Hakkını veremem endişesini yaşasamda şehitlerimize vefa borcumu bir nebze de olsa paylaşmayla sanırım giderebilirim. Bu gün yaşanmışçasına duyulan tarifi zor duyguları yaşadığım zorlukları, ve sevinçlerimi paylaştığım yoldaşlarıma olan özlemimi gidermiş olacağım. Birçoğumuzun mücadele içerisinde ki yürüyüşümüz yapılması gerekenleri yapma temelinde gelişirken, 96 yılında Önderlik sahasında tanıdığım ve yaşamımda yer edinen Faik arkadaşın günü gününe, anı anına yürüttüğü kişilik mücadelesine, bir halkı, kendini yaratma eylemini kendi kişiliğinde ki değişimde bizzat tanıklık etmeye, yaşamaya başladım diyebilirim. Düşünceden, duygulara, davranış kalıplarına kadar Önderlik bizi baştan yaratma çabasını veriyordu. Faik arkadaş bıyıkları yeni terlemiş 17 yaşında olması, yaş itibari ile benim onunla daha rahat diyalog kurmamda etken olsa da yaşama duyarlılığı, mücadeleye ciddi yaklaşımı arkadaş ortamında olduğu gibi bendede saygınlığı ve güveni geliştirmişti. Küçük yaşta babasının tutuklanması sonucu ailesinin sorumluluğunu yüklenmiş bu kendisinde güven duygusunu geliştirdiği gibi bulunduğu ortamda da doğal otorite sağlıyordu. Devre sonu düzenlemelerimiz olduğunda Faik arkadaş önderliğimizin güvenliğine geçti. Tüm arkadaş ortamında bu düzenleme sevinç ile karşılandı. Ben ülke sahasına geçtim.
2003 yılında toplantıya katılma amacı ile Gare alanında bulunuyordum. Arkadaşların tartışmalarında Faik ismi geçiyordu. 17 yaşında tanıdığım bende büyük bir etki bırakan Faik arkadaşın olabileceği aklımın ucunda geçmemişti. Büyüyüp serpilmiş, yılların tecrübesi kendisini dahada olgunlaştırmıştı. Kendisini tanıyamamıştım. O beni tanımıştı. Farklı guruplarla gitsekte aynı alana, anlamlı, onurlu yaşamanın arayışının olduğu mekânlara Dersim eyaletine gidiyorduk. Her iki gurupta ciddî bir zorlanma yaşamadan eyalete ulaştık.
2006 yılına kadar farklı birimlerde olsakta aynı alanda kaldık. Zaman zaman görüşme olanağımız oluyordu. Duygu dünyamız yoğun olsada çoğu zaman bunu yansıtmak o denli zor olur. Şu varki savaş gerçekliği duygularımıza anlam kazandırır. Faik arkadaşın ilişki tarzı, arkadaşlarda yarattığı ihtiba tüm zamanlarda, her yerde ve koşulda kendisi ile yürünecek bir arkadaş olduğuydu. Bulunduğu ortamda doğal otoritesi vardı. Eyalet yürütmesine seçildi. Sorumluluğu dahada artmıştı. Karargaha düzenlememin olduğunu Bawer arkadaş bana bildirdiğinde alanda boşluk oluşacağı kaygısı ile düzenlemeye şaşırmıştım. Faik arkadaşın beni karargâhta istediğini öğrendiğimde oraya geçtim. Kış koşullarının zorluğu ve savaşın yarattığı ruh halleri bileşimin yaşamsal sorunları büyütmesine ve zorlayıcı olmasına yol açmaktaydı. Karargâha çok yükleniliyor, düşüncesini taşıyordum. Bu düşünceyi kendisi ile tartıştım. Tartışmamız kendisine olan sayğımı dahada artırdı.
Faik ark- eğer aynı amaç için aynı mücadele saflarında yer alıyorsak, her kim olursa olsun birlikte yaşama, doğru bir anlayış düzeyi kazanma, bir yanılgı varsa bunu körüklemeden kazanımcı olmak gerekir. Ben Önderlikten bunu öğrendim. Diye bana cevap verdi.
Fiziki olarak hepimizin zorlandığı bir süreç olsada bir çok arkadaşın aynı fikirde olduğundan eminim düşünsel olarak en rahat olduğumuz kış süreci 2006 kışı oldu. Karargah ortamına rahat ve güven veren bir atmosfer hâkimdi. Faik arkadaşın yönetici tarzı ve çözümleyici yaklaşımları bunda temel etkendi. Üstlenme öncesi kaygılarım boşa çıkmıştı. Bahara daha coşkulu hazırlanıyorduk. Bu süreçte Önderliğimizin zehirlendirildiği haberi tüm yapıda kaygılar geliştirdiği gibi Önderliğe cevap olamamanın vicdanî rahatsızlığı hepimizi geliştirile bilir eylem arayışlarına yönetmekteydi. Düşman her alanda kapsamlı yönelmekteydi. On bin asker ile eyalette bir operasyon geliştirildiği haberleri ile bizlerde bazı pratik tedbirlere gitme kararına gittik. Telsiz konuşmaları ile operasyonun bize yakın bir gurup arkadaşa yöneldiğini öğrendik. Durumu öğrenmek amaçlı iki arkadaşın keşfe gönderilmesini uygun bulduk. Araziye hakim Sipan ve Botan arkadaşın gitmesi uygun bulundu. Arkadaşlar düşman ile sıcak temasa girmiş Botan arkadaş şehit düşerken Sipan arkadaş yaralı olarak bize ulaştığında operasyonun dahada yoğunlaştırıldığını öğrendik. Karın hala yoğun oluşu düşman ile girilecek bir temasta arazininde olası bir çatışma durumuna uygun olmayışı dezavantaj olacağından araziden çıkma kararı verdik. Yapı içinde düşmana haddini bildirmek için bir fırsat olarak operasyonu değerlendirenlerin sayısı çoktu. Koşulları değerlendirdiğimizde kayıpların fazla olacağını bu neden ile araziye dağılmanın daha avantajlı olacağını düşündük. Her ne kadar operasyonu yarma imkanımız vardıysada hala sorguladığım bir konu araziden çıkmada ağır hareket ediyorduk. Tüm yapı kendimizi aslında çatışmaya endekslemiştik. Düşman karargaha gelen Sipan arkadaşın izlerini fark etmiş düşman güçleri karargaha yönelmişti. Ben bir birim ile karargahın üst sırtını tutuyordum. Faik arkadaşa durumu bildirdiğimde tüm arkadaşlar karargahta bulunan izleri düzeltmiş mevzilenme konumuna geçmişti. Düşman askeri noktamıza girdiğinde görüntü almadığından
Noktayı terk ettiğimizi düşündüğünden rahat hareket ediyordu. Noktanın fotograflarını çekip duruyorlardı. Telsiz konuşmalarını takip ediyordum .
Askerin biri- düşman mevzileri var. Diyordu.
... Kontrol edin. Talimatı verildi.
Dürbün ile kampı izlemeye başladım. Aşağı mevziyi fark etmiş olmalıydı. O yöne doğru gidiyordu.
Arkadaşlara- size doğru geliyorlar diye bilgi verdim.
Herkes çatışma pozisyonu almış bekliyordu. Sıcak temas sonucu yermiden fazla asker hazırlıksız olduklarından ilk temasta yerdeydiler. Gün boyunca sıcak temas sürdü ve hiç kaybımızın olmayışı bizler için avantajdı. Hava kararmaya doğru gidiyordu. Bu bizler için avantajdı. Bunun farkında olan düşmanda saldırılarını yoğunlaştırıyordu. Faik arkadaş arkadaşları sağlama alma amaçlı büyük bir çaba veriyordu. Bu bulunduğu mevzinin hedef nokta olmasında belirliyici oldu. Bağlantı kurup kendisini güvene almasını istedim. Saldırılar onun bulunduğu mevziye odaklanmıştı. Düşmanın dikkatini dağıtmak için tüm arkadaşlar harekete girmişti. Yanında bulunan iki arkadaşın mevziden çıkışını sağladıktan sonra çıkacağı esnada düşmanın taramnası sonucu her iki bacağından yaralandı. Arkadaşları savunmak için tüm güç hareketteydi. Arkadaşların Faik arkadaşı güvene aldığından emin olana dek düşmanın ilgisini kendi üzerimize çektik. Onu son görüşüm olduğunu bir sonraki gün arkadaşlardan öğrenecektim. Uzun bir mesafe kat edip alandan uzaklaşmayı başarsalarda kan kaybı ve gün boyunca kar içinde kalmadan kaynaklı arkadaşlar ağır hareket etmeye başlamışlar, düşman izlerini takip ediyormuş. Örgütsel dökümanın ele geçmesinin ihanet olacağını belirterek arkadaşların gitmelerini istemiş. Elbombasının pimini elleri donmaya yüz tutruğundan yapamamış. Arkadaşlardan pimi düzeltmelerini istemiş. Silahını ve telsizi teslim ederek arkadaşların kendilerini guvene almaları talimatını vermiş. Arkadaşlar Faik arkadaşın güvenlikli bir yere geçmesini sağlamak için seferber oluşu, onun için yaşanan kaygı tedbirsiz davranmamızada yol açmaktaydı. Bu operasyonda toplam onbir arkadaşımızı kaybettik. O kış bu topraklara ait olduğumuzu, bu topraklarda özgürlüğü hakim kılacak tek gücün yoldaşlığımız olduğu inancı bizde dahada derinlikli yaşanmıştı. Şehadetler yoldaşının yaşamını güvenceye almak için hiç çekinmeden kendini siper etmeden kaynaklı yaşanmıştı. Mücadelemizi, yoldaşlığımızı farklı kılanda bu değilmiydi. Faik arkadaşın donarak şehadete ulaştığını ertesi gün ögrendik. 17. Nisan. 2007 tarihinde ölümsüzler kervanına 11 yoldaşımız Dersimin Ovacık ilçesinde katıldı.
Mücadele arkadaşları
- Ayrıntılar
Ferhat arkadaşla 98’de Önderlik sahasında tanıştık. Orada beraberdik. Aslen Mardinli bir arkadaştı. Dersim üzeri gerilla saflarına katılmıştır. 97 yılının sonundan 98 ağustosuna kadar beraber kaldık Önderlik sahasında.
Dersimden yeni gelmişti. Akademilerde bir takım arkadaş Önderliğin güvenliğini alıyordu. O da Önderliğin güvenliğinde yer alıyordu. Bir süre takım komutanlığı da yaptı. Ferhat arkadaş belirgin bir arkadaştı orada. Yaşama katılımı ile yoğunlaşmaları ile eğitimlere katılımı ve Önderliğe yaklaşımı ile ön planda olan bir arkadaştı. Gelişme için istekli bir arkadaştı. Pratik süreçten gelmişti. Kuzey pratiğinde tartışmalar veya eleştiriler geldiğinde eğitimlere katılımı ile geçmişte yaşanan yetersizliklerin yaşanmaması için kendini ona göre hazırlama vardı. O tür tartışmalarda önde olan bir arkadaştı. Yeri belli olan bir arkadaştı Önderlik sahasında. 8 ay birlikte kaldık akademi ortamında. Katılıyordu ve sürekli gelişmek isteyen bir arkadaş olduğu içinde öyle yaklaşıyordu. Her iki devrede çabası kuzey için kendini hazırlamaktı. Sürece cevap olmak, Önderliğin çözümlemeleri ile birlikte güçlenmek istiyordu. Eğitimlerde hem alıyor hem de arkadaşlara tartışmalarında aldıklarını verebiliyordu. Kaldığımız bu süreçlerde yaklaşımları bu çerçevede idi. 8 aydan sonra kuzey alanına geçme durumu oldu. Biz geçtiğimiz süreçlerde onların grubu da Dersim eyaletine geçeceklerdi. Biz de Gabar alanına geçecektik. Onlar bizden önce geçtiler. Daha Dersime gitmeden komplo süreci başladı. Onlar hala o zamanlarda Gabar’daydılar. Tartışmalar oldu ve onların grubunu durdurup geri dön derdiler. Ferhat arkadaşın grupları yeniden güneye geldiler. Bir zamana kadar güneyde kaldılar. Güneyde kaldıkları süreçlerde karşılaşmadık Ferhat arkadaşla fakat 2007 de Besta alanında karşılaştık. Yeniden Botana gelme durumu oldu. Besta alanı üzerine gelmişti. Besta, Cudi, Hakkâri ve o çevrelere bakıyordu. Tabi o süreçlerde Doktor Ali tasfiyeciliği yaşanıyordu. Ferhat arkadaş onların yerine geldi. Doktor Ali’nin yaptığı tahribatları düzeltmek ve boşa çıkarmak için hiç durmadan çalışıp, çaba harcıyordu. Ve her alana gidiyordu. Toplantı yapıyordu sürekli. Yeniden parti yaşamını oturtmak için, savaşı yeniden orada öne çıkarmak için gerçekten hiç durmadan çalışıyordu. Alan geniş bir alan ve yükü fazlaydı. Bu esaslara rağmen o kadar sorun vardı fakat Ferhat arkadaş hiç durmuyordu. Düşman yönelimleri çok fazlaydı. Çalışmalar üstüne istekli giden bir arkadaştı. Anlama kapasitesi ile süreci anlama, Önderliğin istemlerini ve düşmanın Önderliğe yaklaşımını bunların hepsini değerlendirme yapardı. Buna göre planını yapardı. Ona göre üzerine giderdi çalışmaların. Çok fazla şey yaptı orada fakat yalnızdı. Genelde o ön plandaydı. O işlerle çalışmalarla şehit Nuda arkadaşla birlikte ilgileniyordu. Bu esaslar üzerine Botanda büyük bir rol oynadı şahadetine kadar. Eyaletin düzenini yeniden yapmak için çok çalıştılar. Savaş yönünde cevap olmak için, eylem yapma, düşmanın Önderlik üzerine yaptığı yönelimlere karşı cevap olabilmek için yoğunlaşmaları olan bir arkadaştı. Girişimleri çok oldu. Güçlere toplantı yapma ve savaştırmak için çabaları vardı. Askeri anlamda operasyon çıktığında öyle bir arkadaştı ki “düşman araziye girmiş ve bizim muhakkak vurmamız gerekiyor” diyordu. Operasyon çıktığında gücünün mevzilenmesini öyle yapan bir arkadaştı. Mevzilendirmesinde düşmana darbe vurmak şeklinde mevzilendiriyordu. Operasyon çıktığında bir birimin düşmanı vurması gerekiyor ya düşman geri çekilirken ya da onlar gelirken zayıf noktalarını tespit ederek darbe vurmaya çalışırdı. Hatta böyle birimler oluşturarak düşmana darbe vurmuştur düşman operasyona geldiğinde. Askeri anlamda yoğunlaşmaları vardı ve taktiksel anlamda değişim yapmak isteyen bir arkadaştı. Ve bunları yaparak sonuç da aldı. Çabaları sonucu bunları başardı. Ve yapısına bu şekilde moral verirdi. Doktor Ali’nin yaptığı tahribatları, yaşam içerisinde bozduğu ilkeleri bunları askeri tarzla ve toplantılarla boşa çıkarıyordu. Düşmanın üzerine giderken bunu boşa çıkarıyordu özellikle. Bu şekilde yaşamda toplantılar yaparak yapıyı yönlendirerek, kendisi de içinde eylemlerin içinde olan bir arkadaştı. Bir iki birim olduğunda muhakkak kendisi de içinde yer alırdı. Öyle bir şekilde savaşı yürütürdü. Bu tarzı ile yapısı ona karşı bağlıydı. Moral alıyorlardı. Bu moralle birlikte arkadaşlar düşmana darbede vuruyorlardı. Bu şekilde de yapıdaki arkadaşları eğitiyor ve savaştırıyordu. Sonbahara kadar üslenme zamanında düzenlemeler olacaktı ve böylece birbirimizden koptuk. Farklı kamplara yerleştik. Onların kampı deşifre olmadan Kurtay arkadaşların kampı deşifre oldu. Kurtay arkadaşlar şehit düştüler. Ferhat arkadaş şahadetlerden etkilenmişti. Operasyon yeniden başladı Kurtay arkadaşların şahadetinden sonra. Orada da arkadaşların intikamlarını almak için bir birim hazırladı ve o birimde kendisi de yer aldı. Eylemde 9 asker öldürdüler. Arkadaşlar bir silah da kaldırdılar. 30 subay vardı o operasyonun içerisinde. Misilleme eylemi ile arkadaşlar başarılı bir şekilde çıktılar. Ferhat arkadaş öyle bir arkadaştı. Düşman araziye girecek ve biz ona darbe vurmazsak diyen bir arkadaştı. Her zaman yoğunlaşmaları ile hazır olan bir arkadaştı. Çevresindeki arkadaşları ona göre hazırlayan ve düşmanın üzerine giden bir arkadaştı. Çevresindeki arkadaşlar da onun yaklaşımlarından cesaret alıyorlardı. Hem moral veriyordu hem kendisi içerisindeydi ve yaptığı planları da başarıya kilitlenmiş planlardı. Yapısı da ondan moral alıyordu. Ona göre arkadaşlar katılım sağlıyorlardı. Kurtay arkadaşların şahadetlerinden sonra onların da kampı deşifre oldu. Kamp deşifre olduğunda düşman operasyon yapmıştı. Arkadaşların noktalarına baskın yapmışlardı. Arkadaşların daha öncesinden mevzi hazırlıkları vardı. Sabahtan akşama kadar kamp içerisinde arkadaşlar çatıştılar. Düşmanın kampa girmelerine izin vermediler. Ve sanırım bir arkadaş şehit düştü. Arkadaşlar geri çekilme sırasında Ferhat arkadaş cihazın kullanılmadan gizlice çıkmak gerektiğini söylüyor. Tedbir almak için bunu ifade ediyor. Bir grup arkadaşı önden gönderiyor yolu kontrol etmeleri için. Arkadaşlar gittikleri zaman bir grup düşman sabahtan aldıkları mevzileri bırakmak isterken arkadaşları görüyorlar ve taramaya yapıyorlar. Düşman tarama yaparken geride kalan arkadaş grubu ilk grubun pusuya girdiklerini düşünüyorlar. Ve cihazı da kullanmadıkları için Ferhat arkadaşlar yerlerini değiştirip farklı bir yerden gideceklerini söylüyorlar. Geri çekilme sırasında gittikleri yer sert bir arazi ve komplonun olduğu bir yer. Arkadaşlar bir yere kadar gidiyorlar ve duruyorlar sabaha kadar. Sabah arkadaşların yerlerini düşman tespit ediyor. Ve düşman onların yerinin iyi olmadığını görüyor. Kobra helikopterlerini gönderiyorlar. Kobra ve ağır silahlar gönderiyorlar. Ferhat, Nuda ve iki arkadaş orada şehit düşüyorlar. Arkadaşların şahadetleri bu şekilde oluyor Hezil vadisinde. Ferhat arkadaş şahadetine kadar sürekli hedefine kilitlenen ve düşman üzerine kilitlenen bir arkadaştı. Sürekli düşman üzerine, süreç üzerine yoğunlaşan ve Önderliğin söylediklerini nasıl pratiğe dökeriz gibi tartışmaları vardı arkadaşlarla ve Botan gücünü hep böyle yoğunlaştırmak için çabaları vardı. Botan gücünü harekete geçirerek savaşa katma ve yapılan tahribatları boşa çıkarmak için ve buna göre Botan’ın eski misyonuna göre 84 yılında Botan da yapılan savaş tarzını yaratmak ve Doktor Ali’nin yarattığı tahribatları ortadan kaldırmak ve onların etkilerini kaldırarak Botan’ı yeniden savaştırmaktı. Yaklaşımları böyleydi. Ve bu esaslar üzerinde Botan gücünü yeniden yaratmak için çabaları oldu ve Botan gücü moral aldı. Hatta çok eylemleri oldu. Şahadetlerine kadar böyleydi. O yıl kamptan çıktıktan sonra bile bahar eğitimlerini düzenlemiş ve düşmana darbe vurarak onları kırmak üzerinden yoğunlaşmıştı. Çok çaba harcadı Botan gücünü toparlamak için. Ferhat arkadaşın şahadeti Botan gücü üzerinde etkili oldu. Onun şahadetine kadar yaptığı direniş arkadaşlara moral kaynağı oldu. Arkadaşların anlattığına göre kampta yapılan çatışmada ilk mevzi alan ve arkadaşları savaştıran bir arkadaştır. Bu şekilde yaklaşımları vardı. Ve kendisiyle birlikte kalan arkadaşlarda intikam ruhu yarattı. Yolunu devam ettirmek için bu esaslar üzerinde katılımlarını sağladılar. Öyle bir arkadaştı. Yaşamdaki duruşuyla, komutanlık tarzı ile arkadaşlar üzerinde etki yaratıyordu. Tarz ve taktik konusunda hep yeniyi yaratıyordu. Hep örnek bir arkadaştı. Yapı için sürekli moral olan bir arkadaştır. Her arkadaşı geliştirirdi. Tek tek arkadaşlarla tartışırdı ve sorunu olan arkadaşları yanına alarak onlarla sürekli ilgilenirdi ve eğitirdi. O arkadaşları yeniden savaştırmak için güç verme çabasına girerdi. Bu esaslarla arkadaşları yeniden pratiğe gönderirdi. Bu tür arkadaşlarla çok ilgilenirdi. Ve çare bulurdu böyle sorunu olan arkadaşlara. Ve yeniden onları çalışmalara katıyordu. Ferhat arkadaşta böyle bir duruş vardı. Yaklaşımları böyleliydi çevresindeki arkadaşlara. Hiçbir zaman demezdi savaş ortamıdır, ilgilenmezlik etmezdi. Ve sürekli planlı bir arkadaştı. Savaş ortamında olmasına rağmen arkadaşlara yaptığı toplantıları ertelemezdi. Arkadaşlarla tartışmayı hiçbir zaman ertelemezdi. Sürekli bölge üzerinde dolaşan bir arkadaştı. Toplantılar yaparak gücü harekete geçirmek için bir çaba sahibiydi. Ferhat arkadaş yaşamı boyunca militanca bir katılımı esas aldı ve bunu yerine getirdi. Biz de onun şahsında bütün şehitlerimizin ardında yürümeye söz verdik. Anısı önünde saygı ile eğiliyoruz.
