Basına ve Kamuoyuna!
1 .29 Kasım tarihli açıklamamızda Suwar -Ridvan Tekin arkadaşımızın şehit düştüğü bilgisini vermiştik.
- Ayrıntılar
Devrimci hareketimizin, PKK adıyla kendini açıkça ilan ederek yürüttüğü savaşımda; tarihsel, eşine rastlanmayan, halkımızın bağımsızlık ve özgürlük tarihinde bir o kadar eşi görülmemiş, halk ve ülke, ulusal ve toplumsal kimliğinden ne koparılıp alınabiliyorsa alınmış, baskı ve sömürün de ötesinde varlığını yitirmiş bir halde devralınan gerçekliğini, savaşarak yeniden kazandırmanın, büyük gelişme ve derslerle dolu on dört yılını geride bırakırken, on beşinci yılı, artan zafer umudu kadar somut olanaklarla karşılamaktadır.
Çok yönlü kazanımlarıyla, hep başkaları için en kötü tarzda kullanılan bir hammadde, bir malzeme olmaktan çıkıp her şeyiyle kendisi için, özgürlüğü ve bağımsızlığı için, insanlığın tutkulu, iradeli, bilinçli savaşımına büyük değer veriyor, kazanmaktan başka hiçbir seçenek tanımıyor.
Bir anlamda zafer sadece bir zaman meselesi olarak değerlendiriliyor. Bu anlamıyla parti tarihimiz sadece siyasi bir tarih olmuyor; ilkel kominal dönemin içinden insanın çıkış özellikleri kadar, günümüzün en inceltilmiş emperyalist sömürgeci imha ve asimilasyonundan da çıkışın, böylesine en çelişkili gerçeğin devrimci tarzda aşılması oluyor. Bir çok yakınçağ devriminin olumlu özelliklerini içeriğe katması ve yine insan olmanın temel özelliklerini, ona hükmeden ilkelerini benimserken; günümüzün insanlığının önündeki en büyük tehlikeleri, onun dayandığı kapitalist sistemi de karşılayan ve bir nevi kapitalizm anlamına gelen reel-sosyalizmin olumsuzluklarına karşı sosyalist tutumu değiştirerek, gerçekleşen bir öncülük kurumu ve bu temelde bir halkın dirilişine imkan verme olayı oluyor.
Halen baş çelişki olarak savaşılan ve günümüzün en gerici ve hatta sadece bölgesel değil, uluslararası alanda da bu yönüyle merkezi bir yer işgal eden TC egemenliğine karşı geliştirilen çözümlemeleri devrimci pratikle tamamlama süreci buna dayanıyor, uluslararası devrimin yeni aşamasına cevap olmayı da içeriyor.
PKK'nin 1992 yılındaki, savaşım mücadelesine dayatılan, açık ve resmi olarak TC önderliğindeki karşı-devrimci savaşıma, neredeyse bütün dünya resmi, gayri resmi egemen güçlerinin destek vermesi, başarısı için elden ne geliyorsa sunmaları, bunun oldukça açığa çıkması ve yine Kürdistan tarihinin en çarpıcı gerçeği olan iç ihanetin, en gelişmiş işbirlikçilik örneğini sunan Güney Kürdistan'daki savaşla, bu yılı da kendi lehlerine tamamlamaya çalışmaları, mevcut savaşımın bir Ulusal Kurtuluş Savaşımından çok, bölgesel, siyasal gerçeklerle kaynaşan, etkileyen, etkilenen bir oluşumdan öteye, evrensel bir anlama bürünmeye yatkın bir düzeyde olduğunu, çarpıcı bir biçimde pratikte gösterdi.
Bazı dönemlerin evrensel özellikleri olan devrimleri gibi ki, Fransız Devrimi, Bolşevik Devrimi böyle devrimlerdir, bir devrimci odaklanmayla karşı karşıya olduğumuzu, daha önceleri teoride, fakat geçen 1991 yılında da pratikte, artık herkesin görebileceği bir açıklıkla ortaya koyduk.
Hiç şüphesiz, bu savaşımın en başta kendisi için verildiğini bilen Kürdistan halkı bunu iliklerine kadar duymuştur. Bu savaşımın ulusal gerçeği için ne anlama geldiğini, onun için birliğin, örgütlenmenin, bilinçlenmenin ne olduğunu, ne kadar ihtiyaç haline geldiğini, tarihinde belki de ilk defa böylesine anlamış ve kazanmış bulunuyor. Daha da ötesi, bir türlü, temel insan hakları, ulus hakları, özgürlük için isyan haklarına layık görülmeyen, yaşama şansı var mı yok mu, olsa da hangi sınırlar dahilin de olmalı biçiminde anlamsız bir tartışmanın muhatabı durumundaki Kürt halkı, kimlik sorununa hiçbir dönemle kıyaslanmayacak bir biçimde karşılık vermeye çalışıyor. Kimliğe sahiplenme gereği duyuyor ve gün geçtikçe bunun savaşla bağlantısı, onun siyasetiyle ve siyasetinin de her düzeydeki örgütlenişiyle ilgili çarpıcı sorunları kadar, çözüm yollarına çaba ve bilinç kazandırmaya çalışıyor.
Sadece dünya’nın kendisini kabul etmeye hazır olmama talihsizliğini değil, vahşi bir düşmanın, her türlü yöntemle imhasını, zoraki örgütlenmesini de değil, bir o denli kendinden kopuşun, kendinden vazgeçmenin her türlü alçaltıcı, aşağılaştırıcı sonuçlarını görerek, onunla savaşmanın ne kadar vazgeçilmez olduğunu bilinç haline getiriyor ve bütün bunlar sıcak bir savaşım ortamı içinde gerçekleşiyor.
Derinden bütün bunlar oluşur ve yaşanırken, daha da yüzeye baktığımızda, özellikle düşman cephesinde akıl almaz bir özel savaşım her cephede tırmandırılıyor. İç ve dış alanda azami olarak ne yapılması gerekiyorsa, sonuca doğru götürülüyor. Özellikle onun psikolojik boyutu, bellekleri, ruhları daha da anlamsız kılmak, saptırmak, yabancılaştırmak için ne lazımsa, özellikle de basın-yayın tekniğini de çok iyi kullanarak, bir de bu yönüyle eşi görülmemiş bir boyuta tırmandırılıyor.
Öyle bir PKK umacısı yaratılıyor ki, düzen açısından, bütün sorunların kaynağında PKK yatıyormuş gibi hayal yaratıldığı kadar, eğer üzerine yürürlerse, ezerlerse bütün sorunlardan kurtulacaklarmış gibi, topluma sahte umutlar yayılıyor ve bu temelde birçok çarpıtmalar yapılıyor. "PKK kimdir, APO kimdir? Türklükle nasıl oynuyorlar" gibi, her türlü akıl almaz, özünün çok tersi değerlendirmelere gidiyorlar. Terörün de en dehşetli biçimleri uygulanarak, insanlar paramparça ediliyor, iplere bağlanarak helikopterlerden sarkıtılıyor, panzerlerle sürükleniyor, ceset teşhirleri günlük vakalardan oluşuyor. Bir anlamda Türklük, son bir savaşı kazanmak için her şeyi ortaya koyuyor.
Dünyanın da normal ölçülerle anlamak istemediği, hatta kendi çağdaş, ulusal, sınıfsal ölçüleriyle yaklaşmamaya kadar, kendi temel ahlaki, hukuki, siyasi ilkelerini yadsıyarak bu gerçeğe uygulamamaktadır. Yeni olan nedir? Bu gerçekle kendisine yönelen nedir? Biraz da bunun verdiği korkuyla yaklaşıyorlar. Bunda bencillik var. Günümüzde burjuvazi, tek bir kişi bile kalsa, bir devrimciden ne kadar korktuğunun da açık bir örneği ile karşımızdadır.
Bütün dünya PKK devrimciliğine, bilerek veya bilmeyerek, veya çoğu da bilmeyerek karşı dururken, aslında burjuvazinin karşı devrimci ruhu bir kez daha şunu fark ediyor ki, bütün dünya, adına "Yeni Düzen" dediği biçimde de gerçekleşse ve "tecrit ettim, her şeyiyle yüklendim, mutlak yenilmelidir" dediği noktada da yüklense, böyle dediğinde bile ne kadar ürktüğünü, telaşlı olduğunu, PKK'nin bu büyük direniş savaşımı bir kere daha gösterdi.
Kocaman imparatorlukları aşan devletler var. Tarihte birçok güçlü imparatorluklardan çok ileri, daha güçlü imparatorluklar var. Yine de korkuyorlar. ABD sözcülerine, İngiliz sözcülerine bakalım ve hatta Rus hükümetine bakalım; hepsi "al sana bu kadar helikopter, destekliyoruz seni" diyorlar. Bölge güçlerine bakalım; "bizi de tehdit edebilir, birleşelim, zirveler yapalım" diyorlar. İç gericiliğe bakalım; "aman imdadımıza gelin" deyip böylesine bir birleşme içine girmeleri, devrimin yetkin bir temsilcisinden, egemenlerin duyduğu korkunun en çarpıcı örneklerinden birisini temsil ettiğini ortaya koyuyor. Bu ancak kapsamlı bir devrimci olguyu yaşamakla mümkündür.
Bir dönemlerin egemen Roma düzenleri vardı. Yine Firavunlar düzeni, doğunun görkemli imparatorlukları vardı. Küçük çıkışlarla giderek sonlarının nasıl geldiğini biliyoruz. Bir anlamda kapitalist imparatorlukların da buna benzer bir çözülüşü söz konusu oluyor. Her şeyi elinde, ama güvensizler. Uluslararası kapitalist gericilik, şu anda "tek dünya nizamıyım" biçiminde kendine anlam vermeye çalışırken bile kuşkulu, hatta en bunalımlı, belirsizliklerle dolu dediği bir durumu yaşıyor. Zirvedeki imparatorlukların yıkılışı, başlangıcındaki gibi bir oluşum bir kez daha yaşanıyor.
Tam da bu noktada, "bu PKK denilen olay da nereden çıkıyor" sorusunu soruyorlar. "Yıkılışımıza bir dinamit olmasın, bir çözücü başlangıç yapmasın" diye kuşkuyla bakıyorlar. Kendi ilkelerinin de önemli kısmını ihanet ederek, temel insan haklarını, ulus haklarını hiçe sayarak ve bir anlamda kendilerini yadsıyan bu yaklaşımlarıyla yenilgi tohumlarını içeren tutum içinde bulunuyorlar.
Bütün bunları PKK bilinçli bir tarzda mı hazırladı? Biraz bilinçli ki, bunun ilk ifadesi PKK'nin devrimci teorisidir. Biraz kendiliğindeni de ortaya çıkaran, onun yürüttüğü politik, pratik savaşımıdır. Tarihte hiç şüphesiz her şey baştan sona planlı, bilinçli gelişmez. Biraz bilinç kadar kendiliğindenlik de önemli rol oynar. Ama gelinen nokta, PKK'yi artık böyle bir gerçeklikle yüz yüze bırakmıştır.
Bütün etkenler, salt ulusal sınırla yetinilemeyeceğini, ulusal kurtuluş çuluk ve hatta demokratik bir toplumla işin içinden kendini sıyıramayacağını, giderek bölgeselleşen, evrenselleşen ve bunun için daha derinlikli bir noktada sosyalizm içeriği, mevcut sosyalizm deneyimlerini aşan, yaşanılabilir bir sosyalizme ulaşma ihtiyacı duyulan, onun siyasal ifadesi, ulusal düzeyi kadar, uluslararası düzeyin de yeni ifadesi olmaya zorluyor. Birey hakkı kadar, toplumun kolektif hakkını da bu muhteva içinde sağlam ele almaya, değerlendirmeye götürüyor. Ya böyle gelişir, başarır, ya da ele alamaz, başarısızlığa uğrama noktasına dayanır.
O halde, PKK gerçeğinde sadece Ulusal Kurtuluş Savaşımı, ona dayatılan özel savaşla ilgilenemeyiz. Bunda bile başarı için, PKK öncülüğünün içeriğine bakmak gerekiyor. İçeriğini dar, milli sınırlama sığdırılmasının, diğer birçok ulusal kurtuluş örneğinde görüldüğü gibi, günümüz devrimlerinden bir tanesi haline gelmekle bile, onlar kadar başarı sağlayamayacağımızı görüyorum. Dolayısıyla mevcut devrimci hareket, daha fazla sosyalistleşmek veya mevcut sosyalist deneyimlerden çıkarılacak dersler temelinde, özellikle başarısızlığa yol açan nedenleri aşarak yaşanılabilir. Bu, sosyalizmi hem ilkede, hem uygulama düzeyinde gerçekleştirmekle karşı karşıya olduğunu, başta sosyalizme bu yaklaşımın, artık daha açık ilkeli olduğu kadar, uygulamalı örneğini de temsil etmek gerektiği bilincindeyiz. Onun somutlaşanı iyi gösterme iddiası kadar, kararı kadar, bizzat yaşamında gerçekleştiriyor.
Bu geçen kısa tarihi süre içinde bile, "acaba PKK'yi böylesine savaşkan kılan nedir" şeklinde bir soru sorulsa, herhalde sosyalizme iddialı bir giriş olduğu açıktır. Daha o zaman kokusu her tarafa yayılan reel sosyalizme, onun her türlü hastalıklarına geçit vermeyen sosyalizme inanç duymak kadar, bir bilim işi olduğuna hükmeden ve onun bilinciyle donanmayı, bütün görevlerin önüne koyan, bu konuda politik çıkarlara alet olmayan, ilkesel olmayı her türlü taktik gelişmenin önünde ele alan, bunda oldukça tutarlı kalabilen, inanç ve bilincini temiz tutan bir parti olmaya büyük özen gösteriyor ve savaşın ruhu bu tutum oluyor. Halen PKK'nin bu büyük kahramanlığına yol açan nedir denilirse, temelde yatan bu ruhtur, bilinçtir. Aynı zamanda onun az-çok yaşam tarzı haline getirilmesidir cevabı verilebilir. Bundan eminiz.
Bunun dışında PKK olayına açıklık getirmek, en temel özellik de söz konusu olduğunda zordur. Buna şu da ilave edilebilir. İnsan soyunun en yüce, en toplumsal, en devrimci gelişime açık olan bireyin özgürleşmesi kadar, bunun toplumsal ifadesi olmayı, halk ve ulus gerçeği kadar, uluslararası dayanışmanın en eşit özgülüne açık olan ve bu anlamda insani düşüncenin, tutkunun, iradenin en seçkinini esas alan, bunda oldukça da ısrarlı davranan tutumun somut gerçeği oluyor.
PKK gerçekliği ve özellikle çözümlenmeye çalışılırsa görülecektir ki, geriye çeken ne varsa ona karşı, şovenizme, onun her türlü baskı ve sömürüsüne götüren ne varsa kararlılıkla, bilinçli karşılık veren, bunun yanında emeğe dayalı, eşitlikçi, özgürlükçü tutumlara çok açık ve bunun için her şeyini ortaya koyan tutumların ifadesi olma anlamına da geliyor.Öncelikle bu özellikleri bir ulus gerçeğinde, savaşımla nakşetmeye çalışırken, en ufak bir şovenizme düşmemek kadar, dar çıkarcı sınıf, sosyal kesim çıkarlarına düşmemek için özlü davranıyoruz. Şoven ulusçuluk, her şeyin sınıf için olması veya dar sınıfçılık, aslında bir madalyonun iki yüzü oluyor. Bu konuda, insan, milliyetine, cinsiyetine ve gelişim seviyelerine bakılmaksızın esas alınır. Böylece en özgür insan tanımına kendi içinde gerçeklik kazandırmaya çalışıyor.
1992 KASIM
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Kasım günü Peşmergelerin denetiminde bulunan Kerkük'e bağlı Masker köyü ve Gırê Tılverdê'ye yönelik DAİŞ çeteleri bir saldırı gerçekleştirmiş ve bu saldırısı sonucu bu alanlar Pêşmergelerden almışlardır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Son bir haftadır Mardin'nin Nusaybin ilçesine bağlı Kırêt, Cınata, Kurıkê ve Stililê köylerinde ve Ömerli ilçesine bağlı Reşmil ve Reşine köylerinde işgalci TC ordusunun yoğun hareketliliği gözlemlenmiştir.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
23 Kasım günü Kerkük'ün Xanekin ilçesine bağlı Celewla ve Sadiye kasabalarında gerillla güçlerimiz ve peşmerge kuvvetleri DAİŞ çetelerine karşı ortak bir operasyon gerçekleştirmişti.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Son 2 gündür Mardin'in Midyat ve Kerboran ilçeleri arasındaki ana yolda işgalci TC ordusu zırhlı araçların desteğiyle bir operasyon başlatmıştır. TC ordusu yol çevresinde pusulamalar da yapmaktadır. Operasyon alanda devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
23 Kasım günü(bugün) saat 04:30'da Kerkük'ün Xanekin ilçesine bağlı Celavla ve Sadiye kasabalarında gerillla güçlerimiz ve peşmerge kuvvetleri DAİŞ çetelerine karşı ortak bir operasyon gerçekleştirmişlerdir. Operasyon saat 14:00'e kadar devam etmiştir. Bu operasyon sonucunda Celavla'nın kuzey yakasında net görülen 3 çete öldürülmüş ve çok sayıda çete yaralanmıştır. Bunula birlikte Celavla ve Sadiye kasabaları güçlerimizin ve peşmergelerin denetimine girmiştir. Operasyon kapsamında bölgedeki harekat devam etmektedir. Ayrıntılar netleştikçe halkımıza ve kamuoyuna duyurulacaktır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Kasım günü saat 20:00'de Ağrı'nın Doğubeyazıt ilçesine bağlı Sanayi Mahallesinde 15 kişilik bir kontra grubu maskeli ve silahlı bir şekilde bölge halkı arasında dolaşıp ''Ya çocuklarınızı Kobanê'ye savaşa göndereceksiniz ya da para vereceksiniz'' demekte ve halkı yoğun baskı altında tutup zorla para almaktadırlar.Halkımıza saygı ile duyurulur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Kasım günü saat 20:00'de TC-İran sınırından geçen gerilla güçlerimize yönelik İran pastarları pusu atmıştır.
- Ayrıntılar
Kürdistan, tarihinin en kritik dönemeçlerinde birinde yine geçmektedir. Öyle ki hem dostları hem de düşmanları alabildiğinde net çizgilerle taraflarını belli etmektedirler. Dostları Kürtlerin de artık bu dünyada özgürce bir yaşam sürdürmelerini isterlerken, düşmanları ise inadına Kürtleri alışıla geldikleri köleci sistemin içerisinde, kölece bir yaşama reva görmektedirler. Birinci gerçeklik budur.
Diğer önemli bir gerçeklik ise, Birinci Dünya Paylaşım Savaşı’ndan sonra Kürtlere biçilmiş olan statü daha doğrusu statüsüzlüktü. Öyle ki Sykes-Picot denilen antlaşmayla esasta Kürtler yok sayılmaya başlanmış ve Lozan Antlaşmasıyla da bu yok sayılma tescillenmişti. İşte bu yok sayılmışlık ilk kez adım adım aşılmaktadır. Tarihi bilenler bilirler ki, emperyalistler Kürdistan’ı dörde bölmüş, parçalamış ve bu şekilde de yönetmeyi kendilerine daha uygun görmüşlerdi. Birde öyle bir statü oluşturmuşlardı ki, kimse dokunamasın, değiştiremesin ve yıllarca sürsündü. Bu dokunamamaya sömürgeci devletler de dahildi. Yani bölge güçleri bile yaratılan statüye karışamayacak, dokunamaycaklardı. Bölgede az da olsa Kürtlerle barışmak ve uzlaşmak isteyen biri çıkmış olsaydı, buna da emperyalistler izin vermeyeceklerdi. Nitekim vermemişlerdi.
Unutmayalım ki 1958 yılında Irak’ta krallığı kaldırarak yerine cumhuriyeti getiren Abdulkerim Kasım biraz da olsa Kürtlerle ilişki geliştirdiğinde hemen götürülmüştü. Neden Abdulkerim Kasım götürülmüştü? Abdulkerim Kasım Kürtlere karşı ortak oluşturmuş olan CENTO’dan çekilerek fiilen bu Kürt karşıtı Pakt’ı sonlandırmıştı. Sen misin bizim oluşturduğumuz statüyü sıfırlayan ve değiştiren diyerek birkaç yıl sonra Abdulkerim Kasım’ı devirmişler, ardından ise BAAS’cıların elliyle idam ettirmişlerdi.
İşte bu kadar Kürt karşıtlığı temelinde oluşturulmuş olan Ortadoğu’daki sistem ve statü ilk kez değişmeye yüz tutuyor. Bu çok önemli bir durumdur. Hem de Kürdistan'da on yıllarca verilmiş olan özgürlük mücadelesinin kaderini tayin edebilecek bir değişim ve dönüşümdür.
Yenilersek; hem Kürtler müthiş bir kalkışı yaşıyorlar, hem dostları ilk kez Kobane etrafında ciddi destek ve dayanışma göstermektedirler. Hem de düşmanları dünyanın ve bölgenin tüm gerici ahlak ve ölçüleriyle Kürtlerin adım adım geliştirmek istedikleri demokratik özerk yapılarına karşı saldırıya geçiyorlar. Geçmişlerdir. Ve birde belirttiğimiz gibi uluslararası güçler ilk kez Kürtlere yakınlaşma ya da az da olsa onları tanımaya dönük adımlar atmaktadırlar. En azından eski düşmanlıklarını yapmayacaklarına dönük mesajlar vermekte ve adımlar da atmaktadırlar.
Bu iki durum Kürtler için özelde de özgürlükçü Kürtler için yeni imkanlar ve kapılar aralayacağı açıktır. Bu bir yönüdür, ama bu durum doğru değerlendirilmez ise Kürtlerin büyük tehlikelerle karşı karşıya kalacakları da açıktır. Çünkü faşizm diz boyu Kürtlere yönelmektedir. Hem de bölgesel ayaklarıyla birlikte, tamda Kürtlere karşı fiziki soykırım ve fiziki olarak sürgünler temelinde bu gelişmektedir.
İşte tarihin bu çok kritik anında, Kürtlerin hem özgürlüğe yakın oldukları hem de büyük yok olma tehlikeleriyle yüz yüze oldukları bu anda, Kürt gençlerine düşecek, gerçek manada tarihi görevler vardır. O da: SEL YÜRÜYÜŞÜ temelinde an’a ve sürece yüklenmeleridir.
Tarih halklara her zaman böyle keskin ve net pozisyonlar sunmaz. Tarihin böyle keskin ve net anlarında, yürümesini bilenler, gitmek istedikleri duraklara daha rahat ve daha erken vara bilirler. Ama unutmayalım ki; halkları bu salimen duraklara götürecekler gerçek manada gençler olacaklardır. Hem de büyük SEL YÜRÜYÜŞÜNE sahip gençler.
Sel Yürüyüşüne Sahip Gençlik Olmak demek her şeyden önce tarihin bu an’ını hissederek, yaşayarak kendi üzerlerine düşeni yapmaya aday olmaktan geçiyor. Aday olmak da elbette yetmez. Bizatihi bu Sel Yürüyüşünün içerisinde yer alarak önüne düşecek tüm görevleri önüne katarak götürmesini bilmekte gerekir.
Tarihi her zaman biraz da gençler yazmıştır. Tarihin defter ve kitaplarında belki onların isimlerine rast gelinmez ama gerçek manada tarihin çarklarını her zaman gençler çevirmişlerdir. Sosyalist hareketler tarihe damgasını vuran gençlerin hakkını teslim etmek için her zaman gençlerin rollerine değinmiş ve onlara devrim anlarında aktif rol alma görevlerini atfetmişlerdir. Ancak Kürdistan özgürlük mücadelesinde gençler sadece önemli rol alacak bir kesim değildirler. Kürdistan özgürlük mücadelesinde gençler en önemli öncü güçlerin başında gelmektedirler. Kadınlarla birlikte Kürdistan Devrimi’nin öncü ve sürükleyici güçleri oldukları açıktır. Kürdistan Devrimi bir kadın devrimi olmasından dolayı, doğalında kadın en önde hem de en ön cephede yerini alırken, birde tahakküme, iktidara ve de devletçi yapılara karşı ideolojik bir duruşu olan özgürlük mücadelesinin -doğalında en önde yürüyen diğer gücü ise -gençlik olacaktır.
Gerçekler ve görevler böyle olduğuna göre o zaman Kürdistan gençliği- hiç olmadığı kadar bu -tarihin devrim an’ına yüklenerek kendi görevlerine sahiplenmesi gerekir. Ancak yukarıda ifade edildiği gibi; bu görevler ne sıradan görevlerdir, ne de sıradan görev yaklaşımlarıyla altında kalkılabilecek görevler ve sorumluluklardır. Tarihin bizlere yükledikleri görevler çok hızlı, ivmeli bir yürüyüşle yerine getirilebilir. İşte biz bu hızlı ve ivmeli yürüyüşe Sel Yürüyüşü diyoruz. Bir nevi her şeyi önüne katıp götürecek bir Sel akışı.
Seller doğaları gereği çok gür akarlar, hızlı akarlar, silip süpürürler, yeni yataklar oluşturarak başkalarının arkalarında daha rahat akmalarını sağlarlar, olanak sunarlar. Ancak böyle güçlü yatakları açabilmek için gerçekten güçlü akmasını bilmek gerekiyor, aksi taktirde Sel olup akış olmaz, olsa olsa bir çay biçimindeki bir akış olur ki, bu da bir şeyi değiştirmez.
Evet, tarihin bu an’ında, devrim momentumda Kürt Gençleri tamamen gür akmasını bilmelidirler. Kiminin aklı almaya bilir de, ancak kim demiş ki dünyanın büyük değişimleri sadece akılla yapılmıştır. Değişim ve dönüşümler için her şeyden önce büyük duygular gerektirir. Büyük yürek atışları gerektirir. Büyük heyecan ve coşku gerektirir. Bu büyük duygu, yürek atışı, heyecan ve coşku ise Kürdistan gençliğinde fazlasıyla vardır.
Gerçekler böyle ise-ki öyledir- o zaman büyük SEL YÜRÜYÜŞÜNE SAHİP GENÇLİK OLMAK için bir an önce harekete geçmeli, ellerimizde bulunan mevziileri daha da genişleterek derinleştirmeliyiz. Bunları sağlarken de sürekli dağlara olan akışımızı ise ivmeli bir yürüyüşle de hızlandırarak, güçlendirerek sağlamasını bilmeliyiz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar