Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Mayıs günü saat 17.30'da Dersim merkez ile Hozat ilçesi arasında buluan Reşgül ile Deşt alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12 Mayıs gününden beri Bingöl, Muş ile Amed'in Kulp ilçesi arasına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 20 Mayıs günü akşam saatlerinden 21 Mayıs günü sabahına kadar operasyon alanına yönelik olarak yoğun bir şekilde kobra tipi helikopter ve tanklar ile bombardıman yapılmıştır.
- Ayrıntılar
300 yıl dünyanın batı Avrupa merkezli yönetildiği yüz yıllar olmuştur. Özellikle 18. veya 19. yy başta Ortadoğu da olmak üzere dünyanın birçok yerinin İngiltere ve Fransa tarafından paylaşıldığını görüyoruz. Özellikle de 19. yy da Fransa’yla İngiltere’nin dünyanın birçok alanını bölüşmek için bir sömürgeci rekabet içine girdiğini görüyoruz. İngiltere en büyük sömürgeci güç olmakla birlikte Fransa’da sürekli İngiltere’nin yanında ikinci bir büyük güç olarak dünyada etkili olmaya çalışmıştır. Bu gücün özellikle Ortadoğu da büyük bir çekişme ve çatışma içine girdiğini görüyoruz. Ortadoğu’daki çatışma tabiî ki dünya dengelerinin oluştuğu bölgeyi hakimiyet altına alma mücadelesidir. Napolyon’un Ortadoğu’yu ele geçirmek için İngiltere’yle büyük bir güç mücadelesi içine girdiğini görüyoruz. Bizzat Napolyon Ortadoğu’yu kontrol altına almak için büyük bir hazırlıkla bu alanı kontrol etmek istemiştir. O dönemde hem petrol alanlarının kontrolü, hem Avrupa’dan Uzakdoğu’ya giden yolda önemli bir kanal olan Süveyş kanalının kontrolünü ele geçirmek istemiştir. Ancak bu mücadelede Napolyon istediği başarıyı elde edememiştir. Ama Ortadoğu üzerinde büyük bir İngiltere, Fransa çekişmesinin kökünün tarihsel olduğunu gösterir. Ya da İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’ya ilgisinin çok eskiye dayandığını ve bölgede bu özellikleriyle de kendilerine birçok işbirlikçi yerel güçler bulduklarını, bu bölgenin yerel güçlerini idare etme ve yönlendirmede önemli bir meziyet kazandıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
19.yy da bu çekişme içinde Rusya da vardır. Bu çekişmenin esası da hasta adam denen Osmanlı imparatorluğunun dağılmasıyla birlikte Ortadoğu’nun nasıl bölüşüleceğidir. İngiltere, Fransa Rusya Osmanlı imparatorluğu etkisindeki topraklar üzerinde büyük bir güç mücadelesi içine girmişlerdir. Osmanlı imparatorluğunun yaşadığı zayıflıkları da görerek kendilerini etkili kılmak istemişlerdir. Bu yönüyle 18. 19.yy ve 20.yy ın başları Osmanlı imparatorluğunun izlediği politikaların önemli bir bölümü de dış etkilidir. Dış çekişmelerin etkisi altında yürüyen bir Osmanlı politikası vardır. Artık Osmanlı imparatorluğu eski güçlü ve bağımsız karakterini yitirmiştir. Dış güçlerin yönlendirmesine açık hale gelmiştir. Öte yandan Osmanlının zayıfladığı ortamda batıdaki kapitalist modernitenin ulus-devletçi anlayışıyla da İngiltere’nin, Fransa’nın kendisine bağlı yerel ilişkilerde milliyetçiliği geliştirmişlerdir. Bir taraftan İngiltere, Fransa belirli düzeylerde Osmanlı imparatorluğuyla ilişkilenirken, merkezi Osmanlı politikaları üzerinde mücadele edilirken, ama diğer taraftan da Osmanlı imparatorluğu coğrafyası, toprakları içerisindeki halklar üzerindeki ağırlıklarını etkilerini sürdürmüşlerdir. İlk önce balkanlar üzerinde, Osmanlı imparatorluğunun Avrupa parçasındaki topraklar üzerinde bu etkilerini yürütmüşlerdir. Osmanlı ilk ayaklanmaların burada geliştiği bilinir. Yine Osmanlının en uzak eyaleti olan Mısır’da da İngilizlerin kışkırtmasıyla oradaki yerel güçlere büyük bir otorite kazandırılır. Bilindiği gibi Kavalalı Ali Paşa’nın ta Konya’ya kadar geldiği, İstanbul üzerine yürüyecek bir güce eriştiği görülür. Ancak yine o süreçte Kavalalı Ali Paşanın bu duruşu Rusya, Fransa ve İngiltere’nin kendi aralarında yaptıkları pazarlık ve Osmanlılarla yaptıkları pazarlık sonucu durdurulur. Kavalalı Ali oradan geri çektirilir. Ama artık Osmanlı imparatorluğu üzerinde güç mücadelesi yaptırılan bir coğrafyadır. Bu süreçte geç emperyalist olan, ulusal birliği geç sağlayan Almanya da özelliklede 19.yy ın sonu ve 20. yy ın başında Ortadoğu’yla yine kuzey Afrika’yla ilgilenmeye başlar. Çünkü emperyalist bir güç olması için dış dünyada çeşitli bölgelerde etkili olması gerekmektedir. Meta ve sermaye ihracı taşıyacak alanları bulması gerekiyor. Bu açıdan İngiltere ve Fransa’nın olduğu alanlara gözünü diker. O da özellikle Osmanlı imparatorluğunun hasta adam durumundan yararlanarak kendisini Osmanlı coğrafyasında etkili kılmak ister. Ancak geç bir emperyalist olarak Almanlar esas olarak doğrudan işgal etmek yöntemi yerine yarı sömürgecilik yöntemini ilişkilerini geliştiriyor. Özellikle de Osmanlı imparatorluğu üzerinde ekonomik gücünü, etkisini kullanarak Osmanlıyı kendisine bağlamak, etkilemek ister. Bilindiği gibi Berlin-Bağdat demiryoluyla Osmanlı üzerindeki nüfusunu arttırmak ve Irak petrollerine, Ortadoğu petrollerine ulaşmayı hesaplar. Böyle büyük bir projenin yürütücüsü olur. Bu proje bir taraftan petrole ulaşma, Ortadoğu’ya gitme projesi iken diğer taraftan da Osmanlıyı bağımlılaştırma, yarı sömürgeleştirme politikasıdır. Almanya zaten geç emperyalist bir ülke olarak, İngiltere’nin Fransa’nın dünyanın birçok yerini paylaşmasından dolayı yine Rusya’nın doğu tarafında bir kale gibi yayılmasını engelleyen bir güç haline gelmesinden dolayı kendisine bilindiği gibi yeni ittifaklar bulmaya çalışır. Birinci dünya savaşına böyle bir siyasal mücadele ortamında girilir. Osmanlı imparatorluğu yükselen yeni emperyalist güç olarak, ekonomik askeri ve siyasi güç olarak yükselen Almanya’nın yanında yer alarak hasta durumdan çıkabileceği İngiltere Fransa’nın etkisini kıracağını düşünür. Bilindiği gibi Almanya Avusturya-Macaristan Osmanlı imparatorluğu bunları bir cephede savaşa girerler. İtalya da yine bu süreçte ikisi arasında oynar.
Bu nedenle birinci dünya savaşı döneminde Almanya’ya karşı ortaya çıkan İngiltere, Fransa ittifakı aynı zamanda en önemli anlaşmasını ve uzlaşmasını da dünya dengelerinin oluştuğu hem uzak doğuya giden yolların üzerinde bulunması hem petrol kaynakları hem de tarihi kültürel yapısı nedeniyle bir bölüşüm içinde olmuşlardır. İşte bunun somut sembolik anlaşması ya da Ortadoğu’nun bölünmesine temel teşkil eden esas anlaşma Sykes-Picot denilen bir İngiliz ile Fransız’ın hazırladığı Ortadoğu’yu bölüşüm planıyla şekillenmiştir. Birinci dünya savaşı sonrası Ortadoğu’nun yeni siyasi haritasının şekillenmesi cetvelle bölünür gibi bölünmesi bu anlaşmaya dayanmaktadır.
Bu anlaşma üç bölgedir. İngiltere’nin hakimiyet bölgesi, Fransa’nın hakimiyet bölgesi bir de sonradan pratikleştirilecek biçimde Yahudilere Filistin topraklarında bir devlet kurdurulması çerçevesinde hazırlanmış bir plan söz konusudur.
Zaten önceleri ülke 1912'de Osmanlı topraklarını kendi nüfuz alanları arasında bölen gizli bir anlaşma yaparak siyonizmin de etkisiyle Filistin topraklarında bir devlet kurulma kararı alınmıştır. Sykes-Picot anlaşması ve Ortadoğu’nun bölünmesinde daha sonra 1917 yılında Balfour denilen konferansın İsrail’le ilgili kararlarını da görmekteyiz. Sonuçta birinci dünya savaşının sınırları hemen hemen Sykes-Picot anlaşmasının belirlediği çerçevede olmuştur. Belki Sevr anlaşmasıyla düşünülen Fransa’nın, İngiltere’nin kuzey Kürdistan’ın belirli bölgelerini daha kontrol etmeleri de vardır ama bu çeşitli biçimlerde uygulanamamıştır. Ama esas olarak bu anlaşma çerçevesinde Ortadoğu’ya şekil verilmiştir. Ortadoğu'nun yeni düzeni ve Ortadoğu dengeleri temelinde de dünyanın yeni düzeni böyle sağlanmıştır. Lozan anlaşması da Sykes-Picot anlaşmasının bir bölümüdür. Öyle ifade etmek gerekir. Belki Fransızlar ve İngilizler daha farklı siyasi harita hedefliyorlardı ama bunu o günkü dünya siyasal konjektüründe ancak o kadar yapabilmişlerdir. Özellikle de Sovyetler birliğindeki ekim devrimi bu planın tümüyle pratiğe girmesini engellemiştir. Eğer ekim devrimi gerçekleşmeseydi büyük ihtimalle Sykes-Picot mutabakatının yani İngiltere ve Fransa’nın Ortadoğu’yu bölüşmesi yani Osmanlı imparatorluğu topraklarını istedikleri gibi paylaşmayı gerçekleştireceklerdi. Ekim devrimi yeni Türkiye cumhuriyetini kurmak isteyenlere güç verdi, nefes aldırdı. Mustafa Kemalde usta politikacılığıyla hem ekim devrimini kullandı, destek aldı hem de Sovyet devrimi ile batı arasındaki çekişmeden yararlanarak kendi varlığını sürdürdü. Kendini var edebildi.
Aslında Fransa ve İngiltere Osmanlının tümden küçültülmesini istiyorlardı. Bunu hem emperyalist sömürgeci egemenlikleri hegemonlukları açısından istiyorlardı. Hem de Hıristiyan dünyası adına, Hıristiyanlığı neredeyse tümden etkisizleştirmek isteyen bu gücü sınırlamayı düşünüyorlardı. Bilindiği gibi eğer Viyana’da durdurulmasaydı herhalde şu anda Hıristiyan ülkelerin dünyadaki etkinliği bu kadar güçlü olmazdı. Osmanlı imparatorluğu Avrupa’nın önemli bir bölümünü gerçekten Müslümanlaştırabilirdi. Hıristiyan dünyasının gücünü çok sınırlayabilirdi. Böyle bir karabasanı da yaşamıştır Hıristiyan dünyası. Böyle bir tehlikeyi bir daha yaşamamak açısından Müslüman bir ülkenin güçlü olmasını engellemek istemişlerdir. Bu ister Araplar olabilir ister Türkler ister farslar olabilir. Herhangi bir Müslüman toplum, ülkenin devletin güç olmasını kendileri açısından tehlikeli görmüşlerdir. Özellikle de İngiltere uzak doğuda da önemli bir sömürgesi olan Hindistan Pakistan, Bangladeş alanını kontrol altına almak açısından da Osmanlı imparatorluğunun zayıflatıp üzerinde egemenlik kurmayı düşünmüştür. Aslında İngiltere’nin seçeneklerinden biri de zayıflatılmış güçten düşürülmüş Osmanlı halifesi eliyle İslam ülkelerini kontrol altında tutmaktır. Ama daha sonra halifeliği ortadan kaldırarak laik bir Türkiye’yi bu politikaya tercih etmiştir. Osmanlı imparatorluğunun tümden zayıfladığını görünce bunun yerine Türkiye’yi Mustafa Kemal yeni Türkiye’yi etkileyerek İslam dininin önemli bir güç merkezi olan Osmanlı coğrafyası Türkiye’yi böylelikle kontrol altına almıştır.
İngiltere Fransa ve bu gün ise İngiltere merkezli ABD ve AB aslında İngiltere hem AB içinde ve hem de AB’yle ilişkilidir. Aslında Avrupa AB arasındaki ilişkiyi koordine eden ABD ile Avrupa’nın ilişkilerini uyumlulaştıran daha doğrusu AB ile ilişkilenerek kendisini Avrupa politikasında etkili kılan bir pozisyondadır. 20. Yy ı başında İngiltere’nin öncülüğünde bir Ortadoğu denklemi kurulmuştu. Yeni bir dünya düzeni kurulmuştu. Ortadoğu temelinde bir dünya şekillenmişti. 21. yy artık eski Ortadoğu İngiltere ve ABD’nın çıkarlarına uygun düşmüyor. Hatta Ortadoğu küresel hegemonyası önünde ciddi sorunlar ortaya çıkarıyor. Klasik ulus devletler kendilerinin beslediği ulus devletleri de mevcut durumda kendi çıkarlarına görmüyorlar. İngiltere’nin bizzat devlet haline getirdiği Irak’a şimdi İngiltere ve ABD müttefik güç olarak müdahale etmişlerdir. Yeniden çeki düzen vermişlerdir. Aslında 20. Yy ın başında ırak üzerindeki egemenlik şimdi tekrarlanıyor. ABD ve İngiltere eliyle oluyor. Irakla birlikte dengeleri yıktılar. Bu kadar büyük bir müdahale bir nevi Ortadoğu’nun da üçüncü dünya savaşının gerçekleşmesiydi. Şimdi ABD ve İngiltere bu müdahaleye bağlı olarak Ortadoğu dengelerini yeniden oluşturmak istemektedirler. Yani yeni bir Sykes- Picot anlaşması ya da politikası uygulanmaktadır. Sykes-Picot güncelleştirilmektedir. 20.yy ekonomik siyasi askeri sosyal ve kültürel ihtiyaçlara göre yeniden şekillendirilmeye çalışılmaktadır. ABD’nin BOP ve bunun içindeki siyasal değişiklikler bir yönüyle Sykes-Picot olmaktadır. Sykes-Picot Osmanlı imparatorluğu topraklarını bölme ve onun üzerinde yeni bir Ortadoğu siyasal sistemi oluşturmaktı. Şimdi de benzer bir sistem oluşturma süreci yaşanmaktadır. Eski dengeler yıkılmıştır yeni bir denge oluşturulmaktadır. Anlaşılıyor ki yeni Sykes-Picot içinde Kürtlere de belirli bir yer vardır. İsrail, Filistin statüsü daha da netleştirilecektir. Yeni bir anlaşmayla sonuçlandırılacaktır. Çünkü İsrail dışında bütün sınırlar aslında birinci dünya savaşındaki çok şiddetli savaş ortamında, Osmanlının yenilgiye uğratıldığı bir süreçte yaşanmıştı. Ama bu süreçte bir İsrail devletinin oluşumu gerçekleştirilememişti. Önemli hazırlıklar yapılmıştı ama gerçekleştirilememişti. İkinci dünya savaşından sonra fiili olarak bir devlet kuruldu. İsrail’e destek verilerek bu devletin kuruluşu gerçekleştirildi. Gerçekleşen bu üçüncü dünya savaşıyla İsrail’in statüsü, varlığı tümüyle bir anlaşmayla Araplara kabul ettirilecektir. İsrail-Filistin çatışmasında yaşanan süreci böyle görmek gerekiyor. Diğer önemli bir boyutu ise Kürtlerle ilgilidir. Anlaşılıyor ki Kürtlerle ilgili politikada önemli düzeyde oluşmuştur. Önderliğin sürekli olarak Katar ya da küçük bir Ermenistan dediği politika Kürdistan’da uygulanmaya çalışılacaktır. Güney Kürdistan’da bir devletçik zaten kurulmuştur. Bu devletçiğe destek vereceklerdir ama diğer Kürdistan parçaları ise o ülkelerin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununu çözerek değil de aslında 20. yy da da Kürt sorununu tümden çözmeyerek söz konusu ülkeler üzerinde sürekli bir baskı aracı olarak kullanmayı hesaplamaktadır. Bir taraftan güney Kürdistan’da bir devletçik kurulacak. Diğer taraftan bu devletçiğin milliyetçi, ulusal politikaları sürekli bölgedeki diğer ülkeleri tehdit edecek ama Kürt sorunu da çözülmeyecektir. Kürt sorununun çözümsüzlüğü ortamında hem bölge ülkeleri emperyalist kapitalist güçlere bağlanmış olacaktır. Bölge ülkeleri kendilerinin bölünmemesi için emperyalist kapitalist güçlerin böyle bir bölünmeyi yaratmaması için onlara muhtaç kılınacaktır. Kürt sorunu çözülmeyecek ama Kürtlerde her zaman bir umut içinde tutularak mevcut ülkelere sorun haline getirilecektir. Bu Kürtlere belirli bir umut, güneydeki oluşum temelinde bir umut gibi tutacaklardır böylelikle hem Kürtleri hem bölge ülkelerini kontrol altında tutmayı hesaplamaktadırlar. Önder Apo buna Sykes-Picot’a Kürtlerin dahil edilmesini belirtmektedir. Bunlar aslında Ortadoğu da sorunların çözülmesi demokratik temelde sorunların tümüyle ortadan kaldırılması anlamına gelmiyor. Ne İsrail-Filistin arasında yaptırılacak anlaşma bunu ifade ediyor ne de Kürt politikası bunu ifade ediyor. Çünkü ulus devletçi milliyetçi anlayış bırakılmıyor. Hatta ulus devletçi milliyetçi anlayış daha da körüklenerek yeni bir statü oluşturulmak isteniyor. Hem Filistinliler ulus devletçi bir anlayışla küçücük bir devletle sürekli bir sorun kaynağı haline getirilmeye çalışılacaktır hem de küçük Kürdistan’la diğer parçalarda sorunu çözmeyerek bütün Ortadoğu için sorun haline getirecektir. Önderlik bu politikanın yanlışını ifade etmek açısından ben küçük Kürdistan’a da karşıyım büyük Kürdistan’a da karşıyım dedi. Yani bütün Kürdistan parçalarının bir araya gelerek bir devlet kurulmasını da hem Ortadoğu halkları açısından doğru bulmadığı bunun bir çatışma ve kavga sorunu yaratacağını söyledi. Hem de güney Kürdistan’da küçük bir devletçik kurularak diğer yerlerde Kürt sorununu çözmeyerek Kürtleri 20. Yy da sürekli Ortadoğu da sorun haline getirme, hem Kürtleri bağlama hem de bölge ülkelerini Kürtler eliyle kontrol etmek politikasına karşı çıktı. Bunun yerine bütün parçalarda Kürt sorununu demokratik temelde çözerek Kürtler arasındaki sınırlar sorun yaratmadan ilişkilerin geliştirilmesini Kürt sorununu esas çözümü olarak değerlendirdi. Böylece İngiltere’nin esas olarak yönlendirdiği bütün Kürdistan parçalarındaki sorunu bir tarafa bırakma Kürtleri küçük bir güney Kürdistan’la avutma politikasına karşı çıkılmasını istedi. Çünkü bu sorunla Kürt sorunun çözülemeyeceğini aksine ne Kürtlerine bölge ülkelerinin rahat edebileceğini vurguladı.
Sykes-Picot anlaşmasında mutabakatı halkların iradesini almadan çıkarlarını gözetmeden halkların hiçbir siyasi gücüyle tartışmadan kendi çıkarları doğrultusunda masa başında yapılmış bir planlamaydı. Bu nedenle 20. yy Ortadoğu açısından hep kavgalı sancılı geçti. Çünkü halkların demokratik iradesine dayalı adil eşit bir politik denge oluşmamıştı. Tamamen İngiltere’nin ve Fransa’nın 20. Yy da hâkimiyetlerini sürdürmek için oluşturdukları bir düzendi. Bugünde yine halkların iradesi dikkate alınmadan kendi çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’ya çeki düzen vermektedirler. Kürt sorununa bu çerçevede yaklaşmaktadırlar. Filistin sorununa bu çerçevede yaklaşmaktadırlar. Halkların demokratik özlemlerine istemlerine böyle yaklaşmaktadırlar. Kesinlikle halkların iradesini esas alan halkların demokrasi ve Özgürlüğünü düşünen bir yaklaşım yoktur. Böyle bir anlayış üzerine kurulacak yeni bir sisteminde yine on yıllarca halklara acı çektireceği sıkıntı çektireceği, halklara arası kavgaya zemin hazırlayacağı açıktır. Bu yönüyle Ortadoğu da eski dengelerin yıkıldığı yeni dengelerin kurulduğu bir dönemde halkların dıştan dayatılan her türlü çözüme karşı durması gerekiyor. Kendi demokratik iradesini ortaya koyarak çözümler oluşturması gerekiyor ulus devletçi anlayışın bir tarafa bırakılması gerekiyor. Küresel emperyalizm ulus devletleri eskisi gibi korunmasını ön görmüyor. Ulus devlet sınırlarının gevşetilmesini yumuşatılmasını istiyor ama çözümü milliyetçidir. Bu yönüyle de ulus devletçidir. Ulus devletçi zihniyeti tümden ortadan kaldıran bir çözüm değildir. Halkların demokratik iradesini, birliğine dayanmayan her çözüm ister istemez belirli egemen sınıfların çıkarını gözetecektir. Söz konusu egemen sistemler demokratik bir siyasal sistem kuramadıkları için demokratik bir siyasetin demokratik bir sistemin oluşturduğu bir siyasal sistem ve kültürün parçası olamadıkları için tabi ki milliyetçi ulus devletçi anlayışı devam ettirecekler. Bu da Ortadoğu da sorunları çözmeyecektir. Bu nedenle yeni Sykes-Picot anlaşması tehlikelidir. Yeni çatışmaların kavgaların tohumlarını atmaktadır. Bu nedenle karşı çıkılması gerekir. Tabi ki Ortadoğu’nun yeni bir düzenlemeye ihtiyacı var. Ortadoğu 19. yy da ki 20. yy da ki statükolarda halklara acı vermiştir. Bu yönüyle mevcut statükoları gerçekten ihtiyaca cevap vermiyor. Ama ihtiyaca cevap vermezken, vermediği görülüp değiştirilmek istenirken bu değişiminde halkların iradesini esas alarak olması gerekiyor. Burada da en önemli husus 20. Yy da nasıl Kürtlerin iradesi dikkate alınmamıştı. Bununda Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde özgür yaşamına olumsuz etki yaptı, bu günde hala Kürt sorununun çözümsüzlüğü Ortadoğu halklarına verilmiş ceza verilmiş gibidir. Kürt sorununun çözümsüzlüğünün sadece Kürtlere değil bütün bölge ülkelerine halklarına zarar vermektedir. Yine 20 yy da da güncelleştirilmek istenen Sykes-Picot’ta da Kürt sorunu çözümsüz bırakılmaktadır. Yine yalnız Kürtlere değil bütün halklara ceza olacak bir çözümsüzlüğe mahkum edilmiş bir Kürt sorunu varlığını sürdürecektir. Bununda aslında Ortadoğu’yu böl yönet parçala ya da birbirine karşı kullan. Sürekli gerilimli çatışmada tut ve hakim ol politikasının yeni koşullarda sürmesi anlamına gelmektedir. Eğer batı yada başka güçler Ortadoğu da değişmesi gereken bir şey olması gerektiği bir şey olduğunu söylüyorlarsa görüyorlarsa bunu halklarla birlikte yapmalıdırlar. Halkların iradesini dikkate alarak yapmalıdırlar. Tabi ki Ortadoğu halkları Hıristiyanlık düşmanlığı batı düşmanlığı yapmamalıdır. Hiçbir topluma, topluluğa uygarlığa sisteme düşman olmamalıdır eleştirebilir ama belirli bir uzlaşmayı yaşayabilirler. Bu yönüyle Ortadoğu da bu dünyanın bir parçasıdır Ortadoğu’nun kendisinin dünyaya kapatması doğru değildir. Dünyayla siyasal ekonomik kültürel ilişkileri olabilir. Ama bunun tek taraflı bir irade dayatmasıyla değil, halkların da iradesini dikkate alan Ortadoğu’nun demokratikleşmesine dayanan bir ilişki olması gerekmektedir. Biz Ortadoğu da Ortadoğu halklarıyla Avrupa halklarıyla dünya arasında bir ilişki kurulacaksa böyle bir demokratik irade temelinde kurulmasından yanayız. Öyle ne Avrupa’nın Ortadoğu’yu bastırma politikası tümden iradesini kırıp kendisini dayatma politikası doğrudur ve gerçekleşebilir bir yaklaşımdır ne de Ortadoğu’nun kendini dünyaya kapatması kendi içine kapanık bir yaşam doğrudur ve uygulanabilir konudur. Bu ikisini de aşan ama halkların iradesini dikkate alan ve bu temelde siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştiği bir Ortadoğu düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Demokratik bir Ortadoğu’nun gerçekleşmesine ihtiyaç vardır. Ortadoğu sorunlarının demokratik temelde halkların kardeşliği temelinde gerçekleştirilmesine ihtiyaç vardır. Ortadoğu da kesinlikle ulus devletçi milliyetçi anlayışların bırakılmasına ihtiyaç vardır. Ulus devletçi, ulusçuluğa çok vurgu yapan milliyetçi anlayışların kesinlikle bırakılması gerekmektedir. Hiçbir milliyetçilik Arap olsun Kürt olsun Fars olsun doğru değildir. Ezen milliyetçilik yanlıştır, ezileninki doğrudur demekte bir yanlış yaklaşımdır belki ezilenlerin bu yönlü tepkilerini bazı şeylerini anlamak, ezenlere karşı tepkilerini anlamak mümkündür ama bu ezilenlerin milliyetçiliği doğrudur, yanlıştır biçiminde bir yaklaşıma götürmemelidir. Kesinlikle karşı çıkılmalıdır. Anlamak bu tür tepkilerin nerden geldiğini görmek farklı bir şeydir buna hak vermek çok daha farklı bir şeydir.
Bölgenin dış güçler tarafından halkların iradesini alınmadan düzenlemesine karşıyız. Bölgede Türk, Fars, Arap sömürgecilerinin ulus devletçi anlayışının halkların iradesini dikkate almayan ve dayatmacı baskıcı politikalarına karşıyız. İsrail’in Filistin halkın iradesini dikkate almayan kendi gücünü ortaya koymak için bütün halklarının iradesini kırmak isteyen Filistinliler şahsında Ortadoğu halklarının iradesini kırmak isteyen, kendisini Ortadoğu da eşit kardeşçe yaşayan demokrasi içinde yaşayan komşularıyla barışçıl yaşayan, güven içinde yaşayan bir politika değil de onların sürekli istikrarsızlık içinde olması zayıf kalmasını iç sorunlarla boğuşmasını düşünen, kendi güvenliğini buna bağlayan bir zihniyetle hareket etmesi kabul edilemez. Bunlar kabul edilemeyecek yaklaşımlar olduğu gibi milliyetçiliğin kürdü de arabı da yanlıştır. Bu yönüyle Hamas'ında çok milliyetçi yaklaşımlarla yine katı dinsel yaklaşımlarla Yahudiliği ret eden tümden Ortadoğu’da silinmesini isteyen zihniyetin aşılmayan bu zihniyeti de kabul edilemez. Bunların da aşılması gerekmektedir. Özellikle Kürtlük ve Yahudilik Ortadoğu’nun en kadim kültürlerindendir. Kürtlerde Ortadoğu’daki kültürel gelişmeye çok zengin katkı sunacağı gibi Yahudilerde sunabilir. Yahudiler eğer Ortadoğu da halkların kardeşliği temelinde yaşarlarsa aslında Ortadoğu’ya çok büyük güç kazandırırlar. Ortadoğu'nun yeniden uygarlığın merkezi haline gelmesinde sadece Arap, Kürt, Fars kültürü yada İslamiyet değil Yahudilikte önemli bir katkı sunar. Biz sorunlara böyle yaklaşılmasından yanayız.
Avareş Ruken
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
17 Mayıs günü Şırnak'ın Uludere ilçesi sınır hattına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından korucularında katılımıyla bir operasyon başlatılmıştır. 17-20 Mayıs tarihleri arasında Şırnak’ın Uludere ilçesi sınır hattında bulunan Meymun tepesini tutmak isteyen İşgalci TC ordusu ile gerillalarımız arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
“Asimilasyon kavramı uygarlık toplumlarında iktidar ve sermaye tekellerinin kölelik statüsü altına aldıkları toplumsal grupların üzerine uyguladıkları ve kendi eki, uzantısı durumuna indirgemek için tek taraflı ilişki ve eylemini ifade eder.”
“Asimilasyonda esas olan iktidar ve sömürü mekanizmasına en az maliyetle köle oluşturmaktır. Asimile edilen grubun öz kimliği ve direnci dağıtılıp kırılarak hakim elit içinde hizmetlerine en uygun kölelerin derlendiği konuma düşülür. Burada asimile edilen köleye düşen temel işlev efendisine mutlak benzeşme, eki, uzantısı olma uğruna her tür çabayı göstererek kendini kanıtlamak ve böylelikle sistemde kendine yer yapmaktır. Başka hiçbir çaresi yoktur. Yaşayabilmek için eski toplumsal kimliğini bir an önce terk etmek, efendilerinin kültürüne kendini en iyi adapte etmek tek seçenek olarak sunulmuştur.”
“Soykırım, asimilasyon yöntemleriyle üstesinden gelinemeyen halkın, azınlıkların, her türlü farklı din, mezhep, etnik grupların fiziki ve kültürel olarak tamamen tasfiyesini amaçlar.
Fiziki soykırım yöntemi genellikle hakim elit kültürüne, ulus-devlet kültürüne göre üstün konumda olan kültürel gruplara uygulanır.
İkinci soykırım yöntemi olan kültürel soykırım denemeleri ise daha çok hakim elit ve ulus-devlet kültürüne göre zayıf ve gelişmemiş durumda bulunan halk, etnik ve inanç gruplarının üzerinde uygulanır.”
Kürdistan’da bugün uygulanan asimilasyondan daha ileri olan kültürel soykırımdır. Kültürel soykırımın hedefi bir halkı tümden kendisinden yabancılaştırarak, kendisi olmanın önünü almaktır. Elbette kültürel soykırım sadece bu değildir. Kültürel soykırımı daha fazlasını da ifade etmektedir. Öyle bir kişilik yaratacaksın ki o kişilik öncelikle kendisinden uzaklaşsın, bunun yetmediği yerlerde ise içine doğduğu toplumun tüm kültürel değerlerini eritmek için özenle çalışsın ya da çalıştırılsın.
Öyle ki kendi kültürünü küçümsesin, hor görsün. Bunun için de kendi kültürel değerlerine karşı kullanılsın. Hatta kimi zaman gönüllü bu işi üstlensin.
Evet, bugün Kürdistan’da yeni devletleşen Akepe tüm hızıyla Kürtleri eritiyor. Eritmek için dünyada gördükleri ve öğrendikleri ne kadar yol yöntem varsa hepsini kullanıyorlar.
Öyle ki bu devlette faşizmin en yaygın olduğu yıllarda bile bu kadar tekçi zihniyet uygulanmamıştır. Bu kadar ”tekler” bir arada bu yaygınlıkta kullanılmamıştır. “Tek devlet, Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek dil, tek din” derken her şeyde yaygın bir şekilde tekleşmeler yaşanmaktadır. Ve birde bu tekliğe karşı duranlar korkunç gerekçelerle içerilere doldurulmaktadır.
Bugün yaklaşık 8000 siyasetçi, aydın, sanatçı, gazeteci, avukat, sivil toplumcu Kürt ya da dostu içeriye atılmıştır. Yıllara varan cezalar onları beklemektedir.
Bugün Akepe ve cemaatin polisi inanılmaz ölçüde halkımıza karşı saldırılar yürütmektedir. Öyle ki sene sonu gelmeden biber gazları bile bitmiş, Erdoğan’ın özel fonuyla yeniden gaz alamı yapılarak halkımızın üzerine sıkmaya devam etmişlerdir.
Bugün çok sayıda katledilmiş gencin ve çocuğun davaları halen sonuçlanmamıştır. Sonuçlanmayı bırakalım bizatihi öldürülenlere, katledilenlere ve de işkence görenlere bunların faturası kesilmektedir.
Bugün artık eskisi gibi gizli katletmeyi terk ederek bizatihi Erdoğan ve partisinin emriyle 34 Kürt genci uçaklarla Roborski yakınlarında katledilmiştir.
Bugün Kürt gerillasına kimyasal silahlar kullanılmaktadır, şehit düşmüş gerillaların cenazeleriyle oynanmaktadır, şehit düşmüş gerillalar için yollara koyulan halkımızın bu gençlerin cenazelerini kaldırılmalarına çoğu zaman izin verilmemekte ve halkımıza saldırılmaktadır.
Bugün halkımızın en doğal hakkı olan sivil demokratik eylemlerine henüz şehirlerinden otobüslere binmeden önü haydutça kesilerek demokratik eylem koyma haklarına el konulmaktadır.
Bu ve buna benzer onlarca suçu bizatihi Akepe yapmaktadır. Bunların tümü kültürel soykırımı başarıya götürmenin planlarıdır. Halkımızın en doğal olan doğuştan gelen halklarına bu denli saldıran, inkar eden ve bu inkarı imhaya götüren bir zihniyet ve uygulama bir suçu ve suçları içermektedir.
Kültürel soykırım bir suçtur. İnsanlık suçudur. Kürdistan’da bu suçu uygulayanlara, bu suça iştirak edenlere, bu suçun ve suçların işlenmesine arka çıkanlara, bu zihniyeti destekleyenlere, yani Akepe’nin bu faşizan politikalarının yanında duranlara, bu politikaların uygulanması için Kürdistan’da bu faşizmle işbirliği yapanlara karşı artık sessiz kalınmayacaktır. İşlenen bu kadar insanlık suçuna sessiz kalınmayacaktır. Artık her kim ki bu faşizan zihniyete yakın duruyorsa, bunların Kürdistan’da temsilciliğini yapıyorsa insanlık suçu işlemiş sayılacak ve özgürlük mahkemelerinde yargılanacaktır.
Özcesi halkımıza ve demokratik yapılara yüz binlerce polisiyle, yüz binlerce askeriyle, on binlerce paramiliter güçleriyle saldırarak içeriye atan bu faşist zihniyete karşılık her zamankinden çok ileri düzeyde cevap verilecektir. Sizlerin faşist mahkemelerinizi tanımadığımız bunun yerine halkımızın demokratik mahkemelerine bu insanlık suçu işleyen kişi ve kişilikleri yargılayacağımızı herkes bilmelidir.
Geçen yıllardan beri onlarca kez uyarmamıza, kimisine özel haber göndermemize rağmen bu uyarılarımızı dikkate almayarak Akepe’nin Yeşil Türki Faşizminin Kürdistan’da savunuculuğunu yapan bu kişilere artık tahammül gösterilmeyeceğini yaşanan birkaç tutuklanma göstermiştir. Ancak bu birkaç tutuklamayla sınırlı kalmayacak ve tutuklamalar devam edecektir.
Dediğimiz gibi artık bu kişilikler halk mahkemelerinden yargılanacaklardır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Saygın bazı yazarlarında sıkça belirttiği gibi lafı uzatmanın hiçbir anlamı yoktur. Doğrudan, dolaysız sorular sormak en doğru yöntemdir.
Roborski’de katledilen 34 Kürt gencinin katledilmesinin talimatını kim verdi?
Bu katliamda sorumlu kim?
Emir kimden?
Vurun diyen kim?
“BBG’lerde” izleyipte ardından 34 çocuğun katledilmesinin yolunu açan ve düğmeye basıpta öldürün diyen kim?
Dediğimiz gibi Türkiye’de çok soru sormaya gerek yoktur. Sorulması gerekli olan birkaç sorudan bir tanesi Roborski’de 34 insanı katledenin ya da katledenlerin kim ve kimler olduğu sorusudur.
Aylardır sürüpte bir türlü neden bitmeyen bir soruşturma sürdürülüyor?
Soruları sormaya devam edelim:
Neyi araştırıyorsunuz?
Kimi sorguluyorsunuz?
Netleşmeyen nedir?
Daha saklı gizli olan kalmış mıdır?
Ya da başka bir şekilde soruları soralım:
Neden soruşturma bitmiyor?
Soruşturmanın sonuçlanmasını engelleyen kimdir ya da kimlerdir?
Kim bilgi vermiyor ya da vermek istemiyor?
Kim neden bu olayın faillerinin bulunmasından kaygı duyuyor?
Gerçekten birilerine mi dokunacak bu soruşturma?
Birilerinin “kellesi” mi gidecek?
Fatura çok mu yukarılara mı kesilecek? Korku bu mu?
Eğer korku buysa korkulmasına gerek yoktur.
Çünkü Roborski katliamın talimatını veren bizatihi Başbakan Erdoğan’dır. Uygulayan ise Kimyasal Necdet Özel ve de şürekasıdır.
Yurt dışı bir operasyon yapılmıştır. Yurtdışı operasyon ise Genelkurmay’ın onayıyla yapılacak bir operasyondur. Ancak yurtdışı operasyonuna onay verecek tek kişi ise Başbakan Erdoğan’dır.
Evet, soruları tekrar soralım:
Roborski katliamının açığa çıkmasından çok mu korkuyorsunuz?
Çok mu telaşlısınız?
Çok mu gerginsiniz?
Etrafa Başbakan Erdoğan’ın bu kadar saldırmasının altında yatan tek gerçek bu mudur?
Hiç şüphe yoktur ki tek gerçek Roborski katliamı olamaz. Böyle olsa katliamın yapıldığı günün hemen ertesinde “Bu yapılan çalışmalar, gösterdikleri hassasiyet sebebiyle gerek Genelkurmay Başkanıma, gerek bölgede hizmet veren komuta kademesinin hepsine, bu konudaki hassasiyetleri sebebiyle de şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum” der miydi? Herhalde böyle olsaydı suçu işlemiş olanlarla bu kadar ortaklaşmayı ve onları savunmayı üstlenmezdi.
Böyle olmadığı kesindir. Peki, neden Başbakan Erdoğan bu kadar saldırgan, şiddet heveslisi olmuştur? Neden bu kadar kendisine gelen eleştirilere bu denli saldırgan cevaplar vererek adeta etrafına bir savunma kalkanı oluşturmaktadır?
Evet, saldırganlığının, kendisini savunmasının esas nedeni açıktır: Başbakan Erdoğan Roborski katliamıyla Lahey mahkemesinin önüne çıkarılacaktır. Çünkü Roborski katliamının talimatını veren bizatihi Erdoğan’dır. Uygulayan ya da uygulatan ise Kimyasal Necdet Özel’dir.
Evet, Erdoğan’ın gideceği yer uluslar arası adalet divanı yani Lahey’dir. Ve biz Kürtlerin Lahey’de Erdoğan’ı bekleyeceğimizi Başbakan Erdoğan ve cümle cemaat tüm yandaşları, siyasetçileri, askerleri, polisleri ve hatta polisçik basını da bilsin.
Lamı cimi yok, Roborski’nin hesabını vereceksiniz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 18 Mayıs günü Bitlis ile Bitlis’e bağlı Şex Cuma köyü arasında gerillalarımız bir yol kontrolü gerçekleştirmiştir. 15 aracı durdurarak kimlik kontrolü yapan gerillalarımız değişik suçlara karıştığı iddiası bulunan 6 korucuyu tutuklamıştır. Soruşturmaları devam eden korucular hakkında daha sonra kamuoyu bilgilendirilecektir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Mayıs günü sabah 07.30 sularında Hatay’ın Dörtyol ilçesine bağlı Bılke yaylası ve Konserve tepesine yönelik operasyona çıkan işgalci TC ordusuna yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Mayıs günü Amed’in Lice ilçesine bağlı Korxê Karakol Tepesine yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın 1 askeri gerillalarımız tarafından öldürülürken 4 asker ise yaralanmıştır. Eylem ardından düşman ölü ve yaralılarını skorsky tipi helikopterler ile eylem alanından uzaklaştırmıştır.
- Ayrıntılar
Mayıs şehitleri ayı ve 18 Mayıs Şehitler Gününde tüm şehitlerimizi saygıyla anarken, bütün gücümüzle anılarının gereklerini yerine getirmesini bilmeliyiz.
Hareketimizin ilk grup aşamasında ve kendini yaşama çekerken hiç beklemediğimiz, sonuçlarını düşmanın da, bizim de kestiremediğimiz gelişmeler ortaya çıktı. Dikkatlice ele alınmasaydı, gerekleri yerine getirilmeseydi tarih bambaşka olurdu. Ve öyle inanıyoruz ki doğru ele almamızla birlikte tarihin seyrini değiştirmeye çalıştığımız başta Haki Karer yoldaş olmak üzere ve ardı sıra gelen tüm şehitlerimizin anısına verdiğimiz doğru karşılıkla yaşam kavgamıza, onun olağanüstü özgürlük atılımlarına ve günümüzde de çok yoğunca yaşadığımız savaş gerçekliğine ulaştık. Kısmen de olsa onları saygıyla anabilme ve emrettiklerinin gereklerini yerine getirebilme görevlerimize sahip çıktığımızı söyleyebiliriz.
Mayıs ayı en çok şehidin mevcut olduğu, sanırım şimdiye kadar her gününe bir şehit değil, bu ayın belki de her saatine bir şehit sığdırdığımız bilinir ve biz de bu şehitler ayı anısına bağlı olarak işlerimizi en sağlam bir hamlenin gereği olarak yürütürüz. Mayıs ayı bizim hamle ayıdır, şehitlerin anısına bağlı olmanın ayıdır. Ve hepsi de görkemli hamlelerle karşılanır, biz birçok şehide söz verdik. Davamızı yaşatacağız diye söz veriyorsunuz, bu tamamen kesintisiz giderek büyüyen, savaşan bir örgütle mümkündür. İşte biz bunu mümkün kıldık. Söze bağlı olmak basit değil. Bize inanarak şehit düştüler. Denizler, Türkiyeli sosyalistlere, Kürt sosyalistlerine inanarak idam sehpasına cesur çıktılar, cesur şiar attılar, tekmeyi savurdular idam sehpasına. Çıkarılacak tek sonuç bu cesarete karşılık vermektir.
Birçok devrimci bu anılara bağlı olmanın gereği olarak örgüt de kurdular, ama hiçbirisi bizim kadar layık olmadı, hiçbirisi bizim kadar bunların savaş şiarlarına işlerlik kazandırmadı. Bu da bir gerçektir ve çok önemlidir. İdam sehpasında can vermek deyip geçmeyin ve bazı şiarlar atıldı deyip geçmeyin, onlar büyük eylemlerdir. Her zaman Büyük saygıyla anılması ve gereklerinin yapılması gereken eylemlerdir, kişiliklerdir. Bu çok önemlidir. Bizim en büyük değerlerimizden birisi de şehitlere gerçekten böyle layık olmasını bilmektir.
Bu şehitler ayı düşmanın beklentilerinin tersine, onu derinden bir bunalıma iterek, krizini her düzeyde daha geliştirerek, kendine güvenini zayıflatarak, tam tersine halkımızın umudunu büyüterek, gerillayı da sağlam temellere oturtarak, tüm mevzilere daha şimdiden bu bahar perspektiflerini ulaştırarak büyük bir güçlenmenin yolu açılmıştır, bunun imkanını elde etmiştir. Biz bu çalışmayı bu temelde yürüttük. Bu bahar çalışmalarımızı, bahar derslerini, perspektiflerini, diğer tüm baharları bir tarafa bile bıraksak, yalnız bu baharı böyle kendimize mal edersek zafer için yeterlidir.
Son konuşmamla nasıl öğrenmeniz gerektiğini, neden mutlak öğrenmeniz gerektiğini vurguladım. O temelde militanlığı öğrenirseniz, bahar dersleri muhtaç olacağınız bütün gücü veriyor. Her engeli aştırabilir, her sorunu çözdürebilir. İster ideolojik-siyasi, ister askeri tüm ele alacağınız çalışmalarda büyük bir sıçrama yaptırabilir, yeter ki, dersleri yakıcı bir biçimde ısrarla, sonuna kadar öğrenin. Öğrenmek bu anlamda en büyük eylemdir. Eylemde, eylemin örgütlendirilmesinde eğitim temeldir. Ve burada da verilen eğitim, gerek sağlam örgüt ölçülerini yakalamak, gerekse onun sonucu olarak eylemi geliştirmek için oldukça kapsamlıdır. Öğrenme işinde ısrarlı olacaksınız.
Bu şehitler halen diri ve karşınızda. Düşmana gösterdikleri çok onurlu ve büyük kini, öfkeyi unutmayız. Her an onların günlük emir komutasındayız, gücümüzce layık olmaya çalışacağız. Onların kini, onların yaşamının emrettiklerini yerine getirmek için, durup dinlenmek yok. Ben biraz bağlı kalmaya çalıştım, biraz onların sözcüsü olacağım dedim. Sanıyorum biraz layık oldum. Daha fazlasını bundan sonra karşılamaya çalışacağım. Arkadaşlarımı hiçbir zaman yalnız bırakmayacağım. Siz de eğer benimle geliyorsanız, bu yoldaşların yoldaşı olmayı bilmelisiniz. Başka hiçbir şey sizi, onlara layık bir yoldaş kılmaz ve bunlar tarihin değerleridir.
Ben, kendini yakan bir genç kızın anısının unutulmasını affetmem. Bu direnişçiliğin anlamını göz ardı eden insanı, insan yerine koymam. Hele PKK’liyse, kendi başına bile bir parti olan bu değerleri kendine hakim kılamazsa, asla onu bir PKK’li sayamam. Çünkü ben onların yoldaşıyım.
Biz her zaman şunu söyledik; eğer görevlerimize biraz böyle bağlı kalabilmişsek ve eğer halen direnişten vazgeçmiyorsak, burada rol oynayan en temel husus; kesinlikle bütün direnişçilerin ve özellikle de direniş şehitlerinin anısına gösterdiğimiz bağlılıktır.
REBER APO -DERLEMELER
- Ayrıntılar