Mücadele Arkadaşları
- Ayrıntılar
Son bir kaç günü mücadele cephesindeki güçlerimizle tartışarak değerlendirdik. Burada kapsamlı geliştirmeye çalıştığımız yaklaşımları daha yoğun ve özlü bir biçimde bir kez daha aktarmaya çalıştık.
Bilindiği gibi mücadele cephelerimiz baharı yakaladılar. Fakat bütün yönleriyle açığa çıkardığımız gibi, ağır tarihi sorumluluk, siyasi hassasiyet ve onun ordulaşmaya dönüşmesi konusunda bir sığlığı, yüzeyselliği, kendiliğindenliği ve ağır bir tempoyu yaşadıkları da bir o kadar gerçek. Dayattıkları tarz, orta tabaka, orta sınıf tarzını henüz aşamıyorlar. Partinin ideolojik, siyasi ve pratik öncülük düzeyi ile halkın ve çalışan kitlemizin ortaya çıkardığı dayanma durumunu orta kademe öncülüğümüz bir türlü anlamıyor ve buna gereken anlamı veremiyor. Yani PKK’yi bir orta sınıf partisi gibi düşünme alışkanlıkları hayli etkili. Bunlar fırsat buldukça gelişen ve kendini dayatan küçük-burjuva sınıf özellikleri oluyor.
İyi niyetler ne olursa olsun, yıllardır kendini eğitmeme ve yaşama emek gözlüğüyle bakmama gibi önemli oranda düşmanın dayattığı ve orta sınıf aile yapısının verdiği değer yargıları bireyleri fena halde bağlamış; bu nedenle partinin bütün yüceltici, kurtuluşçu çabalarına denk gelen bir karşılığa ulaşamıyorlar, onu göremiyorlar ve bu yüzden de zaferi pekiştirecek adımların sahibi olamıyorlar, yalpalayan ve kaybetmeye açık bir tarzı kıramıyorlar. İşte bu durumlar üzerine epey yüklenmek istedik. Hiç şüphesiz biraz etkili olur ve eskiyi biraz aşarız. Ama henüz PKK’nin zaferi getiren tarzını yakaladılar ve o temelde yaşıyorlar demek çok zordur.
Bahar hamlesi gerçekten epey gelişme fırsatı sunuyor. Bu kampanya büyük bir saldırı hamlesine kadar da götürülebilir. Fakat öncülük sorunu ve onun belirlemeye çalıştığımız çerçevedeki uygulanış sorunu güçlü bir çözümle cevap bulmazsa bu kampanya sınırlı kalır. O zaman düşmanın karşı hamlesi belki de tehlikeli olabilir. Çünkü düşmanın da bayağı büyük bir saldırı kampanyasıyla yüklenmeye çalıştığı, bunu gün gün geliştirerek ve güçlendirerek yürütmek istediği çok açık.
Bizim bu denli yoğunlaşmamıza rağmen, komuta düzeyimiz henüz kendi saldırı kampanyasını planlayıp yürütecek kudrette değil. Uzun yıllar süren parti içindeki değişik yaşam alışkanlıkları onları fazla yaratıcı kılmıyor. Halen parti değerleri üzerine kendini oturtma, kendini dayatma sürüyor. Yaratıcılık, ön açıcı olma, sürekli ilerlemeyi mümkün kılan bir tarzın sahibi olma gibi hususlara pek akıl erdiremiyorlar, çabaları ona yetişmiyor. “Evet, evet” diyorlar, ama pratikleriyle bunu kanıtlayamıyorlar. Bu gücü, bu yaratıcılığı bir türlü sergileyemiyorlar. Bu sınıf dışı özellikleri tam yıkmadan, parti içini de yıllarca biraz kaşarlanmış, kireçlenmiş ve hareketsiz bırakan özellikleri söküp atmadan böyle büyük bir kampanyaya ulaşmamız zordur.
Bizim başarmak istediğimiz, düşmanın mevcut konumunu hesaplayan bir saldırı kampanyasıdır. Bu konuda sizleri zorlamak istemiyoruz ama, kişilikleriniz buna hazır değil. Yılların ihmalkarlığı, siyasi ve askeri yönden kendinizi yetiştiremeyişiniz çabalarınızı son derece kısır bırakıyor ve sizleri problemli tutuyor. Bu da sizin gerçeğinizi ifade ediyor. Bir kişi kendine yıllarca böyle sevdalanırsa ve kendi bireyciliğini kıramazsa, tabii böyle önemli kampanyalara layıkıyla karşılık veremez. Ne yazık ki durumunuz böyle ve yaygın olarak yaşadığınız yaşam gerçekliğiniz böyle güçlü eylem ve hamlelere yetmiyor. Bu da sizin sorununuzdur diyorum. Biz onun nasıl aşılması gerektiğini ortaya koyduk burada; kişiliklerinizi nasıl hazırlayabileceğinizi ve gelişmelerin emrine nasıl sunabileceğinizi gösterdik. Bunu ne kadar anladınız ve ne kadar hazırsınız? Bu da sizin bileceğiniz bir iş.
Bir devrimcinin kendisine sorması gereken sorular ve kendi içinde vereceği karşılıklar vardır. Tabii bunlar hep başarı sözüdür ve eylemin adım adım hazırlanışıdır. Bir saniye bile ertelemeksizin tam bir tempoyla yol almadır. Sorumluluk duygusunu iliklerine kadar hissetmek ve fırsatı yakaladı mı onu gerçekten değerlendirmektir.
Dürüstlüğünüz ve çabanız ne olursa olsun, bu bir ustalık işi olduğu için, bütün yönleriyle sizleri böyle güven verici bulmak, doyurucu bulmak biraz zor. Biz bu zorluğu kırmaya çalıştık ve sizleri başarabilen yürüyüşçüler olarak göreve hazırlamak istedik. Aslında bütün gücünüzle yürüyorsunuz. Gerçekten çok yoğun bir çaba söz konusu. Fakat büyük oranda kendinizi yaşıyorsunuz. Bu çabayı bir türlü kolektivizme dökememe var. Özellikle fırsatı yakaladığınızda, ortamı tuttuğunuzda, görevi devraldığınızda ona hakkını vermeme, pratiğe yürüyerek hakkını vermeme, hep böyle çarpık kalma ve doğru değerlendirememe gibi yaklaşımlar sergileniyor.
Evet, bizim bu konuşmalarımızda böyle bir partiye ve onun savaşımına bundan daha fazla ne verilebilir? Sanmıyorum bundan daha fazla verilebileceğimi. Önderlik ancak bu kadar verir. Herhalde mevcut verilenler bile çok tekrar düzeyinde olmuştur. Aslında bu tip yaklaşımımız gereksizdir. Ama elimizden başkası da gelmiyor. Siz öyle durdukça biz de böyle duracağız. Bütün yaptığımız kendimizle oynamamak, yani mücadele gerçeğinden kopmamaktır. Bunun için aslında bütün marifetlerimizi sergiledik ve halkı da böyle mücadele gerçekliği etrafında tuttuk. Ama bunun hakkı ne kadar verildi, buna ne kadar ustaca yaklaşıldı? Hayır, gereken aslında yapılmadı. Ama biz, ciddi bir saptırmaya, gündemi düşmanın istediği bir biçime çevirmeye de fırsat vermedik.
Doğrultumuz, parti içinde ve dışında esas yürüyen ve söz sahibi olan doğrultudur. Bundan ne taviz verildi, ne de bunun etkisiz kılınmasına fırsat verildi. Hiç şüphesiz gelişmeleri belirleyen esas etken budur. Ama zafer için bu yeterli mi? Sizin mücadeleniz herhangi bir katkıya yol açabilir mi? Olursa iyi olur. Olmazsa da doğrultu kendisinden emindir. Sorumluluğu böyle götürüldükçe de başarı yolunu bulacaktır. Bazıları iyi katkı yaparsa, hiç şüphesiz onların da yeri iyi olur, katkıları olur, adları ve ünleri olur ve saygıyla anılırlar. Eğer bunu değerlendirebilirseniz sizin için onurdur. Sizler değerlendiremezseniz de, bu mücadele sürdükçe elbette bir yerlerden başarı sahipleri çıkacaktır.
Tarihimizde çokça görülen kendinde tıkatma, kendinde ihanetle işleri sarpa sardırma dönemin artık sona erdiğini söyleyebiliriz. En önemli bir gelişme de budur. İster parti içinde olsun, ister ulusal direniş cephelerinde olsun kişiler artık her şeyi kendileriyle gömemiyorlar. Bütün ihanet mantığına ve ihanet pratiğine rağmen, kişilerin kendileriyle birlikte her şeyi yenilgiye götüremeyecekleri biraz anlaşılmıştır. Çok çaba harcandı; böyle kendini ölü gibi tutarak, kendini bitirterek, kendini doğratarak, kendini öldürerek yere gömmeye çalışıldı; fakat buna fırsat verilmedi. Yani bir ulusal yazgı gibi görülen kendinde yaşamı mahvetme eğilimini kırdık diyebiliriz. Bu eğilimi, bu yaşamama ve ölme eğilimini kırdık, hem de adam akıllı kırdık. Ama tam yaşamın yoluna, başarının yoluna girildi mi? Tam girildi denilemez. Ancak mevcut olan da az bir gelişme değildir. Sizin bu ölümlü kişiliklerinizin, müthiş çirkince yaklaşımlarınızın kendisiyle birlikte her şeyi öldürmesine fırsat verilmemesi de bizim açımızdan önemli bir başarıdır.
Şimdi görüyorsunuz ki, en bağlıyım diye geçinenlerin bile ölümü temsil ettikleri bu son örneklerle iyice açığa çıktı. Ve bu ölümcülüğü neredeyse bütün yaşamı diriltme alametlerimize, işaretlerimize, olanaklarımıza dayatıyorlardı. Ve halen de sizleri sorguluyoruz. Ne kadar yaşamın içindesiniz, ne kadar dışındasınız? Ne kadar ölümcül, karartıcı ve soğuk noktalarsınız, ne kadar diriltici, aydınlık ve sıcak yaşamın olanaklarısınız? Bunları açığa çıkartmaya çalışıyoruz. Özellikle ne kadar çirkinleştirici, ayak bağı, körleştirici ve kötüleştirici yapıdasınız, ne kadar bunlarla çelişiyorsunuz? Güzelleştirme, iyileştirme, doğrultma çabalarıyla ne kadar bağlantılısınız? Bunlara da açıklık getiriyoruz. Bunlar da savaş kadar önemli işlerdir. Yani biz, bir de bu yönüyle çok yoğunlaştık.
Bu gelişme karşısındaki direnmeleri de halen görüyoruz. Peki ben mi sizi inkar ediyorum, siz mi beni inkar ediyorsunuz? Ben mi güzelliklerinizi karartıyorum, siz mi ortaya çıkarmaya çalıştığım güzellikleri çirkinleştiriyorsunuz? Ben mi aydınlığı oluşturuyorum, siz mi? Karartan kimdir, aydınlatan kimdir? Umudu yeşerten kimdir, umudu tüketen kimdir? Hırsız kimdir, emek sahibi olan ve değer yaratan kimdir? İşte bunlara biraz açıklık getirdik.
Elbette bunlar öyle basit, sıradan gelişmeler değildir. Yiğitlik, mertlik öyle kaba anlamda elde silah savaşmak değildir. Hele bizim gibi namertliğin her türlüsünün geliştiği bir toplumsal ortamda doğru, mert ve anlamlı insanı nitelemek ve biraz da böyle ortaya çıkarmak en zor işlerden birisidir. Alçağın, namerdin, döküntünün, çirkinin en iğrenç olanının bu kadar kol sardığı, etrafı kolaçan ettiği bir sistemde ve dönemde, bütün bunların üzerine yürümek ve bazı darbelerle onu sersemletmek basit bir iş değildir.
Hayır, bu basit olmadığı gibi, bunu kimin ve nasıl yaptığı da üzerinde durulmaya değerdir. Biz kendimizi bütünüyle burada özlü kılmaya çalıştık. Yani mühim olan gerçeklerin böyle anlaşılır kılınmasıdır dedik. Bazılarınızı gönüllerinin istediği gibi idare etmek yerine gerçeklerini ortaya çıkarmayı esas aldık. Bu kadar fanatiğin, bu kadar kendini kaybetmişin veya her an kendini kaybetmekle yüz yüze olanın bulunduğu bir gerçeklikte başka türlü davranmak, bu durumda olanlara karşı da saygısızlık olurdu. Ne kadar fanatik olduğunuzu, gerçeklerden ne kadar kaçtığınızı ve başarı gerçeğine yaklaşmak istemediğinizi göz önüne getirdiğinizde, durumların nasıl yakıcı olduğu ve kendine gelmenin ne kadar önemli olduğu çok daha iyi anlaşılır.
Bazı şeyleri kesin doğru yorumlamak ve hakkını vermek gerekir. Lafazanlıkla, bilmem şöyle yetmezliklerle, gerçeklerle oynamakla bu işler yürümez; bunlar aşağılık olmanın, şerefsiz olmanın en temel nedenidir. Bazı değerlere gözü yaşlıca ilgi göstermek ve karasevda gibi dayanmak da öyle sanıldığı gibi iyilik falan değildir. Bizde çok etkili olan bu yaklaşımın da çok yoğun bir namussuzlukla ilişkisi vardır. Onu da göstermeye çalıştık; en az sıcak savaş cephesi kadar, böyle bir ruhsal cephede de savaş verdik. Çünkü çirkinlikler had safhada. Çünkü kendi ruhunda karartan, yenilgiye götüren bir çok şey var. Bunların hepsini gösterdik. Yiğitse çıksın ortaya; ne diye karartıyor, kendi dipsiz kuyu kişiliğinde bir çok şeyi yutuyor! Bunlara fırsat vermek istemedik. Yine ne kadar ölümcül ve çürük olduğunuzu da ortaya koyduk. Yaşamaktan aciz, yaşamın bakış açısı, doğrultusu olmayan kişiliklerin aranızda ne kadar çok olduğunu gösterdik. “Çoktan ölmüş de farkında değilmiş” havasında olanları gösterdik. Bunlar yanında, çok çocukça da olsa yaşam heveslerimizi, istemlerimizi, tutkularımız da göstermeye çalıştık. Ayıp olan bu değil, ayıp olan kendi gafletini örtmektir; kendi bitmişliğini, kendi saygısızlığını, çürümüşlüğünü örtbas etmektir. Biz bu tür şeylere girmemekle gene en iyisini yaptık.
İşte görüyorsunuz, sıcak savaşım cephelerine de bir şeyler veriyoruz; kararmış, buz kesilmiş ruhlara da bir şeyler veriyoruz. Orada da bir temizlik hareketi geliştiriyoruz. İster hoşunuza gitsin, ister gitmesin biz böyle işlerle uğraşıyoruz ve tarzımız da böyledir. Karşı çare ve tedbirleriniz varsa ortaya sermekte özgürsünüz. Yeter ki yaşama büyük saygısızlık olmasın, her şeyi çirkinleştirip yerin dibine batırmasın. Bunu istemek savaşçılıktır, mücadeledir. Hiç kimse lafazanlıkla, demagojiyle işleri başka türlü veya keyfince göstermeye cesaret etmesin; adam olmayana adam, yetmeyene yeterlidir dedirtmesin; sahteye ve iğrence böyle unvan biçtirmesin. Herkesin gerçeği neyse öyle ortaya çıksın. Bu kadar yalanın egemen olduğu böyle bir ortamda yapabileceğimiz en büyük iyilik herhalde budur.
Gerçeklerin dili ve eylemi olmaktan kaçınan biz değiliz. Görüldüğü gibi biz, her şeye az-çok bir katkıyla cevap veriyoruz. Ama bizim adamlarımız pek oralı olamıyorlar; heybetli, otoriteli ve sonuç alıcı olamıyorlar. Bir komuta, bir önder üslubuyla cevap veremiyorlar. Kendi katkılarını ancak çok sınırlı ve çok zavallıca sunabiliyorlar. Peki biz mi böyle istiyoruz? Hayır. Tam tersine biz, tümüyle yeterliyi zorlayan bir havada olmaya büyük özen gösterdik ve bu temelde destek sunduk. Görüldüğü gibi, insan bir yolda ve bir yöntemde ısrar ederse gelişebilir. Bunun çarelerini kendimizde nasıl ortaya çıkardığımızı gösterdik. Bununla şu başarıldı: Tam başarı için istediğimizi belki elde edemedik, ama bazılarının bizi tam başarısızlığa götürmesine de fırsat vermedik. Ne düşmana bu fırsatı verdik, ne de içimizdeki dolaylı düşürenlere, başarısızlığa götürenlere.
Bizim iyiliğimiz işte buradadır. Bu konuda bize yutturamadılar, ne düşman yutturabildi, ne de onun içimizdeki dolaylı yansımaları yutturabildi. Sanıyorum yeterli ayakta durduk, karşı hamleleri karşıladık ve kendi hamlemizi de biraz dayattık. Peki bunu anlarlar mı? orası kendi bilecekleri iştir. Biz üzerimize düşeni böyle yoğunca yerine getirdikten sonra artık günah bizden gitmiştir. Ben günahın ne olduğunu bilirim biraz. Günahı kendi üzerimden attıktan sonra, günahkarlar nasıl ölürse ölsün, o beni ilgilendirmez. Hakkın yolunu, sevabın yolunu bu kadar göstermemize ve buna çağırmamıza rağmen, eğer bu yola girmemeye ve gerekeni yapmamaya ısrar ediyorsa, o günahkarın ve sefilin tekidir ve nerede, nasıl giderse gitsin, yeter ki etrafa zarar vermesin. İşte biraz bunun tedbirini alalım. Vicdan hesabı da ancak böyle verilir.
Görülüyor ki, baharın diriliğine biz de böyle cevaplar yetiştiriyoruz. Baharın dirilticiliğine karşılık bizim dirilticiliğimiz de bu oluyor. Bunu anlamayan ruhlar artık anlarlarsa kendi hayırlarına olur. Bir halkın içinde ısrarla bu kadar basitliği yaşayanlar, halkın her türlü baş aşağı gidişine izin verenler, gözünü hiç yükseklere dikmeyenler ve çare olmaya gönülden inanmayanlar olduktan sonra, bizim gibi bir devriminde kendini böyle ortaya koyması yadırganamaz. Bu bir intikamdır, biz niye boyun eğelim!
Ben hep böyle bir şeyler yaptım ve yapmaya da devam ediyorum. Buna karşı olanlar güçlü olsunlar ve bizim konumumuzu sarsmaya çalışsınlar. Benimki de bir savaşçılıktır, sizinki de. Ben, özveriyle kendi savaşçılığımda yer almak isteyenlere yönelik bir yaklaşım geliştiriyorum. Karşımdakilere karşı da bir şeyler geliştiriyorum. Karşımdakilerin de, yanımdakilerin de buna karşılık verme hakları vardır, fakat dökülüyorlar. Elbette bunun nedeni ben değilim. Düşman bile düşmanlığını iyi yapamıyorsa sorumlusu kendisidir. İçimizdekiler yandaşlıklarını iyi yürütemiyorlarsa sorumlusu kendileridir. İlla bizi düşürmek isteyenlerse güçlü olsun düşürsünler. Bir oportünist de kendini örgütleyebilir, bir oportünist de örgüt kurabilir veya bir partiyi boşa çıkarabilir. Böyle yapsanız bile bravo denilir size. Yani buna bile güç getirememe söz konusu oluyor bizim bir çok oportüniste benzer öğemizde.
Dediğim gibi, bütün bunların izahı vardır ve yapılmıştır. Biz de kendi işlerimizin başındayız. Sizi kandırmıyoruz veya illa gelin rica minnetle şu işi yapın demiyoruz. Bu işlere kendiniz talip oldunuz. O zaman “işin esasına göre hizaya gel” dememiz, “onun tarzına ulaş, onun terbiyesine ulaş” dememiz anlayışla karşılanmalıdır. Burada ağlamak söz konusu olamaz. Yiğitlik isteniyorsa, sen onu böyle zavallılıkla lekeleyemezsin, çaresizce duramazsın. Bu sanatın gerekleri vardır, yiğitlik sanatının gerekleri vardır; onu yerine getirirsen, o zaman ölümün bile bir adı, bir şanı olur. Aslında bütün bunlar önce de söylendi. Fakat size göre bunlar basittir, fazla anlaşılmazdır. Halbuki anlaşılmaz olan, basit olan siz oluyorsunuz.
Yürümeye ilişkin biz bazı değerleri ortaya çıkardık. Büyütmeye, yüceltmeye ilişkin ağırlık bizdedir, sizde değil. Ayrıca çıkış yapanlarınız da öyle fazla boy vermiyor. Şu ortaya çıktı; büyükleriniz, ana-babalarınız sizi güçlü yetiştirememiş. Kemalist veya aşiretçi-feodal etkili yetişmeniz sizi çaresiz kılıyor. Ne o özelliklerle fazla sonuç alabiliyorsunuz, ne de bizim yaratmaya çalıştığımız tarz da boy verebiliyorsunuz. Arada zorlanıp duruyorsunuz. Daha size ne yapalım ilerletmek için?
Biliyorsunuz, bizim işlere “çılgınca işler” denildi, siz de diyebilirsiniz, fakat gene de bir iştir. Bu da bir iş, yaşamın bir biçimi oluyor. çılgıncadır da diyebilirsiniz, mantığa pek sığmıyor da diyebilirsiniz, ama biz de şunu söylüyoruz: Peki senin karşı gerekçen ne, yaşam dediğin kaç para eder? Yani ülkeniz adına ne söyleyebilirsiniz, halkınız adına ne söyleyebilirsiniz? Hatta kendi adınıza ne söyleyebilirsiniz? Çoğu üzümün sapı bile olamaz, evin hademesi bile olamaz, efendinin karşısında döküntü bile olamaz. Peki öylelerinin kaç paralık değeri olabilir? Tabii bütün bunlar bizim iddiamızdır. Görülüyor ki başkaları fazla güçlü söz söyleyemiyor. Sözde en büyüklerinden tutalım en işbirlikçisine veya en aşağılık olanına kadar hepsi bitiktir. Güçlü sözleri yine biz epey söyledik. Tabii bundan sonra daha büyük sözleri bazıları söyleyebilir ve daha büyük işler ortaya koyabilir. Ve biz ona da hizmet etmeye hazırız.
Bizim tarzımız hizmet tarzıdır, emekle çok bağlantılı bir yaşam tarzıdır.
Daha yüce emek ve daha başarılı çabalar ancak bizim büyük övgümüzü, alkışımızı toplayabilir, desteğimizi alır ve katkımızı yanında bulur.
Görülüyor ki, bu konular öyle sandığınız gibi yüzeysel, hafif ele alınamaz. Bizim yürüttüğümüz işler öyle hesapsız kitapsız değildir. Bu işler öyle karasevda bağlılıkla, kendiliğindenlikle, ilgisizlikle götürülemez. Bizim işlerin mantığı ve ruhu çok farklıdır; tarzı, çabası, hesabı, kitabı vardır ve oldukça da yamandır. Okuyamıyorsanız ben ne yapayım! Bunların hepsi yazılmış ve kitap haline getirilmiştir. Ama kendinizi bir kara cahil gibi kılıyorsunuz, cahilin cahili oluyorsunuz. Bu durum elbette kötüdür ve bunu aşmak sizin için yaşamaktır. Gençsiniz, güç getirebilirsiniz diyorum her zaman. Kitaplarımızda çok şeyler yazılı, isteyene hemen hemen her türlü bilgi veriliyor, her türlü işin esası üzerine ders var. Her iş ve her konuda var bu. Meleklerin işlerine ilişkin de, şeytanların işlerine ilişkin de hemen her şey var. Amansız eylem ilişkilerine ilişkin de, en gelişkin duyguların durumuna ilişkin de bir izahı vardır. İsteyenler hepsini bulabilir.
Tabii bütün bu işlerin kendi arasında da çok sıkı bir bağlılığı vardır. Öyle hiçbir şey kendiliğinden, sizin yaklaştığınız gibi tek düze, yalıtılmış, birbirinden kopuk değil. Her şey son derece koordineli, örgütlü, etkilenen ve etkileyen bir yaşamsal bütünlüğe sahiptir. Elbette bunlar üzerinde çok yoğun durulursa ancak öğrenilebilir. İyi bir öğrenci olmayı bilmeniz bile hayli önemlidir sizin için. “Ben okurum okurum mektep okurum” derseniz, o zaman tabi o okuldan iyi bir öğrenci olarak çıkamazsınız. Bu bir okul aslında. Her şeyden önce, bizimkinin de bir okul olduğuna inanacaksınız.
Başkalarının okulu ile karıştırmayın bunu. Bu okulun da kendine göre bir kimliği vardır. Buna inanmalısınız ve mümkünse gereklerine ulaşmalısınız. Belki ahım-şahım değil ama, yine de bir okuldur. Kendi tarzını kendi kendine bile ilerletebiliyor. Böyle çok özgür bir okuldur. Ve bizim burada oluşturduğumuz bu geleneği siz dağlara öyle nakşedebilirsiniz ki, bin yıl bile geleceği belirleyebilir. Bunu yapamıyorsanız, zayıflığınız yüzünden, iyi bir öğrenci olarak çıkmayı bilemediğinizden ötürü oluyor. Yani o eski çobanlara benziyor, çoban bir kaç keçi güderek yaşamı idare eder. Yine kara sabandan başka elinden iş gelmeyen çiftçiye benziyor durumunuz. Fakat bizim okul hayli karmaşık ve dersleri de yoğundur. Bunu edinip uygulayabilirseniz, gerçekten büyük gelişmelere yol açabilir.
Görüyorsunuz ki böyle derin ve tarihi işlerle uğraşıyoruz. Bazıları ısrarla bizi anlamazlık ve uygulamazlık ederse, biz de gerçeğimizin böyle olduğunu açıkça dayatırız. Söyleyelim yani, bizi yüzeysel ele alan kim, layıkıyla gerekeni yapmayan kim, dersleri boşa çıkartan veya anlamını yitirten kim? Burjuva okulundaki ilginin bile onda birini gösteremeyen kim? Yani düzenin vereceği bir memurluğa kırk takla atarken, bizim burada verdiğimiz altına bile yüzünü çevirmeyen kişilik kimin kişiliği? Kendine karşı bu kadar saygısız olan elbette iflah olamaz. Kendi öğretisine gereken değeri veremeyen, ciddi olduğunu ileri süremez. Siz tabi akıllı köylülersiniz, akıllı küçük-burjuvalarsınız, hepsini kendinize göre ayarlarsınız. Fakat gerçek öyle değildir, gerçeklerin dili farklıdır.
Siz hep çok akıllı olduğunuzu sanıp öyle derinleşiyorsunuz. Ama gerçeklerin dilinin farklı olduğunu söylüyorum ben. Gerçekler sizin bütün yanılgılarınızdan, bütün gözü karalığınızdan çok daha inatçıdır. Onları da daha çok biz temsil ediyoruz. Gücümüzü de zaten buradan alıyoruz. Öyle başkalarının sandığı gibi kuru bir otoriteden, ucuz ayarlamalardan kesinlikle gücümüzü almıyoruz. Çünkü biz sıfırlardan buraya gelen ve nasıl geldiğini bilenlerdeniz.
Bu belirttiklerimden inşallah bir şeyler anlarsınız. Savaşa gidiyorsunuz, “çok çeşitli cephelerdeki mücadeleye varız” diye kendi kendinize sözler veriyorsunuz. Bunlar güzel şeylerdir, ama gerçeğin dili de dediğim gibidir. Yaman adamlar çıksa sizden kesin alkışlarız. Biz kıskanç filan değiliz. Ben halen büyüklükleri arama peşindeyim. Kendimi en büyük yerine koyma gibi bir hastalığım kesinlikle yoktur. Büyüklükleri Allah bile olsa aramaya çalışıyorum; evrende, hücrelerde, atoma dek her yerde arıyorum. İşte bu kadar araştırmacıyız. Çoğunun yaptığı gibi, kendimizi bastırıp da “benden büyüğü yok” demiyoruz.
Benden büyüğü yok ideolojisi bir gözü karalıktır.
“Ben hiçbir şeyim” biçimindeki zavallılık da onun ters yüz edilmiş biçimidir.
Kuşkusuz biz böyle değiliz. Görüyorsunuz ki, biraz gerçeklerin dili olma, yaşamın dili olma söz konusu. Siz de özen gösterseniz biraz daha iyi olabilirsiniz. Başka türlü bu PKK olayında yer almak, yürümek ve yaşamak çok zordur. Bunu herkes için söylüyorum. PKK’nin öyle fazla ustası yok. Hepsi birdir, eskisi de, yenisi de çocuk gibi, hatta bebek gibidir. Hepsi de öğrencisi olabilir bu okulun ancak, ben de dahil tabii. İyi okuyup da böyle tam hayata geçirecek biri olsa, düşmanı, çirkinliği, kötülüğü müthiş yok eder. Demek ki daha emekleme durumunda çoğu, daha ABC’yi sökmekle uğraşıyorlar. Fakat mevcut durum yine de bir öğrenmedir. Daha fazla özen gösterin, daha fazla öğrenin ve daha fazla uygulayın! Terbiyeli olun, hiç olmazsa haddinizi bilmezlik etmeyin, kara cahil gibi kendinizi dayatmayın. Az öğrenin ama, öz öğrenin ve yapın! Bu da kabuldür yani.
Düşmana karşı başka neler yapabiliriz? Böyle bir şeyler yapıyoruz işte. Sahamız dar olmasına rağmen, hâlâ işte bu çabaları sergileyebiliyoruz. “Yerim dardır, oynayamıyorum” demiyoruz sizin gibi. Çok dar bir yerde de mükemmel oynuyoruz. Büyük siyasi oyun, büyük askeri oyun neredeyse bütün dünyanın dikkatini çekecek kadar gelişti bizde. Sizin yeriniz geniş olmasına rağmen oynamasını bilmiyorsunuz. Ben hiçbir zaman sizin ulaştığınız yerlere ulaşmadım, ama ulaştığımda da hepinizin oynadığı yer ve zamandan daha az bir süre ve olanakla büyük işler çevireceğime eminim. Oysa arkadaşlar gidiyorlar bir çorbaya kendilerini bitirtiyorlar; bir alışkanlığa, bir kör geleneğe takılıp bitirtiyorlar kendilerini. Bu, onların ne mal olduğunu ortaya koyar. İyi yaşadığını mı? Hayır. Anlamını verememiş, tarzını yakalayamamış, ne kadar saf olduğunu kanıtlamıştır, o kadar. Bu kadar öğretmeye rağmen silahtan bir şey anlamıyor, dağdan bir şey anlamıyor, ilişkiden bir şey anlamıyor. Böyle serseriler kimi kandırabilir, kimi inandırabilir!
Evet, önderlik gerçeğimiz, üretim gerçekliğimiz, mücadele gerçekliğimiz böyledir. Elimizden gelen budur. Kimse bize bir şey vermedi ki daha fazla istesin. Siz de öyle fazla bir şey vermediniz ki isteyesiniz. Bulup buluşturduk bir şeyler, onu da veriyoruz. Elimizden gelen bu. Başka yerden hiç alamıyorsunuz, kendiniz de oluşturamıyorsunuz, “buna da bin şükür” demeniz gerekiyor.
Velhasıl bu bahar kampanyamızda teslimiyet yok, isyanda kırılıp dökülme yok. Bazıları ne kadar dökülse ve teslim olsa da, genel yürüyor. Halkın yürüyüşe geçmesi etkinliği az-çok varlığını sürdürüyor. Öncüler zor-bela da olsa yine ayaktadırlar. Bu, tarihimizde ilk defa adına biraz özgürlük yürüyüşü diyebileceğimiz, özgürlük savaşımı diyebileceğimiz bir olaydır, büyük bir eylemdir. Biz bunu daha da özenle götüreceğiz. İsterim iyi birer komutan olarak katılmanızı, yaman birer savaşçı olarak yer almanızı. Bunun için biz de bir çok şey verdik ve gerçekten teknik araçları bile hiç kimsenin kullanamayacağı bir biçimde, işlevinin çok üstünde ve hatta tersinden kullanarak yüklendik, belki arkadaşlar bir şeyler alırlar diye. Bu koşullarda ve bu çerçeve dahilinde verilecek bundan daha fazlası olamaz. Eğer almasını bilirseniz aslında her şey var. Mesajı almak isteyen ne ararsa bulur içinde. Dolayısıyla bahar kampanyasına böyle katılmak iyidir diyoruz. Kendi açımızdan gerekeni yaptık ve kampanya gelişsin, sonuçlarını da göreceğiz. Ömrümüz yeterse çıkacak sonuçlara verecek bir karşılığımız da mutlaka olacaktır. Sözümüz budur.
Böyle büyük bir hamleye girişirken kuşkusuz kendimizi kırıp dökmek istemiyoruz, böyle freni patlamış araba gibi bir yere çarpıp lime lime etmek istemiyoruz. Olası saptırmalara karşı da uyanığız ve ne kadar hız kazanmış da olsa yine de varışı sağ-salim yapmak istiyoruz. Bu da önemli bir hassasiyet gerektiriyor. Yani hem cevap vermek, hem sağlam temsil etmek ve hem de çok hızlı yürürken çarpmadan taşıyabilmek; işte bu bizim tarzımız oluyor. Sizin ki de böyle mi acaba? Hızı nerede çarpıp çarpmadığını fark ediyor mu, ne kadar kırıp döktüğünü görebiliyor mu? Kendi kendinize çok sormanız gereken bir sorudur bu. bazıları bir eşek kadar bile hızlı yürüyemiyor. Bazıları yürürken etrafta kırıp dökmedik bir şey bırakmıyor. Halbuki çok özenli bir yürüyüş ister bizim devrimimiz. Hızı kendine göredir, düşmanın ulaşamayacağı ve kendisinin de kırıp dökmediği bir hızdır.
Bütün bunlar elbette yaptığımız hizmetler de var ve biz de onu temsil etmeye çalışıyoruz. Yoksa kendimize zorumuz mu var? Tarzın kendisi emrediyor bunu. Eğer böyle isen sağ-salim limana vardırabilirsin gemiyi, aksi halde alabora olur her an ve bir girdapta boğulup gitmek işten bile değildir. Siz işte biraz öylesiniz. İnsan üzülüyor buna tabii. Acı duyuyor insan sizin durumunuzdan, erken ölümüzden, şahadetinizden, tutuklanmanızdan, hatta en önemlisi de saflardayken birer tutuklu gibi, tutuklu kişi gibi kalmanızdan, değer yaratamamanızdan. Halbuki bizim tarzımızın bu sizin tarzlarınızla hiç ilgisi yoktur. Bizim tarzımız hızlıdır, gerçekten yükü taşır ve limana da vardırır.
Şimdi sizin de kendinizi biraz daha gözden geçirme, hızını yeniden tayin etme, kırıp dökmeyen bir çalışma tarzına ulaşma fırsatınız var. Gençsiniz, yorulmamışsınız, anlayışı esas alsanız, ilkeyi esas alsanız, tutumu esas belleseniz kim sizi saptırabilir? “Doğrusu budur” deyip inat ederseniz ve bunda da hesabınızı tam yaparsanız, sizin sağlam bir biçimde limana ulaşmanızı ve yükü kırıp dökmeden, büyük zenginlikle oraya taşımanızı hiç kimse engelleyemez. İşte bu imkan elinizde diyorum. Tabii az bir yük değil, değersiz bir yük değil, ulusal bağımsızlık, eşitlik ve özgürlük yükü altın değerinde bir yüktür. Onu sağlam limana vardıracaksınız, başarı bayrağını yükseltecek ve altında toplanacaksınız. Bu kervanın sahipleri böyle kişilerdir.
Sizler de bunun farkında mısınız acaba? Böyle soruları kendinize sordunuz mu şimdiye kadar? Buna göre bir ayarlamanız, mesafe kat etmeniz, örgütlemeniz ve öncülüğünüz oldu mu? Bu soruları her zaman sormalısınız kendinize. Ders böyle alınır. Yoksa lafazanlıkla, demagojiyle, sağa-sola sataşmayla bu kervanın yürümeyeceği çok açık. Siz iyi niyetli de olsanız, kervanı yolundan çıkarmak isteyenler, delik açıp gemiye su sızdıranlar az değildir. Onları görebiliyor ve engelleyebiliyor musunuz? Akıllı bir kervanbaşı, akıllı bir kaptan bütün bunları düşünmek ve gerekeni yapmak zorundadır. Yoksa zordur, kervan ürker ve ürktü mü fincanlar birbirine değer ve kırılır. Bunları mutlaka ve derinliğine anlamaya çalışın. Ve böylece bu büyük kampanyaya, bu büyük zenginlik taşıma kervanına öncülük edin, kılavuzluk edin ve menzile sağlam ulaştırın!
Şimdi bu bahar kampanyamız yine Newroz’la birlikte özellikle Avrupa’daki kitlemizin anlamlı ve etkin çıkışıyla gelişiyor. Kürdistan’dan çok uzak yerlerde insanlarımız bedenlerini tutuşturarak bu tarihi hamleyi başlatıyorlar. Zaten üzerinde yoğunca durduğumuz hususlardan biri bu Newroz şehitler geleneğidir. Ve genelde şehitler gerçeğinin değerlendirilmesidir. Şehitlik gerçeği yaşam gerçeğimizdir. Mutlaka şehitlik gerçeğini yaşam gerçekliğine dönüştürmeliyiz. Şehitteki emri görüp yürüyebilmeliyiz. Şehit komutasını anlayabilmeli ve gerekeni yerine getirmeliyiz. Özellikle şehidin yaşam anlayışını kesin temsil edebilmeliyiz. Anıya gerektiği biçimde karşılık vermeme gibi büyük bir yüz karalığını ve aşağılık bir durumu kesinlikle kabul etmemeliyiz. Şehidin gücünü, şehidin tutkusunu, şehidin direnişini, şehidin acısını kendi şahsımızda mutlaka yaşatmalıyız. Mutlaka şehitle yaşam arasındaki köprü olabilmeliyiz. Şehidin yaşamıyla yaşayanların ölümü arasındaki farkı görmeliyiz. Namussuzca yaşam sahiplerinin çok olduğu veya basit yaşam kırıntılarına yapışıp kalanların neredeyse egemen olduğu bir halk gerçekliği içerisinde, bu büyük yaşam meşalelerini söndürtmemeliyiz.
Ben kendi payıma bu meşaleyi söndürtmemek için yetkin olmaya çalıştım. Onların yaşamla kurdukları bağı doğru değerlendirmeye özen gösterdim. Yaşayanların yaşamını şahadete yakın kılarak, böylece şehitleri yaşama, yaşamı yaşayanları da şehitlere yaklaştırarak köprü olma rolünü iyi oynamaya çalıştım. Çünkü başka türlü karşılık vermek mümkün değil. Şehidin yaşamındaki büyük anlamını bilmekle birlikte, onu bir yaşam gücü haline çevirmenin büyük ustalık istediğini, büyük sabır ve dayanma gücü istediğini bilerek, bunun sorumluluğunu duyarak bir köprü rolüne adam akıllı sarıldım. Gafilce yaşayanların gafletini durdurmaya, yaşama sahtekârlığına fazla geçit vermemeye çalıştım. Diğer yandan şehidi adeta teorileştirdik, savaş teorisine dönüştürdük. Böylece etkili ve egemen olmasına güç getirdik. Sahte yaşamın önünü kestiğimiz kadar, şahadetin teorisi ile yaşamı bir kez daha canlandırmaya, öyle kaynaştırmaya ve çare olmaya çalıştık. Gelişmeler oldu, şehit yaşama geçirildi, yaşam biraz şehide göre oldu.
Hâlâ ne kadar saygılı kaldığınız tartışmalıdır. Saygıyı sürekli kılmaya çalışıyoruz. Belki istenildiği kadar olmadı, ama büyük saygısızlık yapılmasına da fırsat verilmedi. Şu anda şahadet yolunda yürümeye hazır olmanız bunun kanıtıdır. Biz bu halkı da bu temelde tuttuk. “Gafilce ve haince yaşayamazsınız” demekle şehide biraz bağlı kalındığını gösterdik.
PKK tarihinde şehitlik üzerine bir çok değerlendirme yapıldı. Ben özellikle başlangıç şehitleri için en doğru değerlendirmeleri sunmaya çalıştım. Haki Karer yoldaşın anısına yapılan değerlendirmeden en son Newroz kahramanlık şehitlerinin anısına yapılan değerlendirmeye kadar, hepsinin yerinde bir değerlendirmesini yaptık. Bunu her şehit için yapmaktan da üşenmedim, ama fazla gerekli olduğuna da inanmadım. İnandığımda yaptım. Zaten kendini şehitlik çerçevesine oturtacak bir kişilik, bu kadar şehidi anlamıyla bilecek bir kişilik büyük olur. Bazılarınızın şehit yakını olduğunu söyleme durumunuz var, şehitlerin kendi şehidiniz olduğunu söyleme durumunuz var. Eğer bunda sahte değilseniz, eğer samimiyseniz, biraz da bizim bu gerçekleştirme tarzımıza benzer bir tarzı tutturmanız gerekir. Şehidi kendinde yaşatmak, şehidi doğru yaşatmak, şehitle çelişen yaşamın önünde durmak, “ya yaşayamazsın, ya da doğru yaşarsın” hükmüne bağlı kalmak büyük önem taşır. Öyle olursanız şehidin sahibi veya onun sürdürücüsüsünüz. Bu böyledir. Başka hiçbir biçimde kendimizi onurlandırmayalım.
Ben çocukken bile böylesi ölümleri kötü bulurdum, böyle anlamlı bulamazdım. Sonra da şunu gördüm: Ölümler aslında yaşayanların zavallılığını gösterme aracı oluyor. İnsanlar ölüler için döktükleri göz yaşını aslında kendileri için döküyorlar. Ölende kendilerini görüyorlar, kendi ölmüşlüklerini, hayattayken ölmüşlüklerini görüyorlar. Yoksa böylesine bir ölüm ağlayışı pek anlaşılır değil. Kendini bu kadar zayıf bırakma, kendini bu kadar ölüye benzetme söz konusudur ki, bir ölü de kıyamet koparıyorlar. Çok doğal bir yaşam sürecini böyle göz yaşına boğmak bana pek anlamlı gelmemişti. Nitekim şimdi şahadetlerde fazla ağlama yoktur. Şehitleri cesaret, güç ve yaşam gücü haline getirme vardır. Bu da kötü ölüme bir cevap oluyor, bizim cevabımız oluyor. Ölüm korkusunun böyle cesarete dönüştürülmesi küçümsenemez. Bu başlı başına büyük bir kazanımdır. Kürdistan halkındaki büyük ölüm korkusunu, bu büyük acılı ve gözü yaşı durumu şimdi böyle daha fazla cesaretle savaşmaya dönüştürmek çok büyük bir gelişmedir.
Bunu da biz yaptık, bunu özenle hazırladık ve şimdi herkes biraz da böyle ölümsüz kılınmıştır. Ölüme karşı anlayışı doğru geliştirmemiz, yine ölümle yaşam arasındaki bağı doğruya yakın değerlendirmemiz korkuyu yendi; daha fazla cesaret, daha fazla hayattayken ölmemek, fiziki olarak ölündüğünde de bunu ölüm sanmamak biçimindeki durumu biz ortaya çıkardık. Tabii bu da küçümsenemez bir gelişmedir. Bu, Kürdistan için büyük bir ihtiyacın giderilmesidir. Ölüm korkusunun giderilmesi sağlanmış, yaşamda ölümsüzlük duygusunu yaratma ihtiyacı giderilmiştir.
İşte bu büyük şehitler biraz bunun öncüleri oldular. Bu gerçeğin anlaşılması ve etkili kılınmasında en önemli rolü yerine getirdiler. Ben buna ölüm korkusunu yıkma, yaşamı ölümcül etkilerden arındırma, fiziki ölümlerden de korkmama veya şahadetlerden korkmama, kutsal değerler uğruna ölümde yaşamın mevcudiyetini gösterme ve böylece daha katlanılabilir bir ölümle bir yaşamın bağını kurabilme diyorum. Bu önemli bir gelişmedir.
Yaşamda yeni günün dirilişini temsil eden Newroz şehitleri üzerinde de biraz durduk. Bizim bazı değerli yoldaşlarımız böylesine yaşamsal bir ölümle bugüne karşılık verdiler. Mazlum yoldaşın şahadetini de az-çok anlamlandırdık. Mazlum yoldaşın Newroz şahadetinde gerçekleşen şeyin büyük bir teslimiyete, o vahşet döneminde özellikle umudun o son kırıntılarının da alınıp götürülmesinde, namuslu ve onurlu yaşam olanağı tümüyle elden çıkartmaya, bunun için gerçekleşen son derece vahşi saldırıya karşı kendi kişiliğinde bitebilecek en son direnme hamlesiyle karşılık vermek olduğunu, böyle bir anlamının bulunduğunu ortaya çıkardık. Müthiş bir karanlık içinde bir kibrit çöpünü aydınlık gerekçesi yapmak, yaşamın korkunç bir biçimde teslim alınmak istenmesine karşılık kendini böyle feda ederek yaşam için böyle iddia olmak, iddia olarak varlığını sürdürmek çok önemliydi ve bu gerçekleştirilmiş oldu. Çünkü o haliyle yaşamı daha fazla götürmek mümkün değildi. Öyle bir baskı, öyle bir vahşet var ki, özgür bir yaşamın, namuslu ve onurlu bir yaşamın sözü olabilmek ancak böyle bir eylemle mümkündü.
Dediğim gibi, Mazlum yoldaşın şahadetinin bu gerçeği ifade etmesi çok önemlidir ve bunu anladığı ortaya çıkıyor. O, ideolojimizi iyi bilen bir arkadaşımızdı. Partimizi ruhundan tanıyan ve öyle kalmaya büyük özen gösteren gerçekten görkemli bir kişilik. Bu anlamda bu kişilik tam bir PKK oluyor; PKK’nin yaşam sözü, onun zirvesi oluyor. Çünkü o dönemde kesinlikle bir teslimiyet dayatması var ve teslimiyet öyle bir kişiye dayatılmıyor. Hatta teslimiyet sadece PKK’ye de dayatılmıyor. Şüphesiz biz dışarıda direniyoruz. Bizim de yapacaklarımız var. Ama oraya dayatılan teslimiyet daha fazla belirleyici oluyor. O teslimiyetin ardından getirilecekler belki daha belirleyicidir. Bir Diyarbakır zindanına dayatılmış teslimiyetin tam başarısı, o Şahin-Yıldırım ihanetinin tam zafere ulaşması, binlerce teslimiyetin peşi sıra gelmesi olacaktır. Onun bir halkın başına bela yapılması da herhalde en azından Kemalizm’in –ki bunlar “Genç Kemalistler” adıyla bunu yapıyorlardı- 1925’lerdeki zaferi kadar bir zafer olacaktı.
Yine bu biraz Dersim gerçekliğinde ortaya çıkıyor, Kemalizm’in 1938’de Dersim de sağladığı zaferin bu aşağılık unsurların şahsında, hem de tam “Genç Kemalistler” olarak Dersim kişiliğinde adeta tam zafer kazanarak sonuca gitmesi oluyor. Mazlum da bir Dersim gerçekliğidir ve herhalde bunu çok iyi bildiği için böyle bir direnme tutumunu sergiliyor.
Dersim direnişçiliği Kürdistan’daki son direnişçiliktir.
Ne kadar geri ve yetersiz olursa olsun böyledir. Oraya dayatılan ihanet ve asimilasyon da en güçlü ihanet ve asimilasyondur. “Genç Kemalistler”in ifade ettiği gerçeklikte dile getirilen şudur: “Dersim budur, bunun karşısında başka herhangi bir gerçekliğin söz konusu olamaz. Bu aynı zamanda Kürdistan için söylenebilecek en son sözdür. Bu söz de bizim sözümüzdür. Direnemezsiniz, teslimiyetten başka yapacağınız hiçbir şey yok”. Zaten bunu günlük olarak çok çarpıcı ve korkunç bir yoğunlukla işlemişlerdir. Tek tek kişilerle uğraşarak yürütüyorlar. Yani sonuç almak için neredeyse günler sayılıdır.
Mazlum direnişçiliği işte bu noktada kendisini biraz daha devreye sokuyor. Çünkü orada her şey baş aşağı gidiyor, teslimiyet çok hızlı gelişiyor. Yapılması gereken şey bir eylem türüdür. O da bu eylem türüyle yine çok anlamlı bir günde, bir yaşam gününde, bir yeni günde, bir diriliş gününde bunu gerçekleştiriyor. Gerçekten de Mazlum yoldaşın direnişinin daha sonraki süreci tamamen etkilediği, teslimiyete karşı direnişçiliği egemen kıldığı biliniyor. Bu direnişin bizim direnişimizi de güçlendirdiğini, dağ direnişine de taşırıldığını çok iyi biliyoruz. Bunun da bir ulusal direniş ve diriliş olduğu şimdi çok daha iyi anlaşılıyor.
Mühim olan her şeyi bir şehide yüklemiyoruz veya her şeyi o doğurdu diye kendimizi aldatma yaklaşımı içinde değiliz. Ama daha derinlikli bir anlayış gerekliyse, o anlayışın da aşağı-yukarı böyle etkili olacağını kesinlikle söyleyebiliriz. Kesinlikle şehidin anlamı budur diyebiliriz. Anlamı daha da derinleştirilebilir, ama özcesi budur. Nitekim ondan sonra peş peşe gelen eylemlilikler vardır. Gerçekten de Newrozlar bu tarihten itibaren çok yaşamsal kılındı. Newroz günlerinin direniş günleri haline gelmesinde Mazlum direnişçiliğinin etkisi asla küçümsenemez.
Şimdi en son bu Newroz şehitlerimiz var. Biz Zekiye Alkan’ın şahadeti üzerine de bir değerlendirme yaptık. Bu da Diyarbakır’da oluyor. Bu şahadetin de Mazlum’un şahadetiyle bağlantısı açıktır. Mazlum nasıl zindanda partiye dayatılan teslimiyete karşı büyük bir eylemse ve şahadetiyle bunun bir zaferi oluyorsa, Zekiye Alkan’ın direnişi de Diyarbakır genelinde dayatılan, bu temelde de bütün Kürdistan’a ve Kürt halkına dayatılmış olan sinmişliği, korkuyu ve çaresizliği gidermek oluyor. En azından onunla bağlantısını kurarak, kendini böyle direniş durumuna taşırmak istiyor. Bu yoldaşımız hiç şüphesiz ortama dayatılan bütün çelişkileri en yoğun biçimde de yaşayabilirdi. Bu arkadaş için çelişkide olduğu söyleniyor. Bir kadın çelişkisini, özgürlükle düşkünlük arasında bir durumu yoğunca çözmeye çalıştığını söyler ki, anlamlıdır. Biraz da bu kişilikler böyle direnişler ortaya koyabilir. Çelişkisi olmayan kişiliklerin anlamlı direnişlere öncülük edebileceklerini sanmıyoruz.
Zekiye yoldaşın bir özgür kadın olmaya çalıştığı, fakat bunu başaramadığı, sıkıldığı, buna öfke duyduğu ve adeta böyle sürüp gittiği, tam da bu süreçteyken böylesine bir eyleme kalkıştığı söylenir. Bizim için bu daha anlamlıdır. Zaten rahat ve kendinden emin olan bir kişi büyük eylemliliğe girişemez. Kendi halinden memnun, kendine tutkun birisi kesinlikle böyle bir eyleme kalkışamaz. Kadın özgürlük arayışı önemlidir. Bu başlamadan da zaten öyle bir eyleme kalkışmak, ona cesaret etmek bile mümkün değildir.
Fakat tam çözüme gidememe de anlayışla karşılanmalıdır. Çünkü özgürlük savaşımını, onun eylemini daha örgütlü yapar, daha planlı geliştirir. Ama yine de büyük bir eylem, büyük bir özgürlük tutkusu olmak istiyor. Bunu da öyle bir Newroz’da Diyarbakır surlarında kendisini meşale gibi yakarak ilan ediyor. Yine anlamlı olduğu söylenebilir. Kadın olması daha anlaşılırdır. Çünkü insan ancak böyle yoğun bir çelişkiyi yaşamakla bu cesarete ulaşabilir.
Mazlum yoldaşın gerçeğinde de bu var. O parti ruhu oluyor, partinin büyük direniş ruhu oluyor. Orada artık bir insan vardır, kadın veya erkek olması da hiç önemli değildir. Orada en büyük insanın direnişi, onun büyük eylemi söz konusudur. Burada da bir kadın olması daha anlamlıdır. Neden? Çünkü Diyarbakır’ın kendisi en dökülmüş bir fahişe kadından daha beter bir durumu yaşıyor. Yani oradaki erkeklik bir kadından daha beterdir, daha aşağılık durumdadır. Bir fahişeden bile daha beterdir aslında. Mutlaka Diyarbakır’ın bir etkisinden söz edeceksek veya Kürdistan merkezli bir yerdir diyeceksek, fahişe kadın değerlendirmesi yapıldığında düşmüşlüğün sınırı çizilmek istenir, Diyarbakır o koşullarda biraz da buna benzer bir yerdir. Bu kadar sömürgeciliğin merkezi olacaksın, bu kadar sessiz kalacaksın ve her gün bu kadar çiğneneceksin, tecavüz edileceksin: Bu fahişe kadından daha başka bir anlama gelmez. Bu yönüyle ele alınması söz konusu olabilir. Ona mutlaka bir tepki gerekir. Fahişe kadının veya düşmüş kadının tepkisi anlaşılıyordur. Diyarbakır’ın kendisi öyle olduğuna göre, ona karşı öyle bir tepki gösterilmelidir. Bu şahadette bunun mutlaka bir etkilemesi vardır.
Diğer yandan bir kadın olarak da çelişkilerini anlıyoruz. Bir kadın olarak çelişkiyi duymak, özgürlük arayışı içinde olmak, gerçekten büyük bir zorlu sürece girmek demektir. Bir yandan bir kadın köleliğinin iğrenç durumunu bilince çıkaracaksın, diğer yandan özgür yaşam tutkuların gelişecek; bu korkunç bir zorlamayı beraberinde getirir. Gerçekten biz bunu da epeyce açmaya çalıştık.
Benim anlayışıma göre köle bir kadının, bizim toplumsal koşullarımızda, Diyarbakır koşullarında köle bir kadının bilince dönüşümünü, özgürlük yaşamına doğru yol almasını görmek, böyle çelişkili duruma kendinde bir yer bulmuş olmak kesin olarak PKK’nin etkilemesiyle olabilir. Zaten o dönemde PKK’nin etkisi Diyarbakır’ı sarmıştır. Zindanın sarması var, gerillanın sarması var, gençliği sarmıştır. Kadın özgürlük çabaları da biraz anlaşılır oluyor sanıyorum. İşte böyle bir kişiliğin bütün bu faktörlerden etkilenmesi söz konusu oluyor. Belli bir bocalaması var, başka türlü mücadele etme istediği de var, edebilir de. Ama o bu biçimini tercih ediyor. Kendine göre planlı, kendine göre anlamlı bir eylem.
Bu direniş Diyarbakır’daki zindana dayatılanlara, Diyarbakır’daki halka dayatılana, bir kadının yaşadığı büyük olumsuzluğa, bunların hepsine toptan bir tepki oluyor. Bu tepki de böyle yaşamsal kılmaya veya “yaşama ancak böyle anlam verebilirim” dedirmesine götürür. Eylem gerçekleşiyor. Buna vereceğimiz anlam da budur. Bu eylemin de bu çerçeve de geliştiğine kanıyız ve anlamı büyüktür. Nitekim bundan sonra Diyarbakır’daki gelişmenin farklı olduğu; halkındaki gelişmenin, kadındaki gelişmenin biraz daha özgürce olmaya doğru yüz tuttuğu biliniyor.
Bir direniş, İzmir kalesinde kendini yakma olayı var. Rahşan Demirel adında çok genç bir Kürt kızının direnmesi var. Oraya taşırılmış bir Kürdistan’ın Mardin gerçekliği var. Yurtseverlik zaten etkili. Bu genç kızda bir yandan savaş ve özgürlük tutkusu mevcut, ama öte yandan oldukça zayıf. Örgütsel savaşım gerçeği etkiler. Newroz’lu günler de yine hızlı ve yoğun yaşanır. Belli ki burada kendisini özgürlük savaşımına müthiş vermek ve bir şeyler yapmak istiyor. Fakat bunun teorik gücünü fazla bulamadığı ve pratik geliştirme olanağını yakalayamadığı için, yani bir yerde tutkusu teorisi ve örgütlülük düzeyini aştığı için, buna karşılık bir şeyler yapmaya ahdettiği için, farklı bir eyleme yöneliyor. Orada kitlemizin içinde yaşadığı utanç verici koşullar, kendi ailesindeki zor koşullar, kendisinin özgürlük ve özgür yaşam anlayışıyla bağdaşmayan alçaltıcı ve yaşam koşulları Newroz’un o dirilticiliği ve çekiciliğiyle birleşince, böyle bir meşale eylemi ortaya çıkıyor.
Mümkündür, böyle bir ruhta böyle bir cesaret ve ardından böyle bir eylem ortaya çıkabilir ve çıkıyor da. Bu eylemi anlamlı bulduğumuzu söyledik. Bu şahadetin metropol kitlemizi aydınlattığı, düşkün yaşam koşullarındaki yüzlerce kişiyi savaşıma çektiği, onlara dayatılan mezarı deldiği, metropol halkımızın kendine getirilmesinde ve ülkeye taşırılmasında bir kaldıraç ve köprü rolünü oynadığı daha çarpıcı görülmüştür. Mesaj bu anlamda meşale değerinde kendini kanıtlamıştır. Bir komuta gücü olmayı kanıtlamıştır diyorum. Çünkü yüzlerce kişiyi yürüttü mü, o bir komutalık rolü oluyor. Özellikle kadına ilişkin olarak çok sayıda katılıma yol açması, neredeyse erkek sayısından daha fazla bir kadın katılımına yol açması, onun kadın özgürlüğüne de büyük bir katkı, bunun komuta ve ordu gücü olduğunu gösteriyor.
Son olarak Avrupa’daki Newroz şehitlerimiz var. Bunların üzerinde biraz daha durulmaya değer. Berivan (Nilgün Yıldırım) ve Ronahi (Bedriye Taş) yoldaşlar, bu Kürdistan kızları anlamlı mektuplar bırakmışlar. Ben bazı röportajlarına da tanık oldum. Yine herhalde epeyce mektupları, bazı değerlendirmeleri ve raporları da vardır. Bazılarını biz de gördük.
Bu kişilikleri daha iyi tanımak açısından, kendilerinin imzalayıp bıraktıkları mektuplara bakmakta yarar olabilir sanırım. Bir mektupları şöyle:
“Alman devleti son aylarda düşmanlığını açık ilan etmiştir. Derneklerimiz kapatılmış, ulusal renklerimiz, ulusal bayraklarımız gasp edilmiş, onlarca yurtseverimiz tutuklanmış, gözaltına alınmıştır. Almanya Türk ırkçılarının peşinden gitmektedir. Demirel-Çiller-Güreş kliğinin “ya bitecek, ya bitecek” sözlerini ellerini ovuşturarak desteklemekte, kirli savaşın sürmesi ve Kürt halkının imha edilmesi için her türlü desteği sunmaktadır. Kürdistan’daki katliamlar Almanya’nın verdiği silahlarla gerçekleşmektedir. Son olarak 1994 Newroz yürüyüşünde Almanya’nın çeşitli kentlerinde Kürt yurtseverlerine Hitler’i geride bırakacak uygulamaların gerçekleştirilmiş olması bizim için bardağı taşıran son damla olmuştur. Cizre’de, Şırnak’ta, Diyarbakır’da uygulanan vahşette Alman devletinin çok büyük sorumluluğu vardır. Alman devleti yaptıklarıyla insanlık suçu işlemiştir ve bunun hesabını mutlaka verecektir.
Diyarbakır zindanlarında üç kibrit çöpüyle Kürt halkına çıkış yolu gösteren Mazlum Doğan’ı, bu anlamlı çıkışa bedenlerini tutuşturarak cevap veren Ferhatları, “Newroz, Newroz ateşi yakılarak kutlanır” diyen ve Diyarbakır surlarında bedenini tutuşturan Zekiye Alkanları, özgürlük mücadelesinin neferleri olarak, saygı ve minnetle anıyoruz. Onlardan devraldığımız bayrağın burçlara dikileceğinin çok yakın olduğunu görüyoruz. “Ateşi söndürmeyin” diyen Necmilerin yolundan kendi özgür irademizle giriyoruz. Emperyalizme ve sömürgeciliğe en büyük yanıt bedenleri tutuşturarak verilir”.
“Dün akşam İçişleri Bakanı Manfred Kanther’in “bundan sonra PKK’ye karşı tavrımız çok daha sert olacaktır. PKK’liler şunu anlamalılar ki, her yerde serbest hareket edemezler” sözleri kararımıza bizi bir adım daha yaklaştırdı. Biz biliyor ve inanıyoruz ki, yaktığımız özgürlük ateşi daha büyük ateşlerin yanmasına neden olacaktır. Bedenlerimiz, düşüncelerimiz Kürt halkına ve bütün insanlığa armağan olsun”.
“Selam olsun özgürlük mücadelesinde toprağa düşenlere, selam bağımsız-birleşik Kürdistan mücadelesi yürütenlere, selam Başkan APO’ya!”
“Kahrolsun sömürgecilik ve emperyalizm!”
“Kahrolsun Alman şovenizmi!”
“Yaşasın PKK-ARGK-ERNK!”
“Yaşasın Ulusal Önderimiz Başkan APO!”
Diğer bir mektup da şu:
“Yüce Kahraman Halkımıza!
“Newroz’unuzu candan kutlarken, hedefimiz olan insani bir yaşam için sizlerin daha çok direnmeniz gerektiğini, Parti Önderliğimizin de vurguladığı gibi kendimizden çok az da olsa başlatıyoruz ve sizlere devretmek istiyoruz.”
“Özellikle Avrupa’daki halkımızın da Parti Önderliğimizin belirttiği gibi, devrimi Kürdistan’a taşırmaları vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Bu temelde kadınlarımıza da böylesi büyük görevler düştüğünden dolayı, tam ayakta durmalarını, parti Önderliğimizin de yol göstericiliği ile becerebilmelidirler. Sizlere, yüce halkımıza içten inanıyoruz ve güvenimiz sonsuzdur.
“Yaşasın Başkanımız APO!”
“Yaşasın PKK, ARGK, ERNK!”
“Yaşasın Enternasyonalizm!”
Bu arkadaşlar anlamı hayli büyük olan mektuplar bırakmış oluyorlar. Büyük saygı duymamak gerçekten mümkün değil. Oldukça bilinçli ve hem de çarpıcı değerlendirmeleriyle dolu dolu yaşadıkları anlaşılıyor. Eylemlerini de öyle planlıyorlar ki, başarısızlığa yol açmayacak kadar güçlü, kendini yitirmeyen, kesin sonucu önceden planlanan bir eylem ancak bu kadar olabilir. Kendini cayır cayır yakmayı böyle planlayabilmek, bir başarısızlık olasılığını bile ortadan kaldırmak için başkalarının gelip de ateşi söndürebilecekleri bir alanı seçmemek, kendilerinin ne kadar planlı ve sonuç alıcı olduklarını gösteriyor.
Bu arkadaşların öteki raporlarında da bir şeyler gördüm. Bir Röportajlarındaki başka bir cümle de aklımda. Bu çözümlemelerden de epey etkilendikleri anlaşılıyor. Özellikle bizim istediğimiz militan tipi olmaya büyük özen gösterdikleri gibi, buna layıkıyla karşılık verilmemesinin hayretleri içerisinde kalan arkadaşlar oluyorlar. Yani bu arkadaşlarımızın yaşam özelliklerinden biri de sahte olmama, Avrupa’nın o düşürülmüş ve düşürülmeye elverişli ortamı kadar yaşamını oradaki zeminde kolayca yitirenlere rağmen kendilerini böyle diri tutmaları, çözümlemelerden güç alarak kendilerini böyle militanlaştırmaya çok açık hale getirmeleri oluyor. Bu tutum gerçekten de örnek düzeyinde. Benim bir raporda gördüğüm biraz buydu. Ben bir çok şehidin raporunda da buna benzer şeyler gördüm. Aslında bunların da bu çapta yoldaşlar olduğu anlaşılıyordu. Burada önemli olan sadelik, özlü olma ve bu yönleriyle sahteliğe fırsat vermemedir. Bu kişilikleri bu anlamıyla kesin bilmek gerekiyor.
Şimdi onlar şahadete gittiler de siz kaldınız derken, şunu vurgulamak gerekir: Yaşayacaksan onlar gibi yaşayacaksın. Anıya bağlılık biraz da böyle olur. Aslında militanlaşmanın en özlüsü olmaya yakınlar. Arayışları böyle, gün gün gerçekleşmeleri böyle. Genç kız olmaları, Avrupa koşullarında ikinci ve hatta üçüncü kuşak olmaları –ki bunun ne kadar düşürücü olduğunu biliyoruz- bunu engelleyemiyor. Avrupa’da doğup büyümüş bir kaç şehitte de bunu gördüm. Hem Fırat arkadaşımız, hem de Hüseyin Çelebi arkadaşımızda bunu gördüm. Bunlar ikinci kuşaktan, daha çok o koşullarda yetişmişler. Kişilikleri oldukça ilginç, ilginç olduğu kadar da vatanseverlikleriyle, görev anlayışlarıyla hiç Kürdistan’dan çıkmamış, hatta bölgeden de çıkmamış olanlara taş çıkartır cinsinden bir savaşçılıkları söz konusuydu. Yani biraz da tam PKK’nin istediği militan tipi olmak ancak böyle olabilir diye düşünüyorum.
Bu arkadaşlarımız da öyle; bu temelde bir gelişmeye sahip olduklarını, gelişmelerinin bu yönlü olduğunu gösteriyorlar. Bilinç düzeylerini biraz daha iyi anlamakta yarar olabilir. Tabii bu mektuplar bunu yeterince ortaya koyuyor. Çok güçlü siyasi değerlendirmeler gerçekten ancak bu kadar yapılabilir. Doğruları bundan daha fazla belirlemek mümkün değil. Tam bilinçli diyebileceğimiz siyasal yaklaşımları söz konusu. Bir de düşmana cevap olmasını da çok iyi biliyorlar. Yani siyasi değerlendirmeyle yetinmiyorlar. Alman emperyalizminin sözcüsü bir İçişleri bakanına çok yaman bir karşılık veriyorlar. Alman bakan “PKK bundan sonra çok daha sert bir tavırla karşılaşacaktır” diyor. Onlar da “biz de bu kararımızla bir karşılık vereceğiz” diyorlar. Yani düşman dayatmasına karşı bir militanın dayatmasına çok duyarlılar.
Tabii kendi sahaları Avrupa sahası, ama Avrupa’nın özgüllüğünü de ihmal etmiyorlar. Bir de bu özgülde halka sesleniş var. Şüphesiz bu da bu şahadetlerin kıymetini kat be kat arttırıyor. Aslında onlar tarih ve insanlık şehitleridir. Kesinlikle enternasyonalizm çağrısı var. Anti-sömürgecilik ve anti-emperyalizm kadar, insanlığa çağrıları ve bu temelde özgürlük şehitlerine selamları var. Bu yönleri kesin. Yani hem kavrayış derinliği, hem de cevap verme; hem yurtseverlik, hem de insanlık bağlılığı kesin.
Biz biraz da kadın yönleriyle üzerine durmayı gerekli görüyoruz. Çünkü röportajlarındaki çarpıcı bir kaç değerlendirme hâlâ aklımda. Gerici, ilkel-milliyetçi önderlik üzerine çarpıcı belirlemeleri, bu önderliği ayak bağı olarak görmeleri ve gericiliktir biçiminde karşılık vermeleri var. Bizim kadın yaklaşımımızı özgürlük tutkusu olarak değerlendirdikleri anlaşılıyor. Yine cinsellik alanına ilişkin çarpıcı bir değerlendirmeleri var. Çelişkilerin en yoğun olduğu alan olduğunu söylüyorlar, böyle çok mücadeleci bir alan olarak değerlendiriyorlar. Sanırım cinsellikte köleleştirmeye karşı da büyük bir anlayış ve özgürlük yaklaşımıyla dolu olmaları söz konusu. Yani önderlik anlayışları, kadın özgürlük anlayışı ve cinsellikte de mücadele anlayışları hayli derinlikli. Öyle kendini feda eden sıradan bir yurtsever değiller. En değme militanın ulaşamadığı bir bilinç, bir özgürlük tutkusu ve felsefesi kadar, pratik yaşamına da sahip olduklarını gösteriyorlar.
Bu anlamda bizim parti gerçeğimizde netleştirmeye çalıştığımız, hem de yoğun bir biçimde işlediğimiz doğru önderlik anlayışı bu şahadetlerde büyük anlam ifade ediyor. Gerekli olan ucuz duygular için yaşam değil, özgürlük tutkusunun yaşanmasıdır. Bu çok güçlü ifade ediliyor. Önemli olan cinsel düşkünlük ifadesi değildir; cinsellikteki mücadeleyi, oradaki düşkünlüğü, oradaki savaşımı görebilmeliyiz deniliyor. Bizim de biraz açmaya çalıştığımız buydu. Bu yoldaşlar bunu da çok iyi değerlendirip öyle bir anlamda ve bu anlama denk düşen büyük bir eylemlilikle karşılık veriyorlar ki, değerleri bir kat daha artıyor. Büyük kadın özgürlük savaşçılığı diyeceksen, bunu bu anlayışta göreceksin. Yoksa ucuz laf edip de birer dedikodu küpü olmaktan çıkmayan ne kadar militanımız olduğunu da biliyoruz. Onları bu temelde bu arkadaşlara saygılı olmaya davet ediyoruz. Yine bir sürü kadından beter erkek var, cinselliği en iğrenç biçimlerde yorumlayanlar var. Onlara da bu cümlelerdeki oldukça çarpıcı anlayışı yakalamalarını salık veriyoruz.
Eğer şehitlere bağlı olacaksak, böyle kişiliklerin birazcık çözümlemesini ve çözümlenmiş olan bu kişilikleri doğru anlamalıyız. Başka türlü onların büyüklükleri anlaşılamaz. Kendinize başka türlü yiğit kadın ya da erkek diyemezsiniz. Nitekim ben de bazı değerlendirmeler yaptım. Benim de son bir-iki yıl içinde kadın özgürlüğüne ilişkin olarak yaptığım değerlendirmeler var. Bu yoldaşlar özellikle bu değerlendirmelerden çok etkilenmişler. Veya onları kendi kişiliklerinde çözümlemişler. Bu yönüyle beni de yakından ilgilendirir. Bir yerde kadın özgürlük hareketinin öncüleri oldu. Böyle özgürlük arayışının günlük tutkusu içinde olmak, cinsellikte böyle tek doğru çözümlemeye ulaşabilmek, bu temelde gericiliği yargılamak, emperyalizmi yargılamak, militanlaşmayı yargılamak, bizim bu son yıllarda en çok peşine düştüğümüz ve sonuç almaya çalıştığımız konulardır. Bu konularda en etkin davranışı, en makul ve doğru olanı, en doğru tavrı göstermek demektir. Bunlar onun şehitleri oluyorlar, kadın özgürlük militanları oluyorlar. Bu yönüyle değerleri hayli yüksek diye düşünüyorum. Kesinlikle hakkını vermek gerekiyor.
Bunlar yaşamı anlamayan yoldaşlar değil, yaşamı en iyi anlayan yoldaşlar oluyorlar. Yaşamın baharında, böyle pırlanta gibi yaşamakla yüz yüze olan kişilikler oluyorlar. Açık, değerlendirmeleri karşımızda. Yaşları çok genç. Biliyorsunuz Avrupa’da yaşamın her türlüsüyle gün gün, saat saat karşı karşıyalar. Buna karşı Avrupa’da böyle bir eylemi gerçekleştirmek, gerçekten benim bile değerini tarif etmekte güçlük çektiğim bir büyüklüğü temsil etmekte olur. Ki PKK’nin büyüklüğünde bunları bulmak zor değil. PKK’nin böyle binlerce şehidi var. Çok iyi biliyorum, teslim olmamak için yaşamını adayanlar arasında en başta genç kızlarda böyle bir direnme olayı var. Zaten Newroz şehitlerinde de ağırlık onlardadır. Yine bunun gibi en zor koşullarda teslimiyete karşı binleri aşan direnişçi de var. Ama bu kadar çarpıcı olanına, hem de bilinçli ve planlı temsilcisi olanına da bu yoldaşların şahsında rastlıyoruz.
Kuşkusuz çıkarılması gereken sonuçlar var. Özgürlüğün PKK’deki gerçekleşmesine dikkat etmek anlamında çıkarılması gereken sonuçlar var. Veya bu şehitlerin anısına bağlı olmanın gerekleri nelerdir? Bunlar nasıl yerine getirilir? Buna ilişkin mesaj çok çarpıcı, çağrıları çok anlamlı. Bilinç yoğunluğunu en çok yaşayan yoldaşlar olmaları, dediğim gibi bunu çözümlemelerin bütün derinliğine ulaşmış olarak ortaya koymaları bizi “PKK’de çözümlemeleri sonuna kadar özümse, özgürlük tutkusunu esas al, cinsellikte bile doğruyu yakala, cinselliği bir egemenlik veya köleleştirme aracı olarak görme, saygılı ol, gerici önderliklere ve önderlik özelliklerine karşı sonuna kadar diren; emperyalizme, sömürgeciliğe ve onların her türlü ittifakına karşı en çok güçlüyüz dedikleri ve en çok saldırdıkları dönemde en güçlü eylemi koy” sonucuna götürüyor. Bütün bunlar büyük çağrılardır ve tabii hakkını vermek biz geride kalan yoldaşlara düşer. Tabii anlamına göre savaşarak, anlamına göre militanlaşmayı bilerek karşılık vermek en doğrusu ve yegane yoludur. “Anlayamadım, derinliği kavrayamadım, kendime göre uyguluyorum” demek, şehitlere saygısızlıktır, bu büyük Newroz şehitlerine kötülüktür. Tabii buna hiç birimizin hakkı olmadığı gibi, gerçekten onların ardılıysak, gerçekten bu tasa altında bu şehitlerin anısına bağlı özgürlük savaşçıları olacaksak, o zaman ona göre bir yaşam, ona göre bir savaşım şarttır.
Bu gücü kendinizde gördünüz mü, bu güçle savaştınız mı, siz bu yoldaşlara layıksınız. Onların komutansından bir şeyler anlamışsınız, gerçekten onları yaşatıyorsunuz, anılarına bağlı olarak yaşatıyorsunuz, yaşamla bütünleştirerek yaşatıyorsunuz, savaşa taşırarak başarıyorsunuz, o zaman ne mutlu bize diyebilirsiniz. Böyle şehitlere sahip olmak kadar, onların bizim önümüze koydukları görevlere sahip çıkmak ve bu görevleri başarma olanağını yakalamak da yakıcıdır.
Ben de kendi payıma hiç şüphesiz bu şehitlerin değerini anlayabilecek durumdayım. Önderlik uygulamaları var. Öğrenebildikleri ve söyleyebildikleri kadarıyla bir değerlendirme. Evet, bunlar olmadan önce de vardık ve bu yoldaşların şahadetinden sonra daha güçlü var olmaya çalışırız. Bizim öyle sıradan bir var olmayla karşılık vermediğimiz biliniyor. Özellikle kadın şehitlerin böyle çarpıcı tarzda ortaya çıkmaları, bizim de kadın kişiliğine gösterdiğimiz ilgiyle yakından bağlantılıdır. Bu şehitler sizin sandığınız gibi öyle kendiliğinden ortaya çıkmış veya size layık olmak için çıkmış şehitler değil. Çözümlemelerle bağını biraz kurdum. Bu şahadetlerin bizim kadın sorununa yaklaşımımızla ilişkileri kesin.
Daha da açabilirim. Bu özgürlük çözümlemeleri ile bu şehitlerin yaşamı arasında nasıl bir bağ vardır? Çözümlemeleri biraz okursanız, üzerinde yoğunlaşırsanız bu bağı görürsünüz. Büyük kişilik nasıl gerçekleşiyor? Şimdi biraz böyle gerçekleşmiş. Kendilerinin de belirttikleri gibi, bu ilerde daha büyük gerçekleşmeye götürecektir. “Özgürlük ateşi daha büyük ateşlerin yanmasına neden olacaktır” diyorlar. Çözümlemeler onlara yol açtı, onlar daha büyük yaşamlara yol açacaklardır. Zaten onu söylüyorlar.
Dediğim gibi, siz şehitlere bağlı olmak isteyebilirsiniz, hiç şüphesiz onlara saygılı olmaya çalışacaksınız. Ama bu derinden bir etki biçiminde olmasa ve yaşamsal bir güce dönüşmezse, ikiyüzlü bir anma olur veya çok gözü yaşlı, o eski ölümlere dökülen gözü yaşlılığa benzer bir anma olur ki, yakışmaz ve şehitlere hakaret olur. Aslında onun da anlamı vardır. Belli ki tam hakkını vermek, ancak savaş gerçekliğimizi emperyalistine, sömürgecisine ve işbirlikçisine karşı sürekli geliştirmekle mümkündür. Bu kadın özgürlüğünü, yine aynı zamanda erkeğin de kendine özgürce yaklaşmasını gerekli kılar. Tek boyutlu değildir, tek yanlı değildir, bu konu derinlik kazanmak anlamına gelir. Bence bu çok kesindir. Yani illa büyüklüğüne anlam vereceksek, artık bununla oynamamanız gerekiyor. Hele kızların, hele kadın-erkek yaklaşımlarının bununla oynamaması gerekiyor. Oynarsak ne olur derseniz, lanetlenirsiniz. Hem bu değerlere bağlı olduğunuzu söyleyeceksiniz, hem de onların meşalesi altında kirli işler yapacaksınız; özgürlükle çelişen, militanlıkla çelişen, savaşla çelişen ilişkiler içinde olacaksınız! Bu hakarettir ve kabul edilemez. Bizim bu sonucu çıkarmamız gerekiyor.
Onlar da duyguların en yücesini biliyorlardı, onlar da Önderliğin özgürlük tutkusunu çok iyi biliyorlardı. Karşılık biraz böyledir, sizin verdiğiniz gibi değildir. Onlar yaşamı anlıyorlar. Burası da çok önemli. Cinselliği bile bu kadar yorumladıktan sonra anlamaz olurlar mı? Sizin için de bu ne demektir? Bu, temel dürtüleri bile savaş gerçekliğiyle bağlantılı olarak değerlendirmek demektir. Bu aynı zamanda önünüze büyük görevlerin konulması demektir ve kesinlikle böyledir. Çünkü biz bunları olmamış gözüyle değerlendiremeyiz. Büyük şehitlerdir onlar, planlı ve kesin sonuç alıcı bir eylemi gerçekleştirmişlerdir. Anlamı da böyledir. Çağrısı çok nettir bu şahadetlerin. Çünkü partimizin şehitleri oluyorlar. Hep “yaşasın PKK-ARGK-ERNK!” diyorlar. Eğer bu adlar şehitlerle yaşıyorsa, bu değerlere sahip çıkmak zorunludur. Onlar kendilerini herhalde şuraya buraya, aile gericiliğine, bilmem şu gericiliğe, şu emperyaliste, şu düşkün yaşama kesinlikle teslim etmediler. Amansız savaşarak kendilerini ortaya çıkardılar.
Şimdi elden gelseydi de, bu yaşamları biraz daha açıp halklaştırsaydık, tarihselleştirseydik. Aslında o bize düşüyor. Özellikle savaşımın içinde bulunan kişiler olarak bize düşüyor. Onlar küçük bir eylem yapmadılar. Eylemleri gerçekten çok zordu ve çok görkemli bir eylemdi. Sizin o dağdaki gerillanızdan veya bu savaşçılığınızdan bin kat daha fazla gerillayı besliyorlar. Çünkü onların şahadetinin ardından daha bir-ki hafta geçmeden, on binlerce Kürt kadını en özgür bir yürüyüşü gerçekleştirdi. Yine Avrupa’daki yüz binlerce insanımızı derinliğine ülkeye bağladı. Maddi ve manevi katkılarını artırdı. Hangi gerilla buna yol açtı diyelim? Kaldı ki, her yıl bu daha da artarak devam edecek. Demek ki bu öyle sıradan bir eylem değil. Bir çok gerillamızın bile eylemleriyle ne kadar kayba yol açtıklarını göz önüne getirirsek, bir çok örgütçümüz ve cephe çalışanımızın bile yüzlerce kişiyi yakalatıp etkisizleştirdiğine ve buna yol açtığına çok tanık olduğumuzu görürsek, en belirleyici eylemin, en sonuç alıcı ve kendisini sürekli böyle üretecek eylemin bu olduğunu göreceğiz. Onlar bunu gerçekleştirdiler.
Bundan çıkarılması gereken sonuç; herkes böyle eylem yapsın olamaz. Hayır, birileri yüz yılda, bin yılda bir yapar bu eylemi. Onlar da böyle tarihe geçerler ve bu şeref onlara mal olmuştur. Birisi Diyarbakır surlarında, birisi İzmir’in Kadife Kalesinde, bir eylem de Almanya kalesinde oldu. Evet, bunlar kendi tarihimizin, yazgımızın hep olumsuz bitirilmeye çalışıldığı kalelerdir. Diyarbakır ulusal imhamızın can çekiştirilerek sonuçlandırılmak istendiği yerdir. Batı metropolü, Türkiye metropolü, İstanbul, İzmir hakeza öyledir. En az Kürdistan’ınki kadar kitlenin mezara gömülmek istendiği bir yerdir. Avrupa’sı da, Almanya’sı da Kürdün beterin beteri bir biçimde mezara gömülerek sonunun getirilmek ve “bittiler” biçiminde ilan edilmek istendiği bir yerdir. Bu büyük zulüm, imha ve bitiriliş kalelerinde böyle bir kaç büyük eyleme ihtiyaç olabilir. Böyle yerlere bunlar talip oluyor ve bu eylemleri gerçekleştiriyorlar. Başkalarının yapması artık karikatür olur, gerekmez de.
Dediğim gibi bu eylemi yüz yılda bir, bin yılda bir birileri yapar ve onlar da bunlar olmuştur. Fazlasına gerek yoktur. Başka yerlerde başka tür eylemler olur. İşte gerilla eylemliliği diyoruz. Örgütçü ol, onlarca serihildan gerçekleştir; bunun militanı ol, bunun şehidi ol. Yüzlerce gerilla alanı var, gerilla ordusunu kur, eylemini gerçekleştir, onun şehidi ol. Çıkaracağın sonuç budur. Büyük bir gerilla şehidi olmak için gerilla ordusunu geliştirmek ve gerilla savaşını biraz daha tırmandırmak zorunludur. Biz Mahsum Korkmaz yoldaşın şahadetinde de buna benzer şeyler söyledik. Gerilla da ısrar kişiliği dedik ve anısına yapılacak tek doğru karşılığın Kürdistan dağlarında gerillayı bölükler düzeyinde dolaştırmakla mümkün olacağını belirttik. Anıya bundan başka türlü bağlılık olamaz.
Nitekim bunu biraz kanıtlamaya çalıştık. Yine eğer ille de böyle şehitlere ihtiyaç duyulacaksa, onlar daha üst bir savaşımın yolunda yürürlerse, ona layık olabilirler. Savaşı bir zirvenin eşiğine getirirlerse veya ona yol açabilirlerse, şahadetleri bir anlam ifade edebilir. Hareketimiz böyle şehitlere açıktır. Ama bu öyle kolay gerçekleşmiyor. Böylesi şehitlerin anlamı yücedir. Onu ne çok daraltarak, ne çok abartarak, ne onların gölgesine sığınarak, ne de onları yadsıyarak karşılamak doğru bir karşılama tarzı olabilir. Bu çerçevede şehitleri anmak, onları yaşama geçirmek ve komutaları altında savaşıma katılmak en doğru anma biçimidir.
Ben kendi eylemimi de büyük oranda şehit gerçekliğine bağlı kalmanın eylemliliği olarak değerlendirdim.
Onlar bizi güçlendiriyorlar. Fakat bizim gerçekleştirdiğimiz eylemlilik de kesinlikle onların yolunda yürüdüğümüzü gösteriyor. Bu çok zor bir yürüyüştür, amansız bir mücadeledir. Mücadelemizin özü bunu gerçekleştiriyor, bizde saygıyla karşılıyoruz. Şimdiye kadar yapanı da, yapılanı da daha amansız ve tam zaferi biraz daha yakalamış bir tarzda götüreceğiz ve tarihte, yaşam gerçeğimizde mutlaka yerini bulacaktır. Bu temelde onları yalnızca bir günde değil veya böyle sıkça anma günlerinde de değil, her an yaşamımızda ve mücadelemizde anlamlı kılarak anıyoruz ve yaşatıyoruz.
11 Nisan 1994
Reber PO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Nisan günü sabah saatlerinde Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Bêzokê karokolu çevresine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından 4 koldan bir operasyon başlatılmıştır. Aynı gün 09.15-10.35 saatleri arasında gerillalarımız ile düşman askeri arasında bir çatışma yaşanmış, yaşanan çatışma sonucunda düşmanın 1 üstteğmen ve 1 uzman çavuş olmak üzere 2 askeri öldürülmüş çok sayıda askeri ise yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Kürdistan özgürlük gerillaları olarak Reber Apo’nun altmış üçüncü doğum gününü kutluyor, bu gün vesilesiyle tüm Kürt halkının yeniden doğuşunu büyük bir coşku ve sevinç ile karşılıyoruz. Bu anlamlı günde böylesi bir çalışmayı halkımızla paylaşmanın sevincini yaşıyor, bu günü bir direniş havasında kutlayan tüm halkımızı selamlıyoruz.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
3 Nisan günü 13.00-16.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap'ın Dola Şivê, Gundê Kêrê, Gundê Elê, Rûbar tepesi, Cehennem Tepesi ile Çiyareş alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Nisan günü saat 05.00'ten beri (30 saati aşkın bir süredir) Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap'ın Kani Cennetê, Ertuş, Cilo alanları, Şehit Colemerg Tepesi, Havan Tepesi ile Hilalê, Kinyaniş, Mêrganiş, Şifreza, Erbiş, Nêrweh ve Petrot köylerine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmaktadır. Alandaki saldırılar halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Toprağa sarılmak, bazen birilerinin itelemesi ile yere kapanıp sarılırsınız, bazen de ölünün üzerine ağlayarak abanma veya en doğrusu toprağı ekerek verimini alıp kimseye muhtaç kalmadan geçinmektir. Belki de, en önemlisi kendi özünden kopmadan, yaşadığı yere, tarihe anlam biçmek olmalıdır.
Bir tohum ekici kış gelişini beklemeden, kar bastırmadan, don tohuma vurmadan tohumunun zarar görmeyeceği, donmayacağı ve farelerin kemirmeyeceği, kirletmeyeceği bir yerde tohumu depolamaya koyulur. Kışın geçmesini sabırla bekler. Baharın gelişiyle önce toprağı, ekeceği yeri belirler ve çift sürer. Çift sürümü bitince çapalama, düzeltme, ayrıksı otların toplanması ve ekilecek olanın kanalı, çukuru kazılır. Tohum derine gömülür, üzeri tekrar toprakla doldurulur.
Ekin ekimi bitince ekin sahibi verdiği emeğin ileride alacağı bedelinin mutluluğunda derin bir ohh çeker. Ama hala üzerine gelen akşamdan içi kaygılıdır. Döner ektiğine bakar, eksiklik var mı diye tarlasına, bahçesine bakar. Her şey tamam görünse de sabaha erkenden kontrole gelir. Ne eksiklik olabilir? Ektiği tohumdan dışarıda kalan varsa, toprağa tam gömülmemişse telef olur, verim vermez, hatta çürür yok olur. Hele bu ekilen patates ise toprağa gömülmemişse vay haline.
Patates toprağa gömülmezse, güneş vurunca gevşer, erir, doğum yetisini yitirir, filizlenme hücreleri ölür, soğuk vurunca da büzüşür, içi sulanır, buz tutar ve yine filizlenme hücrelerini, direnç damarlarını yitirir. Dışarıda kalma, karakargaların gagasıyla delik deşik olma, farelere yem olmalar yaşanır. Yani toprağa sarılmayan, topraktan kaçanın filizlenmesi olmaz, olsa da başkalaşır, özünü yitirir verimi olmaz.
Günümüzde genel toplumun ama özelde gençliğin içinden geçtiği sosyolojik gerçekliğin bana biraz toprağa girmeyen güneşle soğuğa terk edilmiş patatese benzeştiğidir. Toprağa girmek, toprağın filiz verecek yaşam hücreleriyle buluşması ile olur. Bu buluşma bire on, bire on beş verimle tekrar doğum olur. Çoğalma yaratımla olur; yaratım da, var edecek hücrelerle buluşmayla olur. Oysa toprağa girmeyen dışarıda kalan patatesin çoğalma şansı olmaz. Toprağa girmekten, doğumdan korkanın, kendini güneşin parlak, göreceli ısıtan, güzel görünen yüzüne ve soğuğun serinleten havasına kanmak sonun başlangıcı oluyor.
Şimdi denebilir ki, “gençlikle ne alakası var?” Bence var, biraz etrafımıza bakmak, sokaklarda gençliğin yediğine, giydiğine, konuşmalarına ve emek yaklaşımlarına bakmak yeterlidir. Bir ileri gidelim. Kendi toplum değer yargılarıyla, tarih bilinciyle, geleneğiyle ne kadar bağlantılıdırlar? Tabi genel dünya gençliğinin içinde olduğu bir durum olurken ancak bizi daha somut ilgilendiren Kürdistan gençliğidir.
Kuşkusuz şu an Kürdistan gençliği dünyada en diri, aktif ve kapitalist moderniteye karşı savaşan konumdadır. Ancak bu savaşan, aktif konumuna rağmen tehlikeli olan, savaştığı kapitalist modernite şerbetinden ciddi anlamda etkilendiğidir. Kapitalizm, toprağa gömülmeyen patates tohumunun güneşin parlaklığına aldandığı gibi kendini gençliğe parlak, şatafatlı yansıtarak gençliği toplumsallıktan koparıyor, yaratımdan, çoğalmaktan koparıyor ve nihayetinde bireycileştiriyor. Bireycileşmekle, toplum dışılık, özünden kopma, ahlaki değerlerinden boşalma ve bir yabancılaşma gelişir. Yine dışarıda kalmak, soğuğa terk edilmek kapitalizmin liberal ideolojisinin “boş ver”, “bırakın yapsınlar” mantığından hareketle toplumuna, kendine inançsızlık, güvensizlik ve hiçliğe varmadır.
Somutta nasıl çıkıyor. Kürdistan diyor, Kürdistan tarihini incelemiyor, bilmiyor. Kürtlük diyor Kürtçe konuşmaktan kaçıyor, Türkçe konuşmayı bir ilericilik belliyor. Kürtlük ve Kürdistani değerler diyor ne tarihi mirasa bakıyor, ne toplumsal değerleri inceliyor nede toplumsal gelenek hakkın da dönüp arkasına bakmıyor. Ulusal giysilerini dahi tanımıyor, Kürt mutfağını tanımıyor.
En tehlikeli olan da oryantalist kafayla, TC nin okulların da okuduklarıyla devrim yapacağını sanıyor. “Latin Amerika’da devrimler çabuk olmuş bizde niye uzadı?” yada izlenen Hollywood filmlerinde “devrimler çabuk oluyor” etkisiyle savaşa, devrime yaklaşıp katılım sağlıyor. Sağlar sağlamaz da örgüte” beni cepheye gönderin” dayatmasında bulunuyor. İyi de, savaşın ön hazırlığı olan eğitim, örgütleme, plan, istihbarat, hedef vb. hiç akıl etmiyor, sormuyor. Hatta en iyi, boyası çizilmemiş silahla, hazır hedefe genç arkadaş gidip vuracak. Bunlar olmayınca da küsmeler, daralmalar ve hatta kopup gitmeler “olmazsa küserim” gibisinden çocukça bir durum yaşanıyor. Siz bu durumu sivilde gençlik çalışmalarına da uyarlayabilirsiniz.
Şimdi ünlü bir yazarın sözündeki gibi “olmak yada olmamak” la halk olarak yüz yüzeyiz. Gençlik kapitalizmin şatafatlı, kandıran yüzüne kanıp, toprak dışında kalan patates mi olacak yoksa toprağın derinlerine sarılarak çoğalım mı sağlayacaktır.
Çoğalım, kendi tarihimizi öğrenmek, kendi dilimizi konuşmak, kendi toplumsal değerlerimize sahip çıkmak, toplumsal gelenekten nasiplenmek, başkalarının kafasıyla değil kendi kafamızla düşünerek, kendi toprak gerçekliğimizle tohumlarımızı ekerek yapmalıyız. Yoksa bir taraftan mundar dediğimiz sistemin argümanlarıyla biz kendimiz olamayız. PKK kimseden medet ummadı, kimseyi taklit etmedi, bir silahı, bir bıçağı yoktu. Sadece bir cümlelik sözle başladı “Kürdistan sömürgedir, bir ülkemiz var ve halkımız var bunun için savaşmalıyız” dendi ve başlandı. Halka dayandı, halkın değerlerine saygılı yaklaştı, emeğe değer verdi, bir lokma verene saygıyla minnetle yaklaştı, ülkesini karış karış taradı, tanıdı, tanıdıkça bağlandı, değer yarattı yaratılan değer üzerine yenilerini kattı.
Sonuç olarak Kürdistan gençliğinin içinden geçtiği aşama hem devrimin günlük sıcaklığını yaşarken ve ağır bedeller öderken bu ödenen bedellerin geleceğin mihenk taşlarını döşemekle yükümlüdür. Bu yükümlülük gençliği daha duyarlı, realist- gerçekçi olay olguları gündelik duygulardan arındırarak tarihsellikle ele alarak güne yüklenmeyi şart kılıyor. Bunlar düşman gerçekliğini iyi tanımayı, Kürdistan’da ki savaşın yerel olduğu kadar uluslar arası bir savaş olduğunu bilerek ve kendi halk- ülke gerçekliğini iyi tanıyarak hayatın tüm alanlarında, her konuda savaşım vermeyi gerektirdiğidir. Bu, dilini konuşmadan, ülkesini terk etmeden, tarihini bilme, kültürel değerlerini koruma, politik sahada çalışmak, mücadeleyi bütünlüklü ele almak ve bütün bunlara ciddiyetle ideolojik olarak ele alıp mücadele etmekle tarihe yüzü ak çıkabiliriz; yoksa gündelik yaşayarak yaşamak sanmak kendini kandırmanın ötesine gitmeyeceği nettir. Bunun içinde kimseden bir emir beklemeden kendi geleceğini hedefleyen sisteme karşı inisiyatifli, yaratıcı ve sorumluluk almalıdır.
MEDET SERHAT
- Ayrıntılar
İnsan onuru bir insan için en önemli karakter hatlarından biridir. Onur insanın insan olmasının ölçütü ve kıstasıdır. Bireyin kimliğidir. Bireyin ben olup olmamasıdır. Bireyin kendisine karşı saygısıdır. Öz saygısıdır. Haysiyetidir. Arapça buna izzetinefis diyorlar. Ve de başkalarının insana gösterdiği saygının dayandığı kişisel değerdir. Özcesi onur insan olmanın en temel erdemlerinden bir tanesidir.
Onurlu olmak bu bağlamda kendisi olmak demektir. Özüyle çelişmeden, inandıklarına bağlı kalarak buna göre yaşayan demektir. Söylemek istediklerini söyleyen, kabul etmediklerine karşı da duran demektir. Vicdanını dinleyerek ona ters düşmeyen demektir. Kendi içindeki sese kulak veren, bu sese bağlı kalarak içiyle dışını bir kılmaya özen gösteren birey demektir.
Özcesi onurlu olmak demek her şeyden önce insan olmak, kişi olmak, birey olmak ve de kimlik sahibi olmak demektir.
İnsan ne zaman onursuz olur, ya da insan ne zaman onursuz yapılır?
Bireyin inandığı ve karar kıldığı karakterini değiştirmeye yeltenen, dayatmalarla bu karakteri öteleyen durumlar onursuzlaştırmaya çalışmanın yoludur. Diğer yandan birey kendinden istemeyerek ya da kimi zaman da isteyerek başkalarının dayatmaları sonucu kendi kimliğinden vazgeçiyorsa orada bir onursuzlaşma başlamıştır demektir.
Onursuzluğu dayatmanın üç temel yöntemi vardır. Bunlardan birincisi; bireyin ya da toplumun yaşamını tehdit etmek. İkincisi; bireyin ya da toplumun beslenmesine yani ekonomik durumuna tehdit etmek. Üçüncüsü ise; kadın ise erkek, erkek ise kadınla bir şekilde üremesine ya da ürememesi üzerine yapılan tehdit. Özcesi insanın bilinen üç temel güdüsü üzerinde yapılacak oynama, tehditlerle insan ya da toplumlar kendilerinden vazgeçirebilirler.
Bir bireyi kendisine karşı onursuz kılmak için örneğin onun yaşamını tehdit edebilirsiniz. Ya da onun yaşama imkanlarını elinde alacağınızı hissettirerek istediğiniz yere gelmeyecekse onun tüm beslenme yollarını keserek kendinize yani size muhtaç olduğunu hissettirebilirsiniz. Ya da bireyi ailesiyle, çevresiyle, sevdikleriyle bunların tümünü elinde alabileceğinizi hissettirerek bunu yapabilirsiniz.
İşte onurlu olmak ya da olmamak, onursuzluğu ret etmek ya da ret etmemek gerçekliği onursuzluk için dayatılan tehditlere karşı gösterilecek karşı duruşla ortaya çıkar. Birileri sizi teslim almak için doğuşta haklarınız olanları bilinçli bir şekilde kısıtlayarak hatta ortada kaldıracağını söylediği ya da hissettirdiği anda bunlara sahip çıkma temelinde savunmak için sonuna kadar karşı durma cesaretini gösterip göstermeyle bağlantılı olan bir karar anıdır onurlu ya da onursuz olmak.
Saygın bir Türk kadın yazar: “İnsanlar bir yerden sonra bu kadar korkak olmalarından utanırlar normalde. Şimdi kimse utanmıyor. Bu ürkütücü” dediği nokta onursuzluğun tam da yaşandığı ya da bireye galebe çaldığı andır. Aynı yazar: “Şimdi öderseniz, içeri girersiniz, işsiz kalırsınız. Ya ödemeyenler? Hayatlarının geri kalanını nasıl geçirecekler? Bu dönemde sessiz kalmanın bedelini gelecekte ödeyecekler. Ne şekilde olacağını da o zaman görecekler. Utanç hapishanesinde yaşayacaklar” dediği noktada onursuzluğun bireyde yarattığı ya da yaratacağı ruhsal travmalara işarettir.
Peki, böyle olmamak için ne yapılabilir. Aynı yazarın cümlelerin sözleriyle cevaplayalım: “Bence cesaret, korkudan bıkmakla ilgili bir şey. Her gün operasyon haberi alıyorsun, sırtındaki yük artıyor, her gün daha da küçülüyor dünya... Bir gün “ahh yeter ulan!” dediğin yer işte cesaret. Yoksa hiç korkmamak değil, bu hayatı böyle yaşamaya katlanamamanın adı cesaret” dediği yer işte onuruna sahip çıkarak onurlu yaşama yeniden dönmenin adı oluyor.
Maalesef bugün Türkiye’de çok kalabalık sayıda yazarçizer tayfası başta olmak üzere, büyük bir kitle yığını bu durumu açıkça yaşıyor. Söylemesi gerekli olanları söylemiyor. Karşı durması gerekli olanlara karşı durmuyor. Sesini yükseltmesi gerektiği yerde yükseltmiyor.
Nasıl ki 12 Eylül faşist cuntasına karşı durulmayarak onursuzluk kabul edilmişse, nasıl ki 1990’larda onlarca faili meçhule ses çıkarılmamışsa ve nasıl ki 1997 yıllarında askeri faşist yaklaşımlara ses çıkarmayarak büyük bir onursuzluk yaşanmışsa, şimdi de benzer belki de daha ileri düzeyde bunca faşizan, onur kırıcı, alçaltıcı yaklaşıma karşı durmamak feci bir şekilde onursuzlaştırdığını herkes bilmek zorundadır.
Onursuzlaşmamak için içimizdeki sese kulak verelim, alçaltıcı her türlü yaklaşıma karşı duralım, sesimizi haksızlıklara adaletsizliklere karşı yükseltelim. Diz boyu onursuzlaştırıcı muamele yaşanırken “Yeter Artık” diyerek buna karşı bir kıvılcım olarak onurlu olmanın ateşini harlayalım.
ŞIHO DİRLİK
- Ayrıntılar
Şehitlik Gerçeğimiz Yaşam Gerçeğimizdir
Şimdi bu bahar kampanyamız yine Newroz’la birlikte özellikle Avrupa’daki kitlemizin anlamlı ve etkin çıkışıyla gelişiyor. Kürdistan’dan çok uzak yerlerde insanlarımız bedenlerini tutuşturarak bu tarihi hamleyi başlatıyorlar. Zaten üzerinde yoğunca durduğumuz hususlardan biri bu Newroz şehitler geleneğidir. Ve genelde şehitler gerçeğinin değerlendirilmesidir. Şehitlik gerçeği yaşam gerçeğimizdir. Mutlaka şehitlik gerçeğini yaşam gerçekliğine dönüştürmeliyiz. Şehitteki emri görüp yürüyebilmeliyiz. Şehit komutasını anlayabilmeli ve gerekeni yerine getirmeliyiz. Özellikle şehidin yaşam anlayışını kesin temsil edebilmeliyiz. Anıya gerektiği biçimde karşılık vermeme gibi büyük bir yüz karalığını ve aşağılık bir durumu kesinlikle kabul etmemeliyiz. Şehidin gücünü, şehidin tutkusunu, şehidin direnişini, şehidin acısını kendi şahsımızda mutlaka yaşatmalıyız. Mutlaka şehitle yaşam arasındaki köprü olabilmeliyiz. Şehidin yaşamıyla yaşayanların ölümü arasındaki farkı görmeliyiz. Namussuzca yaşam sahiplerinin çok olduğu veya basit yaşam kırıntılarına yapışıp kalanların neredeyse egemen olduğu bir halk gerçekliği içerisinde, bu büyük yaşam meşalelerini söndürtmemeliyiz.
Ben kendi payıma bu meşaleyi söndürtmemek için yetkin olmaya çalıştım. Onların yaşamla kurdukları bağı doğru değerlendirmeye özen gösterdim. Yaşayanların yaşamını şahadete yakın kılarak, böylece şehitleri yaşama, yaşamı yaşayanları da şehitlere yaklaştırarak köprü olma rolünü iyi oynamaya çalıştım. Çünkü başka türlü karşılık vermek mümkün değil. Şehidin yaşamındaki büyük anlamını bilmekle birlikte, onu bir yaşam gücü haline çevirmenin büyük ustalık istediğini, büyük sabır ve dayanma gücü istediğini bilerek, bunun sorumluluğunu duyarak bir köprü rolüne adam akıllı sarıldım. Gafilce yaşayanların gafletini durdurmaya, yaşama sahtekârlığına fazla geçit vermemeye çalıştım. Diğer yandan şehidi adeta teorileştirdik, savaş teorisine dönüştürdük. Böylece etkili ve egemen olmasına güç getirdik. Sahte yaşamın önünü kestiğimiz kadar, şahadetin teorisi ile yaşamı bir kez daha canlandırmaya, öyle kaynaştırmaya ve çare olmaya çalıştık. Gelişmeler oldu, şehit yaşama geçirildi, yaşam biraz şehide göre oldu.
Hâlâ ne kadar saygılı kaldığınız tartışmalıdır. Saygıyı sürekli kılmaya çalışıyoruz. Belki istenildiği kadar olmadı, ama büyük saygısızlık yapılmasına da fırsat verilmedi. Şu anda şahadet yolunda yürümeye hazır olmanız bunun kanıtıdır. Biz bu halkı da bu temelde tuttuk. “Gafilce ve haince yaşayamazsınız” demekle şehide biraz bağlı kalındığını gösterdik.
PKK tarihinde şehitlik üzerine bir çok değerlendirme yapıldı. Ben özellikle başlangıç şehitleri için en doğru değerlendirmeleri sunmaya çalıştım. Haki Karer yoldaşın anısına yapılan değerlendirmeden en son Newroz kahramanlık şehitlerinin anısına yapılan değerlendirmeye kadar, hepsinin yerinde bir değerlendirmesini yaptık. Bunu her şehit için yapmaktan da üşenmedim, ama fazla gerekli olduğuna da inanmadım. İnandığımda yaptım. Zaten kendini şehitlik çerçevesine oturtacak bir kişilik, bu kadar şehidi anlamıyla bilecek bir kişilik büyük olur. Bazılarınızın şehit yakını olduğunu söyleme durumunuz var, şehitlerin kendi şehidiniz olduğunu söyleme durumunuz var. Eğer bunda sahte değilseniz, eğer samimiyseniz, biraz da bizim bu gerçekleştirme tarzımıza benzer bir tarzı tutturmanız gerekir. Şehidi kendinde yaşatmak, şehidi doğru yaşatmak, şehitle çelişen yaşamın önünde durmak, “ya yaşayamazsın, ya da doğru yaşarsın” hükmüne bağlı kalmak büyük önem taşır. Öyle olursanız şehidin sahibi veya onun sürdürücüsüsünüz. Bu böyledir. Başka hiçbir biçimde kendimizi onurlandırmayalım.
Ben çocukken bile böylesi ölümleri kötü bulurdum, böyle anlamlı bulamazdım. Sonra da şunu gördüm: Ölümler aslında yaşayanların zavallılığını gösterme aracı oluyor. İnsanlar ölüler için döktükleri göz yaşını aslında kendileri için döküyorlar. Ölende kendilerini görüyorlar, kendi ölmüşlüklerini, hayattayken ölmüşlüklerini görüyorlar. Yoksa böylesine bir ölüm ağlayışı pek anlaşılır değil. Kendini bu kadar zayıf bırakma, kendini bu kadar ölüye benzetme söz konusudur ki, bir ölü de kıyamet koparıyorlar. Çok doğal bir yaşam sürecini böyle göz yaşına boğmak bana pek anlamlı gelmemişti. Nitekim şimdi şahadetlerde fazla ağlama yoktur. Şehitleri cesaret, güç ve yaşam gücü haline getirme vardır. Bu da kötü ölüme bir cevap oluyor, bizim cevabımız oluyor. Ölüm korkusunun böyle cesarete dönüştürülmesi küçümsenemez. Bu başlı başına büyük bir kazanımdır. Kürdistan halkındaki büyük ölüm korkusunu, bu büyük acılı ve gözü yaşı durumu şimdi böyle daha fazla cesaretle savaşmaya dönüştürmek çok büyük bir gelişmedir.
Bunu da biz yaptık, bunu özenle hazırladık ve şimdi herkes biraz da böyle ölümsüz kılınmıştır. Ölüme karşı anlayışı doğru geliştirmemiz, yine ölümle yaşam arasındaki bağı doğruya yakın değerlendirmemiz korkuyu yendi; daha fazla cesaret, daha fazla hayattayken ölmemek, fiziki olarak ölündüğünde de bunu ölüm sanmamak biçimindeki durumu biz ortaya çıkardık. Tabii bu da küçümsenemez bir gelişmedir. Bu, Kürdistan için büyük bir ihtiyacın giderilmesidir. Ölüm korkusunun giderilmesi sağlanmış, yaşamda ölümsüzlük duygusunu yaratma ihtiyacı giderilmiştir.
İşte bu büyük şehitler biraz bunun öncüleri oldular. Bu gerçeğin anlaşılması ve etkili kılınmasında en önemli rolü yerine getirdiler. Ben buna ölüm korkusunu yıkma, yaşamı ölümcül etkilerden arındırma, fiziki ölümlerden de korkmama veya şahadetlerden korkmama, kutsal değerler uğruna ölümde yaşamın mevcudiyetini gösterme ve böylece daha katlanılabilir bir ölümle bir yaşamın bağını kurabilme diyorum. Bu önemli bir gelişmedir.
Mazlum Direnişçiliği Partinin Büyük Ruhudur
Yaşamda yeni günün dirilişini temsil eden Newroz şehitleri üzerinde de biraz durduk. Bizim bazı değerli yoldaşlarımız böylesine yaşamsal bir ölümle bugüne karşılık verdiler. Mazlum yoldaşın şahadetini de az-çok anlamlandırdık. Mazlum yoldaşın Newroz şahadetinde gerçekleşen şeyin büyük bir teslimiyete, o vahşet döneminde özellikle umudun o son kırıntılarının da alınıp götürülmesinde, namuslu ve onurlu yaşam olanağı tümüyle elden çıkartmaya, bunun için gerçekleşen son derece vahşi saldırıya karşı kendi kişiliğinde bitebilecek en son direnme hamlesiyle karşılık vermek olduğunu, böyle bir anlamının bulunduğunu ortaya çıkardık. Müthiş bir karanlık içinde bir kibrit çöpünü aydınlık gerekçesi yapmak, yaşamın korkunç bir biçimde teslim alınmak istenmesine karşılık kendini böyle feda ederek yaşam için böyle iddia olmak, iddia olarak varlığını sürdürmek çok önemliydi ve bu gerçekleştirilmiş oldu. Çünkü o haliyle yaşamı daha fazla götürmek mümkün değildi. Öyle bir baskı, öyle bir vahşet var ki, özgür bir yaşamın, namuslu ve onurlu bir yaşamın sözü olabilmek ancak böyle bir eylemle mümkündü.
Dediğim gibi, Mazlum yoldaşın şahadetinin bu gerçeği ifade etmesi çok önemlidir ve bunu anladığı ortaya çıkıyor. O, ideolojimizi iyi bilen bir arkadaşımızdı. Partimizi ruhundan tanıyan ve öyle kalmaya büyük özen gösteren gerçekten görkemli bir kişilik. Bu anlamda bu kişilik tam bir PKK oluyor; PKK’nin yaşam sözü, onun zirvesi oluyor. Çünkü o dönemde kesinlikle bir teslimiyet dayatması var ve teslimiyet öyle bir kişiye dayatılmıyor. Hatta teslimiyet sadece PKK’ye de dayatılmıyor. Şüphesiz biz dışarıda direniyoruz. Bizim de yapacaklarımız var. Ama oraya dayatılan teslimiyet daha fazla belirleyici oluyor. O teslimiyetin ardından getirilecekler belki daha belirleyicidir. Bir Diyarbakır zindanına dayatılmış teslimiyetin tam başarısı, o Şahin-Yıldırım ihanetinin tam zafere ulaşması, binlerce teslimiyetin peşi sıra gelmesi olacaktır. Onun bir halkın başına bela yapılması da herhalde en azından Kemalizm’in –ki bunlar “Genç Kemalistler” adıyla bunu yapıyorlardı- 1925’lerdeki zaferi kadar bir zafer olacaktı.
Yine bu biraz Dersim gerçekliğinde ortaya çıkıyor, Kemalizm’in 1938’de Dersim de sağladığı zaferin bu aşağılık unsurların şahsında, hem de tam “Genç Kemalistler” olarak Dersim kişiliğinde adeta tam zafer kazanarak sonuca gitmesi oluyor. Mazlum da bir Dersim gerçekliğidir ve herhalde bunu çok iyi bildiği için böyle bir direnme tutumunu sergiliyor.
Dersim direnişçiliği Kürdistan’daki son direnişçiliktir.
Ne kadar geri ve yetersiz olursa olsun böyledir. Oraya dayatılan ihanet ve asimilasyon da en güçlü ihanet ve asimilasyondur. “Genç Kemalistler”in ifade ettiği gerçeklikte dile getirilen şudur: “Dersim budur, bunun karşısında başka herhangi bir gerçekliğin söz konusu olamaz. Bu aynı zamanda Kürdistan için söylenebilecek en son sözdür. Bu söz de bizim sözümüzdür. Direnemezsiniz, teslimiyetten başka yapacağınız hiçbir şey yok”. Zaten bunu günlük olarak çok çarpıcı ve korkunç bir yoğunlukla işlemişlerdir. Tek tek kişilerle uğraşarak yürütüyorlar. Yani sonuç almak için neredeyse günler sayılıdır.
Mazlum direnişçiliği işte bu noktada kendisini biraz daha devreye sokuyor. Çünkü orada her şey baş aşağı gidiyor, teslimiyet çok hızlı gelişiyor. Yapılması gereken şey bir eylem türüdür. O da bu eylem türüyle yine çok anlamlı bir günde, bir yaşam gününde, bir yeni günde, bir diriliş gününde bunu gerçekleştiriyor. Gerçekten de Mazlum yoldaşın direnişinin daha sonraki süreci tamamen etkilediği, teslimiyete karşı direnişçiliği egemen kıldığı biliniyor. Bu direnişin bizim direnişimizi de güçlendirdiğini, dağ direnişine de taşırıldığını çok iyi biliyoruz. Bunun da bir ulusal direniş ve diriliş olduğu şimdi çok daha iyi anlaşılıyor.
Mühim olan her şeyi bir şehide yüklemiyoruz veya her şeyi o doğurdu diye kendimizi aldatma yaklaşımı içinde değiliz. Ama daha derinlikli bir anlayış gerekliyse, o anlayışın da aşağı-yukarı böyle etkili olacağını kesinlikle söyleyebiliriz. Kesinlikle şehidin anlamı budur diyebiliriz. Anlamı daha da derinleştirilebilir, ama özcesi budur. Nitekim ondan sonra peş peşe gelen eylemlilikler vardır. Gerçekten de Newrozlar bu tarihten itibaren çok yaşamsal kılındı. Newroz günlerinin direniş günleri haline gelmesinde Mazlum direnişçiliğinin etkisi asla küçümsenemez.
Zekiye Alkan: Her Türlü Köleliğe En Anlamlı Tepkidir
Şimdi en son bu Newroz şehitlerimiz var. Biz Zekiye Alkan’ın şahadeti üzerine de bir değerlendirme yaptık. Bu da Diyarbakır’da oluyor. Bu şahadetin de Mazlum’un şahadetiyle bağlantısı açıktır. Mazlum nasıl zindanda partiye dayatılan teslimiyete karşı büyük bir eylemse ve şahadetiyle bunun bir zaferi oluyorsa, Zekiye Alkan’ın direnişi de Diyarbakır genelinde dayatılan, bu temelde de bütün Kürdistan’a ve Kürt halkına dayatılmış olan sinmişliği, korkuyu ve çaresizliği gidermek oluyor. en azından onunla bağlantısını kurarak, kendini böyle direniş durumuna taşırmak istiyor. Bu yoldaşımız hiç şüphesiz ortama dayatılan bütün çelişkileri en yoğun biçimde de yaşayabilirdi. Bu arkadaş için çelişkide olduğu söyleniyor. Bir kadın çelişkisini, özgürlükle düşkünlük arasında bir durumu yoğunca çözmeye çalıştığını söyler ki, anlamlıdır. Biraz da bu kişilikler böyle direnişler ortaya koyabilir. Çelişkisi olmayan kişiliklerin anlamlı direnişlere öncülük edebileceklerini sanmıyoruz.
Zekiye yoldaşın bir özgür kadın olmaya çalıştığı, fakat bunu başaramadığı, sıkıldığı, buna öfke duyduğu ve adeta böyle sürüp gittiği, tam da bu süreçteyken böylesine bir eyleme kalkıştığı söylenir. Bizim için bu daha anlamlıdır. Zaten rahat ve kendinden emin olan bir kişi büyük eylemliliğe girişemez. Kendi halinden memnun, kendine tutkun birisi kesinlikle böyle bir eyleme kalkışamaz. Kadın özgürlük arayışı önemlidir. Bu başlamadan da zaten öyle bir eyleme kalkışmak, ona cesaret etmek bile mümkün değildir.
Fakat tam çözüme gidememe de anlayışla karşılanmalıdır. Çünkü özgürlük savaşımını, onun eylemini daha örgütlü yapar, daha planlı geliştirir. Ama yine de büyük bir eylem, büyük bir özgürlük tutkusu olmak istiyor. Bunu da öyle bir Newroz’da Diyarbakır surlarında kendisini meşale gibi yakarak ilan ediyor. Yine anlamlı olduğu söylenebilir. Kadın olması daha anlaşılırdır. Çünkü insan ancak böyle yoğun bir çelişkiyi yaşamakla bu cesarete ulaşabilir.
Mazlum yoldaşın gerçeğinde de bu var. O parti ruhu oluyor, partinin büyük direniş ruhu oluyor. Orada artık bir insan vardır, kadın veya erkek olması da hiç önemli değildir. Orada en büyük insanın direnişi, onun büyük eylemi söz konusudur. Burada da bir kadın olması daha anlamlıdır. Neden? Çünkü Diyarbakır’ın kendisi en dökülmüş bir fahişe kadından daha beter bir durumu yaşıyor. Yani oradaki erkeklik bir kadından daha beterdir, daha aşağılık durumdadır. Bir fahişeden bile daha beterdir aslında. Mutlaka Diyarbakır’ın bir etkisinden söz edeceksek veya Kürdistan merkezli bir yerdir diyeceksek, fahişe kadın değerlendirmesi yapıldığında düşmüşlüğün sınırı çizilmek istenir, Diyarbakır o koşullarda biraz da buna benzer bir yerdir. Bu kadar sömürgeciliğin merkezi olacaksın, bu kadar sessiz kalacaksın ve her gün bu kadar çiğneneceksin, tecavüz edileceksin: Bu fahişe kadından daha başka bir anlama gelmez. Bu yönüyle ele alınması söz konusu olabilir. Ona mutlaka bir tepki gerekir. Fahişe kadının veya düşmüş kadının tepkisi anlaşılıyordur. Diyarbakır’ın kendisi öyle olduğuna göre, ona karşı öyle bir tepki gösterilmelidir. Bu şahadette bunun mutlaka bir etkilemesi vardır.
Diğer yandan bir kadın olarak da çelişkilerini anlıyoruz. Bir kadın olarak çelişkiyi duymak, özgürlük arayışı içinde olmak, gerçekten büyük bir zorlu sürece girmek demektir. Bir yandan bir kadın köleliğinin iğrenç durumunu bilince çıkaracaksın, diğer yandan özgür yaşam tutkuların gelişecek; bu korkunç bir zorlamayı beraberinde getirir. Gerçekten biz bunu da epeyce açmaya çalıştık.
Benim anlayışıma göre köle bir kadının, bizim toplumsal koşullarımızda, Diyarbakır koşullarında köle bir kadının bilince dönüşümünü, özgürlük yaşamına doğru yol almasını görmek, böyle çelişkili duruma kendinde bir yer bulmuş olmak kesin olarak PKK’nin etkilemesiyle olabilir. Zaten o dönemde PKK’nin etkisi Diyarbakır’ı sarmıştır. Zindanın sarması var, gerillanın sarması var, gençliği sarmıştır. Kadın özgürlük çabaları da biraz anlaşılır oluyor sanıyorum. İşte böyle bir kişiliğin bütün bu faktörlerden etkilenmesi söz konusu oluyor. Belli bir bocalaması var, başka türlü mücadele etme istediği de var, edebilir de. Ama o bu biçimini tercih ediyor. Kendine göre planlı, kendine göre anlamlı bir eylem.
Bu direniş Diyarbakır’daki zindana dayatılanlara, Diyarbakır’daki halka dayatılana, bir kadının yaşadığı büyük olumsuzluğa, bunların hepsine toptan bir tepki oluyor. Bu tepki de böyle yaşamsal kılmaya veya “yaşama ancak böyle anlam verebilirim” dedirmesine götürür. Eylem gerçekleşiyor. Buna vereceğimiz anlam da budur. Bu eylemin de bu çerçeve de geliştiğine kanıyız ve anlamı büyüktür. Nitekim bundan sonra Diyarbakır’daki gelişmenin farklı olduğu; halkındaki gelişmenin, kadındaki gelişmenin biraz daha özgürce olmaya doğru yüz tuttuğu biliniyor.
Rahşan Demirel: Metropol Kitlemizin Ülkeye Taşırılmasında Bir Köprüdür.
Bir direniş, İzmir kalesinde kendini yakma olayı var. Rahşan Demirel adında çok genç bir Kürt kızının direnmesi var. Oraya taşırılmış bir Kürdistan’ın Mardin gerçekliği var. Yurtseverlik zaten etkili. Bu genç kızda bir yandan savaş ve özgürlük tutkusu mevcut, ama öte yandan oldukça zayıf. Örgütsel savaşım gerçeği etkiler. Newroz’lu günler de yine hızlı ve yoğun yaşanır. Belli ki burada kendisini özgürlük savaşımına müthiş vermek ve bir şeyler yapmak istiyor. Fakat bunun teorik gücünü fazla bulamadığı ve pratik geliştirme olanağını yakalayamadığı için, yani bir yerde tutkusu teorisi ve örgütlülük düzeyini aştığı için, buna karşılık bir şeyler yapmaya ahdettiği için, farklı bir eyleme yöneliyor. Orada kitlemizin içinde yaşadığı utanç verici koşullar, kendi ailesindeki zor koşullar, kendisinin özgürlük ve özgür yaşam anlayışıyla bağdaşmayan alçaltıcı ve yaşam koşulları Newroz’un o dirilticiliği ve çekiciliğiyle birleşince, böyle bir meşale eylemi ortaya çıkıyor.
Mümkündür, böyle bir ruhta böyle bir cesaret ve ardından böyle bir eylem ortaya çıkabilir ve çıkıyor da. Bu eylemi anlamlı bulduğumuzu söyledik. Bu şahadetin metropol kitlemizi aydınlattığı, düşkün yaşam koşullarındaki yüzlerce kişiyi savaşıma çektiği, onlara dayatılan mezarı deldiği, metropol halkımızın kendine getirilmesinde ve ülkeye taşırılmasında bir kaldıraç ve köprü rolünü oynadığı daha çarpıcı görülmüştür. Mesaj bu anlamda meşale değerinde kendini kanıtlamıştır. Bir komuta gücü olmayı kanıtlamıştır diyorum. Çünkü yüzlerce kişiyi yürüttü mü, o bir komutalık rolü oluyor. Özellikle kadına ilişkin olarak çok sayıda katılıma yol açması, neredeyse erkek sayısından daha fazla bir kadın katılımına yol açması, onun kadın özgürlüğüne de büyük bir katkı, bunun komuta ve ordu gücü olduğunu gösteriyor.
Berivan ve Ronahi Yoldaşlar Devrimci Militanlığın Özüdürler.
Son olarak Avrupa’daki Newroz şehitlerimiz var. Bunların üzerinde biraz daha durulmaya değer. Berivan (Nilgün Yıldırım) ve Ronahi (Bedriye Taş) yoldaşlar, bu Kürdistan kızları anlamlı mektuplar bırakmışlar. Ben bazı röportajlarına da tanık oldum. Yine herhalde epeyce mektupları, bazı değerlendirmeleri ve raporları da vardır. Bazılarını biz de gördük.
Bu kişilikleri daha iyi tanımak açısından, kendilerinin imzalayıp bıraktıkları mektuplara bakmakta yarar olabilir sanırım. Bir mektupları şöyle:
“Alman devleti son aylarda düşmanlığını açık ilan etmiştir. Derneklerimiz kapatılmış, ulusal renklerimiz, ulusal bayraklarımız gasp edilmiş, onlarca yurtseverimiz tutuklanmış, gözaltına alınmıştır. Almanya Türk ırkçılarının peşinden gitmektedir. Demirel-Çiller-Güreş kliğinin “ya bitecek, ya bitecek” sözlerini ellerini ovuşturarak desteklemekte, kirli savaşın sürmesi ve Kürt halkının imha edilmesi için her türlü desteği sunmaktadır. Kürdistan’daki katliamlar Almanya’nın verdiği silahlarla gerçekleşmektedir. Son olarak 1994 Newroz yürüyüşünde Almanya’nın çeşitli kentlerinde Kürt yurtseverlerine Hitler’i geride bırakacak uygulamaların gerçekleştirilmiş olması bizim için bardağı taşıran son damla olmuştur. Cizre’de, Şırnak’ta, Diyarbakır’da uygulanan vahşette Alman devletinin çok büyük sorumluluğu vardır. Alman devleti yaptıklarıyla insanlık suçu işlemiştir ve bunun hesabını mutlaka verecektir.
Diyarbakır zindanlarında üç kibrit çöpüyle Kürt halkına çıkış yolu gösteren Mazlum Doğan’ı, bu anlamlı çıkışa bedenlerini tutuşturarak cevap veren Ferhatları, “Newroz, Newroz ateşi yakılarak kutlanır” diyen ve Diyarbakır surlarında bedenini tutuşturan Zekiye Alkanları, özgürlük mücadelesinin neferleri olarak, saygı ve minnetle anıyoruz. Onlardan devraldığımız bayrağın burçlara dikileceğinin çok yakın olduğunu görüyoruz. “Ateşi söndürmeyin” diyen Necmilerin yolundan kendi özgür irademizle giriyoruz. Emperyalizme ve sömürgeciliğe en büyük yanıt bedenleri tutuşturarak verilir”.
“Dün akşam İçişleri Bakanı Manfred Kanther’in “bundan sonra PKK’ye karşı tavrımız çok daha sert olacaktır. PKK’liler şunu anlamalılar ki, her yerde serbest hareket edemezler” sözleri kararımıza bizi bir adım daha yaklaştırdı. Biz biliyor ve inanıyoruz ki, yaktığımız özgürlük ateşi daha büyük ateşlerin yanmasına neden olacaktır. Bedenlerimiz, düşüncelerimiz Kürt halkına ve bütün insanlığa armağan olsun”.
“Selam olsun özgürlük mücadelesinde toprağa düşenlere, selam bağımsız-birleşik Kürdistan mücadelesi yürütenlere, selam Başkan APO’ya!”
“Kahrolsun sömürgecilik ve emperyalizm!”
“Kahrolsun Alman şovenizmi!”
“Yaşasın PKK-ARGK-ERNK!”
“Yaşasın Ulusal Önderimiz Başkan APO!”
Diğer bir mektup da şu:
“Yüce Kahraman Halkımıza!
“Newroz’unuzu candan kutlarken, hedefimiz olan insani bir yaşam için sizlerin daha çok direnmeniz gerektiğini, Parti Önderliğimizin de vurguladığı gibi kendimizden çok az da olsa başlatıyoruz ve sizlere devretmek istiyoruz.”
“Özellikle Avrupa’daki halkımızın da Parti Önderliğimizin belirttiği gibi, devrimi Kürdistan’a taşırmaları vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Bu temelde kadınlarımıza da böylesi büyük görevler düştüğünden dolayı, tam ayakta durmalarını, parti Önderliğimizin de yol göstericiliği ile becerebilmelidirler. Sizlere, yüce halkımıza içten inanıyoruz ve güvenimiz sonsuzdur.
“Yaşasın Başkanımız APO!”
“Yaşasın PKK, ARGK, ERNK!”
“Yaşasın Enternasyonalizm!”
Bu arkadaşlar anlamı hayli büyük olan mektuplar bırakmış oluyorlar. Büyük saygı duymamak gerçekten mümkün değil. Oldukça bilinçli ve hem de çarpıcı değerlendirmeleriyle dolu dolu yaşadıkları anlaşılıyor. Eylemlerini de öyle planlıyorlar ki, başarısızlığa yol açmayacak kadar güçlü, kendini yitirmeyen, kesin sonucu önceden planlanan bir eylem ancak bu kadar olabilir. Kendini cayır cayır yakmayı böyle planlayabilmek, bir başarısızlık olasılığını bile ortadan kaldırmak için başkalarının gelip de ateşi söndürebilecekleri bir alanı seçmemek, kendilerinin ne kadar planlı ve sonuç alıcı olduklarını gösteriyor.
Bu arkadaşların öteki raporlarında da bir şeyler gördüm. Bir Röportajlarındaki başka bir cümle de aklımda. Bu çözümlemelerden de epey etkilendikleri anlaşılıyor. Özellikle bizim istediğimiz militan tipi olmaya büyük özen gösterdikleri gibi, buna layıkıyla karşılık verilmemesinin hayretleri içerisinde kalan arkadaşlar oluyorlar. Yani bu arkadaşlarımızın yaşam özelliklerinden biri de sahte olmama, Avrupa’nın o düşürülmüş ve düşürülmeye elverişli ortamı kadar yaşamını oradaki zeminde kolayca yitirenlere rağmen kendilerini böyle diri tutmaları, çözümlemelerden güç alarak kendilerini böyle militanlaştırmaya çok açık hale getirmeleri oluyor. Bu tutum gerçekten de örnek düzeyinde. Benim bir raporda gördüğüm biraz buydu. Ben bir çok şehidin raporunda da buna benzer şeyler gördüm. Aslında bunların da bu çapta yoldaşlar olduğu anlaşılıyordu. Burada önemli olan sadelik, özlü olma ve bu yönleriyle sahteliğe fırsat vermemedir. Bu kişilikleri bu anlamıyla kesin bilmek gerekiyor.
Şimdi onlar şahadete gittiler de siz kaldınız derken, şunu vurgulamak gerekir: Yaşayacaksan onlar gibi yaşayacaksın. Anıya bağlılık biraz da böyle olur. Aslında militanlaşmanın en özlüsü olmaya yakınlar. Arayışları böyle, gün gün gerçekleşmeleri böyle. Genç kız olmaları, Avrupa koşullarında ikinci ve hatta üçüncü kuşak olmaları –ki bunun ne kadar düşürücü olduğunu biliyoruz- bunu engelleyemiyor. Avrupa’da doğup büyümüş bir kaç şehitte de bunu gördüm. Hem Fırat arkadaşımız, hem de Hüseyin Çelebi arkadaşımızda bunu gördüm. Bunlar ikinci kuşaktan, daha çok o koşullarda yetişmişler. Kişilikleri oldukça ilginç, ilginç olduğu kadar da vatanseverlikleriyle, görev anlayışlarıyla hiç Kürdistan’dan çıkmamış, hatta bölgeden de çıkmamış olanlara taş çıkartır cinsinden bir savaşçılıkları söz konusuydu. Yani biraz da tam PKK’nin istediği militan tipi olmak ancak böyle olabilir diye düşünüyorum.
Bu arkadaşlarımız da öyle; bu temelde bir gelişmeye sahip olduklarını, gelişmelerinin bu yönlü olduğunu gösteriyorlar. Bilinç düzeylerini biraz daha iyi anlamakta yarar olabilir. Tabii bu mektuplar bunu yeterince ortaya koyuyor. Çok güçlü siyasi değerlendirmeler gerçekten ancak bu kadar yapılabilir. Doğruları bundan daha fazla belirlemek mümkün değil. Tam bilinçli diyebileceğimiz siyasal yaklaşımları söz konusu. Bir de düşmana cevap olmasını da çok iyi biliyorlar. Yani siyasi değerlendirmeyle yetinmiyorlar. Alman emperyalizminin sözcüsü bir İçişleri bakanına çok yaman bir karşılık veriyorlar. Alman bakan “PKK bundan sonra çok daha sert bir tavırla karşılaşacaktır” diyor. Onlar da “biz de bu kararımızla bir karşılık vereceğiz” diyorlar. Yani düşman dayatmasına karşı bir militanın dayatmasına çok duyarlılar.
Tabii kendi sahaları Avrupa sahası, ama Avrupa’nın özgüllüğünü de ihmal etmiyorlar. Bir de bu özgülde halka sesleniş var. Şüphesiz bu da bu şahadetlerin kıymetini kat be kat arttırıyor. Aslında onlar tarih ve insanlık şehitleridir. Kesinlikle enternasyonalizm çağrısı var. Anti-sömürgecilik ve anti-emperyalizm kadar, insanlığa çağrıları ve bu temelde özgürlük şehitlerine selamları var. Bu yönleri kesin. Yani hem kavrayış derinliği, hem de cevap verme; hem yurtseverlik, hem de insanlık bağlılığı kesin.
Biz biraz da kadın yönleriyle üzerine durmayı gerekli görüyoruz. Çünkü röportajlarındaki çarpıcı bir kaç değerlendirme hâlâ aklımda. Gerici, ilkel-milliyetçi önderlik üzerine çarpıcı belirlemeleri, bu önderliği ayak bağı olarak görmeleri ve gericiliktir biçiminde karşılık vermeleri var. Bizim kadın yaklaşımımızı özgürlük tutkusu olarak değerlendirdikleri anlaşılıyor. Yine cinsellik alanına ilişkin çarpıcı bir değerlendirmeleri var. Çelişkilerin en yoğun olduğu alan olduğunu söylüyorlar, böyle çok mücadeleci bir alan olarak değerlendiriyorlar. Sanırım cinsellikte köleleştirmeye karşı da büyük bir anlayış ve özgürlük yaklaşımıyla dolu olmaları söz konusu. Yani önderlik anlayışları, kadın özgürlük anlayışı ve cinsellikte de mücadele anlayışları hayli derinlikli. Öyle kendini feda eden sıradan bir yurtsever değiller. En değme militanın ulaşamadığı bir bilinç, bir özgürlük tutkusu ve felsefesi kadar, pratik yaşamına da sahip olduklarını gösteriyorlar.
Bu anlamda bizim parti gerçeğimizde netleştirmeye çalıştığımız, hem de yoğun bir biçimde işlediğimiz doğru önderlik anlayışı bu şahadetlerde büyük anlam ifade ediyor. Gerekli olan ucuz duygular için yaşam değil, özgürlük tutkusunun yaşanmasıdır. Bu çok güçlü ifade ediliyor. Önemli olan cinsel düşkünlük ifadesi değildir; cinsellikteki mücadeleyi, oradaki düşkünlüğü, oradaki savaşımı görebilmeliyiz deniliyor. Bizim de biraz açmaya çalıştığımız buydu. Bu yoldaşlar bunu da çok iyi değerlendirip öyle bir anlamda ve bu anlama denk düşen büyük bir eylemlilikle karşılık veriyorlar ki, değerleri bir kat daha artıyor. Büyük kadın özgürlük savaşçılığı diyeceksen, bunu bu anlayışta göreceksin. Yoksa ucuz laf edip de birer dedikodu küpü olmaktan çıkmayan ne kadar militanımız olduğunu da biliyoruz. Onları bu temelde bu arkadaşlara saygılı olmaya davet ediyoruz. Yine bir sürü kadından beter erkek var, cinselliği en iğrenç biçimlerde yorumlayanlar var. Onlara da bu cümlelerdeki oldukça çarpıcı anlayışı yakalamalarını salık veriyoruz.
Eğer şehitlere bağlı olacaksak, böyle kişiliklerin birazcık çözümlemesini ve çözümlenmiş olan bu kişilikleri doğru anlamalıyız. Başka türlü onların büyüklükleri anlaşılamaz. Kendinize başka türlü yiğit kadın ya da erkek diyemezsiniz. Nitekim ben de bazı değerlendirmeler yaptım. Benim de son bir-iki yıl içinde kadın özgürlüğüne ilişkin olarak yaptığım değerlendirmeler var. Bu yoldaşlar özellikle bu değerlendirmelerden çok etkilenmişler. Veya onları kendi kişiliklerinde çözümlemişler. Bu yönüyle beni de yakından ilgilendirir. Bir yerde kadın özgürlük hareketinin öncüleri oldu. Böyle özgürlük arayışının günlük tutkusu içinde olmak, cinsellikte böyle tek doğru çözümlemeye ulaşabilmek, bu temelde gericiliği yargılamak, emperyalizmi yargılamak, militanlaşmayı yargılamak, bizim bu son yıllarda en çok peşine düştüğümüz ve sonuç almaya çalıştığımız konulardır. Bu konularda en etkin davranışı, en makul ve doğru olanı, en doğru tavrı göstermek demektir. Bunlar onun şehitleri oluyorlar, kadın özgürlük militanları oluyorlar. Bu yönüyle değerleri hayli yüksek diye düşünüyorum. Kesinlikle hakkını vermek gerekiyor.
Bunlar yaşamı anlamayan yoldaşlar değil, yaşamı en iyi anlayan yoldaşlar oluyorlar. Yaşamın baharında, böyle pırlanta gibi yaşamakla yüz yüze olan kişilikler oluyorlar. Açık, değerlendirmeleri karşımızda. Yaşları çok genç. Biliyorsunuz Avrupa’da yaşamın her türlüsüyle gün gün, saat saat karşı karşıyalar. Buna karşı Avrupa’da böyle bir eylemi gerçekleştirmek, gerçekten benim bile değerini tarif etmekte güçlük çektiğim bir büyüklüğü temsil etmekte olur. Ki PKK’nin büyüklüğünde bunları bulmak zor değil. PKK’nin böyle binlerce şehidi var. Çok iyi biliyorum, teslim olmamak için yaşamını adayanlar arasında en başta genç kızlarda böyle bir direnme olayı var. Zaten Newroz şehitlerinde de ağırlık onlardadır. Yine bunun gibi en zor koşullarda teslimiyete karşı binleri aşan direnişçi de var. Ama bu kadar çarpıcı olanına, hem de bilinçli ve planlı temsilcisi olanına da bu yoldaşların şahsında rastlıyoruz.
Kuşkusuz çıkarılması gereken sonuçlar var. Özgürlüğün PKK’deki gerçekleşmesine dikkat etmek anlamında çıkarılması gereken sonuçlar var. Veya bu şehitlerin anısına bağlı olmanın gerekleri nelerdir? Bunlar nasıl yerine getirilir? Buna ilişkin mesaj çok çarpıcı, çağrıları çok anlamlı. Bilinç yoğunluğunu en çok yaşayan yoldaşlar olmaları, dediğim gibi bunu çözümlemelerin bütün derinliğine ulaşmış olarak ortaya koymaları bizi “PKK’de çözümlemeleri sonuna kadar özümse, özgürlük tutkusunu esas al, cinsellikte bile doğruyu yakala, cinselliği bir egemenlik veya köleleştirme aracı olarak görme, saygılı ol, gerici önderliklere ve önderlik özelliklerine karşı sonuna kadar diren; emperyalizme, sömürgeciliğe ve onların her türlü ittifakına karşı en çok güçlüyüz dedikleri ve en çok saldırdıkları dönemde en güçlü eylemi koy” sonucuna götürüyor. Bütün bunlar büyük çağrılardır ve tabii hakkını vermek biz geride kalan yoldaşlara düşer. Tabii anlamına göre savaşarak, anlamına göre militanlaşmayı bilerek karşılık vermek en doğrusu ve yegane yoludur. “Anlayamadım, derinliği kavrayamadım, kendime göre uyguluyorum” demek, şehitlere saygısızlıktır, bu büyük Newroz şehitlerine kötülüktür. Tabii buna hiç birimizin hakkı olmadığı gibi, gerçekten onların ardılıysak, gerçekten bu tasa altında bu şehitlerin anısına bağlı özgürlük savaşçıları olacaksak, o zaman ona göre bir yaşam, ona göre bir savaşım şarttır.
Bu gücü kendinizde gördünüz mü, bu güçle savaştınız mı, siz bu yoldaşlara layıksınız. Onların komutansından bir şeyler anlamışsınız, gerçekten onları yaşatıyorsunuz, anılarına bağlı olarak yaşatıyorsunuz, yaşamla bütünleştirerek yaşatıyorsunuz, savaşa taşırarak başarıyorsunuz, o zaman ne mutlu bize diyebilirsiniz. Böyle şehitlere sahip olmak kadar, onların bizim önümüze koydukları görevlere sahip çıkmak ve bu görevleri başarma olanağını yakalamak da yakıcıdır.
Eylemliliğimiz Şehit Anısına Bağlılığın Eylemliliğidir.
Ben de kendi payıma hiç şüphesiz bu şehitlerin değerini anlayabilecek durumdayım. Önderlik uygulamaları var. Öğrenebildikleri ve söyleyebildikleri kadarıyla bir değerlendirme. Evet, bunlar olmadan önce de vardık ve bu yoldaşların şahadetinden sonra daha güçlü var olmaya çalışırız. Bizim öyle sıradan bir var olmayla karşılık vermediğimiz biliniyor. Özellikle kadın şehitlerin böyle çarpıcı tarzda ortaya çıkmaları, bizim de kadın kişiliğine gösterdiğimiz ilgiyle yakından bağlantılıdır. Bu şehitler sizin sandığınız gibi öyle kendiliğinden ortaya çıkmış veya size layık olmak için çıkmış şehitler değil. Çözümlemelerle bağını biraz kurdum. Bu şahadetlerin bizim kadın sorununa yaklaşımımızla ilişkileri kesin.
Daha da açabilirim. Bu özgürlük çözümlemeleri ile bu şehitlerin yaşamı arasında nasıl bir bağ vardır? Çözümlemeleri biraz okursanız, üzerinde yoğunlaşırsanız bu bağı görürsünüz. Büyük kişilik nasıl gerçekleşiyor? Şimdi biraz böyle gerçekleşmiş. Kendilerinin de belirttikleri gibi, bu ilerde daha büyük gerçekleşmeye götürecektir. “Özgürlük ateşi daha büyük ateşlerin yanmasına neden olacaktır” diyorlar. Çözümlemeler onlara yol açtı, onlar daha büyük yaşamlara yol açacaklardır. Zaten onu söylüyorlar.
Dediğim gibi, siz şehitlere bağlı olmak isteyebilirsiniz, hiç şüphesiz onlara saygılı olmaya çalışacaksınız. Ama bu derinden bir etki biçiminde olmasa ve yaşamsal bir güce dönüşmezse, ikiyüzlü bir anma olur veya çok gözü yaşlı, o eski ölümlere dökülen gözü yaşlılığa benzer bir anma olur ki, yakışmaz ve şehitlere hakaret olur. Aslında onun da anlamı vardır. Belli ki tam hakkını vermek, ancak savaş gerçekliğimizi emperyalistine, sömürgecisine ve işbirlikçisine karşı sürekli geliştirmekle mümkündür. Bu kadın özgürlüğünü, yine aynı zamanda erkeğin de kendine özgürce yaklaşmasını gerekli kılar. Tek boyutlu değildir, tek yanlı değildir, bu konu derinlik kazanmak anlamına gelir. Bence bu çok kesindir. Yani illa büyüklüğüne anlam vereceksek, artık bununla oynamamanız gerekiyor. Hele kızların, hele kadın-erkek yaklaşımlarının bununla oynamaması gerekiyor. Oynarsak ne olur derseniz, lanetlenirsiniz. Hem bu değerlere bağlı olduğunuzu söyleyeceksiniz, hem de onların meşalesi altında kirli işler yapacaksınız; özgürlükle çelişen, militanlıkla çelişen, savaşla çelişen ilişkiler içinde olacaksınız! Bu hakarettir ve kabul edilemez. Bizim bu sonucu çıkarmamız gerekiyor.
Onlar da duyguların en yücesini biliyorlardı, onlar da Önderliğin özgürlük tutkusunu çok iyi biliyorlardı. Karşılık biraz böyledir, sizin verdiğiniz gibi değildir. Onlar yaşamı anlıyorlar. Burası da çok önemli. Cinselliği bile bu kadar yorumladıktan sonra anlamaz olurlar mı? Sizin için de bu ne demektir? Bu, temel dürtüleri bile savaş gerçekliğiyle bağlantılı olarak değerlendirmek demektir. Bu aynı zamanda önünüze büyük görevlerin konulması demektir ve kesinlikle böyledir. Çünkü biz bunları olmamış gözüyle değerlendiremeyiz. Büyük şehitlerdir onlar, planlı ve kesin sonuç alıcı bir eylemi gerçekleştirmişlerdir. Anlamı da böyledir. Çağrısı çok nettir bu şahadetlerin. Çünkü partimizin şehitleri oluyorlar. Hep “yaşasın PKK-ARGK-ERNK!” diyorlar. Eğer bu adlar şehitlerle yaşıyorsa, bu değerlere sahip çıkmak zorunludur. Onlar kendilerini herhalde şuraya buraya, aile gericiliğine, bilmem şu gericiliğe, şu emperyaliste, şu düşkün yaşama kesinlikle teslim etmediler. Amansız savaşarak kendilerini ortaya çıkardılar.
Şimdi elden gelseydi de, bu yaşamları biraz daha açıp halklaştırsaydık, tarihselleştirseydik. Aslında o bize düşüyor. Özellikle savaşımın içinde bulunan kişiler olarak bize düşüyor. Onlar küçük bir eylem yapmadılar. Eylemleri gerçekten çok zordu ve çok görkemli bir eylemdi. Sizin o dağdaki gerillanızdan veya bu savaşçılığınızdan bin kat daha fazla gerillayı besliyorlar. Çünkü onların şahadetinin ardından daha bir-ki hafta geçmeden, on binlerce Kürt kadını en özgür bir yürüyüşü gerçekleştirdi. Yine Avrupa’daki yüz binlerce insanımızı derinliğine ülkeye bağladı. Maddi ve manevi katkılarını artırdı. Hangi gerilla buna yol açtı diyelim? Kaldı ki, her yıl bu daha da artarak devam edecek. Demek ki bu öyle sıradan bir eylem değil. Bir çok gerillamızın bile eylemleriyle ne kadar kayba yol açtıklarını göz önüne getirirsek, bir çok örgütçümüz ve cephe çalışanımızın bile yüzlerce kişiyi yakalatıp etkisizleştirdiğine ve buna yol açtığına çok tanık olduğumuzu görürsek, en belirleyici eylemin, en sonuç alıcı ve kendisini sürekli böyle üretecek eylemin bu olduğunu göreceğiz. Onlar bunu gerçekleştirdiler.
Bundan çıkarılması gereken sonuç; herkes böyle eylem yapsın olamaz. Hayır, birileri yüz yılda, bin yılda bir yapar bu eylemi. Onlar da böyle tarihe geçerler ve bu şeref onlara mal olmuştur. Birisi Diyarbakır surlarında, birisi İzmir’in Kadife Kalesinde, bir eylem de Almanya kalesinde oldu. Evet, bunlar kendi tarihimizin, yazgımızın hep olumsuz bitirilmeye çalışıldığı kalelerdir. Diyarbakır ulusal imhamızın can çekiştirilerek sonuçlandırılmak istendiği yerdir. Batı metropolü, Türkiye metropolü, İstanbul, İzmir hakeza öyledir. En az Kürdistan’ınki kadar kitlenin mezara gömülmek istendiği bir yerdir. Avrupa’sı da, Almanya’sı da Kürdün beterin beteri bir biçimde mezara gömülerek sonunun getirilmek ve “bittiler” biçiminde ilan edilmek istendiği bir yerdir. Bu büyük zulüm, imha ve bitiriliş kalelerinde böyle bir kaç büyük eyleme ihtiyaç olabilir. Böyle yerlere bunlar talip oluyor ve bu eylemleri gerçekleştiriyorlar. Başkalarının yapması artık karikatür olur, gerekmez de.
Dediğim gibi bu eylemi yüz yılda bir, bin yılda bir birileri yapar ve onlar da bunlar olmuştur. Fazlasına gerek yoktur. Başka yerlerde başka tür eylemler olur. İşte gerilla eylemliliği diyoruz. Örgütçü ol, onlarca serihildan gerçekleştir; bunun militanı ol, bunun şehidi ol. Yüzlerce gerilla alanı var, gerilla ordusunu kur, eylemini gerçekleştir, onun şehidi ol. Çıkaracağın sonuç budur. Büyük bir gerilla şehidi olmak için gerilla ordusunu geliştirmek ve gerilla savaşını biraz daha tırmandırmak zorunludur. Biz Mahsum Korkmaz yoldaşın şahadetinde de buna benzer şeyler söyledik. Gerilla da ısrar kişiliği dedik ve anısına yapılacak tek doğru karşılığın Kürdistan dağlarında gerillayı bölükler düzeyinde dolaştırmakla mümkün olacağını belirttik. Anıya bundan başka türlü bağlılık olamaz.
Nitekim bunu biraz kanıtlamaya çalıştık. Yine eğer ille de böyle şehitlere ihtiyaç duyulacaksa, onlar daha üst bir savaşımın yolunda yürürlerse, ona layık olabilirler. Savaşı bir zirvenin eşiğine getirirlerse veya ona yol açabilirlerse, şahadetleri bir anlam ifade edebilir. Hareketimiz böyle şehitlere açıktır. Ama bu öyle kolay gerçekleşmiyor. Böylesi şehitlerin anlamı yücedir. Onu ne çok daraltarak, ne çok abartarak, ne onların gölgesine sığınarak, ne de onları yadsıyarak karşılamak doğru bir karşılama tarzı olabilir. Bu çerçevede şehitleri anmak, onları yaşama geçirmek ve komutaları altında savaşıma katılmak en doğru anma biçimidir.
Ben kendi eylemimi de büyük oranda şehit gerçekliğine bağlı kalmanın eylemliliği olarak değerlendirdim.
Onlar bizi güçlendiriyorlar. Fakat bizim gerçekleştirdiğimiz eylemlilik de kesinlikle onların yolunda yürüdüğümüzü gösteriyor. Bu çok zor bir yürüyüştür, amansız bir mücadeledir. Mücadelemizin özü bunu gerçekleştiriyor, bizde saygıyla karşılıyoruz. Şimdiye kadar yapanı da, yapılanı da daha amansız ve tam zaferi biraz daha yakalamış bir tarzda götüreceğiz ve tarihte, yaşam gerçeğimizde mutlaka yerini bulacaktır. Bu temelde onları yalnızca bir günde değil veya böyle sıkça anma günlerinde de değil, her an yaşamımızda ve mücadelemizde anlamlı kılarak anıyoruz ve yaşatıyoruz.
Parti Önderliği
11 Nisan 1994
- Ayrıntılar