Kürt siyasal tarihinde, Türkiye demokrasi tarihinde bir noktaya daha geldik. Demokratik açılımın düşünce özgürlüğüne, konuşma özgürlüğüne ne kadar önem verdiğini, gerçekten ne kadar demokratik olduğunu dünya alem gördü. Tabi bunda Türk devletinin hangi kanadının etkili olduğunu, Türkiye devletini, halkını hepsini suçlamanın doğru olmayacağını biliyoruz. Türkiye’nin demokratik açılım projesinin bir devlet projesi olduğunu herkes söylüyor. Bu devletin özelde yargı bürokrasisinin olmak üzere askeri ve pek çok alandaki bürokrasisinin gelmiş olduğu kirlilik düzeyini, monarşik, faşist zihniyeti bir sefer daha gördük.
Türkiye devleti 29 Mart seçimleri sonuçlarını, barış gruplarının, Kürt gerillasının halk tarafından karşılanma coşkusunu sindiremedi. Yetmiş yıla yakın bir süredir yok saydığı halen yokluğunda, yok etmekte ısrar etmektedir. İşte inkâr ve imhada ısrar ettiği bu Kürtlerin Anadolu hatta dünyada hiçbir halkta görünmemiş büyüklükte bir coşkuyla demokratik devrimi inşasını bu devlet içine sindirememektedir. Bu inşanın öncüsü PKK’dir. DTP bu inşa sürecinde halkın demokratik örgütlenmesinin bir aracıdır. DEP’ten başlayan geleneğin bir devamıdır. Bunu dost düşman herkes biliyor ki DEP ten bu güne gelişen, büyüyen bir demokratik halk inisiyatifi var. Bu tür kapatmalar mücadelemizi tasarladıklarının aksine büyütmektedir. Bazı milletvekilleri ve belediye başkanlarına yasaklar getirmeleri de aynı sonucu doğuracaktır.
Biz bir hareket olarak hiçbir zaman bireyler değil örgütlü gücümüz, örgütlülüğümüzle kazandık. PKK’nin Kürt halkını var etmesinin temel yolu örgütlü kılmasıdır. Öyle birey hakları vererek, Kürt halkını bireylerden oluşan bir yığın gören politikalara inat halk gerçekliğini güçlendiren Kürt halkı yürüttüğü demokratik mücadeleyle bu tür anti demokratik uygulama ve cezaları boşa çıkaracaktır. Siyasetin mecliste yapılanı sadece işin çok küçük bir kısmıdır. Asıl siyaset sokaklarda, mahallelerde halkın içinde yapılandır. Kürt gençlerinin günlerdir sokaklarda yükselttiği serhıldanlar, dağlarda yürüttüğü mücadele siyasetin en önemli ayaklarındandır. Mecliste Baykal, Bahçeli, Erdoğan konuşadursunlar. Bu vakitten sonra kimse -devlet bile- Kürt halkının, Kürt siyasetçilerinin bu tarz bir siyaset yapmasını engelleyemeyeceklerdir.
Bu mücadelenin gelmiş olduğu aşama budur. Herkes bunu biliyor. Bundan sonra daha da büyüyüp daha hızlı daha fazla sonuç almak için Kürt gençleri eylemlerini arttırarak sürdürmeli, bu anti demokratik uygulamaya devleti pişman etmelidir.
Bununla birlikte eğer Kürt halkına, Kürt gençlerine, Kürt kadınlarına siyaset yapma hakkı tanınmıyor, siyaset yapma alanları daraltılmaya, gözaltılar, tutuklanmalarla sindirilmeye çalışılıyorsa ki bu kesinlikle böyledir. Kürt halkını var eden siyasetin sahibi PKK’ye katılmak gençlerin tek çıkış yoludur. Otuz yılı aşkın süredir onlarca operasyon, yüzlerce komplo binlerce saldırıya rağmen büyüyen kapatılamayan, büyüyen halklaşan partiye girmek faşist Türk devletine verilecek en güzel genç tavırdır.
Kürt gençliği,
Kürt kadını, bir gerilla olarak size sesleniyoruz. Bizi halklaştıran, var eden, büyüten, güçlendiren PKK’nin gerillası olmanız bu süreci zaferle taçlanmaya götürecektir. Gelsin de kapatsın partimizi,
Görelim bir hele!
- Ayrıntılar
Laf fırıldağı olmak, kimseyi ne liberal ne de demokrat yapar.
Liberalizm, her ne kadar kelime anlamıyla özgürlükçülük olsa da, aslında liberalizm, faşizm ve ırkçılık ile kapitalist sistemin ideolojisidir.
Sonuçta liberalizmin tacı, ya faşizm ya da ırkçılık olur.
Liberal gözüken Türk yazarlarının tacı da, amiyane tabirle Türk ırkçılığıdır.
Kimse, onların laf oyununa bakmasın.
Kimse, onların, laf danslarına bakmasın.
Özgürlük gerillalarının Tokat’taki misilleme eylemiyle birlikte, liberal maskeli yazarların çoğunluğu azgın bir Türk ırkçısı olduğunu açığa vurdu. Amiyene bir şekilde laf danslarının Türk ırkçılığına vurulan bir cila olduğu anlaşıldı. Kürtleri suçlamaları ırkçı yönlerini açığa çıkardı.
Dünyanın hiçbir yerinde, özgürlük mücadelesi veren bir hareket ve halk suçlanmaz.
Aksine desteklenir.
Dünyada ki mücadeleleri bilmeyenler, gitsinler tüm özgürlük mücadelelerini okusunlar bu gerçeği öğreneceklerdir.
Tokat eylemini eleştiren liberal maskeli ırkçı Türk kalemşörlerine soruyoruz.
KCK, 13 Nisan 2009 tarihinde eylemsizlik kararı aldı mı?
Ben cevap veriyorum.
Evet.
Bu karara uyan HPG, o tarihten sonra tek bir eylem yaptı mı?
Hayır.
13 Nisan’dan sonra Türk ordusunun operasyonları durdu mu?
Ben cevap veriyorum.
Hayır.
Bu operasyonlarda 80’in üzerinde HPG gerillası Türk ordusu tarafından şehit düşürüldü mü?
Ben cevap veriyorum.
Evet.
Fırıldak ırkçı Mehmetçik kalemşörlere soruyoruz:
25 Ekim 2009 tarihinde, Dıjwar Partizan adlı HPG gerillası nerede şehit düştü?
Ben cevap veriyorum.
Güney Kürdistan’da.
Fırıldak ırkçı kalemşörler, size soruyorum:
Külliyetiniz yazdıkları makalelerde demiyor muydu, HPG gerillaları Güney Kürdistan’a geri çekilsin?
Güney Kürdistan’da bulunan bir gerillayı bile şehit düşürüyor sizin ordunuz.
Demek ki, sizin o düşüncenizde külliyen yanlış ve HPG’yi tuzağa çekme temelli!
Bu konuda ne hissediyorsunuz, liberal maskeli fırıldak ırkçı kalemşörler?
Ben cevap veriyorum.
Seviniyorsunuz, dans ediyorsunuz HPG gerillalarının şahadetine.
Size sormaya devam ediyorum.
Çevlik’in, Çawreş alanında, 26 Ekim 2009 tarihinde, Türk ordusu hangi HPG gerillalarını şehit düşürdü?
Ben cevap veriyorum.
Bunu okuyun fırıldak ırkçı Mehmetçik kalemşörü Türk ırkçılar.
Hamza, Necmi, Bager, Çiya ve Şervan adlı beş HPG gerillasını sizin kafatasçı ordunuz şehit düşürdü.
Size sormaya devam ediyorum:
4 Aralık 2009 tarihinde, Cudi ve Gabar dağlarında hangi HPG gerillalarını Türk ordusu şehit düşürdü.
Ben cevap veriyorum.
Liberal maskeli fırıldak ırkçı Mehmetçik kalemşörler.
Zafer, Harun ve Amed adlı gerillaları şehit düşürdü sizin o taptığınız ırkçı ordunuz.
Taraf gazetesinde yazı yazan, hem CIA ve MİT elemanı hem de akademisyen ırkçı polis müdürleri olan Önder Aytaç ile Emrullah Uslu’nun, eğittiği polislerin, Cizre’de vurduğu 18 aylık bebek Mehmet Uytun’un katledilmesine ne diyorsunuz?
AKP hükümetinin icra ettiği bir soykırım planı devredeyken, bir de kalkıp Kürtlere diyorsunuz ki, bizim taptığımız Türk ordusu ile polisi Kürtleri tek tek, grup grup katletsin, sizde uslu uslu kellenizin uçurulması için boynunuzu uzatın.
Siz, Kürtlere ve HPG’ye diyorsunuz ki, hiç meşru savunma hakkı ile misilleme hakkını kullanmayacaksınız. Siz diyorsunuz ki, Kürt halkı hem siyasal, hem kültürel, hem sosyal, hem ekonomik, hem de fiziksel soykırımı, HPG gerillaları da öldürülerek şehit olmayı kabul etsin.
Özcesi diyorsunuz ki, “en iyi Kürt, ya ölü ya da köle Kürttür”.
Soruyorum size fırıldakçı ırkçı Mehmetçik kalemşörler.
Eğer insan suratlı canavar değilseniz, sizde zerre kadar vicdan ve ahlak varsa cevap verirsiniz herhalde.
Üstelik Önder APO ölüm çukuruna da atılsın, tüm bunlardan sonra siz hangi vicdanla, hangi ahlakla kalkıp, HPG’nin, Tokat’taki misilleme eylemini “alçakça ve kalleşçe” diye tanımlıyorsunuz.
Size soruyorum, Mehmetçik kalemşörler, 80’in üzerinde HPG gerillası ve onlarca sivil, AKP hükümetinin talimatıyla şehit düşürülürken siz nasıl diyebiliyorsunuz ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımı başlatmış”!
Binin üzerindeki DTP yöneticisi ve üyesi, AKP hükümeti tarafından zindanlara doldurulurken siz nasıl diyebiliyorsunuz ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımını başlatmış”!
Önder APO’nun, yol haritasına AKP el koyarken, siz nasıl diyebiliyorsunuz ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımı başlatmış”!
AKP hükümetinin talimatıyla, Önder APO’nun son savunmaları toplatılırken siz ki, düşünce özgürlüğünü savunduğunuzu iddia ediyorsunuz nasıl diyebiliyorsunuz ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımı başlatmış”!
Sizler bu konuda tek bir satır yazdınız mı?
Size soruyorum Mehmetçik kalemşörler.
Ahmet Altan gibi liberal maskeli nihilist Türk ırkçısı kalemşörler, hiç Kürdistan’ı ve Kürtleri tanımazken sadece ve sadece 2008 yılında bir defalığına Amed’e giden biri olarak nasıl diyebiliyorlar ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımını başlatmış”!
AKP hükümetinin talimatıyla DTP kapatılırken ve şimdiye kadar bu konuda tek bir değişiklik yapmayan AKP ortadayken ve aynı AKP, 2005’te 1 Haziran Kanunu, 2006’da TMK, 2007 Koruculuk ile Polis Kanunu, 2008 yılında Kontr-gerilla Kanunu çıkararak ülkeyi faşizme götürürken siz nasıl diyebiliyorsunuz ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımı başlatmış”!
Tüm bunlar oluyorken hepinizin Kürtleri suçlaması, maskenizi düşürdü.
Irkçılığın döl yatağı ile ideolojisi olan liberalizmi savunup da ırkçılıklarını gizlemeye çalışan tüm liberal Türk ırkçılara Edi Bese diyoruz.
Ve sonuçta diyoruz ki, “AKP, bir barış ve demokrasi açılımını başlatmamıştır”
Bunun aksine “AKP, bir savaş ve faşizm açılımını başlatmıştır.”
AKP, maskeli ve inceltilmiş bir tarzda yeşil Kemalizmin yolunda, yeni bir soykırım planıyla Kürtleri, Türkleştirme açılımını başlatmıştır.
Tezkereyi meclisten geçirmek, koruculuk sayısını artırmak, kontr-gerillayı yasallaştırmak, Kürdistan’ın her tarafında barajlar yapmak ne anlama geliyor?
Ben cevap veriyorum:
Kürtlerin daha inceltilmiş bir tarzda soykırımdan geçirilmesinde,“AKP, bir savaş ve faşizm açılımını başlatmış” anlamına geliyor.
AKP’nin bu soykırımcı savaş ve faşist planı son bulmayana kadar, gerillanın daha nice Tokat tarzı eylemleri olacak.
Daha nice yiğit genç kız ve erkekler dağlara akın edecekler.
- Ayrıntılar
Gerillaya gelmeden önce de hayallerim vardı. Ama derinlikli düşündüğümde gerçekleşmesi ihtimal dahilinde bile olmayan hayallerdi. Şimdi o hayallerime sahip çıkan ve gerekli insani duruşumu sergilemeye çalışan bir insan olarak gururluyum. Yaşadığımız dünyada bazıları kendisini hiç sanır, bazıları da her şey. Ne hiçbir şeyiz ne de her şey olabiliriz. Sadece bir şey olmaya çalışıyoruz. Herkesin yaşadığımız dünyada bir şey olmak isteme mücadelesinden bir tanesiyiz.
Sivil yaşamımızda insanların bize sevgi ve saygı göstermesinin altında her zaman bir çıkar vardır. Eski yaşamında ailede ve çevrede seviliyor muydun diye bir soruya istisnalar dışında hemen hemen herkes evet çok seviliyordum diye yanıtlar. Biri evin en küçüğü olduğu için, biri en büyüğü olduğu için, biri tek kız ya da tek erkek çocuğu olduğu için. Baba ve anne emek verdikleri için ve aslında emeğin karşılığını ileride alacakları için çocuklarının üzerlerine titrerler. Bundan hem anne-baba hem de çocuk memnundur. Çünkü karşılıklı sevmek ve sevilmek güzeldir.
Peki bu durum nereye kadar ve kaç kişiyle oluyor? Birileri onlarca ve yüzlerce rakam verebilir ama ben daha büyük bir aileden, binler ve milyonların seni tanıdığı, sevip saydığı ve sonuna kadar bir sistem olarak böyle olduğu bir dünyadan bahsediyorum. Anne ve babamız bizi büyüttükten sonra sana baktığı yılların karşılığını, şimdi sen bana bakmalısın diyerek karşılığını almaktadır. Bu yaşadığımız önemli bir gerçeklik. Çıkar yaklaşımı olumlu olan bir gerçeklik de diyebiliriz. Varsın öyle olsun ama bütün dünyası küçük bir mekan, sınırlı insanlar ve belli işlerle kuşatılmış bir yaşama nasıl tahammül edebiliriz.
Sosyal aktivitelerle uğraşman, farklı insanları tanıman ve kendi geleceğini hazırlaman o kadar kolay değil. Herkes bunları isteyebilir ve hayal edebilir ama gerçekleşmesi hem politik hem de mali bir sorun. Başta paran var mı ve kimliğin nedir, nereden geliyorsun ve kimlerdensin? Soruları, yapmak istediklerinin önünde en büyük engeldir. Parası olmayan bir Kürt isen zaten halin haraptır. Parası olan bir Kürt isen o zaman da Kürtlükten çıkmışsın demektir. Kendi yağında kavrulanların ve ortada bulunanların ise, devrime, düşmana, çevresine ve kendisine de bir faydası dokunmaz. Bu halleri kabul edecek kadar yüreksizleşmediğimizi düşünüyorum.
Ben de bütün gençler gibi uğraştım. Okulları başarıyla bitirdim, kendi emeğimle harçlığımı çıkardım. Bir gencin kendi avare ve delilik zamanlarında yaptıklarının hepsini yaptım. Sonuçta ne oldu? Huzurlu ve anlamlı yaşamanın sırrını kaybettim. Yaşadığım çelişkilere kimse yanıt olamadı ve doğal olarak yardımcı olamadı. Annem ve babam sistemin gazabı altında oldukça çaresizdi, çevre ve dostlar ise bir yere kadar dost.
Yaşadığımız dünyada sadece bir şey olabilmek, sevgi dolu bir şey, engin diyarlara açılan bir şey, kendi kimliğini savunan bir şey. Çünkü ancak bu erdemlerle yaşamaya layığız. Birilerinden beklemektense, binlerce insan gibi özgür koşullarda yaşamayı öğrenerek, tecrübe sahibi olarak ve en önemlisi yaşamın bir mücadele olayı olduğunu kavrayarak var olmak, en kutsal ve ölümsüz yaşam biçimidir. Bundan zevk alan ve coşkusu hiç azalmayan insanlar tanıdım. Bu kadar moralli ve direngen duruşları nasıl ediniyorlar diye düşünürdüm. Basit ama bir o kadar da zor olan cevabı kısa sürede öğrendim. Bıkkınlık yok çünkü tekrar yok, Sıkkınlık yok çünkü sabitlik yok. En güzeli; küçük görülme, aşağılanma, dışlanma, unutulma ve yok sayılma yok. İnsani ve toplumsal değerlerin vicdanlı ve adaletli savunulduğu, yürütüldüğü mekanlar var. Hem de müthiş bir sevgiyle..
- Ayrıntılar
Rêber APO
Hücre cezası henüz uygulamaya başlanmadı, karara itiraz ettim, birkaç güne kadar belli olur.
Buraya getirilen arkadaşlarla bir kez görüştüm. Buradaki görevliler, ileride Televizyon vereceklerini belirttiler. Adalet Bakanlığı’ndan gelen heyetle görüştüm. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif İşleri Müdürü de vardı. Bu görüşmeden sonra kapının üstünde aşağıya ve yukarıya yeni bir pencere açtılar. Kaldığım odada yatak, dolap, masa var. Onun dışında bana iki-üç adım mesafesinde yer kalıyor. Yatak, Masa ve Dolap yeri dışında enine iki adım boyuna üç adımlık mesafe var. Bütün yer bundan ibarettir.
Diyarbakır’da 23 yaşında üniversite öğrencisi genç, gösterilerde yaşamını yitirmiş. Çok üzüldüm. Özellikle anne-babasına ve ailesine taziyelerimi iletiyorum, başsağlığı diliyorum.
Cezaevlerindeki arkadaşlar açlık grevine girmişler. Artık açlık grevlerine gerek yok, hepsine çok selamlarımı ve sevgilerimi iletiyorum. Ben daha önce benim için intiharvari, kendine zarar verecek eylemler yapmamalarını söylemiştim. Sakın hayatlarını tehlikeye atmasınlar. Bu arkadaşlara özel selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
DTP kapatılması davasının kararı muhtemelen Cuma günü çıkacakmış. Dünyanın sonu değil, kapatırlarsa da mücadelelerini sürdürürler, yollarına devam ederler. Yine Türkiye’de her kesimden demokratları içine alan demokratik bir yapılanmaya gidilebilir.
Nuray Mert, yazısında bu açılımın gerekli olduğunu ama yöntemDoin yanlış olduğunu söylüyor. Doğrudur açılım şarttır fakat yöntem doğru değildir. Bunlar İngiliz siyasetidir, Amerika yürütüyor. Bu İngilizler müthiş. Dört yüz yıldır dünyayı yönetiyorlar. Türkiye’de de İngilizler bir yandan Kürtleri kışkırtıyorlar diğer yandan da devlete de bastırın diyorlar, ikili oynuyorlar. Bu politika “tavşana kaç tazıya tut” politikasıdır. Bu durumu üç örnekle açıklayacağım. Birincisi; 1925 Şeyh Sait döneminde Binbaşı Noel vasıtasıyla Kürdistan’da Şeyh Saitlerle görüşüp alttan destekliyormuş gibi yaptılar ve Seyit Abdulkadirle de İstanbul’da görüşerek bir yandan Kürtleri kışkırttılar öbür taraftan kendi adamları olan İnönü ve Recep Peker, Fevzi Çakmak, bunlarla Mustafa Kemal’in etrafını sararak etkisizleştirdiler ve Hükümeti ellerine aldılar. Bu süreçte bir yandan Kürtleri kışkırttılar öte yandan da Kerkük ve Musul’u almak karşılığında Hükümeti de bastırma konusunda desteklediler. Çok acılar yaşandı.
İkinci olarak; 1990’lı yılların başında ABD’nin Irak’a ilk müdahalesiyle beraber bunlar bize savaşma konusunda bizi destekleyeceklerini söylüyorlardı. Aynı şekilde Avrupa’daki temsilcilerimiz üzerinden savaşın sizi destekleyeceğiz diyorlardı. Öbür taraftan da ğan Güreş’e İngiltere’de bastırma konusunda yeşil ışık yaktılar. O dönem basında yazılmıştı, Doğan Güreş’in kendi beyanatıdır. İngiltere’den geldiği zaman aynen şunu söylüyordu; “İngiltere bize yeşil ışık yaktı”. İşte yine bilinen o büyük acılar yaşandı. Üç bine yakın köy boşaltıldı, binlerce faili meçhul cinayet oldu. Tansu Çiller-Doğan Güreş dönemi. Ergenekon tutanaklarından da geçiyor; birbirlerine “kahpe” diyorlar. Bizi de savaş konusunda kışkırttılar öbür taraftan da devlete kırdırttılar. Tam bir kör döğüşü. Özal bu senaryoyu çözemediği için hayatına mal oldu, biz de o zaman tam çözememiştik, bu nedenle biz de 1997 sonuna kadar savaşı sürdürdük, sonra anladık. Bu sorunun savaşla çözülemeyeceği, siyasi bir sorun olduğu yönünde Karadayı’nın da görüşleri vardı. Kıvrıkoğlu’nun da böyle düşündüğünü zannediyorum. ’98’e kadar Karadayı, ‘98-2002 arası da Kıvrıkoğlu Genelkurmay başkanıydı. O dönem Ecevit, bir şeyler yapmak istiyordu ama sanırım Bahçeli takoz koydu. Daha sonra bu Ergenekoncular -ki iddianamede de var– kendi aralarında; biz 2000’deki geri çekilmeyi, gerillanın sınır dışına çekilmesi sürecini iyi değerlendiremedik diyorlar.
Türkiye’deki İttihat ve Terakki zihniyetinin 1925’lerden itibaren Mustafa Kemal’i nasıl etkisizleştirdiklerini izah etmiştim. CHP’nin nasıl ele geçirildiğini biliyorum. İsmet İnönü ve Recep Peker, Fevzi Çakmak vardı. Ondan sonra İkinci Dünya Savaşı döneminde bir boşluk oldu. 1960’lardan itibaren Gladio yapılanması Alparslan Türkeş onlarla birlikte 27 Mayıs darbesini yaptılar. Ben 27 Mayısçıların hepsi böyledir demiyorum, Madanoğlu gibi dürüst olanlar da vardı. Talat Turhan kitabında bunlardan bahsediyor. Türk Solu üzerinde de etkili oldular; THKO, Dev-Yol, Dev-Sol zamanında nasıl ele geçirildiği biliniyor, farkedemediler bile. Ben Türk Solu için şunu söylüyorum. İlk dönemlerde devlet doğrudan sol grupları içeriden ele geçirmeye çalışırken artık buna da gerek duymuyor, üçüncü elden yönetiliyorlar. Perinçek’in durumu ortada. Aynı şekilde PKK’yi de ele geçirmeye çalıştılar. Türk Solu’yla birlikte onlarca Kürt Sol grup da vardı ama hepsi tasfiye edildi, bir tek PKK’yi tasfiye etmeyi başaramadılar. 1984’te ilk birlikleri dağa gönderdiğimde henüz JİTEM öncesi oluşumlar aralarına sızdı, yüzlerce değerli kadromuzu kaybettik. Biz de Halil Ataç vardı. Kendisi “hiç kimse Hogir’e laf geçirtemiyor” diyordu. Bu Hogir okur yazarlığı bile olmayan birisiydi. Sızma olma ihtimali de var. Dörtlü Çete, Çürükayalarla geliştirilen tasfiyecilik süreçleri oldu. Ben bunu PKK’nin CHP’lileştirilme çabası olarak adlandırıyorum. Bunu başaramayacaklar, PKK’yi CHP’lileştiremezler.
Üçüncü olarak son yedi yıldır 2002’de AKP iktidarıyla başlayan süreçtir. Bu süreç 60 yıl öncesinden hazırlanan bir süreçtir. Bu sürecin iki amacı vardır. Birincisi radikal islamı tasfiye etmek, ikincisi ise demokratik özgür Kürt hareketinin özünü tasfiye etmektir. Zaten AKP’nin yedi yıldır da yapmaya çalıştığı budur ve bu işi iyi de yapıyor. 2002’den sonra işte Osman ve Botanlar meselesi biliniyor. Hatta bunlar kendilerini liberal demokrat olarak tanımlamışlardı. Beni tasfiye ederek benim soyadımı da kullanarak tasfiyede başarılı olmak istediler. Benim yerime Osman’ı geçireceklerdi sözde. Şimdi de bunları kullanmaya çalışıyorlar. Ama hiç bir şey yapamazlar. Şimdi hiç birinin beş metelik değeri yoktur. Halk içine çıkacak yüzleri yoktur.
Ben bizim kadınlara defalarca söyledim. Hegel de söylüyor; klasik aşk anlayışıyla erkek-kadın ilişkisiyle ancak aile kurulabilir onun ötesine geçemezsin. Hegel büyük bir tarihçi ve felsefecidir. Marks, Hegel’in öğrencisidir. Hegel köle-efendi ilişkisinden yola çıkarak çözümlemeler geliştiriyor. Ben ise kadın köle-kurnaz ve zorba erkek ilişkisinden yola çıkarak çözümlemeler geliştirdim.
Erdoğan çok çalışkandır. Fakat demokratik özgür Kürt hareketini tasfiye edemediler, edemeyecekler de. Bu konuda başarılı olamadılar.
Önemli olan doğru politika yapmaktır. Kırk yıldır toplumun demokratik inşasıyla uğraşıyoruz ama gerekli eğitim ve örgütlenme yapılamadı.
Ceza ve Tevkif işleri Müdürü geldi. Uzun uzun görüştük. Ben ona da anlattım. Siyasi çözüm olmazsa bu sorunun çözülemeyeceğini söyledim. Bana diyor ki; “sen iyi halli olursan biz senin koşullarını düzeltiriz” diyor. Yani bana uslu ol diyorlar, çocuk muamelesi yapıyorlar. Ama beni kandıramazlar. Ben asla ilkelerimden taviz vermem. Benim en önemli özelliğim ilkeli olmamdır. Bunu Müdüre de söyledim, Benim duruşumun özü şudur. Ben ilkeliyim ama pratikte esneğim. Benim kişiliğimin en önemli özelliği budur. Yani ilkede katılık, pratikte esneklik. Son derece ilkeliyim ve pratikte esneğim. Geçenlerde Hüriyette de yazmıştı; 1996’ya kadar bana karşı on tane komplo denenmiş, bugüne kadar yirmi olmuştur. Burada da birçok deneme yapıldı. Fakat ben bütün bunlara rağmen ilkeli duruşumu sürdürüyorum, bu duruşumdan vazgeçmem. Herkes bunu böyle bilmelidir. Burada benim üzerimden de Kürt özgürlük hareketini kendilerince tasfiye etmeye çalıştılar. Ama benim ne kadar ilkeli biri olduğumu hesaba katmadılar. Bunu bana yaptıramazlar.
Ben de söylüyorum; açılıma karşı değilim ama yöntem yanlış. Doğru yöntem belirlenmeli. Siz arabayı atın önüne koyarsanız olmaz. Zaten araba iple ata bağlıdır. Doğrusu atı arabanın önüne bağlamaktır. Ama bu açılımda temel yanlış şudur; arabayı atın önüne koyuyorlar. Peki böyle olur mu? Bu şekilde araba hareket eder mi, etmez. Bu ata da arabaya da zarar verir. Temel sorun yöntem sorunudur. Yasa ve yönetmelikten önce bu gereklidir. Özellikle bu çocuklarla ilgili yasa, 221 etkinlik pişmanlık yasası vb. Değişikliklerle sorunu çözeceklerini sanıyorlar böyle olmaz. Özellikle pişmanlık yasası bir tuzaktır, provokasyondur. Bu kabul edilemez. Bu yöntemle Maxmurdan bir kişi bile gelmez. Bu işin, sorunun siyasi olduğu ve siyasi şekilde çözüleceğinin kabul edilmesi lazım. Bakın 50 bin ölüm var, buna terör diyorlar. Yunan savaşında bile beş bin kişinin öldüğü söyleniyor. Burada elli bin kişinin öldüğü yerde terörden bahsedilmez, orada savaş vardır. Savaşın da tarafları vardır ve sorun taraflar arasında çözülür. Bu müzakere ile olur, diyalogla olur. İlla muhatap ben olayım demiyorum, PKK’yi de muhatap alabilirler, olmazsa DTP’yi de alabilirler, o da olmazsa o zaman içinde PKK’lilerin yer alabileceği halktan sorunla ilgili insanlardan oluşturulmuş bir heyetle de görüşmeler yapabilirler.
Doğru yöntem belirlenirse ben de çözüm konusunda üzerime düşeni yaparım. Eğer doğru yöntem belirlenirse, ortam oluşursa ben silahlı güçlerin geri çekilmesini ve uygun yere konumlanmasını sağlarım. Buna hala gücüm var, bana itimat ederler. Bu son yaşananlar da halkın da bana bağlı olduğunu gösteriyor. PKK’nin içinde onlarca grup var, dağlardaki grupların hepsi otonomdurlar zaten. Bunları ancak ben kontrol edebilirim, ben silahsızlandırabilirim. Bu sorunun kesin çözümü için, nasıl olacak bilmiyorum ama Meclisin bir karar alması lazım. Bunun için benim de önümün açılması lazım. Tüm bunlara yol haritasında belirtmiştim.
İnfaz Hakimi, hücre cezası kararında, “sen buradan savaş kararı, talimat veriyorsun” diyor. Ben burada savaş kararı, talimat verecek durumda değilim, sadece tespitlerde bulunuyorum. Ben burada benimle görüşmeye gelen heyete de söyledim, DTP’ye de söylüyorum, PKK’ye de söylüyorum. Demokratik çözüm ve siyasetin önü açılmalıdır. Buradan Erdoğan’a da sesleniyorum. Eğer doğru yöntem belirlenmezse, demokratik siyaset ve çözümün önü açılmazsa nasıl ki Enver Paşa ittihatçılığı Osmanlıyı parçaladıysa AKP’nin mevcut olan zihniyeti de Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalanmaya götürür, AKP de biter. CHP ve MHP’nin iktidarında ise kan akar. Ben Sayın Erdoğan’ın iyi niyetli olduğunu düşünüyorum, hala inanmak istiyorum. AKP içinde dürüst olanlar var, gerçek anlamda demokratik çözümden yana olanlar var. Ama bunların ne kadar etkili olduklarını bilmiyorum. AKP içinde tasfiyeci olanlar da çoktur. Ben hala demokratik çözüm için elimden geleni yapabilirim. Ama demokratik çözümün önü açılmazsa KCK kendi yolunu belirler, savaşa da barışa da kendisi karar verir. Ben buradan hiç bir şeye karışamam. Bu doğru da olmaz.
Sanki ilk günahkarlar Kürtlermiş.
Sanki patlak veren felaketin sorumlusu Kürtlermiş gibi azgın bir atmosfer yaratılıyor.
Bundan Kürtler sorumlu tutularak, zulmü süreklileştirmek için koşullar son derece elverişli bir duruma getiriliyor.
Savaştan ve kötülüklerden sorumlu tutulacak birileri aranıyor.
Bunlar aşağılık, sahte, kötü ve hain diye lanse ediliyor.
Savaş çıkarılıyor hem de AKP tarafından.
Ve bundan Kürtler sorumlu tutuluyor.
Kürtler kıyımdan geçiriliyor hem de AKP’deki cehşleşmiş Kürtlerin eliyle.
Kıyım kararını verenler, bu yaptıklarının zorunlu ve adaletli olduğuna dünyayı inandırmaya çalışıyorlar.
Zulmü başlatmakla, zulme karşı çıktıklarını ifade ediyorlar.
AKP’li Türk ırkçıları kendilerinin ve milletlerinin başındaki en alçaltıcı kötülüklerin sorumluları olarak Kürtleri gösterirler.
Bunu yaparak, çıkardıkları savaştan kendini kurtaracaklarını zannediyorlar.
Ama AKP’li Kürt düşmanları Kürdistan, Anadolu ve Trakya’daki düzenin eksik ve yanlış olduğunu keşfetmekten korkarlar.
Üstelik kendilerini, kendi yargılarının efendisi olarak ortaya çıkarlar.
Kürtleri soykırımdan geçirerek, ülkedeki düzenin düzeleceği inancına kapılırlar.
Kürtlere savaş açarken, evrensel hukuku çiğnemekten geri kalmazlar.
Ötekileştirdikleri Kürtleri her türlü kötülükten dolayı suçlarken, kendilerini her türlü sorumluluktan muaf tutarlar.
Kürtleri kurban seçerken sorumluluk altına girmeden, onlara göre Türklerin yaşayabilmesi ve kalabilmesi Kürtlerin kurban edilmesi gerekir.
Kürt düşmanı putçu Türk ırk rejimi kurumsallaşmış, yapısallaşmış ırkçılıkla Kürtleri savunmasız bir duruma sokmak istemektedir.
Açlık, yoksulluk ve cinnet sarmalı toplumu alt üst ediyorsa, bundan Kürtleri sorumlu tutarlar ve Türk ırkçılığını beslerler ve sularlar.
Bununla Kürtler kontrol altına alınmak istenir. Bundan dolayı sinen ve uşak olan Kürt tipleri de çıkar.
Bejan Matur, Ümit Fırat ve M.Metiner gibi vakanüvis cehşler, AKP’li siyasi ve silahlı cehş gibi tipler..
Kendini alçaltan, sürekli yağcılık yapan, özüne karşı şaklaban olan ve bu yüzden de Kürt düşmanlarının yeni saldırılarına daha da açık hale gelen Kürt tipi ortaya çıkıyor.
Veyahut bazı Kürt tipleri de hepimizin insan olduğunu ve hangi kimliği taşırsa taşısın bir kişinin insan olması açısından çok büyük önem taşımadığını söyleyen liberal ve sahte evrenselci ve demokratik doktirini kabul ederek devşirmeliği kabul eden tipler.
Burada şunu söyler.
Kürt olmayı bıraktığı sürece evrensel bir insan olarak devşirme ve ihanetçi olabilir.
Kürt bir kez daha kendini deneme ve uygarlaşma yoluyla kendi öz kimliğinden arınmaya ve kendine ihanet etmeye davet edilir.
Burada sorun Türk ırkçıları tutkuyla ve öldürme histerisiyle dolup taşarken, Türk ırkçıların resmi müttefiki devşirme Türkler-Kürt çehşleri- bilmezler, müttefiklerinin-PutçuTürk ırk rejimi-demokratlık ve evrencilikten yoksun olduklarını.
Bu envai türden cehşlerin kılavuzluğunda, Kürtlere ve Kürdistan’a işgal ile Türkleşme tek seçenek olarak sunulur.
İşte şimdi AKP eliyle sahte açılım adı altında bu seçenek cilalanarak çok ince bir tarzda yutturulmaya çalışılıyor.
Erdoğan ABD’deki kabesine giderek, perçinlemeye çalıştığı bahse konu olan bu soykırımdır.
Bu amaçla Önder APO’yu ölüm çukuruna koydular.
Operasyon üzerine operasyon düzenlediler. Son bir ayda tam tamına dokuz HPG gerillasını şehit düşürdüler.
AKP bunları yaparken bilmeliydi ki, Kürtler Önder APO’nun fedaisidir. Bilmeliydi ki, tüm zamanların en radikal serhıldanı gelişir.
AKP bunları yaparken bilmeliydi ki, HPG bunun misillemesini yapar, intikamını alır.
AKP ve AKP’deki cehşleşmiş AKP’nin Kürtleri bilmeliydi ki, yanlış hesap Kürdistan dağlarından geri döner.
Kürdistan kentlerinden geri döner.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11 Aralık günü 14:00-15:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Ferhat Tepesi ve çevresine yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
12 Aralık 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
8 Aralık günü gündüz 11:30-12:30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Kuvi Tepesi ve Çiyareş alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
9 Aralık 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 29 Kasım günü Botan sahamızın geneline yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Binlerce askerin katıldığı kapsamlı operasyonlar kapsamında gerillalarımızın büyük duyarlılığına rağmen 2 zorunlu çatışma yaşanmıştır: 29 Kasım günü gece saat 01:30 sıralarında Gabar’ın Bana köyü kırsalında çıkan çatışma sonucunda Amed (Halis Burak); 4 Aralık günü Cudi’ye bağlı Gundikremo’nun Pikera alanında düşmanın bir hareketli birliğiyle çıkan çatışmada ise Zafer (Metin Gülaç) ve Harun (Yakup Dellayimilan) isimli gerillalarımız kahramanca savaşarak şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Çok cehş gördük.
Ama bu AKP’li cehşler gibisini görmedik.
Ne kadar hilebaz, ne kadar dolandırıcı, ne kadar talancı, ne kadar katil cehş varsa hepsi AKP’de toplanmış.
Tüm Kürtler etrafınıza bakın AKP’li cehşlerin hiçbirinde miskal kadar ne ahlak kalmış ne de insanlık kalmış.
Hele hatırlayın, Çiller’in cehşleri bile bu kadar pişkin değildiler.
Çiller’in üç serok cehşi vardı.
Biri Colemerg’li serok cehş Mustafa Zeydan, biri Şırnex’li serok cehş Süleyman Tatar, biri de Siwerek’li serok cehş Sedat Bucak idi.
AKP’nin serok cehşlerine bakın tam tamamına 9 serok cehş:
Çiller’inkine göre tam tamamına üç kat.
Colemerg’li serok cehş Rüstem Zeydan, Merdin’li serok cehş Süleyman Çelebi, Riha’lı serok cehş Sabahattin Cevheri ile Eyüp Canip Gölpınarlı, Çewlik’li serok cehş Kazım Atoğlu ile Yusuf Coşkun, Xarpet’li serok cehş Faruk Septioğlu, Amed’li serok cehş Abdurrahman Kurt ile Xıyi eşirinin serok cehşi kont-gerillacı İhsan Arslan gibi silahlı serok cehşler var.
Serok katil Erdoğan’ın eğer dediği gibi 75 sayısı doğruysa, geriye kalan 66 kişilik cehşlerde siyasi cehş oluyorlar.
Şimdi siyasi serok cehşlerden biri olan Mehdi Eker diye biri var.
Kürt halkının Önder APO’ya ölümüne fedaice sahip çıkmasına hazmetmemiş ki, DTP’ ye “niye direniyorsunuz” diyor.
Kürtlerin direnişini ihanetle suçluyor.
Bu siyasi cehşin, söyleminden yola çıkarak, bazı sorular soracağım:
Filistin’den bazıları, halkına ihanet ederek, KADİMA partisine katılsalar.
Bunlardan bir kaçı, İsrail’de siyasi serok cehş yapılarak, vezir yapılsalardı.
Bunlardan birinin de adı Mehdi Eker olsaydı.
Ve İsrail, bu serok cehşi Tarım ve Köy işleri Bakanı yapsaydı.
Diğer yandan İsrail, Filistin lideri Arafat’ı esir düşürerek bir hücreye koysaydı, ardından yarısı büyüklüğünde bir hücre yapıp oraya yerleştirseydi.
Tüm Filistinliler, buna karşı çıkarak, İNTİFADA’ya kalksaydılar.
Batı Şeria’da Filistin siyasi cehşlerin Kadima bürosundan Aydın Erdem’in Amed’te öldürüldüğü gibi ateş açılıp, bir Filistin’li genç öldürülseydi.
Bunun ardından, İsrail’in siyasi serok cehşi vezir Mehdi Eker, kalkıp kendi halkında bir genci katletme ve binlercesini yaralama ile zindana atma emrini verse.
Tüm bu yaptıklarını tersine çevirip, ihanet ettiği halkının direnişini ihanetle suçlasa, buna Filistinliler ne derdi?
Tüm yurtsever Kürtler bu şekilde tüm Kürtlerle tartışsınlar ve Mehdi Eker’in şahsında AKP’deki silahlı ve siyasi cehşlerin ne yaptığını teşhir etseler ne olur?
Hele bir planlama dahilinde bu kampanya yürütülürse, AKP’nin Kürdistan’daki hali ne olur acaba?
Tüm Kürtlere bu soruyu sorarak her Kürdü Önder APO’yu özgürleştirme serhıldanına katılmaya ikna etse.
Önder APO özgürleşene kadar Özgürlük Serhıldanını kesintisiz bir şekilde yükseltirse.
Ben açıkça söylüyorum.
Türk ırkçı sömürgeciliği ile soykırımcılığının Kürdistan kolu olan hem AKP, hem de Türk ırkçı sömürgeci sisteminin kendisi biter.
Kürdistan özgürleşir.
Kürdistan özgürleşir.
- Ayrıntılar
Siyaset, günlük ya da uzun vadede yaşanan, yaşanacak olan sorunlara çözümler arar ve bulur. Siyasetin çözemeyeceği bir problem olamaz. Nedeni ise siyasetin tabiatıyla ilgilidir, o da siyasetin dinamik karakteridir. Siyaset çözüm üretme sanatıdır.
Ortadoğu'da siyaset esasen çelişkiler yaratma üzerine kuruludur. Ayak oyunları, hile, şantaj, arkadan vurmalar, kuyular kazarak düşürme, tahrik ederek rakiplerini akıl dışı hareketlere sürüklemek hep bu temel mantıkla bağlantılıdır.
Ortadoğu'da sömürgeci güçler Kürtleri yürütmenin bir yolu olarak hep hileye ve kandırmaya dayalı siyasetler uygulaya gelmişlerdir. Bunun yetmediğini gördüklerinde ezme, sindirme vazgeçilmeyen bir metot olarak her zaman devreye konulmuştur. Özcesi bu topraklarda iki yöntem yan yana iç içe Kürtlere karşı kullanılmıştır; ez ve kandır. Ez ve kandırarak yanına çek, ez ve ezdiklerinden kendine adam ayıkla. Bu bir politika, lakin çok çirkin bir politika; ahlaki olmayan bir politika…
Bir müddettir açılım tartışmaları yürütüldü. Kürt açılımı, demokratik açılım, dayanışma derken milli birlik projesine kadar gitti. Ve eni sonunda da tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dile kadar yükseldi. Ve tuhaftır ancak açılıma başlarlarken de çıkış noktaları burası olan Türk devleti ve hükümeti neden böylesi bir yol izledi diye sormak gerekir?
Ortadoğu'da Türk devleti İran devletinden sonra belki de hileyi, aldatmayı ve ezmeyi en iyi bilen devlet geleneğine sahiptir. Bu tecrübe Osmanlılardan belki de Orta Asya'dan gelirlerken atalarından kalmıştır. Onu bilmiyoruz ama karşıtlarını böyle taktiklerle alt etmede usta olduklarını ve bu hususta yoğun tecrübeli olduklarını biz biliyoruz. Sadece biz de değil aslında siyasetle uğraşan ve bu devlet geleneğiyle uğraşan herkes biliyor.
Türk devleti ve hükümeti Gabar, Oramar, Zap ve 29 Mart seçimleriyle geleneksel imha ve inkâr sistemiyle yürüyemeyeceğini idrak etmiştir. Bu belki de 15 Ağustos eylemliliğinden sonra ilk kez yaşanan bir durum olmuştur. Geçmişte de bazı siyasetçiler bu durumu fark etmişlerdir. Ancak devletin bu siyasetçileri nasıl tasfiye ettiğini herkes biliyor. Bu kez farklı olanı ise cümle cemaat devletin bu durumu böyle idrak etmesidir. Yani inkârın ve imhanın bu şekilde sürdüremezliğini…
Açılım tartışmaları bu aşamadan sonra başlamıştır; tıkanmanın dip noktasının yaşandığı anda. Normal devletler ya da siyasetler tıkanmanın dip noktalarında yaşananlara çözüm ararlar, lakin Ortadoğu'da devletler -bunu siz katılaşmış siyaset olarak algılayın- yalana, dolana, hile, ayak oyunlarına başvurarak kendilerince rakiplerini ezme yolunu ararlar.
Nitekim Kürt özgürlük hareketinin tüm iyi niyet, barış, uzlaşma adımlarına Türk devletin nasıl yere çalarım mantığıyla yaklaşımları eksik olmamıştır. Kürt özgürlük hareketi ve en belirleyeni olarak Rêber Apo, bu sorunun çözümü için elinden geleni yapmıştır. Teorik olarak yapmıştır, ideolojik olarak yapmıştır, siyaseten yapmıştır, askeri olarak yapmıştır, kültürel olarak yapmıştır ve sosyal olarak yapmıştır. Ve en önemlisi de oluşması gereken barış ortamının felsefik bakışını yol haritasıyla sunmuştur. Rêber Apo'nun çözümlü yaklaşımlarından dolayı belli bir umut havası doğmuştur. Halk umutlanmıştır, aydınlar umutlanmıştır, Türkiye'de demokratlar umutlanmışlardır. Özcesi içi kirli olmayanlar, eğri otursalar da doğru konuşanlar, rant peşinde koşmayanlar umutlanmışlardır.
Bu umudun kırılmaması için, devletin çözümsüzlük ve yine tekçi dayatmalarını kırmak için Rêber Apo barış guruplarını devreye koymuştur. Barış gurupları gerçekten de Kürt halkına yaraşırcasına karşılanmışlardır. Kürdistan adeta 5 gün boyunca bir bayramı yaşamıştır. Barışın gelmesi için Kürdistanlılar sokaklara dökülmüşlerdir. Tümden bir referanduma dönüşen gerilla karşılamaları tarihi bir an'ı ifade etmiştir. İşte bu tarihi an'da biraz mütevazi, biraz çözümlü siyaset, biraz hoşgörü, biraz iyi niyet ve biraz da vicdanlı bir yaklaşım sergilenmiş olsaydı siyasetin çözüm gücünün ne olduğunu herkes görecekti.
Ne var ki çözümsüzlüğü bir siyaset geleneği haline getiren bir devlet, teslim almayı hep marifet bilen bir zihniyet, tekçiliğe alışmış bir kararmış vicdan, tüccarların ayak oyunlarını marifet bilen közleşmiş bir yürek ve rant yemekten nemalanan bir avuç orta sınıfçı siyaset sahipleri, bu süreci baltalamak için yalan ve dolana yeniden başvurmuşlardır.
Kürdistan'da yaşanan referanduma ilk verdikler tepki hakaretler olmuştur. Linçler olmuştur. Tahammülsüzlük olmuştur. DTP'ye yönelme olmuştur. Askeri operasyonlara girişmek olmuştur. Ve Kürtlerin en büyük hassasiyeti olan Rêber Apo'yu cendereye alma olmuştur.
Sürecin tümünü adeta en büyük özveriyle üstlenip yürüten Rêber Apo'ya yönelmek, gerillaların geri dönüşlerinde yapılan karşılamalarda Kürt halkının topyekûn -kuzey, güney, doğu ve batıda- kucaklarını açarak tek yüreklerine basmalarına TC'nin kirli cevabı olmuştur. Kürt halkı kandırılamayacağını bu gerilla karşılamalarında göstermiştir. Devlet ve hükümet paniklemiştir. Kendilerince Kürtler onların ellerinden çıkmıştır. Halbuki Kürtler onurlu bir barış için milyonlarla ayağa kalkmışlardır. Türkiye ile kardeşlik temelinde ayağa kalkmışlardır. Gerillanın dönüşünü barışa için bir şans olarak değerlendirerek ayağa kalkmışlardır.
Ne var ki çözümsüzlük üzerine kurulu, çelişki yaratmaya dayalı TC zihniyeti oluşan bu ortamı sabote etmek için çok çirkince tahrikleri eksik etmeden kendince müdahale etmişlerdir. Ve ne var ki birçok saygın yazar bu oyuna düşmüşlerdir. Ne var ki birçok barış yanlısı bu oyunu görememişlerdir.
Barış sürecinin neredeyse tek mimari durumunda olan Rêber Apo'ya yönelmek gelişecek olan barış sürecini sabote etme girişimidir. Kürt halkını şikane etmek sadece ve sadece savaşı kışkırtmaktır. DTP'ye bu türden yönelmek linçlerin önünü açarak kutuplaşma yaratmaktır. Ve bunların tümünü AKP ve devlet politikaları yapmıştır.
Kürt halkının bu durumu kabul etmeyeceği açıktır. Kürtler tarihlerinde yeterince kandırılmışlardır. Yeterince imha ve inkârla yüz yüze gelmişlerdir. Yeterince Ali Cengiz oyunlarıyla aldatılmışlardır. Ancak Kürtler eski Kürtler değildirler. Öz benlikleri oluşmuş ve kendileri olmuşlardır. Onurlarını hiç kimseye çiğnetmeyecek kadar kendileridirler. Hele hele Kürt gençlerini görmek gerekir. Kadınlarından hiç söz açmayalım. Küçük generaller diye tabir ettiğimiz gelecekleri için dağların doruklarında mücadele ettiğimiz çocuklarımız -benzerleri oyuncaklarla oynarken- taşlarla cesaretli olmanın ilk deneyimlerini yaşıyorlar. Analarımız, nurlu ellerinden öptüğümüz analarımız. Benzerleri evlerinde yemek yaparken, onlar tahammül edilemeyecek havalarda meydanlarda yüreklerimizi ısıtıyorlar. Ve onların ısısı her türden soğuğu ve buzu eritecek kudrettedir.
Analarımızın bu yürek dolu ısılarını saygınlığını yitirmemiş Türkiye yazarları ve barış sevdalarının görmeleri dileğiyle…
- Ayrıntılar