Basına ve Kamuoyuna!
10 Mayıs gününden beri aralıklarla Hakkari'nin Çukurca ilçesine bağlı Ertuş ve Cilo alanları, Erbiş köyü, Şifreza Köyü, Petrot Köyü, Hilalê Köyü ile Cennetê Köyüne yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 10 Mayıs günü saat 12.00 sularında Colemerg’in Çele ilçesinde bulunan Sere Seve Topçu Taburuna yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. YJA Star gerillalarımız tarafından 3 koldan gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın tespit edilebilen 3 askeri öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 8 Mayıs günü Hakkari merkeze bağlı Kato Kavale ve Peyanus alanlarına yönelik işgalci TC ordusu tarafından gizli birliklerle başlatılan operasyona yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Aynı gün akşam saat 20.00 sularında Kato Kavale’ye bağlı Sûlehê ve Gire Memendoka’da gerçekleştirilen eylemde 4 uzman çavuş öldürülmüş, 3 asker de yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Mayıs günü sabah saatlerinde Van'ın Çatak ilçesine bağlı Geliyê Masiro alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon aynı gün akşam saatlerinde sonuçsuz bir şekilde geri çekilmiştir.
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Mayıs günü saat 22.30 sularında Şırnak'ın Gundikê Melê (Balveren) köyü yakınlarında operasyona çıkan polis ve askerlerden oluşan düşman birliği ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışma sonucunda tarafımızdan netleştirilen 2 polis gerillalarımız tarafından öldürülmüştür. Yaşanan bu çatışmalarda ayrıca 2 gerillamızda kahramanca çatışarak şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Bir arkadaşımızın mayıs ayına ilişkin yazdığı kısa bir şiirle girelim:
“Bir türküdür gerillanın dilinde özlem
Bir halaydır gerilla yürüyüşü
Olgunlaşan aşk gibi
Meyveye duruş
Gulandır
Güllerin derilişidir Mayıs”
“Mayıs ayı en çok şehidin mevcut olduğu, sanırım şimdiye kadar her gününe bir şehit değil, bu ayın belki de her saatine bir şehit sığdırdığımız bilinir ve biz de bu şehitler ayı anısına bağlı olarak işlerimizi en sağlam bir hamlenin gereği olarak yürütürüz. Mayıs ayı bizim hamle ayıdır, şehitlerin anısına bağlı olmanın ayıdır. Ve hepsi de görkemli hamlelerle karşılanır, biz birçok şehide söz verdik. Davamızı yaşatacağız diye söz veriyorsunuz, bu tamamen kesintisiz giderek büyüyen, savaşan bir örgütle mümkündür. İşte biz bunu mümkün kıldık. Söze bağlı olmak basit değil. Bize inanarak şehit düştüler. Denizler, Türkiyeli sosyalistlere, Kürt sosyalistlerine inanarak idam sehpasına cesur çıktılar, cesur şiar attılar, tekmeyi savurdular idam sehpasına. Çıkarılacak tek sonuç bu cesarete karşılık vermektir” diyor Kürt halk önderliği.
Evet, şehitleri ve mayıs şehitlerini böyle ele alıyor Kürt halk önderliği.
Mayıs ayı sadece biz Kürtler açısından önemli bir direniş ayını ifade etmiyor. Mayıs ayı neredeyse tüm halkların direniş tarihinde önemli bir direniş kesitini oluşturuyor. Nedendir bilenmez, belki de tam da kestirilemez ama mayıs ayının böyle direnişi bol olan bir ay olduğu kesindir.
1 Mayıs dünya emekçilerinin direniş bayramı, 6 Mayıs büyük Türkiye devrim şehitleri olan Deniz, Yusuf ve Hüseyin; peşinden de İbrahim Kaypakayalar, derken nice Türkiye devrimcisinin şahadeti.
6 Mayıs Suriye’de Osmanlı paşası olan Cemal Paşa’nın 21 Arap aydınını Osmanlılara karşı gösterdikleri direnişten dolayı idam etmesi ve bugüne kadar gelen mayıs direniş geleneği. Evet, Araplarda 6 Mayıs günü şehitler günü olarak anılır. Çünkü işgale ve sömürgeciliğe karşı verilen en anlamlı şehitler bugünde verilmişti.
