Basına ve Kamuoyuna!
2 Aralık günü 19.00-20.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Şikefta Birîndara alanına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Soğuğun tenimizi tırmalayacağı bir mevsime doğru ilerliyoruz. Mevsimlerden sonbahar, aylardan kasım.
Kasım ayının sonlarına doğru geldi haberin. Sadece tenimizi değil, yüreklerimizi de tırmaladı dağ doruklarından eşkıya bir rüzgarla gelen soğuk. Şimdi neresinden tutmaya çalışsam, bir karanlık karşılar beni. Ronahi’m, aydınlığım, ışığım, yıldızım, dolunayım…
Özgürlük dağlarında farklı geçer kışlar. Özgür yaşam gerillası özlem ve sevgiyle büyüttüğü umutlarının sıcaklığında ısıtırlar yüreklerini. Ama henüz kışa girmeden yüreklerimizi tırmaladı soğuklar. Kara kışın ürpertici bakışları karşıladı apansız, zamansız, hiç beklenmedik anda. Yüksek tepelerin zirvelerine henüz düşmüş karlar var, bu kışın ne kadar zorlu geçeceğinin haberini verircesine tebessümler fırlatan.
Bir göçün haberi yankılandı bu topraklarda. Esmer gülüşlü, kara gözlü yoldaşım bir hoşça kal bile demeden, usul usul, bu sonbahar mevsiminin kasım ayında gitti. Gitti de arkasında nice anı, özlem ve birikmiş sevda sözleri bırakarak.
Şimdi çocukluğumdan bir zaman dilimine gidiyorum. Durmadan koştuğum, nefes nefese kaldığım. Susadığım, karşılaştığım ilk çeşmeden kana kana su içtiğim. Şimdi durmaksızın koşan bir çocuk bıraktın arkanda. Nefes nefese kalmış ve olabildiğincede susamış. Bakışlarında susuzluğumu gidermek isterdim. Hissediyorum, dilim damağım kurumuş. Sen de bilirsin ki, yoldaşa olan özlemdir beni susatan. Sana olan hasretimdir beni koşturan, nefessiz bırakan.
Soğuk buz gibi etrafımda dolanıyor. Bedenimi sarmalıyor ilk. Hafif hafif yüreğimin derinliklerine işliyor. Bu gece de olabildiğince ayrıksı. Bir sonbahar gecesi, dolunayda ararken gülüşünü, yıldızlar kötünün habercisi. Henüz söylenmemiş nice sözüm vardı zulamda taşıdığım. İlk fırsatta bir bir dökeceğim dediğim. Ama ha bire yüzüme çarpıyor soğuk rüzgarlar. Oysa karın yağışını severim. Severim dağların beyaza bürünmesini. Gelinliğini giymiş taze bir gelin gibi durur karşımızda, biraz utangaç ama hayranlık uyandıracak derecede güzel.
Yangın yeri bir zaman dilimi ama havada soğuk var. Dağların zirvesinde ise birikmiş, bir süredir yağmur boşaltan bulutların döktüğü mevsimin ilk karı. Suskunluğunu sorgulamıyorum bu gecenin. Ne de sonraki zaman aralığının… Kendimden biliyorum. Ronahi’siz bir kış geçirecek yürekler.
Bir kamyonun kasasında, sonbahar mevsimin kasım ayında, dolunaylı bir zaman diliminde beraber çıktığımız yolculuk gelir aklıma. Nedendir bilmem, dolunayın yüzüne dokunuşu belirir gözlerimin önünde. Havada soğuk vardı. Ama senin her dalgınlığında her birimizin bakışlarında sıcak tebessümler çoğalırdı. Anlayamamıştık, anlamak için çok çaba sarf etmemiştik. Dolunayla olan bağını hissedememiştik. Şimdi bir dolunaylı zaman dilimine doğru ilerliyoruz. Havada soğuk esintiler var. Dudaklarımızı çatlatan, gözlerimizden sebepsiz yaşlar akıtan.
Bir şiir diziyorum dolunayla taranmış saçlarına;
Henüz celladımın soğuk suretiyle karşılaşmadan
Gülüşünle büyütüyorum inancımı
Gözlerindeki ışıkla koyulurum yola
Bir yolun henüz başındayken karşılaştığım seni
Çocukluğumun koşturan zamanlarına sığdırırım
Güneşe, aya, yıldızlara, ışığa
Sunarım özlemimi, senli sevdamı
Henüz böylesine üşümemişken
Anlasınlar diye tüm sevinçlerimi…
Dolunaylı zamanları saysam
Ömrümün yarıdan fazlası olur
Dolunaylı bir zaman dilimine doğru giderken
Dolunayla taranmış saçlarını alırım avuçlarıma
Ve
Teninin kokusunu salarım rüzgarlara
Götürsün diye sana hasret her bir diyara…
Soğuk rüzgarlar dolanır etrafımızda. Mevsimlerden ise sonbahar. Sararan yaprakların düşüşüne şahitlik ederim her gün. Rüzgarlar nicedir cellada oynuyor. Aylardan kasım ve kasımın son demleri. Kış yüzünü gösteremeye başladı bile. Dağ doruklarında düşen karlar var yüreğimi ürperten.
