti. Binleri aşkın gerilla bu yıl için şehit oldu. On bini aşkın insan tutuklandı. Zindanlarda, eşine ender rastlanır bir yılın işkencesi oldu. Ama tüm bunlar neyi kanıtladı? mücadelemizin büyüdüğünü, halkımızın büyüdüğünü, kırıp dökmekle bitmeyeceğini kanıtladı. Ne kadar şehit varsa, o kadar güç vardır; ne kadar yakılıp yıkılma varsa, o kadar bilincine kavuşan, umuda kavuşan halkımız vardır. Zindanın ordusu vardır. Biz onları yaşadığımız için kaybetmiyoruz. Şehitleri kayıp olarak görmüyoruz, zindanı kayıp olarak görmüyoruz. Yakılan yıkılan köyleri kayıp olarak görmüyoruz.
Ancak ne zaman kaybedilir? Eğer sonunu getirmezsek, eğer irade bükülürse, eğer teslim olunursa, o zaman her şey kaybedilir. Ve görüyorsunuz ki, irade çok sağlam, teslimiyet yerle bir edilmiş, umut Ağrı dağı kadar yücelmiştir. Şehitler daha da fazlalaşabilir, bütün Kürdistan’ın köyleri, kentleri, alanları da yıkılabilir. Ama bu sadece daha fazla savaşan bir halkın ortaya çıkmasıdır. Biz bu temelde bu yılın kesin kazanıldığını söylüyoruz. Bunu bütün dost da, düşman da biliyor.
Düşman biraz halkı aldatmak için, biraz da yüreğine su serpmek için kayıplarımızı farklı veriyor. Hayır! Kürdistan tarihinde ilk defa, bu kayıplar en büyük kazanımdır. Daha şimdiden kazanımlara dönüşmüştür. Tanıdığımız büyük şahadetlere eğer bağlı kalınırsa, her birisi yaşayan gerçek bir komutandır. Her faili meçhul cinayete kurban yurtsever hatırlanırsa, büyük bir yurtseverlik kaynağıdır. Her yıkılan Kürt köyü, gerilla için daha fazla açılan bir alandır. Hiç kaybedilen bir şey yok! Bu, bir teselli mesajı da değildir. Sizlere söylediğimiz savaşın gerçekleridir; kaybedilmeyen savaşın, kazanma şansı daha fazlalaşan savaşımımızın gerçeğidir. Bu temelde 1995’e giriyoruz.
Diyoruz ki, 1995, 1994’te kazanılmıştır. 1995’e de sığdıracağımız başka görevler, başka savaşlar, başka kazanımlar yok mudur? Var, hem de daha da fazla. 1994’ün sonuna kadar olanı bir tarafa koyalım, 1995’te olacağı diğer tarafa koyalım. Şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki; 1995 kazanımları bütün geçmiş yılların, bütün PKK tarihinin kazanımlarından daha fazla olacaktır. Bunun sözünü veriyoruz.
1995 yılında neler olacaktır?
Her şeyden önce, bugünlerde partimizin V. Zafer Kurultayı, hedeflerinde halkın iktidarının bir parçasını oluşturma kurultayı olarak şanslı bir çalışmaya kavuşmuştur. Bu çalışmamız, ülkemizin kurtarılmış kutsal topraklarında, silahlarımızın koruması altında gerçekleşirken, denilebilir ki, bin yıldan fazladır tarihimizin altını-üstüne getirerek, insanımızı kılcal damarlarına kadar çözümleyerek, hastalık adına ne varsa onları açığa çıkartıp gidererek, sağlık için, sağlıklı yol adına ne varsa onu da öngörerek, kendimizi son derece sağlıklı bir bünyeye kavuşturmanın çalışması olarak, bu Kongreyi gerçekleştiriyoruz.
Bu Kongre; bir zafer kongresidir, bir iktidar kongresidir. Gerilla ve hareketli savaşın ordu kongresidir. Bu Kongre; kurtarılmış bölgelerde bir parça iktidar kongresidir. Bu Kongre; kurtarılmış bölgelerde halkımızın ulusal iradesinin meclisi kongresidir.
Ülke İçinde ve Dışındaki Değerli Tüm Halkımız!
Bu yıla temel vazgeçilmez haklarınızın gerekleri için, temel görevlerine bağlı yaşama geçiyorsunuz. Yaşam, artık bundan sonra PKK öncülüğüdür, PKK öncülüğünün gerilla ordusudur, onun askeri olarak da düşmanı büyük çaresizlik içine itecek hareketli savaş dönemidir. Bu sizin en temel, bütün yaşamınızı belirleyecek bir savaş yılıdır. Yurtdışındaki halkımız için bir Sürgün Parlamentosu geliştirirken, aynı yıl içinde onun Ulusal Kongresi de ülkemiz içinde, kutsal vatan topraklarında ve bütün Kürdistan parçalarını kucaklayacak bir biçimde gerçekleşecektir. Bu meclisin bir yürütme gücü, bir hükümeti, bir devrimci hükümeti de ortaya çıkacaktır. Artık kendimizi, kendi iktidarımıza da hazır görmeliyiz. Başka iktidarlar, başka düzenler bizim iktidarımız, düzenimiz olamaz.
Bize her zamankinden daha fazla yakın olan kendi öz düzenimiz, öz iktidarımızdır. 1995’te buna her zamankinden daha fazla yakınız ve küçümsenmeyecek adımlarla bu yılı halkımızın iktidar yılı, halkımızın öz düzeni yılı haline getireceğiz. Tüm dostlarımız da bilmeli ki, böylesine bir devrimi öngörmekle, halkımızı böylesine bir devrimle ayağa kaldırmakla ve küçümsenmeyen başarıyı bu yıla taşırmakla, onlara da en layık olanı, bize olan umutları, onun gereklerini yerine getirmiş oluyoruz.
Dostlarımızın güvenlerinde haklı oldukları çok açık ortaya çıkmıştır. İnançlarını, dayanışmalarını daha da arttırsınlar. Başta Türkiye halkının kendisi olmak üzere her ulus, onun ilerici, vicdanlı, sorumlu temsilcileri bilsinler ki, kazanan Kürdistan halkı, kazanan Türkiye halkıdır. Kazanan Kürdistan Devrimi; gerçekleşen Türkiye Devrimidir. Ne kadar zalimlerine karşıysak da, bu zalimlerin halkımızdan daha fazla kendilerinin de zalimi oldukları açıktır.
İşte diyoruz ki, 1995, aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan halklarının da onurlu, eşit ve özgür birliğine en yakın olan bir yıl olacaktır. Türkiye halkı bundan emin olmalı, bu güvenle kendi zalimlerine, sömürücülerine karşı gerekli adımları başarıyla atmalıdır.
Biz 1995’in barış, demokrasi ve siyasal görüşme yoluyla sorunların çözüldüğü bir yıl haline gelmesini istiyorduk. Çağrı üstüne çağrı yaptık, ama düşman her zaman dedi ki “zayıflamışlar”. Hayır! bu zayıflamanın bir işareti değil, güçlü olmanın bir işaretidir. Zayıf olanlar başka tür konuşur, Türkiye halkının da gözyaşına, kanına mal olan bu savaşın durmasını, sorunların çözümünün siyasal yolla anlam bulmasını istedik. Ama onlar asla buna inanmak istemediler, asla kendi halklarının da özlemi olan bu yolu benimsemek istemediler. Tam tersine çıkmak için ne lazımsa onu yaptılar. Kar-kış demeden, bu yılbaşına bile girerken, yüzü aşkın halk evladı askerin canına da kastettiler. Bu anlamda da bunlar vicdansızlar. Ama bu savaşta ısrarlılar. O zaman bizim içinde onurumuz olan, onsuz yaşamamızın imkanı olmayan özgürlüğümüz için, kimliğimiz için savaşmaktan başka çaremiz yok.
Biz savaşı hep böyle ele aldık, bundan sonra da böyle sonuçlandırmak için her şeyimizi ortaya koyacağız. İlk defa 1995’te güzel savaştıracağız, başarı oranı çok fazla olan, kayıp yönü az olan, hatası-eksiği en az olan, doğrusu-tamamı fazla olan bir savaşı vereceğiz. Partimizin içinde geçmişte çokça yaşadığımız eksiklikleri, hata ve yanlışlıkları bu yıl içinde tekerrür ettirmeyeceğiz, ettirmeye fırsat vermeyeceğiz. Yine gerillamızın eskiden çokça işlediği hatalara, yanlışlıklara fırsat vermeyeceğiz. Savaş, daha çok kurallarına uygun gelişecek, partimizin doğrularıyla gelişecektir. Bu tedbiri çok iyi aldık.
Buna dayanarak diyoruz ki, partimizin öncülüğünde, halk ordumuzun savaşçılığıyla, 1995 güçlü kazanılacaktır.
Aynı zamanda sosyalizm bayrağını da uluslararası alanda dalgalandıran bir parti ve onun savaşçısı olmaktan da büyük kıvanç duyuyorum. Uluslararası sosyalizmin daha bir cesaretlenme, daha bir yetkin, dayatıcı, sosyalist karşılaşmaları da bu yılda çok güçlü gelişme gösterecektir. Bu temelde de uluslararası güçlerin, dostlarımızın umutları artacaktır. Destek ve dayanışmaları gelişecektir. Çok iyi biliyoruz ki, halkımızın özgücü, bütün dünya da birleşse, bu haklı vazgeçilmez amaçlar temelindeki zafere yetecektir. Zafere kadar bu sürecektir.