Ve Hakilerin, dörtlerin şahadetleri hep mayıs ayı içerisinde gerçekleşen şahadetlerdir. Yine biz de biliriz ki bu şahadetler bir halkın yeniden diriliş destanını da yaratırlar. Kahramanlar da aslında böyle var olurlar. Yani, kahramanlar varsa yaşam ve direniş vardır, kahramanlar yoksa yazılmamış ve geri bıraktırılmış bir halk ve tarih vardır. Ne diyor Kürt halk önderliği:
“Kahramanlar kendi toplumları için ödedikleri bedeller ve yürüttükleri mücadelelerle belli bir süre yaşarlar ve kendi bulundukları yerelin kahramanı haline gelir, yaşamaya, yaşatılmaya devam ederler. Neredeyse her etnisitenin, her klanın bir kahramanı, yaşayan efsanesi vardır. O toplumun çocukları, onlara dinletilen müziklerde, ninnilerde, anlatılan masallarda, daha sonraki süreçte bütün bir eğitim sistemi, günlük sosyal yaşam içerisindeki tüm kültürel, sanatsal, üretimsel faaliyetlere yedirilerek o insana mal edilebildiği oranda o insan toplumsallığının bir parçası haline gelirler” diyor.
Kürdistan devrimi açısından elbette şahadetler yukarıda dile gelenlerle sınırlı değildir. Önderliğimizin “her gününe bir şehit değil, bu ayın belki de her saatine bir şehit sığdırdığımız bilinir“ cümlesi Kürdistan devrim şehitleri açısından mayıs ayının yerini ortaya koyar.
Bahar tüm halklar tarihinde hamle günlerini ifade eder. Kışın ciddi yoğunlaşmalar ardından çıkışların en görkemli olanları hep birazda bu ayda gerçekleşir. Nasıl ki mayıs ayı direnişe kalkan halklar için önemliyse, direnişi kırmak isteyen egemenler açısından da mayıs ayı karşı çıkışlar için adeta vazgeçilemez aylardandır. Nedeni ise halkların kışın yaşadıkları yoğunlaşma ardından yapacakları hamleyi durdurmanın en iyi aylarından bir tanesi mayıs ayıdır.
Özcesi ezilenler hazırlanıp atağa kalkmak isterler mayıs ayında, ezenler de bu atağı yani hamleyi durdurmak için, ötelemek için saldırıya geçerler. Mayıs ayında kıyasıya bir direnişin yaşanması birazda bundandır.
PKK direniş tarihinde de mayıs ayı kıyasıya mücadelenin yaşandığı bir ay olmuştur. Bu direniş ayının anısına mayıs ayı bir nevi şehitler ayı iken, 18 Mayıs günü ise biz Kürtlerde şehitler günüdür.
18 Mayıs günü Antep’te hain bir güruh takımı tarafından Haki Karer yoldaşımızın katledilmesi esasta yukarıda söylenenlerin ne kadar doğru olduğunu gösterir. Kış ve bahar boyunca Önder Apo Kürdistan’ı dolaşarak toplantılar yapmıştı. Bu toplantılar ciddi bir hamlenin hazırlığına işarettir. Bunu fark eden işgalci güçler ve onlara bağlı komple ihanetçi hain takımı Haki Karer yoldaşı hedef alarak katlederler. Haki Karer yoldaşın hedeflenmesi sıradan bir seçim değildir. Yeni şekillenen, filizlenen bir hareketi kalbinden vurmadır, beyninden vurmadır. Kürt halk önderliğinin yıllar sonra Haki Karer yoldaş için “gizli ruhumdu” demesi bu bağlamda boşuna değildir.
Hani şair’in mısralarında Haki Karer yoldaşın şahadeti ardından dökülen mısralar gibi.
“Canım aldılar ecelsiz
Pırıl pırıl bir on sekiz mayıs günü
Yoluna baş koyduğum
Vebalim, sevdalım
Toprağına uzandım
Saplandı yağlı kurşunlar delikanlı bedenime
Tepeden tırnağa kandım
Ben insandım
Ben cümle ezilenlerin sadık dostu
Zulme, baskıya, sömürüye düşmandım
Bağımsızlık ve özgürlük kavgasında
En ön saflarındaydım mazlum halkımın
Elde silah kahramanca savaştım
Yokluğuma kadeh tokuşturdu hain takımı
Bilmediler ki ben söylenen türküde
Yakılan ağıtta ve dinmeyen silah seslerinde yaşayandım
Haki Karer yoldaş işte “yakılan ağıtta ve dinmeyen silah seslerinde” yaşayan biri olduğu için “Yurt sevgisini iğrenç bir maske gibi
Suratlarında taşıyanlar” canını alırlar ecelsiz.
Çok zaman geçmese de 1982 yılında büyük değişimlerin yaşandığı 17’yi 18’e bağlayan bir mayıs gününde bu kez dörtler diye bilinen Ferhat, Necmi, Eşref, Mahmut arkadaşlar fitili kendilerine çakarak 18 Mayısların nasıl iyi birer takipçisi olduklarını hepimize gösterdiler.
Yine kocaman bir kış gelmiş geçmiş, tartışmalar yürütülmüş, hazırlıklar yapılmış ve bir başka 18 Mayıs günü kibriti kendi bedeninde çakan, dört yiğit Kürdistan devrimcisi, ölümleriyle yeniden yaşamanın yolunu gösterirler. Mazlum Doğan baharın müjdecisi olarak 21 Mart günü üç kibrit çöpüyle Newroz’u kutlayıp zaten bir meşale oldular. Yapılması gereken Mazlum arkadaşın tek yaptığını daha da ileriye taşıyarak “teslimiyet ihanete, direniş zafere” yani doğru yaşama götürür şiarına denk bir direniş ve cevap içerisinde olmaktı.
Evet, mayıslar bizde hep böyle direnişlerle örülü olan bir aydır.
Kürdistan devrim süreci mayıs ayında bolca büyük destan yaratan şehitlere tanık olmuştu. Bir Leyla Kasım’ın Saddam rejimi tarafından idam edilmesi derken 1978’lerde Haki Karer, 1979’larda Halil Çavgun, 1982’lerde Dörtler, 1983’lerde Ramazan Kaplan, Mehmet Karasungur, İbrahim Bilgin ve 1990’lardan sonra, Ozan Mizgin, Hewler, 1999 yılında önce fedaimiz Ferhat Kotranis ve ardından da Amedli Sinan, Medeni-Nesih Özcan derken daha nice halk kahramanı.
Kürt halk önderliği:
“Bu şehitler halen diri ve karşınızda. Düşmana gösterdikleri çok onurlu ve büyük kini, öfkeyi unutmayız. Her an onların günlük emir komutasındayız, gücümüzce layık olmaya çalışacağız. Onların kini, onların yaşamının emrettiklerini yerine getirmek için, durup dinlenmek yok. Ben biraz bağlı kalmaya çalıştım, biraz onların sözcüsü olacağım dedim. Sanıyorum biraz layık oldum. Daha fazlasını bundan sonra karşılamaya çalışacağım. Arkadaşlarımı hiçbir zaman yalnız bırakmayacağım. Siz de eğer benimle geliyorsanız, bu yoldaşların yoldaşı olmayı bilmelisiniz. Başka hiçbir şey sizi, onlara layık bir yoldaş kılmaz ve bunlar tarihin değerleridir” diyerek şehitlere özelde de mayıs şehitlerine nasıl yaklaşmamız gerektiğini bize gösteriyor.
Başka bir deyimle: “Şehidi anlamak, şehide hakkını vermek, şehidin vasiyetine göre yaşamak bir devrimcinin en temel ve başta ele alması gereken görev ve sorumluluk olduğu gibi; bunu egemen kılmak, onun savaşımını kesin vermek, bağlılığın en vazgeçilmez bir gereğidir.”
Bir şehidin vasiyetine göre yaşamak belki de yaşamların en zorudur. Ancak belki de yaşamlarının en anlamlısıdır da aynı zamanda.
İnsanlar niçin ölümün üstüne üstüne yürümeye cesaret ederler diye sorulabilir. Herhalde verilecek ilk cevaplardan bir tanesi inandığı ve baş koyduğu davanın –bu baş koyma gerektiğinde kendi bedenini de götürse-haklı olduğuna inandığındandır. Yani ideallere olan bağlılığıdır.
İkinci önemli husus herhalde bu ideallerin gerçekleşmesine inanmaktır. Bu inanç nedir diye sorulacak olunursa verilecek en doğru cevap herhalde şu olacaktır: “yoldaşlarım benim yürüdüğüm ve yarı yolda iradem dışında bırakmak zorunda kaldığım yürüyüşü devam edeceklerdir. Dalgandırmak isteyipte yeterince dalgalandıramadığım bayrağı en yükseklerde dalgalandıracaklardır. Ve belki de üçüncü önemli bir hususta “aradığım özgürlük, adalet, ortaklık, eşitlik ve kardeşlik ülkesinin hayata geçirilmesidir” olacaktır.
Evet devrimciler bu üç temel direk üzerine kurdukları ilkeler ve inançları temelinde sonuna kadar tereddüt etmeden yürümesini bilmişlerdir. Eğer gelecekte savunduğum ve inandığım idealler gerçekleşmeyecekse, bunun için yoldaşlarım yürümeyeceklerse ve de özlediğim yaşamın, şairin deyimiyle:
“Yasamızda
Kilit vurulmuş
Yasak kapıları
Kırmak yok
Açmak var
Suları
Gürül gürül
Akıtmak var
Ve tüm insanları
İnsanca yaşatmak var.
Yasamızda
Kan
Barut
Ateş
Ölüm
Yok
Olmayacak
Özgürlük ve kardeşlik var” yoksa neden canımı, bedenimi ve de gençlik yıllarımı vereyim ki?
Evet, mayıs şehitlerini anarken bugün o büyük direnişçilerimize yüzümüzü dönüp dua ederken onların istedikleri, hayal ettikleri ve özlemlerini çektikleri bir yaşama doğru adım adım ilerlediğimizi gördükçe vicdanen daha rahat oluyor ve onlara layık bir yoldaş olduğumuzu söyleyebiliyoruz.
Bugün onların özlemi olan halkların kardeşliğine doğru yeniden adım adım Demokratik Ulus Bloğu temelinde ilerlerken Denizlerin, Yusufların, Hüseyinlerin, Kaypakayaların ve de Hakilerin, Karasungurların, Leyla Kasımlardan Gurbet Aydınlara kadar yaşamlarının en güzel anlarında canlarını bu idealler uğruna veren tüm mayıs ayı devrim şehitlerine daha yakın olduğumuzu görüyor ve inanıyoruz.
Evet, yeniden Kürt halk önderliğinin:
“Siz de eğer benimle geliyorsanız, bu yoldaşların yoldaşı olmayı bilmelisiniz. Başka hiçbir şey sizi, onlara layık bir yoldaş kılmaz ve bunlar tarihin değerleridir” diyerek bu yolun en amansız takipçisi olacağımıza dair halkımıza, ilerici insanlığa ve de şehitlere verdiğimiz sözümüzü yeniliyoruz.
Karer Celal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
2 Mayıs günü saat 20.00 sularında Maraş'ın Nurhak ilçesine bağlı Göksu suyu kaynağı yakınlarında bulunan Gürsel ve Umutlu köyleri yakınlarında göreve giden bir grup gerillamız ile düşman askeri arasında 7 saat süren bir çatışma yaşanmış, yaşanan çatışma sonucunda Beşir - Oruç Ay arkadaşımız kahramanca savaşarak şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Mayıs günü Dersim'e bağlı Küçük ve büyük Zel ile Rojnik alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından başlatılan operasyon Kulavik ve Arek alanlarını da içine alarak genişletilmiştir. Kapsamı genişletilen operasyon halen gizli birliklerin yoğun keşif ve pusulamaları şeklinde devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Bu gün Deniz’le başlayacağım bu yazıya. O heybetli bedeni ile mahkeme salonuna peşindekileri sürükleyerek bir ok gibi fırlayan, genç gözlerinde bizler için kuzey yıldızı gibi parlayan bir ışık bırakan Deniz Gezmiş ile... İçimizdeki Deniz ile yüreğimizde sakladığımız en güzel duygularımızı anlatan Deniz ile. Evet bu yazıya Deniz ile başlayacağım. Çünkü eminim O’nun da hikayesi Deniz’le başlıyordu.
Yağan yağmura rağmen sokağa tereddütsüz fırlamıştık. Sonbahardı ve yağmur değil yalnızca birazdan sokaklarına atılacağımız İstanbul’un kalabalığı korkutuyordu bizi. Herkes gibi koştura koştura yürüyorduk ama herkes gibi değildik. O koşuşturmacalar yağmur nedeni ile günü erken bitirenlerin ya da bir yerlere sığınmak isteyenlerin telaşıyla doluydu. Biz ise delice bir heyecanla sabaha yeni merhaba demiş gibiydik.
Bu sokaktan çok kez geçmiştik. Ve vitrinlerinden gözlerimizi hep uzak tutarak salına salına yürüyen kalabalıkları hızla arkamızda bırakmıştık. Bu kez gözlerim mağazaların vitrinlerinde hızla dolaşıyordu. İki kişiydik. Daha kolay olsun diye birimiz yolun sağındaki diğerimiz ise solundakileri kolaçan edecekti. Gözümüze kestirdiğimiz bir mağazaya hızla girdik sonunda. Gerçekten hızla girdik... Kapıdaki güvenlik görevlisini tedirgin edecek kadar hızla. Görevli şöyle bir süzüyordu bizi. Alışmıştık. Biraz durduk. Herhalde gözleri ile bizi iyice süzmesine fırsat vermek istiyorduk. İşini bitirse de girsek artık içeri diye mırıldandım sessizce. Arkadaşım güldü, rahatladık. Görevli yüzünü biraz ekşiterek, gözlerini ağır ağır çevirdi üzerimizden. Bu, ‘tamam içeri girebilirsiniz ama sizi gözüm tutmadı’ anlamında bir geçiş izni gibiydi. Yağmurdan kaçmak için mağazaya alış veriş yapma numarasıyla sığınan iki öteki gibiydik içeride. Herhalde bir kaç parça eşya alıp çıkmamız çok şaşırtacaktı onları.
Kışlık reyonlara doğru yaklaştık. Tezgahın önünde duran elemanlardan öte bucak kaçıyorduk hep. Bizimle ilgilenmesinler istiyorduk. Zaten kimsenin bizle ilgilendiği yoktu. Biz ise bundan memnunduk. ‘Ne oldu bulabildin mi?’ ‘Yok. Hepsi züppe işi’
Dışarı atıldık. İkinci bir mağazaya, sonra üçüncüye, sonra dördüncüye. Beş, altı, yedi... derken karanlık olmuştu ve yağmur dinmişti. Ama biz hala ıslaktık. Ben pes etmedim hiç. Arkadaşım için durum öyle değildi. Umut yoktu onun için. Ben ise gözlerimle görmüştüm. Biz de bulabilirdik.
Umutsuzca girmiştik o mağazaya. Reyonda o kabanı görünce şöyle bir zafer kazanmış edası ile baktım arkadaşıma. İşte o kabandandı. Demiştim yolda birinin üzerinde görmüştüm. O bulmuşsa biz de bulurduk. Herhalde bir tane tek üretmediler ya! Hani Deniz’in üzerinde hep özendiğimiz hani kapşonu tüylü ve göğüs hizasında cepleri olan parkaydı heyecanla baktığım. Hem de askeri renkli. Mağazada giyindik ikimiz de. Aynısından iki tane aldık. Birbirimize sık sık tebessümle baktık. Gurur duyduk birbirimizle. Elimiz boş girmiştik yine boş çıktık mağazadan. Sadece çıplak sırtımızda Deniz’in parkasından vardı artık. Ama Deniz değildik biz.
Ne zaman birinin sırtında bu parkadan görsem kendimi koyarım o parkanın içine, kendimi hayal ederim.
Diyarbakır adliye sarayının bizlere ayrılmış salonunda etrafımda bir kaç asker ile birlikte bekliyordum. Bileklerim kelepçeliydi Deniz’in bileklerindeki gibi ama mutluydum. Mutluluğum tedirgin ediyordu askerleri. Yeni mevzuat gereği mahkeme salonuna götürürlerken çıkaracaklardı kelepçemi. Ben ise böyle girmek istiyordum o salona. Deniz gibi. Bir ok gibi. Koluma hıncla girenleri peşimden sürüklercesine. Kolumdakiler koştura koştura girdiler salona. Beni peşlerinden sürüklemek istiyorlardı, emindim. Onlar da o görüntüleri izlemişti sanki. İzin vermek istememişlerdi. Zorlaya zorlaya, birbirimizi ite ite girdik salona. Hep Deniz aklımdaydı. Tek başımaydım, arkadaşlarım yoktu. Yine de Deniz gibi konuşmak isterdim orada. Hakim bir şey belirtmek istiyor musun? dediğinde ‘Tabi ki istiyorum’ dedim heyecanla. Avukatıma gözüm ilişmişti. İçimdeki Deniz’i o da görmüştü sanki. Gözleriyle sakinleştiriyordu beni, gerçeğe dönmem için telkin ediyordu. Deniz gibi konuşamadım hiç. Çünkü Deniz değildim ben.
Ama ne zaman bir kelepçe görsem kendimi düşlerim bileklerimde kelepçeyle... Deniz gibi kollarımdakileri peşimden sürükleyerek...
Dağlardaydım artık. Bir gün dinlediğim bir parçayla içimdeki Deniz yeniden bir daha kabarmıştı. Parçayı hatırlamıyorum, sözlerini de. Bir tek parçanın arasına döşenmiş Deniz’in konuşmaları işlenmişti kalbime. Bir çokları gibi ilk kez Deniz’in mahkeme konuşmalarını dinliyordum. Bir daha dinledim, bir daha. Sonra ağladım. Etrafımda gerillalara baktım uzunca. Onları izledim, onları dinledim hep. Deniz’in tam da kalbimdeyim şimdi. Binlerce Denizi’in tam içinde dedim kendi kendime ve gerillalar adına gururlandım.
Yine dağlardaydım. Haberlere şöyle bir bakmak için girdim mangadan içeri. Şöyle bakmak yetmedi, oturdum, izledim. İçimdeki Deniz bir daha bir daha kabardı o vakit. Orhan’ı dinledim. Orhan Yılmaz kaya’yı. Bostancı’da direnerek ele geçirdiği telsizden yaptığı o konuşmayı dinledim. Deniz gibi konuşuyordu o da. İsimlerini hiç unutmadığımız o devrimciler gibi. Kendisinin de tek tek ismini sıraladığı devrimciler gibi.
Sonra fotoğrafını gördüm. İşte dedim içimdeki Deniz. Yağmur altında umudumu yitirmeden sırtındaki parkasından bulmak için heyecanla koşturduğum. İşte mahkeme salonuna adım atarken bana cesaret veren Deniz. İşte milyonların yüreğiyle işittiği o sesin sahibi.
Gerillaların gözlerinde dolaştı gözlerim. Deniz’i dinler gibi dinliyorlardı. Gerçek bir devrimciyi dinler gibi. Tüm kanalları gezdim sırayla, bir daha dinledim, bir daha. Sonra ağladım. O gün yüreğimin duvarına Mazlum’un, Hayri’nin, Kemal’in, Zilan’ın Beritan’ın, Deniz’in Mahir’in, İbrahim’in,Sinan’ın Che’nin ve ismini sayamadığım daha bir çoğunun resminin yanına Orhan’ın da resmini astım.
Türkiyeli Devrimci Orhan’ın sesi bir halkın ve bir halkın kahramanları olan gerillanın yüreğinde dolaşıyor şimdi. Ve Onlar Mazlumca, Agitçe, Kemalca, Beritanca, Zilanca direnmenin yanıbaşına bir de Orhanca direnmek diye not düşüyorlar devrimciliğin kutsal kitabına.
Ben ise ne zaman o yağmurlu günde heyecanla ama umudumu yitirmeden aradığım o parkayı görsem Orhan’ı düşleyeceğim artık. Benim gibi binlercesi devrimciliğin simgesine dönüştürdüğümüz o parkayı en çok Orhan’a yakıştıracağız.
Doğan ÇETİN
- Ayrıntılar
Dünya tarihinde önemli kavşaklar vardır. Bu önemli kavşaklar insanlığın yeni yol haritasını çizmesinde büyük katkılarda bulunmuşlardır. Örneğin bir Hıristiyanlıkta Hz. İsa’nın katledilişi önemli tarihi bir dönemeçtir. Hz. Muhammed’in İslam’ı Ortadoğu’ya hakim kılarak yeni bir yol çizmesi önemli başka bir olaydır. Yine Fransız devrimi, Rus Bolşevik devrimi derken böyle tarihe çok fazla iz bırakan tarihi değerde olaylar yaşanmış ve bu olayların yaşanması insanlığın kaderini değiştiren roller oynayarak kaderlerinin farklı çizilmelerine götürmüştür. Böyle önemli olaylardan bir tanesi 1968 dünya gençlik hareketi ya da devrimidir.
1968 Gençlik hareketini anlamak için öncelikli olarak o yılları iyi anlamak, şartlarını iyi bilmek ve tabii ki yaşanmışları, insanlığı zorlayan olayları, olguları iyi bilmemiz gerekir.
1960-70 yıllar öncelikli olarak emperyalizm ile reel sosyalist devletlerin kıyasıya birbirleriyle mücadele ettikleri ancak her bir kampın kendisine yakın duran blokların oluşturulduğu yıllardı. Öyle ki adalet, eşitlik ve özgürlük için yola çıkan sosyalizm öğretisini savunduğunu iddia eden reel sosyalist devletler giderek bu öğretide uzaklaşıyor ve kapitalist modertinin en büyük silahı olan ulus devleti kökleştirdikçe kökleştiriyorlardı. Halbuki ulus devlet milliyetçiliktir. Ulus devlet baskıdır. Ulus devlet anti toplumculuktur. Ulus devlet sömürüdür. Dolayısıyla kapitalizmi ve emperyalizmi destekleyen hatta onun yedeğine düşmek demektir. Bu ise giderek dünyada baskının ve sömürünün artması demekti.
İkinci önemli bir durum Vietnam direnişidir. Vietnam halkının ABD emperyalizmine karşı gösterdikleri direniş özelde de 1968 yılında Vietnam direnişçilerinin adeta ABD askeri güçlerini süpüren TET Saldırısıdır. Ve bununla birlikte uluslar arena de giderek Vietnam halkına gelişen sempatidir.
Tüm bunlar yaşanırken dünya giderek fakirleşiyor. Devasa bir ekonomik kriz insanlığın karşısına koşar adımlarla geliyor. Halbuki dünya da milyarlarca dolar paralar sadece silahlara gidiyor. Silahlara gidecek paralar insanlık için kullanılmış olsa insanlık açlık sorunu çekmeyecek.
Ve bir de giderek gelişen bir kadın bilinci. Feminizm. Ve bunların tümünün ortak noktası ise kapitalist tüketim değerlerine karşı komünal değerlere geri dönüşü isteyen sistem karşıtı hareketler. Ve tüm bunların tam da ortasında bir gençlik. Hem de deli dolu bir gençlik. Özgür yaşamak isteyen bir gençlik. Artık bentleri kabul etmeyen, dizginlenemeye karşı duran, zapt edilemez enerjisiyle kendisi olmak isteyen bir gençlik.
Evet, bunlar ve belki de daha fazlası 1968 yılında birden bire sel gibi akan devasa bir nehre dönüşerek dünyanın tümüne yayıldı.
1968 patladığı zaman –Columbia Üniversitesi'nde, Paris'te, Prag'da, Mexico City'de ve Tokyo'da, İtalyan Ekimi'nde– bu gerçek bir patlama oldu. Merkezi bir yönelim yoktu, hesaplanmış bir taktik planlama yoktu. Patlama, yöneldiği kişiler için olduğu kadar katılanlar için de bir anlamda sürpriz oldu. En çok şaşıranlar, kendilerine nasıl bu kadar haksız ve politik bakımdan bu kadar tehlikeli görünen bir perspektiften gençler sosyalizmden uzaklaşmış olan, özgürlüklerden uzaklaşmış olan, adaletten uzaklaşmış olan sözde solcular olmuştur.
Gençlik hareketi kısa bir sürede dünyanın her yerine yayıldı. Bu gençlik hareketi birçok otorite ilişkisini ve en başta da her iki taraftaki Soğuk Savaş mutabakatını parçalayan bir patlamaydı. İdeolojik hegemonyalara her yerde gençlik meydan okuyordu. Karşı çıkmıştı. Özcesi alışılmış olana gençlik tam bir karşı duruşla başkaldırmıştı.
“1968 Devrimi esas olarak manevi kültür alanında ideolojik devrim olarak patlak verdi. Modern kültüre, onun tüm liberal, sağ ve sol türevlerine başkaldırıyordu. Bu anlamıyla önemli bir devrimdi.
En az Fransız ve Rus Politik Devrimleri kadar rol oynayan ideolojik bir devrimdi.
Modernitenin ideolojik hegemonyası inşa edildiğinden beri ilk defa kırılmaya uğramıştı.
Yüzlerce yıldan beri homojen toplum adına tutsaklaştırılan, asimile edilen, hatta soykırıma uğratılan kültürel, cinsel, etnik, dinsel ve yerel birçok toplumsal unsur kimlik savaşına kalkıştı.
Gençliğin bu savaşıma önderlik etmesi ayrıca anlamlıydı. Çünkü gençlik modernitenin en az etkilediği kesimdi. İdeolojik devrim yalnızca kapitalist liberalizme karşı yürütülmüyordu, liberal ulus-devlet kadar reel sosyalist ulus-devletle de köprüler atılmıştı. Endüstriyalizme ideolojik olarak karşı çıkış ilk defa güçlü teorik anlatımlarla ifade ediliyordu.
Feminizm en az sınıf teorileri kadar önemli teorik argümanlara kavuşmuştu. Geleneksel kültürel kimlikler modern kimlikler kadar değerli ve vazgeçilmez olduklarını kanıtlamışlardı.
Modern ulusçuluk teorisinin hâkim etnisitenin meşruiyet argümanından başka bir şey olmadığı anlaşılmıştı.
Dönemin en gözde devrimci ideolojilerinden olan modern ulusal kurtuluşçu düşünce ve pratiğinin söylendiği kadar anti-kapitalist ve kurtuluşçu olmadığı açığa çıkıyordu.
Reel sosyalizmin kapitalist moderniteyi aşan değil, güçlendiren bir sisteme dönüştüğü de iyice tartışılıyordu.
Sosyal demokrasinin demokratlığı çoktan kapitalizmin ayıplarını örten asma yaprağı rolüne indirgenmişti.”
“Sistemin ideolojik bunalımı Türkiye’de de en güçlü yankılardan birisine yol açtı. Beyaz Türk Faşizminin yapısal bunalımı ideolojik alana yansımış, devrimci ideolojinin darbeleri altında teşhir ve tecrit sürecine girmişti. Laik milliyetçiliğin modernist cilası tutmamıştı. Geleneksel din ideolojisi kadar devrimci modern ideolojiler de güçlü yankılar buluyordu.
1970’lerin devrimci hareketleri esas olarak ideolojik hareketlerdi. Politik özellikleri geliştirilememişti. Önemleri, sistemi teşhir etmelerinden ileri geliyordu. Toplumsal gerçekler ilk defa dile getiriliyorlardı. Çoktan mezara gömüldüğü sanılan gerçeklikler, ideolojik mücadeleyle birer birer diriliyorlardı.
İslamcı ideolojileri sosyalist ideolojiler takip etti. Her ikisinin akabinde Kürt olgusunu dile getiren ideolojik formlar yavaş yavaş kendini gösterdi. Tepki olarak ırkçı milliyetçilik şahlandırıldı.
1970’ler Türkiye’sinde tarihinin gerçek anlamıyla en büyük ideolojik savaşlarına tanık olundu. Irkçı milliyetçilik Hitler Almanya’sı türünden daha çok güçlendirilmiş bir ulus-devletçilik peşinde koşarken, İslamcı ideolojiler laik ulusçu devlete kaptırdıkları geleneksel rollerini yeniden oynamak ve devlette yer kapmak istiyorlardı.
Sol ideolojiler derin kavramsal bunalımlar içinde soyut toplumculukla uğraşıyorlardı. Toplumculukla ulus-devletçiliği birbirine karıştırmışlardı. En köklü ideaları olması gereken demokratik deneyimler sınırlı kalıyordu. Demokratik halk eyleminden çok, dar grup eylemlerine çakılmışlardı. Ama hepsi genelde toplumsal hakikatleri açıklama rollerini oynuyorlardı.
1970’ler dünyası ve Türkiye’sinde modern yapılardaki bunalımla ideolojik mücadelenin ortaya çıkardığı hakikatlerin PKK’nin oluşumunda önemli payı vardır. Birçok eksiklik ve yanlışlık taşısalar da, mücadele şehitlerinin oluşumdaki payı belirleyici olmuştur.”
İşte Türkiye devrimci gençlik hareketinin şehitlerini bu vesileyle hak ettikleri biçimde anmak en doğru devrimci, sosyalist ve demokrat yaklaşım olacaktır.
Türkiye’de 1968 yılında yeni yeni gelişen gençlik hareketi 1970’lerde rengini tam belirlemişti. Eskinin Kemalist ve faşizan zihniyetine, yine eskini o kalıplaşmış kuru reel sosyalist dogmalara karşı yeni gençlik Mahir Çayanların, Deniz Gezmişlerin, İbrahim Kaypakayaların, Sinan Cemgillerin ve nice büyük Türkiyeli genç devrimcinin emekleri, kanları üzerinde Kürt halkının da Türk halkı gibi bir halk olduğu, Kürt halkının da doğuşta haklarının olduğunu ilk kez bu denli gür haykırarak gelecekte Kürdistan’da gelişecek özgürlük hareketlerinin önünü açmışlardır.
Bu bağlamda Mahirlerin, Denizlerin, Sinanların ve de İbrahimlerin Kürdistan gençlerine, devrimcilerine bıraktıkları miras küçümsenemez.
Mahir Çayan henüz 1970-71’lerde: “Revizyonizm ciddi bir tehlikedir, Marksizm’i sarmıştır; her meselede olduğu gibi Kürt meselesinde de oportünist davranmaktadır. Kürt meselesi ulusların kendi kaderini bizzat tayin etmesi meselesidir. Kürtler isterlerse bağımsız devlet kurma haklarını kullanabilirler. Biz Marksistlere düşen görev, Kürtlerin bu haklarını elde etme mücadelesini desteklemektir” diyerek Kürt halkının sömürge statüsünü kabul etmediklerini açıkça dile getirmiştir.
Yine Deniz Gezmiş 1972 yılında İdam sehpasına giderken son söyledikleri sözleri halen anlamında tek kelime bile yitirmemiştir.
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Marksizm’in, Leninizm’in yüce ideolojisi.
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının devrimci bağımsızlık mücadelesi.
Yaşasın işçiler, köylüler. Kahrolsun emperyalizm “ diye slogan atarken Kürt ve Türk halkların ve genel olarakta halkların kardeşliğinin ne kadar önemli olduğunu bize miras bırakmıştır. Yine başka bir genç yürek olan Yusuf İnan ise: “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu uğrunda şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika'nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm” diyerek ölümün gözünün içine bakarak bize cesareti bırakıp ekip gittiler.
1968 gençlik hareketi, Mahirler, Denizler, Sinanlar, İbrahimler ve nice Türkiye devrimci genci bize halkların kardeşliğini, direnişi, özgürlük için gerekirse bedel verilmeyi, cesareti, bir halkın özgürlüğü için fedakarlığı ve tabii birde bize “Şerefsiz yaşamaktansa şerefle ölmek, yalvarmak yerine zora başvurmak, başkasına değil kendine ve kendin gibi olanlara güvenmek, nerede ve nasıl olursa olsun hainlere boyun eğmemek parolamızdır” diyerek gelecek devrimci kuşaklara devasa bir miras bıraktılar.
Kasım Engin
- Ayrıntılar