Bir kış mevsimine doğru ilerlerken geldi haberin. Haberinle soğuklar bir başka baskın çıktı. Üşüyen bedenim değildi. Yüreğimde bir yerlerde, sana olan özlemlerimdi tir tir titreyen. Seni özlemek yaşamın kendisiydi. Şimdi daha iyi anlıyorum. Ama henüz son sözümü söylemedim. Senin de bilmeni isterim ki, koşturan o çocuk, şimdi sana ulaşmanın sabırsızlığı içerisinde. Şimdiden heyecanı kaplamış yüreğimi. Tüm telaşlarımı bertaraf edip, sana olan susuzluğumu gidermeye geliyorum.
Diren RONAHİ
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
İşgalci TC Ordusunun Kara Operasyonları 16
İşgalci TC Ordusunun Hava Saldırıları 21
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1 Aralık günü saat 17.00’da Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Oramar-Şitazin karakolları arasındaki yol üzerinde bulunan bir köprüye yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Bir insanın nasıl yaşayacağına kimse karar veremez! Yine bir insanın yakınını, eşini, dostunu kısacası değer verdiği herhangi birini kaybettiğinde, onun cenazesini nasıl kaldıracağına da kimse karar veremez! Hele hele bir cenaze törenine kimin katılacağını, kimin katılmayacağını da kimse belirleyemez!
Bu konularda ve örneklerde herhangi bir sayı ölçüsünün ya da katılım yeter sayısının olmadığını herkes çok iyi bilmektedir. İslamiyet’te ne böyle bir ayet vardır, ne de böyle bir sure! Böylesine bir konu hakkında islamiyette ve Kur’an’da en ufak bir sünnet veya farz da yoktur.
Günümüzde bu konularda daha önce dünyanın herhangi bir yerinde eşi benzeri görülmemiş bir yaklaşım kürtlere dayatılmaktadır. Bugün bazı ABD takkeli sözde Müslümanlar, gerilla cenazelerine yönelik faşizmin uç sınırlarında seyreden yaklaşımlarla, Kürtlere ve onların değerlerine alçakça bir saldırı içerisindedirler. Sözüm ona bu kesimler kendi kıt akıllarıyla hareket ederek, kürtlere yönelik islami vecibelerle izahı olmayan fetvalar vermeye çalışmakta, hatta bunu dayatmaktadır.
Demek ki; Faşist AKP devleti ve onun azılı içişleri bakanına bağlı kolluk güçleri bugünlerde Amed’de kürt halkına yönelik yeni fetvalar vermeye çalışıyorlar. Hatta bunu aldıkları talimatlar doğrultusunda kesin bir uygulamaya dönüştürmeye çalışıyorlar. Öyle görülüyor ki; Erdoğan kendini Hilafetin temsilcisi görmekte, İdris Naim’de şeyhülislam olarak!
Bunu uygulamaya çalışanlar ya yaptıklarının farkında değiller, ya da 35 yıllık PKK gerçeğini anlamış değiller.
Faşist güçler ve İdris Naim’in emir erleri; Amed halkı şahsında Kürtlere şunu söylemektedirler;
Biz istediğimiz gibi öldürürüz! Her türlü hakareti yapar, cenazeleriyle oynarız. Hatta bununla da yetinmeyiz, gerekirse onların iç organlarını da alıp satarız. Yine bunun yanında kimyasal gazlarla onları tanınmayacak hale getiririz. Tüm bunların yanında siz bunları kitlesel bir şekilde gömemezsiniz!
Durumun ciddiyeti ve tutarsızlığı ortada!
Dini kurallara-vecibelerle alakasız olan bu yaklaşım ve kürtlere açıktan söylenen bu insanlık dışı uygulamalar karşısında kürt halkı da direnmekte!
Amed-Yeniköy’deki direnişi lokal bir destekle ele almamak gerekiyor, yani burada cenazeler önünde nöbet tutan halkın takındığı bu bilinçli tutum; cenaze sahiplerinin, bölge halkının da ötesine geçmektedir.
Burada devletin yaklaşımı ile kürtlerin direnişi kıyasıya bir çatışma içindedir.
Zaten görüntülere de yansıdığı şekliyle; gösterileri engellemeye çalışan bir emniyet amiri; “siz kürtleri temsil etmiyorsunuz” diyebilecek kadar, hayal dünyasında yaşıyor. Sanki ellerinde bir turnusol kağıdı var da, kimin kürtleri temsil edip/etmediğine karar vermeye çalışıyorlar.
Nereden bakılırsa bakılsın ucube olarak görünen bu yaklaşımların ve siyasi dayatmaların da, ipucunu aynı emniyet amiri sivri zekasıyla veriyor; “devlet gücünü göstermek zorundaymış”…
Orada yakınını kaybetmiş acılı bir anne ya da uzun zamandır görmediği çocukluk arkadaşının paramparça olmuş cesedi karşısında son görevini yapmaya çalışan bir dost; bu sözlere nasıl bir anlam yükleyebilir. İzahı olmayan bu salaklığın tutar tarafını kim açıklayabilir bu insanlara?
Hatta madalyonun diğer tarafına baktığımızda; hayatını kaybetmiş bir askerin cenaze töreninde meydanları/caddeleri bayraklarla donatanlar, tekbir nidalarıyla acıdan ziyade siyaseti paylaşanlar; kendine hak gördüklerinin tam tersi bir durumu niye başkalarına müstahak etmeye çalışıyorlar?
Eğer bu tuhaf durumu ve açmazı anlayan varsa, bu yazıyı okuyarak zamanını kaybetmesin! Ve anladığını tüm insanlığa açıklasın…
Durum farklı ise o zaman bu faşizmin sinir uçlarına yönelik, insanlık adına ve Müslümanlık adına bir mücadele için herkes, başta da tüm kürtler Amed-Yeniköy’deki yaklaşıma yönelik tavrını net bir şekilde ortaya koysun.
İsyanın insanlaştırdığı bir dönemde yapılabilecek en büyük hamle; görünüşte bu çarpıklığın, özünde Kürtleri sindirme politikalarının karşısında durması kadar doğal bir şey yoktur. Kendini hilafetin temsilî sananlar ile şeyhülislam sanan diğer zevatlara verilecek bir cevaptır bu yaklaşım…
Jan Ararat
- Ayrıntılar
Basın ve Kamuoyuna!
30 Kasım günü sat 13.30’da Şırnak ili sınırları içinde bulunan Gabar dağının Şerefiye tepesinde konumlanan işgalci TC ordu askerlerine yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Kasım günü 23.00-24.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’nın Kandil bölgesi sınırları içinde bulunan Bole köyü ve Kortek alanına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
“Asimilasyon kavramı uygarlık toplumlarında iktidar ve sermaye tekellerinin kölelik statüsü altına aldıkları toplumsal grupların üzerine uyguladıkları ve kendi eki, uzantısı durumuna indirgemek için tek taraflı ilişki ve eylemini ifade eder.”
“Asimilasyonda esas olan iktidar ve sömürü mekanizmasına en az maliyetle köle oluşturmaktır. Asimile edilen grubun öz kimliği ve direnci dağıtılıp kırılarak hakim elit içinde hizmetlerine en uygun kölelerin derlendiği konuma düşülür. Burada asimile edilen köleye düşen temel işlev efendisine mutlak benzeşme, eki, uzantısı olma uğruna her tür çabayı göstererek kendini kanıtlamak ve böylelikle sistemde kendine yer yapmaktır.”
“Yaşayabilmek için eski toplumsal kimliğini bir an önce terk etmek, efendilerinin kültürüne kendini en iyi adapte etmek tek seçenek olarak sunulmuştur.”
“Hakim elit, asimilasyon toplumuna bu kimliksizliği dayatmak için iki temel silah kullanır; birincisi çıplak fiziki zor’dur. En ufak isyan ve başkaldırıda imha kılıcı başında sallanmaktadır. İkincisi açlıkla, işsizlikle karşı karşıya bırakmaktır.”
“Eğer kültürel kimliğinde ısrar eder, dilediğim gibi bir hizmetçi olmazsan başın gider, aç kalırsın!”
“Mekanizma sadece ezilen etnik topluluk ve halklar üzerinden uygulanmaz; hakim elitin mensubu olduğu ulusun farklı etnik grupları ve ezilen sınıfları da asimilasyon paylarını alırlar.”
“Kürt kişiliği ne kadar yetenekli olursa olsun hakim ulus-devletin her türlü kültür politikalarını gönüllü benimsemedikçe kişisel ve kurumsal gelişmesinin önünde tüm kapılar bir bir kapanır. Ya gönüllü teslimiyeti seçip Cumhurbaşkanı olmaya kadar kapıların kendisine açıldığını görecek ya da teslim olmayıp direnişi seçtiğinde soykırıma kadar başına gelebilecek her türlü belaya, felakete katlanmayı bilecektir.”
Yukarıda dile getirenlere itiraz eden varsa bir adım öne gelsin, yok, eğer itirazı yok ise o zaman hemen şimdi asimilasyon politikalarının tümüne karşı çıksın, karşı dursun.
Assimalasyon politikalarını savunanlar “bakın cumhurbaşkanı, bakan, milletvekili, doktor, polis, asker vb. olabiliyorsunuz, daha ne istiyorsunuz, assimalisyon bunun neresindedir” gibi veriler öne sürüyorlar.
Doğru cumhurbaşkanı olabilirsiniz ancak Özal ya da İsmet İnönü gibi o da Kürtlere karşı savaşın koordinesini yaparak Kürt olabilirsiniz.
Askerde olabilirsiniz ancak Haydar Saltuk gibi 12 Eylüllerde milyonlarca kürdü işkencelerde geçirerek.
Bakanda olabilirsiniz Hüseyin Çelik gibi en çok Kürt düşmanlığı yaparak.
Hatta CHP gibi neredeyse milliyetçi ve ırkçı bir partinin başına da getirilebilirsiniz Kılıçdaroğlu gibi ancak Aleviliğini, Kürtlüğünü ret ederek ve de CHP’nin yaptığı katliamları sahiplenerek.
Evet, Kürt olabilirsiniz ancak devletin kürdü olabilirsiniz. Kürdün kürdü olamazsınız. Kürdün kürdü olduğunuzda başınız Seyit Rızalar gibi sallanır, Şex Saitleri gibi idam sehpalarında bulursunuz kendinizi.
Asimilasyon işte bu gerçekliktir, kendi olamama gerçekliği. Ancak Kürtler artık kendileri olmak istiyor bunun için diyoruz ki tüm asimilasyon kurumlarınızı geri çekin. Başta okullarınızı geri çekin. Başta henüz yavru iken çocuklarımıza kendi dilinizi öğretmekten vazgeçin.
Dün öğretmenler günüydü bunun için özelde de küçücük Kürt çocuklarına Türkçeyi zoraki öğreterek o çocukların ruhsal sağlığın bozmada katkıları olan öğretmenler ellerini vicdanlarına vererek biraz düşünmelidir. Başka insanlara kendi dilini zoraki öğretmenin ne anlama geldiğini bir an önce düşünmelidirler.
Düşünsünler ki birileri onların çocuklarını alıyor ve başkalarının dilini zoraki öğretirlerken onun anadiliyle hakaret ediyorlar, konuşmasına izin vermeyerek henüz bir yavru iken kişilik bozukluklarına yol açıyorlar.
Evet, özelde öğretmenler bu durumu düşünmelidirler. O zaman Kürdistan’da Türkçe öğreten okulların bulunup bulunmaması gerektiğine kendileri karar versinler.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Akepe yandaş basını açısından son günlerin en önemli açıklaması: “silah bırakarak başka ülkeye gidebilirler" sözlerini söyleyen RTE’ye aittir.
Nasıl olsa toplum tamamen balık hafızalıdır, bunun için RTE ve onu takip eden tüm siyasetçi ve yandaş medyası ne derse hemen üzerine atlarlar.
“Silah bırakarak başka ülkeye gidebilirler" açıklamasının yeni bir müzakere, tartışma süreci olduğu, en önemlisi de iktidarın ne kadar da barışın peşinden koştuğunun sözleri olduğunu dillendiren dillendirene. Ve artık bunlara göre iktidar söylediğini söylemiştir yani top artık özgürlük mücadelesi verenlerin sahasına düşmüştür. Yani artık PKK bir şeyler söylemelidir, tabii en iyisi de “evet” diyerek bu işi sonlandırmalıdır. Ne de olsa artık iktidar daha doğrusu dünyanın en demagog iktidarı söyleyeceğini söylemiştir.
“Silah bırakarak başka ülkeye gidebilirler" sözleri güya yeni sözlerdir. Halbuki bu sözlerinin hiç yeni bir yanı yoktur. Tam tersine bu sözler esasta güvenlikçi politikalar diye bilinen ve özelde de 1990’larda Tansu Çiller ve Doğan Güreş’in Kürt halkına karşı yürüttükleri faşizan politikalardır. Başka bir deyimle Kürtler teslim olacaklardır, Kürtler pişman olacaklardır. Kürtler devletten özür dileyeceklerdir. Ve Kürtlere biz ne verirsek onunla yetineceklerdir. Temel mantık budur. Ve bugünde bu mantık aynen sürüyor.
Tansu Çiller ile Doğan Güreş’te “silahları bırakın ve TC devletinin adaletine teslim olun” diyorlardı.
TC devletinin yargısının ne kadar adaletli olduğunu en iyi RTE bilir. Bir şiir okumakla ne hale geldiğini bizatihi yaşayarak görmüştür. Yine yüzlerce, binlerce dürüst Müslüman kendi inançları için ne hale getirildiklerini ve bu yargının elinden neler çektikleri iyi bilirler. Yine kendi cumhurbaşkanını zehirle öldürecek kadar gözü dönmüş olan bir devlet olarakta ne kadarda hukuka bağlı olduğunu göstermiştir. Ordusunun generallerinin içeride yüzde 25, rektörleri içerde, akademisyeni içerde, hukukçusu içerde ve bunların tümü hukuku çiğnedikleri için içerde oldukları söyleniyor.
Gerçekler bu kadar çıplak olarak ortadayken Kürtler silah bırakacak ve gelip teslim olacaklardır.
O zaman RTE’nin sözlerini nasıl yorumlayacağız?