Bu temelde 1995’in halkımızın, tüm dostlarımızın, parti ve ordu güçlerimizin başarılarıyla dolu bir yılı olmasını diliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Reber APO
31 Aralık 1994
- Ayrıntılar
Amansız Birbirine Eklenen Halkalar Sistemidir
PKK’nin kendisini resmen ilan edişinin 20. yılına girerken ortaya çıkardığı büyük gelişmelerle birlikte eski toplumun bütün lanetli, oldukça tehlikeli yaşam ve dolayısıyla savaş üzerindeki bozucu etkileri en çarpıcı bir biçimde devam etmektedir. Hatta en son düşmanın kendi ordusundaki durumu göstermek için götürdüğü gazetecilerin dile getirdiklerinden anlaşılıyor ki bizim çözümlemelerimizin bir orduyu halk içinde ve taktik tarzda, yaşamda ve savaş kurallarında büyüten, geliştiren ne varsa alıp uyguluyormuş. Tam tersine düşmanın eskiden içinde bulunduğu halk karşıtlığı, inançsızlığı ayriyeten kendi içindeki soğuk ve salt emirvari yöntemlere dayanan yaşam ve ilişki tarzı bize bulaşmış. Bizim öngördüklerimizi esas alırken kendisinin bütün olumsuzluklarını bize dayatıyor ve maalesef bunları siz yoğun bir biçimde yaşarken farkında olmayarak düşmanı böyle yaşatmaya cesaret edişinizi yorumlamak bizim için çıldırtıcı olmaktadır. Nasıl bu hale geldiniz, neden kendinizi bu durumda dayatıyorsunuz onu çözmeye çalışıyorum.
Düşman bile bizden bu kadar öğrenip uygularken sizin kalkıp da düşmanı taklit etmeniz yenilir yutulur bir şey değil. Nasıl hesap vereceksiniz? Tek kelimeyle izah etmekte güçlük çekiyorum. Gerçekten özgür insan olmanın bütün esaslarına karşı bir çelişkiyi dayatıyorsunuz. Bu tipik düşmüş kavimlerin, düşmüş toplulukların içinde bulunduğu durumu ifade ediyor. Temel insani değerlere kutsal, ilkesel ve yüceltici ruhu ve iradeyi büyüten yıkılmaz, kırılmaz kılan ne varsa onunla oynamayı korkunç bir alışkanlık haline getirmişsiniz. Son dönem dayatmalarınızın özü budur. Bütün önüne geçme çabalarımıza rağmen içinizdeki düşman adeta ahtapot gibi bir kolunu vuruyorsun diğer kolunu uzatıyor, bir türlü öldürülemiyor. Tıpkı kırkayağa benziyor, bir tanesini vuruyorsun ertesi gün yeni bir tanesi ürüyor. Basit yaşama, basit ölümlere o kadar alıştırılmışsınız ki ne bir dinde, ne bir felsefede bunun yerini bulmak mümkün değildir.
Halen sıradanlaşmayı, yaşamla oynamayı sanki normalmiş gibi vazgeçilmez bir kişilik özelliği olarak sürdürüp gidiyorsunuz. Bu ne cesaret? Tüm insani değerlere karşı mutlak bir imhanın yürüdüğü bir yerde, bir savaş ortamında neden yıllardır öğrenemiyor ve toparlanmayı bir türlü gerçekleştiremiyorsunuz. Toplum içindeki lanetliliği anladık, ama içimizdeki lanetliliği bundan daha tehlikeli konumlarda sürdürmek, bencilliğin bu biçimleri, neredeyse yoldaşına düşman olmayan bir tek kişi yok. O da şu nedenle; “benim yerim ne olacak” diyor, bu kadar benlik sevdası yaşıyor. Çok açık, bu benlik geliştirilecek olan bırakalım bir ordulaşmayı, bilmem bir özgürlük eylemini, kurtlar sürüsü bile böyle birbirini yemez. Size bütün bunlar basit gelebilir, ama çözümlemelerde ortaya çıktı ki, en benim diyen komutanınızın bile işi gücü düşmanlığı çok tehlikeli bir biçimde körüklemekten, bunun teori ve pratiğini derinleştirmekten başka bir şey yapmadığı halde, halen hak hukuk peşinde, halen ben ne olacağım, halen gözü doymaz bir biçimde değerlerin gaspı özlemindedir. İnsanin nefsi kirlenir, insanin ruhu kirlenir de bu kadar nasıl oluyor? Hem de komutanlık adın birazcık tedbir alsa, biraz vicdani, biraz imanı olsa kesinlikle ne bu kadar acılarımız, kayıplarımız olur, ne de yaşama karşı biz bu kadar tepkili hale geliriz.
Açıkla diyoruz; bu kimden kalma? Bahane arıyorsunuz. Nereden aldın bu terbiyeyi? Büyük namussuzluk içimizde kendini böyle yaşatıyor. Fitne, adeta yüreği karaçalı, diken gibi batmaktan başka hiçbir özelliği olmayan. Kendini içimizde yaşatmakta hak sahibi gibi görüyor. Çılgın mı bu adam? İnsan cahil olur, fukara olur da bu kadar olmaz. Diğer yanda sözüm ona dürüst aptallara, kölelere baktığımızda bu da tam bunun zemini. Bırak başarıyı kendi can kaygısını bile başaramıyor. Kendini yaşatmanın, çok rahat alınacak tedbirlerini almaktan vazgeçiyor. Hayret ettiğim o ki bizim en erken yaşlarda sorguladığımız yaşam gerçeğini, siz nasıl utanmadan halen yaşamaya cüret ediyorsunuz. Size lanetliliğin bütün baştan çıkarıcı etkilerini herhalde yedi yaşınızdan itibaren vermişler, sizi bu hale getirmişler. Dediğim gibi, psikolojide de söylenir; “insan yedisinde neyse yetmişinde de odur.” Bu çok acı bir durumdur.
Kendimi an be an çözümlüyorum. Doğru yaşamaya ulaşamazsam, bir fikir noksanlığını taşısam o gün kendimi bitiririm. Sizin her şeyiniz eksiklik, yanlışlık oluyor, sonsuza dek onunla yaşamak sizin için artik bir kader gibi. Bu ruhla veya bu ruhsuzlukla bu savaşımın içine girilemez. Yalnızca sıcak savaş cephesinden bahsetmiyorum. Hep açıklıyorum; bizim yaşamımız bütünüyle savaşmaktan ibarettir. Her şeyden önce fikrin esasi vardır, onu temel adlim. Ruhum da değil böyle dikenli, kara yüzlü olma, ruhum muazzam bir aydınlatma içindedir. En güzel duyguları ve bütün zulümleri yıkacak kadar bir iradeyi yakalamadıkça o gün kendimi yaşamış hissedemem. Siz bütün bunları bir tarafa itiyorsunuz. Bizi biz yapan veya esasta Partimizin tümüyle yükseliş gerekçesini siz tanınmaz hale getiriyorsunuz. Dediğim gibi, düşmanın bile uzaklaştığı tehlikeli yaşam, hatta savaş özelliklerini kendimize, halkımıza dayatıyorsunuz. İnanılmaz bir şey ama gerçek. Yalnız özel savaşla karşı karşıya değil, içinizde nasıl bu kadar etkili olmuş, nasıl kişiliğinizi bu kadar açık bıraktınız, şaşırmamak elde değil. Onun için ben söylemiştim, hep söyleyeceğim yanlış doğmuş, yanlış büyümüşsünüz. Keşke doğmamış olsaydınız. İnsan bu kadar yanlışlıklarla nasıl yaşamaya cesaret eder. Büyük suç, büyük hakaret yer yarılsa da insan içine girse.
Kısaca lanetli kavimlerin tehlikeli isyan dönemlerini çağrıştırıyorsunuz. Size normal gibi geliyor, ama olmaz. Siz bu PKK’nin kitabını anlamamışsınız. PKK’nin kutsallığı, iman düzeyi, PKK’nin taktik savaşı, günlük uğraşı düzeyini de anlamamışsınız. Bu belayı bir an önce ortadan kaldırmamız gerekiyor. Düşmanın kendisinin bu barbar özelliklerini, en pis kalıntılarını bu büyük yüce harekete dayatmak şurada kalsın, bir an önce kesinlikle atmak zorundasınız. Bu bir dayatma filan değil, bu laneti savunmanın hiçbir yönü olamaz. Serseriler de böyle olamaz. Ben bunun izahını ne bir kitapta, ne de toplumsal hiçbir gerçeklikte bulamıyorum. Bunun izahı şu: Devrimin yüceltici etkisiyle düşmanın gerçeğimizde özel savaştan da öteye, günlük insan vurma taktikleri değil de, yaşam alışkanlıklarındaki kıskacın altında siz bir şeyler temsil ediyorsunuz, karıştırmışsınız bir şeyler oluyor size. Ben hiçbir zaman yaşamı böyle ele alamam. Yani bu yaşıma gelmişim sizin gibi bir saniyemi bile asla yaşayamam. Bana göre yaşama en büyük hakaret bu tarzla ayakta kalmaktır. Düşünün, söyleminizden, yürüyüşünüzden halk rahatsız ve başarı değil, başarısızlık getiriyor. Bundan kendinizi sorumlu tutacaksınız. Bu parti hiçbir zaman bunu hak etmedi. Bu kadar acıya dayanabilen, direnebilen ve bu kadar mucizeden de öteye bir çabayla işleri bu noktaya getiren bizlere de, sizin bu dayatmalarınız en büyük hakareti ifade ediyor.
Gelişememek hakarettir, başaramamak hakarettir. En şirin bir yoldaş haline gelememek hakarettir. Siz çok tehlikeli bir gerçeklikte oynuyorsunuz. Ne kadar yüceltici kutsal yönleri olan bir çalışmayı ortaya koyuyorsak şu anda musallat olunan budur. Çok iyi biliyorsunuz ki düşman bırakılmış, bu değerlere musallat olmuşsunuz. Yetki savaşı, kariyer savaşı, komuta savaşı adi altında düşman ortada yok, değerlerin bozulması savaşı var. Bunları anlamak da istemiyorsunuz, işin en acı tarafı kendinize göre gündeminiz var ve kemirici kurtlar gibi hep onu yiyorsunuz. Bir nefsini ıslah etme, iradesini geliştirme, işleri güzelce yapma denilen olaya yaklaşmak istemiyorsunuz. En değme komutanımıza bakıyoruz, nasıl yoldaşlarının üzerine, keyfi iradesini dayatır, nasıl ölüme gönderir, nasıl hiç başarmadan o değerleri kendine mal eder, fikri-zikri bu ve birçok açık ortaya çıkıyor. Önce Partinin bütün yüceltici etkilerine karşı uzlaşıyorsunuz, en karşıtları dahil Partinin bütün yüceltici ideolojik ve örgütsel pratik hattı çiğnendikten sonra, onun kuralları bir tarafa atıldıktan sonra ikinci düzeyde sıra birbirlerinize karşı geliyor. Bu sefer kim kimi halt eder. Bütün hünerlerini birbirlerine karşı kullanıyorlar ve o da bittikten sonra, birisi bitip sözüm ona hakim olup, iktidar olduktan sonra, üçüncü aşamada sıra kendisine geliyor. Yani nasıl ölecek? Çok kötü bir ölümle kendisini noktalamak, böylece üç aşamada bitişi gerçekleştiriyorsunuz. İnanılmaz bir şey bakin pratiğinize hemen hepsinde ağır basan yön bu üç aşamada kendini gösteriyor.
Bütün bunları söyleyeceğim. Korkunç bir duvar oluşturmuşsunuz, çarpıp geri dönecek, ama bu bir gerçek. Ülkenizde nefes bile alamıyorsunuz, savaş birliklerinde bir, iki adim yol bile alamıyorsunuz. Bütün kayıplar son süreçlerde en basit bir yol yürüyüşünde adımların bile savaş kurallarına göre atılmadığını gösteriyor. Yaşamda hepsi öfkeli, konuşmalarımın ağırlıklı bir bölümü, yüzde doksanı küfürle geçiyor. Çünkü yetersizlikleri, yönetim bozukluklarını had safhaya vardırmışlar. Hatta düşman ordusuna bakıyorsun, generaller aynen şunu söylüyor; "eskiden bizde asık süratlilik hakimdi, şimdi erlerimizle sıcağı sıcağına ayni çadırda kalıyoruz” diyor. Halk içinde “eskiden bunlar PKK’lidir, düşman gibi üzerine gidiyorduk. Şimdi hepsinin ayağına kadar gidiyoruz, hepsi şu anda bizi istiyor, PKK’yi değil” diyor ve "gerilla taktiklerini, pusuları, gözetlemeyi nefes nefese araştırmayı biz yapıyoruz” diyor. Bizim bütün olumlu özelliklerimizin hepsini düşman ordusu şu anda kendisine mal etmiştir. Bizimkilerinde yaptığı serserilikten başka bir şey değildir. Halen şunu kanıtlamaya çalışıyorlar; başka türlü olmaz. Sen kimden öğrendin başka türlü olmazı? Sen bir defa kimsin, nesin, kaç paralıksın bunu ölç biç diyoruz, yok! Eline sözüm ona bir yetki geçirmiş, hepsi hikaye aslında, ondan da bir şey anladığı yok. En iddiasız yaşamı, en sıradan yaşamı yürütüyor. Ülkesinde hiçbir gözü yok. Kendi yoldaşının hiçbir kıymeti yok. Bir savaş kuralının disiplinlice uygulanmasında hiçbir iddiası yok. O zaman kendini ne yapacaksın? Sorarım size; bu kişilikle halen nasıl yaşıyorsunuz? Bunun kendisi bile insanlığa büyük hakarettir. Gelişememenin teorisini yapmak, bozgunculuğun teorisini yapmak bizdeki en tehlikeli düşmanlık değil mi? Bütün raporlarınıza bakin, hatta günlük duygu düşüncelerinize bakın, kemirmedir. Daha da derinliğine ele alınsa özellikle toplumsal olayımızdaki düşmanın bu aile, kabile, aşiret kişilikleri biçiminde körüklediği bin yıldır beyinin de, yüreğin de bin defa yaptığı ve birbirlerine karşı kışkırttığı bir defa değil, binlerce defa oluşturduğu kişiliğin hortlatılmasıdır.
Sen şuna saldıracaksın, buna saldıracaksın; ajanlıkta değil, sıradan bir işbirlikçilik olsaydı biz ona da razı olurduk. Ama sen şöyle soyuna ihanet edeceksin, sen şöyle yaşamı rezil edeceksin, çok kötü bir çirkinliği kendine çok güzel yakiştiracaksin, bin yerden bir birbirinizi yiyip tüketeceksiniz örgütlenmeden bahsetmiyorum, tabii siyaset filan da yok burada herşeyinle bir diken gibi batacaksın, işte "iyi Kürt sen busun, devam et işte". Bin yılların hikayesini böyle PKK’ye de bulaştırdınız. Ata ideolojisi ki işte en büyüğü de Barzani, diğerleri de kulları. Ben yalnız bunlarla savaşa savaşa buraya geldim, savaşımımı kendimi tanıdığım ilk günden bugüne kadar bu olumsuzluklara karşi vererek geldim. Tekrar tekrar vurgulayacağım sizin yanılgınız burada. Benim savaşımım nedir? İşte gördüğünüz gibi, şu anda büyük bir olay haline gelmişiz; bir iddia da değil, bir kitle hareketi, bir halk hareketiyiz. Şimdi ya bunu tanıyacaksınız, gereklerine uyacaksınız, ya da bu savaşımın nerede olursanız olun hedefi haline geleceksiniz. Biz atadan kalma yaşama müsaade etmeyiz. Biz bunu on yaşımızda karşımıza aldık. Şu anda sizin yaşadığınız bu tarzı ben on yaşımda yerle bir ettim, böyle büyüdüm. Sen yanlış büyümüşsen bana ne. Seni fitne fesat temelinde büyütmüşler, seni zavallılık, inkarcılık temelinde büyütmüşler, ruhsuzluk, çirkinlik biçiminde büyütülmüşsün.
Peygamberde hitap ettiğinde "bu cehaleti, cahilliği, münafıklığı terk edin" demişti. Bilindiği gibi kitaplarda var, okuyun, PKK’li olamıyorsanız hiç olmazsa dindar olun. İyi bir Hıristiyan da olsanız razıyım, iyi bir Müslüman da olsanız razıyım. Ama bu münafıklığa asla razı değilim. PKK dinin ki onun tüm olumlu özelliklerini esas almakla birlikte yetmediği, mevcut reel sosyalizminde yetmediği hatta onun üstünde yer alan bir harekettir. Onların varsa olumlu yönlerini alan ve birde kendinden bir şeyler katan bir harekettir. İncelemeyi neden durdurdunuz? Yıllar geçti, bakın ben tek başıma milyonlara öğretiyorum, halen bıkmadım. Siz kendinizi eğitemiyorsunuz. Peki, kimsiniz, hangi taifedensiniz? Eskiden hangi kabileden, aşirettensiniz, hangi kavimdensiniz derlerdi. Sınıfınız hangisi belli değil, ama bu sorular yakıcıdır.
Diğer bir kusur şurada; mal edilecek bir takım değerler yaratılmış şu anda bunları kemirme savaşı var ki dikkat edin şu anda paylaşılacak fazla bir şeyimiz yok açık söyleyeyim ben eskiden anamın yaptığı yemekleri bin kez özlüyorum. Bugün PKK’nin zenginliği deniliyor ancak mücadele için bir şeyler yeniyor yoksa tadı zevki yok. Sizin üzerinde paylaştığınız şeyler bana çocukluk günlerimin özlemlerini hatırlatıyor. Neden, çünkü bunlar kan değerleridir ve ancak büyük bir savaşçılıkla yenilip, yutulabilinir, başka türlü kan içmiş olursun. Bu kadar savaşmama rağmen ben halen kendimi doğru dürüst yaşatamıyorum. Bu kadar şehit, bu kadar yoksul halkın emekleri karşılığında yemeği bile fazla buluyorum, onun için midem çalışmıyor. Midem daha çok kabul edilebilecek basit şeylere çalışıyor. Fizyolojik bir olay bile bu kadar şartlanmış. Hele Önderlik adına yersiz bir tek söz söylemem, hele böyle büyük yanlışlıkları yapmam, kelime düzeyinde, adım düzeyinde bile mümkün değil. Birde kendinize bakın, o zaman dehşeti görün. Halen bunları biraz kendimde örgütleyip uyanık kılmasam, beni bitirebilecek bir biçimde dayatıyorsunuz. Neden sizin gibi, Kürt olayında ciddi bir kişilik çıkmıyor? Bu ruhla çıkmaz. Neden ünlü bir komutan çıkamıyor içinizde? İşte ünlü komutanınızı gördünüz, her gün seyredin çok güzel. Evet, sözüm ona en yamanı, kendini en çok beğeneni, işte ortada neden kendinizi sorgulamıyorsunuz? Sizi adam asker yerine bile koymuyor, “susuz götürüp susuz getiriyor.” Bizim genel bir korkumuz, etkimiz olmasa da sınırsız öldürmede dahil tasarrufatta bulunuyor. Kızları en genel düşmüş insanlardan daha kötü kullanmaya yelteniyor ve siz sadece hayranlık duyuyor seyrediyorsunuz. Peki, o zaman insanlığınızı nasıl savunacaksınız? Hani özgürlük savaşçısıydınız? Burada büyük bir gaflet ve yanılgı içinde olduğunuz çarpıcı bir biçimde ortaya çıkmıştır. Demagoji yapmakla bilmem kendi kendini aldatmakla insan cevap olamaz.
Yiğitlik nedir günümüzde? Yiğitlik günümüzde; temel doğrudan, temel tutumdan taviz vermemek, onun cesaretini ve çabasını sürdürmektir. Tek bir yiğit insan çıkmıyor. Olgun, dirayetli ne yaptığını bilen ve biraz düşmanıyla savaşabilen. Söyleyin bakalım, kim var içinizde böyle. Birde yaşam, kadın-erkek, duygu falan diyorsunuz, Allahın zavallıları siz ayakta duracak halde değilsiniz. Ben böyle olsam kadınlığımı da, erkekliğimi de iki günde dinamitlerim, zaten ilk günden beri dinamitlemişim. Nefse bak! Zavallı düşmanın her türlü hakareti, ölüm tehlikesi altındadır, gözünün içine ölüm girmiş halen kendine göre yaşamaktan bahsediyor. Ben bunlara itiraz etmiyorum, günlük olarak karşınızda, ama ısrarla şunu dayatıyorsunuz: "Sen bırak" diyorsunuz, ben yine yalanı mı sana yutturayım? Ben bir doğru üzerine ne kadar göz gezdirdim bilmiyor musunuz? Beni hiç tanımıyor musunuz? Sersem adamlar, ancak fukara analar diyeceğim. Onları söz konusu etmemek lazım. Sizin öğrendiğiniz anaokulları başka okullar, sizi çok kötü kandırmışlar. Bizim öğrenme tarzımız farklı. Çok önemli bir şeye karar verişinizin altını mutlaka eşeleyip bulmalısınız. Yoldaş olamıyorsunuz. Bırakalım yoldaş olmayı, böyle bir kemirme hareketidir sürüp gidiyor. Diğer geri kalanlar da dediğim gibi köle, iradesiz, en ufak bir şeyde çarpılıp gidiyor. Yiğit yok. İnsan biraz tartışma yürütürdü ve kendine çeki düzen verirdi. Nasıl yiğit insan olunur? Halkının yüreğine göre, yoldaşlarının yüreğine göre nasıl olunur, içinizde bunu hiç kendine soran var mı? Ben kendimi size dayatmıyorum, beni öyle beğenin filan da demiyorum. Ama benim kendime olan saygımın bir gerçeği olarak bu kadar ciddi olmamıza rağmen halen dikkat ederseniz, düşmanımın bile benim için saygılı olduğu çok iyi bilinir. Nereye gitsem ki hiçbir imkanla bir yere gitmiyorum gittiğim her yerde bir bakış açısıyla ve iğne ucu kadar bir fırsatı yakalarsam, bir çabayla gidiyorum. Bunun dışında benim hiçbir olanağım yok. Bir yetkiyle, sizin gibi o çok taptığınız bir komutanlıkla, hazır bir kuvvetle ben hiçbir yere gitmem. Benim şu ana kadar gidişlerim hep bir bakış açısı altında, bir çabayla bir şeyler yaratmak içindir. Açıktır ve gözlerinizin önündedir. Hanginiz böyle yapmayı esas alıyorsunuz? Bir güne hanginiz böyle başlamak istiyorsunuz? O zaman neden kendinizi beğeniyorsunuz? Diğer bir nokta, hiç mi yapacak sağlıklı bir işiniz yok? Gerçekten çoktan öldünüz mü? O bazı tarikat üyeleri var Amerika’da, toplu intihar yaparlar, eğer bakış açısında tamamen ölüm mevcutsa, toplu intiharlar gerçekleştirin. Nitekim bizde de bu kayıplar bir nevi toplu intihardır. Onun bir değeri vardır, ama böyle pespaye yaşamanın bir değeri yoktur.
Ben size intiharı öğütlemiyorum, ben size zapt edilemez yaşamı öğütlüyorum. Yaşamı erken yaşlarda istediğim gibi yaşamayacağımı anlayınca müthiş akıllanma, iradelenme yolunu tercih ettim. Bakın siz bu konuda gerçekten büyük bir duyarsızsınız. O yaşlarda bir baktım ki benim yaşam olanaklarım aile bünyesinde, köyde, toplumda çok sınırlı, hemen tespit ettim. Baktım ki, şunu bunu yardıma çağırmakla, şuna buna yaranmakla hiçbir yere varılmaz. Bunu gördükten sonra tümüyle kendime yüklendim ve öğreneceğim dedim. Ondan sonra toplumun iyi görmediğini yapmayacağım, ama ki toplumun da gidişatı iyi olmadığı için yeni bir yol arayacağım. Yıllarca bununla kendimi yaşattım. Herkesin yaşadığını durdurdum kendim için. O sizin yaptığınız halen gözümüzü bile çıkarmak istiyorsunuz ya ben en erken yaşlarda onları tuttum “dur” dedim. Mümkünse bir insana büyük değer vereceğim. Bütün bilim kitaplarında artık hangi dinde, felsefede olursa olsun öğrenilene göre iyi şeylere göre bizim için bir yaşam yolunun bulunup bulunamayacağını soruşturdum. Doğruları buldukça sağıma soluma söyledim. Onun için de pratikte iş yaptım.
İnsan canlısıyım. Doğrular temelinde her insanla bitmez tükenmez çabalarla birleşebilmeyi esas aldım. Şu anda benim gücüm ne bu örgüt, bu ilişki arayışı ve ne de bu doğrularla. Ne ile derseniz: Dille, gerekirse milyonlarca tekrarlamayla. Yaşam savaşının böyle geliştiği açık, kendinize bakın, sorgulamayı duyuyor musunuz? Tüm yanlış yollara girmişsiniz, bir "dur" demeye hareketiniz bile yok, kendinize ilişkin cesaretiniz yok. "Bazı temel doğrulara kendimi yatıracağım, şu yanlışı yapmayacağım, örgüt içinde yanlışlık yapılırsa da yapmayacağım" diyen var mı içinizde? En akıllısı da dahil, geçen gün artık şunu demekten kendimi kurtaramadım: “Bakın yeter, sizi dinleye dinleye yirmi beş yıl geçti, ya çekil git, ya da kafana kurşun sık bir daha benim karşıma böyle çıkma, bile bile başarısızlıklara yol açıyorsun, ne diye kem küm ediyorsun" dedim. Adam gibi görevlerine sahip çık, bir şeyler yap, yapamıyorsan git. Mülteci kampı var, git orada yaşa. Yücelik adına, komutanlık adına böyle durma diyorum. Ölü mü, canlı mı bilemiyorum, ama elinden yine hiçbir şey gelmiyor. Yol yöntem gösteriyorum, savaş etrafında bu kadar kötülük yayan kişilik var diyorum, hakim ol. Aynı cümleyi okuyor, tekrar ediyor. İşte PKK’deki aşınım. PKK’de neden sağlam merkez olunamıyor? Neden zafere göz dikmiş bir komutan, bir birlik ortaya çıkmıyor işte izahı buralarda.
Esas kişiliğini, kimliğini ifade eden Haki’lerden tutalım, öldüklerinde bile kendilerini borçlu hisseden ve gerçekten o günün imkanlarına göre çok büyük başarı olmasa da, yanlışlara değil katılmak tek bir sözcükle bile yoldaşını yormayan, zorlamayan ve hep etrafına gücü oranında bir şeyler verebilecek bu kişiliği temsil ediyorlardı. Şimdi halen mevcut olan bizim içimizdeki yönetim midir, kadro mudur, komutan mıdır, ne derseniz deyin. Ne öğretebiliyor, ne öğrenebiliyor. Sözü zehir zemberek, davranışları da imhaya götürüyor. Düşman bizden öğrenmiş, oldukça başarmış, bizim tarzımızı uyguluyor. Eğer bunu aşamazsak çok tehlikeli bir durum. Kesin söyleyeyim ki ben biraz dayanıyorum. Benden yirmi dört saat sonra öyle yaşayacağını hatta bir şey başaracağını sanan varsa kesinlikle biter. Kendinizi aldatmanıza hiç gerek yok. Hiç ertelemeksizin eğer içinizde yaşamak isteyen varsa mutlak bir düzeltmeyi bu nefsinize yedireceksiniz. Özgürce ve savaşla olacak. Nedeni şurada burada hiç aramayacaksınız, kendinizde arayacaksınız. Anlamadık, duymadık demeyin, bakın ben açık geliyorum. Her geliş ciddidir, burada ben nasıl adam gibi karşınıza çıkıyorsam sizde adam gibi karşımıza çıkma dürüstlüğünü göstermelisiniz, ama adam gibi. Şarlatan, kof, dediği hep yalan çıkan kişiliklerinizi görmek istemiyorum. Çaresizliği de görmek istemiyorum. Neden yanımıza geliyorsunuz, biz burada ayı mı oynatıyoruz? Çok tarihi, çok hayati konuları dünya alem tanıyor, neden siz hala tanımıyorsunuz? Ben doğruları size göstermiyorsam hepiniz benden daha güçlüsünüz, hepinizi eleştiriyorum, birleşin, karşıma çıkın.
Demek ki benim bir tane yanlışım sizin seksen tane doğrunuzdan daha güçlüdür. Demek ki doğruların gücü bu kadardır. Burada neden destan yazmıyorsunuz demiyorum. Neden birden büyük, yiğit kesilmiyorsunuz demiyorum. Hayır, bunu söz konusu etmiyorum. Benim söylediğim açıktır: Nefsine hâkimiyet, doğrulara hâkimiyet; ister savaşta, ister yaşamda net olabilmek kadar yılmadan yapılması gerekeni yapmak. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyeceksiniz. Her yerde, her zaman gerektiğinde benimde yanlışlıklarım, yetersizliklerim olduğunda bana yönelik olarak görevinizin bu olduğunu çekinmeden yerine getirmelisiniz. Sanıyorum söyleminizin altında diğer bir önemli etken de şu; esasta yaşamak istememek veya düşmanın bin bozduğu yaşamı biraz yaşayalım demek. Sigara misali ile tekrar örneklendirmek istersek; "bırak şu dumanla kendimi biraz sarhoş edeyim, yaşam bu kadardır benim için!" diyorsunuz. Buna karar vereyim mi? Bunu onaylayayım mı? Çirkin de olsa köylüler bunu söyler, hiçbir şeyleri yok, hep "yarabbi şükür" derler. Harap, bitap haldedir, her zaman "iyiyim" der. Nasılsın, "sağ ol" der. Ortada ne iyilik var, ne sağlık var. Yalan bir söylemdir tutturup gidiyor. Şimdi siz bunu dayatmak istiyorsunuz ki ben kolay kolay aldanamam.
Kendimi çoktan doğru fikirlerle büyütmüşüm, üstün yaşam tarzıyla donatmışım. Siz anlamak da istemiyorsunuz. İşte kara cahiller veya diğer deyişle Ebucehiller tarihte böyledir. Çok ilginç, ne kadar birbirine benziyor. Binlerce yıl o yüceliş hareketleriyle cehalet veya geri çekilen hareketler arasındaki savaşımdır. Sizi suçlamıyorum, sizin koşullarınız çok kötü. Yanlış dönemde doğmanız ve yanlış tarzda büyümeniz sizin büyük talihsizliğiniz. Açık söyleyeyim ben de anamla yıllarca uğraştım "neden beni doğurdun" diye. Taşlarla vura vura böyle intikamımı almak istiyordum. Çünkü bana göre bir çocuğa karşı bu büyük bir suçtu. Savaşımın en büyük gerekçesi, bu kabul edilemez yaşama karşıydı. Halen de dövüyorum. Dikkat edin, çekiç örsle vura vura bu yaşamı ister düşmanın şahsında, ister sizin iç gerilikleriniz şahsında ne hale getiriyorum. Halen de tatmin olmuş değilim, kinim öfkem daha da büyüdü. Kendi iradenize bakın. Daha bir şey yapamamışsınız. Hepsi yorgun argın, bıraksam bir yere ölüp gidecekler.
