Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Ağustos günü saat 00.00 sularında Ağrının Doğubayezit ilçesine bağlı Sırtlan ile Gürcübulak köylerri arasında gerilallarımız tarafından yol kontrolü gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda 5 tır içindeki malzemelerle birlikte yakılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Ağustos günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Nirkola ile Masiro boğazları arasında bulunan tepeye yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir saldırı gerçekleştirmek isteyen düşman askeri ile gerillalarımız arasında saat 03.00 sularından saat 19.00’a kadar şiddetli çatışmalar yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Batı Kürdistan’da Kürtler uzun yıllara dayalı mücadelelerinin neticesinde özgürlüklerine kavuştular. Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın dünya görüşü ve felsefesinden etkilenen PYD’nin öncülüğünde gelişen devrim ve diğer Kürt partileriyle oluşturulan birlik Batı Kürdistan devriminin başarısı ve geleceği için önemli bir adım olmuştur. Yüksek Kürt Konseyi biçiminde oluşan Batı Kürdistan yönetiminin giderek kendini sistemleştirmesi yaşamı tüm boyutlarıyla örgütlemede kararlı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Rojava devrimini sadece son bir yıllık süre içinde Suriye’de yaşanan çalkantı ve boşlukla izah etmek yanlıştır. Tamamen Türk özel savaşın uydurma ve iftirasıdır. Kürtleri küçümsemek hor görmek ve sömürgeci Suriye rejimi ile ilişkilendirmek ise gerçekleri ters yüz etmektir.
Öncesi de olmakla birlikte Batı Kürdistan devriminin esas gövdesini oluşturan yapı esas olarak ‘80’li yıllarla birlikte Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın Rojava Kürdistan’ındaki çalışmalarıyla oluşturulmaya başlanmıştır. O günden bu güne en az 3500- 4000 civarında Kürdistan devrimine şehit veren bir halk gerçekliği vardır. PYD ve DEV-DEM acılı, zorlu ve mücadeleyle yüklü böyle bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. PYD ve DEV-DEM ne sırtını AKP’ye, ABD’ye ve AB’ye dayanan Suriye muhalefetiyle hareket etmiş ne de mevcut rejimle hareket etmiştir. Üçüncü ve alternatif bir güç olarak Kürt, Arap, Dürzü, Alevi, Ermeni ve Süryanilerle halkların kültürleri, inançları, özgürlük eğilimlerini temsil etme temelinde bir siyaset izlemiş ve kazanmıştır. Dolayısıyla kazanan ve başaran sadece Batı Kürdistan’da yaşayan Kürt Ulusu değil bölgede yaşayan ve bölge mozaiğini oluşturan özgürlüğe muhtaç tüm halklardır.
Bu devrimin diğer bir özelliği de, Kürdü yoksayan, Kürdistanı parçalayan Lozan antlaşmasına ölümcül bir darbe vurulmasıdır. Lozan vurulan her darbe aynı zamanda, sömürgeci Türk devletinin kuruluş ve varoluş zihniyetine de vurulmuş bir darbedir. Unutulmamalıdır ki, Lozan anlaşması 24 Temmuz 1923 yılında gerçekleştirildi. Kürdün ölüm fermanı olan sömürgeci Türk devletinin kuruluşunun ilanı da 29 Ekim 1923 yılında gerçekleştirildi. Aradaki zaman farkı, Türk sömürgeciliğinin neyin üzerinde kendisini yaşattığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle de Lozan’a vurulan veya onu anlamsızlaştıran, tartışılır kılan her darbe, Kürdistanın özgürlüğüne giden yolda bir kilometre taşıdır.
Şimdi sömürgeci AKP hükümeti birliklerini oluşturan, kendi öz yönetimlerini oluşturarak kendi bayrakları altında Arap halkıyla eşit ve özgürce yaşamak isteyen Kürt halkının bu kazanımları karşısında büyük bir ırkçı, inkârcı ruhla saldırmaktadır. “Bir oldubittiyi kabul etmeyiz.”, “Güvenliğimizi tehdit edecek bir terör oluşumuna izin vermeyiz” ve “müdahale ederiz” türünden tehditler savurmaya başlamışlardır. Bunun içinde günlerce toplantı üstüne toplantı yaptıktan sonra sömürgeci rejimin dışişleri bakanını Güney Kürdistan’a göndermişlerdir.( bu yazı görüşmeden önce yazılmıştır.) Sömürgeci Türk devleri açıkça ve alenen herkese göstere göstere Kürtlerin ve Kürdistan’ın içişlerine müdahale etmektedir. Ve kendi sömürgeci politikasını dayatmak istemektedir. Ancak bunun Türk devleti lehine bir sonuç yaratmayacağı uzun vadede Kürt ulusunun birliği ve örgütlü gücünün kazanacağı açıktır.
Sömürgeci Türk devleti bir taraftan Kürtlerin özgürlüklerini kazanmalarını engellemek için harekete geçerken diğer taraftan son birkaç gün içerisinde Türk metropollerinden İstanbul Ayazağa ve Bursa’da Kürtlere karşı azgınlaştırdıkları ırkçı faşist kesimleri harekete geçirmişlerdir. Kürdistan’da ise Malatya’nın Sürgü beldesinde Türkleşen bazı işbirlikçi kesimleri Alevi halkımıza karşı harekete geçirmişlerdir. Alevi ve Kürtleri hedefleyen bu saldırıların hem de kutsal Ramazan ayında gelişmesi AKP devletinin özünde ırkçı ve faşist olduğu fakat İslam dinini bir örtü olarak kullandığı gerçeğini gözler önüne sermiştir.
Daha öncede Dörtyol, İnegöl, Erdemli vb yerlerde Kürtlere karşı saldırılar gerçekleştirilmişti. Daha birçok yerde Kürt gençleri linç edilmek istenmiş, hakaret uğramıştır. Bu saldırıların bazılarında yurtseverler şehit edilmiştir. Fakat Kürtler bu saldırıların amacını gerçek anlamda anlayarak bunlara karşı gerekli tavrı göstermede yetersiz kalmıştır. Öncelikle bu saldırılarla metropole zorla göçertilen Kürtler korkutularak, sindirilmek ve örgütsüzleştirilerek kimliğinden ve özgürlük hareketinden vazgeçirilip Türkleştirilmeye yönlendirilmek istenmektedir. Bu yüzyıllık bir projedir ve bugün de sürdürülmek istenmektedir.
Ancak önemli bir kesim bu soykırım planı gerçeğini yeterince anlamış olmaktan uzaktır. Bunu nereden anlıyoruz. Başta metropolde yaşayan halkımız olmak üzere tüm halkımızın bu saldırılar karşısında gösterdikleri tutumu sadece basın açıklamalarıyla sınırlı tutmalarından anlıyoruz. Ulusal refleksler son derece zayıf ve etkisiz kalmaktadır. Hala “milliyetçi damgası” yenilmekten mi çekiniliyor bilemiyoruz. Unutulmamalıdır ki biz bir halkız ve her halk gibi nerede olursa olsun kendimizi savunma hakkımız vardır. Şüphesiz halkaların kardeşliği arzumuzdur. Ancak bu ırkçı ve bizi yok etmek isteyenler ile kardeşlikten bahsetmiyoruz. Biz Kemallerin, Hakilerin, Denizlerin ve Mahirlerin gerçek kardeşliğinden bahsediyoruz. Gerçek eşit özgür kardeşliğin yolu da Kürt halkı olarak varlığımızı ve özgürlüğümüzü savunmaktan geçer. Varlığınız yok olduktan sonra kimse ile kardeşlik yapacak durumda da olamazsınız. Başka halklarla eşit özgür kardeş olabilmek için öncelikle topraklarımızda özgürce ve özgür kimliğimizle yaşamamız gerekiyor. Başka türlü ne özgürlük ne de kardeşlik olur. Hele hele ırkçı ve faşist bir ruhla kışkırtılmış kesimler karşısında sessiz kalmakla ya da yeterince ve gerektiği kadar ulusal demokratik refleksle hareket etmemekle de sadece bu kesimler azdırılmış olur.
Gerek İstanbul ve Bursa gerekse Malatya’da Kürtlere ve Alevilere karşı sergilenen ırkçı ve faşist saldırılara karşı hala da kimse ciddi bir tepki ortaya koymuş değildir. Sadece Pir Sultan Abdal Derneği Genel Başkanı Kemal Bülbül’ün “ bizi Zülfikar kuşanmaya zorlamayın” sözü ve kimi grupların sınırlı gösterileri dışında ciddi bir refleks açığa çıkmış değildir. Neden? Ne zamana kadar?
Kürtlerin ve Alevilerin Maraş, Malatya ve en son Madımak katliamlarından ciddi dersler çıkarmaları gerekir. Yapılan tehditleri ve saldırı pratiklerini küçümsememek gerekir. Hele hele atılan tokattan sonra öbür yanağını da çevirmek gafletinde hiç olmamak gerekir. Irkçı, faşist, Kürt ve Alevi düşmanları olan bu kesimler kardeş Türk halkını asla temsil etmiyorlar. Bu kesimlere karşı savunma hakkımızı kullanmak, atılan tokat karşısında diğer yanağımızı çevirme yerine onları bir daha tokat atamaz duruma getirmek esas alınmalıdır. Gerçek kardeşlerimizle kardeşleşmek o zaman mümkün ve anlam kazanmış olacaktır.
Unutmayalım ki Rojava’daki Kürdistan devrimini tehditler savurarak tasfiye etmek için harekete geçen ırkçı AKP hükümeti ile Kürt ve Alevi halkımıza saldıran zihniyetin beslendiği kaynak bir ve aynıdır. Bu nedenle bu saldırıları birbirinden ayrı ele almamak gerekir. Rojava’daki Kürtlerin devrimini ve kazanımlarını savunmak bu ırkçı saldırılara karşı serhıldanları yükseltmekten geçer.
Şıtazın ve Oremar Devrimci operasyonundan sonra Şemzinan’da 23 Temmuz 2012 tarihinde başlayan yeni devrimci operasyonu aynı zamanda halk olarak serhıldanlarımızı daha fazla örgütlü ve sürekli kılmaya çağrı anlamına gelmektedir.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Ağustos günü saat 18.30 sularında Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Girê Çetan alanından sınırı geçerek Deriyê Dawetiya alanına geçmek isteyen skorsky helikopterine yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda darbe alan helikopter geri çekilmek zorunda kalmıştır. Eylem ardından Deriyê Dawetiya alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatları ile 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana görüşemiyor. Bir yıldır Kürt Halk Önderi üzerinde AKP hükümeti tarafından görüş yasağı uygulanıyor. Bu bir yıllık süre içinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bir kez kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşebildi, bir kez de avukatlarına faks gönderebildi. Son bir yıldır bunlar dışında Önder Abdullah Öcalan’dan bilgi alınabilmiş değil. En son gönderdiği fakstan bu yana geçen yaklaşık yedi aydır da herhangi bir bilgi dahi alınamıyor. Dolayısıyla da başta yakınları olmak üzere tüm Kürt halkı ve demokratik çevreler Önder Abdullah Öcalan’ın sağlığından ve yaşamından endişe ediyor.
Geçen bir yıl içinde bu konuda çok şey söylendi ve yazıldı. AKP hükümetinin Kürt Halk Önderi üzerinde bir yıldır uyguladığı dünyada eşi bulunmayan mutlak tecrit eleştirildi ve protesto edildi. Yine bir yıldır Önder Abdullah Öcalan’ın mutlak yalnızlığa karşı geliştirdiği büyük direniş anlaşılmaya ve izlenmeye çalışıldı. İmralı mücadelesi geçen bir yılda Türkiye ve Kürdistan’daki tüm gelişmelere ve çekişmelere damgasını vurdu.
Şimdi de aynı tartışma ve mücadele devam ediyor. Son avukat görüşünün yapıldığı 27 Temmuz 2011’in birinci yıldönümü nedeniyle herkes İmralı’da uygulanan mutlak tecridi tartışıyor. Geçen bir yıl içinde yaşanan olayların dökümü yapılıyor ve bunların İmralı tecridi ile bağlantısı ortaya konmaya çalışılıyor. İmralı sistemini ve Kürt Halk Önderi üzerinde uygulanan mutlak tecridi protesto eylemleri dünyanın dörtbir yanında ortaya çıkıyor.
Kürt halkı yediden yetmişe ve dünyanın dörtbir yanında ayakta. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm Kürt toplumu İmralı sistemini ve Önder Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridi protesto ediyor. Başta Kuzey ve Batı Kürdistan olmak üzere dört parçada ve yurtdışında halk Önder Abdullah Öcalan’a sahip çıkıyor. Her yerde mitingler, gösteriler, kınama açıklamaları ve protesto eylemleri yapılıyor. Kürt toplumu neredeyse öfkenin doruğuna ulaşmış durumda. Eğer bu soruna çözüm bulunmazsa yakın gelecekte Kürtlerin büyük bir öfke patlaması yaşanabilir. 14 Temmuz Amed protestosunu çok çok aşan kitle hareketleri sert bir biçimde gelişebilir.
Kuşkusuz tarih boyunca bireylere ve topluluklara yönelik çok vahşi baskı, işkence ve katliam uygulamaları sözkonusu. İnsan kellesiyle duvarlar örüldüğü biliniyor. İnsanların diri diri derilerinin yüzülmüş olduğu anlatılıyor. Etkisiz kılınmış insanların sıra sıra asıldığı yerlere siyaset meydanları deniyor. İnsanlara yönelik onur kırıcı her türlü sözlü hakaretten dışkı yedirmeye kadar çok çeşitli maddi saldırının yapıldığı biliniyor.
Bunların hepsine çok yakın geçmişte bizler de tanık olduk. Bu temelde baskı yöntemlerinin en ağırının psikolojik alanda yapılanı olduğunu yaşayarak öğrendik. “Yalnız bırakma” insanın insana yaptığı baskı uygulamasının herhalde en ağırı ve acımasızı. Tarih boyunca insanlar yalnız bırakılarak teslim alınmak isteniyor. Kuyu gibi zindanlar bunun için yapılmış bulunuyor. Böylesi zindanlarda sonuna kadar direnerek teslim olmayan kişiler özgür insanlığın kahramanları olarak hep saygıyla anılıyor.
Yakın tarihimizde en ağır baskı ve işkenceyi 12 Eylül faşist-askeri rejiminin uyguladığını herkes biliyor. Özellikle Diyarbakır zindanında yapılanlar halâ belleklerde taptaze ve kolay silineceğe de benzemiyor. Bu insanlık dışı uygulamaların en ağırlarından birinin “yalnız bırakma” olduğunu yaşayan herkes anlatıyor. Özellikle 35. Koğuşun tek kişilik hücreleri insan öldürme yerleri olarak anılıyor. Zindan Direniş Önderi Mazlum Doğan’ın tek başına kaldığı böyle bir hücrede Nirvana’ya erdiği biliniyor.
Şimdi AKP hükümeti tarafından da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik benzer uygulamalar yapılıyor. Ondört yıldır İmralı tecrit ve işkence sistemi içinde tek başına tutulduğu yetmiyormuş gibi, bir yıldır da “Mutlak tecrit” uygulanıyor. Önder Abdullah Öcalan bir yıldır “Mutlak yalnızlık” içinde tutuluyor. Bu biçimde Kürt Halk Önderi ve halkına karşı şantaj yapılıyor. Mutlak yalnızlığın ifade ettiği psikolojik baskı ile Kürt Halk Önderi ve halkı teslim alınmak isteniyor.
Görülüyor ki, kendini “İleri demokrasi” olarak takdim eden AKP yönetiminin 12 Eylül faşist-askeri rejiminden fazla bir farkı yok. Yaşananlara Kürtlerin penceresinden bakınca durum böyle. Yine baskı, terör, tutuklama ve işkence var. Yine şiddet, katliam ve kırım var. Yine yalnız bırakma, tek kişilik hücre, psikolojik baskı var. Hem de öyle birkaç ay ya da yıl da değil. Tam ondört yıllık bir süre boyunca İmralı’da bu sistem uygulanıyor. Tarihin tanık olduğu en ağır ve uzun süreli yalnızlaştırma işkencesi uygulanıyor.
Elbette AKP hükümeti Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uygulamaları ile ne yaptığını çok iyi biliyor. Öyle bilinçsiz ve tesadüfen olan pek bir şey yok. Her şey son derece bilinçli ve planlı bir tarzda yapılıyor. AKP hükümeti ondört yıllık İmralı işkencesiyle Kürt halkına yönelik nasıl onur kırıcı hakaret uyguladığının çok iyi farkında. İmralı işkencesi altında tutulanın bir kişi değil, bir halk olduğunu, Kürt halkının onur ve iradesini baskı altında tutuğunu çok iyi biliyor. Bu nedenle de Kürt halkı bu onur kırıcı işkence sistemine karşı hangi yöntemle dirense hakkı oluyor.
Tabiki bu direnişin öncülüğünü de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yapıyor. Ondört yıllık yalnızlık ve psikolojik baskıya karşı direnmek dile kolay! Bir yıllık mutlak tecrit ve mutlak yalnızlığa karşı direnmek dile kolay! “Yalnız bırakma” bir insana yönelik uygulanacak en ağır baskı biçimi olduğuna göre, İmralı sistemi altında Kürt Halk Önderi’ne yönelik en ağır baskı ve işkence türü uygulanıyor. Tüm bu uygulamalara karşı da İmralı’da Önder Abdullah Öcalan tarafından tarihin en büyük direnişlerinden biri sergileniyor.
İmralı direnişi Eyûp ve Nesimi duruşunun günümüze taşınması oluyor. Amed’teki Mazlum direnişçiliğinin İmralı’ya taşınmasını ifade ediyor. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direniş ruhunu İmralı’da zirveleştiriyor. Tüm bunların birleştirilmesi olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı direnişi, en ağır baskı biçimi olan mutlak yalnızlığın yenilmesi anlamına geliyor. Yalnızlığı yenmek, her türlü baskı ve işkenceyi yenerek mutlak hakikata ulaşmak demektir. Kürt Halk Önderi mevcut bilinç ve duruşuyla mutlak özgürlük hakikatına ulaşmayı temsil ediyor.
Yoksa ondört yıldır İmralı tecridi altında yaşamı yaratmak mümkün mü? Bir yıldır İmralı’daki mutlak tecride karşı direnmek mümkün mü? Burada yalnızlığı yenmeyi ifade eden yüksek bir bilinç düzeyi olmasa böyle bir direniş yürütülebilir mi?
Şimdi herkes çok daha açık bir biçimde görüyor ki, İmralı’da Kürt Halk Önderi şahsında insanlık ve özgür yaşam katlediliyor. İmralı işkencesi sürdükçe barış ve Kürt sorununun çözümü mümkün değil. Bu da Türkiye ve Ortadoğu için önlenemez bir felâket demek. Yalnızlığı yenerek Kürt Halk Önderi, kendini barışın, demokratik çözümün ve özgür yaşamın simgesi haline getirmiş durumda. Olacaksa bir barış ve özgür yaşam, o ancak Kürt Halk Önderi ile birlikte olur.
Bu nedenledir ki Kürt halkı “Önderliksiz Yaşam Olmaz!” diyor. Bu nedenledir ki yüzbinler Amed sokaklarını doldurarak “Öcalan’a Özgürlük” istiyor. AKP hükümeti kendi küfür düzenini görüp de mevcut hakaret rejiminden vazgeçmedikçe, Kürt halkının daha büyük bir öfkeyle “Önder Apo’ya Özgürlük” isteyeceği anlaşılıyor. 27 Temmuz’un birinci yıldönümünde yaşananlar bunu gösteriyor. İkinci yılda ise Kürt halkının “Önder Abdullah Öcalan’a Özgürlük ve Kürdistan’a Statü” hedefini mutlaka başaracağı ortaya çıkıyor.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgür Politika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 31 Temmuz günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde öğlen saatlerine kadar süren çatışmalarda Yukarı Nirkola Boğazında düşmanın 3 askeri, Yukarı Gumoka alanında birlik komutanı, Masiro Boğazında ise düşmanı bir askeri olmak üzere toplam düşmanın 5 askeri gerillalarımız tarafından öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Planlamada diğer bir husus da; daha çok vuruş tarzına, çalışma ve yaşam tarzına ilişkindir. Devrimci savaşın dayanaklarını iyi göz önüne getirdik, düşmanı da, hedefleri de daha ayrıntılı değerlendirdik. O halde gerisi nedir? Gerisi, çok yoğun günlük çalışma tarzıdır. Eğer hedeflere eylemle ulaşmak söz konusuysa, burada vuruş tarzı önem kazanır. Tabii ikisi de, günlük olarak militan bir yaşam tarzını gerektirir.
Devrimci yaşam üzerine çok durduk. Devrimci yaşamın günlük olarak nasıl icra edilmesi gerektiği konusu üzerine yapılmış değerlendirmeleri tekrarlamak istemiyorum. Bunlar her zaman planlamaya almanız gereken hususlardır. Devrimci yaşam herhangi bir yaşam değildir; olağanüstü bir yaşamdır, özellikleri vardır, bunları sıralamaya gerek görmüyorum. Dikkatlilik, duyarlılık, bilinçlilik, örgütlülük, sağlam bir düşman kavrayışı, devrimci dayanaklar, hedefler kavrayışı kesinlikle gereklidir. Bunlarla devrimci tarzda yaşanılır. Kişilik hep böyle olmalıdır. Hayali, tembel ve kaytarmacı olan kişilik asla kabul edilemez. Bir devrimci “canım sıkılıyor, bıkmışım” demez. Devrimci kişilikte bunlar suçtur.
Siz, devrimci bir yaşam tarzınız olmadığı için kaybediyorsunuz. Yaşam söz konusu olduğunda, sağa sola yıkılıyorsunuz, tembel, istismarcı, kaytarmacı, kariyerist, düşkün, havai yaklaşıyorsunuz. Böyle birçok özellik sayabiliriz. Eğer sizde bunların zerresi bile varsa, kişiliğinizin sağlam bir yaşamı yoktur. Sağlam bir yaşam, sağlam bir kişilik olmadan da sağlam bir çalışma tarzına ulaşamayız. Sağlam çalışma tarzı, sağlam kişiliğe ve sağlam yaşam tarzına bağlıdır. Demek ki iyi bir planlayıcı olmak için çok sağlam bir yaşama sahip olmak gerekir.
Köylü kurnazlığı veya küçük burjuva kendini bilmezi yalnız kendisiyle değil, yaşamla da oynuyor. Beni bile saptırmaya çalışıyor. Yaşam tarzıyla tam bir ağa, tam bir küçük burjuva kurnazlığı; kendini aldatmış, yanındakileri aldatmış, devrimci yaşamla bağdaşmayan ne varsa gün be gün yaşıyor. Köylü kurnazlığı, küçük burjuva yüzsüzlüğüyle hareket edenler, partinin sapmaz değerleri var, parası var, onu nasıl alıp harcarım, kadroları nasıl yedeğime alıp kullanırım, halkı nasıl hizmetine koştururum diyor. Tarzı böyle olan biri tabii ki suçludur. Ağalık dediğimiz, küçük burjuva dediğimiz, hatta kölelik dediğimiz olay burada düğümleniyor.
Bu yaşam tarzıyla, bırakın hedefler üzerine gitmeyi, devrimciliği kurtarmayı, ancak objektif ajan olunur. Böyle birçok objektif ajan var. Bunların işi gücü, bana şunu bunu şikâyet etmektir. Bırakın şunu bunu da, sen ne durumdasın, senin yaşamın nasıl diyorum. O, o kadar kurnazlaşmış ki, kendi görevini bana yaptırtmaya çalışıyor. Ne yazık ki, çoğunuz bilmeyerek bu pozisyonu yaşıyorsunuz. Sıkıntılarınız, önünüzde engelleriniz var. Onu devrimci yaşamla aşacağınıza, mevcut yaşamınızla aşmaya çalışıyorsunuz. Bu da mümkün değildir.
Doğru yaşama ulaşmada kişilik savaşımı çok önemlidir. Devrimci yaşamda ısrar çok önemlidir, olmazsa olmaz kabilindedir. Belirttiğim hususlarda ısrar etmek, ihanetten daha tehlikelidir. Ama bütün raporlar bunlarla dolu. Hepsi ayak kaydırmacı, hepsi çevresini suçlayıcı, hepsi kariyerini artırıcı, tasfiyeci... Bu kişilik, hedefler konusunda belirttiğim gibi, derhal tutuklanması gereken bir kişiliktir. İçinizde iyi niyetliler, dürüstler var. Bastırıcı kişiliğin yaşam tarzı felakettir. Bunu yaşayanları derhal tutuklayın. Devrimci değerlere biraz saygınız varsa, “yetkin ne olursa olsun senin buradaki yaşamın dürüst değildir. Zengin evinde kalıyorsun, parayı çok harcıyorsun, yoldaşların üzerinde kötü tasarrufta bulunuyorsun. Savaş imkânlarını, silahlarını düşmana kaptırıyorsun, tembelsin” demelisiniz. Eğer eski tutumunda ısrar ederse, örgüte bilgi verirsiniz. Bilgi verme imkanınız yoksa, çok tehlikeliyse hayatınızı ortaya koyup onunla mücadele etmelisiniz.
Devrimci yaşamın kendisi olmadan, hiçbir devrimci görev başarıyla yerine getirilemez. Devrimci yaşam derken olağanüstü bir yaşamdan bahsetmiyorum. Asgari dürüstlük ölçülerinde bir devrimci yaşam mümkündür, bunu göstereceksiniz. Gösteremezseniz, bu PKK’de er veya geç sizi bulacak olan feci bir sondur. Kesin dürüst yaşayacaksınız. İstismarcı, kariyerist, tembel, değerleri bastıran, tasarrufuna çeken biri olmayacaksınız. Başkaları yapsa da, siz alet olmayın, ne de kendiniz yapın. Saflarda iyi bir yaşam savaşçısı olun. Bununla bağlantılı olarak ortaya çalışma tarzı çıkar. Tabii ki kişiliği sağlam olan, yaşamı sağlam olan sağlam çalışabilir. Nedir çalışma tarzı? Günlük olarak ne kadar eğitim, ne kadar örgütlenme, ne kadar eylemlilik akla gelir. Günlük olarak benim propaganda gücüm ne kadardır? Örgütlenme gücüm ne kadardır? Hedeflerim eylemliliğe ne kadar ulaşır? Bu işler için sınır yoktur.
İnceleme, araştırma görevi de çalışma tarzına eklenmelidir. Baktın propaganda yapabileceğin kimse yok, kitle yok; hemen inceleme yap. Çünkü sizin incelemeye, araştırmaya, kendinizi eğitmeye şiddetle ihtiyacınız var. Baktın teksin, bunu yapabilirsin. Çalışma tarzın budur. Baktın ki çevrende eğitimsiz insanlar var, onlara propagandanı yap, eğitimini ver; baktın ki daha kalabalık bir alandasın, ajitasyon çek. Baktın ki, eylem fırsatı doğuyor, eylem görevlerini hemen yerine getir. Gücün oranında eylem yap. Birinci gün yapamıyorsan, ikinci gün yap veya haftada bir yap. Her gün kendini de bir saat eğit.
Demek ki bir devrimci hiçbir zaman, hiçbir yerde benim çalışma tarzım oluşamaz diyemez. “Uğraşacak ne örgütlenme ne de eğitim vardı, sırtüstü uzanıp yattım. Çalışma tarzım, tembel tembel günleri harcamaktı, imkanları harcamaktı” gibi tutumlara girmek suçtur. Görüyorsunuz ki görevler diz boyudur. Hiçbir devrimci, bir tek gününü bile doğru çalışma tarzı olmadan geçiremez. Bir güne sığdırılacak işler dev boyutludur. Sen de tüm kişiliğini, yaşamını devrime, devrimin çalışma tarzına adamışsın. O halde gününü en verimli tarzda geçirmelisin. En verimli tarz; eylemse eylem, örgütse örgüt, eğitimse eğitim, artık onu sen tayin edeceksin.
Çalışma tarzında verimlilik şarttır. Süreklidir, yoğundur ve verimlidir. Kitlelerin örgütlenmesi çok acilse, hemen örgütlersin. Bir komiteyi örgütlemek çok önemliyse, hemen komiteyi örgütlersin. Demek ki çalışma tarzına, yoğunluk itibarıyla, verimlilik itibarıyla en doğru karşılığı vermeden devrimci militanlık yapılamaz. Günü çalışmasız, verimsiz geçirme, hatta çalışma tarzı diye bir sorunu var mı, yok mu hiç oralı bile olmama en tehlikeli tarzdır, devrimcilik de değildir. Görüldüğü yerde hesap sorulmalıdır. Doğru devrimcilik; çalışma tarzı mükemmel olan, gücünü mükemmel planlayan ve en verimli bir biçimde bu planı hayata geçirendir.
Örgüt için nasıl bir plan çiziyorsak, çalışma tarzı için de, aynen bir örgüt gibi, parti gibi günlük plan gerekir. Bunun için gününüzü iyi planlayın. Planlarınıza iyi hedefler koyun ve hedeflerinize iyi bir yaşamla, yoğun bir çabayla ulaşın. Çalışma tarzında başarılı olan bir militanın tarzı budur. Kişilikte aranması gereken, özellikle eylem adamlarının, hareket komutanlarının koparma tarzı budur. Bu serhıldan ve ideolojik mücadele için de geçerlidir.
Yaşama tarzı, çalışma tarzı günü birliktir. Eğer bir kişi çok daha ileri bir komutayı yakalamak istiyorsa, yaşama tarzıyla çalışma tarzını birleştirmelidir. Mesela benim yaşama tarzım, çalışma tarzım hemen hemen iç içedir ve aynıdır. Tabii bu güç ister, çaba yoğunluğu ister. Herkesten aynı derecede istenmeyebilir, fakat hedef aynıdır. Yaşam, çalışma ve savaş tarzını veya koparma tarzını birleştirmektir. Eylemde koparma tarzı dediğimiz olay nedir? Özellikle yaşamı, çalışmayı iyi düzenlemişse, son öldürücü darbeyi vurarak veya koparıcı adımı atarak bütün devrimci görevler yerine getirilir.
Düşman iyi tanınmış, halkın durumu iyi değerlendirilmiş, hedefler iyi belirlenmiş, devrimci yaşama, çalışmaya da dört dörtlük bir hak verilmişse, o noktada saldırılır. Nasıl hedeflerde olumluluk, olumsuzluk varsa; burada da aynı durum söz konusudur. Tam yöneliş anındayken bazıları ikircikliğe düştük, çok taciz edildik, kenarından geçtik, teğet geçtik diyor; bu durumlar vuruş tarzına en kötü yaklaşımı içerir. Halk içinde on ikiden vurma denilir, vuruş tarzı biraz da böyle izah edilir. An, vurma anı, vurulma anıdır. Sen vurmazsan, o seni vurur. Düşman pusuda veya savunmada, sen ise saldırıdasın, pusudasın. Kim bir dakika gecikirse, o gider. Pür dikkat olunmalı. An, yaşamın bir noktaya, bir dakikaya sığdırılma anıdır.
Vuruş tarzına ulaşan kişilik; en yoğunlaşmış askeri kişiliktir. Komutanlar, delidolu adamlardır, dopdoludur. Askeri okullarda da en temel ders, aslında bu özelliklerdir veya yoğunluk dersidir. Siyasette, askeri teoride, kültürde, ahlakta en yoğunlaşmış ifade komutan kişiliğidir. Komutan deyince akla ne gelir? Emreden ve vuran kişi gelir. Koparıcı kişilik nedir? Bütün bu konularda en yoğunlaşmış, yani bir yumruk haline gelmiş kişiliktir. Komutanın dili çok serttir, yüreği de, iradesi de buna yeterlidir. Fakat çok hazırlanmıştır, yoğunlaşmıştır. Çoğunuzun yaptığı gibi, sahte komutan değildir; bütün koşullarını hazırlamıştır, koşullarını değerlendirmiştir, hedeflerini belirlemiştir, örgütünü kurmuştur ve kararı doğrudur. O zaman vurur, vurdurur. Yani koparış tarzı da, vuruş tarzına yaklaşmış demektir. Bu da komutanlık halkasını tam yakalamak demektir.
Türk sistemine bakın, bütün dünya sistemine bakın; komutanlar dili ve eylemiyle çok yetkindir. Yani vuruş tarzına ulaşmış demektir. Bir de kendinize bakın; çoğunuzun dili yetişmiyor, emredemiyorsunuz bile. Hazırlık yapmamışsınız ki emredesiniz. Güç oluşturmamışsınız ki, hazır gücü bile değerlendiremiyorsunuz. Benim bin bir emekle emrinize verdiğim bir gücü, emirle ayağa kaldıramıyorsunuz. Zaten komutanın zavallılığı burada. Komuta sorunlarının ağırlaşması burada. Hazır gücü seferber edemiyor, emre koşturamıyor. Çoğunuzun diline bakın; sağlam bir emretme kabiliyeti yok.
Bunları belirtirken, asalım, keselim demiyorum. Sağlam bir komuta kişiliği, gerekirse yılanı tatlı dille deliğinden çıkarmaktan tutalım düşmanı farkına vardırmadan yenmeye kadar bu tarzı konuşturan kişiliktir. Çoğunuza bakıyoruz; “tam vuracakken ikircikliğe, kararsızlığa düştüm, biçildim, kurşunu sıktım, ama kenarından sekti, teğet geçti” diyorsunuz. Bütün bunlar sizin tarzınızdır. Düşmana gider böyledir, halka gider böyledir. “Üslenemedim, halkla ilişki kuramadım, örgütü hazırlamadım” der. Silahı varsa morali yok, morali varsa silahı yok, ikisi varsa örgütü yok; hepsi darmadağınık. Böyle komutan olmaz, böyle vuruculuk olmaz. Bu kişilikler koparıcı olamaz.
Askeri an; her an eylem durumunu yaşamak demektir. Bu anı yaşayamazsan biçilirsin. Nitekim arkadaşlar umulmadık yerde biçilmiştir. Şu deniliyor; “hiçbir grubumuz, bilinçli bir biçimde savaşı nasıl verdiğini, kaybettiğini veya kazandığını bilmiyor.” Bu doğru bir tespit ve çok egemen bir yandır. Beklenmedik yerde vuruluyor, beklenmedik bir biçimde vuruluyor. Bunu biz kabul edemeyiz. Böyle vurup kaybetmesi de, kazanması da kabul edilemez. Doğrusu tamamen planlanmıştır, her şey önceden düşünülmüştür. İkirciksiz yaklaşılmış ve düşmanın ruhu bile duymadan vurulup koparılmıştır. Halka gidilmiştir, halkın canı, ruhu olunmuştur, kazanılmıştır. Örgüte bakılmıştır, noksanlığı görülmüştür. Morali zayıfsa üstün moral, örgütü zayıfsa üstün örgüt sağlanmıştır. Vuruş tarzı, koparış tarzı böyledir. Kendinize bakın, durumunuzu yorumlayın. Çok yetersiz, sağa sola yalpalayan, tereddütlü; düşmana karşı tereddütlü, kendine karşı tereddütlü... Bu felaket bir kişiliktir. Bu kişiliği terk edeceksiniz. Koparıcı kişiliğe, vuruş tarzına ulaşmış kişiliğe tam ulaşmazsanız bütün çabalarınız boşa gider.
Mevcut planlamanızın bütün hususları tam olsa bile, vuruş tarzınız, vuruş stiliniz, üslubunuz ciddi noksanlıklar içeriyorsa; bir saatin elli dokuz dakikası sağlam işlense bile, son bir dakikayı iyi işleyemezseniz, altmışıncı dakikada kaybettiniz demektir. Veya bunu bir futbol maçına benzetirsek; seksen dokuz dakika iyi oynamışsınız, iyi götürmüşsünüz. Doksanıncı dakikada gol yediğinizde, elenmişsiniz demektir. Yani vuruş tarzının kendisi gol atma dakikasıdır, vurma dakikasıdır, sonuç alma dakikasıdır. Düşünün; o an gol atacağız, o an hemen koparıp alacağız. Bir an olarak değerlendiriyorsunuz ve kişiliğiniz buna hep hazır. İşte komuta kişiliği, gol kişiliği, hücum kişiliği... Bu da taktik önderlikte en sonuç alıcı özelliktir. Ve ne yazık ki bu, saflarımızda en az gelişen özelliktir. Biz aslında elli dokuzuncu dakikaya veya seksen dokuzuncu dakikaya kadar iyi gidiyoruz, ama sonuncu dakikayı kötü tamamlıyoruz. En temel taktik önderliksel sorununuz da budur.
Elli dokuz dakikaya ne girer; uzun süre eğitim, sabır, sıkıntılara, acılara katlanma girer, bilinçlenme girer. Her türlü inceleme, araştırma, diğer hazırlıklar girer. Bütün bunlar elli dokuz dakika eder. Ama bütün bunları niçin yaptınız? Aslında sonuncu dakikayı tamamlamak için, yani iyi vurmak için, koparmak için. Bir meyve ağacını düşünelim; yetişip meyve vermesi için ne kadar süre gerekir? Gübre, sulama, zaman ne kadar gerekli? Meyve olgunlaşmak üzere ve düşme anı var, söz konusu an, o anı yakalamaya benzer. Bir yıl beklediğiniz o ağacın bir dakikada meyvesini koparacaksınız, emeğinizin sonucunu bir dakikada alacaksınız. İşte vuruş tarzı da, olgun meyveyi koparma tarzıdır. Bu olmadan da bir yıl boşa gider, harcadığınız zaman boşa gider. Böyle bir planlama en başarılı bir vuruş tarzıyla tamamlanır. Bunun adı başarıdır. Eğer çok ciddi bir hedefin üzerine gitmekse zaferdir.
Parti saflarımızda, ordulaşma, savaş sürecimizde emek harcamamıza rağmen, vuruş tarzına ulaşmamış kişiliği mahkum edelim. Onun yaşam ve çalışma tarzını mahkum edelim. Bunun yerine vuruş tarzını başarıyla gerçekleştirecek yaşama gücünü, çalışma tarzını kendimizde egemen kılalım. Ve mutlaka sonuncu anı veya hedefi düşürmeyi mümkün kılan bir militan tarzı egemen kılalım. Buna ulaşmadan devrimciliğinize asla tamamlanmış gözüyle bakmayın. Yaşamaya, çalışmaya yeterlilik anlayışıyla yaklaşmayın. O halde, hepinizin en temel bir özelliği de vuruş, koparış tarzında ikirciksiz olduğu kadar keskin, usta olduğu kadar yaratıcı, sonuçlarını derleyici, bütün örgüte, savaşa mal edici olmalıdır. Örgütçümüzün, savaşçımızın, onun ordusunun en zayıf olduğu bu yönünü giderebilirsek -buna devrimci savaşımın geliştirilme sorunları diyoruz, özel savaşımın çöktürülmesi diyoruz- bunun böylesine bir vuruş tarzı ile bağlantılı olabileceğini göz ardı etmeden, militan tarzı tamamlayabilir ve ancak bu tarzda savaşarak başarabiliriz.
Bir kez daha ana hatlarıyla hatırlatırsak; bütün savaşan birimler, ideolojik cepheden tutalım kültür cephesine, en acımasız devrimci katılım cephesinden tutalım serhıldan cephesine kadar, böyle bir plan anlayışıyla yaklaşmaktan vazgeçilmez. Parti tecrübesinin getirdiği en önemli sonuç budur. Bütün savaşan birlikler ve ona hazırlanılmakta olan eskiler ve yeniler, küçükler ve büyükler, niteliği, çapı ne olursa olsun, nerede olurlarsa olsunlar; devrimci savaşın geliştirilme sorunlarına, bu sorunların başarılı bir planlama ile aşılmasına, böyle yaklaşmaya kesinlikle başarı şansı verilmeli, verdirilmeli. Başarıdan uzaklaştıran her şeye bununla karşı koysunlar. Gerekirse kendileriyle savaşarak böyle bir yaklaşımı gerçekleştirsinler.
Böyle bir önderlik tarzına sahip olduğumuzda, savaşımız gelişmenin her türlü sorunlarına çözüm getirebileceği gibi, ucunda nihai zafer de varsa, en sağlam ölçülerine kavuşmuş demektir. İçinden geçilen dönem için bu böyledir. Böyle bir yaklaşımla başarıyı garantiye almış demektir. Karşımızdaki özel savaşa bakalım; yenilgisini, tıkanıklığını önlemek için tepeden tırnağa kadar her şeyi ile tam gücünü seferber etmişken ve bunun için tetikteyken; onun açısından ölmek, Türk ulusunun veya halkının imha olmasını beraberinde getirmez -zaten bu da bizim amacımız değil- ama emperyalizmin işbirlikçilerinin, bir avuç vurguncunun sonu gelebilir. Bizim içinse asla böyle değildir. Bizim devrimci savaşımımızın gelişmemesi, bir yenilgiyi yaşaması halinde, sadece savaş cephesinin yitirilmesi değil, hatta partinin darbelenmesi de değil, bir halkın, ulusun ve ilerici insanlığın en önemli bir yaşam şansını kaybetmesi demektir.
Dolayısıyla düşmandan daha fazla her şeyimizi ortaya koyarak, yaşamı kazanma savaşımımızın dışında başka seçeneğimiz olmadığını bilelim. Başarıya ulaşmak, sonuca gitmek zorunda olmamız emredicidir. Ondan da öteye, en gönüllü, coşkuyla hücum ederek üzerine yürüyüp kazanacağımız tek seçenektir. Bir kez daha bu imkanı sağlam bir biçimde kazanma ile yüz yüzeyiz. O halde, bu eşsiz kazanma şansımızı mükemmel bir yaşam, çalışma ve vuruş tarzıyla değerlendirelim. Başarıdan ve zaferden başka hiçbir şeye imkan vermeyen yürüyüşümüze, savaşımıza yüklenelim ve mutlaka kazanalım.
Reber APO
6 Ağustos 1992
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Temmuz günü saat 16.30’da Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Nirkola Boğazı ve Masiro Boğazında ilerlemek isteyen işgalci TC ordusuna ait askerlere yönelik olarak gerillalarımız tarafından iki ayrı eylem gerçekleştirmiştir. 19.30’a kadar devam eden şiddetli çatışmalar sonucunda Yukarı Nirkola Boğazında düşmanın 15 askeri gerillalarımız tarafından öldürülmüş, 8 asker ise yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Kış boyunca hava şartlarını fırsat bilip dünyanın en gelişmiş tekniklerini yanlarına alarak, ahlaki olarak da en dibe vurmuş kimyasal silahları kullanarak gerillamıza karşı inanılmaz ölçüde vahşi ve faşizan saldırıyı yürütülür. Bunun sonucunda 50’in üzerinde çok değerli yoldaşımız en ağır şartlarda katledildiler. Özelde Garzan’da 15 kadın yoldaşımıza hunharca saldırarak acımasızca katledildiler.
Dünyanın neresine giderseniz gidin bir savaş hukuku vardır. Eskilerde çok çok eskilerde belki bir savaş hukuku yoktu. Ya da çok cılızdı. Bunun için amansız savaşlar ve acımasız sonuçlar ortaya çıkabiliyordu.
Ancak biz biliyoruz yine de insanların manevi dünyada aldıkları bir vicdanları vardı. Sonsuz vahşet uygulamalar sınırlıydı. Ne var ki faşist tc devleti ve yeni yetme Müslümanlığı kendilerine kılıf yaparak özünde zındık diyebileceğimiz, manevi dünyayla ilişkilerini kesmiş, sadece ve sadece maddiyata düşkün bu Yeşil Türkçü Faşistler hiçbir toplumsal değeri tanımayarak saldırdıkça saldırmışlardır. Hava tekniklerin, en büyük ölümcül teknikleri kullanarak metrelerce karın içinde yaşayan yoldaşlarımıza bombalar yağdırmışlardır. Kendilerince bu faşizm bile diyemiyeceğimiz yönelimin bir mantığı vardı: kürt halkının iradesini kıracaklardı. Gerillasını bitirerek, dize getirerek kürt halkını teslim alacaklardı. Bunun için bu yeşil Türkçü faşistler kışın geçmemesi için, karların erimemesi için her geceyi adeta dua ederek geçirmişlerdir.
Ancak bahar geldi, karlar eridi, Kürdistan coğrafyası yeniden açıldı. Gerilla her yerde her şartına uygun olarak harekete geçti. Ve baharı geçerek bugünlere yani yazacıktık.
Biz her zamanınkinden bu yazın farklı geçeceğini söylemiştik. Ve daha gerilla kapasitesini tam harekete geçirmemiştir. Buna rağmen tc devletinin faşist guruhları birçok yerde şimdiden felç olmuşlardır.
Korkunun ecele faydası yoktur derler. İsterseniz korkun, isterseniz korkmayın artık sıra gerillada. Özgürlük gerillasında. Faşizan yönelimlerinizin hesabını tek tek sorma sırası bizde. Garzan’da metrelerce karlar içinde katlettiğiniz güzel insan Arjin’in, dünya sevdalısı Berfin’in, Erivan’ın ve Berivanların hesabını sorma sırası bizde. Her bir yoldaşımıza yapılan saldırının bedelini misliyle ödeyeceğmizin faturasını keseceğimizi söylemiştik.
Ve şimdi dediğimiz gibi sıra bizde sıra gerillada. Oramar Statazan’da görüldü. Yine dün evvelsi ki gün yine aynı yerde görüldü. Artık erzaklarınızı uçarbirliklerinizle taşıyacaksınız. Ama bunlara da her yerde fırsat vermeyeceğiz. Artık “geceden yararlanarak” kaçacak, “geceden yararlanarak” erzak alabileceksiniz. Başkasına bundan sonra birçok yerde yer vermeyeceğiz.
Sadece buralarda böyle yapmayacağız. Kürt halkının kanı üzerinde palazlananaların da hesabını düreceğiz. Halkımızın kanı üzerinde tc ile işbirliği yaparak kan emmicilik ve tefecilik yapanları ülkemizde def etme artık bir namus meselesidir. Ülkemizin o kadar güzelliğini tahrip edenlere bugüne kadar yaptığımız gibi sadece iş aletleri tahrip etmeyeceğiz. Hayır bu kesimler tc faşizmine arka çıkararak, parasal yardım ederek yoldaşlarımızın kanına girmişlerdir. Bunun da faturası kesilecek. Yollarda artık elinizi kollunuzu sallayarak gitmeyeceksiniz. Hele hele işbirlikçiyseniz asla. Hele hele özgürlük mücadelesine dil uzatıyorsanız asla. Hele hele tc’nin kadiması olan Akepe’ye oy veriyorsanız, bu guruh oy veriyorsanız hele birde yöneticilik yapıyorsanız artık ülkemizde kalmayacak ve ülkemizi kirli nefes ve nefsinizle kirletmeyeceksiniz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Süreç sözün tam manasıyla kaosun tüm belirtilerini göstermektedir. Neyin ne zaman olacağı, kimin kiminle yan yana yada karşı karşıya geleceğinin giderek daha zor tespit edildiği bir süreçten geçmekteyiz.
Suriye’de olup bitenler esasta kaosun tüm özelliklerini göstermektedir. Öyle ki daha öncede tespit ettiğimiz gibi Suriye bir nevi Ortadoğu’nun nirengi noktası haline gelmiştir. Hiç şüphe yoktur ki bu durum Suriye’nin tarihsel toplumsal gerçekliği ile bağlantısı olsa da güncelle de yakından bağı bulunmaktadır.
Suriye üç farklı bakışın tam mücadelesinin ortasında yerini almaktadır. Emperyal kamp Türkiye’nin koçbaşçılığı öncülüğünde kendi sistem çıkarları için bir an önce müdahale ederek çıkarlarını esas almak isterken, Suriye ve geçmişte beri onunla yakın ilişkide olan İran başta olmak üzere Rusya ve Çin ise var olan statüye bazı değişiklerle birlikte koruma çabası içerisindedirler. Bu iki güç odağının yanında ise bir de halkların seçeneği durmaktadır. Halklar seçeneğinin öncülüğünü ise özgürlüğe susamış Kürtler ve hareketleri yapmaktadır.
Suriye’nin başkenti Şam’a yapılan saldırıyla birlikte düğmeye basılmıştır. Şam’ın gitmesi için artık emperyal kamp daha ısrarcı davranacaktır. Ancak birçok gücün beklemediği özgürlükçü duruşu sahibi olan Kürtlerin adım adım kendi demokratik özerkliklerini ilan etmeleridir. Bu gelişme tüm diğer planları şimdilik alt üst etmiş bulunmaktadır.
Şunu peşinen belirtelim: Rojava’daki gelişmeleri korumamız durumunda Kürdistan devrimi tüm cephelerde çok daha fazla hızlanacaktır. İvmeli bir yürüyüş her yerde başlayacaktır. Onlarca yılın birikimleri rojavadaki gelişmelerle tetiklenecek ve bu parça parça tüm cephelere yayılacaktır.
Bu durumu bilen emperyal blok cephesi hem ilişki arayacak hem de KDP üzerinde yeniden parçalayıcı arayışlar içerisinde olacaktır. Boşuna TC faşizminin başında bulunan kişi “eyvallah mı diyeceğiz” dememektedir.
Birkaç hafta önce Hewler’deki Kürtlerin tüm güçlerini-bunların kimisi tabela partisi ya da fraksiyonları olsa bile-bir araya getirilmiş olmalarının avantajları ileride daha fazla açığa çıkacaktır. Tarihimizin hiçbir döneminde birlik, beraberlik arayışları ve çabaları bu kadar önem kazanmamıştır. Tarihin bu kesitinde mutlaka anlamda birlik çağrıları temelinde tüm çalışmaların yürütülmesinin ne kadar doğru bir strateji olduğu rojava da ortaya çıkan sonuçlarıyla kanıtlanmıştır.
Ancak dediğimiz gibi karşıt cephe boş durmayacaktır. Parçalamak için çok daha büyük bir arayışlar içerisine girecektir. Maddi, manevi derken tehdit unsurlarını da dahil ederek bu birlikteliği parçalamaya çalışacaktır. Bizim bu birlikteliği korumanın en iyi yolu kesinlikle kuzeyde sergileyeceğimiz büyük direnişten geçmektedir.
Bizce, nasıl ki tarih bize mutlaka birlik çalışmalar için dayatmalarda bulunuyorsa aynı ölçüde bu denli görkemli bir direnişi bizden istemesi de bir o kadar dayatıcı ve bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bazılarının dediği gibi “silahların miadı dolmuştur”tan öteye gerçekten çok daha güçlü bir gerilla direnişi şarttır. Biz Kürtler rojavadaki kazanımları ancak iki yöntemle koruyabiliriz. Bir, Kürdistan’ın tüm cephelerinde çok güçlü bir halk desteğiyle, iki ise, kuzeyde çok güçlü bir gerilla direnişiyle. İkisi birlikte olursa elbette daha güçlü bir koruma ve savunma geliştirilecekken, tek kalması durumunda ise tarihimizin en büyük gerilla direnişini tüm cephelerde geliştirmemiz gerekmektedir.
Bu bağlamda rojavadaki gelişmeler bizim için ivmeli bir yürüyüşün önünü açacakken, bu ivmeli yürüyüşümüzün önünü açmak için ise rojavadaki değerleri koruyacak çok yüksek dozajlı bir direnişi sergilememiz kaçınılmazdır. Bu direniş ile hem Kürtlerin birliği korunacak, hem de tüm bölme ve parçalama girişimleri boşa çıkacaktır.
Aksi taktirde böylesine kaoslu ortamlarda her an her ilişkinin, ittifakın değişebileceğini bilerek, var olan durumun tersine dönüşebileceğini de gözeterek her zamankinden daha fazla Kürtlerin duyarlı olmaları gerekmektedir.
Kürtler tarihin bu hassas ve kritik sürecinde geçerlerken hem birlik olacaklar, hem birlikteliğin önünü alacak ne kadar zarar verici unsur varsa aşacaklar, hem de işgalcilerin yanına geçerek yamuk ağızla duran işbirlikçilere karşı da duyarlı olacaklardır.
Ve elbette ki Kürtlerin ivmeli direnişi için ise Kürtlerin özgürlükçü Kürtlerin gençleri dağların doruklarına çıkarak bu ivmeli yürüyüşün en ön saflarında yerini almasını bileceklerdir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar