Planlamada diğer bir husus da; daha çok vuruş tarzına, çalışma ve yaşam tarzına ilişkindir. Devrimci savaşın dayanaklarını iyi göz önüne getirdik, düşmanı da, hedefleri de daha ayrıntılı değerlendirdik. O halde gerisi nedir? Gerisi, çok yoğun günlük çalışma tarzıdır. Eğer hedeflere eylemle ulaşmak söz konusuysa, burada vuruş tarzı önem kazanır. Tabii ikisi de, günlük olarak militan bir yaşam tarzını gerektirir.
Devrimci yaşam üzerine çok durduk. Devrimci yaşamın günlük olarak nasıl icra edilmesi gerektiği konusu üzerine yapılmış değerlendirmeleri tekrarlamak istemiyorum. Bunlar her zaman planlamaya almanız gereken hususlardır. Devrimci yaşam herhangi bir yaşam değildir; olağanüstü bir yaşamdır, özellikleri vardır, bunları sıralamaya gerek görmüyorum. Dikkatlilik, duyarlılık, bilinçlilik, örgütlülük, sağlam bir düşman kavrayışı, devrimci dayanaklar, hedefler kavrayışı kesinlikle gereklidir. Bunlarla devrimci tarzda yaşanılır. Kişilik hep böyle olmalıdır. Hayali, tembel ve kaytarmacı olan kişilik asla kabul edilemez. Bir devrimci “canım sıkılıyor, bıkmışım” demez. Devrimci kişilikte bunlar suçtur.
Siz, devrimci bir yaşam tarzınız olmadığı için kaybediyorsunuz. Yaşam söz konusu olduğunda, sağa sola yıkılıyorsunuz, tembel, istismarcı, kaytarmacı, kariyerist, düşkün, havai yaklaşıyorsunuz. Böyle birçok özellik sayabiliriz. Eğer sizde bunların zerresi bile varsa, kişiliğinizin sağlam bir yaşamı yoktur. Sağlam bir yaşam, sağlam bir kişilik olmadan da sağlam bir çalışma tarzına ulaşamayız. Sağlam çalışma tarzı, sağlam kişiliğe ve sağlam yaşam tarzına bağlıdır. Demek ki iyi bir planlayıcı olmak için çok sağlam bir yaşama sahip olmak gerekir.
Köylü kurnazlığı veya küçük burjuva kendini bilmezi yalnız kendisiyle değil, yaşamla da oynuyor. Beni bile saptırmaya çalışıyor. Yaşam tarzıyla tam bir ağa, tam bir küçük burjuva kurnazlığı; kendini aldatmış, yanındakileri aldatmış, devrimci yaşamla bağdaşmayan ne varsa gün be gün yaşıyor. Köylü kurnazlığı, küçük burjuva yüzsüzlüğüyle hareket edenler, partinin sapmaz değerleri var, parası var, onu nasıl alıp harcarım, kadroları nasıl yedeğime alıp kullanırım, halkı nasıl hizmetine koştururum diyor. Tarzı böyle olan biri tabii ki suçludur. Ağalık dediğimiz, küçük burjuva dediğimiz, hatta kölelik dediğimiz olay burada düğümleniyor.
Bu yaşam tarzıyla, bırakın hedefler üzerine gitmeyi, devrimciliği kurtarmayı, ancak objektif ajan olunur. Böyle birçok objektif ajan var. Bunların işi gücü, bana şunu bunu şikayet etmektir. Bırakın şunu bunu da, sen ne durumdasın, senin yaşamın nasıl diyorum. O, o kadar kurnazlaşmış ki, kendi görevini bana yaptırtmaya çalışıyor. Ne yazık ki, çoğunuz bilmeyerek bu pozisyonu yaşıyorsunuz. Sıkıntılarınız, önünüzde engelleriniz var. Onu devrimci yaşamla aşacağınıza, mevcut yaşamınızla aşmaya çalışıyorsunuz. Bu da mümkün değildir.
Doğru yaşama ulaşmada kişilik savaşımı çok önemlidir. Devrimci yaşamda ısrar çok önemlidir, olmazsa olmaz kabilindedir. Belirttiğim hususlarda ısrar etmek, ihanetten daha tehlikelidir. Ama bütün raporlar bunlarla dolu. Hepsi ayak kaydırmacı, hepsi çevresini suçlayıcı, hepsi kariyerini artırıcı, tasfiyeci... Bu kişilik, hedefler konusunda belirttiğim gibi, derhal tutuklanması gereken bir kişiliktir. İçinizde iyi niyetliler, dürüstler var. Bastırıcı kişiliğin yaşam tarzı felakettir. Bunu yaşayanları derhal tutuklayın. Devrimci değerlere biraz saygınız varsa, “yetkin ne olursa olsun senin buradaki yaşamın dürüst değildir. Zengin evinde kalıyorsun, parayı çok harcıyorsun, yoldaşların üzerinde kötü tasarrufta bulunuyorsun. Savaş imkanlarını, silahlarını düşmana kaptırıyorsun, tembelsin” demelisiniz. Eğer eski tutumunda ısrar ederse, örgüte bilgi verirsiniz. Bilgi verme imkanınız yoksa, çok tehlikeliyse hayatınızı ortaya koyup onunla mücadele etmelisiniz.
Devrimci yaşamın kendisi olmadan, hiçbir devrimci görev başarıyla yerine getirilemez. Devrimci yaşam derken olağanüstü bir yaşamdan bahsetmiyorum. Asgari dürüstlük ölçülerinde bir devrimci yaşam mümkündür, bunu göstereceksiniz. Gösteremezseniz, bu PKK’de er veya geç sizi bulacak olan feci bir sondur. Kesin dürüst yaşayacaksınız. İstismarcı, kariyerist, tembel, değerleri bastıran, tasarrufuna çeken biri olmayacaksınız. Başkaları yapsa da, siz alet olmayın, ne de kendiniz yapın. Saflarda iyi bir yaşam savaşçısı olun. Bununla bağlantılı olarak ortaya çalışma tarzı çıkar. Tabii ki kişiliği sağlam olan, yaşamı sağlam olan sağlam çalışabilir. Nedir çalışma tarzı? Günlük olarak ne kadar eğitim, ne kadar örgütlenme, ne kadar eylemlilik akla gelir. Günlük olarak benim propaganda gücüm ne kadardır? Örgütlenme gücüm ne kadardır? Hedeflerim eylemliliğe ne kadar ulaşır? Bu işler için sınır yoktur.
İnceleme, araştırma görevi de çalışma tarzına eklenmelidir. Baktın propaganda yapabileceğin kimse yok, kitle yok; hemen inceleme yap. Çünkü sizin incelemeye, araştırmaya, kendinizi eğitmeye şiddetle ihtiyacınız var. Baktın teksin, bunu yapabilirsin. Çalışma tarzın budur. Baktın ki çevrende eğitimsiz insanlar var, onlara propagandanı yap, eğitimini ver; baktın ki daha kalabalık bir alandasın, ajitasyon çek. Baktın ki, eylem fırsatı doğuyor, eylem görevlerini hemen yerine getir. Gücün oranında eylem yap. Birinci gün yapamıyorsan, ikinci gün yap veya haftada bir yap. Her gün kendini de bir saat eğit.
Demek ki bir devrimci hiçbir zaman, hiçbir yerde benim çalışma tarzım oluşamaz diyemez. “Uğraşacak ne örgütlenme ne de eğitim vardı, sırtüstü uzanıp yattım. Çalışma tarzım, tembel tembel günleri harcamaktı, imkanları harcamaktı” gibi tutumlara girmek suçtur. Görüyorsunuz ki görevler diz boyudur. Hiçbir devrimci, bir tek gününü bile doğru çalışma tarzı olmadan geçiremez. Bir güne sığdırılacak işler dev boyutludur. Sen de tüm kişiliğini, yaşamını devrime, devrimin çalışma tarzına adamışsın. O halde gününü en verimli tarzda geçirmelisin. En verimli tarz; eylemse eylem, örgütse örgüt, eğitimse eğitim, artık onu sen tayin edeceksin.
Çalışma tarzında verimlilik şarttır. Süreklidir, yoğundur ve verimlidir. Kitlelerin örgütlenmesi çok acilse, hemen örgütlersin. Bir komiteyi örgütlemek çok önemliyse, hemen komiteyi örgütlersin. Demek ki çalışma tarzına, yoğunluk itibarıyla, verimlilik itibarıyla en doğru karşılığı vermeden devrimci militanlık yapılamaz. Günü çalışmasız, verimsiz geçirme, hatta çalışma tarzı diye bir sorunu var mı, yok mu hiç oralı bile olmama en tehlikeli tarzdır, devrimcilik de değildir. Görüldüğü yerde hesap sorulmalıdır. Doğru devrimcilik; çalışma tarzı mükemmel olan, gücünü mükemmel planlayan ve en verimli bir biçimde bu planı hayata geçirendir.
Örgüt için nasıl bir plan çiziyorsak, çalışma tarzı için de, aynen bir örgüt gibi, parti gibi günlük plan gerekir. Bunun için gününüzü iyi planlayın. Planlarınıza iyi hedefler koyun ve hedeflerinize iyi bir yaşamla, yoğun bir çabayla ulaşın. Çalışma tarzında başarılı olan bir militanın tarzı budur. Kişilikte aranması gereken, özellikle eylem adamlarının, hareket komutanlarının koparma tarzı budur. Bu serhıldan ve ideolojik mücadele için de geçerlidir.
Yaşama tarzı, çalışma tarzı günü birliktir. Eğer bir kişi çok daha ileri bir komutayı yakalamak istiyorsa, yaşama tarzıyla çalışma tarzını birleştirmelidir. Mesela benim yaşama tarzım, çalışma tarzım hemen hemen iç içedir ve aynıdır. Tabii bu güç ister, çaba yoğunluğu ister. Herkesten aynı derecede istenmeyebilir, fakat hedef aynıdır. Yaşam, çalışma ve savaş tarzını veya koparma tarzını birleştirmektir. Eylemde koparma tarzı dediğimiz olay nedir? Özellikle yaşamı, çalışmayı iyi düzenlemişse, son öldürücü darbeyi vurarak veya koparıcı adımı atarak bütün devrimci görevler yerine getirilir.
Düşman iyi tanınmış, halkın durumu iyi değerlendirilmiş, hedefler iyi belirlenmiş, devrimci yaşama, çalışmaya da dört dörtlük bir hak verilmişse, o noktada saldırılır. Nasıl hedeflerde olumluluk, olumsuzluk varsa; burada da aynı durum söz konusudur. Tam yöneliş anındayken bazıları ikircikliğe düştük, çok taciz edildik, kenarından geçtik, teğet geçtik diyor; bu durumlar vuruş tarzına en kötü yaklaşımı içerir. Halk içinde on ikiden vurma denilir, vuruş tarzı biraz da böyle izah edilir. An, vurma anı, vurulma anıdır. Sen vurmazsan, o seni vurur. Düşman pusuda veya savunmada, sen ise saldırıdasın, pusudasın. Kim bir dakika gecikirse, o gider. Pür dikkat olunmalı. An, yaşamın bir noktaya, bir dakikaya sığdırılma anıdır.
Vuruş tarzına ulaşan kişilik; en yoğunlaşmış askeri kişiliktir. Komutanlar, delidolu adamlardır, dopdoludur. Askeri okullarda da en temel ders, aslında bu özelliklerdir veya yoğunluk dersidir. Siyasette, askeri teoride, kültürde, ahlakta en yoğunlaşmış ifade komutan kişiliğidir. Komutan deyince akla ne gelir? Emreden ve vuran kişi gelir. Koparıcı kişilik nedir? Bütün bu konularda en yoğunlaşmış, yani bir yumruk haline gelmiş kişiliktir. Komutanın dili çok serttir, yüreği de, iradesi de buna yeterlidir. Fakat çok hazırlanmıştır, yoğunlaşmıştır. Çoğunuzun yaptığı gibi, sahte komutan değildir; bütün koşullarını hazırlamıştır, koşullarını değerlendirmiştir, hedeflerini belirlemiştir, örgütünü kurmuştur ve kararı doğrudur. O zaman vurur, vurdurur. Yani koparış tarzı da, vuruş tarzına yaklaşmış demektir. Bu da komutanlık halkasını tam yakalamak demektir.
Türk sistemine bakın, bütün dünya sistemine bakın; komutanlar dili ve eylemiyle çok yetkindir. Yani vuruş tarzına ulaşmış demektir. Bir de kendinize bakın; çoğunuzun dili yetişmiyor, emredemiyorsunuz bile. Hazırlık yapmamışsınız ki emredesiniz. Güç oluşturmamışsınız ki, hazır gücü bile değerlendiremiyorsunuz. Benim bin bir emekle emrinize verdiğim bir gücü, emirle ayağa kaldıramıyorsunuz. Zaten komutanın zavallılığı burada. Komuta sorunlarının ağırlaşması burada. Hazır gücü seferber edemiyor, emre koşturamıyor. Çoğunuzun diline bakın; sağlam bir emretme kabiliyeti yok.
Bunları belirtirken, asalım, keselim demiyorum. Sağlam bir komuta kişiliği, gerekirse yılanı tatlı dille deliğinden çıkarmaktan tutalım düşmanı farkına vardırmadan yenmeye kadar bu tarzı konuşturan kişiliktir. Çoğunuza bakıyoruz; “tam vuracakken ikircikliğe, kararsızlığa düştüm, biçildim, kurşunu sıktım, ama kenarından sekti, teğet geçti” diyorsunuz. Bütün bunlar sizin tarzınızdır. Düşmana gider böyledir, halka gider böyledir. “Üslenemedim, halkla ilişki kuramadım, örgütü hazırlamadım” der. Silahı varsa morali yok, morali varsa silahı yok, ikisi varsa örgütü yok; hepsi darmadağınık. Böyle komutan olmaz, böyle vuruculuk olmaz. Bu kişilikler koparıcı olamaz.
Askeri an; her an eylem durumunu yaşamak demektir. Bu anı yaşayamazsan biçilirsin. Nitekim arkadaşlar umulmadık yerde biçilmiştir. Şu deniliyor; “hiçbir grubumuz, bilinçli bir biçimde savaşı nasıl verdiğini, kaybettiğini veya kazandığını bilmiyor.” Bu doğru bir tespit ve çok egemen bir yandır. Beklenmedik yerde vuruluyor, beklenmedik bir biçimde vuruluyor. Bunu biz kabul edemeyiz. Böyle vurup kaybetmesi de, kazanması da kabul edilemez. Doğrusu tamamen planlanmıştır, her şey önceden düşünülmüştür. İkirciksiz yaklaşılmış ve düşmanın ruhu bile duymadan vurulup koparılmıştır. Halka gidilmiştir, halkın canı, ruhu olunmuştur, kazanılmıştır. Örgüte bakılmıştır, noksanlığı görülmüştür. Morali zayıfsa üstün moral, örgütü zayıfsa üstün örgüt sağlanmıştır. Vuruş tarzı, koparış tarzı böyledir. Kendinize bakın, durumunuzu yorumlayın. Çok yetersiz, sağa sola yalpalayan, tereddütlü; düşmana karşı tereddütlü, kendine karşı tereddütlü... Bu felaket bir kişiliktir. Bu kişiliği terk edeceksiniz. Koparıcı kişiliğe, vuruş tarzına ulaşmış kişiliğe tam ulaşmazsanız bütün çabalarınız boşa gider.
Mevcut planlamanızın bütün hususları tam olsa bile, vuruş tarzınız, vuruş stiliniz, üslubunuz ciddi noksanlıklar içeriyorsa; bir saatin elli dokuz dakikası sağlam işlense bile, son bir dakikayı iyi işleyemezseniz, altmışıncı dakikada kaybettiniz demektir. Veya bunu bir futbol maçına benzetirsek; seksen dokuz dakika iyi oynamışsınız, iyi götürmüşsünüz. Doksanıncı dakikada gol yediğinizde, elenmişsiniz demektir. Yani vuruş tarzının kendisi gol atma dakikasıdır, vurma dakikasıdır, sonuç alma dakikasıdır. Düşünün; o an gol atacağız, o an hemen koparıp alacağız. Bir an olarak değerlendiriyorsunuz ve kişiliğiniz buna hep hazır. İşte komuta kişiliği, gol kişiliği, hücum kişiliği... Bu da taktik önderlikte en sonuç alıcı özelliktir. Ve ne yazık ki bu, saflarımızda en az gelişen özelliktir. Biz aslında elli dokuzuncu dakikaya veya seksen dokuzuncu dakikaya kadar iyi gidiyoruz, ama sonuncu dakikayı kötü tamamlıyoruz. En temel taktik önderliksel sorununuz da budur.
Elli dokuz dakikaya ne girer; uzun süre eğitim, sabır, sıkıntılara, acılara katlanma girer, bilinçlenme girer. Her türlü inceleme, araştırma, diğer hazırlıklar girer. Bütün bunlar elli dokuz dakika eder. Ama bütün bunları niçin yaptınız? Aslında sonuncu dakikayı tamamlamak için, yani iyi vurmak için, koparmak için. Bir meyve ağacını düşünelim; yetişip meyve vermesi için ne kadar süre gerekir? Gübre, sulama, zaman ne kadar gerekli? Meyve olgunlaşmak üzere ve düşme anı var, söz konusu an, o anı yakalamaya benzer. Bir yıl beklediğiniz o ağacın bir dakikada meyvesini koparacaksınız, emeğinizin sonucunu bir dakikada alacaksınız. İşte vuruş tarzı da, olgun meyveyi koparma tarzıdır. Bu olmadan da bir yıl boşa gider, harcadığınız zaman boşa gider. Böyle bir planlama en başarılı bir vuruş tarzıyla tamamlanır. Bunun adı başarıdır. Eğer çok ciddi bir hedefin üzerine gitmekse zaferdir.
Parti saflarımızda, ordulaşma, savaş sürecimizde emek harcamamıza rağmen, vuruş tarzına ulaşmamış kişiliği mahkum edelim. Onun yaşam ve çalışma tarzını mahkum edelim. Bunun yerine vuruş tarzını başarıyla gerçekleştirecek yaşama gücünü, çalışma tarzını kendimizde egemen kılalım. Ve mutlaka sonuncu anı veya hedefi düşürmeyi mümkün kılan bir militan tarzı egemen kılalım. Buna ulaşmadan devrimciliğinize asla tamamlanmış gözüyle bakmayın. Yaşamaya, çalışmaya yeterlilik anlayışıyla yaklaşmayın. O halde, hepinizin en temel bir özelliği de vuruş, koparış tarzında ikirciksiz olduğu kadar keskin, usta olduğu kadar yaratıcı, sonuçlarını derleyici, bütün örgüte, savaşa mal edici olmalıdır. Örgütçümüzün, savaşçımızın, onun ordusunun en zayıf olduğu bu yönünü giderebilirsek -buna devrimci savaşımın geliştirilme sorunları diyoruz, özel savaşımın çöktürülmesi diyoruz- bunun böylesine bir vuruş tarzı ile bağlantılı olabileceğini göz ardı etmeden, militan tarzı tamamlayabilir ve ancak bu tarzda savaşarak başarabiliriz.
Bir kez daha ana hatlarıyla hatırlatırsak; bütün savaşan birimler, ideolojik cepheden tutalım kültür cephesine, en acımasız devrimci katılım cephesinden tutalım serhıldan cephesine kadar, böyle bir plan anlayışıyla yaklaşmaktan vazgeçilmez. Parti tecrübesinin getirdiği en önemli sonuç budur. Bütün savaşan birlikler ve ona hazırlanılmakta olan eskiler ve yeniler, küçükler ve büyükler, niteliği, çapı ne olursa olsun, nerede olurlarsa olsunlar; devrimci savaşın geliştirilme sorunlarına, bu sorunların başarılı bir planlama ile aşılmasına, böyle yaklaşmaya kesinlikle başarı şansı verilmeli, verdirilmeli. Başarıdan uzaklaştıran her şeye bununla karşı koysunlar. Gerekirse kendileriyle savaşarak böyle bir yaklaşımı gerçekleştirsinler.
Böyle bir önderlik tarzına sahip olduğumuzda, savaşımız gelişmenin her türlü sorunlarına çözüm getirebileceği gibi, ucunda nihai zafer de varsa, en sağlam ölçülerine kavuşmuş demektir. İçinden geçilen dönem için bu böyledir. Böyle bir yaklaşımla başarıyı garantiye almış demektir. Karşımızdaki özel savaşa bakalım; yenilgisini, tıkanıklığını önlemek için tepeden tırnağa kadar her şeyi ile tam gücünü seferber etmişken ve bunun için tetikteyken; onun açısından ölmek, Türk ulusunun veya halkının imha olmasını beraberinde getirmez -zaten bu da bizim amacımız değil- ama emperyalizmin işbirlikçilerinin, bir avuç vurguncunun sonu gelebilir. Bizim içinse asla böyle değildir. Bizim devrimci savaşımımızın gelişmemesi, bir yenilgiyi yaşaması halinde, sadece savaş cephesinin yitirilmesi değil, hatta partinin darbelenmesi de değil, bir halkın, ulusun ve ilerici insanlığın en önemli bir yaşam şansını kaybetmesi demektir.
Dolayısıyla düşmandan daha fazla her şeyimizi ortaya koyarak, yaşamı kazanma savaşımımızın dışında başka seçeneğimiz olmadığını bilelim. Başarıya ulaşmak, sonuca gitmek zorunda olmamız emredicidir. Ondan da öteye, en gönüllü, coşkuyla hücum ederek üzerine yürüyüp kazanacağımız tek seçenektir. Bir kez daha bu imkanı sağlam bir biçimde kazanma ile yüz yüzeyiz. O halde, bu eşsiz kazanma şansımızı mükemmel bir yaşam, çalışma ve vuruş tarzıyla değerlendirelim. Başarıdan ve zaferden başka hiçbir şeye imkan vermeyen yürüyüşümüze, savaşımıza yüklenelim ve mutlaka kazanalım.
Reber APO
6 Ağustos 1992
- Ayrıntılar
Bundan l5 yıl önce Partinin temelini atan Kemal, Hayri gibi yoldaşlar direniş kararını verdiğinde bir kez daha Partinin büyüklüğünü göstermiştir. Ne teslimiyet, ne düşüş sonuna kadar direniş! Tarihte de, yaşamımızda da büyük adım olmuştur. Yine bu anıya dürüstçe yaklaşmak isteyen bu temelde sonuç çıkarmak isteyenler için her yönüyle bu gerçeğe kendilerini ulaştırmalıdırlar. Aksi halde bu direnişe ve bu şehitlere layık olamaz ve kendilerinden bir şey çıkmaz. Hatta diyebilirim ki bu gerçeklikten sizlerde belli bir uzaklaşma yaşanmaktadır. Her şeyden önce bu anı üzerinde durduğumuzda Parti gerçeği nedir sorusu karşısında kendi gerçeğimizi göz önüne getirmek zorundayız. Şimdi sizin uzaklaştığınız ve onunla oynadığınız Parti gerçeğinin ta kendisidir.