2012 yılında Kürdistan gerillası çok sert bir direniş gösterdi. Bu direniş sonucunda TC devleti özelde de Akepe iktidarı çok sıkıştır. Gerilla direnişinin yanında birde Kürtler Suriye’de kendi demokratik özerkliklerini inşa etmek için önemli başarılar elde ettiler. Tüm bunlar yaşanırken Ortadoğu’da Akepe’nin en derin stratejisinin derin stratejisi iflas ederek “komşularla sıfır sorun politikası”ndan “herkesle tam sorun politikası” yaşandı. Başka bir deyimle Akepe’nin tüm planları alt üst olduğu gibi uluslar arası güçlerinin neme nem bir taşeronu olduğu açığa çıktı. Buna birde zindan direnişleri de eklenince tamamen sıkışmış, daralmış, işlevsiz hale getirilmiş bir iktidar gerçekliği ortaya çıkmıştır.
İşte “silah bırakarak başka ülkeye gidebilirler" sözleri en iyi ihtimalle bu sıkışıklığı aşmanın bir çıkışıdır.
Ancak bizce bu ihtimal çok düşük bir ihtimaldir. Asıl olan ortamı yumuşatma yerine kış şartlarının da giderek kendisini hissettirmesinden dolayı yeniden savaşçı politikalara sarılmadır.
Boşuna derin devletin en derin kişisi olan Beşir Atalay:
“Silah bırakmayı hedeflemeyen bir görüşme bundan sonra verim getirmez”
“Bunların bir kısmı başka ülkelere gidebilir.”
“Esasen bu konuda bizim başlattığımız çalışmalar vardı. Şu an mevzuatımızın içinde var. ‘Eve Dönüş’le ilgili orada hükümlerimiz var. Bizzat teröre karışmamış olanların eve dönüşüyle ilgili. Bunun dışında kalanlar veya terör örgütünün ön planındaki kişilerin geleceğiyle ilgili bugüne kadar değişik değerlendirmeler” dir.
Yukarıda söylenenlerden çıkarılacak tek bir sonuç vardır, o da “ya teslim olurlar ya da savaş kliği güvenlikçi politikalarımızı sürdürürüz”dür. Başkada “silah bırakarak başka ülkeye gidebilirler" sözlerinden çıkarılacak bir sonuç yoktur.
K. NUDA
- Ayrıntılar
Celal Başkale yoldaşla özgürlük saflarında yoldaşlık yapmış olmak gerçekten de sadece ve sadece insanı onure eder.
Celal yoldaşı ilk kez 1996 yılında Başkale zozanlarında tanımıştım. O yıllarda bizler Botan güçleriyken onlar ise Zagros güçleriydi. 1997 yılında yine bir araya gelmiştik. Bu kez örgüt Hakkari güçleriyle Başkale güçlerinin birleşmesini ve de Başkale gücünün Hakkari gücüne dahil olmasına ilişkin karar almıştı. Alınan bu karar doğrultusunda güçlerimiz bir araya gelmiş ve adım adım birleşmişlerdi.
Başkale ve Hakkari zozanları deyip geçmemek gerekir. Ferit Üdge’nin “O” kitabında tarif edildiği kadar güzeldir Başkale ve Hakkari zozanları. Sözün tam manasıyla uçsuz bucaksızdır.
Her çeşit ot’un yetiştiği, insanı her zaman şaşırtan buz gibi suları, yürürken hiç incitmeyen arazi yapısıyla tam bir coğrafik cennettir. Herkes Kürdistan’ı sert coğrafyasıyla tanır. Hele hele Hakkari ve Van derken bu daha da böyle kabul görür. Ancak Hakkari’nin Zap suyunun kuzeye düşen coğrafik alanI, Berçelan’dan Kırnasa’ya, oradan Berareş Bandırbeg’e derken tam kuzeyinde heybetli duran Spireziyle yükseklerde seyreden bir alan olduğu kesindir, ancak bir o kadar da yürümeye, gerilla yürüyüşüne de elverişlidir. Çiya Reş’te havanın açık olduğu zamanlarda Kürdistan’ın en yüksek dağı olan Ararat’ı yani Glidağı görebilirsiniz.
Dediğimiz gibi bu coğrafyanın bol suları vardır. Adeta gecenin en geç saatlerinde bile, bu çeşme şu çeşme derdini yaşamasınız, çünkü her yerde su kaynakları mevcuttur. Yine araziyi şaşırmış iseniz bile yanınızda sadece kuru ekmeğiniz bile olsa çeşitli yenilecek otlarıyla sizi besleyecek bir coğrafyadır buralar.
İnsanları ağırlıklı hayvancılıkla geçinir. Ziraat sınırlıdır. Kaçakçılık herkesin yaptığı iş’tir. Esrar ekimi de buraların en fazla rağbet gören iş’idir. Yöre insanı bu işe “kırkır” diyor. TC devleti buraları şöyle ya da böyle kendisine muhtaç etmek için ciddi yatırım yapmadığı için buranın insanı da geçimini sağlamak için en tehlikeli işlere girişmekten geri durmaz, istese de duramaz.
Celal yoldaşla işte böyle güzel ve insanı efsunlayan ve büyüleyen bir coğrafyada tanışmıştım. Ve o yıllardan sonra da şöyle ya da böyle o kuzey eyaletlerine gidene kadar da hep yakın durduk. Yer yer aynı alanlarda, aynı güçlerde birlikte kaldık.
Hakkari zozanların cephe komutanı o zaman tüm yoldaşların yüreğinde yer alan ve asla unutulmayacak olan Rojhat Bluzeri yoldaştı. Yardımcısı ise gerillamızın en seçkin ve en efsanevi komutanlarından olan Mehmet Guyi yoldaştı. Yine Başkale gücümüzün unutulmaz komutanı, yoldaşların en mütevazisi ve de en yoldaş canlısı Eşref Nodiz yoldaş.
Celal Başkale yoldaş o yıllarda yeni görev almıştı. Manga komutan yardımcısıydı. Ancak herkesin yanında görmek istediği, yanına almak istediği bir kişilikti. Henüz 22 ya da 23 yaşlarındaydı. Ahmet Arif’in deyimiyle bir filintaydı.
O yıllara göre yeni sayılırdı. Ancak pratik çalışmalara katılımı, fedakârca duruşunun yanı sıra yoldaşlara karşı gösterdiği ilgi ve saygı onu birçok yoldaştan farklı kılıyordu. Bir kere o yıllarda Celal yoldaş bir çalışmaya el atmış ise kimsenin bir daha o çalışmanın nasıl yürütüldüğüne ilişkin soru sormasına gerek kalmıyordu. Herkes bilirdi ki bir çalışmanın içerisinde Celal arkadaş varsa o çalışma kesinlikle başarıyla yerine getirilmiştir. Herkeste Celal yoldaş böyle bir intiba bırakmıştı.
Yine Celal yoldaşın kabul görmesinin ve de sevilmesinin başka bir nedeni ise güleçliği, insan canlısı oluşuydu. İnsan onunla hep alıp vermek isterdi. Öyle çok konuşkan değildi ancak soğuk hiç değildi. Gözlerinin parlayan ferleri her zaman yoldaşları tarafında özenle ele alınmışlardır.
Evet, Celal yoldaş bir müddet Hakkari zozanlarda en aktif pratiğin içerisinde oldu. Daha sonra ise bir aralar Özalp ve Kelareş hattında kalmıştı. Daha sonrası biliniyor geri çekilme süreçleri yaşandı.
Geri çekilme sürecinde onu bu kez Xınere’de görmüştüm. Başkale bölüğü olarak geri çekilmişlerdi. Yine daha sonra bir ara Kandil’de birlikte kalacaktık. Ve sonrada 2005 yılında Nucan Dirlik yoldaşın gurubuyla birlikte Dersim yolculuğuna çıkacaktı. Beşiri’de Nucan ve 5 yoldaşı şehitler kervanına katılırken Celal yoldaş bu çatışmalarda çatışarak bir gurup yoldaşıyla kurtulmuş ve Dersim yürüyüşünü devam ettirmiştir.
Celal Başkale yoldaş Dersim’de ağırlıklı olarak en zor alanlar olarak bilinen açılım sahalarında kalmıştır. Karadeniz ve Koçgiri alanları onun esas kaldıkları alanlar olmuştur.
Şunu peşinen belirtelim; son yılların düşmana şok etki yapan birçok eyleme imzasını atan Celal Başkale olmuştur. Karadeniz ve Koçgiri hattında o istediği anda, istediği yerde, eylem ortaya koyan bir kişiliktir. Öyle ki yer yer 20 saat üst üste yürüse de, coğrafyayı ve oranın halkının tanımasa da bir yolunu bulup eylem ortaya koyan bir militandır. Öyle ki iklimsel şartlar elverişsiz olsa bile o Tokat, Amasya, Sinop, Samsun özcesi istediği yerde örgütün istediği zamanda eylem ortaya koyan bir gerillasıdır. Kürdistan’da gerillaya, halka ya da Kürt halk önderliğine karşı bir saldırı gerçekleşmişse bu saldırılara ilk cevap verenlerden bir tanesi her zaman Celal Başkale olmuştur.
Eylemci denilecekse önce bu sıfat Celal Başkale yoldaşa verilmelidir. Gerilla denilecekse önce bu sıfat Celal Başkale yoldaşa verilmelidir. Ve irade, dayanırlık denilecekse bu vasıflar yine Celal yoldaşa yakıştırılmalıdır. Ve tabii inisiyatif, iddia ve hareketlilik ile hız denilecek ise bu vasıflar yine ona verilmelidir.