Tek başımaydım başladım, halen görüyorsunuz karşınızdayım. Ne kadar savaşmak istiyorum. Daracık bir mevzide olduğum halde her gün ne maharetler icat ederek savaşıyorum. Telesavaş diyelim dönemin tekniğini de biraz kullanarak telesavaşı nerelere taşırıyorum. Yani taktik hata yapmamak için çıkmıyorum. Yoksa bizzat hareketlenmeyle daha fazla gelişmeyi yol açacağıma eminim. Kemal Pirler beni yarım saat dinlemişlerdi ki, sene 1972'ydi, ilk defa birbirimizi görmüştük, Ben ayaktaydım, O da yatıyordu karşımda. Kıştı, soğuktu. O yatağın üstünde dinledi, ondan sonra bir karar verdi, gerçekten pir verdi ve tüm yaşamını da bir kahraman gibi yaşadı. Düşünün '72’de genel doğrular biçiminde birkaç şey söylüyorum; bu dönemde neredeyse her ay üç tane kitap değerinde değerli çözümlemeler yapıyoruz. Halen bir kulağınızdan girip girmediği de belli değil, diğerinden çıkması şurada kalsın.
Tuhaf bir şey gelişen özel savaşım veya her savaşta böyle olmuş, bütün devrimlerde de olmuş: İslam, Fransız, Bolşevik devrimlerine baktığımızda da böyle şeyler var. Şu anda Bolşevik devriminin başına neler geldiğine bakın, korkunç, en hain sefiller mirası tepip tepip yiyor. Mafyalaşmaya bakın, korkunç, en hızlı zenginleşme şu anda Rusya’da. Amerikan kapitalizmi ile şu andaki Rus kapitalizmini mukayese edersek; Amerikan kapitalizmi yedi suyla yıkanmıştır. En kara kapitalizm şu anda Ekim devriminin mirası üzerinde gerçekleştiriliyor. Fransız devrimi de öyleydi. Devrimin en büyük kahramanları Robespierreler gibi burjuvazi kendi diktasını kurmaya doğru gittiğinde, onun başını giyotine göndermekle işe başladı. İslam devriminde de öyle olmadı mı? Muaviye ve Yezid, İmam Ali ve İmam Hüseyin’in başını keserek bu saltanatı İslamiyet adına yükselttiler. Devrimlerin yanı başında böyle bir karşı devrim tehlikesi var.
Benim durumum biraz farklı. Ben kendime biraz hakimim. Tarihten ders çıkardığım gibi kendi pratiğime de çok duyarlı yaklaştığım için yüzlerce karşı devrimciyi ve onların küçücük kişiliklerini daha dogmadan beş paralık duruma getirdim. Yoksa PKK içindeki karşı devrimcilik hiçbir devrimci harekette yoktur. Hem yaygındır, hem amansız. Benim kendime ettiğim yeminler var, arkadan hançerlenmemek gibi. O yemin de ne demektir? Böylesi ihanetleri yememek için müthiş uyanıklık, duyarlılık, büyük hassaslıktır. İçinizde aldanmayınız var mı? Bırak aldanmayı, aldatmayanınız var mı? İkide bir benim gücümü soruyorlar: Benim gücüm hassasiyetimden kaynaklanıyor, benim gücüm çok tedbirli olmamdan kaynaklanıyor. Tedbir nedir? Tedbir aslında şudur: Kendimi hep anlayış ve onun gerekleriyle duyarlı hale getirmek, götürmek, yatırmak, kaldırmak, konuşturmak, çalıştırmak bu. Başka türlü önder yetişmez, başka türlü komutan olmaz. Siz kendinizi aldatıyorsunuz. Babanızdan öğrendiğiniz bazı yöntemler var, hatta bana göre köy muhtarlığı bile bu kadar ucuz elde edilemez. Durumunuz köy muhtarlığından da daha geri. Ne olacak haliniz? Tutarlı olacaksınız, duyarlı ve dürüst olacaksınız. Duyarlılığı, dürüstlüğü olan kişilikler sizin gibi asla olamaz ve kaybetmez de, bunu hep iddia ettim. Tek ihtiyaç duyulacak şey gün yüzünü görmek, nefes alıp vermektir, gerisi başarıdır.
Düşünüyorum, ben halkın içine gireceğim de, bir dost, hatta beni sevmeyen birisi bile etkilenmeyecek. Şu anda bütün yöneticilerimiz geldi, ağa geldi, muhtar keşke muhtar gibi, ağa gibi de olsa en kof, en komik öleni dayatıyorlar. Belki çoğunuz "vay nedir bu savaşçılık, nedir bu başımıza gelen" diyorsunuz. Tabi, er meydanında böyle olur. Biz hiçbirinize rica ederek, gelin bizimle savaşın demedik. Ben size herkes yiğit olamaz demedim mi? Ama kendinizi öyle sanıyorsunuz. Elbise ve silah oldu mu, geldi bizim gerilla! Kafanızı buna takmışsınız. Ben bile buna cesaret edemiyorum. Kolay mı sanıyorsunuz? Yönetim içinde öyle. Ben halen bir köylünün karşısına çıktığımda, neredeyse kalbim duracak. Ona gerçeğine göre doğruyu nasıl söyleyeceğim diyorum. Siz gidip yumruk gibi, nemrut gibi utanmadan, sıkılmadan adamın başına dikiliyorsunuz. Böyle yönetim mi olur? Düşünün, bakin bu toplumumuzda kaç tane kahraman, çıkış yapacak adam var. Özel tedbirlerim olmasa hepsi neredeyse ağlayıp kendini yere atacak veya fitne fesat hareketini gırtlağına kadar körükleyecek. Çünkü elinden ancak o gelir. Bölücülük yap, ahbap çavuşluk yap, basittir, bu konuda sabaha kadar tutulmazsınız.
Açık söylemeliyim şimdi bu işte ben sorumluyum, sorumluluklarımı gördüğünüz gibi temsil etmek ve gereklerini yerine getirmek zorundayım. Ben sizden korkayım mı, utanıp geri mi çekileyim? Sizin yaptığınız gibi büyük bir sorumsuzlukla mı karşılayayım olamaz mı? Siz peki nasıl geldiniz? Ben hiçbiriniz karşısında "zordayım, zavallıyım" diyor muyum? Askeri usullere göre, siyasal-ideolojik bütün yeterlilik düzeylerine göre karşınızda hazır değil miyim? Peki, siz neden bir kaç temel doğruda bile dayanamıyorsunuz? Gözlerinizden korkunç zavallılık okunuyor. Nereye giderse düşer ölür veya bela olur kalır. Hani büyük sözünüz? Zaten iddianız da çok zayıf. Neyi başarabilirsiniz diye düşünüyorum da, fukara halkımızı hep göz önüne getiriyorum. Düşmanın alıştırdığı bazı şeyler var, şu anda ülkemizde bir kapıcılık var. En değme sözüm ona kendini ağa sanan, daha dünün geleneğine göre onurlu sayan birisi bir iş için görüyorsunuz ki beş, on bin kişi koşuyor. Hayret! Tarihin hiçbir döneminde insanlar bu kadar işsiz değildiler. Anlayamıyorsunuz. Ben yolma da yoldum, pamuk da topladım, taş da taşıdım, kısaca işle ilgili ve çok ciddi olarak önemli işlerdir, baktım ki yollar tıkalı, bir iş nasıl yaratılır meselesine kendimi verdim.
Bu devrimcilik nasıl başladı derseniz; yolmayı en temiz yolardım, babam işime hep bakardı, kusursuz bulurdu ve tarzım da müthiş fethediciydi. Bir köy koşullarında bile eksiksizdim, ona rağmen biz bu işleri yetersiz gördük. Bu işlerle insanin kendini fazla uğraştırması tehlikeli olabilir dedim. Hatta en son üniversiteyi de bitirme noktasına geldim. Bir özelliğimiz şudur; bir işi en iyi yaparım, yapabilecek düzeye gelirim. Sonra iş üzerinde düşünürüm, o iş yeterli mi, değil mi? Herhangi bir işe hakkını vermeden "sıkıldım, yapamıyorum" deyip kendimi koy vermem. İlginçtir, ama bu özelliğimi halen taşıyorum: Bir işe hakkini vermesem onu bırakmam. Korkunç bir inatla "ne zamana kadar bu işi tam iyi yapabilirim" noktasına getirdikten sonra, bu iş bu kadardır derim ve o işi bırakırım. Yeni ve daha sonuç alıcı iş lazım derim. Üniversiteyi de biz öyle bitirdik, dikkat edilirse günün ölçülerine göre herhalde en iyi işlerden birisini edinebilirdim. Olduğu gibi bıraktım.
Bir özellik, ama bakin çok önemli bir yanılgı veya kusurunuz var sanırım. Hiçbir işte dikiş tutturamıyorsunuz, ondan sonra Partiye geliyorsunuz. Bu yanlıştır. Diğer bütün işleri en iyi yapacaksınız ve ondan sonra, "bunların hepsi yetersiz en güzel iş PKK’dedir" deyip geleceksiniz. PKK’ye yaklaşımınızı, katılımınızı kesinlikle böyle tarif edeceksiniz veya tanımı budur. Başka türlü katılımların hepsi yanlış. Toplum size altın gibi ne kadar iş de sunsa "hepsi benim için değersizdir" diyeceksiniz, ben böyle yaptım. Öyle yapmasaydım kusurlarımla PKK’lileşmeye başlardım. Yani elinden bir iş gelmiyor. Zaten toplum da bana onu söylüyordu. O köy koşullarında, hatta vilayet koşullarında bile belki dört, beş kişinin bile çıkamayacağı koşullarda, ben üstün bir iş imkanı yarattığımda köylülere “bakın, size bırakıyorum” dedim, "bu işi bıraktım" dedim. O zaman benim ciddiyetime inandılar. Diğer bütün işler de böyleydi, askerlik işleri de böyle. Siz bu işleri kendi kendinize yaptığınızı mı sanıyorsunuz? Hayır, bir işi yapılabilinir düzeye getirdikten sonra size bırakıyorum. Bunları şunun için söylüyorum: Siz halen bir işe doğru katılmayı da bilmiyorsunuz. Herhangi bir iş elinizden gelmezse, devrim işi elinizden hiç gelmez. Benim bulduğum devrim işi şu anda dünyada bile bir numaralı iştir. Gerçekten bir sihirdir adeta, bir kilittir bu iş ve etkisi de öyledir. Bunun özünde yatan nedir? İnsanın kendini en değerli iş konusunda çalıştırırsa, hiçbir tekniğin yapamayacağı, en verimli en güzel işi yapabilir. İşte ben bunu temsil ediyorum: Halk için düşünün, müthiş zayıf, atomlarına kadar bölünmüş bir halkı örgütleme işi, işte birinci altın iş. İki imha sürecindedir, yani üzerinde bıçak sallanıyor, buna karşı savaş işi. İkinci altın iş, savaşı yapma işi. Üç, yaşam işi. Yani özgür, güzel yaşam işi. Güzel ve özgür yaşayanlar yalnız o yaşamın etkisiyle her türlü değerli düşünceyi ve eylemi kesinlikle vazgeçilmez bulurlar, hem de yaparlar. İşte altın işler. Kendinize bakın: "örgütlenme" diyorum kaçıyorsunuz; "eylem tarzı" diyorum, adeta "bin defa ölüme varız, doğru eylem adına yoğuz" diyorsunuz. "Güzel yaşam" diyorum aklıma bazı şeyler geliyor söylemeyeceğim "öyle yaşama hayır!" diyorsunuz. Olmaz!
Tüm bunları niçin söylüyorum? PKK’nin tarihine bir anlam veresiniz diye söylüyorum. Biz bu tarihi küçük göremeyiz. Biz bu tarihi hiç de sıradan karşılayamayız. Korkunç bir direnme tarihidir. Sanmıyorum, başka bir partinin tarihinde böyle direnmeler, böyle acılar, bu tarz dayanakları ve yürütülüşüyle bir örneği yoktur. Bunu anlaşılır kılmak istiyoruz, bunu anlamalısınız, dürüstçe, yeterlice anlamalısınız. Çünkü her şey burada gizli ve bu ülke için, bu halk için, hatta bu insanlık için tek doğru iş, tek önemli iştir. Varsa yiğitliğiniz, kendinizi kesinlikle bu işte biraz gösterebilmelisiniz. Bu kadar şehide verilen sözler var. Bunları ertelemeden, bir değil binlercesine karşı kesinlikle kendimizde yaşatmanın sözüne sahip olmalıyız. Kimin haddine bu şehitleri çiğnemek, kimin haddine bunları unutmak! Bu değerlere ihanet edecek kadar kendimizden vazgeçmiş miyiz, gafil miyiz? Dikkat ederseniz bütün bunlarla hem sizi anlamak, tanımak istiyorum, hem de PKK’yi doğru anlatıp mümkünse kaynaşmanızı, bütünleşmenizi ertelemeksizin çünkü ertelenecek hiçbir saatimiz, günümüz yok bunları sağlamak istiyorum. Değer de veriyorum size, çünkü bize doğru gelebilmeniz değerli bir iştir. Teptiğiniz yollar var, geldiğiniz yerler var. Değerli kılmayı gerektiriyor. Bizzat yaşamlarınız var, değerli yaklaşımı gerektiriyor.
Şunda ısrarlı olmak zorundayım: Siz "bizde insanlık bitti, yiğitlik bitti, yaşam umudu bitti, güzellik bitti, zafer bitti" diyemezsiniz. Bunu nasıl kabul edelim? Bu bitişlerin hikayesi gözlerinizden okunuyor. PKK’nin kaybettirilmek istenilen özü var, ben o tehlikeyi önlemek istiyorum. Bu kadar direnme, bu kadar şahadet, bu kadar eza ve cefaya katlanmak PKK’nin özelliği içindir, biz onu kesinlikle en kutsal değer, en yaşanılası değer olarak görüyoruz. Hepimiz buna göre onu yakalamak zorundayız. Hiç kimse hiçbir gerekçeyle ben buna ulaşamıyorum diyemez. Eğer "temsil edemiyorum" diyorsa o küstahtır, onun dilini kesmek gerekir. O sahtekarı bulup ortaya çıkaracağız, o ruhsuzu, o zavallıyı içimizden çıkarıp atacağız. Sanki hiçbir yaşam yolumuz yokmuş gibi kendini dayatır haliniz yüzünüzden okunuyor veya "bırak biz yanlışı dayatacağız" şeklinde bir tehdit de görüyorum. Ve her türlü çirkince yaşamaya da "evet" diyen hal hareketleriniz çok yaygın gözüküyor. Bunlara karşı durmak zorundayım. Savaşı sizin gibi anlamam. Öyle "bir, iki Türk askerini vur", bana göre o savaşın en istenmeyen basit yanıdır. Asıl savaş dediğin ki, onu da bu yaşamın önünde engel teşkil ettiği için vuruyoruz, yoksa bir damla kan bile akıtmak istemeyiz engel olmasaydı veya yaşamımızı imha etmek istemeseydi, ben tek başıma bu kadar direnir, savaşı buraya kadar getirebilir miydim? Savaş felsefeniz de bozuk, hiç yok denilebilir. Yaşam felsefenizin olmaması kadar, işte bizim kurnaz komutanlar nasıl yaşamlarını size dayattı gördünüz. Biraz kendini ölçen biçen ben olmasam beni de kandıracak. Zaten uzun süre kandırdı da. Bu neyi ifade eder? İşler halen tehlikede ve sizler ya derin bir gaflet içinde ya da bir aymazlık içindesiniz. Düşman ordusunun vazgeçtiği olumsuzlukları bu kadar yaşadığınıza göre; düşmanın kendini reformize ederek düzeltmesi imkan dahiline girmişken, sizin kontralaşma tehlikeniz boy veriyor. Bunun çok somut belirtileri fazlaca var.
Demek ki bu Parti dersi son derece yakıcı. Kesin dürüst ve yeterlilik temelinde bu partiye yenilerin de, eskilerin de doğru bir temelde paylaşımı, katılımı gerekiyor. Zorlama yok, ama aldatma da olmamalı. Çoğunuz yeni geldiniz. Tabi yeni eski fark etmiyor. Eskiler yenilerden daha duyarsız, o açıdan çağrılarımızı da, güne katılımınızı da istisnasız gerekli görüyorum. Sizi anlamak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Ama siz de halk adına artık bizi anlamaya çalışın. Amerikalılar kadar bizi anlamaya çalışın, TC'nin subayları kadar anlamaya çalışın. Hatta bu gafletten kendinizi çıkaracak kadar anlamaya çalışın ki, biz verilen sözün sahibi olduğunuzu biraz bilerek yaşam planlarımıza yön verelim. Yani geçen devrelerde de ülkeye adam gönderdik. Bazılarının nasıl kaybedildiğini, nasıl kaybettirdiğini gördünüz. Gelenlerin şahsında da okudunuz ki, daralmışlar, hatta filmlerde de görüyorsunuz büzülmüşler. Böyle toprağa kök salma, gürleşmiş diye bir kişilik göremedim. Hatta şimdi çoğu açlık sınırında.
Ben buralara geldiğimde, elin memleketinde sıfırdan başladığımda diyeceksiniz halk yardım etti, herkesi sen yaratmadın diyebilirsiniz fakat ben olduğum için oldu. Ben olmasaydım binlerce kişi buralardan geldi, geçti neden bir şeyler yapamadılar? Bir sebep gerekli, o da benim. Hepiniz gezdiniz, benim gittiğim yerlerden daha verimli topraklara da gittiniz, var olanı kuruttunuz. Hatta hiç kimsenin bana vermediği desteği ben hepinize verdim. Bunları niçin söylüyoruz. O kendini aç bırakmaların, o kendini kurutmaların, o kendini öldürtmelerin bir kader olmadığını göstermek için söylüyorum. Buradan daha kuru yer var mı? Her yerde değer yaratılır da herhalde buralarda yaratmak en zorudur. Burada ne ülkenin havasını koklarsın, ne mağarasını, ne toprağını, ne bulutunu, ne yağmurunu göremezsin. Burada her şey başkalarınındır. Ama burada yaratıyoruz, işte yarattık. Ama tekrar arkadaşlarıma soruyorum "nasılsın"; biliyorum ki açlık sınırında, sefil, zavallı, titriyor, sırf benim karşımda ayakta olduğunu göstermek için "iyiyim" diyor. Halbuki iyilikten eser yok. Neden kendini o durumu düşürdün? Gafil, zavallı. Ben öyle değilim. Her gün herkese bir şeyler veriyorum, o halen zenginliğim var. Kendinize de bir şey veremiyorsunuz. Neden? İşte bunun terbiyeyle çok sıkı bir ilişkisi vardır. Ben kendimi öyle terbiye ettim ki hep insanların karşısına çıktığımda önlerine onları ilgilendiren bir şey koyardım. Bir icat, bir oyun işte şimdiyse bu büyük bir savaştır. En üretken bir savaştır. Düşünün sizde bunun heyecanı bile yok, çok acı. Keşke paralı askerlikle olsaydı da sizi maaşa bağlasaydık. Sahte komutanın söylediği "yaşamı geliştirelim, delikanlıları everelim," keşke çözüm olsaydı, hemen bu yolla kendimizi sağlam kılsaydık. Keşke o birbirinize hediye ettiğiniz değerler var; yumuşak sözlerle bu işler yürüseydi. Olmuyor. Söylesem, yapsam hain olur veya olanda bir günde biter. Yani imkânsız olduğu için değil, onunla büyütülemeyeceği, onunla kazanılamayacağı için. Maaşa bağlanan bir adam, işte Barzani peşmergesini görüyorsunuz, o kadar olursunuz. Köylüleri görüyorsunuz, bir karısı, bir kocası için hangi halde olduklarını görüyorsunuz. Böyle yaşam bir işkence, ama gerçek. Başka türlü nasıl yapabiliriz siz söyleyin.
Sizin söyledikleriniz şu; "biz böyle tepkileri geliştireceğiz". Bir tarz icat ettiniz, son süreçlerde muazzam bir karşı tepki durumunda aç bırakıyorlar kendilerini, benden intikam alıyorlar. Heval senin eline para verildi hem de dolar cinsinden, yollar açık istediğini al ve ülkenin de her tarafında yemişler var, otlar, ağaçlarda her türlü yemişler var. Hatta sürü sürü koyunlar var, tuzlama yapsa hiç aç kalınamaz. Niye kendini aç bıraktın? Aslında intikam alıyor. Ben bunlara son zamanlarda bazı küfürlerle karşılık vermek istiyorum, bunun formülize edilir bir yanı yok. Diğer bir şey, daha düşmana kaptırmadığı bir şey yok. Yüz binlerce mermi, çok önemli rol oynayabilecek silah ve yiyeceklerin hepsini kaptırıyor. Hatta yoldaşlarını, o gencecik insanları, ana kuzularını ölüme terk ediyorlar. Kader midir bunlar? Bir doğru taktik verilse hiçbirisine bir şey olmayacak. Gel de buna "deyyus", "aşağılık, tehlikeli adam" deme. Yani kötü niyetten mi yapıyor, hayır. Zamanında eğitime inanmamış, bir gerilla nasıl yaratılır, bir gerilla dağda nasıl yaşar, bu soruları kendine sormadığı gibi babasından köylülüğü öğrenmiş, köy çadırı nasıl kurulur, köy ilişkisi nasıl olur. Bu yöntemle adam olsaydı başta baban adam olurdu.
Bir de en son işlediğiniz duygular, sevdalar meseleniz var, bu da işin tiridi oluyor. Her şeyi yaptığınız gibi tiride koymazsanız zevki olmaz. Bu alana da girdik mi, hassas alanlardan olduğu için her şeyin bitirilişinin daniskası oluyor. Son halka bu. Zaten Kürdün en son kendini bitirdiği nokta ve bunu bizde de tamamlamak istiyorsunuz. Zavallı adam, savaşta iflas ediyor, güç olmada iflas ediyor; ondan sonra kızları ben fazla suçlamıyorum, suçlanması gereken erkeklerdir, hakimiyet, irade sözüm ona güç konumu onda çünkü gözünü ona dikiyor. Düşmana karşı iktidar olamamış, geriliklere karşı iktidar olamamış, zavallı kıza karşı iktidar olmak istiyor. En büyük ayıp bu değil mi? Bak bu yönümle de kendimi iki cümleyle tanıtabilirim. Halen bu kadar çabalamalarıma rağmen belli bir iktidar gücü oluşmuş, bütün emperyalizme karşı söz söyleyecek gücüm var, benden oldukça çekiniyorlar ama halen benim sizin yaptığınız gibi kendimi zayıf insanlara, bu savaşçılara, hele bu kızlara karşı bir iktidar güç gibi göstermek düşkünlüğünü yapmıyorum. Ne kadar büyük farkımız var değil mi? Ayıp diyorum, zayıf insanlara karşı insan kendini güçlü gösterir mi? Ama şu anda komutanlarımızın hızını kesemiyoruz. Bazıları da uyuşuk. Ya yaşamdan vazgeçeriz, ya canavar kesiliriz. Ayıp olan burası. Sen yaşamı kazanmadın ki veya neden ölümü esas alıyorsun ki, ölüm düşmanın sana yüzyıllardır dayattığıdır, biraz diren. Neden yenildikten sonra kadına veya düşkünlüğe koşuyorsunuz. Başararak koş. Dikkat edin, ilişkilerinizin özünde yatan yenilginin başladığı yerde, örgütün bittiği yerde güdüleriniz, en ilkel duygularınız kabarıyor. Halbuki tersi olmalıydı. Zafere doğru tırmandığınızda, ama gerçekten düşmanı yenmeye doğru gittiğinizde duyguların büyüğü gelişmeliydi. Doğrusu bu değil mi? Aşkın doğru tanımı budur. Özgürlük tutkusu hep böyle izah edilir. Ama siz hep tersine çeviriyorsunuz. Adına da kadın-erkek ilişkisi diye her gün şarlatanlık yapıyorsunuz. Bir türlü kendinizi bize doğru tanıtmak istemiyorsunuz. Yapmayın, ayıptır.
Sosyal dersler, sosyal yaşam diye bir kavram icat edilmiş. Sosyal yaşamı elli sefer tarif ettim. Bizim tarif ettiğimizin tersini dayatıyorlar. "Sosyal yaşamın bir anlam ifade edebilmesi için çok önemli siyasal ve askeri esaslara bağlanmak zorundayız" dedik. Örnek olarak kendi yaşamımı da gösterdim. Amansız bir örgütsellik ve siyasallıkla birleştirmeseydim, sosyal yaşam diye bir yaşam zaten yoktu. Halen de öyle. Bunlar çok açık, hepsini kanıtladık. Duygularınız son derece köreltici, müthiş güçten düşürür. Bu büyük bir hakaret. Nasıl cesaret ediyorsunuz şaşmamak elde değil. Ben bu yaşa geldim, halen güçlendiren ilişki, kadınlar konusunda bu kadar güçlendirmeyi daha çok yetersiz buluyorum. Bizimkiler buna karşılar. "Başını kaldıran kadın canavardır" diyor. Ünlü komutana bakın hele iradesi bitmiş, dört dörtlük teslim olan kadını bekliyor veya iliklerinden boşanırcasına bireyciliğe batmış ilişkiler istiyor. Ne kadar büyük bir ayıp! En kötüsü de sizin ruhlarınız buna alışmış. Yani serbest kalsanız hepiniz böyle olacaksınız. Aşka ne kadar büyük bir hakarettir bu. İnsana ne kadar büyük bir hakarettir. Bunda güzellik ilkesinden eser yok, güzel diyebileceğimiz kavramlarla ifade edilecek hiçbir şey yok. İşte böyle akıl hocaları türemiş ve gözü kara uygulayıcılar var içinizde. Aşık olmak kolay mı, ben bunu size açmadım mı? Açtım, çözdüm. Oldukça bilimsel olarak da izah ettim. Şu anda bu güçlü tarifi başka bir psikologun veya bir sosyologun yapacağını sanmıyorum. Güç yok sizde, güçsüz olanlar aşkla ne bağlantı kurabilir? En aşık olunamayacak kişilikler sizsiniz. Aşk zaten kişiliğinizde çoktan beri ölmüştür ve onun yerine ne kalmıştır biliyor musunuz? Afrika yerlileri, onlar çok güzel insanlar, bu geri düzeydeki ilişkileri bile bana çok anlamlı gelir. Ama sizinkiler bir karabatak gibi.
Nedenleri var, tarih boyunca, sömürgecilikten ötürüdür, bunları anlamak zorundasınız. "Canım duygu istiyor" diyorsun, ne duygusu, duygu diye bir şey kalmamış sizde. Bu savaşın diğer önemli bir amacı da aşkı gerçekleştirmektir dedim ve şöyle dediler: Önderlik de böyle yapıyormuş veya böyle söylemiş vb. her şey ortada. Bu zavallı kızlara fiziki olarak ayakları üzerinde yürüme gücü vermek için bile kırk yıldır hazırlık yapıyoruz. Bir tanesini ya o, ya sen birbirinizin eline geçtiğinde ne yaparsınız. İki hafta yok, iki hafta da değil, belki de yirmi dört saat ne ruhi, ne fiziki bir yanı kalır. Ondan sonra bizim adam hoşaf gibi zaten dökülür. Hoşaf olmuştur zaten, bizim aşığın içine düştüğü son durum bu. Seven adam, aşık olan böyle yapar mı? Bunları anlayacaksınız. Anlamadan sizi gebertirim. Anlayacaksınız, yaşayacaksınız. Biz öyle bildiğiniz gibi Hasso, Hüssolardan değiliz. Sinekli Hasso değilim ben, anlayacaksınız beni. Hiçbir erkek ve hiçbir kız bizi baştan çıkaramaz. Yanımıza gelenler göğe yükselme gereğini esas alırlar. Düşmeymiş, düşürmeymiş şurada kalsın, göklere uçmaktan bahsediyorum. Biz bunları kanıtlamışız. Biz hiç karşı değiliz aşklarınıza, duygularınıza, ama göklere uçuruyor mu orası önemli. Ama doğrultusu öyle değil, ondan sonra hemen uçtunuz, "yere çarpıldım, parçalandım" demeyeceksiniz.
Ben kendime fazla pay biçmiyorum veya her şeyi yarattım demiyorum, ama sağlıklı aşkın yolunu da açtığıma inanıyorum. İnceleyin, duyarlı bir biçimde inceleyin. Ben akıllı adamım, gerçekten bir şeyler yapıyorum ama siz onu mahvediyorsunuz. O sizin duygulandığınız bütün erkekler ve kızları gerçekten ben yarattım, farkında değilsiniz, ama halen onlara yaşamı öğretmeye çalışıyoruz. Yani düşünün fiziki, ruhi, bütün cinsel yanlar kusurlu, özürlü, onları muazzam düzeltmekle uğraşıyorum. Bunlar olmadan önemli duygular gelişebilir mi? Babadan anadan bellediğiniz bir sanat var; "kim kimi nasıl kandırdı". Zavallı hatırlıyorum '90’larda diyorlardı; "biz birbirlerimizin gözüne bakarız, ne demek istediğimizi anlarız!". Bu karasevda tarzı iyi ki buna kendimizi kapattık. Kapatmasak, benden de beş metelik değer çıkmazdı. Sonra ajanvari baktı, ajan olmayan da yok bizde. Sevdalandın mı bitti. Fazla kendimi abartmayayım ama herhalde oldukça etkilenen bir insanım, fakat halen kendimi temkinli yürütüyorum. Bütün insanlarla ilişkilerde sonuna kadar yüreğim çok duyarlı, insanlara verdiğim değeri sanmıyorum başka bir örnekte bu kadar gelişkinini bulabilirsiniz. Ama yine "ya şöyle olursa", tedbirli olacaksın, öyle olursan belki büyüdükçe büyürsün, belki kolay düşmezsin. Siz hemen yaltaklanıyorsunuz, serbest bıraksak burada kadın erkek boyutunda tabi birbirini aldatmayan adam kalmayacak. İdeolojiymiş, politikaymış, örgütmüş bir çırpıda "bunlar bir tarafa, bizim fiskoslarımız bir tarafa" dersiniz. Tabi her şey kaybediliyor, dikkat edin ordu da gidiyor, yaşam da gidiyor, aşk da gidiyor. Şimdi bana "senin bu söylediklerin çok zorluyor" diyeceksiniz. Düşman senin için ne yapıyor, düşman sana kimliğine, kişiliğine göre, yüceliğe göre metelik kadar değer veriyor mu? Sorunu ben yaratmıyorum, sadece sorunun aşılmasının gerekçelerini yaratıyorum. Yaşamı kurtarma, yaşama saygı, güzelliğe davet, bunlar çok önemli değil mi? Kuşlar bile yuva yaptıkları yerde, en emin yerde, en azından yılanla insan elinin değmeyeceği yerde, bir emniyet anlayışıyla yuva geliştirirler. Kendinize bakın, düşman elini uzatsa gırtlağınızda. Neymiş, duygusallıklar gelişiyormuş. Hayret ediyorum kuşlara bakın öğrenemediniz mi, düşünün. İnsanoğlu düşünme, ya da gelişme yasalarına ters düştü mü kuştan daha beyinsiz oluyor. Kuş beyinli denilir ya tam da bizimkilere göre. Hatta kuşa hakarettir, kuşların beyni güzeldir, bundan daha da geri oluyor.
Yaşamı seveceksiniz, bunları söylerken kimse size yaşamdan, büyük duygulardan vazgeçin demiyor, tam tersine yaşamın bütün diyalektiğini, felsefik yönlerinden tutalım, estetik yönlerine kadar öğrenin diyorum. Öğrenin gelin. Öyle köylü kurnazlığıyla olmuyor. Eğer köylü kurnazlığıyla işler başarılsaydı biz dünyanın en önünde olurduk ve en görkemli aşıklar da orada ortaya çıkardı. Olur mu böyle şeyler? Bakıyorum bu dersler işinize gelmiyor, derslerin şahı böyledir işte. PKK’nin ideolojik, savaş dersleri hep bu temeldedir. Öyle bir tarz icat etmişsiniz ki, yaşamdan kopmuş, tükenmiş, demin de vurguladığım gibi, önce örgütü, sonra birbirini, sonra kendini tüketme tarzını ortadan kaldıracağız. Ben insanlar için bunun doğal olduğuna inanmıyorum, insanlıkta ısrar kesindir.
Umarım Partimizin resmen değerlendirilmeye çalışıldığı bu yirminci yaş yılına girişi ve en önemlisi de, daha da çarpıcı olanı düşmanın fark ettiği olumlu özelliklerimize sahip çıkıp, kendi olumsuz özelliklerini bize dayatıcı yanlarına karşı kesin yetkin bir savaşı vermede ve bunu hem kalıcı, hem kesin kılmada sadece karar değil, an be an yeterli bir çaba içindesiniz. Öncelikle bu tehlikeyi böyle aşma gücünü göstereceğiz. Onla birlikte tarihimizin çok müthiş direnme, başarma yanları var, onları yine aynı kesin kararlılıkla ve yetkin çabayla kendinize mal etme tutarlılığını göstereceksiniz. Özgür yaşam konusunda sağladığımız bir gelişme var, bu gelişmeyi hem çarpıcı bir biçimde ki en cansızı bile dirilişe çeker, ona yüksek değer biçeceksiniz, ilgi göstereceksiniz. Özellikleri var. Hem tanımlayacak, hem de kendinizi o temelde yaşamsallaştıracaksınız ve biz Partimizin bu yirminci görkemli final yılını bütün bu doğrulara yaraşır temelde karşılayacağız. Aksi halde kararlılığın tersine olan yanları aşılamazsa yirminci yıla girerken etkili olursa, biz bu Partiye ihanet etmiş oluruz ve Parti elimizden kayar gider, tehlikesi bu kadar büyük.
İlk defa tarihimizde onurlu bir yaşamın eteğinden tutuyoruz. Bırakmamacasına kesinlikle ona sahip çıkabilmeli, sonuna kadar bunun için sorumluluk, ciddiyet göstermeliyiz. Her insanin eksikliği var, benim de dolu, ama herhalde yaşadıkça çabayla bunları da hem düzeltiyoruz, hem de aşıyoruz. Açık söylemeliyim ki hepinizden de çok zayıf olan birisiyim. Başlarken de, günümüze kadar da, ama bir farkım var ki yaşamaya karar verdikten sonra gereklerini yerine getirme tutarlılığı gösterme, inançla, dürüstlükle, sürekli elinden gelebilecek çabalara esirgemeksizin gösterdim. Kesin söyleyeyim ki ben de fark sürekliliktir, halka üzerine halka eklemektir, "bununla kendim varsam varım" demektedir. Sizin hatalarınız, sürekliliği çok kesiyorsunuz, halkalar çok kopuk. Altın değerinde bir halka da olsanız, diğerlerinden kopuk olduğu için yere dökülüyorsunuz. Devrimin arabası sağlam zincirle ancak ileri çekilebilir. Sizde bütün halkalar kopuk olduğu için zincir bile olamıyorsunuz. Bırakalım sağlam bir zincir, yoğunlaşamama, halka üstüne halka ekleyememe, sizi böyle kopuk kopuk halkalar biçiminde şuraya buraya savuruyor ve dişe dokunur bir şey bırakmıyor. İşte bunu aşalım diyorum. Yaşam üzerine yoğunlaşmayı sürekli sağlayacak bir biçimde kesinleştireceğiz.
Burada kayıplarımız o kadar önemli değil, biri gider on tane halka hazırdır, eklenir. PKK tarihi yenilmezlik tarihidir, peş peşe, amansız ve fazlasıyla eklenen halkalar sisteminden ileri gelir. Belki incelemeyi bilmiyorsunuz, açın bakin kitabına böyle olduğunu görürsünüz. Eğer böyle olursanız her alanda sağlam yoldaşlıklarla ilerleyeceğiz. Akşam vurguladım, birisi kitap yazmış bizim için “Cumhuriyet” diyor. Sadece biz cumhuriyet değil, yani ekonomik, toplumsal, askeri bütün yönleri de böyle planlamış ve kendisine uygulatan bir otoritenin ta kendisiyiz. Klasik anlamda salt bir Parti değiliz, onu demek istiyorum. İlginç bir önderlik tarzıdır, bu da benim karakaşım kara gözüm değil, aslında bir müessese, bir kurumdur. Ben olsam da, olmasam da bu biraz devam edecek. Nedir? İşte daha şimdiden mevcut devletlerden daha etkili bir olaydır. PKK’yi bir de böyle tanımlayacaksınız. Yani devlet düzeninden daha çok kendine göre bir iş düzeni var, ilkeleri ve pratikleri var. Yeni yaşamı ve onun savaşımı var. Hepsi iç içe aynı bir devlet sistemi gibi. Hatta ben bu devletleri fosilleşmiş buluyorum, dinozor devletler diyorum. Yeni devlet bizimkidir, ama öğreneceksiniz. Biraz gerçekleşmişiz, gerçekleştirdik, daha fazlasını içini de, dışını da veya kuralını da, doldurmasını da biliriz. Büyük, eşsiz bir çabadır, ne kadar güzel bir çabadır, ama önce anlamak, duymak gerekir.
PKK’de biraz gerçekleşen insanlık iddialarından tutalım, bir insanın bütün kaybettiklerini bulmak kadar, neden ilgi bu kadar yüksek, bu nedenle insanlığın yitirdiği emellerinin halen temsil ettiği yer deniliyor. İnsanın yüce duygularının, bulunacağı yer diye halen ilgi var aslında. Bu bir parti değil yalnız dikkat edilirse bu bir yaşam arayışı bu yeni bir toplum arayışı ve hepsi içinde az çok bulunuyor. PKK'yi derinliğine anlamaya çelişeceksin. Ordu çalışmaları bunun küçük bir parçasıdır, diğer yönleri de çok önemlidir. Hepsi de bütünleyici, birisi olmadan diğeri olmaz. Sistemdir diyorum, kopuk tek bir halkası yoktur. Bunun için çok ciddi eğitime ihtiyacınız var, bunun için çok iyi bir örgenci, akilli, terbiyeli bir öğrenci olacaksınız. Öğrenmeden yaşamaya "asla" diyeceksiniz ve PKK bunu hak eden partidir deyip yaklaşacaksınız.
Eminim ki biz şimdiden, imkansızlıklardan mucizevi yarattığımız bu olayı insanlığın hizmetine bile taşırabiliriz. Yalnız halkımızın değil, bütün halkların, insanların hizmetine bile verebiliriz. PKK sevdası budur, PKK kahramanlığı bu temeldedir. PKK’nin zaferi de bu temeldedir. Bunun dışında benim sizleri karşılamamın hiçbir anlamı yok. Nereye bakarsanız bakın, bütün büyük davaların, büyük devrimlerin, büyük savunucuları ilkeleriyle ve savaşçılarıyla böyledirler. Bizden başka bir şey beklemeyin, düzenvari ilgiler, ilişkiler beklemeyin. Büyük ilkelerle, büyük savaşların gereklerini bekleyin. Geldiniz, bunu gördünüz ve bunu aradınız. Kaldı ki ekmek suyun da, o yakalamaya çalıştığınız yaşamın da ancak bununla mümkün olacağını bir an bile göz ardı etmeyin. Bütün zenginlikler, bu ilkelerin savaşımının bir sonucu olabilir. Yoksa ilkeleri ve savaşı bir tarafa bırakarak işte hepsi aç şu anda. Ama ben aç değilim mümkün de değil. En zenginiyim bu ülkede, bu halk içinde, her yönüyle zenginim. Neden, çünkü benim ilkelerimin amansız savaşı esas alındığı için bu böyledir. Bu çok net, bunu bırakıp neye dalabilirsin, bunu ikinci plana bırakıp neyi ön plana alabilirsin? PKK budur, önderlik budur, zafer de budur...
Reber APO
24 Kasım 1997
- Ayrıntılar