Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Nisan günü 22.00-23.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Xinêrê’nin Şehit Şerif Tepesine yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Nisan günü 09.00-10.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Kartal Tepesi yamaçları, Kiyê Köyü ile Avasin – Avaşin hattına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12 Nisan günü Erzurum ile Kars’ın Kağızman ilçesi arasında bulunan Değirmendere mıntıkasında gerillalarımız tarafından gerçekleştirilen yol kesme eylemi ve sonraki gün yaşanan olaylar hakkında kısmı bilgiler ile bir skorsky tipi helikopterin de gerillalarımız tarafından vurulduğu ve darbelenerek alandan uzaklaşmak zorunda kaldığı kamuoyuna duyurulmuştu. 1
- Ayrıntılar
Ortadoğu’da İngilizlere herhalde en ileri düzeyde hizmetlerde bulunan kişinin ismi Lawrence’dir. Alias, Thomas Edward Lawrence. Lawrence’yi az çok herkes bilir. Ortadoğu’da yaptıklarını herhalde saymakla bitiremeyiz. İngilizlerin böl parçala ve yönet politikalarının 20. yy.da uygulanmasında en başat rolünün uygulayıcısı olmanın “gururu” ona aittir.
1910 yıllarında ilk kez Türkiye geliş ardından bazı Arap ülkelerine giderek Arap ve İslam kültürünü öğrenen Lawrence yeniden İngiltere’ye geçer. Ve peşinden bilinen kapsamlı Ortadoğu gezileridir. 20. yy.da Arapları Osmanlılara karşı başkaldırı haline getirerek Ortadoğu’yu tümden batıya açan ismin Lawrence olduğunu demek herhalde yanlış düşmez. Öyle ki sonraları param parça olmuş bir Ortadoğu, onlarca devlete bölünmüş Araplar derken yönetilmeye uygun hale getirilmiş bir Ortadoğu coğrafyası.
Hiç şüphe yoktur ki tümünü Lawrence yapmamıştır. Ancak Lawrence Ortadoğu’da kışkırtıcılığın, provoke etmenin, Truva atı misali içten fethetmenin, batının Ortadoğu’ya taşınmasının ve yerleşmesinin önemli isimlerinden biri sayılabilir.
Gittiği her yerde kışkırtıcılık yaparak tahriklerle Ortadoğu halklarını birbirine bırakmıştır. Ortadoğu’yu savaş haline getirmiştir. Bin yıllardır bu topraklarda ortakça yaşayan onlarca farklı halkı, çok sayıda dini inanç gurubunu birbirine bırakarak Ortadoğu’da onarılmaz yaralara yol açmıştır bu Lawrence tarzı arkadan vurmalar.
Biliniyor böyle görevlendirilmiş kişiliklere tarih Lawrence tipi diyor. Örneğin Kürtlerin başına da bu ayardan birisi o yıllarda musallat olmuştu. İsmi Binbaşı Noel’di. Binbaşı Noel’e kimileri Kürtlerin Lawrence diyordu. Güya Kürtlerin dostu idi. Ancak özellikle Şeyh Mahmud Berzenci’nin başına nelerin getirildiğini az çok tarihi bilenler bilir ki böyle dostluklar hep tutsaklıkla sonuçlanır.
Şimdilerde de Ortadoğu’ya yeni bir Lawrence yerleştiriliyor. Bu Lawrence diğer Lawrencelere benzemiyor. Önemli farkı buralı olmasıdır. Yereldir. Kökeni Ortadoğuludur. Birde hakikaten Müslüman olduğuna inanılıyor. Özelde de Arapların dostu olduğuna inanılıyor.
Ancak yeni Lawrence tarihte tanıdığımız tüm Lawrencelerden çok daha ileri düzeyde tehlikelidir. Geçmişte Lawrence Vahabilikle diğer İslam’ın mezheplerini karşı karşıya getirerek dar bir sahada yapacaklarını yapardı. Şimdinin Lawrence’si Ortadoğu’yu karıştırmak için çok daha büyük hareket sahasına sahiptir. Eski Lawrence’nin iyi bir hatip olduğu, ikna gücü yüksek biri olduğu söylenirdi. Şimdinin Lawrence’nin de böyle özelikleri göze batıyor. İçiyle dışı bir olmayan Lawrencelerin ortak özelikleri insanın ruhsal sahasını iyi kullanmasını bilmeleridir.
Evet, yeni bir Lawrence devrededir. Ortadoğu’yu eski Lawrence İngiltere’ye açıyordu, şimdinin Lawrence Ortadoğu’yu ABD’ye açıyor. Bunun içindir ki ABD yeni Lawrence’ini sonuna kadar destekliyor. Özel karşılıyor. Özel muamele yapıyor. Ve yaptığı tüm şımarıklıklara göz yummuyor.
Evet, Ortadoğu’nun yeni Lawrence tam bir savaş kışkırtıcısı. Ortadoğu’nun ABD emperyalizminin tam egemenliğine girmesi için her yerde savaş çıkmasını istiyor. Önce Irak, sonra Afganistan, peşinden Libya, şimdilerde ile Suriye ve öyle görülüyor ki ardından da İran. Kürdistan’da söz bile açmıyoruz. Ortadoğu’yu ABD’ye ve tüm emperyalizme açmak için özel görev almışa benziyor. Emperyalistlerin Ortadoğu halklarına ve rejimlerine söyleyemediklerini yeni Lawrence’nin ağzıyla söyletiyorlar ve eliyle de yaptırıyorlar.
Dikkat edilirse Libya’da böyle oldu, Suriye’de böyle oldu, İran için aynısı oldu. Irak içinde aynısı geçerlidir. Ve biz Kürtler zaten bunu çok önceleri dile getirmiştik. Yeni Lawrence emperyalistlerin politikalarına uygun hareket ettiğini belirtmiştik. Daha sonraları ise Libya, Suriye, İran ve Irak benzer şeyler sarf ettiler.
Evet, yeni Lawrence özel bir görev verilmiştir. Bu görevin en başlıca olanı ise Ortadoğu’da yükselen halkların direniş dalgasını kırarak yeniden bir yolunu bularak emperyalizme bağlamaktır. Lawrence’liğin misyonu budur. Arkadan dolanarak, içten fethederek Ortadoğu’yu emperyalistlere açmadır.
Doğrusunu söylersek yeni Lawrence bu görevini çok sevmişe benziyor. Bunu kışkırtıcılığından çıkarıyoruz. Oturup kalkıp savaş istemesinden çıkarıyoruz. Oturup kalkıp ABD övücülüğünden çıkarıyoruz. İkide bir halkları tehdit etmesinden çıkarıyoruz.
Ancak ne yazık ki yeni Lawrence baştan sona böyle olmasına rağmen halen bunun görülmemiş olması doğrusu Ortadoğu için büyük bir talihsizlik olduğunu da üstüne basa basa söylüyoruz
K. Nurhak
- Ayrıntılar
“Zulme rıza zulümdür” sözü gerçekten de kulağa hoş geliyor. Hoş geliyor çünkü insanilik içeriyor. Birinin yaşadığı acıya göz kapamak esasta o acıyı yaratmak gibi bir şeydir ne de olsa. Hele bu acıyı bilinçli bir şekilde birileri yapıyorsa ve siz burada sessiz kalıyorsanız esasta sizde biraz bu acıların yaşanmasına ortaklık ederek zulüm edenin yanında yer almış olursunuz.
Dediğimiz gibi kulağa hoş gelmeye hoş geliyor lakin bu sözleri sarf eden kişi Türkiye cumhuriyeti devleti başındaki kişi olan Erdoğan oldu mu söylenenlerin hiçte söylendiği gibi olmadığını bilmemek sadece ve sadece körlük ve naiflik olabilir.
“Zulme rıza zulümdür” de Kürdistan’da senin polislerin günlük olarak ne kadar zulüm uyguluyor haberin var mı? Senin atadığın ve ruh sağlığı, psikopatlığa kayan içişleri bakanın olan zat el alemin başına yağdırılan biber gazının sağlığa zararsız olduğunu söylerken senden tek çıt çıkmıyor. Hani Zulme rıza zulümdü.
Ya da Sivas katliamını yapanlara dönük mahkeme zaman aşımı kararı verdiğinde sarf ettiğin o meşhur “hepimize hayırlı olsun” sözlerin Zulme rıza mıdır yoksa zulme karşı durma mı oluyor?
Hele Irak’ta başucumuzda neredeyse bir ülkenin nüfusunun yüzde 20’isine yakınını ya katleden ya da mağdur eden bir ABD dururken bu ABD ile en ileri düzeyde ilişkilenmek, stratejik ortaklıklar kurmak Zulme rıza mıdır acaba yoksa değil mi midir?
Afganistan’da yine dünyanın bilmem neresinde gelip Afgan halkının üstüne bomba yağdıran bir ABD, İngiltere dururken bunlarla dediğimiz gibi tarihin en ileri düzeyindeki ittifaklaşmayı yaşamak Zulme rıza göstermek midir yoksa değil mi midir?
Ya da ne bilelim Kürdistan’da dediğimiz gibi her gün yüzlerce insan zindanlara atılırken bu zulme karşı sessiz kalmaya ne diyelim?
Dahası Türkiye cumhuriyeti devletinin başbakanı sadece Zulme rıza zulümdür demiyor, dahası “ Bu sizin dini değerlerinizle çatışır. Bizim değerlerimizde savunmasız bir insana saldıramazsınız, vuramazsınız. Buna nasıl terörist dersiniz. Bunlar halk. Halkın olduğu sokakta tankın ne işi var(?)” diyerek birde gürlüyor.
Halkın olduğu sokakta senin TOMA’larının ve panzerlerinin ne işi var?
Kürdistan sokaklarında kameralara bakarak çocukların kollarını kırmak savunmasız insanlara saldırı değil midir?
Van’da yirmi tane it gibi polisin birkaç Kürt anasına saldırırlarken yaptıkları savunmasız insanlara saldırı değil midir?
“Kadın da olsa, çocukta olsalar güvenlik güçlerimiz gerekeni yapacaklardır” diyerek it sürüsü polisleri Kürt halkının üstüne Diyarbakır’da sürmeler zulme rıza mıdır? Yoksa savunmasız insana saldırı mıdır? Yoksa “Bizim değerlerimizde savunmasız bir insana saldıramazsınız, vuramazsınız” mıdır?
“Ufacık bir çocuk, bebe, terörist olur mu(?)” onu siz daha iyi bilirsiniz. Ne de olsa, binlerce Kürt çocuğunu zindanlara tıkayarak faşist gardiyan ve psikopat müdürlerinizle tecavüz ettirenler sizlersiniz. Ne de olsa insanları kazıklara çakan bir gelenekten geliyorsunuz. Ne de olsa başka halkların çocuklarını getirerek oğlancılık yaptıranlar sizlersiniz.
Özcesi bırakalım “Zulme rıza zulümdür” olmasını bizatihi Ortadoğu’da en büyük zulmü uygulayan gücün başında siz bulunuyorsunuz. Öyle ki dünya da anaların, çocukların, gençlerin yüzlerine en çok biber gazı sıkan rejim olarak nam saldınız.
Öyle ki dünya da en çok insanı terörist olarak içeriye atan sizsiniz.
Öyle ki dünya da en çok gazeteciyi sadece görüşlerinden ve yazdıklarından dolayı içeriye atan sizsiniz.
Öyle ki dünya da en çok çocukları zindana atan sizsiniz.
Öyle ki işkencenin öncülüğünü Avrupa’da bizatihi sizin iktidar çekiyor.
Tüm bunlar bu kadar açık ortadayken “Zulme rıza zulümdür” sözleri ancak sizin müritlere söker. Başka da kimseye artık sökmez.
Artık ne söylerseniz söyleyin her sözünüz sizleri, cenahınızı bir bumerang gibi vuracaktır. Çünkü bu kadar haksız olan, bu kadar içiyle dışı bir olmayan, mütereddit, müptela, söz ile eylem uyumsuzluğu yaşayan bir iktidar artık tek kelimeyle baş aşağıya gidiyor demektir.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12 Nisan günü 19.00-21.30 saatleri arasında Erzurum ile Kars’ın Kağızman ilçesi arasında Değirmendere ile Kula Köyleri arasında bulunan Değirmendere alanına yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir yol kesme eylemi gerçekleştirilmiştir. 25’e yakın aracın durdurulduğu eylem sonucunda kimlik kontrolünün yanısıra halka propaganda yapılmıştır. 13 Nisan günü sabah erken saatlerinde işgalci TC ordusu Değirmendere sırtları ve vadilerine
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Nisan günü Mardin’in Ömerli ilçesine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon aynı gün sonuçsuz bir şekilde geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Türkiye gerçekten de garip bir ülke.
Gelişmeleri hep sonradan algılayıp anlamlandırmaya çalışmasını hayretle gözlemlemekteyiz. Son günlerde sözüm ona 12 Eylül yargılamasını (özünde bir AKP tiyatro sahnesi) izliyoruz. Her kesimden herkes adeta her şeyi konuşuyor. Sahaya inmiş 32 yıl sonra “kral çıplak” diyorlar ve 12 Eylül davasına müdahil oluyorlar. Seyrediyoruz, gülüyoruz, ama bir yandan da gerçekten sıkıntı veriyor.
İnsan yaşadıkça nelere tanıklık ediyor demek ki. Tarihe doğru tanıklık bir erdemdir.
Eğer tarihi doğru bilip yansıtır ve yorumlayabilirsek gerçekten toplumun birçok sorunu da çözülebilir.
Örneğin Türkiye Halkı geçmiş tarihi iyi bilip idrak etseydi, 12 Eylül faşizmine karşı ilk demokrasi ve özgürlük savunucusunun PKK olduğunun bilincine varacaktı. Kenan Evren ve Onun faşist şürekâsının korkusundan Türkiye’de yaşanan tarihi derin suskunluk ve korku yıllarında Türkiye ve Kürdistan Halklarının mert evlatları PKK’liler, yiğitçe öne atılıp bu faşist cuntaya en radikal biçimde “dur” deyip, Türkiye ve Kürdistan Halkının iradelerini temsilen tarihe müdahil oldular.
Egemenler yüzyıllar boyunca ancak tarihi çarpıtarak hegemonyalarını sürdürebildiler. NATO-Gladiosu’nun, Ortadoğu ve Türkiye’deki devrimci demokratik gelişimi durdurma temelinde gerçekleştirdiği 12 Eylül faşizmi kuşkusuz yargılanmalıydı.
PKK gerek zindan direnişiyle gerekse de 15 Ağustos Çıkışı ile mutlaka yapılması gereken bu tarihi yargılamayı başlattı. Yargıladı. Ve böylece demokratik gelişmelerin kısmide olsa önünü açabildi. “Asıl savaşçılar suskundur” derler ya, işte bu tarihi karar ve adımı gerçekleştiren PKK’liler bugün son derece vakur ve biraz da gülümseyerek bu sözde yargılamayı izliyorlar ve hayıflanıyorlar. Büyük bedeller vererek faşist cunta ve onun akıl hocalarının planlarını yerle bir edip, prestijlerini darmadağın ettiler. Kuşkusuz tarihi, insani ve ahlaki görevlerini yerine getirdiler. İşte ne acıdır ki; Türkiye halkı bunu bilmiyor. Karadeniz’in yiğit evladı Kemal PİR gerçeğini tanımıyor. Cuntaya canıyla bedel veren gerçek kahramanları tanımıyor.
Kuşkusuz özgürlük ve demokrasi mücadelesi kesintisiz bu güne kadar devam etti.O günlerde tanrı bilir nerelerde saklanacak bir yer arayarak yaşamını sürdüren Recep Tayyip Erdoğan şimdi büyük özgürlük savaşçısı olarak kendisini bize takdim etmektedir. Ucuz kahramanlığın bu kadarına da pes doğrusu. Gecikmiş adalet, adalet değildir derler. Sormazlar mı adama “Bugün partisinin adını Adalet koyan Tayyip Erdoğan o dönem neredeydi?”
Türkiye halkının bu noktada iyi aydınlatılması gerekir. Bu halk yıllardır aldatılarak birilerinin peşinden bilinçsizce koşup gidiyor. Geçen yıllara yazık oluyor. Artık sistemin geliştirdiği bu oyunun bilincine varıp “dur” deme vakti gelmiştir.
Unutmayalım ki, darbe ve sonrasında Türkiye ve Kürdistan halkının evlatlarını işkencelerden geçirip idamla cezalandıran Kenan Evren, elinde kutsal kitap Kuran ile halk içinde dolaşıp ayetler okuyarak şarlatanlık yapıyordu. Kuranı kirli emellerine alet ediyordu. Maalesef halk oylaması denilen göstermelik oyunda % 90 oyla üniformalı kral seçilmişti. “Tarih tekerrürden ibarettir” derler. Şimdi de aynı ülkede sivil giyimli Tayyip Erdoğan aldığı %50 oyla ve yine aynı söylemlerle halkı kandırıp, halkı idare ve ülkeyi yönettiğini sanıyor. “Acaba Kenan Evren ile Tayyip Erdoğan’ın söylem ve eylemleri arasında ne tür bir fark vardır?” diye düşündüğümüzde bırakalım farklılığı gerçekten çok büyük benzerlik hemen görülebilmektedir.
Özellikle Kürdistan Halkına yönelik yaşananları irdelediğimizde Erdoğan’ın Kenan Evren’e göre daha ince bir soykırım politikasını geliştirdiğine tanık olmaktayız. Erdoğan, yalan, iftira ve münafıklık konularında Kenan Evren’i kat be kat aşan bir ustalıkla işini yürütüyor.
Kenan Evren’in işini yaparken iki yüzü vardı. Tayyip Erdoğan ise çok yüzlülüğüyle Türkiye tarihinde gelmiş geçmiş tüm politikacıların hepsini geride bırakmıştır. Erdoğan, her türlü özel savaş yöntemini deneyerek ve daha düne kadar Kenan Evren’e methiyeler dizen malum medyayı da yanına alarak, –Bu arada o dönemde Fetullah Gülen Hoca Efendi’nin methiye mektupları da merak konusudur- özellikle din istismarı ile bir halkı en sinsi yöntemlerle tarihten silmeye çalışıyor.
Ama şu bir gerçektir ki, Kürdistan artık Kenan Evren dönemindeki Kürdistan değildir. PKK büyük özgürlük savaşıyla direngen bir halk yarattı. Bugün bu halk yine PKK önderliğinde daha bilinçli ve örgütlü bir şekilde 12 Eylül’ün farklı bir versiyonu olan Erdoğan ve onun AKP’sinin ideolojik ve politik temsilcilerine karşı direnişini devam ettirmektedir. Bu anlamda Erdoğan’ın gafil yaklaşmayıp PKK ve onun yarattığı özgürlük mücadelesine daha ciddi yaklaşması herkes için daha hayırlı sonuçlar doğurabilir.
Nasıl ki, apoletliler karşısında Kürt Özgürlük Hareketi her şart altında direnişi geliştirip sistemi parçalayıp anlamsız kıldı ve sistem adına itibar diye bir şey bırakmadıysa, eğer Erdoğan böyle devam ederse sonu Kenan Evren’inkinden daha hazin olacaktır. Tarihin seyri bu durumun gerçekleşecek olmasının şüphesizliğini kanıtlamıştır. Bir not olarak düşmek iyi olabilir.
On yıldır Kenan Evren anayasasıyla Türkiye ve Kürdistan Halkına nelerin mubah görüldüğüne tanıklık etmekteyiz. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve onlarca Kürt çocuğunun sistemlice katledilmesi, on binlerce Kürt Siyasetçisinin zindanlarda çürümeye bırakılması, Türkiyeli aydınlardan Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı gibi aydınlara kelepçe vurulması, gencecik 15 Kürt Kadın gerillasını katleden ve Roboski’de katliam yapan güvenlik güçlerinin tebrik edilmesi, Kenan Evren’in 12 Eylül’deki idamları ve “asmayalım da besleyelim mi!” sözünün yeni bir sürümünün tezahüründen başka bir şey değildir.
Özcesi sadece son iki-üç ayda yaşananlara bakarak Kürt halkına yaşatılan acılarla Erdoğan’ın ve onun AKP’sinin ideolojik, politik ve askeri temsilcilerinin suçluluğu tescillenerek ve yargılanmaları tarihi bir zorunluluk haline gelmiştir. Şimdi 12 Eylül yargılaması döneminde AKP ve lideri Tayyip Erdoğan’ın tarihten ders alıp bu soykırım politikalarından vazgeçmeleri her iki halkın yararına olacaktır.
Ama oligarşik diktatörlüğün vermiş olduğu zafer sarhoşluğundan kaynaklı gözü dönmüş AKP, soykırım politikalarını sürdürebilir. Burada en önemli görev Türkiye Halkına düşmektedir. Türkiye Halkının demokratik direnişini geliştirmesinin ve faşizan gidişi durdurmasının tam zamanıdır. Türkiye Halkının gelişmelere daha duyarlı ve sorgulayıcı yaklaşıp zamanında hesap sorabilmesi, dostunu düşmanını iyi ayırt edebilmesi gerekir. Onurunu bu tür sahte, ucuz ve korkak önderlere çiğnetmeden özgür yaşam için tarihi sorumluluğunu bedeli ne olursa olsun yerine getirmesinin ahlaki ve siyasi bir görevi olduğunu bilmelidir. Yoksa yıllar sonra gecikmiş tutumlar karşısında adama Kürtlerin deyimiyle “ROJ BAŞ” derler.
Hüseyin Rojhat
- Ayrıntılar
Bu kış, afetten bir kıştı.
Bu kış, bahara sarkan bir kıştı.
Bahara sarkan bu kışta, uydurdukları hurafelerle, yalan dolanlarla kendini avutanlarda vardı.
Bu kışın AKP ve Fetul-Munafık-CIA Şeyhulislamı- adına kalem oynatan bazı vakanivusçular vardı.
Bu vakanivusçuların ar damarları çatlamış, vampirane xwinxarlıklarıyla Kürdistan gerillasına 3 ay ömür biçmişlerdi.
Baharda HPG’nin esamesinden eser kalmayacak bedduasını okuyorlardı.
Onların CIA Şeyhulislamı, ABD’deki ordugahında “Allahım onların kökünü kaz” derken , onlarda ellerini ovuştururken Kürdistan bize kalacak diye beyhude hayallere dalmışlardı.
Diyorlardı ki, Yanke babanın Predetörleri var. Bunlar bizim için savaşıyor.
Diyorlardık ki, zaten İsrail’in Heronları da bizim için savaşıyor.
Diyorlardı ki, zaten AB tümden bizim arkamızda.
Diyorlardı ki, ABD, İsrail ve Avrupa’nın en gelişmiş üstün savaş teknolojileri bizlere verilmiş.
Açıktan demiyorlardı ama ve lakin kendi aralarında diyorlardı ki, zaten NATO’nun hem üyesi hem de tetikçisiyiz.
Hem de ABD, Avrupa ve İsrail’in taşeronuyuz itirafında bulunmuyorlardı ama taşeron olduklarını cümle alem biliyordu.
Diyorlardı ki, zaten kışın gerilla da fazla hareket edemez.
Bu kadar ecnebiye sırt dayamışken, üstün teknolojileri de elimizde iken, bu afet kışta gerilayı bitireceğiz nakaratlarını dubare dubare, sebare sebare ...... devşorbe ağızlarıyla tekrarlıyorlardı.
Onlar bunu derken, bizde görüşürüz diyorduk.
Cemil Bayık arkadaşta diyor du ki, “AKP dua ediyor ki Bahar gelmesin”.
Siyonizmin bekçi köpeği AKP ile Fetul-Münafıkçı cemaat beyhude hayeller düşlerken aha bahar da geldi.
Söyledikleri gibi HPG gerillası üç ayda bitmedi. Üstüne üstlük sadece 2011 yılında 1000’in üzerinde gerilla katılımı oldu. HPG ordusuna 20 taburdan fazla yeni katılım oldu.
AKP ve Fetul-Münafıkçı vakanivusçuların dediklerinin aksine gerilla ordusu tüm yıllara göre en fazla bu yılda büyüdü.
Allayıp pullayıp Kürdistan dağlarına sürdürdükleri o özel timlerden 18’i Cudi’de gitti de gitti.
Hezex de başka yerlerde cengin ateşi ve sesi yavaştan yavaştan yayılıyor.
Öyle görülüyor ki bir Ozan’ın dediği gibi “Cenge Cenge Cenge”.
Öye görülüyor ki, “Bahar nasıl çağlarsa, gerilla da öye dağlar”.
Gerilla da dağlar, AKP ve Fetul-Münafıkçıların katil sürülerini.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Öyle görülüyor ki Akepe tam 9 yıldır uyguladığı “bulandırma, sulandırma” taktiğiyle epey sonuç almıştır, halen de alıyor.
Kürtçe’de bulanık kelimesi için “şelu” kullanılır. Ortam ne kadar bulanık tutulursa gizli planları olanlar içersinde o kadar rahat hareket edebilirler. Ancak bir planları olmayanlar, saf, temiz olanlar ise böyle bulanık ortamlarda sadece ve sadece avlanırlar ya da dibe vururlar.
Akepe bir taktik olarak bulandırmayı esas alıyor. Ve buna bir de sulandırmayı çok güçlü bir şekilde ekliyor. Bulandırma ve sulandırmaya bir de ek olarak herkesi beklentiye sokarak bir şeyler vereceği hissini vererek reflekslerini öldürüyor.
Özel savaş uzmanlarına verilen temel derslerden bir tanesi insanların sisteme karşı reflekslerinin nasıl etkisiz hale getirileceği üzerinedir. Çok bildik bir kavramla buna psikolojik savaş diyorlar. İnsanı öyle etkileyeceksin ki sen onu vursan da farkına varmasın. Farkına vardığında ise iş işten geçmiş olsun. Teslim alma tutsak alma taktiği gibi insanı adeta bağlayan, hareketsiz kılan bir uygulama biçimidir bu.
Meşhurdur bir havuzun içerisinde bir ya da bir kaç tane kurbağa konulur. Havuzda ki suyun ısısı adım adım, derece derece yükseltilir. Verilecek ısının dozajı öyle ayarlanmalıdır ki kurbağa fark etmesin. Bu doğalında kurbağa ya da kurbağalarda bir duyarsızlık yaratacak, duyargaları öldürülecek, ancak suyun ısısı giderek yükseltildiği için bir noktadan sonra ise kurbağa istese de bu tuzaktan çıkamayacaktır. Tek bir yolu vardır; haşlanacaktır.
“Bulandırma sulandırma” taktiğiyle benzer bir yol izlenmektedir. Akepe devleti yaşamın akışını o kadar bulandırarak, sulandırarak ciddiyetten düşürmüştür ki artık ülkenin en önemli konuları sıradan hale getirilmiştir.
İnsanlar örneğin katledilir ama kimse bu katledilmeleri önemsemez. Roborski’de olduğu gibi kendi uçakları gidip 34 genci katleder ama haber değeri bile taşımaz. Aylar geçse de bir türlü bu olayın talimatının kim verdiği ortaya çıkmaz. Ve zamanla unutulup geçip gider.
Binlerce çocuk sadece birkaç taş attığı için on yıllara varan cezalara çarptırılır. Peşinden sanki bu çocukları biz içeri atmışsız gibi bir kanun çıkarılır, kimi çocuk dışarı çıkar, diğerlerine ise tecavüz edilir, ancak haber değeri taşımaz. Ve giderek sümen altı edilir, unutulur.
Böyle onlarca değil, yüzlerce olayı peş peşe dizerek dile getirmek mümkündür. Ceylan Önkol olayı aydınlatılmaz. Uğur Kaymaz olayı aydınlatılmaz. Şerzan Kurt olayı aydınlatılmaz. Erdem Aydın olayı aydınlatılmaz. Hrant Dink olayı aydınlatılmaz. Siirt’te YİBO’larda tecavüze uğrayan kızların olayı aydınlatılmaz. Kadın cinayetleri olayları aydınlatılmaz. Derken hiçbir olay aydınlatılmaz. Aydınlatılması ise çoğu zaman mağdurların ne kadar da haksız ve bu uygulamaları hak ettikleri işlenir. Bunlar yetmez psikolojik olarak ciddi ruh bozukluğunu yaşayan bir bakanları insanla alay eder. Biber Gaz’ının zararlı olmadığını söyler, gazetelerin bomba gibi olduğunu söylerler, öldürmeseydik de beslese miydik diyerek bir de insanla alay edilir.
Tabi ki bunlar yetmez bir de “bunlar gazeteci değil, bunlar militan, bunlar silahlı, bunların basın kartları yok” diyerek insan aklıyla alay ederler.
Özcesi “bulandırma, sulandırma” taktiğiyle her şeyle ama her şeyle alay ederek, ciddiyeti aşındırarak, laubali hale getirerek dünyanın en önemli konularının içini boşaltırlar. Bir kere önemli olan bir meselenin içini boşaltmışsanız artık orada hiçbir değer kalmayacaktır. Bunu yarattıktan sonra kurbağa misali pişmeye başlamışsınız demektir. Fark etseniz de artık pişiyorsunuzdur. Refleksleriniz ölmüştür. Duyarsız hale getirilmişsinizdir.
Özcesi “bulandırma sulandırma” taktiği budur. Bu Akepe taktiğine karşı en iyi savunma; söylenenle eylemi iyi takip etmedir. Söz ile eylemin uyumuna iyi bakmadır. Söz ile yapılanı yan yana getirerek kurbağa gibi pişirilip pişirilmediğimize bakmaktır. Dilin kemiği yok derler. Akepe bu konuda dili dünyada en ustaca kullanılanların da ismidir. İnsan aklıyla en fazla dille alay eden yapının başında Akepe gelmektedir. İşte bu yalana kanmamak için öncelikli olarak söz ile eyleme iyi bakmamız gerekir. Bir de balık hafızalı olmaktan çıkmamız gerekir. Dün ne söylemişlerdir ve bugün ne söylediklerine iyi bakmak gerekir.
Zaten “bulandırma, sulandırma” taktiği insan aklıyla oynama taktiğidir. Bu taktiği boşa çıkarmanın tek yolunun tarihi bilince sahip olmaktan geçtiği gibi, her gün ama her gün söz ile uygulamaya bakmaktan geçiyor.
K. Nuda
- Ayrıntılar