Celal Başkale’yle kalanlar bilirler ki 190’a yakın boyu ve çok güçlü fiziki yapısıyla o bir dağ gibidir. Sadece fiziki böyle dağ gibi değildir. Onun iradesi adeta çeliktendir. Bükülmez. Büküldüğü an onun zaten düştüğü yani kırıldığı andır. Bunun içindir ki o yıllarca en sert irade gerektiren alanlarda sorumlu düzeyde çalışmalarda bulunmuştur. Onun yanındaki yoldaşlar bu tempoya, bu ağırlığa, bu zorluklara dayanamadıkları için yerlerini değiştirmelerini hep istemelerine rağmen o adeta açılım sahalarının sigortası olarak her zaman en ağır ve imkansızların yaratıcı militanı olmuştur.
Teke tek dövüşte zaten asla yenilmeyecek olan bir kişiliktir. Ancak o sadece teke tek dövüşte değil aynı zamanda on binlerce düşman gücü içerisinde adeta yıllarca dönüp dolaşıp yılanın kuyruğunu ısırır gibi düşmanı perişan etmiştir. Çaresiz kılmıştır. İşlevsiz kıldığı gibi çıldırtmıştır.
Özgürlük saflarında düşman listelerinin ön sıralarında olan yoldaşlarımız hep olmuştur. Ancak son yıllarda TC faşist devletinin imha etmek için en çok Celal Başkale yoldaşla uğraştığını açıkça belirtmek gerekiyor. Düşmanın üzerinde en fazla beyin patlattığı, üzerinde katletmek için uğraştığı PKK militanı kesinlikle Celal Başkale olmuştur. Çünkü Celal Başkale bir yerde bulunuyorsa orada kesinlikle eylem vardır. Orada kesinlikle düşmandan intikam almak vardır. Ve orada hiç kimsenin ulaşamadığı sahalara ulaşarak ortaya eylem çıkarma vardır.
Celal Başkale ile kalan biri olarak onu düşündüğümde her zaman Fransızların meşhur öyküsü olan Asterix ve Obelix aklıma gelir. Ve bu öyküde gücüyle Romalara karşı kafa tutan Obelix gelir. İşte Celal yoldaşı bir tarihi kişiliğe benzetecek ise kesinlikle bunlardan bir tanesi Obelix olacaktır.
Yine Kürtlerin ve Farsların tarihlerinde Rüstem’e Zal vardır. Gerçektende Celal bir Rüstem’e Zal’dır. Boyuyla bir Rüstem’e Zal’dır. Gücü ile bir Rüstem Zal’dır. İradesiyle bir Rüstem’e Zal’dır. İddiası ve Cesaretiyle bir Rüstem’e Zal’dır. Savaştaki ustalığıyla bir Rüstem’e Zal’dır.
Evet, Celal Başkale yeniçağın Kürt Rüstem’e Zal’ıdır dememiz kesinlikle abartı olmayacaktır. Onunla kalanlar, onunla yaşayanlar, onunla yoldaşlık yapanlar, yanlarında her zaman bir dağ kadar güçlü ve heybetli kişinin bulunduğunu ruhlarında, duygularında kesinlikle hisseder ve bunu yaşarlardı.
Evet, Celal Başkale yoldaş yeni tarihimizin Rüstem’e Zal’ı olmuştur. Onu mutlaka özelde onunla Dersim’i görkemli dağlarında gerillacılık yapanlar daha genişçe yazacaklardır.
Celal Başkale yoldaşın bu savaşçılığın yanı sıra birde kişilik olarak oldukça güleç yüzlülüğü vardı. Yüzünde asla ama asla eksilmeyen o gülüşler o sıcak tebessümler her zaman yoldaşlarının yüreklerinde yerini koruyacaktır.
Celal Başkale birde alçakgönüllü ve sevecenliğiyle de anılacaktır. Öyle ki neredeyse bir insanın kalbini kırmayan Celal yoldaş sözün tam manasıyla bir yoldaş sevdalısıydı.
Celal Başkale yoldaş bir de mücadeleye olan bağlılığıyla anılacaktır. Onun kadar mücadele içerisinde herhalde zorluklarla karşılaşan az militan olmasına rağmen o her zaman en güçlü moral temsilcisi olmasını bilmiş, bu onun büyük devrimci ve yurtsever değerlere olan bağlılığıyla alakalıdır.
Onun fedakarlığında söz etmenin bile anlamı yoktur. O nerede bir yardım isteniyorsa orada her zaman hazırdır. Ondan istenmeyen durumlardan bile o yoldaşlarına en fazla el uzatan ve yardımlarını esirgemeyen militandır.
Devasa cüssesiyle bilinen Celal Başkale yoldaş bir de nezaketini anlatmamız gerekir. İnsanlarla ilişkilenirken kırmamak için adeta renk atan, kızaran, utanan bir incelik abidesiydi.
Evet, Celal Başkale yoldaşı anlatırken tüm bu güzel devrimci militan özeliklerinin yanı sıra birde onun sporcu kişiliğini açmamız gerekir. Siz Celal arkadaşı voleybol oynarken görecektiniz. Hem blok yaparken hem de küte kalktığında adeta vurduğu topla yerde su çıkaran bir sertlikle vurmasını görecektiniz. İstisnasız Celal yoldaş küt vurduktan sonra arkadaşlar gitmiş topun değdiği yere bakarak arkasından hemen Celal yoldaşa takılmışlardır. Birde voleybol oynanışı sadece sertliğe ve küt vurmaya dayalı değildi. Sporunda da incelik, zarafet üst düzeydeydi. Hele onun birde genel manada güzel sporcu karakteri yok muydu görmeye değerdi.
Evet, Celal yoldaşı böyle saatlerce anlatabiliriz, güzellikleri saymakla bitiremeyiz. Gerçekten de bir İslamiyet’te dile gelen “Eşrefi Malukat”ın ta kendisiydi. Böyle güzellikler dolu olan bir militan, PKK’li ve gerillaydı.
Böyle seçkin bir militanı 9 Nisan 2012 Amasya’da düşmanla yaşanan bir çatışmada kaybetmek insanı çok fazla derinden yaralıyor. Kabul edemiyor. Gelecekte halkımız adına yapacak o kadar çalışmaya imza atacak böyle bir militanın gidişini hazmedemiyor insan…
Bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Celal yoldaş bir ara Kandil’de bir kaza yapmıştı. Takım komutanıyken bir yoldaşı kazaran onun silahında çıkan mermiyle şehit düşmüştü. Olayın soruşturması yapılmıştı. Olayın bir kaza olduğu ayrıca Celal arkadaştan kaynaklanmadığı da netleşmişti. Buna rağmen görev yapmamıştı. Ciddi zorlanmış ve adeta bunalıma girmişti. Bunun üzerine görev yapmayarak karargaha gelmişti. Karargahta kalıyordu. Ciddi zorlanmasından dolayı birçok yoldaş onunla konuşmuştu. Kendimde bir ara eskiden tanıdığım için onunla tartışmıştım. Ara da birkaç gün geçtikten sonra Celal arkadaş sabah erken görülmemişti. Öğlen olmuştu görülmemişti. Akşam olmuştu görülmemişti. Bazı yoldaşlar onun çok zorlandığını bildikleri için “kaldıramadı ve muhtemel bizden ayrıldı” demişlerdi. Kendim olup bitene zaten inanmamış ve kaçmadığını söylemiştim. Ancak bir, iki, üç, dört gün geçti. Ve günler geçmeye devam ediyordu. Bana göre o örgüt yönetimin bulunduğu yere gitmişti. Çünkü özgürlük saflarını asla terk etmeyecek bir yoldaştı. Ona kesinlikle inanıyordum. Birde onunla savaşın en sert ortamında birlikte kalmıştım. Yoldaşlığını, yurtseverliğini ve de savaşçılığını görmüştüm. Bunun için birçok yoldaşla özelde de yönetimlerle “onun gitmediğini” söylemiş olsam da zaman benim aleyhime işliyordu. Nede olsa artık arada bir haftalık zaman geçmişti. Artık sesli olarak kimseyle bu durumu tartışmasam da içimde “o gitmez” sözümden dönmemiştim. Ancak dediğim gibi zaman ben söylediklerimin tersine doğru işliyordu.
Tam artık umudumu yitirecek iken baktık bir haber geldi: “Celal Başkale arkadaş Kelareş’e gitmiş” dediler. Yani onun en iyi tanıdığı alanlara gitmiş. Nedeni ise hızla kuzeye geçerek aktif çalışmalara girerek yaşadığı durumun telafisine çalışmaktı.
Evet, Celal Başkale böyle mücadeleye köklü bağlı olan bir militandı. Bu olayı duyar duymaz onun adına çok fazla sevinmiştim. Elbette sorun doğru çıkıp çıkmama değildi, asıl sorun böyle değerli bir militanla yapılacak o kadar çok iş vardı. Asıl sevincimiz ve mutluluğumuz buydu.
Ve şimdide o aramızda ayrılmış olsa bile Rüstem’e Zal gibi bir militanı tanıdığım ve tanıştığım için son derece mutluyum.
Celal Başkale gibi bir yoldaşı özgürlük saflarında tanıdığım için mutluyum.
Celal Başkale gibi bir yoldaşla özgürlük saflarında aynı alanda, aynı şartlarda silah arkadaşlığı yaptığım için mutluyum.
Evet, Celal Başkale gibi bir yoldaşımız olduğu için PKK’liler olarak her zaman gurur duyacak ve onu her zaman hak ettiği gibi anacağız.
Şehit Mahir’lerin ve Nudaların yoldaşlığında binlerce ölümsüz şehidimizle özgürlük mücadelesini omuzlamayı en onurlu duruş olarak bilen Celal arkadaşımız bunu düşman karşısında başarılı eylem gücüne dönüştürerek hareketimizin tarihinde büyük değer yaratmayı sağlamıştır.
Evet, Celal Başkale yoldaşımız Ahmet Arif’in tarif ettiği “teke tek dövüşte yenilmediler” Kürt kahraman tipinin en ileri düzeydeki temsilcisi olarak mücadelemizde büyük bir onurla seçkin bir gerilla olarak yaşatılacaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar