Bugün 85 yıl önce 46 arkadaşıyla birlikte Kürt tarihinin en saygın ve yüzü ak çınarlardan birisi insafsızca katledilişinin yıldönümüdür.
Bu kişi Şeyh Said’di. Kimine göre Şeyh Said’e "kal" yani ihtiyar, ak saçlı, aksakallı Şeyh. Öyle ki darağacına giderken “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahçup bırakmasınlar“diyecekti.
Şeyh Said kimdir? Şeyh Said, 1865 yılında Erzurum’un ilçesi Hınıs’a bağlı Kolhisar Köyü’nde dünyaya geldi. Babasının adı Şeyh Mahmut Fevzi’dir. Şeyh Said’in ailesi köklü bir aileydi. Dedesi olan Şeyh Ali, Mevlana Halid’in öğrencilerindendi. Şeyh Ali, Mevlana Halid’in, Şam’daki dergâhında eğitim gören öğrenciler arasında özel olarak ilgilendiği 11 gençten birisiydi.
Şeyh Said Medreselerde eğitim görmüş, dönemin en iyi din eğitiminden geçmiş, Arap-İslam felsefesinin yanında eski Yunan felsefesi ile mantık derslerinin egitimini almıştı.. Arapçayı, Kürtçe kadar iyi konuşuyor, okuyor ve yazıyordu.
Şeyh, genç yaşta çevresinde sivrilmiş, tanınmış bir kişilik olmuş, olgunluk çağında ise bölgede tartışmasız kabul gören saygınlığına, Nakşibendîliğin “Postnişin” ini eklemişti.
Bu pozisyonuyla doğal bir halk lideri, halkın sevdiği ve gönül verdiği, herkesin güvendiği, kabul ettiği, sözü geçerli ve saygın bir isimdi.
Kürdistan’da yeni gelişmeler olmaktadır. Türklerle ortak düşmana karşı kıyasıya bir mücadele verilmişti. Bu yüzden de Türkiye Cumhuriyeti devleti her iki halkın aktif katılımıyla oluşmuş bir cumhuriyetti.
Ne var ki süreç ilerledikçe iki halkın “kardeşliği“ büyük kardeş lehine bozulacaktı. Sevr’de emperyalistler Türklerden taviz koparmak için, adeta bilinçlice tüm Türkiye’nin parçalanmasını gündemlerine alırken, Lozan antlaşmasıyla-artık Musul Kerkük İngilizlere bırakılmış, Kürtler yok sayılmış Sevr unutulmuştu. Olup bitenler kıyasıya mücadeleyle olmuştu. Öyle de olsa İngilizler istediklerini elde etmişlerdi.
Gelişmeler bu yönlü olurken, Kürtlerin bir kısım aydın örgütlenmelerine girişmektedir. Bu örgütlerden bir tanesi belki de en önemlisi Azadi örgütüdür. Ya da Azadi Cemiyeti.
Azadi Cemiyeti, 1923’te merkezi Erzurum olmak üzere yeni bir örgüt olarak 8. Kolordu bölgesinde kurulur. “Azadi” adını taşıyan bu yeni cemiyetin çekirdeğini, eski Hamidiye Alayları subayları ile Türk ordusundaki bazı Kürdistanlı subaylar oluşturmaktaydı. Kuruluş gerekçesi, geçmişte verilen vaatlerin yerine getirilmemesiydi.
Azadi Cemiyeti’nin liderleri Cibran Aşireti ağalarından Halit Bey ile Bitlis beylerinden Yusuf Ziya Beydi. Halit Bey, Abdülhamit’in Hamidiye Ordusu için kurduğu aşiret mekteplerinde okumuştu. Bu yüzden aşiret liderlerinin çoğundan büyük saygı görüyordu. Düzenli orduda albaydı. Yusuf Ziya Bey ise Bitlis’te büyük nüfuzu olan biriydi. Ankara Meclisine Bitlis milletvekili olarak seçilmişti. Rahat hareket etme imkânı bu pozisyonundan dolayı mevcuttu. Cibranlı Halit Bey, Kürt meselesini Milletler Cemiyeti’ne götürmek istiyordu. Ayrıca Azadi örgütü içerisinde yer alan subaylarda vardı. Bunlar; Bitlisli İhsan Nuri, Süleymaniyeli Mülazım İsmail Hakkı Şaveyş ve Hortulu Hurşit gibi Kürt ileri gelenleriydi.
Azadi Cemiyeti, 1924 yılında ilk kongresini yaptı. Katılanlar arasında, Halit Bey’in akrabası olan Şeyh Said de vardı. Bu toplantıda gelişmelere göre Mayıs 1925 isyanı başlatma ve o güne kadar her yere Azadi’nin teşkilatlanmasını oluşturma ve ayrıca ‘dış güçlerle ilişki arama’ kararları alınmıştı. Hedefte Bağımsız bir Kürdistan belirlenmiş, ancak dini motifli propagandanın da Şeyh Said tarafından yapılması da önerilmişti.
Kürtler adım adım örgütlenmeye başlayacaklardı. Ancak öyle görülüyor ki Kürtlerin örgütlenmeleri TC devletinin yöneticilerine ulaşacaktır. Buna karşı devlet kendi cephesinde tedbir alacaktır. Geçmişten beri TC devletinin ve Osmanlılardan edindikleri tecrübelerinin başında direnişin liderlerini ya vurma, ya kaçırtma ya da kendi yanlarına çekme yöntemi vardı. Şeyh Said direnişinde önceleri Cibranlı Xalıt sonrada Ziya Yusuf Paşa takip edilerek zindanlara atılacaklardı. Peşinden ise bilinen başka bir yöntem devreye girecekti, o da; direnişi tam örgütlenmeden erken doğuma zorlayarak hazırlıksız yakalamaktı. Buna göre 13 Şubat 1925 günü Şeyh Said’in bulunduğu köye bir askeri birlik gönderilecek ve sözde bazılarını köyde tutuklayacaklardı. Şeyh Said’in tüm çabalarına rağmen bu plan uygulamaya konulur. Hâlbuki Şeyh "istenen kişileri kendisinin sonra göndereceğini" söyler, ancak buna rağmen istenen kişiler zorla alınmak istenir. Çıkan çatışmada askerler öldürülür ve “isyan” başlamış olur.
Olup biten bir isyan değildir. Olup biten bir direniştir. Kendini savunmadır. Ne var ki liderlik yapacaklar ve askerlik yapacaklar tutuklu olunca tüm yük Şeyh Said’e kalacaktır. Şeyh bu işi bilenleri harekete geçirecek, ancak bir sürü başıboş çetevari yaklaşımlarda yaşanınca önceleri önemli başarı elde edilse, halk destek sunsa da işbirlikçilerin, ihanet edenlerin arkadan vurmalarıyla direnişe destek zayıflayacaktı. TC devleti de erken patlattığı bu direnişe sert yönelerek doğum halindeki isyanı bastıracaktı. Daha trajik olanı ise Şeyh Said’i Şeyh Said’in eniştesi olacak Binbaşı Kasım’ın eliyle yakalatacak ve 28 Haziran'ı 29 Haziran’a bağlayacan gece, 1925 yılında 46 arkadaşıyla birlikte katledeceklerdi.
Evet, tam 85 yıl aradan geçti. Şeyh Said direnişinin bize miras bıraktıkları vardır. Ve halen: “Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahçup bırakmasınlar“ sözleri hala kulaklarımızda çınlıyor.
Bize bıraktıklarını ise diğer yazılarda işleyelim.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 28 Haziran günü Dersim’in Pülümür ilçesindeki Kırmızıköprü karakolu, karakolun güvenliğini tutan tepeye ve helikopter bekleyen askerlere yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Operasyon ve devlet terörünün arttığı bir süreçte, sitemize böylesi bir konuyu almak istemezdik. Kürtler şereflidir ve uğraştıkları konular bambaşkadır. Bin yılların zulmüne, baskılarına, tecavüzüne ve inkârına baş kaldırmış durumdalar. Kürtlük budur. Zaten bu direniş dışında Kürtlüğün başka bir tarihi ve ismi de yoktur. Kürtler düşmanlarına çok öfkeli değiller, çünkü onlar zaten düşmandır. Düşmana karşı mücadele edilir ve bunu Kürtler kadar iyi öğrenmiş çok az halk vardır. Ama Kürtlerin tarihinde bir de tarihleri öncesi anılan bir ihanet tarihi vardır. İşte, Kürtler buna çok öfkelidir. İhanet ve Kürtlük neşter ile artık birbirinden kopartılmış durumdadır. Neşter ile kesilmiş ihanet, irin tutmuş bir et parçası gibi tarihin çöp tenekesine atılmıştır.
Bunun adı Kürtlük olamaz. Kürt kimliğini kirleten tanınmaz hale getiren bu irin parçasını aslında çok da anmak istemezdik. Tıpkı tarihteki Gomora kentinin yakınlarında duran cüzamlılar vadisinin kutsal kitaplar tarafından lanetlendiği gibi, Kürtler de bu ihaneti lanetlemiştir. Kürtlerin de kutsal ayetleri artık direniştir, özgürlüktür. Onun için, Kürtler ihanete karşı öfkelidir. Bir asker annesi ve ya çevresinin duygusallıkları bir yere kadar anlaşılabilinir. Orduya asker gönderme ve savaş edebiyatı sınırını aştığı zamanlarda kendi kendisini deşifre eder. Yılarca bu edebiyata inandırılan halk iki tercih arasından birisini tercih eder; ya alışılmışlığa devam ya da birçok ülke de olduğu gibi savaş karşıtlığı gelişir. Bizim öfke duyduğumuz şeyler bunların anlaşılıp anlaşılmaması değildir.
Kaç gün önce ölen bir subay eşinin “bende kürdüm, Kürtlük onlara mı kalmış?” Sözleri ister istemez insanları düşündürtüyor. Bu örnek için ne söylenebilinir konusunda hala düşünüyorum. Böyle insanların deşifre olması aslında iyi bir şeydir. Kardelen yardımlaşma kuruluşu için çalışıp, çok masumane gösterilen bu şahıs Mardin’de bir de asimilasyon memurluğunu yapmaktadır. Subaylara eş yetiştirme kültüründen gelen bu şahıs oldukça tecrübeli olmalıdır. Yıllarca yatılı okullar ve yardımlaşma adı altında süren bu uygulamalar Siirt’te ortaya çıktığı gibi herkesin gördüğü şeyin başka bir yüzüdür kardelen...
Kardelen bu yardımlaşma denilen şeylerin asıl amacını da deşifre etmiştir. Bir kere Türk ordusunda kendi etnik kimliğini inkâr etmeyen birisiyle evlenilmez. Yardımlaşma dernekleri, kardelen ve subay ile evlilik aslında bir projedir. Devletin güney doğu projesidir. Bu uçların birleşmesi bir geçeği ortaya koyuyor. Yıllarca anlatmaya çalıştık, ama elif denilen şahsın televizyonda çıkıp kendisini apaçık anlatması aslında daha iyi oldu.
Subay, öğretmen ve Kürdistan gibi kavramları yana yana getirdiğinizde çok farklı bir anlam çıkar ortaya. Elif bir model olmalı, bir özel savaş modeli… Özel savaşın onun şahsında zafer kazandığı bir kişilik oluyor. Yıllar yılı devletin Kürdistan’da başarmaya çalıştığı bir hedef de elif gibi kişilikleri çoğaltıp DNA değişikliği yapmaktı. Elif iyi kopyalanmıştır. Bizde kardelenin Kürtçe karşılığı Berfin’dir. Berfin orjinaldir. İşte devlet elif gibilerini bu DNA’dan alıp kopyalamak istiyor. Cilo’nun hırçın soğuğundan yetişen kardelenin mecazi ifadesi olan bu insan ismini Hakkari ya da başka bir ilimizden alıp, Elif gibi kardelen örtüsüyle kopyalamaya çalışılıyor. Dolayısıyla, orada konuşan devletin kendisiydi. Elif şahsının “benim kızım bütün Türkiyenin kızıdır” demesi, aslında devletin kızıdır anlamına gelir. Kendisi de devlet ile izdivaç yapmış bir kadındır. Kusura bakmasın, ama biz Kürtlerde kendisi unutsa da subay demek, devlet demektir.
Elif’in şeref gibi kavramları niye kullandığını çok iyi biliyoruz, çünkü bilinç altında o kavramlardan en yoksun olanı kendisidir. Acaba bu kadının nasıl bir psikolojisi var? Çünkü filmlerde kopyalama yapılırken, kopyalan insanların psikolojik motivasyonunda sorunlar çıkar. Doğa işte… Doğa bile aykırılığı kabul etmiyor. Kopyalamada kırılma noktası bazen bir düğüm oluyor. Kırılma noktası hatırlansa iş biter. Onun için elden geldiğince çok kelime kullanılır. Bir birine yakın kelimeler. İşte, Elif ‘in şeref kavramını kullanması da bu anlama gelir. Şeref Elif için bir kırılma noktasıdır, onun için çok yoksun olduğu bu kelimeleri çok fazla kullanıyor.
Reber APO, bir çözümlemesinde Bonnapartist Sezaryanist ideolojilerde mutlak iktidar gibi bir belirleme yapmıştı. Benzer paramiliter güçlerin de aynı yöntem ve amaç taşımaları doğaldır. Roma en fazla kırılma yaşadığı yerlerden çocuklar alarak, onları şövalye yapardı. Türk’lerde devşirme yöntemi vardır. Yani Kürtçe olan bu kelimenin anlamı sütten kesme, o yaşta alıp eğitme anlamına gelir.
Elif Mardin de öğretmenmiş. Mardin’in özgürlük mücadelesindeki yeri belidir. Mardin demek biraz da kadın demektir. Dolayısıyla devletin oraya el atması ayrıca bir anlamı olmalı. Yani Elif denilen şey, çok yünlü bir özel savaş figürüdür. Kendisi bir model ise kendisi gibi kadın yetiştirmek, DNA bozmak devlet için çok önemlidir. Onun içi Elif’in öğretmenlik yaptığı yeri gerçekten çok merak ediyoruz. Bir korucu köyü ya da mehelmi denilen ayrı etnik yapının olduğu bir bölge de olabilir. Yani Midyat ya da Savur…
Halkımızın bu örneğe teamül etmesi oldukça zordur. Halkımızın arasına karışmış bu DNA’sı bozuk insanların fazla kalması çok zordur. Halkımız devletin böyle politikalarını çok yaşadı, çok gördü. Zaten Kürt sorunu ekonomik sorundur, diyenlerin elde ettiği şey elif gibi insanlardır. Bu çözümün nasıl bir çözüm olduğu elif şahsında apaçık ortadadır. Halkımız şereflidir ve böyle bir izdivacı asla kabul etmeyecektir. Gerekirse boşanma pahasına olsa da!
Numan Bagok
- Ayrıntılar
Herkesin bir hikâyesi vardır. Senin de bir hikâyen var, birkaç gündür televizyon ekranlarından düşmüyor, ha bire hikâyeni tekrarlayıp duruyorsun. Milyonlarca insan senin hikâyeni dinledi, sana ağlayanlar, sana acıyanlar da olmuştur, ama senin söylediklerin üzerinden siyaset yapanlar da. Senin ağızdan çıkan sözler ve o sözleri sana söyleten zihniyet yapılanman, senin söylediklerin üzerinden siyaset yapanları görmene izin vermeyecektir, aksine bir tarafa öfke ve kin kusarken, bir tarafa da sıkı sıkı sarılacaksın. Seni izlerken ve de dinlerken, “kendi düşmanına sevdalanmanın ancak bu kadarı olur” dedim. Bir de ayrıca Kürt olduğun için üzüldüm, acıdım haline. Nasıl ki Türk devleti yüz yıllardır soyundan geldiğin halkı öteleyip ve onun çocuklarına her türlü uygulamayı reva görüyorsa, maalesef bugün sen de onların ağızdan konuşup ötelenen gerçekliğini bir de sen öteledin. Sana sunmuş oldukları imkânlar, seni henüz tayini bile yapılamayan bir öğretmen yapmış olmaları seni onlara borçlu ve minnettar kılıyor olabilir. Ama hiç kendi kendine sordun mu neden doğup büyüdüğüm coğrafyada halkım yoksulluk içinde, niye sonradan öğrendikleri bir dille konuşuyorlar, ya da neden toplumsal açıdan geri bırakılmışlık var? Bırak senin “teröristler” dediğin insanları, neden o coğrafyada çocukların öldürüldüğünü sordun mu kendi kendine? Ceylan’ın parçalanmış cesedini televizyonlardan görebildin mi? Ya Uğur’u… ya senin “asker diye yetiştireceğim” dediğin kızının yaşındaki Enes’i… onların hiçbirinin küçücük avuçlarına silah sığmıyordu, tetiği çekemeyecek kadar küçüktüler. Öldürülen bu çocukların ne suçu var diye sordun mu kendi kendine? Her şeyi bir kenara bıraktım, bir anne olduğun için belki biraz Kürt annelerinin yürek acısını anlarsın diye bunları sana söylüyorum.
Kardelen Elif!
Senin ısrarla Türkiye’nin her yerinde dalgalanacak dediğin Türk bayrağıyla, Atatürk büstüyle hiçbirimizin bir sorunu yoktur. Bir halkın bayrağına ve öncülerine saygı duyacak düzeyde erdemli insanlardır Kürtler, PKK’liler. O yüzden dalgalanmasında hiçbir sakınca görmemekteyiz, fakat o bayrak altında öldürülmeye, kültürel asimilasyona uğratılmaya ve yok sayılmaya tahammülümüz yoktur. İşte senin farkında olmadığın ve hiçbir biçimde gerçekliğini bilmediğin, kavgamız bundandır.
Bilinçsizce sarf etmiş olduğun sözlere rağmen seni suçlayamıyorum. Çünkü seni yetiştiren ve öğretmen yapan o çok bağlı olduğun devlet kurumlarında, sen farkında olmadan sana aşılandı bunlar. Sadece kendi hayat kavgasına girişen bir kadının, bir başka kadınların ya da bir halkın çektiği acıları anlamasını bekleyemem. Senin “terörist” dediğin insanların tümü senin de doğup büyüdüğün coğrafyada büyüdüler. Senin bugün bile farkına varmadığın, yukarıda sorduğum sorularla, çelişkilerle daha çocuk yaşta tanıştılar. Birçoğunun evdeki ismi ayrı, resmi devlet kurumlarında kayıtlı olan ismi ayrı, konuştukları dil ayrı, onlara eğitim kurumlarında öğretilen dil ayrı ve birçoğu biliyor musun, doktor, öğretmen, mühendis, avukat vs. vs… birçoğu senden daha iyi koşullarda okuma ve yetişme fırsatı buldu. Ama ona rağmen senin kadar bencilleşip kendini inkâr edecek düzeye gelmeyi kabul edemedi. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının hangi maddesi senin Türkiye sınırları içerisinde yaşayan, ama Türk halkıyla eşit haklara sahip olan bir halk olduğunu söylüyor ki “ben de Kürdüm” diyebiliyorsun. Kürt olduğunu neyle kanıtlayacaksın?
Kardelen Elif!
Seni Çağdaş Yaşımı Sağlama Derneği yetiştirdi, bizi de Önder Apo ocağı. Zihniyetimiz ve hissettiklerimiz ayrıdır. Bu yüzden birbirimizi anlamamız biraz güç olabilir. Fakat sana sadece birkaç öneride bulunacağım, doğup büyüdüğün coğrafyaya tekrardan dön ve halkının neden yoksulluk içinde yaşadığını, neden göçe mecbur bırakıldığını ve dağlarda vurulan insanların neden vurulduğunu öğren. Yine coğrafyanda çocukların ellerine neden kelepçe takıldığını, zindanlara konulduğunu, en önemlisi de neden öldürüldüklerini araştır. O zaman belki de gerçek anlamda Kürt olduğunu hisseder, terörist dediğin coğrafyanın insanlarına karşı kızını bir asker olarak yetiştirmekten vazgeçersin ve bu savaşa dur diyen, barış ve kardeşlikten yana tavrını koyan “Barış Anneleri”nin içinde yer alırsın. Sen kocandan kalan alyansı boynunda taşıyıp, tabutuna dokunabildin, ama o annelerin çoğunun çocuklarının mezarı bile yok, nerede vurulduklarını bile bilmiyorlar. Ama ona rağmen acılarını başkalarının acılarıyla yıkamayı tercih etmiyorlar.
Son olarak öfkene teslim olma, Kürdistan’ın gerçek kardeleni olmak için kendi köklerine dön ve kendini tanı.
Rojbin GOLAV
- Ayrıntılar
Kürdistan gerillaları hakkında son süreçlerde söylenmeyen söz kalmamış gibi. Yaşam şartlarımız, gerillaya katılım sebeplerimiz, içinde bulunduğumuz psikolojiler, nasıl kandırıldığımız gibi noktalarda başlayıp gerçekten gülünç düzeylere varan değerlendirmeler Türkiye basınında yoğun bir şekilde işleniyor. Böylesi yönelim ve saldırılar karşısında sesimizi duyurmaya çalışsak da sınırlı bir düzeyde kendimizi ifade ettiğimiz de bir gerçek. Bir özeleştiri konusu olan bu durum tabii ki sadece bizim sorumluluğumuz altında değil.
Karşımızda öylesine bir inkar sistemi var ki, toplumu ve onunla ilgili her alanı o kadar tekel altına almış ki önyargılar denizini aşıp ulaşmak oldukça zor oluyor. Hele bir de tarihte tüm özgürlük savaşçılarının başına geldiği gibi bir lanetlenme sıfatı olan terörist, bebek katili, şiddet düşkünü gibi ahlaki yargılarla suçlanmamız da araya girince sesimiz daha bir kısılıyor. Açıklama çabaları arasında, meramını anlatma çabaları arasında gerçek düşünce ve duygularımızı yansıtmakta zorlanıyoruz.
Kişilik haklarının yanı sıra toplum ve halk olmaktan gelen haklarımızın çiğnendiği, günlük soykırım politikalarıyla yüz yüze kaldığımız bir ortamda şüphesiz gerillanın her türlü saldırı ve söylem karşısında cevap olması da beklenemez. Her ne kadar söyleyecek sözümüz çok olsa da nefesimizi hakaretlere cevap olmak maksadıyla harcamamakta kararlıyız. Çünkü halkımızın özgür yarınları için daha çok çalışmak, mücadele etmek ve savaşmak zorundayız. Bu nedenledir ki bırakalım insanlığın en kutlu çocukları devrimci gerillalar karşısında havlamaya devam etsin bekçi köpekleri.
Dediğimiz gibi günlük bir soykırım tehdidi altındayız ve faşist Türk devletinin inkar ve imha siyasetinin son temsilcisi olan AKP hükümetinin ılımlı İslam çerçevesinde yaratmak istediği sistemde bize yer olmadığı artık açık bir gerçek olarak herkesçe görülebiliyor. En basiretsiz insanlar dahi eğer bilinçli bir saptırıcı ve yeminli düşman değillerse bunu görebilir.
Bu saldırı ve yok sayma karşısında Kürt halkı olarak tabii ki sessiz kalacak, teslim olacak değiliz. Bu süreçte her zamankinden daha fazla varlığımızı korumak ve özgürlüğümüzü kazanmak en temel bir hak olarak kendisini dayatmakta. Ya onurlu barış ya da görkemli direniş ikilemi içinde yürüyen süreçte barışçıl çözüm ihtimalinin kalmamasından kaynaklı artık görkemli bir direnişle Kürt halkının geleceğinin inşa edilmesi görevi tüm yakıcılıyla önümüzde duruyor. Bu inşa süreci çerçevesinde başlattığımız yeni mücadele döneminin haklılığı artık hiçbir güç tarafından gizlenemez, türlü oyun ve hilelerle saklanamaz.
Başlattığımız yeni stratejik mücadele döneminin ilk hamleleri olan gerilla eylemlilikleri bir yandan yeni sistemimizi kurmakta yol açıcı rol oynarken, bir yandan da yıllardır süren saldırılar karşısında bir intikam hareketi olarak faşist güruhları cezalandırmaktadır. Gerçekleştirdiğimiz bu eylemler ardından hem hareketimizin haklılığını tersi göstermek, hem de alınan darbeleri gizlemek için sivilleri hedef alıyormuşuz gibi bir izlenim yaratılmak isteniyor. Bir yandan yurtsever Kürt halkı faşist ordu ve emniyet güçleri tarafından katledilerek “bir Kürt daha eksildi” ırkçı mantığı üzerinden kazanç elde ettiklerini sanıyorlar, bir yandan da gerillalarımız hedef haline getirilerek Kürt halkı arasında nifak tohumları ekilmek, çelişki yaratılmak isteniyor.
Defalarca açıkladığımız gibi tüm eylemliliklerimiz için tek kırmızıçizgimiz sivillerin zarar görmemesidir. Buna rağmen sanki yürüttüğümüz gerilla mücadelesi tamamen şiddet düşkünü insanların amaçsız ve hedefsiz yürüttüğü bir saldırı dalgasıymış gibi yansıtılmak isteniyor. Bir yandan gerillanın eylem sonuçları gizlenmeye çalışılırken bir yandan da sivil katliamları yapıp üzerimize yıkarak kamuoyu nezdinde kör şiddet taraftarları olarak yansıtmak istiyorlar.
Bu kara propaganda bir yanıyla yenilgi ardında yaşanan şok ürünü olarak kafa karıştırıp gerillaya karşı tepki oluşturmaya çalışırken tabii ki bir yanıyla da gerillanın gerçek karakter ve mizacının tanınmaması, gerillaya karşı sempati duyulmaması gibi bir sonuç da yaratmak istiyor. Çünkü gayet iyi biliyoruz ki son yıllarda sadece Kürdistan toplumu içinde değil, Türkiye’de yaşayan çok farklı kesimlerde gerillaya ve Özgürlük Hareketine karşı bir sempati gelişiyor.
Salt ulusal bir hareket olmaması, tüm insanlığın sorunları karşısında geliştirdiği ideolojik, felsefi çizgi temelinde yarattığı çözümlerin uygulanabilirliği ve sonuç alıcılığının olması insanların ilgisini çekiyor tabii. Tüm ezilen sınıf, kesim, cins ve akımlar kendilerinden bir parçayı Özgürlük Hareketi’nin içinde gördüğünden özgürlük cephesi her geçen gün büyüyor ve bu sömürgeci erkek egemen kesimlerin çıkarları için hiç de iç açıcı bir manzara değil. Gerillaya saldırılması biraz da buradan geliyor aslında.
Tabii gerilladan daha fazla Önderliğimize yönelik saldırılarda bir artış var. Belki de gerilla karşısında çözüm olamamanın hıncını Önderliğimiz üzerindeki tecridi ağırlaştırarak çıkarmak istiyorlar. Bir yandan Önderliğimize olan bağlılığımızı bildiklerinden duygusal atmosfere kapılıp kontrolsüz ve zamansız eylemlere girmemiz isteniyorken bir yandan da Önderliğimizin esaretini bir şantaj olarak kullanıp “daha fazla ileri gitmeyin” mesajı veriyorlar.
Şunu herkesin bilmesinde yarar var. Biz, Özgürlük gerillaları olarak her şeyden daha çok Önderliğimiz karşısında hassasız. Önderliğimiz, gösterdiği insanüstü direniş ile İmralı işkence sisteminde geçirdiği 12 yılda onurun, şerefin, namusun her türlü baskı ve zor karşısında nasıl zafer kazanabileceğini göstermiştir. Yolumuzu aydınlatan en büyük güç olarak Önderliğimizin varlığı aynı zamanda büyük bir eğitici güç olarak da geleceğimizi çiziyor.
Tabii ki dostlarımız bunu böyle bildiği gibi düşmanlarımız da biliyorlar. Bu yüzden Önderliğimize yönelik baskı ve şiddeti geliştirerek üzerimizde psikolojik etki yaratmak, hedefimize yönelik yoğunlaşmalarımızdan alı koymak hedefleniyor. Bu alçakça olduğu kadar ahlak dışı yönelimlerin dozajına göre tabii ki bizim de verilecek cevaplarımızın olduğunun bilinmesinde de yarar vardır…
Görünen o ki Kürt halkının yaşadığı tarihin belki de en güçlü ve onurlu direniş zamanı bin yıllardır arzulanan özgür geleceği yaratmada dönüm noktası olacak. Böylesi bir süreçte halk savunma güçleri olarak bizler başta Önderliğimiz olmak üzere tüm değerlerimize yönelik gelişen saldırılar karşısında herkesin elinden gelenin üstünde bir direnişi göstereceğine duyduğumuz inancı bir kere daha belirtmek istiyoruz.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Haziran günü 20.00 ile 28 Haziran günü 02.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şeşdara, Xantur yamaçları, Bêtalma ve Partizan Tepeleri, Bêtalma Vadisi ile Bezenikê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Haziran günü Gümüşhane’nin Kelkit kırsalında operasyona çıkan TC ordusu ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Haziran günü saat 21.30 sularında Van’ın Çatak ilçesine bağlı Gırê Sor karakolunun güvenliğini tutan nizamiye ve mevzilere yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Haziran günü 05.00-16.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Girê Buhokê, Mila Bayê, Duavê, Duavê vadisi, Deşta Bırka ve Koordine ve Zendorê Biçûk tepelerine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