Olmaz! Bu gerçeklikten uzak olmakla Partilileşme olmaz. Her arkadaş kendi üzerinde durup gerçekliğini göz önüne getirdiği taktirde bu direnişlere karşı hesap veremeyeceğini, layık olamayacağını görecektir. Çünkü yüzünüz ak değil, şimdiye kadar sorun yaratmaktan öteye bir şey yapmadınız. Şimdiye kadar ağlamaktan başka ne yaptınız. Bu hepinizin bir ayıbıdır. Şehitlerin karşısında bu halinizle duramazsınız, ayıptır. Şimdi bakıyorum herkes keyfine göre Parti gerçeğiyle oynuyor; savaşta, örgütlenmede, eğitimde her yönüyle oynamayı kendisi için bir sanat haline getirmiştir. Bu sizin ayıbınızdır. Bu ayıbıyla kişi hiç bir yere ulaşamaz. Tabi "çok zayıfız, güçsüz, bundan başka ne yapalım" diyeceksiniz. Bu sizin diliniz ve bunu her zaman söylüyorsunuz. Kabul edilmez! Bu şehitlerin anısı üzerine konuştuğum zaman böyle Partililiği ve sizi kabul edemem. Kaldı ki bu durumda ben kendimi bile kabul edemiyorum, sizi nasıl kabul edeceğim? Bu zayıflıklarla mı, bu sahtekârlıkla mı, bu kandırmayla mı, bu düşüşle mi sizi kabul edeceğim.
Bu günlerde bazı hususlar üzerinde duruyoruz. Yine Parti adına hafif, dar, güçsüz bir yaşama tenezzül etmeyi bir sanat haline getirmişler. Bununla da sınırlı kalmayarak Partiye ve bu büyük direnişlere layık görüyorlar. Güçsüzsünüz, söz sahibi olamazsınız. Bunun içinde en dürüstün elinden ancak ucuz bir ölüm gelir. Fakat bu arkadaşlar kendilerini ucuz ölüme yatırmadılar. 14 Temmuz direnişi ucuz bir ölüm için değildi. Büyük bir ölümdü; hatta ölüm değil büyük bir yaşamdı. Ülkede, savaşta ucuz ölen arkadaşlarımız için "büyük şehitlerdir, güçlüdürler" diyemiyorum. Neden? Çünkü direnmeden gidiyorlar. Eğer 14 Temmuz anısına doğru yaklaşacak olursak; iğne ucu kadar yaşam ve çalışma imkanı bulduklarında bu arkadaşlar sonuna kadar değerlendiriyordu. Şimdi ben size bakıyorum, eğer biraz harekete geçseniz ülkeyi alabilirsiniz. Ama ne yazık ki doğru bir çalışmayı doğru bir adıma dönüştürmeye tenezzül edemiyorsunuz, tabi bu insanı kahrediyor. Parti ruhunu, Parti büyüklüğünü kendinizden uzaklaştırmışsınız. Bu kendinize yapacağınız büyük bir kötülük, kölelik, hatta düşkünlüktür. Kendinizi böyle nasıl kabul edebiliyorsunuz, hayret ediyorum. Bu kadar çalışmama rağmen kendi kendimi bile kabul edemiyorum. Hayır!
Kişi büyümenin yolunu tutmadan kendinden razı olamaz. Bir şey yapamıyorlar, kendilerini bile yapamıyorlar. Buna rağmen kendilerine PKK adına bir usul yaratıyorlar. Bu büyük anıya bağlı kalmak istiyorsak, biraz dürüstlük varsa, değerlerimizi böyle unutmak istemiyorsak, mutlaka kendimizde bir şeyler yaratmak zorundayız. Kendi içimizde bazı esaslara vararak daha doğru, birlikte büyük yürüyebilmeliyiz. PKK'nin saflığı, PKK'nin dürüstlüğü bu yoldaşların gerçeğindedir. Şimdi kendinize bakın ne kadar bu büyüklüklesiniz? Yine doğru yaklaşacak olursak; Partinin adını yükseltmek istediler, Parti amacından uzaklaşmamak için büyük bir vahşet altında, her gün tahammül edilemeyecek işkenceler altında küçük bir yaşam imkanı bularak direndiler. Bu amaç içindi bu direniş. Burada hemen kendinizi karşılaştırın; ülke toprakları üzerinde, dağların başında, silahlı, gruplar halindesiniz, yine de düşmana karşı bir kaç doğru adım atamıyorsunuz. Bu şehitleri, bu direnişleri gözlerinizin önüne getirdiğinizde kişi kendi hakkında ne diyebilir? Bundan uzaklaşma var. Bu uzaklaşmayı kendinize nasıl layık gördünüz ben de şaşıyorum. Bu kadar büyük Parti derslerini verdik, uzun bir zamandır yetişmeniz için hazırlığınız için çok büyük yardımlarda bulunduk. Ancak çıkardığınız sonuç; "düşkün kişiliğimi nasıl yaşatabilirim"dir. En büyük tepkimiz de buna yöneliktir.
PKK şehitleri bunlar değildir. PKK direnişi bu değildir. İçinizden bazıları veya bir çoğunuz, bir çok yönde bir şeyler yaratmak istiyorsunuz. PKK büyüklüğünden uzak bir PKK yaratmak istiyorsunuz. Ben her zaman söylüyorum, bu kişiliğinizle yalan söylüyorsunuz, kendinizi kandırıyorsunuz. PKK mukaddestir, PKK kişilikleri dürüsttür: Mazlum, Kemal, Hayrilere eğer biraz bağlılığınız varsa sahip olduğunuz bu kişilikle yürümeniz mümkün değildir. Bu kişiliği şimdiye kadar Parti içinde nasıl yürüttünüz, buna nasıl cesaret ediyorsunuz. Gerçekten vicdansız mısınız, terbiyesiz misiniz, anlayamıyorum. Neden böyle oldunuz? Çok mu zayıfsınız, çok mu düşkünsünüz, çok mu çaresizsiniz; bunu anlamak istiyorum. Bu doğru değildir, bu zindan direnişi temelinde değildir, bu 14 Temmuz'a bağlılık değildir. Ben bu yoldaşları, bu direnişi sizden ve Parti adına yürütülenlerden koruyorum. Ya bu arkadaşların ruhuna ulaşır, ya 14 Temmuz ruhu yakalanır, ya da bu ruhu sonuna kadar sizden koruyacağız. Kesinlikle söz veriyorum ki bunu koruyacağım. Sizi kabul edemem ve etmediğimi de görüyorsunuz. Parti içinde kimse kalmasa da bu düşkün kişilikleri kendimize yaklaştırmayız, zayıf insanı da kendimize yaklaştırmayacağız. PKK, kahramanlık Partisidir. 14 Temmuz çok büyük bir yüceliktir. Bunu alçaltamayız, ayaklar altına alamayız. Bunu size layık göremeyiz. Layık olmayan şey layık değildir. Ben kendimi de layık göremiyorum. Ancak onların temsilcisiyim, vasiyetlerini takip ediyorum. Bu kişiliklerinizle yürüyemem ki, en ufak bir eksikliğiniz de olsa kabul etmem.
Bugün 14 Temmuz direnişinin yıldönümü vesilesiyle bir şeyler yaparak anmak istiyorsanız, eğer gerçekten dürüstseniz, bir şeyler anlamak istiyorsanız bu arkadaşların sergiledikleri direniş gerçekliğine doğru yaklaşmak zorundasınız; hangi koşullarda neye karşı, neyle, nasıl yürüttüler bunları aklınıza getireceksiniz, kendi gerçeğinizle kıyaslayacaksınız. "Ben ne kadar bağlıyım, ne kadar onunlayım" hesabını dürüst ve doğru vermezseniz siz gerçekten sahtekârsınız. Sahtekârlığı adeta kendilerine meslek edinmişler. Bunları herkes için söylüyorum. Bazı arkadaşlar bizi çok incitti. Yani bilemiyorum, insan büyümeden neden bu kadar kaçıyor şaşırıyorum. O arkadaşlara onca büyük imkân sunduk, hiç önem bile vermediler. Vicdanınız neden bu kadar kara, gerçekten insan bir sonuç çıkaramıyor. Size kim "böyle yaşayın" dedi? Bu yaşam üslubu kimindir, bu savaş tarzı kimindir? Mazlum, Kemal, Hayrilerin mi, Agitlerin mi? Hayır! O halde kimindir? Bunun cevabını vereceksiniz. Aksi halde sizi kabul edemeyiz. Her gün bunun üzerinde duruyorum. Özgürlük istiyorsunuz, şerefli bir yaşam istiyorsunuz; işte yolu da budur. Neden bu yolun üstünde yürüyemiyorsunuz? Kötülüğün rüzgarına kapılıyorsunuz. İşte gördünüz ne kadar kaçıyorlar. Tabii çok nedenleri vardır. Büyük imkânlar önündedir, üzerinde durmaya tenezzül etmiyorlar. Bunun için gerçekten bu tarihi anının adımın üzerinde durmak istiyorsanız acaba dürüst müdürler, değil midirler diyorum. Yani bir anının üzerinde durmak insana sonuna kadar yeter. Uzun bir süredir "PKK adına her yönüyle hareket edebiliriz" diyorlar. Olmaz! PKK esastır. Eğer PKK gerçeği tutturulmazsa Kürdistan’da yaşam yürümez, hiç bir şey yürümez
Neydi bu direniş? Zindanda ihanet büyük olunca şahinler tamamen düşürmek istediler; "PKK adına kimse kalmamalı", hatta "hepsi PKK'ye karşı çıksın", tabi ki "PKK'de vatanı inkar etsin, halkı inkar etsin". Bunun karşısında arkadaşlarda "biz canımızı vereceğiz, bu kararı vereceğiz" dediler. 14 Temmuz kararı; Partinin adının ortadan kalkmaması için halk ve Kürdistan adının, insanlık adının ortadan kalkmaması içindi. İşte bu Partinin kararıdır: İhanete karşıydı, büyük zulme karşıydı, düşkün yaşama karşıydı. Hemen hemen hepsi sizin gibi zayıftılar, imha olmayla karşı karşıyaydılar. O zaman bu kahraman arkadaşlar "gün direnme günüdür" diyerek zayıflıkların önünü aldılar. Şimdide düşman çok şiddetlice üstümüze geliyor. Şimdi de Kürdistan'da ihanet büyüktür, ihanet çok büyümüştür. Direniş de büyümüştür. Aynı zamanda içimizde düşkünlükte var, teslim olma var. Ülkenin dört bir yanında ne kadar direniş varsa o kadar teslimiyet yine düşkün bir yaşam var. Eğer 14 Temmuz'a bağlıyız diyorsanız bu günde de kahramanca bazı adımlar isteniyor. Zindandaki gibi değil; savaşın her yönünde, çalışmanın her yönünde 14 Temmuz ruhuna bağlı adımlar atılması gerekiyor. Kendi ruhunuzda adım atın, öyle olmazsanız sahtekârsınız. Büyük değerlerle ucuz yaşamınızı sürdürmek istiyorsunuz, tabi ki bizimde bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Diğer bir husus da şudur: Önderliği tanımıyorsunuz. Çok düşkünsünüz, kirli insanlarsınız, her zaman bizi kendi seviyenize düşürmek istiyorsunuz. Tabi ki bu da mümkün değil. Ben sizden bir şey rica ediyorum; biraz büyümeyi tanıyın, kendinizi yetiştiremeseniz de onunla oynamayın, ihanet etmeyin, koruyun. Eğer bu da elinizden gelmezse çıkın gidin. Ben kendim bile bu kişiliğimi her gün ellerimin altında eritiyorum. Fakat size bakıyorum kendinizi paşa gibi yapmışsınız. PKK dışında her şey sizde var, düşkünlük var, zayıflık var, düşünce dağılmış, ruh dağılmış, büyük bir kararı yok. Kendisiyle büyük bir şey yapamaz, böyle şerefli bir yaşam tutamaz, yarı ölü gibidir. Her zaman kendisini sorun yapıyor; "ben kapalıyım, yüzeyselim, bilmem ben neyim." Budur işte bundan başka bir şey değil, en iyisi de ucuz bir ölüm. Büyük bir başarı diyen, büyük bir adım diyen, "bende PKK'nin büyük şehitlerinden eksik yapmam, sonuna kadar düşüncem ve yaşamım budur" diyen böylesi yoldaşlar içinizde yetişiyor mu? Kendinize ve etrafınıza bakın, kim böyle yapıyor?
Sizin üzerinize fazla geliyorum diye değil, siz kendi kendinizi dar bir duruma sokmuşsunuz. Bu Parti imkânlarıyla kendinizi büyütebilirdiniz, hepiniz yapabilirdiniz. Size çok zaman da vermiştik. Kendinizi büyültebileceğiniz ortamı da önünüze vermiştik. Siz anlamadınız, sürekli "ucuz bir yaşam" dediniz. Hep keyfiyete tenezzül ettiniz. Bu da tabi ki düşmanın isteğiydi. Düşmanın isteği kişinin işte böyle ucuz bir kişilikle yaşamasıdır. Budur yani bu da tanımadığınız bir şey değildir. Eskiden beri bu kişilik bizim için sefaletti, içinde hayırlı olan bir şey yok. Bu direniş buna karşıdır. Sadece düşmanın zulmü değil, binlerce arkadaş hemen hemen düşüyordu, "ben teslim olayım mı, olmayayım mı?" bu haldeydi arkadaşlar. İşte 14 Temmuz direnişi çoğunlukla buna karşıydı. Ben şimdi bakıyorum hiç bir arkadaş bundan kendisine bir sonuç çıkarmıyor. Çoğunuzda bu haldesiniz, bura zindan değil. Burası dağ başıdır, elinizde silah var, burada doğru dürüst yürütemiyorsunuz, bu teslimiyetten de daha kötüdür. İşte ben diyorum siz bu anılarla sözleşmek, kararlaşmak istiyorsanız kendinizi böyle bırakamazsınız. Herkes söz sahibi olamaz, sizin gibi insanlar kendilerini yenilememişler. Söz sahibi, karar sahibi olmaktan uzaktır. "Partinin bazı imkanlarıyla sonunda düşmanın yanına kadar giderim", bu PKK değildir. Ben bunu anlamanızı istiyorum. Bu PKK gerçekliği değildir. Bu dönemde bu en büyük kötülüktür, hatta düşmandan daha çok bize karşı bir direniştir. Bu düşmana karşı değil, PKK büyüklüğüne karşı direnmedir.
Belki size acayip gelebilir, ama bu yaşamınız düşmanın hamleleri gibi sizi PKK'ye ve 14 Temmuz'a karşı direnişe kaldırıyor. Düşmanın baskısı, düşmanın zoru ülkenin her yanında, savaş sahalarında sizi yumuşattı, şaşırttı, sonuç itibarıyla hepiniz PKK içinde direniş halindesiniz. Tabi bu direniş 14 Temmuz direnişi değildir. Agit yoldaşların ki değildir. Bu direniş PKK'ye karşı olan direniştir. Tuhaf bir şey PKK içinde çoğunuz birçok yanınızla PKK karşısında engel teşkil ediyorsunuz. Engelden de öteye daha çok direniyorsunuz. "Biz Partileşemeyiz, Parti taktiklerine ulaşamayız, Parti hattına ulaşamayız", gece gündüz bunları söylüyorsunuz. "Yakamızı bırak, biraz kendimizi yaşamak istiyoruz, küçük yaşamak istiyoruz", gece gündüz bunu söylüyorsunuz. Bu da dürüst değil, bu kabul edilemez. Neden? Ne hakkınız var?
Şimdi siz hepiniz benden PKK Partisini, bu büyük şehitler Partisini küçük burjuva Partisi yapmamı istiyorsunuz. %90 küçük burjuva bir Parti istiyorsunuz. Bu halinizle PKK Partisi olabilir misiniz? Kendinizi Mazlum, Hayri, Kemal'in çizgisine ulaştırabilir misiniz? Birçoğunuzun kişilikleri ortadadır. Doğru hesap verilmelidir. Biz ne kadar o büyük şehitlerin Partisiyleyiz. Bu değerler tümden unutulmuş, çoğunlukla da ülkedekilerde savaşta yer alanlarda bu tümden unutulmuş.
Kim komutandır, kim keyfi yaşamın sahibidir, kim kendini yaşıyor, kim tümden Parti esasları dışı, hatta savaş esasları dışı, kim kurnazdır, kim oyunlar çeviriyor; bunlar üzerinde duruyorlar. "Düşmanı derinden vuralım, düşmanı büyük vuralım, büyük yoldaşlıklar yaratalım" bunları tümden unutmuşlar. Bu nedir? Kim sizi alıştırdı? Öğretmenlerinizin hepsi şeytandır, büyük şehitler değil. Büyük şehitlerden uzak, hatta düşmanın kendisidir. Düşmanın zoru sizi halden düşürmüş, sizi iflas ettirmiş. Neden sizden büyük yoldaşlar çıkmıyor, neden? Bunca yıldır zindanda değilsiniz, özgürsünüz, Partinin bütün kitapları elinizin altında, neden büyüyemiyorsunuz. Kendinize bu hesabı soracaksınız, sormazsanız kimse size "şereflisiniz" diyemez. Sonuna kadar namuslu olamazsınız. Başaramayan, çalışmasını doğru dürüst yapamayan tabi ki namussuzdur, düşkündür. Düşkün insanda beş para etmez. Düşkün insanın bir değeri olur mu? Bir savunma yönteminiz var, o da "ben ağlarım". Ağlayanlarda namussuzdur yani. Ağlamak kahramanlık mıdır? 14 Temmuz ağlama mıdır, direnme midir? 14 Temmuz başarı mıdır, düşüş müdür? 14 Temmuz kahramanlık mı, korkaklık mıdır? Bunların hepsini göz önüne getirmek zorundasınız.
Siz söz sahibi olamıyorsunuz çoğunlukla buna üzülüyorum. Siz kimin arkadaşısınız. Gerçekten Mazlum, Kemal, Hayrilerin arkadaşları mısınız? Onlara mı yakınsınız, yoksa Şahin'e mi? Şahin rahatlıkla teslim olmadı, hatta Şahin içimizdeyken çok çalışıyordu. Sizden on kat daha fazla çalışıyordu, ben tanıyorum. İçinde bulunduğunuz zor ortamda olsaydı belki sizden daha çok savaşırdı da. Burada yine bir şey insanın aklına geliyor. Böyle büyük ihanet etmiş bir insan dahi yerinizde olsaydı, belki sizden daha iyi olabilirdi. Eğer siz onun yerinde olsaydınız, belki daha kötü olabilirdiniz. Yani yeriniz Mazlum, Kemal, Hayri'nin yanı değil, konumunuz Şahinlerden daha kötüdür. Neden? Bu yaşam Parti içinde büyük bir çalışmanın kaynağı olamaz, bu budur. Bundan başka şeyleri kendinize kabul ettiremiyorsunuz. Parti içinde yeni bir adet ortaya çıkmış; hiç çalışma Parti imkanları üzerinde otur ve yaşat kendini!? Yahu sen kendini nasıl yaşatırsın? Eğitimini yapmıyorsun, düşmanın üstünde hiç durmuyorsun, bazı taktikler, örgütlenmeler üzerinde durmuyorsun. Ondan sonra da etrafını yık, boz, zafersiz kendini yaşat, çalışmadan kendini yaşat; bu sahtekârlıktır, böyle olmaz. Suçu arkadaşının üstüne at, etrafını suçla, kendini de temiz çıkart; bu sahtekârlıktır. Binlercesi bu şekilde kendi bireysellikleri için ya da düşkünlükleri için imkan yaratma peşindedirler.
Daha derin açmak istemiyorum, anlayabildiğinize inanıyorum. Eğer bu durumu değiştirmezseniz; savaş içerisinde, halk içerisinde komutanlıkta, savaşçılıkta bu halinizi değiştiremezsiniz, değil düşmana karşı, bize karşı; değil 14 Temmuz'la, 14 Temmuz'a karşı bir direniyorsunuz demektir. Burada yanlış yapmayın. Bu arkadaşlar bu direnişte 60 gün aç susuz, bir deri bir kemik kaldılar, bununla neyi ispatlamak istiyorlardı? "Bu düşkün yaşamı, eriyip elimizden giden yaşamı kabul etmiyoruz. Biz ölümü kabul ediyoruz. Yavaş yavaş vücudumuzun, kemiklerimizin erimesini kabul ediyoruz ama düşmanın istediği yaşamı kabul etmiyoruz. Biz PKK'yi bırakmayacağız",işte budur 14 Temmuz başka bir şey değildir. Kendinize bakın; "düşman yok biz güçlüyüz" diyerek kendi kendinizi eritiyorsunuz. Mesela savaştaki arkadaşlar bilirler; "Parti esasları kalmadı, gerilla adına ideoloji, siyaset kalmadı, yoldaşlık kalmadı" diyorlar. Yine köylü kurnazlığı, kimileri arkadaşlarını şehit ediyor, kimilerin arkadaşları elden gidiyor üzerinde durmuyor, onlarca şahadet oluyor kendisini sorumlu görmüyor. Şehitlerin anısına bir şey yapmıyor. Her gün haberleri alıyorsunuz, "anılarına ne yapayım, ben nasıl bir sorumluluk altındayım", demiyor. Bu komutanlık değildir, savaşçılık değildir, bu hıyanettir. Bundan biraz korkun, eğer sözünüz varsa, Partiyle olmayı istiyorsanız dürüst olun. Bunun derinliğini, anlamını kavrayın.
En büyük korkum bu Partiden var olan uzaklaşmadır. Yani şimdi bakıyorum bu kişilikler Partiyi istila etmiş, Parti diye bir şey bırakmamış. Bunlar gözünüzün önünde yaşanırken, kendinizden bile haberiniz olmuyor. Bu durumda Kürdistan için bir şey elimizde kalmıyor. İhanet kalıyor işte Kürtlük adına. Görüyorsunuz ihanet ne kadar yaşıyor.
Mühim olan eğer gerçekten bu anıya bağlı kalarak 14 Temmuz'un 15. yılında bir sonuca ulaşmak istiyorsanız, üzerinde durduğum bu noktaları kendinize esas alarak üzerinde durun, kendinizle kıyaslayın, böylece kendinizi doğrulara ulaştırabilirsiniz. Parti meselesi tek benim meselem değil, bu yoldaşlar neden şehit oldu. Elimizde bir şeyler kalması, bir şerefin kalması için şahadete ulaştılar, yoksa kendileri için değil. Kendileri için olsaydı böyle direnmezlerdi. Bir halk için, bir tarih için, bir insan için bunları yaptılar. Eğer sizlerde söz sahibi iseniz, sizlerde bunlara devam edebilirsiniz. Sözün sahibi olmak devam etmektir, hangi durumda olursan ol. Her gün vahşet altındaydılar, en büyük darlık içerisindeydiler. Buna rağmen bu kadar direndiler. Sizin durumunuz ise iyidir, niye büyük direnemeyeceksiniz. Kimse "imkânım yoktur" demesin bunların hepsi yalandır. En büyük vahşet, en büyük imkansızlık Diyarbakır zindanındaydı. Hatta tarihte bile öyle vahşet yoktur. Ama bunlar direndiler.
Kahramanlığı kendinize layık görün. Her şeyle oynayın ama bu büyük, mukaddes değerlerlerle oynamayın. Sizden fazla bir şey istemiyoruz. Büyümeniz üzerinde durun. Hatta düşmanla baş edemiyorsan kendinle başet. "Kendimi yapacağım" de, "doğru Partileşeceğiz", "Partileşmeden uzaklaşmayacağım" deyin. Ben bunları niçin ısrarla söylüyorum. Siz dün Parti içinde yaşamınızla bu değerleri mahvettiniz. Siz Parti esaslarını, Parti yoldaşlığını, hepsini boşalttınız. Niçin böyle yaptınız? Parti içinde karşınızdaki düşman zindandaki düşmandan daha mı büyüktü? Hayır! Hiç düşman yoktu, siz kendi kendinize böyle yaptınız. Şimdi de sizi kabul etmemi istiyorsunuz. Bu büyük şehitler sizi afetsin, kabul etsin, hayır! Parti yaşamıyla, Önderlik yaşamıyla oynayanlar af edilemezler, kabul edilemezler. Kendinizi kandırıyorsunuz. "Biz çaresiz kaldık, zayıfız, bazı hususlarımız düşmandan kalmış, eski toplumdan kalmadır" demeyin. Bütün bunlar yalandır. Bu arkadaşlar için de aynı şeyler geçerliydi. Ama hayır! Siz de olan daha başka bir şeydir. Parti üzerindeki oyun, Partiyi küçük burjuva partisi yapmaktır.Bundan başka bir şey değildir. Tabii bu da Partiyle savaş yürütmektir. Parti içinde Partiye karşı savaştır, başka türlü izah edilemez. Bunun için tekrarlıyorum şehitlerin anılarına bağlı kalmak istiyorsanız, söz sahibiyseniz, çizdiğimiz bu çerçeve temelinde üzerinde bir kez daha durun. Siz fazla yorulmamışsınız. Size bazı imkanlar vermişiz. Her şeyden önce bu büyük şehitlerin yolunda, bu büyük direnişin yolunda kendinizi kararlaştırın. Ama dürüstlükle, onların gerçeği temelinde kararlaştırın. Size dile getirdiğimiz bu hususları büyük bir istekle, büyük bir iradeyle kendinize esas alın. Gerçekten PKK militanlığının gerçekliği sizde yürütülsün. Siz böyle yaparsanız, Mazlum, Kemal, Hayrilerin arkadaşısınız, büyüyeceksiniz de, büyük adımlar atacaksınız. "Etrafımız bizi şaşırtıyor, etrafımız bizi yoldan çıkarıyor" demeyin. Hayır! Düşmanda bu arkadaşları yoldan çıkarmak istiyordu. Oyun büyüktü ama başaramadılar. Ama burada düşman da yok, siz kendi kendinizi yoldan çıkarıyorsunuz.
Bazı şeyleri anladığınıza inanıyorum. Yine Önderlik her şeyden önce şehitlerin temsilcisidir. Kimse bunu unutmasın ve bizden de bir şey istemesin. Kesinlikle kabul etmiyorum. Benim istediğim, yaptıklarım şehitlerin isteğidir, diğer şeylerin benim için fazla kıymeti yoktur.
Onların amacı, onların vasiyeti onların yaşamı üzerinde ben söz sahibiyim. Yaptıkları vasiyet temelinde sözüm var, yürütüyorum da. Bu noktayı anlayacaksınız. Anladınız mı bizimle yürürsünüz. Keyfiyetinizle üstümüze yetersizliklerinizi atmayacaksınız, zayıflıklarınızla bize yaklaşmayacaksınız. Çaresizliğinizle, yanlışlıklarınızla, düşkünlüklerinizle bize yaklaşmayacaksınız. Bu şehitlere yanaşmayacaksınız. Ben her zaman şehitlere söz verdim. Haki yoldaşa söz verdim, Partiyi ilan ettik. Mazlum, Kemal, Hayri yoldaşlara söz verdim, ülkeye büyük dönüşü gerçekleştirdik. İşte Mehmet Karasungur yoldaşa söz verdim, Güney Kürdistan'ı devrime ulaştırdık. Kimse inanmıyordu ama biz yaptık. Agit yoldaşlara söz verdik, Kürdistan'ın tamamına gerillayı donattık. Bütün bunlar şehitlere verdiğimiz sözlerdir. Zilan yoldaşa söz verdik, kadın özgürlüğünü yükselttik, büyüttük. Bunların hepsi sözdür ve yürümüştür de. Kendinizde de saygı ve takdiri görüyorsanız kendinizi söz sahibi yapın. Bundan başka sizin için hiç bir şeyin değeri yoktur. Yeme içme hepsi zafer içindir. Konuşma, yürütme hepsi Partinin büyümesi içindir. Bizde keyfiyet falan yok, bizde her şey insanın büyümesi temelindedir. Her şey büyük direniş içindir. Bunun için Parti içinde başka bahanelere üzerimizde yürütmeyin ve yanaşmayın. Bunu ısrarla söylüyorum, sonra kötü düşersiniz.
Önderlik babanız değil, akrabanız değil, Önderlik Allahınız değil, reis ve muhtarınız değildir. Önderlik; her şeyden önce şehitlerin vasiyetidir, her şeyden önce direniştir, her şeyden önce Partidir, savaş çizgisidir. Eğer önderliği böyle tanımak istiyorsanız beraber yürürsünüz. Böyle tanımazsanız yaklaşmayın. Yaklaşırsanız ajansınız: Sömürgeciliğin ajanısınız, düşmüş toplumun ajanısınız, kötülüğün ajanısınız, müflis kişiliğin ajanısınız. Tabi bu da böyle yürümez, kabul edilmez. Biz zayıf insan için yoğuz, basit, hafif şeylerle olan insanlar için yoğuz. Biz onların düşmanıyız. Biz onların yok olmaları anlamına geliyoruz. Biz kalkmak isteyen bir insanla kendisini çare yapmak isteyen, kendisini direniş yapmak isteyen düşmana karşı kendini büyük silahlandırmak isteyenleriz. Bundan başka bir şey değiliz. Budur benim sözüm, büyük şehitlerimiz için, Parti içindeki böyle büyük kararlara şimdiye kadar yürümüştür ve yürüyecektir de. Eğer akıllıysanız, dürüstseniz sizde söz sahibi olmak istiyorsanız bu çerçeve temelinde bir kez daha en büyük kararı kendi kişiliğinde verin, kendinize karşı kendiniz için verin. Ben sizden istemiyorum, hayır şehitler sizden istiyor. Bu büyük direnişler sizden istiyor, bu temelde vereceksiniz. Eğer bu temelde verdiyseniz dürüstsünüz, kimse sizi durduramaz. Siz geride kalmazsınız, zayıfta kalmazsınız. Bu arkadaşlar zayıf kaldı mı, geride kaldılar mı, çok dar durumlarda büyüklüklerinden taviz verdiler mi? Hayır!
Bu büyük direnişten sonuçlar çıkarmak lazım. Hangi sahada altta-üstte hangi şekilde olursa olsun bu Partiden uzaklaşmayı ortadan kaldırmalıyız. 14 Temmuz kararına ulaşana dek bu uzaklaşmaya karşı durup kaldırmalıyız. Bu büyük şehitler, kendilerini tamamen büyük bir direniş yaptılar, sonuna kadar yürüdüler. Çalışmanız böyle olup sonuca ulaşırsa 14 Temmuz sahibisiniz. 14 Temmuz sahipleri her zaman büyüktürler. Bununla böyle yürüyenler bunun savaşını her yanda yürütenler; sabırla, bilinçle, çalışmayla savaş yürütenler her zaman zafer kazanırlar, başarılıdırlar.
Reber APO
14 Temmuz 1997
- Ayrıntılar
1994 yılının yarısını boydan boya kaplayan çalışmalarımızın, en özlü ve yeni sayfalarını açmaya çalışırken, iddialı değerlendirmeleri esas yönleriyle ortaya koyduk. Hatta denilebilir ki, en iddialı, yeni bir okul anlamına gelebilecek yaratıcılığı mümkün kılarken, aynı zamanda emperyalizmin, özellikle günümüzde karıncalaştırdığı insanı, tekrar temel özellikleriyle yaşam iddiasında tutmak ve bu anlamda direnişçiliği ortaya çıkarmak, onunla birlikte kendi düşmüş insanlarımızın temelinde, bunu gerçekleştirmek sandığınızın çok üstünde önemli olan bir kazanımdır. Eğer gerekleri ısrarla yerine getirilirse, yaşamda, onun savaşım ve her düzeyde gelişimine de büyük yansıtılacak ve kavrayış politik bir noktada iç içe başarıyla yürütülecek bütün özelliklere sahiptir.
Tabii ki, ister bunu alın, ister almayın, biz bunu tarih için yapıyoruz, ilkelerimizi insanlarımız için oluşturuyoruz. Sizin sıradan deneysel bir grup olmanız bizim için o kadar önemli değildir, ama olursanız sizin için çok iyi olur. Biz bu çözümlemeleri sadece sizin hatırınıza yapmıyoruz. Zaten değerlendirme gücünüzün zayıflığına da bakmıyoruz, size söylenecek olan, hatta bütün partide “iyi yaşıyorum, bağlıyım” diyenlere ilişkin söylenecek olan, mümkünse saygılı ve duyarlı olmaktır. Ülkede gerçekliğimizi bu temelde yaşama ve çok iddia ettiğimiz gibi, savaşa yol almaya giderken, bağlı kalmayı biraz bilin.
Çokça yaptıklarınız, sandığınız gibi değil. Bizim bütün yönleriyle ortaya koyduğumuz gibi, saygıyı bu anlamda söylüyorum. “Kişiliğim var, özüm var, bağlı kalacağım” diyorsunuz. Gençsiniz, göstermekte iddialı olabilirsiniz. Kendi örneklerinize bakın. Yaşam karşısında bir hiçlik, yaşama karşı çok büyük saygısızlıklar söz konusu. Hâlâ yaşam bizim için savaştan geçtiğine göre, savaş gerçeğine yaklaşımlar, görüyorsunuz ki çok geri, yenilgili, çok soylu savaş yürütücüsü yok; savaşta derinleşen, iddialı olan kişilikler gelişmiyor. Fakat savaş çok soylu, önemli bir erdem, çok dönüştürücü ve yüzyılların dönüştüremediğini on yılda kesin dönüştürebilir.
Eğer gerçekten savaş istiyorsanız bunlar çok önemli. Ben sizin savaşa yaklaşımınızdan sadece ürküyorum, dehşet duyuyorum ve öfkeliyim. Bizi en çok öfkelendiren savaşa yaklaşımınızdır. Benim için savaş, ateşle oynama sanatıdır veya ateşle insanı temizleme hareketidir. Kendinize bakın; değil ateşin körükleyicisi olmak, onun bir moloz yığını içinde tutuşan tipi oluyorsunuz.
Yaşadığınızı, savaştığınızı sanıyorsunuz. Yiğitlik meydanı ortada. Romalılar neden gösterişliydiler? Onların ilk tanrısı savaş tanrısıydı. Roma bütün büyüklüğünü doğru savaşmaya ve onun sonuçlarını yaşama dönüştürmesine borçlu. Sizi savaşçı saymamızı istiyorsunuz ama kendini savaşa göre pişiren adam bizim karşımızda böyle mi durur veya savaş görevlerine böyle mi yaklaşır? Biraz kendinize ve ölçülere bakın ve anlayın. Ben biraz göstermeye çalıştım, yaşamak istiyorsan böyle yapacaksın, savaşmak istiyorsan böyle yapacaksın. Ama sizde büyük ciddiyet, kavrayış yok. Bunlardan sizi sorumlu tutmaya gerek yok, çünkü yetiştiğiniz okul, düşmanın askeri olmak, kocakarılık, alçaklık okulları sizi bu hale getirmiş. Siz o okulun talebeleri olarak geliyorsunuz. Bizim de sertliğimiz, affetmezliğimiz bu noktadadır.
Yeni bir okul kurduğumuzu ve bu okulun kesin ilkeleri ve yaşam gelenekleri olduğunu göstermek istiyoruz. Bu okulda zayıf kişilik kalamaz, köle kişilik olamaz; beceriksizlik olamaz, görevler karşısında duraklama, çözümsüzlük, tıkanma olamaz! Madem bu okuldan mezun oldunuz, yaşamla savaş gerçekliği karşısında yenilmez misiniz, ikirciksiz misiniz, her şeye hükmeden tarzı temsil ediyor musunuz bunu göreceksiniz. Buranın özelliği budur. Böyle bileceksiniz, yoksa hiçbir şey olamazsınız. Bu okulun bütün gerçeği budur. “Bu okuldan verim aldım” diyen, yaşam karşısında yenilgiye düşmez, savaşın her sorununa, mücadelenin her yerinde her soruna çözüm bulur. Eğer sahtekâr değilseniz, kendinizi aldatmıyorsanız, burada söylenenle başarırsınız.
Bizim okulumuzda yaşamaya bu kadar yenilgili, bitik, bu kadar öfkelendirecek kişiliklerle gelmeye cesaret edemezsiniz. İşte size eğitim fırsatı, kendinizi yetiştirin. Gerçekten insan sizden başardığınıza dair bir şeyler ummalı, bunu istemek çok mu fazla. Hiçbir başarı, şeref sözünüz olmayacak mı? Hiç mi bir işi doğru planlamaya, ilerlemeye ihtiyacını yok. Hep yenilgi, hep bozma, hep kaybetme kader midir? Değilse, o zaman niye hep sözle hazırsınız. Ben hiç birinize, “al sana bir görev” diye dayatmada bulunmadım. Tam tersine, hepiniz geldiniz, ağırlık teşkil ettiniz. Yoksa ben daha değişik de çalışabilirdim. Ama geldiniz “savaşa hazırım” diyene bir baktık ki, kendini dayatmış. İnsan biraz saygılı olur. Madem böyle bir savaş istediğiniz var, onun esaslarıyla uğraşın. Ama gidilen her yerde sözüyle, eylemiyle bizi öfkelendiren bir kişilik var.
Biz, kişiliğimizle söz ve hareketlerimizle halkımızı zora sokacak tutumlara girmemeye, bilakis en yüce saygıyı tutturmaya çalışıyoruz ve bunu bütün savaş zorluklarına rağmen yapıyoruz. Çünkü biz görev adamıyız, ilkeler için yaşamayı esas alanlarız. Size göre öyle de olur, böyle de. Hayır! Benim için hiçbir zaman sandığınız gibi olamaz! Bir saniye bile yaşamam, öldürseniz de ezik ruh haliyle, kendinden taviz veren kişilikle yaşamam.
Siz, her şeyle uzlaşıyor, yenilgiye “hoş geldin” diyorsunuz, her türlü çirkinliklere de “hoş geldin” diyorsunuz. Yaşamın her türlü gafletine, tehlikesine böyle yaklaşıyorsunuz. Fakat “hoş geldin” demediğiniz bir olay var; o da başarılı yürüyüştür. Başarılı yürüyüşe geldi mi, “bunalıyoruz, tıkandık” diyorsunuz. Sürekli kocakarıca tutumlar sergilendi. Buna bir “hoş geldin” demek yok. Kol gerdi dediğiniz düşman ve dolaylı etkileridir.
Biz tam tersine, gerileten ve başarıdan uzaklaştıran hiçbir şeye “hoş geldin” demedik. Tabii bunun için yıllarınızı vereceksiniz, bunun için tüm insani yeteneklerinizi vereceksiniz. “Hoş geldin başarı savaşı, hoş geldin özgürlük savaşı, hoş geldin özgürlük yaşamı!” diyeceksiniz. O kadar tekrarlamamıza rağmen, ciddiyet kelimesine anlam verdiğinize inanmak istiyorum, ama çok zor. O kadar iddiasız, zavallıları oynuyorsunuz ki, çok çok yapabileceğiniz, sözün etkisi altında kendini yitirmek, ucuz ölmektir.
Acaba sizi okula çekmekle hata mı ettik? Çok mu yeteneksizsiniz. Fakat ben insana güveniyorum. Bana göre insan yaşamı, büyük olay olarak görülüp ona yüklenmesi gereken bir olgudur. Biz de öyleydik. Hiç kimse benim kadar hayata karşı zayıf değildi, hiç biriniz benim kadar çekingen, sosyal, ekonomik ve siyasi olarak da uçurumlarda gezinen bir durumda değildiniz. Buna rağmen, cesaretli, güçlü, hayata karşı iddialı olmayı bu dereceye getirebildik. Başlangıçta kimse için ne avantaj, ne dezavantaj vardı, belirleyici olan ilgi, sorumluluk, giderek hayattan öğrenme, saygı, ciddiyet, güne aldanmama, gösterişe kapılmayarak iddialı olmak, doğru tutumları çok iyi görme ve taviz vermeden onun egemenliği uğruna savaşmaktı.
Sizin yapmadığınız budur. En altın değerindeki ilkeyi bir sigaraya satarsınız. Sizin için önemli olan dumandır, bu çok belirgindir. Hâlbuki biraz ilkeye bağlı yaşamayı bilmelisiniz. İlke nedir? Örgüt, siyasallık, çalışma tarzı, toplantı tarzı, üslup, bütün bunlar ilkedir. İlkenin esasları var; beni en çok ilgilendiren onlardır ama, sizin için bunlar ikinci sırada gelir. Önemli olan sigaradır, önemli olan bir psikolojik durum, ucuz bir hayat, ahbap-çavuşluk, zayıflık, zavallı tıkanmışlıktır. Onlarla kendinizi daha çok oyalarsınız. Fark burada!
Burada çok keskin bir tarzda iki farklı yaşama bakış ve pratik gelişmesini gösterdik. Çelişkiler bu temeldedir. Düşünüp duruyoruz. Mücadele adamları niye böyle olsun? Neden pratik sahaya doğru yol aldıklarında ve ulaştıklarında öğrendiklerine bile saygılı olmayacak kadar kendinden geçsinler. Bu durum saygısızlığı ifade eder. İlkelerine zayıf yaklaşan, onu pratikleştirmeyenin yüzü yoktur. İddiası, büyüklüğü olmaz, pratikte yalan söylemez, yapamadınız mı ne mal olduğunuz ortaya çıkar, lafazanlıkla örtbas edilemez, özellikle savaş pratiği böyledir.
Nasıl bir yanılgılar yumağı olduğunuzu ortaya koyduk. Yaşama karşı büyük sahtekarlıkların iç içe örülüşünü gösterdik. Yaşama gelemeyişi gösterdik ve eski toplumsal yaşamları gözlemleyerek değerlendirmeler yaptık. Köylülerin durumunu, yeni yetme küçük-burjuva aydınların durumunu, ağaların, lümpenlerin, kendini bilmezlerin durumunu ortaya koyduk. Bizim yaşamımız tam tersine, bu yaşama gelmeyenlere karşı savaşımdır. Yaşamınızı biraz soruşturduk. Çok yanlış yaşamışsınız, zaten savaşın taktiğine gelmemenin yanlış yaşamla ilişkisi var, bunu ortaya çıkardık.
Temel bir gerçekliğiniz var, sizi yanlış büyütmüşler, çok yanlış yetiştirmişler. Özellikle örgütsel, siyasal yetişmeleriniz çok tersine, çok düşmanca. Hiçbirinizin gözünden başarı okunmuyor ki! Hep çaresizlik, karışıklık, bozgunculuk, yapamama... Bundan başka hava yansıtmıyorsunuz. İlham kaynağı olan kaç kişi var? Mesela ben kendime güveniyorum, benim tek istediğim biraz nefes alıp vereceğim bir mücadele sahasıdır. Ben bunları hepinize veriyorum ama hiçbiriniz bana veremiyorsunuz. Ben kendi alanımı kendim belirliyorum. Gerilla sahasına ulaşacağım, kitle sahasına ulaşacağım da, sizin gibi kalacağım. Düşünebiliyor musunuz, çok hırslı, hırslıdan da öte çok değişik insanlarız.
Bazıları doğru-dürüst bir konuşmayı beceremiyorlar, bir toplantıyı düzenleyemiyorlar, bir talimatı uygulayamıyorlar, “şu engelledi, bu engelledi” diyorlar. Bundan daha fazlasını yapıyor musunuz? Biz her şeyi alacakaranlıkta ve bilinmeyen ormanlarda yol aça aça ilerleyerek ortaya çıkardık. Siz hazır yolda yürüyemiyorsunuz. Tabii ki büyük kişilikler yetişemez. Ondan sonra da hak arayıcılık, yetki, olanak üzerine kurulmak ve bunları istemek, Önderlikle bütünleşmek mi oluyor? Büyük yanlışlık! Bunun için hiç olmazsa bu okulu iyi öğrenmeye çalışın.
Zaten çok bitik geliyorsunuz, büyük bir iddianız da yok, ağlama-sızlama, bütün alanlarda şikâyet haline gelmiş. Okul düzenimizi özünden boşaltmaya fırsat veremeyiz. Biz halen okulumuzun felsefi, moral, yaşamın en başlangıç esaslarından tutalım en kapsamlı anti-emperyalist veya gücümüzün derinleşmiş, yoğunlaşmış düşman gerçeğine karşı yöneltilebileceğine inanıyoruz. Ve ezilmeyeceğimize, adım adım ilerleyeceğimize de eminiz. Aslında siz bunu değerlendirmelisiniz. Okulumuzun yaratmak istediği insan, savaşa yaklaştırmak istediği insan kimdir, nasıl ortaya çıkıyor sorusuna cevap olmalısınız. Aksi halde kendinize saygısızlık etmiş olursunuz. Çünkü burası gerçek bir okuldur ve çok önemli esasları kadar savaşla bağlantısı vardır.
Ben kısmen görevlerimi yerine getiriyorum. Sanıyorum bu konuda eğitim ve öğretim görevlerimiz küçümsenemez, hatta savaş için pratikte de sonuna kadar donatım desteği verdiğimizi rahatlıkla söyleyebilirim. Aynı şeyi sizin gösterdiğinizi söylemek zor. Eğitim, öğretimden alınması gerekeni, pratikte ve savaşımın olanaklarına anlam vermesini kendiniz bilmiyorsunuz.
Türk okullarında kopyayla sınıf geçmeye alışmışsınız. Yaşamla ilgisi olmayan bilgi küpü olmayı, çok yüzeysel, yalan-dolanla sınıf geçmeyi, yaşamın haini olmayı siz öğrencilik bellemişsiniz. Lanet olsun böyle öğrenciliğe! Zaten bu öğrencilikten duyduğumuz öfkeyle bu okulu geliştirdik. Biz Türk okullarında feodal, geleneksel yaşamı fazla tanıyamadık. Biz hiçbir zaman yaşamı; insanın özlü, özgür yaşamını tanıyamadık. Bize öğretmediler. Tümüyle inkârı, düşleri, sahtece etrafı çiğneyerek, insanlığın bütün değerleriyle oynayarak, sözüm ona yükselmeyi dayattılar ve böylece okullardan geçirilmek istendik. Bu büyük bir çelişkidir, biz bu çelişkiyi kendi okul gerçeğimizde çözmek istiyoruz.
Siz daha fazla o okulun sahte öğrencilerisiniz veya o okulun ağır etkilerini taşıyansınız. Ben yedi yaşından beri o okulların bütün olumsuzluklarına rağmen özgür kalmayı, kendime ihanet etmemeyi esas aldım. O okullardan sınıf geçtim ama hiçbir zaman tutarlı bulmadım, o okulların verdikleriyle yetinmedim. Kuşkuyla, şüpheyle baktım ve en son kendi özgürlük okulumuza ve onun gerçekleştirdiği amacına doğru yol alıyoruz. Hiç olmazsa şimdi sizde biraz dürüst öğrenciler olmalısınız. Bu saydığım faşist ve köhnemiş gerici okulların sahte, hatta yüzeysel öğrencileri gibi olmayasınız, ajanları gibi bizi uğraştırmayasınız.
Tüm bunlar bu devremizin az-çok ortaya çıkardığı ve yaşama, savaşa yansıması gereken gerçeklerdir. Mutlaka üzerinizde bazı etkilenmeler olmuştur. Sanıyorum bu okulun bazı eğitici değerlerini, farklı yaşam gücünü, imkânını görmüşsünüzdür. Layıkıyla “okuldan yararlandım, öğrencisi oldum” deyip de pratik sahaya, örgütsel her türlü görev, en başında da silahlı savaşıma doğru yol aldığınızda, biz de diyoruz ki; bu okulun emrettiği, sizin de oldukça özümseyip gerçekleştirdiği bu değerleri, başarı için uğruna söz verip ne pahasına olursa olsun kişiliğinize taşırmalısınız. Böyleyseniz sizi onaylayalım.
Yaşamla savaş iç içedir. Yaşam savaşla geçer, savaş yaşamı doğru bilmekle geçer. Kesinlikle yalnız savaşmanızı dayatma yok. Eğer mutlak anlamda savaş yaşamı mümkün kılmıyorsa biz o savaşa girmeyiz. Hiçbir gerekçesi de olamaz. Savaş bizim için sadece ve sadece zorunluluk ise, yaşamın en gerçekleştirici zoru, gücü olarak değerlendiriliyorsa verilir. Başka çare yoksa o zaman savaşa girilir. Yaşamın özgürce ifadesi için, sadece ve sadece savaş ve onun hazırlıklarıyla uğraşırız. Bu hem teorik olarak, hem de günlük yaşamda bütünüyle ispatlanmıştır.
…
---. Biliyorum, üç-dört tane kitap geliştirildi, Uğur Mumcu geliştirmek istedi, o da gitti. Gizli bir elin önlemek istediği veya bu taktiğin başarılı olamayacağı Ersever’in vuruluşunda da gözüküyor. Kesin bizimle ilişkisi vardır. Şundan ileri geliyor; biz bu konuda her türlü tuzağa düşürücü durumları karşı hamleye çevirecek kadar güçlüyüz. Hiçbirinize sübjektif anlamda art niyetlisiniz demiyorum.
Kadının gerçekliğini bütün yönleriyle ortaya koymuşum, kadın dürüst olmak zorunda, özgür olmak zorunda, her yönüyle gelişkin olmak zorunda. Aksi halde ayakta kuruyacak. “Evde kalma” bile değil, daha kötüsü olur. Özgürleşmezlerse ne olur? Kocakarıdan da öteye bir durumu yaşar. Ne sokak kadını olmak, ne kocakarı olmak, ne yetmişlik bir ajanın karısı olmak, sizi hiçbir şey kurtaramaz. Hele ağlamak-sızlamak hiç kurtaramaz. Geriye bir yol var. Gerçekten her şeyiyle yaşam etkinliğine, savaşın etkinliğine katılmak, onun büyük çalışma tarzına katılmaktır. Böyleyseysiniz ilgi bulursunuz. Asla başka yollara sapmayın.
Bu erkekler de istediğiniz kadar zayıf olsun, istediğiniz kadar cinsellik cazibeniz çekici olsun, ben varsam kesinlikle bununla politika yapamazsınız. Benim dışımda bütün yöneticileri bile etkiniz altına alabilirsiniz ama onları da yenebilecek kadar güçlüyüm. Dikkatli olun. “PKK içinde bir eyaleti, bir yöneticiyi etkileriz, kendimizi o temelde konuştururuz” demeyin. Yanlış hesap yapmayın veya bazılarının da egemenliğine girmeyin. Feci kaybedersiniz. Kadın ordulaşmasına karşı sizlerle açık konuşuyorum, zorlama yok. Yani ordulaşmaya da, yaşama da katılabilirsiniz, sevgiye de eşlik edebilirsiniz. Hiç ayıp değil, tam tersine sevmeyi bilmemeyi ayıplıyorum. Büyük ustalık ister, büyük yetenek ister.
Bu gençlerle deneyebilirsiniz. Tek şartım onları savaş gerçeğimizden, özgür yaşam gerçeğimizden geri çekmeyin. Bu pratiğin gücünü gösterin ama “yetkimi de kullanırım, kadınlığımla etkilerim” demeyin. Her şeye başvurun, ama erkeklerle kadınlar birbirlerine karşı böyle yöntemler denemesinler. Geriye çok zor olanı kalıyor.
Aşk tanrıçası böyle emrediyor, ben ne yapayım? Ben de emrin gereklerini yerine getiriyorum. Tanrıçaya inanmıyor musunuz? Tanrıça; iyilikler, güzellikler toplamı olan kavramdır. Aslında insanın soyut kavramıdır, yücedir. O söylüyor, ben de uyguluyorum. Aşk tanrıçası veya güzellik tanrıçası; düşmüş kadına, fahişe kadına ölüm emri veriyor. Kürt erkeğinin eski namus anlayışı, koca anlayışı, eski kendini erkek sanan anlayışına karşı yukarıdan emir gelmiş, “böyle yaşayamazsınız” diyor. Böyle alçak, yenilgili bir biçimde güzel olan her şeye karşıt yaşanmaz diyor. Bunları daha önce tanrılar söylüyormuş. Zaten tanrı kavramı da aslında budur.
Siz bütün bu kavramlarla alay edeceksiniz, “doğrusu bizim yaşadığımızdır” diyeceksiniz. Doğrusu sizin yaşadığınız gerçek değil. Siz gerçekte örgütsel düzeyimle, eylemsel düzeyimle yaşayamıyorsunuz. Kaçış kesinlikle bir yaşam değildir, değerler üzerine hoyratça depreşme bir yaşam biçimi değil, yozlaşmadır. Tıkanmış, ağlamaklı-sızlamaklı hal ve hareketler, yaşam biçimi olamaz. Uzun süre başarısız kalmak, sorunların üzerine ciddi gidememek, yaşamın ve hatta savaşımın bir biçimi olamaz. Uzun süre bir alanı geliştirememek yaşam olarak değerlendirilemez. Ben yaşayın demiyorum.
Görüyorsunuz, tüm gücümle yaşam çağrısı yapıyorum, savaş çağrısı yapıyorum. Saygılı olalım. Ciddi olacaksınız, ciddiye alacaksınız. Hiçbir şey yapamıyorsan, ciddi, ilgili, haddini bilen bir tarzın sahibi ol. Destan yazamıyorsanız, ihanet sayfalarını da çizmeyin. Büyük yiğitlik yapamıyorsanız, ordu bozanlık ve yaşam gafili de olmayın. Aslında tüm gücümle biraz ciddi olmaya çalıştım. Benim de özellikle zor koşullarda teslim olmayıp direnerek şehit düşenlere ve halen direnenlere büyük saygım var. Zaten bunlar için çalışıyorum. Bunlara bağlılığımdan ötürü bu kadar güç sergilemeye çalışıyorum. Sizler de hiç olmazsa elinizi vicdanınıza koyup saygılı olun. Bu değerlerle oynamayın, beş paralık duruma düşüyorsunuz. Hiç olmazsa doğru başlangıç yapın, güne doğru bir merhaba verin, ağzınızdan doğru bir sözcük çıksın, yerinde sağlam ve bizim olan sözcükler çıksın.
İnsan hal ve hareketlerinize bakıyor; niye bizi bu kadar öfkelendiriyorsunuz? Tanrı gazabı dediğimiz gazaplar, öfkeler böyle gelişir, lanetli tutumlar böyle gelişir. Siz insan olmayı basit bir mesele sanıyorsunuz. Çok zor, insan olmak için büyük taktik olaylar yaratın. Bana bakın, kolay mı, değil mi anlarsınız. Mevcut düzeyinizle belki sizi biraz onurluca yaşatabiliriz, ama benim bunu kolay yapıp yapmadığımı bana sorun. Yaşam size belki biraz rahat gelebilir, zaten ben daha kolay geçmesi için inanılmaz ölçüde her türlü çabayı harcıyorum. Psikolojik yaşamınızdan tutalım daha sağlıklı, moralinizin biraz daha üstün gelişmesinden tutalım, adeta savaş alanlarımızın başarılı olmasına çok büyük bir özveriyle karşılık veriyorum. Siz bunlara anlam veremeyecek misiniz? Terbiyeniz varsa, sözünüz varsa, onun disiplinine bağlı kalmayı bileceksiniz. Bağlılıktan neyi kastettiğimi her zaman doğru anlamalısınız.
Benim için bağlı kalmak yaratmaktır, başarmaktır, özgürleşmektir. Aciz, gözü yaşlı bir bağlılıktan her zaman nefret ederim. Ben zayıfların, güçsüzlerin bağlılığını istemem. Özgürlükten uzak kalmış, başarmaktan uzak kalmış bir kişinin bağlılığı bana zarar verir. Ben bunu her bireyde sezerim. Gözyaşı bağlılığından bile sezerim. Ciddi örgütsel, siyasi, savaşsal değeri olmayan bağlılıktan bile sezerim. Buna kolay da gelmem. Tüm bunlar çok açık. Sizin gibi yiğit olmak isteyene bu gibi şeyler yakışır diye de düşünüyorum. Asla sizlere karşı basit olmak istemedim.
En genç olanınızla, en candan arkadaş olmaktan tutalım en kurallı savaşçı olmaya kadar hepsini iç içe verdik ve özenle temsil etmeye çalıştık. Bu boşuna sergilenen bir tutum değildir. Bizim savaş tarzımızın, yaşam tarzımızın kesin bir gerçeğidir. Benden daha etkili ve güçlü olduğunuzu sansanız bile yine de alacağınız birçok şey vardır. Bunun için saygılı olun. Kaldı ki bunu da iddia etmiyorsunuz, etseniz bile yine söylüyorum, bizden güç alırsınız ama o da bu temelde olmalıdır.
Bu kadar deforme olmuş, şekilsizleşmiş, özden kopmuş kişilik yerine, bu okul gerçekliğimizde parti ve onun doğru savaşım gerçekliğinde sizi tekrar büyük kazanmaya, hem de insanlığı en kökünden ve bütün yönleriyle kazanmaya çalıştık. Parayla ölçülemez bir çapta ve herkeste böyle yaşamı kazandırmayı beceremez. Toplum, halkımız ve sizler bizi biraz ciddiye alarak ilgi duyuyorsunuz. Ve biz de “bunun da özü yaşamı böyle kazanmaktır” diye cevap veriyoruz. Siz daha kapsamlı tartışabilirsiniz. Yaşamın özgür, psikolojik, moral, estetik ifadesinden tutalım en sıcak savaşıma nasıl tutumla gelinebilirine kadar verilen dersleri tekrar edin, ben bir söyledim, siz on tartışın ve bunları mutlaka kendi kişiliğinizde, zayıf olan, yetersiz olan noktalara mal edin, özümsetin. Bu konuda en azından sağlam başlangıçlar için büyük hazırlığınız olmalı.
Bizim her zaman peşinde koştuğumuz ve hemen her döneme, her savaşım alanına yansıtmak istediğimiz böyle hazırlanmış savaşa ve giderek yaşama gelebilecek kişiliktir. Siz bu konuda her zaman sözünüze bağlı kalmayı beceremiyorsanız, hiç olmazsa bu sefer çok yönlü, bağlı kalmayı bilin. Her zaman söylüyorum, buna en çok muhtaç olan sizsiniz. Ben kendi düzeyimle kendi ihtiyacımı giderebilirim. Ama siz kesin başarmaya muhtaçsınız. Sizin yaşamınıza mutlaka birkaç başarı sığmalı. Sığmadan ölmeyi kabul etmemelisiniz. Çok önemli başarılar olursa, bunun da çok üstün değeri olduğu ve halkımızın baş tacı olacağını unutmamalısınız.
Yaşamak için birkaç başarıya olan ihtiyacınızı giderin. Kendiniz için bundan önceki tüm ölümleri imkânsızlaştırın ve baktınız imkânlar el vermiyor, fırsatlar el vermiyor, önünüzden geçiyor gidiyor, yakalayın. İnsanlık için, tarih için benden de birkaç büyük başarı isteyin ve onu da biz alkışlayalım.
Parti Önderliği
7 Temmuz 1994
- Ayrıntılar
Parti hareketimizin tarihinde, genel anlamda üçüncü bir on yılın hamlesinin başlangıcındayız. Birinci hamle dönemimizde ideolojik anlamda nasıl bir özgür Kürdistan çıkışı yapıldıysa ve bunun sonuçları hayli büyük rol oynadıysa -ki birinci dönem aşağı yukarı 1973-’83, ikinci dönem 1983-’93 yılları arasındaki süreci kapsar- üçüncü dönemin rolü de, daha çok hareketi siyasal ve askeri açıdan ülkeye oturtma biçiminde belirtilebilir.
Önümüzdeki süreçte özgür bir Kürdistan’ı, en azından parça boyutunda kesinlikle hedeflenmek zorundadır. Nereden bakılırsa bakılsın, devrimci çabalar anlam bulacaksa, tümüyle olmasa da bunun artık bir parça vatanı kazanmak zorunda olduğu, bunun dışında başka bir seçeneğin hiçbir gerekçeyle kabul görmeyeceği, böylesi bir seçeneğin gelişme de gösteremeyeceği, bu anlamda “ya özgür bir vatan, ya ölüm” şiarının kesinkes bir yaşam ilkesi olduğu kesinlikle vurgulanabilir. Tam da bu noktada dönemsel çıkışlar anlatılmaya çalışılırken, onun neye tepki olduğunu, neyi dayanak aldığını, neyi hedeflediğini ve hangi tarzla koşturulduğunu çokça vurgulamaya çalıştık. Denilebilir ki, son ayların değerlendirmelerinde bir kez daha, ama oldukça derinlikli olarak lanetliler topluluğunun kim olduğunu, ne kadar borçta olduğunu, yaşamın nasıl haini ve suçlusu olduğunu ortaya koyduk.
Diğer yandan hedefin nasıl çizileceği, hedefe nasıl koşturulacağı, hedefin ufku, hedefin vazgeçilmezliği ve hedefin belirlediği çabanın niteliği, yorumu kadar uygulaması, çalışma ve vuruş tarzı bir o kadar kapsamlıca ele alınmak istendi. Böylesine bir lanetliler topluluğu, yine alabildiğine ihanete uğramış bir ülkenin haini olmaktan çıkıp nasıl yaşanılabilir bir topluluk olunabileceği ve onun için bir ülkenin vaat edilmesinin nasıl sağlanabileceği bütün yönleri ve gerekçeleriyle ortaya konulmaya çalışıldı. Sizin yaşam felsefeniz ve tarzlarınız ne olursa olsun, ister bir hayvancıl geleneği kendisine esas alsın, ister çok incelmiş bir düşman sızması gibi olsun veya en yaramaz ve bitik bireycilik biçiminde kendini göstersin, bir o kadar kapsamlıca ele alındınız.
Durumlar ele alındığında görüldü ki, siz bu özelliklere sığınarak ne yaşam hakkını savunabilir, ne koruyabilir ne de yaşayabilirsiniz. Bu yaşam, hiçbir gerekçeyle savunulmaz. Bu yaşamın saygısı ve sevgisi olamaz. Hiçbir sahte ağız ve lehçe bu gerçeği değiştiremez. Bu büyük yalanı, ikiyüzlülüğü, kandırılmışlığı, aldatılmışlığı, her türlü zavallılık kokan davranışı ve dili ne kadar ölüce veya kurnazca sunarsanız sunun, bu bir onur ve şeref olarak değerlendirilemez. Yaşamın ne maddiyatını ne de maneviyatını kurtaramaz. Hep böyle kala kala, ölü olduğunuz veya yaşadığınız belli olmadan çürüyüp gidersiniz. Biz bunu ortaya koyduk.
En insani, ulusal emellerine ve umutlarına anlam verememe, kendini onun kişiliğine yatıramama durumunda ne kadar yanılmış ve kendinizi ne kadar insan yerine koymuş olursanız olun, bununla ne fazla iddia ileri sürebilirsiniz ne de haklı bir gerekçeyle bir kazanma olanağı elde edebilirsiniz. Yani bu yaşam başınıza beladır ve kanıtlanmaya da çalışıldı. Çünkü bize o kadar dayatma var ki, neredeyse düşmanı unuttuk. Biz, ne hiçbir haini bizi arkamızdan hançerlettirecek kadar yanımıza yaklaştırdık, ne bize en ufak bir etkilenmede bulunduracak kadar düşmanı üzerimizde güçlü hissettik. Tamamen hissettiğimiz karşımızdakinin alçak olduğudur.
Yoldaşlık adına, -halk adına mı, herhangi bir şey adına mı desem- onun en temel gerçekleri konusunda başarısız, dağılmış, kendi kendini yenilmiş hisseden, ısrarla yanlışı yaşayan, bütün kanıtlama çabalarımıza rağmen yine oralı olmayan bu büyük alçak veya alçaklık bizi etkilemeye, büyük yürüyüş tarzımızı bozmaya ve başarı şansını azaltmaya çalıştı. Gerekçesi, dayanağı, ufku nedir? İçinde bir incir çekirdeği kadar bir şey var mı? Bir sigara dumanından daha fazla bir hayal ifade edebilir mi? Bunu kendisi de belki bilmez. Bu belki çok basit bir güdü, bir şaşkınlık, bir yaramazlık eseridir. Kötü doğmuş, kötü büyümüş. Hani denilir ya, düşmanın askeri, düşmanın karkeri (işçisi), düşmanın hamalı, düşmanın uşağı, düşmanın her türlü hizmetkarı veya avare, serseri, yalancı. Bu da öyledir.
Biz bu tarzı affedemeyeceğimizi ortaya koymaya çalıştık. Kendim de dahil kimseyi bununla yaşatmayacağımı bir kez daha derinliğine ortaya koydum. Bu kadar ölüm kalım sürecini yaşayacaksın, kendini doğru yolda yürütemeyeceksin! O zaman ben de, sen kimsin derim. Elindeki silahı doğru kullanmayacaksın, elinde teori var, konuşmayacaksın; elinde mevzi ve karargah var, kullanmayacaksın; elinde savaşım olanakları var, onlarla oynayacaksın. O zaman sen kimsin? Bunu ortaya koymaya çalıştım. İyi niyeti ne olursa olsun, adı sanı ne olursa olsun, eğer biri ölüm kalım sürecinde ısrarla “biz yapacak fazla bir iş bulamıyoruz” diyorsa, fazla mevzilenemediğini söylüyorsa, o zaman sen ne geziyorsun denilir. İnsanlığa düşman, soyuna sopuna düşman, cinsiyetine cibilliyetine düşman, saygısız kişi sen kimsin? Neden savaşamazsın? Neden gayrete gelemezsin? Neden senin küçük bir başarın olamaz? Bunu vurgulamaya çalıştık.
Ne kadar haklı olduğumuz sanırım şimdi biraz daha iyi anlaşılıyor. İddia şu; “özgürlük bize göre değil, kutsal bir vatan parçası bize göre olamaz.” O halde sana göre olan nedir? Aşağılık bir yenilgi, aşağılık bir kaçış, şu veya bu tür aşağılık bir ajanlık, bozgunculuk olur. Sana layık olan budur veya sen buna varsın. Örgütü işletmeyeceksin, örgütü dağıtacaksın, kendini de halen karşımızda tutacaksın. Buna yüz bulacaksın. Veya etkili-yetkili biri de olabilirsin, kendini yaşattığın zaman rahatlıkla kendi vicdanına yedireceksin, “ben ne kadar sağlam yaşıyorum” diyeceksin ya da sağa sola “yaşıyorum” diye tafra satacaksın. Bunu ortaya çıkarmaya çalıştım. Yoğunlaştıkça yoğunlaştık, işledikçe işledik ve gördük ki, olay sandığımızdan daha kapsamlıdır. İlişki, yaşam, tarz ve üslup kaçırtıcıdır. Düşmandan daha fazla özgür vatanı yasaklayan bu olmuştur. Düşmandan daha fazla bu, özel savaşı içimizde uygulamıştır, her alanda bir temsilcisini bulmuştur. Bunlar, hem de iyi niyetlilik adına, en dürüst geçinenler içinden çıkıyor. Bunun böyle olmasını ben istemedim. Kimler kendilerini nasıl dayattıklarını bilirler.
Dikkat edilirse, yoldaşları için en iyisi ve en güzelini istemekte ben kendim için kusursuzum da diyebilirim. Çok açıkça ortaya koydum ki, yedi yaşımdan beri arkadaş hatırı için gücüm oranında göstermediğim bir çaba yoktur. Bu, yaşamın esasını teşkil etmiştir. Ama tam da bu noktada arkadaşlıkla oynama görüldü. Bu bir Kürt kör düğümüydü ve lanetliydi. Biz ısrarla buna yüklendik, lanet ısrarla bize yüklendi. Biz böyle olamazsınız dedik, o böyle olursunuz dedi. Onun arkasında bin yıllık koca bir lanetli geçmiş var, bizim arkamızda ise kendimizden başka kimse yok. Ama büyük doğrularımız var. Bu aşağılığın arkasında ne kadar böyle bir tarih olursa olsun, onun yanında ne kadar bitmiş bir insanlık olursa olsun bizim doğrularımız daha baskın çıktı. Bizim tarzımız daha görkemli oldu. Bunu biraz kanıtladık.
Karşımda sizlerin değil, sülalenizin, atalarınızın olmasını isterdim. Asıl hesaplaşmam gerekenler, sizleri büyütenlerdir. Veya sizden bir adım öteye bazı yerlere ulaşsam, alanlara ve karargahlara ulaşsam. Kendime bir ahtım var, bir gün mutlaka ulaşacağım diyorum. Biz hep nasıl yaşadık, ben nasıl savaşarak yaşadım? Örgütçü müydün, bozguncu muydun? Bu süreçte çok ilginç bir şey ortaya çıktı, “bu adam üzerimize gelmesin” diyerek, bundan kaçış planlarını yaptılar. Yangından mal kaçırırcasına yetki kaçıranlar, yetkiyi kötüye kullananlar, biraz politika yapıyorum adı altında çıkara gömülenler, her düzeyde sevdalı bir sürü PKK istismarcısı bir nolu örgüt temsilcisinden bizi hiç anlamamış ve dinlememiş kişiye kadar birçokları bizi kullanmaya çalışıyorlar. Olanak var, yetki var, istismar var, bunları kullandıkça kullanıyorlar. Karşılarında benim gibi fukara biri olursa tabii bunları dayatırlar. Oldukça bilinçli, uyanık ve günü geldiğinde bir intikam sahibi olduğumu biraz gösterdiğime inanıyorum ve bunu gösterdim.
Şunu da açıkça belirttik: İnsanı kazanmak için, tutulacak bir tek yanı olsa bile, onunla kendisini kurtarmak ve en büyük desteği sunmak durumundayız. Bize ısrarla yaramazlığı, lanetliliği, lanetli topluluğu, kişiliği ve ilişkiyi dayatırsa, o zaman acımasız olacağım dedim. Eğer zarar verirsen, ben de öyle planlar kuracağım ki, Moskova’ya gitsen, Washington’a da ulaşsan, yerin dibine de girsen, mezara da gömülsen seni tutacağım. Kendimi o kadar boyutlandıracağım ki, sana ulaşacağım. Senin ruhunu hemen elinden almayacağım. Öyle derinleştim ki, o yaramaz ruhundan çok önce, ilgi diye bellediğin, yaşam diye bellediğin her şeyi dirhem dirhem elinden alacağım. Sana kaba bir işkence yapmayacağım. Vatan hainliğin ne olduğunu, bir kaçışın, bir bozgunculuğun, bir ülke düşmanlığının, bir soy düşmanlığının, özgürlük düşmanlığının ne olduğunu sana mutlaka hissettireceğim. Yapmayın diye çok rica etmiştim, biraz dürüstlük istemiştim. Şunu da söyledim: On saat kan ter içinde kalıyorsun -şu anda Türkiye ortalamasında veya yabancı ülke çalışması da dahil- ya bir ekmeği kurtarıyorsun, ya kurtaramıyorsun. Yine yaşamın ya kırkı buluyor, ya bulmuyor. Zararlı biri olma, seni hem de en güvenlikli bir biçimde yaşatayım. Fakat biraz insanca olabilecek misin? Yine gözü kara bir biçimde “madem bu örgütün içine girdim, yetkisiyle sarhoş olurum, olamadıysam sınırsız bozarım” anlayışında olanlar var. Ne hakla, ne verdin, ne istiyorsun? Bu soruları kendisine hiç sormuyor. Bu, AİDS gibi yeni bir hastalık türü. İngiltere’de bir canavar mikrop çıkmış, içinizde onun gibi canavar bir hastalık var. Kürt politikaya girerse, politikanın da bir hastalığı böyle ortaya çıkıyormuş. Tabii tehlikeli bir hastalık. Kendi haline bırakılırsa ne can ne de soy kalır. Bunu göstermeye çalıştık.
Siyasi hastalığın tedavisinde siyasi yöntemler bulunmak zorundadır. Yoksa bunlar yalnız bir hastayı götürmekle kalmazlar, bir halkın ve soyun da sonunu getirebilirler. Bunları neden dile getiriyorum? Hain arkamdan hançerlese hiç ciddiye almam veya olabilir, bu bir güç meselesidir. Karşımdaki düşman ulaşsa, tamam bu da onun bileceği iştir. Fakat içimizdeki hain, içimizdeki alçak, içimizdeki düşkün ve bozguncu adam karşısında haklı olarak, bu neyin nesi diyeceğiz. Biz hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar bu iç hainle, düşkünle, savaş gerçeği ve yaşamın bütünüyle oynayanla uğraştık. Neden böyle oldu? Bunu, yaşam gerçeğimiz bize gösterdi. Yaşama gelememe, yaşamın savaşımına, onun örgütlenmesine, onun vicdanına gelememe bizi bu sonuca vardırdı.
Vatanı bu kadar elde etme olanağı doğmuşken, yine kaçış dünyanın hiçbir halkında bu kadar yüz bulamazken, herkes “bu kimdir, nedir” diye seninle alay ederken; sen de herkesin çölden kaçtığı sırada çöle koşarsan, herkes buzlu kutuplardan kaçarken kutup ülkelerine gidersen çok şey söylenmek zorundadır. Bütün bunları akıllı ve para getiren yaşam gibi değerlendirirsen, sadece ağlamakla, dövünmekle yetinmeyeceğiz, kıyamet koparacağız. İnsanlığın en utanılası bir kesimini oluşturacaksın, Afrika’nın siyah ırkından bile bin kat daha yitirilmiş bir durumda bulunacaksın, yine de gülüp oynayarak yaşadığını sanacaksın! Vicdan bütün bunları kabul edecek mi? Vicdanınız kabul etmeseydi, örgüt içinde böyle kalır mıydınız? Bu kadar lafazan, bu kadar yetmez, bu kadar ukala, bu kadar iş bilmez ve görevden anlamaz bir biçimde, bu kadar taktik ve yaşam dışı kalabilir miydiniz?
Yalancı ve sahte davranış derken, neyi kastettiğimi biraz gösterdiğimi sanıyorum. Neden bu kadar ısrarlı oldum? Sen örgütle, en temel değerlerle dalga geçersen ben de derinleşirim. Karşınızda çok etkili yetkili olmayabilirim, ama bazı değerleri savunacak gücüm de var. Seni yerle bir edemesem de sana hemen yenilecek durumda da değilim. Kendime verdiğim bir saygı sözüm var, bunu çiğnetmeyeceğim. Kendimi tanıdığımdan beri, pratikte güç getirmediğime hemen saldırmadım. Veya çok delicesine bir başarı peşinde koştum ya da olmayacak duaya amin dedirtmek istedim. Fakat özgür bir karar ve özgür bir davranışın sahibi olmak için kendimi sürekli tetikte tuttum. Belki bir gün fırsat doğar, belki olanak elde edilir, o zaman hesabını sorarım dedim. Bunu size gösterdik. Fırsatı çok iyi kullandığımı da gösterdim. Neden? Aslında böyleleri bu biçimde durursa, her alanda aşağılık, kopuk ve soytarı olan bazıları çabalarımıza kendilerini böyle dayatırlarsa, hemen hemen her birimde ve bir karargahta değerler çarçur edilirse, “nasıl kaçırtılır, nasıl işlenmez, nasıl yetiştirilmez” diye rapor üstüne rapor sunulursa veya etrafın, yaşamın böyle bir kişiliğin belirtileriyle dolu olursa tabii biz de derinleşiriz. O zaman daha derin düşünüp daha büyük davranışlarla güç yetirmeye çalışırız. Benim için yaşam durur, başka şeyleri pek ciddiye almam veya bir çılgın gibi de olabilirim. Ama ben büyük bir ısrarla bu tutumun hesabını sorarım.
Benim her dönem için böyle tarzlarım vardır. Kitle nereye sürüklenirse sürüklensin, arkadaş yapısı ne kadar bireyci olursa olsun, benim de her zaman bazı yön çizmelerim olmuştur. Sonuçta en büyük sözün, en büyük imkanın sahibi olan kim? Ben hiç adımı bile söylemedim, kendimi ileri sürmedim, dost ve düşman kendisi söyledi. Karşınızda büyük bir varlık olduğumu söylemeye tenezzül bile etmiyorum. Neden böyle oluyor veya ben neden böyle büyük olmak durumunda kalıyorum? Çok basittir, başımdaki küçüklerin kendini yığınca biriktirerek “biz de bir şeyiz” demelerine karşı durduğum, küçüklüğün savunulmasına, yanlışlığın ve çirkinliğin savunulmasına geçit vermediğim için büyüyen ben oluyorum. Bana dayatanlar beni büyüttü. Onlar bu anlamda benim iyi öğretmenlerim oldular. Ben her zaman akıllı bir öğrenci olduğum için iyi ders çıkarmasını bildim. Bu çok güzel bir yan. Düşmandan öğrenme, güzel bir öğrenme biçimidir, düşkünden öğrenme iyidir. Ben hep böyle öğretmenler olmanızı istemezdim. Ama bu gerçeklik şimdi böyle öğretmenlik yapıyor. Öğrenmeyi bileceğiz. Herhangi bir cephede, herhangi bir alan temsilciliğinde değerlerin nasıl harcandığının, yetkilerinin nasıl kullanılmadığının, hazır olan değerlerin nasıl çarçur edildiğinin ve peşkeş çekildiğinin sorumlusu herhalde ben değilim. Zaten eskiden herkes bu ülkeyi ve halkı, adı ve kimliği varsa ve bir kaç kuruş ediyorsa ucuza satardı. Bu eskiden geçerliydi, fakat benim dönemimde böyle olmaz. Ben kendime saygı sözü veren bir adamım. Kendine saygı sözü veren, bunu mümkünse insanlık adına, özelde bir ulus ve emek sahipleri adına vermişse hiç kimsenin buna saygılı olmaması düşünülemez. İş benim başıma düşmüş. Tek başıma da kalsam kaçmayacağım, saygılı yaşayacağım. Tabi görüldü ki, bu büyüklükmüş. Kendini o kadar akıllı sanan bireyciler, partimiz içindeki o korkunç bireyciler, kendine saygı karşısında ne olabildiler? Bu anlamda ne oldu, neye geçit verilmedi?
Benim dönemimde, benim sorumluluğum altında, PKK somutunda bir vatan sorunu vardır, bir özgür halk sorunu vardır, bir insan olma sorunu vardır. Bundan kaçamazsın. En zorlu veya ince savaşlar da olsa bu savaşları vereceksin, ama sızlanmadan. Yaşamak isteyen sensin, onun savaşımını vereceksin. Kaldı ki, iyi geçinen, özgür geçinen sen değil misin? Hiç olmazsa bu sözleri kirletme, anlamına göre yaşa. Neden yalancı olacaksın, neden sahte ve aldatılmış olacaksın? Doğru geçineceksin.
Ben mi o karargahlarda öyle yaşayın dedim? Ben mi size PKK’nin silahlarını böyle yetersiz ve yanlış kullanın dedim? Ben mi ideoloji ve siyaseti doğru kullanmayın dedim? Ben mi parti dışı kalın dedim? Ben mi taktik karşısında gayri ciddi oldum? Ben mi PKK’nin olanaklarını çarçur ettim? Ben mi savaşçıya sahip çıkmadım, ben mi ilgisiz davrandım? Hayır, dünya tanıktır ki, bu değerler için amansız savaşıyorum. Yaşamak zorundayız ve bunu kanıtlamaya çalıştık. Bir çocuğun elinden oyuncağını alırsan ağlar. Senin elinden vatan alınmış, özgürlük alınmış, her türlü kişilik hakların alınmış, bir çocuk kadar da mı ağlayamıyorsun? Bir kazanma olanağı var, buna yan gözle bakıyorsun, bunu anlamak istemiyorsun. Yine sorumsuzluk yapıyor, yine kaçışa yöneliyor, yine bozuyorsun. Bunu nasıl izah edeceksin?
Düşmanın büyük iddiaları var, “sen bir hiçsin” diyor. Belirttiğim gibi, düşmanı düşünmek bile istemedim, ciddiye almadım. En çok sahip çıkması ve ona öncülük etmesi gerekenlerin kendi kendilerine bozmaları kabul edilemez. Bin bir emekle bir örgüt olunmaya çalışılıyor. Bin bir dereden su getiriyoruz, gerekçe getiriyoruz. Neden örgütlenmemiz gerektiğini ortaya koyuyoruz. Örgütlü ve resmi olmamız gerekir diyoruz, o, “olmaz” diyor. Küçük bir mevzi kazandırmak için korkunç çaba gösterdik, korkunç yüklendik. Her şey hazır, neredeyse kurtarılmış bir ülkenin eşiğine getiriyoruz, fakat yürümesini bilmiyor, yürümüyor. Sağına soluna baksa, biraz iyi niyet ve dürüstlük olsa bir parça vatanı da, halkı da, kendisini de kurtarabilir, ama ilgi bile duymuyor. Bu insanı ne yapacaksın? Bunun cezası darağacı da olamaz. Buna daha değişik bir ceza gerekir. İşte biz, kendi ülkesindeki vatan hainliği üzerine, özgürlük düşmanlığı veya özgürlüğün gereksizliği üzerine iddiası olanlara, bunu böyle ele alanlara bunları söyledik.
Bu, çok utanılası bir toplumsal gerçekliktir, onun yansımaları ve etkisidir. Ama bu böyledir diye de asla görmezlikten gelemeyiz, kaderdir diye boyun eğemeyiz. Kendimi bunun için yaratılmış görmek ve gerekirse daha da amansız kılmak durumundayım. Dışta ve açıktaki düşmanı bırakır, bu özellikleri temsil edenlere yüklenirim, sizlere yüklenirim, yiğitlik ne olduğunu gösteririm. Örgüt üzerine, taktik üzerine, savaş sorunları üzerine oyunlarınız var. En olmadık yerde kaybetme ustalığınız var. Bu, ters bir iştir veya oportünizmin bin bir biçimidir, buna vuracağız. Nereye kadar: Halledinceye kadar, en temel değerlerle dalga geçmenize son verinceye kadar, vatanı Kabe gibi bir kıblegah haline getirinceye kadar, özgürlüğü güneş ölçüsünde ihtiyacını duyduğunuz bir çekim ışığı ve merkezi haline getirinceye kadar, kimliğe ve hakka, ekmek ve su ölçüsünde ihtiyaç hissettirinceye kadar, bunun için amansız bir biçimde savaşmayı ve gerekirse yaşamını vermeyi öğreninceye kadar, bunu uygulayıncaya kadar... Benim kendime sözüm budur, çağrım budur.
Ben kendimi aldatmak istemem. Ben şuna dayanırım; bilmem şu şöyle sürdürür, hiç önemli değildir, önemli olan benim kendime saygımdır. Ben burada halkı suçlamıyorum. Bu halk, uyandığı kadarıyla, şimdi en iyisi olmaya çalışan bir halktır. Halkla benim alıp veremediğim yoktur. Haini vardır, uykuda olanı vardır, onlarla uğraşırız. Benim sorunum, bütün çabalarıma rağmen, bütün olanaklara rağmen bu savaşımın öncülüğünün tutturulamamasıdır. “Biraz oynarız” denilmesin. Bunlar çok tehlikeli oyunlardır. Politik ve askeri sahaya giren birinin müthiş olması gerekir. “Biz tersini yaparız” diyor, ama hem silah istiyor hem de gerillaya gitmek istiyor. Hâlbuki sana ısrarla ‘ülkeye git’ diyen yoktu, ‘al silahı, git savaş’ diyen de yoktu. Peki ortaya çıkan bu durumlar nedir? Gelen bütün haberler ne kadar köylüleşmiş olduklarını, daha da kötüsü ilkelleştiklerini, yoldaşlarını katlettirecek kadar canavarlaştıklarını gösteriyor.
Taktiğe gelememek nedir? Benim burada el yordamıyla bile çözdüğüm taktik sorunu görememek ne demektir? On beş bini aşkın savaşçıyı tepeden tırnağa donatıp ülkeye ulaştırdık. Hepsi de fedaiydi. Birisi çıkıp da bunları düzenleyip şanlı bir eylem gerçekleştiremiyor. Yazboz tahtasına çeviriyor. Bir köye giriş çok mu zor bir olaydır? Hele o ilk zamanlarda nefesle bile kaldırılabilecek köyler veya ilişkiler vardı. Kaldı ki hepsi seni kurtarıcı gibi bekliyorlardı. Gidip hepsini düşman haline getirdiler. Ne kazandılar? Düşmana en iyi hizmet eder hale getirdiler. Bir köye girmek, bir köyü kazanmak hiç zor değildir. Biz her gün tanımadığımız bir insana merhaba deriz ve sonra o insan yirmi yıllık dostumuz olur. Benim tarzım halen budur. Sen partiyi bu kadar arkana alacaksın ve bu insanları böyle düşmanın kucağına iteceksin!
Biz sizin gibi hiç rahat hareket edecek bir çalışma alanı bulamadık, ülkede zaten mümkün de değildi. Bir özgür vatan parçasında faaliyet icra etmek, bir ev bulmak çok zordu. Biz burada bu olanaksızlıkları olanağa çevirmek için çalıştık. Ben bu yurt dışında on beş yılımı dolduruyorum. Küçücük bir dağ parçası bile diyemeyeceğimiz bir fırsatı gördüm ve nasıl yüklendim. İlk gün “al sana mezar kadar yer” demezlerdi. Sadece bir ziyaret ettim. Bir bakış, ardından bir adım atış... Çok iyi hatırlarım, şu kayanın altına girme özgürlüğüm olacak mı diye dört gözle beklerdim. En sonunda baktım özgürlük genişliyor, genişliyor ve orada on beş bin savaşçıyı eğittim. Ki hepsi de her şeyini inkar etmişti; ne vatanseverlik vardı ne de kimlik arayışı. Hasta insanlar yığınıydı. Hepsi vatan yoluna sokuldu. Bunlar açıktır. Sözümona ülkede gerilla vardı, ama aslında hepsinin buradan gönderildiğini düşman gördü ve “Mahsum Korkmaz Akademisi’ne şöyle yükleneceğiz” dedi. En son bütün dünya dengelerini zorlayarak bizi imha etmek istediğinde, biz bu mevziyi bıraktık. Başka mevzileri işletmekte zorluk çekmedik.
Peki, bizimkiler ne yaptılar? Mevzi anlayışları, karargah anlayışları, dağ anlayışları, olanak anlayışları neydi? Bunları hiç anlamak bile istemediler. Bu yabancı ülkenin çok az tahmin edilebilecek bir yerini büyük bir sabırla, ama büyük bir ruh, yücelik ve kutsallıkla -ki etkisi süreklidir- yaşanan bir yer haline getirdik. Sen havası, suyu, zozanı, vadisi ve rengârenk bin bir çiçeğiyle, Ortadoğu koşullarına göre gerçekten cennet olarak tabir edilecek bir yerde olduğun halde orayı nasıl mahvedilen bir yer haline getiriyorsun? Sen o görkemli dağları nasıl tutamadın? Şu anda doğru dürüst bir üs geliştirilmemiştir. O dağlar insanı saklamıyor mu? O dağlar insanı mevzilendirmiyor mu? Herhangi bir savaş biçimine fırsat vermiyor mu? Hayır, hepsi mümkün. Bakmıyor, doğru bakmıyor, gözü başka yerdedir. Biz de müdahale üstüne müdahale yapıyoruz.
Orası yaşam yeridir, kutsaldır. Biz ilk çıkış yaptığımızda oranın Kabe kadar değerli olduğunu belirttik. Anlam verememişler. Ruhları yokmuş, bilinçleri gelişmemiş veya çarpıtılmış, kokusunu alamıyorlar. En çok becerdikleri basit bir köycülükmüş. Özgürlük ufku, savaş yaklaşımı unutuldu. Baba sanatına yöneldiler, “köycülük yapalım” dediler. Yapmayın, etmeyin, biz böyle çıkış yapmak istemiyoruz dedik, ama hiç dinlemediler. Var olan kültürlerini konuşturdular. Bunlar somuttur, daha fazla açmak istemiyorum. Dağı böyle kullanamazsın dedik. Nasıl köyü ve köylüyü kullanamazsan, dağı da böyle kullanamazsın. Ben diğer savaşım olanaklarını söylemeyeceğim. Yani bir silahı bulabilmek için hangi tehlikeyi göze aldığımızı bilirim. Bir roket nedir, bir fırsat nedir, bunun hikayesi çok anlatılmıştır. Roket şimdi neredeyse havai fişek gibi kullanılıyor, eğlencelik olmuş. Tabii bu geçen on yıl içinde ülkeye böyle oturtulmanın sağlam olmayacağı açıktı. Derin çözümlemelerle bu durumu aştırmaya çalıştık. Anlayışı düzelt, şimdi de taktiği düzelt, taktiği oturt! Büyük anlayış savaşımı giderek taktik savaşıma kadar getirildi.
Her şeyin boşa gittiğini belirtmiyorum. Kuşkusuz şimdi savaşın olanakları artmıştır. Eğer içine zafer sığdırılacak bir dönem kazanılmamışsa, belirttiğim gibi bunun suçlusunun kim olduğu ortaya konulmaya çalışıldı. Bizim de kendimize sözümüz var. Her şeyin heba olup gitmesine göz yumacak değildik. Bazı değerleri tutacaktık. Artık ne kadar yetenekli olur, ne kadar güç yetirilebilir bu ayrıdır. Ama bazı olanaklar var. Şimdi hayli heyecanlı, bu kadar açığa çıkmış bir gerçeklik, kazanılmış ve de kaybedilmiş değerlerin bilinci üzerine çok iyi çizilmiş bir ideolojik ve siyasal hat, yine oldukça geliştirilmiş örgüt olanakları, oldukça tutulmuş mevziler, sayısız ilişkiler, savaşçılar, elini sallasan istediğin sayıda bulabileceğin savaşçı adaylar, istediğin kadar geliştirilebileceğin hareket mevzileri var.
Reber APO
23 Haziran 1994
- Ayrıntılar
18 Mayıs’ı şehitler günü olarak anıyoruz.
İlk büyük şehidimiz Haki KARER ve ardından Dörtler, daha sonra yüzlercesinin bugüne yakıştırdıkları kahramanca direniş, parti tarihimizde anlamlı bir gün olarak yerini almıştır.
Şehitlik günü, kavranması ve gereklerinin yerine getirilmesi en zor olan bir kavramdır.
Şehidi anlamak, şehide hakkını vermek, şehidin vasiyetine göre yaşamak bir devrimcinin en temel ve başta ele alması gereken görev ve sorumluluk olduğu gibi; bunu egemen kılmak, onun savaşımını kesin vermek, bağlılığın en vazgeçilmez bir gereğidir.
Halen hatırımdadır, “Haki KARER’in anısına nasıl karşılık verebiliriz” dediğimde, bazı arkadaşlar, “bir polise saldıralım, intikamını öyle alırız” demişti. Bu düşünce hiç de aklıma yatmamıştı. Tamam, o katili bir gün yakalarız, provokatörün cezasını veririz, bu olur, fakat, bunun da anıyı kurtaramayacağını çok iyi gördük ve uzun süre düşündükten sonra, aynı yıl, bugünkü parti program tasarısını şehit düştüğü mahallede kaleme aldık ve sanıyorum kendimize göre anıya bir karşılık vermenin en uygun biçimi budur dedik. O, bizi basit bir gençlik grubundan partileşmeye karar veren bir grup durumuna taşırdı.
Demek ki, partileşmede şehidi ve ilk şehidi anlamak, gerekeni yapmak çok önemli bir rol sahibi olmaktır ve tarih, bu partileşme çabamıza da denilebilir ki, bir yılbaşı gibi anlam kazandırdı. Ulusal tarihin en temel bir kilometre taşı olarak yerini buldu.
Şehidin anısında ısrar, gerekeni yapmak, daha sonraki bütün şehitleri bağladığı gibi, yaşayanlara da kesin yaşam çizgisi haline getirildi ve bu eşittir savaş çizgisi. Halk savaşı çizgisine kadar da taşırıldı. Şehitlere böyle bağlanmasını bilmeyenler, kesinlikle saygısız oldukları gibi, asla saygıdeğer kişilikler haline de gelemezler.
Şehide, şehidine hakkını vermeyenler, onların anısını esas alıp yaşamını düzenlemeyenler, parti gerçeğimizin de sağlıklı bir militanı haline gelemezler.
Bizim bir şehit için yaptığımızla, sizlerin yanı başınızda, hatta sorumluluğunuz altında binlercesinin yaşandığını düşünürseniz ve anılarına tek tek sağlam bir karşılık vermediğinizi göz önüne getirirseniz, kendi kişiliksizliğinizi ve partileşmeyen kişiliğinizin önemli bir nedenini daha bilince çıkarmış olursunuz. Şehide hakkını verseydiniz, eminim ki şu andaki değerlendirmeleri yapmazdınız. Oldukça parti kişiliğine uymayan, saygısını esas almayan bu yaklaşımları sürdürmezdiniz. Bu kadar şehidi yüreğine sığdıranlar, kesinlikle bu kadar yetersizlikleri sergileyemezler.
PKK şehitleri belki de insanlığın en köklü şehitleri olarak da düşünülmeye değerdir. En temel bir hatanız, şehidin anlamını PKK gerçeğinde hakkıyla bilince çıkarmama, gururunuza sindirememenizdir. Birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da kendinize göre bir tarz seçmişsiniz. Eğer doğru sonuç alacaksanız, ciddi olarak kendinizi parti gerçeğinde adeta bıçağa yatırır gibi yatırmak ve sağlığa kavuşturmakla yükümlüyüz. Savaş çizgisinde yine bütün bu yetmezliklere neşter vurup, son vermek... ancak böylelikle şehitlere bağlı olmak mümkündür ve bu da kişinin kazanım gücüdür.
Şehitlerine saygıyı böyle anlamlaştırmayanlar, ağzıyla kuş da yakalasalar bu davada fazla anlam, değer ifade etmezler. Sayılarını hatırlamada güçlük çekiyorum. Ve hatta öyle değerli şehitler var ki, çoğunun adını bile bilmiyoruz. Ve belki de bazılarını bilemeyeceğiz. En önemlisi, her birisi neredeyse bir kitap yazılması gereken şehitler, ama neredeyse hafızalardan silinip gidecek. Buna bir çare bulmak gerekir. Bu çarenin de en başta geleni, yenilmez bir parti ve onun savaş çizgisi olduğu kadar, onun sağlam militan güvencesini kişiliğimizde gerçekleştirmektir.
Şehitlerin huzurunda başka tür eğilimin, huşu getirmenin ifadesi olamaz. Şehitleri mutlak doğru anlayıp bilmemiz gerekir. Benim en büyük endişem, bu yaşadığınız yüzeysellik, yine saygıdan uzak, oldukça hafif, yani yaşam, mücadele yaklaşımlarınızdır ve bu şehidin anısına en büyük kötülüktür. PKK’nin şehitler bilançosuna baktığımızda, hele onların çok yüce olan niteliklerini göz önüne getirdiğimizde, mevcut kişiliklerle anlaşmamız, sizi bu temelde layık bir şehit vasiyetçisi olarak değerlendirmemiz çok zordur. En temel bir sorunumuz; bu kadar kapsam kazanan şehitlerimize layık olmayı güvence altına almaktır. Hatta ben kendi eylemimi geliştirirken en temel birincil amacımın şehit vasiyetini güvenceye almak olduğunu çok iyi biliyorum.
Şehidin Anısında Ölmek Değil Yaşamak, Savaşmak Ve Mutlak Başarmak En Doğrusudur
Hareketimizin en önemli nedeni; şehidin anlamının, onun vasiyetinin boşa gitmemesi için, örgüt sürekliliğini, savaş çizgisinin gelişimini, yenilmeyen partisini gerçekleştirmektir. Niçin? Çünkü şehit anısı dayatıcıdır ve gerekleri mutlak yerine getirilmeyi emreder. Bu şuur bende birincildir. Bütün şuurların önündedir. Hareketimi yönlendiren saik , etken diyorum. Çünkü bunu temel hareket ettiren etken olarak düşünemeyenlerin diğer değerlere saygıyla yaklaşacağını, sağlıklı ve gerçekçi anlam vereceğini fazla olasılıklı görmüyorum. Çünkü şehitler en temel değerdir. Acaba bu gücünüz var mı? Şehitler için yaşamak, şehit için çalışmak, şehit için başarmak; buna gücünüz var mı?
Şehit için ucuz ölmek, kesinlikle doğru olmadığı gibi, belki de en büyük saygısızlıktır. Şehidin anısında ölmek değil, yaşamaktan, savaşmaktan ve mutlak başarmaktan bahsetmek daha doğru olur. Her şahadetin içinde bir eksiklik vardır. Anıya bağlı olan, şehidin vasiyetini esas alan, aslında birincil planda o eksikliği gidermeyle görevlidir. Benzer bütün şehitlere baktığımızda, şehide böyle bağlılığın daha sonraki kahramanca yürüyüşlerin ve zaferlerin bu nedene dayandığını görebiliyorum.
PKK’nin şehitleri bu anlamda hem sayısal, hem de özelliksel olarak o kadar kapsamlıdırlar ki, belki de yaşam militanlarından daha fazladırlar, güçlüdürler, komutandırlar, hatta kalanlar belki de onların silik bir gölgesi durumundadırlar. O halde silik bir gölge olmaktan çıkılmak isteniyorsa, şahadete götüren eksiklik neydi, onu görmeli. Ben, Haki KARER’in şahadetinde eksikliği hemen şöyle tespit ettim. Ki, Haki’nin az çalışmasından, amaç bağlılığından, onun eksikliğinden ileri gelmiyordu. O koşullarda bile amaca ve çabaya hepimizden daha fazla bağlı ve katılan birisiydi. Ama objektif olarak eksiklik; örgütün olmayışıydı. Eksiklik, örgütün sürekliliği yoktu.
Demek ki, benim bu şahadete yapabileceğim en büyük iyilik, hem örgütü yaratmak hem de onun sürekliliğini sağlamaktı. Haki, eylem yapmıştı. İlk dönemlerde bazı faşist yönelimlerini ve düşman hedeflerini bombalamayı aklına koymuştu ve bu da örgütün taktiğini sağlama almayı beraberinde getiriyordu. Dönem için bu yerine getirilmesi gereken bu görevleri esas aldık. Şehidin anısına karşılık verdik. Sonuç, çok önemli tarihi bir gelişme oldu.
Agit (Mahsum Korkmaz) için hatırlıyorum, şahadetindeki temel eksiklik; o şahadette olası gerçekleşebilecek noksanlık neydi? Gerillalaşamama tehlikesiydi. Benim, anı değerlendirmesinde yaptığım tespit; en az ellişer kişilik gruplar halinde gerillayı Kürdistan dağlarında gezdirebilirsek, bu şehidin anısına en uygun karşılığı veririz dedik. Ve bir yıl geçmeden bu civarda gerillayı Kürdistan’da harekete geçirdik. Dikkat edin, 1986 baharındaki şahadete, 1987 baharında bu kapsamda bir yürüyüşle karşılık verildi. Bunu kendim için en büyük bir vicdan borcu olarak bellemiştim. Gerçekleştirdiğimde de en önemli bir aşamayı sağladığımıza inanmıştım.
Ondan sonraki gerilla gelişmelerinin kesinlikle Agit’in anısına amansız bağlılığın bir gereği olarak geliştiğini düşünmelisiniz. O, çok önemli bir görevdi, çünkü gerilla erimek üzereydi. Var olan gruplar her an dağılmakla karşı karşıyaydılar. Tüm gücümüzü ortaya koymasaydık, Agit’in anısı da hızla hafızalardan silinebilirdi. Ama yüklendik, yıl yıl yüklendik. Sonuç, işte gerillanın bu günkü düzeye gelmesidir. Şehidin anısına sağlam bir karşılık vermenin ne kadar tarihi bir adıma yol açtığını bir kez daha gördük.
Mazlum, Kemal ve Hayrilerin de anısına, işte bugün yine andığımız Ferhat Kurtayların anısına vereceğimiz karşılık; hareketimizin yine ülkeden kopukluğun önüne geçmek, hareketi Kürdistan’la birleştirmekti. Ve yurtdışı çalışmalarını bu anlamda olağanüstü bir çabayla ele aldık, yoğunlaştırdık. Ve aynı yıl, 1982’nin sonlarından itibaren partiyi taşırdık ve şunu söylemiştim; “bu şehitlerin anısı, ölümle yaşam arasındaki köprüdür. Üzerinden geçiyoruz, yaşama yöneliyoruz” dedik ve nitekim bunun da ne kadar tarihi bir dönüş olduğunu ve çok kalıcı bir iz bıraktığına herkes şahittir.
Dikkat edilirse, Önderlik gerçeğinde şehitlerin çok önemli bir yeri olduğu gibi, başarıyı belirleyen en temel bir neden de, bu konuda anıya bağlılığın gerekleri olarak yapılan çalışmalardır.
Sizler bu temelde kendinize yönelirseniz, en temel bir eksikliğinizi gidermiş olursunuz. Mutlak sorumlu tutulmanız gereken şehitlere karşı üzerinize düşen somut görevleri yeterince idrak edememeyi ve gereklerini yerine getirmemeyi esas aldınız. Başarı olmaz tarzındaki dayatmalar düşmanındır. Ardıllarına düşen zaferin nasıl gerçekleşemeyeceğini kanıtlamak değil, şehitler köprüsünden nasıl layıkıyla geçileceğidir. En büyük yenilgi şehide karşılık vermemektir. Hatta düşünün, bir çırpıda yürekten attığınız insanlar var, yanınızda gencecik insanlar şehit düşmüşler. Onların anısına karşılık vermeye gücünüz yok ve bu da sizin yenilginizdir. Düşünün, ölüme gönderiyorsunuz, ama hiç vicdanınız bile sızlamıyor. En önemlisi, onların kutsal bir amacı var, ne yapılması gerektiğini kendinize sorun yapmıyorsunuz kendinize. Sonuç, savaş içinde değerlerin muazzam aşınması, amaçtan uzaklaşma, çok çirkin kişiliklerin saflarımızda boy vermesi. En önemli neden demek ki, şahadet çizgisine hakkıyla bağlı olmamaktan kaynaklanıyor.
Bilmeniz gerekir ki, şehitlere bu temelde tüm yönleriyle anlam vermeden ve en önemlisi de gereken anı çalışması ve savaşımını vermeden siz kurtulamazsınız. Asla vicdan muhasebesini yapmazsanız, vicdanınızı aklayamazsınız. Tabii değerli bir parti militanı da olamayacağınız için, etkili bir başarınız da olmayacaktır. O halde, bir kez daha sizlere, çok kabarık bir liste kadar, çok insani, ulusal, sınıfsal özellikleri olan bu şehitleri iliklerinize kadar tanımaya, anlamaya ve gereklerini, çalışma gereklerini, savaş gereklerini, başarı gereklerini mutlaka yerine getirmeye çağırıyorum. Bu şehitler gününde, bir kez daha mücadeleci yaşamınızda şehitlere mutlaka hakkını verme sözünü yerine getirebileceğinize dair, gerektiğinde kendini yeniden yaşama ve savaşa katarak sözlerinin gereklerini pratikleştirmeye çağırıyorum.
Bizde Şehitlik Çizgisinde Yaşamla Ölüm Birleşmiştir
Şehitlerin ölümle yaşamanın arasındaki farkı silen çizgisinde, aslında yaşıyor muyuz, ölüyor muyuz hiç belli olmadan gidiyoruz. Kısaca bizde, şehitlik çizgisinde yaşamla ölüm birleşmiştir veya ayrımı silinmiştir. Önderlik çalışma tarzı, ölümle yaşam arasındaki farkı kaldıran bir çalışma tarzıdır. PKK şehitliği kesinlikle bunu dayatır. Ölümden çok uzak bir yaşam olmadığı gibi, ölümde de yaşamın tükendiğini, yaşamın bittiğini düşünmeyen bir özelliği vardır.
Bu çok önemlidir. Siyasette, askerlikte, örgütte, kısaca her tür çalışmada ölümle yaşam arasındaki farkı ortadan kaldırmak. Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşandığını ve her zaman ölümle burun burunaymışız gibi yaşamayı esas aldın mı, şahadet çizgisinde yaşıyorsun demektir. Bu çalışmalar böyle yürüyor. Başka türlü komutanlık çizgisinde seyretmek mümkün olmuyor. Burada hala PKK’nin bazı vazgeçilmez yaşam biçimleri vardır. Onda seyretmedikçe iflah olunmaz. Düzenden aldığınız kişilik nedir? Düzenden aldığınız yaşam nedir? Bir hiçtir. Dolayısıyla kendinize bir sıçratma yapmak istiyorsanız, PKK olayındaki yaşam ve ölüm çizgisinin böyle birleştirilmesi ve aslında bir yerde ölümü mahkum eden bir yaşam çizgisine sahip olunmasıdır. Bunun bazı gerekleri vardır. Eski, geri, uyduruk yaşam dürtülerini aşmak kadar, öyle basit korkularını da esas almamayı, bunları da yıkmayı emreder.
Bu da doğru cesaret ve onun yaşam ve savaşa yansımasına yol açar ki, en büyük kuvvet de bundan çıkar. Bu tabii, dediğim gibi her an ölümle burun buruna yaşamayı da gerektirdiği için, son derece dikkati, duyarlılığı da beraberinde getirir. Sizin gösterdiğiniz kör bir cesaretle ölüme yaklaşmayı asla kabul etmez. Aslında her an ölümle burun burunayız, şu ana kadar ölüm belki de herkese değmiştir. Ölümle burun buruna olmamıza rağmen, burnumdan bir damla kanı bile akıtmamıştır. Neden? Dikkat gücü, tedbir gücü çok yüksek olduğu için.
Bu dünyanın en tehlikeli yaşayan kişisiyim. Fakat tehlikeler varsa, tehlikenin yakalayamadığı kişisiyim de. İşte bunun da PKK’nin başaran tarzıyla çok sıkı sıkıya bağlılığı vardır. Şimdi bu çok basit, küçücük yaşam veya ölüm, korku güdülerinizle bizim böyle gerçekleştirdiğimiz yaşam tarzını karıştırmayın ve kötüye de kullanmayın. Mümkünse mutlaka anlayın diyorum bunu, şehitler günü bunun için çok büyük bir fırsat. Sizin içtiğiniz sudan, teneffüs ettiğiniz havadan daha fazla böyle bir yaşam çizgisine ihtiyacınız vardır.
Umarım anlarsınız. Anlasanız, bu bile sizin için çok sağlam bir yürüyüş, yaşam, savaş, başarı perspektifidir ve zaferi kesindir.
18 Mayıs 1996
Reber APO
- Ayrıntılar
Geçmiş hataların aşılma şansı vardır. Hatta suçların bile kat be kat telafi edilebilmesi için pratiğe girilebilir. Madem dönem böyledir, o zaman kendini kanıtlamak isteyen, şans isteyen bunu böyle değerlendirir. Şimdiye kadar söylenen tarzı, bizimle olan ilişkilerinizi biraz bu yönüyle değerlendirin. En değerli destek ve yoldaşça yardım sunulmuştur. Hiç kimse mevcut gelişmeleri ne eksik ne de yanlış yorumlamalıdır. Tutturduğumuz düzey, tarihimizde elde tutulacak ne varsa odur; en önemlisi de, parti tarihimizin yaşama ilişkin söyleyip bize sunacağı ne varsa odur. Önünüze serilen budur. Bu bizim için kişiliktir, onun fedakârlık ve cesaret düzeyidir; başlı başına da büyük bir yaşam fırsatıdır.
Yaşam savaştır, savaş da yaşamdır. Bu noktaya geldik dayandık. Karşımızdaki zorba güç, dünyanın bütün gerçekleriyle, tarihin bütün insanlık gerçekleriyle alay ediyor. Bu uğursuzluk, alçaklık ve lanetlilik hiçbir gerekçeyle kabul edilemez. Düşman, insanlık dışı dayatmalarını son bir çabayla da olsa başarıya götürmek istiyor. Bizim gerçekliğimiz de şunu söylüyor: Bir kişi tek başına da olsa, böyle bir zorbalığı kabul edemez. Eğer akıllıysa, tek başına da olsa, bu zorbalığa karşı durup onu başarısızlığa uğratabilir. PKK’nin tarihi biraz da budur. Bunu her zamankinden daha iyi anlıyorsunuz. Bunun öyle fazla okumuşlukla, fazla tecrübeyle de ilişkisi yoktur; biraz kişilikle, onurlu ve namuslu biri olmakla ilişkisi vardır. Sanıyorum, hepiniz de biraz böylesiniz. Bugünlere kolay ulaşmadığınızı belirtmeliyim.
Size verebileceğimiz en değerli armağan, sizi böyle bir güne ulaştırmaktır. Verilen bu kadar şehitler, çekilen bunca acılar, görülen işkenceler, halkın bütünüyle yoksulluğu aslında anlam olarak size verilen özgürlük ve savaş değerleridir. Eğer bunu büyütmek, halktan biri, partiden biri olarak değerlendirmek istiyorsanız, böyle olduğunuzu asla göz ardı etmemelisiniz. Siz bu değerlerin ürünüsünüz. Bu anlamda kendinizi başka türlü gösteremez, başka türlü kılamazsınız. Ancak ve ancak bu değerlerle büyüyebilirsiniz; hem büyüyebilir, hem büyütebilirsiniz.
Bizim için bu yaşam, kabul edilebilecek tek yaşamdır. Öyle zorlukları varmış, bilmem altından çıkılamazmış gibi sorunlar bizim için hiçbir zaman mevcut olmadı. Tam tersine, bu yaşamın dışında her şey çok zordur, kabul edilemezdir. Bu tek kabul edilebilecek yaşam, yıllarca bekleseniz de, rüyalarınızda ve hayallerinizde bulamayacağınız bir şanstır. Bir günlük de olsa, şiddetli bir savaş içinde de geçse, o şans da bir şanstır. Bu şans hepinize tanınmıştır. Eğer bunlar doğruysa, eğer siz de biraz kavrıyorsanız, şimdi içinde bulunduğunuz durumdan büyük bir tutkuyla, aşkla kurtulabilir, ne mutlu bize diyebilirsiniz.
Kendi lanetli gerçeğimizle karşılaştırdığımızda, şu anki özgürlük gerçeğimiz yaşamın özüdür, yaşamın en istenilip de gerçekleştirilecek olanıdır. Bu hem de en çarpıcı, en yaratıcı biçimiyle yaratmaya, partileşmeye, ordulaşmaya götürür. Eğer özgürlük değerlerimizi, yaşamın gerçekleştirilmesini biraz anlamışsanız, “Örgütten anlamam, savaş gerçeğini fazla göz önüne getiremem” demeniz, ancak bir gaflet olabilir. Gafillerin de yeri bellidir. Şimdi bu aşamaya geldikten sonra, gelişememeyi çok zor bir durum olarak görüyorum. Yıl yıl gelişmelerde ne zorluklar yaşandığını anlarım. Yirmi iki yıllık bir çizginin bir hikâyesi var; neredeyse her yılın, her günün, hatta her saatin zorluklarını da anlarım. Ama bu aşamaya ulaştıktan sonra da yürümemeyi, yürüyüp de önemli başarılara ulaşmamayı hiç anlamam. Bunun anlamı yoktur.
Bazıları “İlla lanetli kişiliğimizi tekrar dayatırız” diyor. Bu, Kürd’ün eski hikâyesidir. “Birbirimizle uğraşırız, uğraştırırız” diyorsa, ona karşı da hazırlıklı olduğumuzu belirtmeliyim. Biz böyle bir Kürtlükle amansız savaştık. Bu, kendini insanlığa layık görmeyen, kendisini ana topraklarına ve temel özgürlük istemlerine göre hazırlamayan bir Kürt’tür; bizim için ölümden bin defa beter bir Kürtlüktür. Hiçbir gerekçeyle, şu veya bu nedenle kimse bu eski hikâyeyi bize dayatamaz. Kılıf, maske giydirerek bize anlatamaz. Bunu artık kesin anlamak gerekir derken, bunu kastediyorum.
Kendimize inanıyor muyuz, özgürlüğe inanıyor muyuz? Özgürlüğün bizde artık gerçekleşmeye doğru yüz tutmaya başladığını görüyor muyuz? Buna evet diyorsanız, bunun karşılığı, önümüzde hiçbir şey durmamalı olmalıdır. Her türlü gelişmeyi anlarız, gereklerini yerine getiririz. Bu ordu olabilir, parti olabilir, cephe olabilir, eğitim olabilir, ciddi bir eylem olabilir. Çok yaman bir eylem planlaması olabilir, inanılmaz bir başarının kendisi olabilir. Bunların tümüne güç yetirilebilir. Eğer siz yaşamı böyle anlıyorsanız, bunun doğal sonucu da bu yönlü gelişmelerdir. “Yok, biz yine eski kafayla hareket edeceğiz” derseniz, bu ülkede yaşamayı kendinize yakıştıramazsanız, düşmandan önce biz kendimizi yerin dibine batırmalıyız. Yoldaşlarımızı sevemiyorsak, yoldaşımızla anlaşamıyorsak, düşmandan önce biz birbirimizi bitirmeliyiz. Düşmanın bizi vurmasına hiç gerek yoktur.
Yine sana bu kadar kötülük yapılacak; vurulmadık, el değdirilmedik, hakaret edilmedik tek bir hücren kalmayacak ve bir de intikam ve hesap sorma günü gelecek, kendini bu temelde değerlendirip intikama göre ayarlamayacaksın, ondan sonra da ‘bana yaşam’ diyeceksin; hem de bunu parti saflarında, hem de komuta gerçekliğinde yapacaksın! Bizden her şey istenebilir de, bize her şey yutturulabilir de, ama bu olmaz. Sende çok sınırlı bir insanlık, namus duygusu varsa, yılların intikamını alacaksın. Düşünün, bir ailede bile bir zorbalık yaşandı mı, kırk yıl sonra da olsa intikam almadan bahsedilir veya bir aile bütün bir ömür boyunca kendini buna göre ayarlar. Şimdi sen bin yılların intikamını almayla ve haksızlıkların halen sonuna kadar sana dayatılmasıyla karşı karşıya bulunuyorsun. Kendini sınırlı bir vatan evladı ve bir halktan sayıyorsan, insani bir değere bağlı olduğunu söylüyorsan yürürsün. Hangi hedef, hangi çalışma olursa olsun, ister kendi içimizde ister düşmana yönelik olsun, üzerine gider ve başarıyı elde edersin.
Bir kişinin gücünü belirleyen, yaşam çizgisinin, yaşam felsefesinin ondan ne istediğidir. Yaşam çizgimiz de bizden bu temelde özgürlük istiyor, özgür yaşam istiyor. Önünde engel varsa, direnişin, azmin ve yıkıcı öfken bunu yıkmaya yeter. Bu arada olumlu, kabul edilebilir bir yaşamın inşasını da yapabilir, kendinden başlayıp bütün vatan sathına yayabilirsin. Bunları yaşam düzeyinizde, eylem düzeyinizde kabul edilemez birçok gerilik olduğu için tekrarlıyorum. Bunlara halen aşılamazmış gibi sarılanlar var. Oysa buna gerek yoktur. Bununla ne onur, ne yetenek, ne güç kazanılır. Yenilmemeye cesaret etmeliyiz. Madem gün yenilik ve diriliş günüdür, bu yeniliği ve dirilişi kendimizde gün be gün, saat be saat gerçekleştirmeliyiz. Sizi başka türlü yönetemiyoruz, sizinle başka türlü yol alamıyoruz. İş beceremezseniz yoldaşınızla bile konuşamazsınız, normal bir birimi bile düzenleyemezsiniz. Sizinle nasıl konuşalım, nasıl birlikte yaşayalım? Birlikte yaşayamazsak, kendimize nasıl ulus diyeceğiz, nasıl halk diyeceğiz, nasıl yoldaş diyeceğiz? Bu konularda anlayışlı olmanızı istiyoruz. Başka çareniz de yoktur. Kendini sarhoş etmenin, allayıp pullamanın bir faydası olabilir mi? Kendini sağa sola yatırmanın, mecnun etmenin bir çıkarı, bir yararı olabilir mi?
Bütün bunları şunun için belirtiyorum: İşimiz zordur veya zorluk bu işin doğasında var. Ama emredilen görev, ulaşılması gereken hedef, bütün zorlukları yerle bir edecek kadar çekicidir. İrademiz içinde bulunduğumuz koşullara dayanılarak çelikleştiriliyor, kişilik böyle oluşturuluyor. Bu da bizde artık ispatlanmıştır. Kaldı ki bu başarılabilir, inanılmaz her türlü gelişmeye yol açabilir. Biraz bunu kanıtladık. Her kişi bunu kendine göre alır, uygular ve bununla kendini büyütür. Büyüyen benim babam veya sülalem değil, büyüyen siz oluyorsunuz, insanlığınız oluyor. Yaşayan biz değil, siz olacaksınız. Tabii ki kendi yaşamınıza kastedemeyeceksiniz, çünkü kendi yaşamınızla alay etme özgürlüğünüz, hakkınız olamaz. İlkelliğe ve ihanete eskiden özgürlük deniliyordu. Şimdi örgütlenmemeye, ordulaşmamaya, işleri sağlam geliştirmemeye özgürlük ve inisiyatif istenmez. Çünkü bunlar kişiye yarar getirmez, ancak ölüm getirir. Dolayısıyla bu sınırlarda seyretmek, aklı başında olanın bir talebi olamaz. Yine bütün bunları, gelişmemeyi bir felsefe haline getirenlere, doğru yönetmeme ve doğru işletmemeyi bir alışkanlık haline getirenlere, işleri ilerletmeyenlere, kendini, yoldaşını ve halkını geliştirmeyenlere söylüyorum. Bu konuda kendinizi savunacak hiçbir gerekçeniz yoktur. Tabii bunu olumsuzluklar ve yetmezlikler anlamında belirtiyorum.
PKK’yi tanırım, ne olup ne olmadığınızı da biliyorum. Sizi de az çok tanıyorum. Sizden ancak ve ancak doğru bir partililik çıkabilir. İflah olmaz birisi değilseniz, şu veya bu nitelikte bir ajan değilseniz, çok sınırlı bir ilgi bile sizi yaman bir yoldaş yapar. Bunun dışında hiçbir durumu kabul etmem. Kendinizi nasıl dayatırsanız dayatın, kendinizi nasıl sergilerseniz sergileyin, yine de kendinizi aldatamazsınız, kabul de göremezsiniz. Kendinizi bir şef, şöyle etkili yetkili bir kişilik halinde de tutamazsınız. Bütün bunların önü alınmıştır. Aklın yolu bir, idealin yolu bir, insanlığın yolu bir, gelişmenin de yolu birdir. O da bu söylenenlerde yatıyor. Bunu esas almak tek çarenizdir, çözümünüzdür.
Bunu “Evet, doğrudur, ama uygulamaya geçiremiyoruz” dediğiniz için belirtiyorum. Bunu uygulamaya geçirememek, yaşamla bütünleştirememek demek, yine daha da tehlikeli bir yalancı, bir düzenbaz, bir münafık olmak demektir. Herhalde bu savunulamaz, bu aşamadan sonra bize yakışmaz. Eskisi gibi, “Köleyiz, başarmaya fazla ihtiyacımız da yok, hatta şimdi eskisinden bin kat daha özgürüz, bu yetmiyor mu?” demeye hiçbirinizin hakkı yoktur. Sorun, kesintisiz başarı yolunda mıyız sorudur. Bundan aşağısı kabul edilmiyor, üstü ise yiğit olanadır. Bunu böyle anladıktan sonra, hem iyi yaşamı hem de yaşamınızı savaşla sonsuza dek güzelleştirebilirsiniz.
Botan sizin oluyor. Halkı emeğinizle oldukça özgürleştiriyorsunuz. Her zaman belirttik: Bu ülke insanlığın beşiğidir. İnsanlık yaşamı, tarih o dağların doruklarında başlamıştır. Biz çocuk değiliz, bunları biliyoruz. Sen halen anlamazlık edemezsin. İnsanlık nasıl başlamışsa, şimdi de en güzel bir biçimde başlatılabilir. Zagros etekleri, Toros etekleri uygarlığın başladığı yerlerdir. Biz insanlığın başlangıcını yeniden oluşturacak kadar kendimize güveniyoruz. Güncel gerçekler de bunun öyle pek hayali olmadığını, insanlığın da buna ihtiyacının olduğunu gösteriyor. Bunlar ne kadar insani olduğumuzu da iyi ortaya koyduğuna göre, işler orada şahane geliştirilebilir. Bir turist bile böyle bir yaşamı büyük bir şans sayabilir. Yani hiçbiriniz, burada şu zorluklar, bu zorluklar var demesin. Dünyanın dört bir ucunu gezin görün, bazılarınız belki görmüştür, o dağlardan daha güzeli, tutkulusu, daha şanlısı yoktur. Anlamayan anlamalı, anlayanlar da anlatmalıdır.
Bütün bunlar size, ister duygu dünyanızı, ister savaşçı dünyanızı, ister bilinç dünyanızı nasıl elde edeceğinizi gösteriyor. Birbirine güvenebilecek bir birliği, işlere başlamak için bir silahı isteyebilirsiniz. Belki bazılarınızın buna gücü yetmeyebilirdi; ama hepinize bunun kazanılabileceğini, verilebileceğini de gösterdik. Bu birliğe, bu güce, bu araç gereçlere kendiliğinden ulaşmadınız. Bu, emekle bağlantılıdır ve verilmiştir. Bunun değerini bilmek size düşer. Fazlasını istemek haddini bilmemektir, emeğe saygısızlıktır. Yine kolay düşürmek, emeğe saygısızlıktır. Her şeyi yapın, ama ne fazla isteyin ne de kolay düşürün. Bu değerlerin üzerine ibadet eder gibi titremelisiniz. Bir dağ parçasına ulaşmak, yüzlere şehidin kanı pahasına olmuştur. Anı anına, dakikası dakikasına büyük sabırla, büyük sorumlulukla, yaşamımızla, mücadelemizle mümkün olmuştur. Bunun değerini bilmeyen özgürlükten anlamaz, özgürlükten anlamayan da savaşamaz.
Doğayı, onu vatan olarak görmeyi, onun halka özgürce yansıtılışını anlamalıyız. Bunun değer ve emekle, acı ve işkenceyle bağlantısını kurmalısınız. Zindanda çekilen işkenceyi, her gün inim inim inleyen halkımızı orada dağa taşa, silahınıza sindiremezseniz, tutarlı bir yurtsever olduğunuzu gösteremezsiniz. Halkımızın binlerce yıldır çektiği acıları silahınızın namlusuna sürüp savaşamazsanız, iyi bir savaşçı olduğunuzu öne süremezsiniz. Bu halkın başına gelen her şey ve ona dayatılan her türlü yokluk ve çirkinlik bir ideoloji, bir siyaset olup beyninize, silahınıza sürülmezse, yüreğinize nakşedilmezse, siz iyi bir komutan, iyi bir savaşçı olamazsınız.
Gerçekleri biraz böyle anlamanın zamandır diyorum. Bu kadar söylenenden sonra anlarsınız, anlayıp da gereklerini yerine getirirsiniz. Çünkü siz bir insansınız. Şimdi eğer bütün bunlara itiraz yok diyorsanız, o zaman ben de parti gerçeğine, ordu ve savaş gerçekliğimize ilişkin söylenenler açıktır diyorum. Bu konuda herhangi bir taktik sorun, bir çözümsüzlük asla kabul edilemez. Herhangi bir eylem, herhangi bir ilişki, herhangi bir tarzın yerine başka bir tarzın konulması asla sorun teşkil etmez. Hepsine bu anlayış içinde karşılık vermek mümkündür.
Günlerdir sizinle yaptığımız tartışmalar, düşmana olduğu kadar kendinize de doğru yaklaşmanız içindir. Sanıldığından daha fazla felsefi yaklaştık. Çünkü kendinizi ideolojik ve siyasal gerçeklikten koparmışsınız. Bunun doğal sonucu olan örgüt ve ordu gerçekliğinden kendinizi koparmanıza -bu eski, bitmiş tarzdır- fırsat vermedik, sizi onunla bütünleşmeye çağırdık. Bu büyüklüktür, büyümenin başlangıcıdır. Düşünün: Yıllardır o dağlarda kalacaksınız, bir ordu kurmayı beceremeyeceksiniz! Bu kabul edilemez. Çok önemli savaş taktikleri söz konusu olabilecekken, bunun bile dişe dokunur bir tarzda gelişmesi söz konusu olmayacak! Bu da kabul edilemez. Eğer sizin durumlarınızı normal karşılarsak, şimdiye kadar nasıl gelmişse öyle gider. Buna da hakkımız yoktur. Burada kendinizi gözden geçirir, ihtiyacınız neyse ona göre bir ayarlama yaparsınız. Bu bir görevdir, herhangi bir çabanın gereğidir ve yerinde, zamanında başarıyla sonuçlandırılır. Bunu şimdiye kadar görmemeniz, bizim ısrarlı olmamızı ve halen dayatırsanız, bin defa daha ısrarlı olmamızı getirecektir. Önderlik dediğiniz olay biraz da budur; önderlik bir tutum, bir ısrar, bir doğruyu götürme ve ondan taviz vermeme meselesidir. Bağlılık dediğiniz olay, bunu biraz görüp hakkını vermektir.
Tüm partiyi esas alanlara, özellikle de ordu gerçekliğimiz içinde her türlü savaşçı ve komuta gerçekliğine hazırım diyenlere şunu diyorum: İçine girdiğiniz dönem, düşmanın dayattığı gibi imha dönemi değildir. Onun tehlikesi bertaraf edilmiştir. Düşman şu anda derin bir krizi yaşıyor. Zaten bu, dünyaya yansımıştır. Hiç şüphesiz, bu krizin faturasını katliamlarla halkımızın başına, yine gerillanın başına ödettirmek isteyecektir. Bundan kuşku duyulmamalıdır. Can çekişen bir canavar gibi sağa sola saldıracaktır. Ama bu onun çok güçlü olduğu anlamına gelmiyor, sadece eceli gelen bir canavarın ölümü anlamına geliyor. Tabii ki sizi eline geçirirse paramparça edecektir. Nitekim vahşidir, katlediyor. Cenazelere bile nasıl vahşice yaklaştığını biliyorsunuz. Genç kızları nasıl paramparça ettiğini, çırılçıplak yapıp sokaklara, caddelere attığını biliyorsunuz. Savaş tarihinde bunun örnekleri görülmüş müdür? Ama bu düşman bunu gösterebiliyor. Cenazeden ne istiyor? Biz onun bir tek askerine bile olumsuz bir söz söylemedik, ama o bunu dayatıyor, özel savaştır diyor. Bu onun nasıl canavarlaştığını gösteriyor. Hatta bir canavar bile böyle yapmaz. Bu ancak en aşağılık sadist kişiliklerden beklenebilir. Bunu yapıyorlar, daha da yapacaklar. Tükenişi yaşayan bir düşman, hiçbir haklı gerekçesi olmayan bir savaşı yürüten bir düşman böyle yapar. Daha da yapacaktır.
Bu düşmanın siyasal durumu nedir? Bunu vurgulamaya gerek yok, her gün izliyorsunuz. Partiler, seçimler neydi, gördünüz. Bunların hepsi özel savaşın yöntemleridir. Kimi sağ, kimi soldur. Sağcısı solcusundan beter; solcusu sağcısından beterdir. Hepsi özel savaş ayarlamasıdır, buna aldanmayın. Dincisi de öyle, komünisti de öyledir; yani çıkarlarıyla birbirlerine bağlanmış bir güruhtur. Özel savaş ekonomisi, şimdi durumu biraz daha kurtarmak istiyor. Kendi halkının başına bile ne getirdiğini görüyoruz. Hiçbir ülke halkının kabul edemeyeceği bir biçimde bir günde Nisan yağmuru gibi zam yağmuru ile ne hale getirildiğini görüyoruz. Aşiret reisi bile kendi aşiretine bunu yapmaz. Bir faşist bile kendi halkına bunu yapmaz, ama onlar yapıyorlar.
Bu, düşmanın yürüttüğü özel savaşla bağlantılıdır. Zulmün ve soygunun bu kadarının olamayacağını, bu halk şimdi kendisi görüyor. Bizim bunu fazla açıklığa kavuşturmamıza da gerek yoktur. Günlük gerçekler güneş kadar herkesi yakıyor, mızrak gibi gözlerine sokuyor. Biz daha önce de bunu söylemiştik, şimdi açığa çıkıyor. Dış alanda da ne hale geldiğini, en kirli müttefiklerinin bile artık kendisini bu haliyle kabul edemeyeceğini görüyoruz. En güvendiği müttefikleri bile, “Bu işi biraz kurallarına göre yürüt. İmha ediyorsan et, ama bu kadar da baştan çıkmışlık olmaz” diyor. Evet, müttefiklerinin de tavrında bunu görmek zor değildir.
Tüm bunlar bizim açımızdan düşman gerçekliğini çok derin bir biçimde değerlendirmemizi gerekli kılıyor. Kesinlikle ne yıkılamaz ve aşılamaz gibi, ne de basite alınır gibi ele alabileceğimizi gösteriyor. O vahşetini sonuna kadar götürecektir; fakat bunun içinde de yıkılma var, çözülme var, adım adım çözülüyor, gerçeklik budur. Ekonomik ve sosyal yapıdaki çözülüş siyasal yapıya yansımıştır, siyasal tıkanıklığın kendisidir ve askeri olarak da çözülüyor.
Burada önemli olan, düşmanın askeri durumundaki çözülmedir. Sizin yapamadığınız, askeri çözülmeyi veya bunun askeri olarak da ne anlama geldiğini görmektir. Kendi askeri avantajlarınızı anlamadığınız kadar, düşmanın da askeri olarak neyi ifade ettiğini fazla kestiremiyorsunuz. Neden? Çünkü iyi bir askeri teoriniz, iyi bir halk savaşçısı teoriniz fazla gelişmiş değildir; sadece öküzün trene baktığı gibi bunlara bakılıyor. Elinizde muazzam bir askeri alan var. Kendi ordulaşmanızı, kendi askeri faaliyetinizi ve bunu kurumlaştırmanızı mümkün kılan önemli gelişmelerin içindesiniz. Aslında bu yönüyle düşmanın askeri durum değerlendirmesini biraz daha derinliğine yapma gereğiniz de var. Birçok savaş birliğini, korucuyu da devreye sokması gücünü göstermiyor; savaştaki çözümsüzlüğünü ve çözülmeyi gösteriyor. Ama bundan sonuç çıkarabilir misiniz? Özellikle tempoya ve vurucu tarza dönüştürmeyi bilecek misiniz? Bunun çok büyük bir takibi, bir arayışı içinde olabilecek misiniz?
Ne kadar yeterli ve etkili olduğunuzu belirtmeyeceğim. Çünkü iyi bir askeri çözümlemeyi yapmaktan uzaksınız. Bazı durumları görüyorsunuz. Zaten zorluklar kat be kat artıyor. En son yaşanan operasyonların bir amacı da buydu. Sözüm ona ne kadar etkili, ne kadar güçlü olduğunu göstermek istiyor. Bizi salt pasif bir savunma durumuna çekmek istiyor. Aslında bu savaşı bu denli yürüten bir ordu, bu kadar yıl içinde düzenli ordu mantığıyla başaramadığına göre, bundan sonrasında da başaramaz. Eğer biz başaramazsak yazık olur.
Kendi askeri gerçeğimizi halen anlayamamışız. Askeri teorimiz, askeri pratiğimiz düşman gerçekliğiyle nasıl iç içedir? Ondan kopartılan bir gün, ondan kopartılan bir karış toprak nedir? Saati saatine nasıl değerlendirilir? Bir düşman takibi olmazsa gerileyen nedir, ilerleyen nedir, biz nereden nereye geldik, o nereden nereye geldi? Bunu hem tarih içinde hem de parti öncülüğümüzdeki savaş süresince yoğun bir değerlendirmeye tabii tutmazsanız, taktik sorunlara ve pratik gelişmelere hakkıyla cevap veremezsiniz.
Sizin durumunuz düşmanın durumundan daha vahimdir. Vahim derken, tabloyu biraz umutsuz göstermek için değil, önemli bir gelişmeyi görememe ve başarıyı yakalayamama açısından belirtiyorum. Yoksa öyle imha olacak, yaşayamayacak durumda değilsiniz. Bunu doğru anlayalım. Eğer böyle devam ederseniz, yüksek bir askeri anlayış, onun mutlak orduya dönüşümü, savaş tarzına ve taktiğe yansıtılışı olmazsa, bu halinizle ancak biraz yaşayabilirsiniz. Bazılarınız çok, bazılarınız az yaşayabilir, ama bundan da başarı bekleyemezsiniz.
Sizin gibi askeri bir işe el atmadım veya sizin gibi somut sıcak durumlar içinde değilim. Cephe gerisinden biraz destek sunmaya çalışıyorum. Ama buna rağmen, eğer ben bugün onun gereğini duyuyorsam, sizin önünüzde göremediğinizi buradan görebiliyorsam, işlerin ne kadar önemli olduğunu anlatmak içindir. Askeri sorunlara sizin gibi kafa patlatacak durumda değilim. Bu benim görevim değildir; hele hele günlük taktikleri belirlemek, benim görevim hiç değildir. Bu sizin görevinizdir. Ama sizden daha fazla bazı yanlışları buradan görüyorsam, işlerin geliştirilmesine ilişkin anlayış düzeyinde, hatta pratikte de daha fazlasına yol açabiliyorsam, sizin kendi durumunuzu anlamanız gerekir. Bir asker olarak, hele bir komutan olarak ne kadar yetmezlik içinde olduğunuzu, görevinizin ne olması gerektiğini bilmeniz gerekir.
Bir asker olarak, hele bir kurucu kadro olarak, kurmay olarak -ki çoğunuzun durumu biraz böyledir- düşman gerçekliği kadar kendinizi de, askeri gerçekliğinizi de görmeniz gerekiyor. Şunun için belirtiyorum: Aylardır kendi birimini çalıştırmayanlar, eğitmeyenler, moralinden tutalım eğitimine kadar birçok hususta yoksul bırakanlar var. Çok rahat düşürülebilecek bazı hedefler var, ama bunun üzerine yürüyemeyenler var. Bir de hedeflerin üzerine körcesine yürüyenler var. Bu da işin diğer garip bir tarafıdır. Bunların askerlikle bir ilgisi yoktur. Olgun olmama, iticilik, yoldaşlık ruhunun derinliğine yaşatılmaması var. Bütün bunların kişilikle, Önderlikle, halk kurutuluş militanlığıyla, hele hele askeri yaşamla hiçbir ilgisi yoktur.
Sizin tümüyle ileri sürdüğünüz gerçekler, “Biz isyan topluluğuyuz, kin öfkeyle hareket ederiz” temelindedir. Halk savaşında bunlara yer yoktur. Tarih boyunca hep böyle hareket ettik ve hep kaybettik. Sizin kişiliğinizi bu yönüyle anlamak veya bir de bizden böyle olsun demek, bin yıllık bitiş tarihini tekrarlamaktır. Doğrusu biraz bizim ortaya koyduğumuz tarzdır. Sanıyorum bunun için de yeterince materyal sunuldu. Kendi yaşamımızı size sunduk. Hiç kimse kendini övmüyor. Ama bu olanaklardan sonra herhalde bir şeyler yapabilirsiniz. Uzun vadeli savaşla bağlantısını kurarak yaşamınızı yürütebilirsiniz. Sizden istenilen budur. Zaten cesursunuz, fedakârsınız, ama onu askerliğe ve savaşı geliştirmeye dönüştüremiyorsunuz. Biz kendinize layık olmanızı istiyoruz.
Düşmanın askeri gerçeği hem çözümsüzlüktedir, hem de çözülüyor. Biz de önemli bir inşayla karşı karşıya bulunmaktayız. Nasıl asker olunurdan tutalım nasıl bir kurmay olunur? Birlik nasıl oluşturulur, nasıl sevk edilir, nasıl harekete geçirilir? Eylemin en anlamlısı, planlısı, sonuç alıcısı nasıl düzenlenir? Bununla karşı karşıyasınız. Bu da düşünce istiyor, yaklaşım istiyor, amansız bir pratik çaba istiyor, ciddiyet ve disiplin istiyor. Bunlar olmadan bu aşamayı atlatamazsınız. Başkalarına da, bana da atlattıramazsınız. Atlattırmak isterseniz, ben de bu aşamayı size atlattırmaya çalışırım. Çünkü görev görevdir, ona soyunmuş olan, eğer bu aşamaya karşılık verirse başarır. Siz de aşamayı başarıyla aşmış olursunuz. Askerileşmek, ordulaşmak açısından olanaklar buna elveriyor. Düşmanın olası bütün operasyonları da bizim için mükemmel bir ordulaşmaya zemin teşkil ediyor. Zaten ordulaşmayı savaşarak geliştirebiliriz. Kişilikler kendini savaşla kanıtlayarak gelişebilirler. Başka türlüsü de mümkün değildir.
Bu açıdan bu operasyonları ve daha ağır geliştirilecek olanı bile gelişmeler önünde ciddi bir engel olarak görmüyorum. Tam tersine, gelişmeleri bu operasyonlara dayandırarak geliştirirsek, bu en sağlıklısı, zafer için en teminatlısı ve en gerçekçisi olur. Sizin de bu operasyonlar süresince ordulaşmayı bütün yönleriyle geliştirmeniz zor değildir. Hatta yaman bir ordulaşma böylesine pratikler içinde ortaya çıkar. Bizim burada ordulaşmayı fazla geliştiremeyişimizin anlaşılır nedenleri var, ama sizin orada geliştiremeyişinizin hiçbir anlaşılır nedeni yoktur. Yakıcı ateş içinde insan çelikleşir. Eğer komutanız diyorsanız, siz de savaşçınızı bu savaş potası içinde döversiniz, geliştirir ve yenilmez kılarsınız.
O halde mükemmel bir ordulaşma ve savaşma fırsatı var. Bütün eyaletlere yeterince güç ulaştırılmıştır, hatta ülke bölgelere kadar parsellenmiştir. Etki sahamız olmayan bir karış toprak bile yoktur. Bu bir halk savaşı için mükemmel bir başlangıçtır. Düşünün, her yerde gerilla çekirdekleri var ve bu kendini büyütmenin bütün sınırlarına gelip dayanmıştır. Temel kitle bağlantıları, mükemmel coğrafyası var; araç gereç donanımı, tecrübesi, güveni var. Partisi, partisinin öncülüğü var. Bu da bir büyüme için, bir hamle yapma için, büyük bir savaş kampanyası için her şey var demektir. Şimdi binlerce mevzimiz var. Artık sayımız yüzlerce değil binlercedir, karargâh olarak ifade edebileceğimiz bir mevzi durumuna ulaşmıştır. Bir halk savaşı için ne gerekiyorsa o var. Büyüme ve yetkinleşme sorunlarına tümüyle karşılık verebilecek durumdayız. Sayıyı hızla tırmandırabilirsiniz. Dünyayı bile alt edebilecek kadar sayıya ulaşmak işten bile değildir. Araziyi tutabilirsiniz. Bir ordunun bile tutamayacağı alanlar, dağlar var. Böyle yüzlerce mevzi var. Bir dağımız bile bugün bir orduya bedeldir. Böyle binlerce dağ tutulmuştur. Tabii ki hakkını vereceksin ki başarıyı sağlayasın. Başarı kendiliğinden olmaz, bunu görmek gerekiyor. Orada bunu görmek sizin işinizdir. Etrafınızda insanlar katlediliyor, bunu önlemenin yolunu düşünebiliyor musunuz? Birlikleriniz biraz zayıftır; onu yetiştirmek, bu işte ben varım diyene düşer.
Düşünmek, sizin şimdiye kadar yaklaştığınız gibi, armut piş ağzıma düş biçiminde olmaz. Bu mümkün değildir. Her şey karış karış tırnakla sökülüp elde edilmezse, emeğin değerini takdir edebilir misiniz? Savaş emeğinin değerini takdir edebilir misiniz? Edemezseniz komutan olabilir misiniz? Olamayacağınız açıktır. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuçlar var. Mükemmel bir halk savaşı başlangıcına ulaştık. Şimdiye kadar olan biteni iyi bir başlangıç olarak değerlendirebiliriz. Savaşın ülkenin her tarafına yayılması, bir ordunun başarısına bağlıdır. Bu konuda gereken mevziler tutulmuştur. Temel çekirdekleri yerleştirmek açısından yeterlilik sınırlarını aşmışsa gerisi büyümedir, kaliteli eylemlerdir, savaşın düzeyini ve biçimini geliştirmedir. O da biraz komutana veya “Bu işte ben varım ve geliştirmeye adayım” diyene düşer. Bir dağı, bir alanı ilerletmek bize, sıradan bir savaşçıya ve halka değil, o işin sorumlusuna veya komutana düşer. Komutan dediğin, bu başlangıcı sağlam ele alıp yürümeyi bilen, ilerletmeyi bilen kişidir. İlla komutanlıktan bahsedecekseniz, kendinizi buna layık görmek istiyorsanız, bu gelişmeyi göstermek zorundasınız. Bu aşamanın sorunlarına cevap verecek kişiliğe ulaştığınızda siz komutansınız.
Dolayısıyla ordulaşmada ve onun her türlü savaş biçiminin geliştirilmesinde engel görmüyorum. Olsa olsa komuta engeli olabilir, komutayla oynayan kişi engel olabilir veya komuta rolünü oynamayan, onun çabasını, düşünce gücünü, örgütlülük ve eğitim gücünü gösteremeyen kişi komutanlıkla oynar. Tabii böyle bir oynama da oldu mu, hazır bir zaferin içinde de olsak, gerisin geriye kaybederiz. Bu konuda da hiç kimse ne bizi ne de kendisini yanıltmalıdır.
Taktik düzenleme komutanın işidir; taktiğe göre örgüt, taktiğe göre birlik, taktiğe göre hareketlilik, taktiğe göre vuruş, taktiğe göre savunma, taktiğe göre pusu ve her türlü taktiği sergilemek komutanın işidir. Bu işte yirmi dört saat komutanlık yapanın işidir. Nereye, nasıl gidilir? Nereden, nasıl çıkılır? Akşam ne yapılır? Bir takımla ne yapılır? Silahla veya silahsız ne yapılır, eylem anında ne yapılır? Eylem sonrasında, eylem öncesinde ne yapılır? Bunu tabii ki kendine hakim bir komutan belirler. İyi belirleyen amansız sonuç alır. Onu ağa gibi ben belirleyemem. “Şöyle yaşarım, böyle de yaşarım” diyen, sonradan ya düşmanın darbeleri ya da bizim darbelerimiz altında ezilip gider. Kürdistan gerçeğinde eski kafayla yaşamak, yer bulmak mümkün değildir. Bu konuda akıllı olalım.
Bu böyledir diye kimseye eşsiz bir destan yaz diye dayatmada bulunmuyoruz. Sadece kazanımların, başlangıcın düzeyini ve bundan sonra devrimci emekle, ordulaşma çabasıyla sergilenmesi gerekenin ne olması gerektiğini, buna talip olanın nasıl olması gerektiğini belirtiyoruz. Düzenleme sizin işinizdir. Konferanslar yaptınız, birçok görev belirlediniz. Ben ona müdahalede bulunacak durumda değilim, o sizin işinizdir. Yine birçok plan geliştirdiniz. Talimat, perspektif, yönetmelik geliştiriyorsunuz, daha da geliştirebilirsiniz. Değerlendirmelerimizden de yararlanarak birçok ayrıntıya ilişkin talimatlar geliştirilebilir, yeni görevlendirmeler olabilir. Bunlar hep sizin işinizdir, yaratmanız gereken işlerdir. Hareket tarzlarınızı günbegün değiştiriyor, geliştiriyorsunuz.
Her zaman belirttiğim gibi, yirmi dört saatlik, hatta saatlik durumlar değerlendirilerek taktik tersine de çevrilebilir. Mutlak bir taktiğe saplanma olmaz. Yirmi dört saatte tersine de değişebilir, kesinleştirilir de, hatta temel taktik tutum haline de getirilebilir. Bu konuda büyük bir maharet ‘savaşta gelişmek istiyorum, ilerlemek istiyorum’ diyenin kişiliğinden beklenir. Onlar yaparsa iyi bir komutan olabilirler. Kendiliğinden komutanlık, kör inatla, kör dayatmayla komutanlık olmaz. Hele gelişen bir PKK çizgisinde böyle bir komutanlık söz konusu olamaz. Bastırarak, dayatarak, sağa sola çekiştirerek, başkalarının emeğine ucuz kurularak, kafayı çalıştırmayarak hiç kimse komutan olacağını sanmasın.
Bütün bunlar işlerin nasılına ilişkin sorulara yeterince cevap veriyor. Tecrübeleriniz bunun için yeterlidir. Olanaklarınız bundan sonraki işleri düzenlemeye yeterlidir. Size artık güvenmek veya bu işlerin başarılı gelişmesini size bırakmak gerekir. Gerçi şimdiye kadar da size bıraktığımızı sanıyorduk. Bu sandığımız gerçekleşmedi veya gelişmeler çok sınırlı kaldı, ama bundan sonra yine inanmak isteriz. Bunca gelişmelerden sonra kendimize, bu yıla ve bu son sürece müthiş yükleniyoruz. Sanıyorum bu sonuç alacaktır, hatta şimdiden sonuç alıyor bile.
Avrupa gibi bir alanda, bizim ulus olarak bütünüyle tükenip gitmemizi, başımızı bir daha kaldırmamamızı isteyenlere nasıl başkaldırdık? O son derece kahraman iki değerli kızın (Bedriye Taş-Ronahi, Nilgün Yıldırım-Berivan) Newroz’daki şahadetini düşünelim. Bunlar Avrupa’da büyümüşler, ama PKK çözümlemelerini ve özgürlük anlayışını biraz özümsüyorlar; kendilerini düşmanın yakmasına bile fırsat vermeden kendilerini yakıp meşale halinde tutarak, söndürülmemeleri için de bütün tedbirleri alarak şahadete ulaşıp bir halkı böylesine ayağa kaldırıyorlarsa, bu PKK’nin vardığı düzeyi gösterir. PKK’nin özgürlük düzeyini, cesaret düzeyini gösterir. Avrupa’daki halkımız ayağa kalkıyorsa, üçüncü kuşak gençliği bile PKK’yi böyle anlıyorsa, bu diğerlerinin de ne yapması gerektiğini oldukça ortaya çıkarıyor. Her türlü katliam denemesinden geçen halkımızın da öyle kolay boyun eğmeyeceği kanıtlanmıştır. Gerillayla o dağlarda neler yapamaz! Bu sorulara da siz cevap vereceksiniz. Nasıl olur gibi bir kargaşa içine girmenin anlamı var mı? Yine bütün bunlara rağmen, kimse kolay başarı sağlanır diye düşünmesin. Ucuz başarı da vaat etmiyoruz. Fakat direndik, dayandık, büyük bir sabırla buraya kadar geldik.
Tabii bundan sonra da gelişmeler kaçınılmazdır. Yine şahadetler olacaktır. Fazlasıyla şehit vereceğiz. Ama bütün bunlar eğer kazanma yolundaysa, gereken yapıldıktan sonra veriliyorsa, bizim için kabul edilebilir. Yanılgıya, hele hele gaflete asla düşmek istemiyoruz, hiçbirinizin düşmesini de istemiyoruz. Oldukça kazanmaya doğru geldiğimiz bu günleri geriye götürmeye hiç mi hiç rıza göstermek istemiyoruz. Hiçbir gerekçeyle, hiçbir kişiliğin kendini dayatmasıyla asla gelişmenin bir karış bile gerisine düşmesini kabul edemeyiz. Tekrar söylüyorum: İdeolojik ve siyasal düzeyimizden tutalım, pratik-örgütsel düzeye kadar kazanılıp gelinen aşamayı görmemek, onun gerisinde seyretmek kabul görmez. Parti demek, en yüce, en zirvede seyretmeyi bilmek demektir. Parti buna ulaşmıştır, bu artık saygıyla karşılanmalıdır. Dost düşman bile buna saygı duyuyorsa, militanların hayli hayli duyması kaçınılmazdır.
Savaş önümüzdeki yıl nasıl gelişebilir? Nasıl gelişirse gelişsin, biz kendi temel yaklaşımlarımızı böyle geliştirip savaşa girdikten sonra, savaş ister çok ister az şiddetli geçsin, ister şu kadar ister bu kadar kayıp olsun kabulümüzdür. Yeter ki gerekli olana sonuna kadar karşılık verilsin. Kimse mutlak zafer diye bir şey de istemiyor. Ama bütün olanaklar, olasılıklar göz önüne getirildiğinde diyoruz ki, önemli başarılar bizi bekliyor. Haklıyız, bu temelde doğru değerlendirmelerin sahibiyiz. Her hazırlığımız da her insanoğlundan en üst düzeyde başarı bekleyebilecek düzeydedir ve sonuç gelişmedir. Bunun nasıl yansıyacağını, üç ayın, altı ayın nasıl geçeceğini günlük gelişmeler, çalışmalar belirler. Eğer güne çok güçlü yüklenirsek, altı ayda kazanacağımızı bir günde de kazanabiliriz veya altı ayda kazandığımızı kötü bir yönetimle bir günde de kaybedebiliriz. Bu da taktiğin bir sonucudur. İhanet eden veya görevlerine çok yanlış yaklaşan bir komutan bir bölgeyi bir günde düşürebilir. Ama çok iyi takip eden, çok ısrarlı olan birisi de, gerçekten bir altı ayda yılların kayıplarını da telafi ettirebilir veya şimdiye kadar kazanamadığını kazanabilir. Bütün bunlar mümkündür. Yıllarca, hatta yüz yıllarca kaybedileni de insan bu dönemde elde edebilir, parti tarihimiz boyunca yapılanı da bu önümüzdeki aylara sığdırabilir.
Tersi de söz konusudur. Düşmanın şiddetli yüklenimini, düzeyini eğer iyi değerlendiremezseniz ve gerekeni yapamazsanız kaybedersiniz. Yirmi yıldır kazandığınızı size kaybettirebilir. Belki bazıları, “Bütün partiye kaybettiremez, partiyi bütünüyle kaybetmek mümkün değil” diyebilir. Öyledir, ama bu senin sayende olmayacaktır. Sana kalsa, senin bölgene kalsa, partiye mutlak anlamda kaybettirilmişti. Bu anlamda sen her şeyi kaybettiriyorsun. Parti tabii ki kaybetmeyecektir, ama sen mutlak anlamda kaybediyorsun. Genelin kaybetmemesi, senin kaybetmediğini göstermez. Aslında alanlarınızda biraz da bu var. Partinin kaybetmemesini, kendinizin kaybetmemesi olarak değerlendiremezsiniz. Bu doğru değildir. Parti genelde kaybetmemenin bütün tedbirini almıştır. Halk zaten kaybetmez, o düzeyi yakalamıştır. Ama bu senin birçok değerin canına okuduğunu, birçok bölgeyi çoktan düşürdüğünü, eğer tamamen düşmemişse, bunun da parti sayesinde olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Her militan bir de bu yönüyle kendine doğru bakmalı; ‘kaybettiriyor muyum, kazandırıyor muyum’ biçiminde bir değerlendirmeyi anı anına yapabilmelidir. Böyle yaparsa, bütün bu işlerde verilen kayıpların bir anlamı olur ve bundan sonuç çıkarılır. Kayıplar kazanca dönüştürülür, kazançlar daha da büyütülür. Bütün bunlar da belirlediğimiz çerçevede yüzyılların, parti tarihinin bütün kazanımlarını aşabilecek bir kazanmaya da dönüştürebilir.
Bütün eyaletlere ilişkin yaptığım konuşmaları tekrarlamayacağım. Sanırım tek tek ve bölgeler düzeyinde de konuşuldu, bazı ipuçları verildi. Günlük taktiğe ilişkin de temel tutumlar aslında belirlendi. Alanlara nasıl yükleneceğiniz konusunda, Serhat’tan tutalım Binboğa’ya, Binboğa’dan tutalım Zagroslara kadar, Cudi’den tutalım Amanoslara kadar genel bir çerçeve çizilmiştir. Belirttiğim gibi temel başlangıçlar için de olanaklar serpiştirilmiştir. Düşman da kendi hazırlığını yapmıştır. Ekonomik krizle de bu savaşın bilançosunu halka nasıl dayatmak istiyor? Bunun intikamını bizden nasıl çıkarmak istiyor? Bunlar da gösterilmiştir.
Geriye ölüm nereden gelirse gelsin karşılayacağız diyoruz. Eğer her savaşçımız, her militanımız durumu böyle değerlendiriyorsa, biz ne olursa olsun, fazla itiraz etmeyeceğiz. Bizim itirazımız, her zaman belirttiğimiz gibi kendi gerçekliğimizle alay etmek, çok rahatlıkla ülkeye girilebilecekken durumları ve süreçleri görmemek, yandan sıyırmak, teğet geçmek, aldatmak, aldanmaktır. Bunu kesinlikle bertaraf ediyoruz. Bütün itirazımız, bu tutumların şu veya bu biçimde gösterilmesinedir. Onu da artık kesinlikle aşmak durumunda olduğumuzu ve artık son verilmesi gerektiğini belirtiyorum. Bunların tümü anlaşılmışsa ve pratikte gerekleri aşağı yukarı böyle belirlenen bir çerçevede yerine getirilirse, biz sağlam bir konumdayız demektir.
Bu baharın tazeliği kadar, taze bir başlangıç halindeyiz. Umutlarımızın, tutkularımızın büyüklüğünü pratikte anbean gerçekleştirebilecek kadar şanslıyız. Böyle şanslı ve umutlu olanların da yaşamı bir başarıdır. El atacakları her mesele, sonuçta başarıya götürür. Dökecekleri bir damla kan, verecekleri şahadetler de sadece ve sadece başarıyı biraz daha yakınlaştırır. Bunun tersi belirttiğim gibi baş aşağı gidişe götürür. Biz bunu önlemek istiyoruz. Görülüyor ki, bütün savaşanlarımız parti, ordu ve cephe sahalarında oldukça iddialıdır ve şanslı bir dönemi kendimize yakıştırmalıyız. Çektiğimiz zorluklar pahasına da olsa, bunca şehidin anısına bağlılığın bir gereği de olsa, yine halkımızın bize bağlılığının bir sonucu da olsa, bu şanslı dönemi yakalamış bulunuyoruz. Gerisi, gerçekten sizlere düşüyor. Özellikle gerilla ordulaşması ve savaşımında yer alanlara düşüyor. Bir tek kişinin tek bir damla kanı bile doğru hesaplanarak dökülmelidir. Bir yaşamı değil, bir günü değil, bir tek nefesi bile düşünülerek an’a yüklenilmelidir. Kendini böyle sürece yayan bir parti, hele on binleri aşan bir ordu gücü sonuç alabilecektir.
Bir kez daha bu değerlendirmeler ışığında durumlarınızı gözden geçirin. Nihai hazırlıklarınızı, eylemliliklerinizi gözden geçirin. Eksiklikleri de var, yanlışlıkları da var. Onları da çözmeye çalışın. Karış karış değerlendirilmesi gereken coğrafya ve kitle ilişkileri, yaz ve kış hazırlıkları şimdiden planlanmalıdır. Bir yıl sonrasını da düşünüyoruz, geçmiş yılı da düşünüyoruz. Bizim öyle planlanmayacak, planlanıp da gerekleri karşılanmayacak bir durumumuz da yoktur. Bunu, bütün ülkemizi ve ülkemizin cephe gerilerini de sağlama alacak durumdayız. Ülkemizin dört tarafı eskiden bizim imhamız için çalışırdı, şimdi ise cephe gerimizdir. Uluslararası alan da bir geri cephedir. Bu başarılmıştır. Dağlarımız terk edilmiş sahalardı, şimdi yaşamın çekici güneşidir. Daha fazlası ne olabilir? Bir kurtuluş için her şey olgun değil mi? Başarı olabilir, başarı için başarı üstüne başarı olabilir. O da kendi elinizdedir.
Bunu söylerken, ne kimse zorlukları abartarak altından çıkılamayacak gibi göstermeli ne de fazla rehavete kapılmalıdır. İmkânlarımız sınırlıdır, fakat yine de küçümsenmeyecek işler yapılıyor. Her zaman belirttiğim gibi, yaşadıkça bu işte gerilemeye fırsat vermeyeceğimiz bilinir. Kendi yaşamımdan sorumluyum. Bu sürdükçe hiçbir alanda, hiç kimse eskisinden daha geri bir durumu dayatamaz, dayatıp da sonuç alamaz. Bu, düşman için böyledir, dostlar için böyledir, sizin için böyledir. Bu işlerin başında nasıl olduğumuzu, nasıl yürüttüğümüzü biliyorsunuz. İnsana özgü olanı, insana layık olanı da esas aldığımız kesindir. Şimdiye kadar ki gelişmeler, gerçekleşmeler bunun böyle olduğunu göstermiştir. Bunu anlamanız gerektiğini tekrar vurguluyorum.
Tarihi anlamda, ulusal, siyasal ve sosyal içerikleriyle bir Önderlik tarzı kurumlaştırılmaya çalışılıyor. Ben bunu şahsım adına, sülalem adına geliştirmiyorum. Bir halk adına, biraz da insanlık için özen gösterdiğimin farkındayım. Kurumlaşma gelişiyor, yavaş yavaş buna uygun kişilikler de gelişiyor. Temel özellikler halka mal olmuştur. Bağlılık kişiye değildir, bu temeldedir. Hatta bağlılığın bana olup olmaması da önemli değildir, önemli olan tarihsel bir kurum olmasıdır. Bu da biraz ilerliyor ve bunu da derinleştireceğim. Mümkün oldukça da kişi olarak değerlendirmeye, temsil etmeye çalışırım. Bunun ne anlama geldiğini anlamanız gerekir.
Bir önderlik, boşuna kendine önderliğim demez. Şu veya bu kişinin keyfine göre de, ahbap çavuşluğuna göre de kendine önderliğim demez. Biraz tarihi bilir, insani gerekleri bilir, ne yaptığını bilir. Son derece objektiftir. İdeolojiyi esas aldığı gibi politikanın da en incesini bilir. Pratiğin de nasıl bir çaba ve emekle bağlantılı geliştiğini bilir. Biz de bunları bilerek hakkını vermeye çalışıyoruz. Herhalde bu konuda da doğru yaklaşımı, bağlılığı, güç alıp vermeyi bundan sonra yeterince ve doğrulara oldukça yakın bir biçimde yaparsınız.
Biz de aslında size, başta şehitler olmak üzere, halkımızın bu ilgisine layık olmaya çalışıyoruz. Ama bir kurum olunduğunu, biraz da tarihin bazı zorunlu ihtiyaçlarına cevap vermek durumunda olduğumuzu da biliyoruz. Kişinin hatırı için, sizlerin hatırınız için de devrim yapmıyorum. Bunu da gösteriyoruz. Esas olan da budur. Ama yine de tarihi işler tarih içindir; ulusal işler ulus içindir. Bir gün içinde olmayabilir. Eğer bütün bunlar böyleyse, Önderlik olayını da biraz anlamalısınız. Anladığınızda da kesin gerekli büyüklüğe de ulaşırsınız. Emredilen büyüklük neyse, herhangi bir iş için büyüklük neyse, bir kurum ne istiyorsa, onu oluşturup içini doldurabilirsiniz. Önderlik gerçeği de her zamankinden daha fazla büyüme sağlamıştır, ilerleme sağlamıştır, başarı sağlamıştır. Bu, sizin büyümenizdir. Layıkıyla karşılık verirseniz, her sahanın önderlik gerçeğini temsil edersiniz.
Biz tekrar bu temelde bu yaşam dolu, oldukça başarıya yakın günlere hakkını vereceğinizi, kaybettikleriniz neyse onu kazanabileceğinizi, çirkinlik adına ne varsa onu güzelleştirebileceğinizi, kötülük adına ne varsa onu söküp iyileştirebileceğinizi belirtiyoruz, buna inanıyoruz. Bu temelde çabalarınızın da size layık olanı size kazandıracağını söylüyoruz. Selamlarımız bu temeldedir, sevgilerimiz bu temeldedir. Hepinize bu mücadele yılını tekrar üstün başarılarla ve bizzat her birinizin biraz da tarihimizin de emrettiği gibi, sizlerin de kanıtlamak istediğiniz başarıların sizin için olmasını diliyoruz. Tekrar selam ve sevgilerimizi sunuyoruz.
9 Nisan 1994
Reber APO
- Ayrıntılar