2007 yılı mücadelemiz ve bizim açımızdan en yoğun, gelişmelerle, çatışmalarla dolu bir yıl olmuştu. Düşman tüm imkanlarını seferber ederek yoğun operasyonlar geliştiriyordu. Gerillada müthiş bir irade ve mücadele azmi ile düşmanın yönelimlerine karşı topyekun bir direniş içerisindeydi. O yıl pratikte Kato Jîrka’daydık. Kato dağları tarihten beri hep özgürlüğün yurduydu. Tarihten beri ve mücadelemizde büyük direniş ve kahramanlıklara tanıklık etmişti. Büyük İskender’in bile aşamadığı bir direniş silsilesi olma unvanını hep korudu. Nice yiğit Kürt evladını barındırıp, koruyabildi. Görkemliliği hep düşmana korku saldırıyordu. En gelişmiş savaş tekniğini boşa çıkartabiliyordu. Düşmanın nicel ve nitel (teknik açıdan) üstün olan yanını zayıflatarak güçlerin eşit olmasını dengede sağlama adaletine de sahipti. Bir nevi bir gerilla yurduydu. Hep öylede kaldı.
O yıl düşman Türk devleti halkımızın yaylalara gelmesine izin vermişti. Kato Jîrka’nın yamaçları ve etrafındaki arazi yaylalıktı. Soğuk sulara, sürekli yeşil ve taze otlaklara sahipti. Hayvanların otlatılması, hayvancılığın geliştirilmesi için verimli araziye sahipti. Neolitikten bu zamana kadar hayvancılıkla uğraşan halkımızın geçim kaynağını sağlıyordu. Kış Kato’larda erken gelir. Sonbahar mevsiminde buralarda kar yağar. Karların fazla yağmasından ötürü bahar mevsimi geç gelir. Karlar geç erir buralarda. Adeta iki mevsim yaşanır. Kato Jîrka’nın güney yamaçları oldukça dik ve kolay kolay geçit vermez. Derî (kapı) dediğimiz bazı geçit veren yollar var. Yine sadece gerillanın kullanabileceği bazı geçit veren yerler var. Arazi sarp ve kolay kolay geçit vermeyen yüksek kaya labirentlerinden oluşmuştur.
Türk ordusu karların yeni erimeye başlamış olduğu baharın başlangıcında Deryê Bewe kapısını sabit tuttu. Bununla gerillanın Kato’daki hareketini sınırlandırmayı hedefliyordu. Düşman bir yandan Halkın içinde propaganda geliştirerek Kato’ları PKK’nin elinden alacağını söylüyordu, diğer yandan da baskı uygulamaları, ekonomik kısıtlama ve şantaj yollarıyla ajanlaştırmayı da civar köy ve ilçelerde geliştiriyordu. Bu taraftan yasak bölge, olağanüstü hal bölgeleri uygulamaları yürütürken diğer taraftan da izin verdiği yaylalarda ve köylerde oluşturmak istediği istihbarat çalışması aracılığı ile gerillayı denetime alarak darbelemeyi hedefliyordu. Düşman kışın ortalarında aralıksız olarak sürdürdüğü operasyonlarını bahar ve yaz mevsiminde zozanlık araziyi de kapsayarak genişletti. Batıdan Kürdistan’a epey güç getirtmişti. Adeta Botan sahamızı yeniden işgal etmişti. Ayrıca sınıra da epey güç yığarak Kuzeye takviyelerin gelişini engelleme yönünde tedbir geliştirdi. Bu topyekun bir saldırı konseptiydi. Tüm bu yönelimlere karşı topyekun direniş gerillanın esas taktiği oldu. Yaşamda, savaşta yine en zor koşullarda direnme iradesini göstermek tüm yönelimlerin aşılmasını ve boşa çıkarılmasını da sağlıyordu. Düşmanın Katolara karşı operasyonları kışında olmuştu.
Kato Jîrka silsilesinin iç kesimlerini kapsayan düşmanın operasyonu Haziran ayının sonlarında olmuştu. Bu operasyon kapsamı Deryê Bewê ve Deryê Zerbîl arasını kapsayan bir operasyondu. Aslında gerilla mücadelemizde düşmanın Kato Jîrka alanının içlerine girmesi kolay kolay olmamıştı. Bu yılda yani 2007’de daha yılın başında Kato’ya gireceğinin sinyalini yaptığı merkezi operasyonlarla hedefine ulaşmak istiyordu. Bunu yaptığı açıklamalarla vurguluyordu. Bu operasyon iki günlük bir operasyon oldu. Sonuç alamadıklarından, yine darbe yediklerinden dolayı geri çekilmek zorunda kaldılar.
Operasyonun ilk günü arkadaşlar birçok yerden düşmanın operasyon gücünü vurdular. Düşmanın bir birliğini içlerine alarak büyük darbe vurdular. Yoğun teknik kullanarak yaptığı indirmelerle getirdiği takviye güçten ancak gücünü Katoların içlerinden çıkartabildi. Siirt, Şırnak ve Hakkari merkezlerinden sürekli altı kobra yoğun atış yaparak operasyon alanına müdahale ediyorlardı. Gelen bu kobraların desteğinde ancak gücünü çatışma alanından çıkartabildi. Türk ordusu bu sonuca alışmıştı, İskender’lerin bile zaptedemediği Katoların kolay kolay zaptedilemeyeceği kanısına varmışlardı. Düşmanın bir üst rütbelisi olmak üzere epey kayıp vermişlerdi. Bazı kayıplarını radyolarında da dile getirmişlerdi.
Tüm çatışmalarda Botan Hilvan (Urfa) arkadaş şahadete ulaşmıştı. Şehit Botan arkadaş 2003 yılında gerillaya katılmıştı. Gerillada Zağros eyaletimizden Botan alanına daha yeni gelmişti. Bu yoldaşımızın alana yeni gelişi ile birlikte şahadete ulaşması arkadaşlar üzerinde etki yarattı. Buna rağmen düşman güçleri Katolarda iyi bir ders almışlardı. O yıl düşman tüm imkanlarını seferber etmişti. Eksik ve yetersizliklerimizden kaynaklı bizim için bedeli ağır olan şahadetler yaşandıysa da TC devleti istediği sonucu alamamıştı. Başarısız ve sonuçsuz kalmışlardı. Yürüttüğü operasyonların çapına göre sonuç alamamışlardı. Türk devletinin kayıpları daha ağır olmuştur.
Bu operasyondan sonra düşman Kato Jîrka ve Besta alanında tuttuğu tepelerle sınırlı kalıp, yaylaların etrafında pusulamalar geliştirmeye başlamıştı. Eylül ayının ortalarına kadar bu böyle devam etti. Daha çok alanımızdaki gerilla güçlerimizi denetime alarak istihbari yollarla diğer savaş faktörlerini de devreye koyarak sonuç almak istiyordu. Düşman ordusu Eylül ayının ortalarında asker, korucu ve özel birliklerden oluşan kırk bin kişilik bir güçle onsekiz gün süren. Bu operasyonda düşman her türlü tekniği yoğun bir şekilde kullandı. 1998 yılından bu güne kadar Botan alanımızda düşmanın yürüttüğü en geniş kapsamlı merkezi operasyondu. Tüm basın-yayın, ekonomik vb. imkanlarını seferber ederek sonuç almak istiyordu. Operasyonu yaylaların gittiği günün ertesine denk getirdi. Bununla arazideki tuzak ve mayınların olmayışını kendine avantaj yapmayı amaçlıyordu. Hareket tarzımızdan kaynaklı olarak düşman bazı tedbirler geliştirilmişti.
Operasyonun ilk iki günü düşman güçleri Katonun içine girememişti. Zozan tarafında güç yoğunluğunu artırdı. Yoğun indirmeler ve takviyelerle gücünü alana yığıyordu. Yine ağır havan toplarını, bomba atar silahlarını, termal kameralarını, cihaz irtibat antenlerini Katoların karşısındaki silsilelere yerleştirdiler. Kobralarda habire alanı vuruyordu. Yine Beytüşebap ve Mezra karakollarından aralıksız olarak obüs atışları yapılıyordu. Bir taraftan da İsrail’den alınan keşif uçakları alanın üzerinde sürekli geziyorlardı. Alanı tanıyan yerel korucuları da getirmişlerdi. Operasyonun üçüncü günü Deryê Zerbîl tarafından Katoya giren düşman koluna iki ayrı yerden yakın mesafeden arkadaşlarca eylem gerçekleştirildi. Bu kolun hareketi durduruldu. Düşman gücü darbe almıştı. Kobra desteğinden sonra ancak geceye kadar ölü ve yaralılarını Skorskylerle götürebildiler. Aynı günün gecesi arkadaşlar düşmanın gelebileceği bir tepeye tahrip gücü fazla olan bir tuzak yerleştirdiler. Düşman oralarda önceki günlerde koyunların otlandığı ihtimal ederek ertesi gün tuzağın olduğu tepeye oldukça rahat gelip yerleştiler. Mevzilendikleri süre içerisinde on bir düşman askerinin tuzağının üzerinde toplandığı esnada tuzak düşman gücünde patlatıldı. Patlama ile birlikte tepedeki düşman gücü şoke olmuştu. Panik havası ile etrafa dağıldılar. Patlama ile birlikte ölenlerin cenazelerini dürbünle görebiliyorduk. Kobra destekli gelen skorskylere sedye ile beş kişinin cenazesinin taşıdılar. Bazı yaralılarında koluna girilerek helikopterlere kadar taşıdılar. Gelen detektörcülerle arazide mayın arama çalışmasını yürüttüler. Öğle saat 1 civarlarına kadar bu çalışmayı sürdürdüler. Tuzağın patlatılması sabah erken saatlerde olmuştu. Mayın ve tuzak aramasından sonra bizim bulunduğumuz noktaya doğru iki ayrı koldan hareket ettiler. Bir kol yayla tarafından bir kolda Katoların üst silsilesinden geliyordu. Önceki gün Derye Zerbîl’de vurulan kol Kato silsilesinde kalmıştı. Sabahta indirmelerle takviye edilmişti. Öğleden sonra üsten ve alttan bulunduğumuz noktayı çembere almak istiyorlardı. Bizde çatışma pozisyonuna göre mevzilendik. Kobra ve obüslerde habire atışlarını sürdürüyorlardı. Öğleden sonra saat üçü geçerken ilk temas başlamıştı. Akşama kadar üç ayrı noktadan çatışmalar tüm şiddeti ile devam etti. Düşman güçleri geldikleri mevzilere geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu çatışmalarda Bahtiyar Amed arkadaş şahadet mertebesine ulaşmıştı. Cenazesini sağlama aldık. İki arkadaşımızda hafif yaralanmışlardı. Yaralı arkadaşları da doktorumuzu da yanlarına vererek sağlam bir yere götürdük. O gece bulunduğumuz noktayı terketmek gerektiğinden yerimizi bırakıp başka bir noktaya gittik. Kendimizi küçük gruplara ayırmamız gerekirken bütün arkadaşlar birlikte hareket etmiştik. Bunun yanlış olduğunu ertesi gün daha iyi anladık.
Gittiğimiz noktada sabahın şafağında kobra helikopterlerinin saldırısına maruz kaldık. Burada bazı arkadaşlarımız parçalardan dolayı yaralandılar. Buda bize dezavantaj sağladı. Gece hareketimizde termal kameralarının kontrolünde geçmiştik. Kalacağımız noktayı bilmişlerdi. Bunu yapılan saldırıdan anlayabiliyorduk. O gün düşman üzerinde eylem yapmayı tasarlıyorduk. Verdiğimiz yaralılardan dolayı bunu o gün gerçekleştiremedik. Operasyonun yoğunluğu tüm hızıyla devam ediyordu. Yaralı arkadaşlardan Şemseddin Amed arkadaşın durumu biraz ağırdı. Diğer arkadaşların durumu iyiydi. Şemseddin arkadaş operasyonun ilerleyen günlerinde şahadet mertebesine ulaştı. Yine bu operasyonda Goran Guyi, Şaho Merivan ve Kahraman Afrin arkadaşlar şahadete ulaşmışlardı. Bu arkadaşlar bizden ayrı olan bir yerde çatışmaya girmişlerdi. Yaşanan çatışmada üç arkadaşımız şehit düşmüşlerdi. Ayrıca Kato Jîrka takımımızda ayrı bir yerde yaşanan çatışmada da Avinar Guyi ve Botan Beytüşebab arkadaşlar da şehit düşmüşlerdi. Avinar arkadaş direnişin sembolü olmuştu. En son mermisine kadar çatışarak şahadete ulaşmıştı. Onun girmiş olduğu çatışmada düşmanın epey kayıpları olmuştu. Bu kayıplarının bir kısmını düşman Radyo ve basınında dile getirdi. Korucularında halka verdiği bilgiye göre kahramanca çatışmıştı. Botan arkadaş da kobra atışı sonucu şehit düşmüştü. Direnişin ve kahramanlığın yaşandığı direniş operasyonunda Zekiye ve Ruken unsurları da tek mermi patlatmadan düşmana teslim olmuşlardı. Ruh hallerindeki bitişi ihanetle sonuçlandırmışlardı. Serdar Amed arkadaşımızda yaralı ele geçmişti. Operasyon boyunca yedi yoldaşımız şahadete ulaşmışlardı. Düşmanın kayıpları çok çok ağır olmuştu. Tüm bu çatışmalar dışında bazı çatışmalar daha oldu. Yine arkadaşlarca döşenen tuzaklar operasyonun sürdüğü süreçte düşmanda patlatılmıştı. Düşmanın epey kayıpları olmuştu.
Kırk bini aşkın asker ve korucunun katılmış olduğu, her türlü tekniğin kullanıldığı, yine büyük harcamaların yapıldığı bu operasyonda yaşadığımız şahadetlere rağmen kazanan Apocu direniş çizgisi olmuştu. Kato yine evlatlarını bağrına basmıştı. Bazı yiğit evlatlarını kaybetmiş olduysa da yine çoğunu koruyabilmişti.
Yaşar Berçelan
- Ayrıntılar
28 Mart 2011 gecesi Uludere’ye bağlı Roborski yakınlarında TC ordusu tarafından bir katliam gerçekleştirildi.
Oraları bilenler olarak 12 saati aşkın bir zaman dilimi ardından genelkurmay sitesinde resmi yayınlanan açıklamanın 7. Şıkında: “Olayın meydana geldiği yer, bölücü terör örgütünün ana kamplarının konuşlu olduğu, sivil yerleşim yeri bulunmayan, Irak kuzeyindeki Sinat-Haftanin bölgesidir“ denilmektedir. Malum AKP ise ancak akşama doğru bir Mangurt’un ağzıyla açıklama yapmıştı. Türk basını-bilinçli olarak Türkiye basını demiyoruz-ise kem ağızla bu olaya ilişkin Genelkurmay açıklamasından sonra kısmen değinme ihtiyacı duymuş, ancak AKP mangurt’unun yaptığı bu açıklaması ardından Türk basını haberler geçmeye başlamışlardır.
Bir ülkede basın hükümetin yani iktidarın ağzına bakarak haber yapıyorsa orada artık birçok şey yitirilmiştir. Denilir ya “Bir toplumda namuslular namussuzlar kadar güçlü olmadıkça o toplumda kurtuluş yoktur” misali iktidarın ağzına kendisini bağlamış bir basın oldukça, resmi ideolojinin sınırları içerisinde hareket ettikçe, orada artık ahlaki yitim diz boyu yaşanıyor demektir.
Genelkurmaylığın açıklamasına yeniden dönecek olursak, bir kere insanlarımızın bombalandığı ve katledildiği yer Sinahtla yakından uzaktan alakası yoktur. Sinaht Haftanin alanının batı ucundayken, Roborski ise çok fazla Haftanin’in doğu yakasında sayılır.
İkinci husus ise oraları iyi bilenler olarak gerilla olarak, kullanmadığımız geçiş güzergâhları oluşlarıdır. Kaçakçılık yapan insanlarımızın yol güzergâhlarını hem onların güvenliği açısından hem de kaçakçılık yapan bir sürü insan içerisinde devletin örgütleyebileceği insanların da olabileceğinin hesabını da yaparak bu yolları kullanmayız. Ve on yıldır da kullanmadığımızı en baştan orada askerlik yapan, komutanlık yapan TC’nin ordu mensupları bilir.
Dahası başka işimiz yok da onlarca katırla kuzeye geçiş yaparak sözde eylem hazırlığına gireceğiz ve de Türk ordu güçlerinin kendi deyimleriyle en güçlü tekniklerle donatarak gözetledikleri bir arazi parçasına bu kadar kalabalık katırlarla geçiş yapacağız. Bu tek kelimeyle palavradır. Yalanın daniskasıdır. Ve biz gerillaya bir hakarettir. Canımızı sokaklarda bularak dağlara çıkmış değiliz.
Türk genelkurmayının ve hükümetinin doğruları söyleyip söylemediğini netleştirmek için sivil toplum örgütleri, siyasal partileri, çeşitli kurum kuruluşları ve tabii bir de Türk basın mensuplarını Roborski’ye bu olayın yaşandığı yere çağırıyoruz. Kendi gözleriyle etrafta ne kadar askeri tepe bulunduğunu, ne kadar gözetleme kulelerinin bulunduğunu, ne kadar güçlü bir teknik donanım bulunduğunu gelip görsünler. Ardından da kaçakçılık diye tabir edilen, ancak biz Kürtler için neredeyse zoraki parçalanmış sınırlar üzerinde yaşayanlar için ticaret ve geçim kaynağı olan, bu ciddi emek isteyen işin askerlerce bilinmemesinin mümkün olmadığını dediğimiz gibi kendi gözleriyle görsünler. Bu sınırlarda özelde de katledilen insanlarımızın geçiş hatlarında askerin bilgisi dışında kuşun bile uçamayacağını kendi gözleriyle görsünler.
Evet, tüm bunları gördükten sonra Paşalaşan Başbakanın:
“Konunun takipçisi olduklarını Genelkurmay Başkanımdan tekrar duydum, dinledim. Bu yapılan çalışmalar, gösterdikleri hassasiyet sebebiyle gerek Genelkurmay Başkanıma, gerek bölgede hizmet veren komuta kademesinin hepsine, bu konudaki hassasiyetleri sebebiyle de şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum..
Devlet milletini bombalıyor diye göstermek isteyen bir kısım medyanın gayetlerini de gayet iyi biliyoruz” sözlerinin de ne anlama geldiğini yeniden ele alıp değerlendirmelere tabii tutsunlar. Paşalaşan bir Başbakanın söylediklerini bile hazmedemezken hizbul- fettulah açılımın ve Kürt katliamının hazırlayıcısı olan Atalay ise:
“Genelkurmay'ın tamamen şeffaf bir tutum izlediğini ve dürüstçe olanları anlattığını görüyoruz, Genelkurmay Başkanlığının açıklamalarından aldığım bilgiler çerçevesinde, İHA istihbarat kaynaklarımızdan biridir. Tespit edilen görüntülerin ilgili birimlerce analizi yapılmakta ve uygun vasıtalar ile ateş altına alınmaktadır” diyerek o da genelkurmaya arka çıkmaktadır.
Kendine Müslüman ve zoraki demokrat olan bu hükümetin ne kadar raydan çıktığını, ne kadar gerçeklerden koptuğunu, ne kadar insan değerlerinden uzaklaştığını yukarıda söylenen sözlere bakarak anlamak bile yeterlidir. Bir katliam yaşanmıştır ama katliam emrini verenlere teşekkür edilmektedir. Bu tek kelimeyle katliamın ortakça planlanıp uygulandığıdır. Kaza, yanlışlık olmuş olmanın ötesinde işlenen suçu bizatihi bu hükümet özelde de Erdoğan tarafından planlandığını göstermektedir.
Gerçekler çıplak olmayı sever derler misali, “hakikatlerin kötü bir huyu vardır; bir gün mutlaka ortaya çıkarlar.” Muğlalının katliamı aradan 13 yıl geçtikten sonra ancak açığa çıkmışken, 21. Yüzyılda yaşanan bu katliam aynı gece Kürt basını ve legal siyaseti sayesinde açığa çıkarılmıştır. Birde 33 kurşun olayında olduğu gibi bu katliamda kurtulan o değerli Kürt insanın sayesinde bu katliam açığa çıkarılmıştır. Yoksa dediğimiz gibi aynen on yıllar önce yapıldığı gibi yeniden gözdağı verilerek sessiz, kendi içine kapanmış, ürkek, tırsandı edilmiş bir topluluk yaratılmak istendiği açıktır.
ABD tarihinin en seçkin başkanlarından olan Abraham Lincoln zamanında: “Bazılarını her zaman kandırabilirsiniz, ama herkesi her zaman kandıramazsınız” derken sanki bu sözü kendine en çok Müslüman diyen, kendine demokrat olan bu paşalaşan başbakan için söylemiştir.
Aynı sözlerle biz de Paşalaşan Başbakan için söylüyoruz: “Bazılarını her zaman kandırabilirsiniz, ama herkesi her zaman kandıramazsınız.”
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Ortada sömürgeci-soykırımcı AKP hükümetinin Kürt halkına karşı yaptığı planlı bir katliam var. Bu katliamda çoğunluğu çocuk yaşta 35 genç Kürt insanı katledildi. Otuz beş Kürt genci için yapılan mezarlar bu katliamın hafızalara kazınan delili olarak, sürekli bir biçimde Kürdistan halkının, insanlığın hafızasında kalmaya, sömürgeci AKP hükümeti, Fethullah Gülen cemaati ve ordusu ise bu katliamın sorumluları olarak lanetlenen güçler olarak kalmaya devam edecektir.
Dünyanın gözleri önünde Türk devletinin gerçekleştirdiği bir katliam vardı. Soykırımcı-katliamcı AKP hükümetinin başbakanı, bakanları konuyla ilgili saatler süren sessizliğe gömüldüler. Başbakan ancak ertesi gün konuştu. Aynı şekilde Türk medyası da katliamı saatlerce görmezden, duymazdan geldi. Tek laf edilmedi. Yazılıp çizilmedi. Çünkü ortada bir suçüstü durum vardı. 35 Kürt gencinin kanları dökülmüştü. Ortada bir katliam vardı. Böyle bir durumdan acaba kendimizi nasıl ucuza kurtarırız hesapları yapıldı. Ardından “ölümcül hata” ekseninde ortak temalı manşetler atıldı. Hatta bazıları
utanmazca PKK’yi suçlamayı bile denedi. Fatih Altaylı denilen sahibinin sesi bunun başını çekti.
Ancak başta Roboski, Beceh köylüleri başta olmak üzere, Kürdistan halkının geliştirdiği eylemsellikler, Kürt basını ve siyasetçilerinin çabaları AKP’nin oynunu bozdu. Yanlışlık değil de, katliamın planlı, hesaplı, Kürdistan halkına gözdağı vermek, halkın örgüt ve eylem gücünü kırmak için gerçekleştirilen bir katliam olduğu gerçeği kapatılamayınca bu kez başka bir yol denemeye yöneldiler. Bu yolu çizenler tabiî ki hükümet, onu kitlelere taşıyanlar ise Fethullah denilen iblisin kalemşörleri oldular. “ içerden dışarıdan, AKP hükümetini, Türkiyeyi tuzağa düşürmek isteyenler böyle bir olayın meydana gelmesine yol açtılar.” Fikrini günlerdir işlemektedirler. Ama nedense tüm çağrılara rağmen, katliamın esas sorumlusu Tayyip Erdoğan “elimizde İHA’nin dört saatlik görüntüsü var” demesine rağmen, bu konuda tek hiçbir görüntü basına verilmedi. Çünkü yayınlansa, suç belgesi niteliği kazanacaktır. Fakat yayınlansa da, yayınlanmasa da, itiraf etseler de etmezlerse de, tanıklar, hazırlanan raporlar, olayın oluş biçimi katliamın planlı ve kasıtlı yapıldığını ortaya koymaktadır.
Hüseyin Gülerce, Fethullah Gülen’in önemli kadrolarından birisi olarak, Fethullahın görüşlerini, iblisçe kurgulayıp yaygınlaştıranların başında gelmektedir. Bir tür sözcüsü, avukatı rolünü oynamaktadır. Şöyle yazmaktadır: “Uludere tuzağı neden kuruldu, bu oyun neden oynandı? Çünkü birileri Kürt meselesinin çözümünü istemiyor, yeni açılımları sabote ediyor… Çünkü birileri, Türkiye'nin sivil bir anayasa yapmasını, ne pahasına olursa olsun engellemeye çalışıyor. Gerilim ve çatışmayı tırmandırarak kırmızı çizgilerin silinmesine direnç gösteriyorlar... Çünkü birileri, Ergenekon ve Balyoz davaları gibi, darbe teşebbüsü davalarının sonuçsuz kalması için provokasyonlar peşinde... Herkes bilmeli ki, vesayetçiler, Türkiye'nin demokratikleşmesini engellemekten asla vazgeçmeyecekler.”
Bir süredir bu fikir işlenmekteydi. Ve sonunda diğer bir Kürt katili, bir dönemin Türk ordusunun genelkurmay başkanı İlker Başbuğ tutuklandı. Olaylarda zamanlama önemli. İlker Başbuğ’un tutuklanmasıyla, gündem olduğu gibi genelkurmay başkanlığı yapmış birisinin tutuklanması ekseninde oluşturulmaya çalışıldı. Bazı sözüm ona liberaller de buna dünden hazırdırlar: “ önemli, tarihi bir adım, askeri vesayetin kaldırılması demokrasiye doğru ciddi bir adım” olarak demekte gecikmediler.
19. yüzyılın başında da Osmanlılar Batı karşısında tutunabilmek için bazı düzenlemelere, reformlara yöneldiler. Bu konuda 3. Selim ile başlayan bir Kürt katliamcısı 2. Mahmut ile devam eden bu reformların ana eksenindeki çatışma, yeni ordu kurmak ve ona direnen yeniçeri ordusunu tasfiye etmek vardı. 2. Mahmut yeniçerileri öyle tutuklayarak da değil, daha sert yöntemlerle, katliamlarla bastırır. Merkezi otoritesini kurar, sağlamlaştırır. Bu sağlamlaştırmayla berebar de, Kürdistan’a büyük sömürgeci, katliamcı seferler düzenler. Moltkenin mektupları, isimli kitapta, bu katliamların nasıl vahşice gerçekleştirildiği ayrıntılarıyla anlatılır.
Türklerdeki her iç iktidar çatışma, hegemonik çatışmayı demokrasi, ilericilik v.b. değerlendirmek bir Türk’ün, işi olabilir. Ama bir Kürdistanlı ve Kürt için sadece sömürgecinin isminin değişmesi kadar bir anlamı olabilir. Bunu neden yazdık, çünkü birçok siyasetçi, aydın, yazar, gazeteci Türk sömürgeci sistemi içindeki iktidar çatışmalarını yanılgılı değerlerdirmektedirler. Katliamın yeniçer tarafından mı, yoksa nizamı cedid ordusu tarafından yapılması Kürtler açısından farkı nedir? Soykırımın beyaz Türkçü faşistler tarafından mı, yoksa yeşil Türkçü faşistler tarafından mı yapılması Kürtler açısından ne önemi vardır? Sonuçta katliam, soykırım yapılmaktadır. Katliam katliamdır. İkisi de, Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’da kurumlaşması temelinde yapılmaktadır. Tersinden bakan Kürt siyasetçi, aydın, yazarları aslında kendilerini Kürdistan ve Kürt ulusunun bir üyesi olarak değil de, Türklerin bir uzantısı, kuyruğu olarak görmektedirler.
Örneğin bir Ahmet Altan, Kürt katillerinden General Başbuğ’un tutuklanmasını, “ orgenerel başbuğu adalete sevk edecek kadar demokratız ama 35 insanın öldüğü bir askerî operasyonla ilgili bütün gerçekleri saklayacak kadar da demokrasiden uzağız.” demektedir. Evet kendi içlerinde iktidar çatışması yürütebilirler, buna yine kendi açılarından demokrasi de diyebilir. Yine Kürdü, Kürdistanı kendi uzantısı gördüğü için de Qilaban katliamının gerçeklerini sakladıkları için demokrasiden uzaklık olarak görebilir. Ancak bu yaklaşım Kürtleri yanıltmamalıdır. Ahmet Altan burada bir kez daha Kürdistan ve Kürt gerçekliğini inkar ediyor. Kaldı ki, özünde Ahmet Altan’ da, Hüseyin Gülerce gibi, “Bütün bu gerçekleri ortaya koyduğumuzda, çok ciddi bir tuzak kurulduğu, bu tuzağın kurulmasına da askeriyenin içinden birilerinin yardımcı olduğu ortaya çıkıyor.” demektedir. Aslında AKP hükümetini Qilaban katliamı sorumluluğundan kurtarmaktadır. Yine İlker Başbuğ’un tutuklanmasını demokratik adım olarak görmekle de, Tayyip Erdoğan gibi bir soykırımcı katili bir kalemde demokratlığa terfi ettirmektedir.
İşin özü ise şudur: Kürdistan, Kürt halkı ve Özgürlük hareketi açısından Beyaz Türk faşizmi ve AKP-Fethullah Gülen’in temsil ettiği yeşil faşizmin hegemonik dalaşmaları, çelişkileridir. Birbirini tutuklayabilirler. Ama her ikisinin ortak paydası, Kürdistanı sömürge, Kürt ulusunu köle konumunda tutmaktır. Her ikisini de Kürt ve Kürdistan açısından yaklaşımları ise, Qilaban katliamında da görüldüğü gibi inkar ve soykırım dışında bir şey değildir. Dolayısıyla AKP, yeni bir gündem yaratarak, bir Kürt katliamının yarattığı gündemin üstünü kapatmak, katliamı sıradanlaştırmak ve bir süre sonra da, unutturmak istemektedir. Buna izin vermemek gerekir.
Öncelikle 35 sivil Kürdün katledilmesinin anısına, bu katliamı sembolize eden bir anıt dikilmeli, Kürdistan halkı bu katliamı yapan AKP hükümetinin peşini bırakmamalıdır. Kürdistan’da bu katliamı yapan sömürgeci bir partinin kendini örgütlemesini her Kürt ve Kürdistanlı sorgulamalıdır. Bu temelde hiçbir AKP örgütlülüğü, Fethullah Gülen kurumu kalmamalı. Kalmasına izin verilmemeli. İsrailliler, Filistin’de örgütlenebiliyor mu? Kürtler neden Türk sömürgecilerine, katliamcılarına izin versin? Sömürgeci Türk devletinin, partilerinin varlığı neden meşru görülsün? Her şehir, ilçe heyetler halinde Roboski ve Beceh köylerini, şehitlerini ziyaret etmeli. Hükümet, bir başçavusu, bir yüzbaşıyı suçlu göstererek bu halkı kandırmaya çalışabilir. Katliamı yapan Türk ordusu ve onun genelkurmay başkanı Necdet Özel’dir. Sorumlu siyasi iktidar belli. Zaten işlerin bir koordinasyon içinde yapıldığını Beşir Atalay’ın kendisi açıkladı. Neyin araştırması yapılacak? Dikkat edilirse katliam açıktan, gözgöre göre yapıldı, ama dosyaya gizlilik kararı uygulandı. Gerçekleri gözden ırak tutmaya yönelik bir manevradır bu.
Sömürgeci AKP hükümetinin Önder Apo’ya uyguladığı ağırlaştırılmış tecrit bir işkenceye dönüşmüştür. Ancak AKP hükümeti Önderlik üzerinde uygulanan bu politikayı da normalleştirmeye Kürt ulusunu buna alıştırmaya çalışmaktadır. Buna karşı, 13. Yılına giren Önder Apo’nun esaretine artık dur demek gerekiyor.
Dolayısıyla sömürgeci AKP hükümetinin hem Kürdistan halk Önderine karşı uyguladığı ağır tecrit ve işkenceye hem de, Qilaban katliamını sıradanlaştırma ve unutturma politikalarına karşı, birliğini her şeyin üstünde tutmalı, yoğun bir örgütlülük ve eylemsellikle karşılık verilmeli. AKP’nin katliamdaki sorumluluğu, pratik katliamcı genelkurmay başkanı ve diğer koordinasyon üyeleri olan AKP’li bakanların katliamdaki sorumluluğu sürekli bir biçimde gündemde tutulmaya çalışılmalıdır.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Gerilla olmak istediği her yerde… Bu aylarda sadece karın ve yağmurun üstüne düşebildiği dağ yamaçlarında ve zirvelerinde gerilla. Yağmuru avuçlayarak toprağa serpiyor. Nasırlı avuçlarda birikip toprağa düştükten sonra daha bir bereketleniyor çünkü toprak. Gerillanın tenine sinen özgürlük kokusu, toprağa siniyor ve toprağın rengini canlandırıyor. Büyük bir bahara hazırlanıyor dağlar ve gerilla. Yağmurun hoş bir ıslık sesi gibi gelen sesine gerilla ıslıkları eşlik ediyor. Biriktikçe coşup akıyor. Hiçbir bent ve sınır tanımadan yol alıyor. Yağmurlarla birleşip geliyor, Dicle’ye karışıyor. Sessiz sedasız ilerliyor varmak istediği yere. Gerillayı hissedenler, tanıyanlar hemen yanı başlarında nefes alış verişlerini duyabilir. Kendi mekanlarında, yani ülkesinin dağlarında özgürce dolaşıyor korku nedir bilmeden ve en büyük teknolojiyi de yenerek. Yürek ister gerilla olmak…
Zamanın ruhu olan ve zamanla akan gerillanın kim olduğunu bilmeden konuşanlar bugünlerde çoğalmış. Belli ki gerilla yüreklerine büyük bir korku salmış. Korkaklıklarının onlara söylettiği sözler karşısında “hani bitirmiştiniz” demekten kendimi alamıyorum.
Gerillanın aktif eylemlilik sürecine girmesiyle birlikte büyük kayıplar veren Türk devleti, basınını da devreye koyarak, basınına da ayar vererek kayıplarını gizlemekle kalmıyor dağları gerillalardan temizlediğini ve gerillaya darbe üstüne darbe vurduğu yönünde de yalan-yanlış haberler yaptı, yapıyor. Gerillanın direnişi karşısında çözümsüz kalan bir devletten başka ne beklenebilir ki! Gerilla dağlarda Türk devletinin düzenli ve özel eğitilmiş birlikli ordusu ve tekniğine karşı kleşiyle, inancıyla mücadele ediyor. Kuyrukçusu, uydusu oldukları ABD ve İsrail’den aldıkları İHA’nı da devreye koyarak gerillayı hareketsiz kılacaklarını sandılar ve “onlara darbe üstüne darbe vurduk” diyerek sadece kendilerini kandırdılar Oysa bu gerilla sizin ürettiğiniz tüm tekniklere karşı nasıl tedbir alacağı yönünde kendini sürekli eğitiyor. Gerillanın Türk ordusundan, ordunun sözcülüğünü yapan Tayyip’ten ve Atalay’dan da daha üstün bir akla ve yeteneğe sahip olduğu kuşkusuz ve kesin.
Atalay PKK için, gerilla için güvenlikli hiçbir yer kalmadığını söylüyor. Amed’te gerillayı bitirdiğinizi söyledikten birkaç gün sonra gerilla Çınar ve Bismil’de eylem yaptı. Sizin için bir labirent, çıkmaz sokağa dönüşen dağlar gerillanın ana yurdu. Dağlarla iç içe geçmiş gerillanın, kendisini dağlarda artık koruyamayacağını ve dağların artık onlar için güvenlikli olmadığını söylemesi çok gülünç. Atalay’ın bu sözlerine gülmek dışında herhangi bir tepki verilmezdi.
Kendisini bir halkın özgürlüğüne adayan bir fedai topluluğun mücadele kararlılığından korkun siz. PKK militan gerçekliği bu kararlılığını 32 yıldır çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. “Bitti, bitecek, bitiriyoruz” dediğiniz zamanlarda bile gerilla kleşinin namlusu size doğrultulmuştu. 2012 yılını Önderliğinin ve halkının özgürlük yılına doğru götürmekte kararlı olan Apocu militanlar Kürt halkına sadece soykırım, inkar ve imhayı reva görenlere rahat vermeyecektir. Kendisine “terörist” diyen ama teröristin ta kendisi olanların gerçek yüzünü mücadelesiyle açığa çıkarıyor. Gerilla direnişi ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi karşısında ayakta kalamayan o kadar çok iktidar gücü, partisi ve hükümeti gördük ki, AKP hükümetinin sonunun da bunlardan çok farklı olmayacağı aşikar.
Ve yine gerilla her yerde…
Kürt halkının özgürlük umudunda ve yüreğinde
Rojbin Golav
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
30 Aralık günü Dersim’in Pülümür ilçesinde işgalci TC ordusu ile gerillalarımız arasında çıkan çatışmada 7 arkadaşımızın şahadete ulaşmıştır. Kış koşullarından kaynaklı ve iletişimin zorluğundan kaynaklı olayın yaşanma biçimi ve detayları hakkında net bilgiye ulaşmış değiliz.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
4 Ocak günü saat 18.40 sularında Mardin’in Derik ilçe merkezinde bulunan Emniyet Lojmanlarına yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın ölü ve yaralılarının sayısı tarafımızdan netleştirilemezken, düşman tarafından alana yönelik olarak kısmı bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Ocak günü (bugün) 05.00-07.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Şikefta Birindara alanı, Xeregol ve Marya Tepeleri, Sernê ve Bêmbo köylerine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
4 Ocak günü 16.00-17.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Şikefta Birindara alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Sömürgeci AKP hükümetinin bakanlar kurulu toplantısı yapıldı. Qilaban katliamına ilişkin açıklama yapıldı. Dün AKP hükümetinin sözcüsü Bülent Arınç’ın yaptığı açıklama ve bugün hükümetin başbakanı soykırımcı ve katliamcı Tayyip Erdoğan’ın açıklaması ve yandaş AKP-Fethullah medyasının olayı ele alış biçimleri, katliamı, kasıtlı yapılmayan, kaza, terörist zannedilerek gerçekleşen bir olay olarak değerlendirmişlerdir. Üstünü örtmeye çalışmışlardır. Öte yandan bu katliamı protesto eden yurtsever insanları da yine soykırım operasyonları temelinde rehin almaya devam etmektedirler. “Hem öldürürüm, katlederim, sesini çıkaranı da tutuklarım” demektedir.
Hükümet ve yandaş basın tüm değerlendirmelerde, daha çok halkın kaymakama yönelik eylemini öne çıkarmakta, 35 Kürt insanının- ki çoğunluğu 18 yaş-altı çocuklardır- katliamı örtülmek istenmektedir. Hele AKP’nin bir hain Şırnak milletvekili var. Acılı halkımızın, gençlerimizin Uluderenin kaymakamına yönelik haklı tepkisini, “ 35 insanın acısından daha büyük bir etki yaptığını” söyleyecek kadar düşkünleşmektedir. Bu koroya AKP’nin devşirme hainleri de katılmaktadırlar.
Ancak yakınlarını kaybedenlerin verdiği bilgiler, katliamdan sağ kurtulan kişinin tanıklığı ve yapılan tüm incelemeler sonucunda hazırlanan raporlardan anlaşılmaktadır ki, katliam planlanmış, tasarlanmış ve tam bir soğukkanlıkla gerçekleştirilmiş bir katliamdır. İradeleşen, özgürleşen ve sonuç almaya doğru giden Kürdistan halkını sindirmeye, korkutmaya ve geri adım attırmaya yönelik bir katliamdır. AKP’nin tam “tam sonuç aldık” dedikleri bir ortamda, “ irademe dokunma, Ez lı vırım” şiarıyla yapılan mitinglerde halkımızın yüz binlerle sokağa çıkmasının hemen ertesinde bu katliamın yapılmasının başka izahatı da yoktur.
35 gencimizi, fidanımızı kaybetmişiz. Analarımızın, kız kardeşlerimizin, babalarımızın, kardeşlerimizin çığlıkları arşı alayı şarmış. Evlat acısı, kardeş acısıyla yanıp-tutuşuyorlar. Tüm Kürt ulusunun fertleri böyle bir acıyı derinden yaşıyor. Bir şehidimizin kız kardeşi acıya dayanmıyor ve sömürgeci katilleri protesto etmek için herkesin ortasında kendisine defalarca bıçak saplıyor, kanlar içinde yere yığılıyor.
Türk sömürgecileri, o kadar zalim ve alçaktırlar ki, hem öldürüyorlar, katlediyorlar. Sonra da, gelip “ vah vah, acımız büyük” diyor, rol kesiyorlar. Yıllardan beri bu halkı ahmak yerine koyma alışkanlığıyla bunu bir kez daha tekrarlıyorlar. Ancak artık, halkımız her şeyin farkında ve bilincinde, kime nerde, ne zaman ne söyleyeceğini, nasıl bir tavır alacağını bilecek durumdadır. Ve gereğini de yapıyor. Şimdi düşman tabiî ki, bunu sadece kaymakama yönelik bir tepki olarak ele almıyor. Olayı, sömürgeci AKP’nin Kürdistan’da istenmediği biçiminde ele alıyor. İşin esası da zaten böyledir. Kürt halkı, Kürt ulusu, artık yek vücut olmuş, dört parça ve yurt dışında da olsa, acıları yüreğinde hissediyor ve kabul etmiyor. Etmeyecektir de.
AKP’nin sömürgeci hükümetinin sözcüsü Bülent Arınç, katliam için yaptığı açıklamada, “ kasıt yok, ihmal de var mı yok mu onu da araştıracağız” dedi. Şunu demeye getirdi. “vurmamız, bombardıman etmemiz gerekliydi, onu da yaptık”. Kürt katliam koordinasyonun başı Beşir Atalay denen katil ise, katiller meclisinde, “ alınan görüntüler, bilgiler ilgili birimlerce değerlendirilir ve bir koordine içinde karar verilir. Burada da öyle olmuştur. Ama bir talihsizlik yaşanmıştır” demekle aslında katliamı nasıl bir koordine içinde planlayıp, tasarladıkları ve pratikleştirdikleri de açığa çıkmıştır. Zaten daha önce Kürt katili, soykırımcı Tayyip Erdoğan, “ daha önce sınırdan karakollarımıza yönelik saldırılarda kullanılan silahlar katırların sırtında getiriliyordu. Böyle eleştiriler vardı, bir daha böyle bir duruma düşmemek için, bu talihsiz olay oldu” demişti. Benzer yaklaşımını bir kez daha tekrarlamış ve katliamı yapanlara teşekkür etmiştir. Aslında faşist MHP’nin genel başkanı devlet Bahçeli’nin söylediklerini tekrarlamış oluyorlar. Devlet Bahçeli, “ devlet gereğini yapmıştır” demiştir. Onlar ise, uyduruk gerekçeler ile sürerek, “ talihsizlik oldu, kaza oldu”. Esas baklayı, “ biz resmi olarak özür dilemeyiz ama her aileye üzüntülerimizi bildirebiliriz” demekle ağzından çıkarmıştır. Sadece, ölenlerin yakınlarına tazminat ödeyeceklerini beyan etmişlerdir. Bunun anlamı şudur, “Öldürdük, kan bedelini alın, yerinize oturun, fazla da sesinizi çıkarmayın”. Zaten daha önce de, “yasınızı ilan edin, ama fazla taşkınlık yapmayın, yaparsanız, bedelini ödersiniz” diye de tehdit etmişlerdi. Yani katliam politikalarında ısrar vardır. Bunun başka da izahı yoktur. Zaten hem Fethullah Gülen denilen iblis, münafık halkımız için katliam fetvası vermiş, hem de Tayyip Erdoğan, BDP’nin seçmenini hedef alan açıklamalar yapmış ve bedel ödeyeceklerini söylemişlerdi.
Sömürgeci-soykırımcı Tayyip Erdoğan, kendi grup toplantısında, Kürt halkının, Roboski şehitlerine görkemli sahip çıkmasını ve tabutlarına bayrak ve flamalarını örtmelerine karşı çok alçakça ve saldırganca bir dil kullanmıştır. Soykırımcı sistemin tasarımcı ve sözcülerinden Bülent Arınç, sözde bayrak diyerek Kürt halkının sembolleriyle alay etmiş, hakarette bulunmuştur. Öyle ki hem öldüreceksin, katledeceksin, ancak bu halk cenazelerine de dahi sahip çıkınca da öfkelenecek, hakaretler yağdıracaksın?! Şimdi halkımız da, gençlerimiz de, Türk sömürgeciliğinin tüm sembollerini ayaklarının altına almaz mı? Göreceksiniz Kürdistanlı gençler sizin çok kutsadığınız Türk egemen sisteminin, sömürgeciliğin sembollerini birer birer ayaklarının altına alacak ve çiğneyeceklerdir. Yani anladığınız dilden konuşacaklar.
Faşist-ırkçı Tayyip Erdoğan ve AKP’nin kurmayları, halkımızın tam bir ulusal birlik ruhu içinde şehitlerini sahiplenmesine öfkelidir. Gelişen Kürt ulusal refleksi karşısında gösterdiği bu saldırgan dil, Kürdistan topraklarının yavaş yavaş kirli ayaklarının altından kayarak, özgürleşme süreci karşısında yaşadığı korkuyu ifade etmektedir. Şunu her Kürt düşmanı, soykırımcı sömürgeci bilecek ki, artık Kürtlerden birisinin dünyanın öbür tarafında tırnağı taşa deyse, dünyanın öbür tarafındaki Kürdün yüreği yanar. Kürtler artık birbirlerinin acılarını yüreklerinde hissediyor. Bu acılar ulusal bilince, birliğe, örgütlülüğe dönüşmektedir. Roboski katliamı karşısında halkımızın dört parçada ve yurtdışında gösterdiği ulusal refleks, birlik ruhu, uluslaşmada, toplumsallaşmada halkımızın yakaladığı düzeyi ortaya koymaktadır.
Buna karşılık, yani Kürt ulusunun yitirdiği 35 genci için tuttuğu yas ve yürüttüğü mücadeleye karşılık, Türkiye metropollerinde Türkler, çılgınca bir eğlence içinde yeni yıla girdiler. Barış, mutluluk dilediler. Demek barış ve mutluluk dedikleri, gençlerimizin daha çok katledilmesiydi. Bunu anladık. Çok sınırlı bir devrimci, öğrenci, sendikacı- aydın-demokrat kesim bunun dışında kaldı. Bu, ırkçı-faşist zihniyetin toplumu ne kadar sürüleştirdiğini de ortaya koymaktadır. Zaten sosyal medyada, “neden 35, neden 35 bin değil” diyenlerin sayısı hiçte az değil. Van depreminde de, ölenlerimize bizler ağıt yakarken, televizyonlarda neredeyse bazıları zil takıp oynayacaktı. Türk sömürgecileri biraz da, aldatıp, zehirlediği bu gerçekliğe güvenmektedir. Ancak bunun sür-git böyle kalacağı beklenmemelidir. Bu ırkçılıkla zehirlenen halk birgün, elbette kendisini zehirleyenlerin boğazına yapışmasını bilecektir.
Roboski ve Böceh halkı, sömürgeci AKP hükümetinin tazminat ödeme vb. yaklaşımları karşısında, paralarını yüzlerine çalmalıdır. “ alın paralarınızı, biz kan parası istemiyoruz, bizim kan bedeli verilecek canımız yok, biz halk olarak kendi topraklarımızda özgürce yaşamak istiyoruz” demelidirler.
Halkımız, öncelikle çocuklarını yitirerek mağdur olan Roboski ve Böjeh yurtsever köylüleriyle her türlü maddi-manevi dayanışmasını geliştirmelidir. Bunu sadece taziye ziyaretleriyle sınırlı tutmamak, şehit yakınlarını, ailelerini AKP’ nin sadakalarına, korucu maaşlarına muhtaç etmemek gerekiyor.
Öte yandan, halkımız Kürdistan halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan ve beş-buçuk aya yaklaşan, giderek ağır bir işkenceye dönüşen tecrit ile Qilaban’da gerçekleşen katliam arasındaki ilişkiyi iyi görmek lazım. Kürdistan Halk Önde Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit, gerillaya yönelik imha saldırıları, siyasi soykırım operasyonları ve katliam Kürdistan halkının özgürlük iradesini kırmaya, teslim almaya yönelik bir politikanın parçalarıdır. Onun için, yeni dönemde hem Kürdistan halk Önderi üzerinde uygulanan tecrite karşı hem de Qilaban katliamı şahsında sömürgeci Türk devletinden, AKP hükümetinden Kürdistan’da bugüne kadar gerçekleştirilen tüm katliamların hesabının sorulması için, serhıldanlar aralıksız, hem yaygın, hem yoğun bir şekilde geliştirilmelidir. Tabi böyle bir zorlu direniş örgütsüz olmaz. Düşmanın her türlü operasyon ve rehin alma saldırılarına karşı örgütlü hareket edilmelidir. Tek bir Kürdistanlının rehin alınması büyük bir serhıldan gerekçesi yapılmalıdır. Roboski katliamına karşı ayağa kalkan halkımız, tüm siyasi soykırım operasyonlarıyla Kürtleri esaret altına alma saldırılarına karşı da, aynı ulusal refleksle harekete geçmelidirler.
Hiçbir yazılı Türk basınının Kürdistan’a girmesine, bayilerde satılmasına izin verilmemelidir. Hiçbir Kürt ve Kürdistanlı bu gazeteleri almamalıdır. Kürdistan halkına karşı birer özel savaş mekanizması gibi çalışan televizyonlarını izlememelidir. Onları yalanlarıyla, psikolojik savaşlarıyla baş başa bırakalım. Hiçbir gazete bayisi de, üç-beş kuruş için Kürdistan halkına savaş açan, her gün hakaret, aşağılama dolu yazılar ve uydurma haberlerle dolu bu gazeteleri satma tenezzülünde bulunmamalıdır.
Gelinen aşamada artık hiçbir Kürt genci sömürgeci Türk ordusuna askerliğe gitmemeli, hiçbir Kürdistanlı aile de, çocuklarını askere göndermek için zorlamamalıdır. Zaten bir çok Kürt genci askerde, kaza, eğitim kazası, intihar vb. adı altında katledilmektedir. Neden Türk sömürgecilerinin ordusunda askere gidelim, neden öldürülelim? Bunun bir anlamı, izahı olamaz.
Hiçbir Kürdistanlı aile çocuklarını Fethullah denilen Kürt katliamına fetva çıkaran münafıkın dersanelerine göndermemelidir. Gönderenler de çocuklarını geri çekmelidirler. Kürt gençleri de, bu dersanelerden geri çekilmelidirler.
Halkımızın soylu ve haklı direnişlerine karşı kimse, siyaset ve makul adam veya makul kadın olma adına provakasyon vb. kavramlar kullanmamalı. Burkaylık yapılmamalıdır. Yurtsever saflarda da benzer yaklaşımları zaman zaman gösterenler vardır. Kendisine mikrofon uzatıldığında, “halkımızı sağduyulu olmaya çağırıyorum, provakasyonlara gelmeyelim” vb. söylemleri dile getirmektedirler. Halkımız kimden gelirse gelsin, rütbesi, mevkisi ne olursa olsun, bu yönlü değerlendirme ve çağrı yapanları, sabır telkin edenleri, bir kenara koymasını bilmelidir. Kulaklarını böyle teslimiyetçi, korkak, cesaretsiz değerlendirme ve çağrılar yapanlara tıkamalıdırlar. Bu tür süreçlerde böyleleri adeta devrim yangınını, halkımızın yangına dönüşen öfke ve bilincinin üzerine su sıkan itfaiyeciler gibidirler. Katleden, saldıran sömürgecilerin, Kürt-Kürdistan düşmanlarını üzerine yürüyeceğine, buna öncülük edeceğine, halkımızı engellemeye yönelen yaklaşımlar içine girmektedirler. Farkında değiller ama, Türk sömürgecileri cephelerini netleştirmişlerdir. Kürt halkı da her bakımdan cephesini netleştirmesini ve saflarını düzenleyip ileriye, özgürlüğe doğru ilerlemesini bilmelidir.
Bugüne kadar, Türk sömürgecileri tarafından, “Kürt isyanları Kürdistan’ın Kürtlere vatan olarak kalmaması için acımasızca ezildi… Sömürgecilik ve soykırımın yaşandığı bir vatan gerçekliği olsa da, Kürdistan’ın varlığı inkâr edilemez. Üzerinde tarihine ve toplum gerçekliğine bağlı ve layık şekilde özgür yaşamak isteyenlerin son ferdi durdukça varlığı devam edecektir. Yalnız Kürtlerin değil, Ermenilerin, Süryanilerin, Türkmenlerin, Arapların ve özgür yaşamak isteyen her birey ve kültürün demokratik, özgür ve eşitçe paylaştığı bir ortak vatan olacaktır.”
İşte bunun için de, Kürdistan halkı son yüzyılda halkımıza karşı gerçekleştirilen tüm sömürgeci katliamların hesabını sorma kararlılığı temelinde örgütlü serhıldanlarını süreklileştirmeli ve kendi anavatanında özgür yaşamını inşa etmelidir. 2012 yılına verilecek doğru karşılıkta budur.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
29 Aralık 2011 gecesi Uludere’nin Roborski köyü civarında 35 insanımızı katleden Yeşil Türki Faşist devlet yaptıklarının üstünü örtmek için “içlerinde korucularda var, gazi çocuğu da var” diyerek kendilerince kendilerine pay çıkarmaya çalışıyorlar. Ve bir de utanmadan: “Gülyazı korucudur, kaymakamımıza saldıranlar, terör örgütü lehine sloganlar atanlar oralı değildirler, dışarıda getirilmişlerdir” diyerek halkımıza bir de hakaret etmekten geri durmuyorlar.
Şunu herkes bilecektir: sizin o kirli özel savaş politikalarının modası geçmiştir. Kürtleri yıllardır birbirine karşı kırdırma politikalarınızın modası geçmiştir. Kürt gerillasına karşı yine Kürtleri birbirine karşı kullanarak parçalamak için özenle hazırladığınız korucular politikanız iflas etmiştir. Gerillaya karşı savaşacak olan korucu sayısını ne kadar olduğunu kendiniz daha iyi bilmektesiniz. Bugün faşist zindanlarınızda ne kadar korucuya işkence ederek içeriye attığınızı bakmanız yeterlidir. Her gün, her hafta, her ay ne kadar korucunun gerillalara yardım ettiğini sizin kirli ve canhıraş yandaş basınınız yazıp çiziyor. Bu korucuların ne kadar direk dolaysız gerillaya yardım ettiği tartışmalık olsa da, sizin canhıraş yandaş basınınız her gün yeni korucuları hedef göstererek kodese tıkıyorsunuz. Ama şu bir gerçektir; korucular artık eskisi gibi gerillaya karşı savaşmıyor ve bundan böyle de bazı azılı korucu çevreleri dışında, Kürdistan özgürlük gerillasına karşı savaşmayacaktır. Bunun için istediğiniz kadar uğraşın, istediğiniz kadar para dağıtın, istediğiniz kadar yalanlar yayın, istediğiniz kadar gerillanın korucuları hedeflediğini söyleyin, hiçbiri tutmayacaktır. Geçtiği Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye diye bir deyim vardır. Artık Bor’da satacağınız bir şeyiniz kalmamıştır. En iyisinden gerisinden geriye Niğde’ye doğru yol alın.
Yeniden belirtelim; birkaç tane Mangurtlaşmış, kendisi olmaktan çıkmış, gırtlağına kadar suça bulaşmış azılı korucu dışında özgürlük hareketinin karşısına dikeceğiniz bir korucu kalmamıştır.
Geçmişte bizim yaptığımız kimi hatadan kaynaklı da faşist devletinizin kirli özel savaş politikalarınızla bize karşı çıkarmaya çalıştığınız korucu politikanız artık son nefesini almaktadır. Çünkü bu hataları artık bizler gerilla olarak işlemiyor ve işlemeyeceğiz. Bunu hem halkımız biliyor hem zoraki, hem aç bırakarak, hem de kendisini savunmak için sizlerin o kirli silahını eline alan korucularımız iyi bilmektedirler.
Kasım Engin
- Ayrıntılar