“Huruç’lama tarihte çokça karşılaşılan bir durum ve olgudur. Kimisi baş belalarını üzerinde atmak için yapar, kimisi aç olanları dindirmek ve susturmak amaçlı, kimisi yeni cennetler göstererek kamuflajını kendi içinde istikrar yaratmak için, kimisi de yaşanan bir sorunu başkasının üzerine atmak yada şaşırtmak için yapar. Hepsinin birleştiği yol yöntem ise huruçlamayı savaşla yapmasıdır.
Derler ki İskender’in ordusu esasta Yunan adasında kraliyete tehlike oluşturduğu için bir nevi kibarca yurttan atılanlardan oluşur. Ve bundandır ki çok gözü kara bir sefere kalkışırlar. Çünkü kayıp edecekleri bir şeyleri yoktur da ondan.
Haçlı seferlerine girişilirken seçtikleri askerler esasta açlık içinde kıvranan kesimlerden oluşuyordu. Aç-susuzlar Roma kilisesi için çok ciddi tehlikeyi oluşturuyordu. Açların isyanı çok sürmeyecekti ve saldıracakları ilk kurum kilisenin çiftlikleri olacaktı. Bunun için bu kesime karnını doyuracak bir yer göstererek bir tasla iki kuş ya da birkaç kuş vurulacaktı. Ki vuruldu da. Açlar, isyancılar Avrupa’da kibarca atıldılar, Avrupa’nın iç huzura düzeldi, yani kilisenin. Ortadoğu’ya saldırılarak Ortadoğu’yu haraba zara çevirdiler ve o gün bugün Ortadoğu belini düzeltemez oldu.
Daha da sıralayabiliriz. Ancak yukarıda verilen örnekler, Huruçlama yönteminin en iyilerinden sayılırlar.”
Türkiye özelde 19 Haziran 2012 günü başlayan, 23 Temmuz Şemdinli ile devam eden, 4 ağustos Rındeke karakol baskınıyla zirveleştirilen devrimci operasyonlarla son yılların en ciddi ve zorlu sürecine girmiş bulunuyor. Devrimci operasyon ve harekatlara birde iflas eden Suriye siyaseti birlikte ile tüm komşularla “sıfır sorun”dan tam sorunlu olan bir politikayı eklersek, Türkiye gerçekten son yılların en zorlu sınavlarından bir tanesinden geçtiğini herkes görecektir.
Türkiye’nin başındaki iktidar kliği uzun yılların vermiş olduğu hakimiyet, toplumdan aldığı oyların verdiği rahatlık, uluslar arası güçlerden aldığı açık çekler nedeniyle son derece kendine güvenli ve emin bir yapıya sahipti. Nede olsa dünyanın süper gücü ile adeta yatıp kalkan bir iktidar söz konusuydu. Desteklerden adeta destek beğen dercesine, emperyal gücün kendince tam bir taşeronu olmanın verdiği güvenle herkese kafa tutan, kimseyi takmayan, herkesi küçümseyen, otoriter, zorbacı ve de tam totaliter bir zihniyet ve pratikle kendini kaybetmişti. Bunun içindir ki dediğim dedik çaldığım düdük misali herkese kendisini dayatabiliyordu.
Ancak 19 Haziran 2012 günü ile birlikte Türkiye’de yeni bir süreç başlatılmıştır. Devrimci dalga yani Devrimci Halk Savaşı stratejisi daha ciddi bir şekilde pratiğe geçirilince, uluslar arası konjonktürün verdiği avantajlarda eklenince Türkiye’nin o kendisinden memnun, kendisini beğenmiş, burnundan kıl aldırmayan iktidar kliği tam bir panik havasına girmiştir. Hele birde Şemzinan’da gerillanın kurduğu alan hakimiyetini kabullenerek geri çekilen bir ordu gerçekliği de ortaya çıkınca tam bir ruhsal çöküşe geçtiler.
Dikkat edilirse “o yazıları senin ağzına tıkarım” sözleri, yine “bu söylenenleri, yazılanları bir yere not ediyorum” yanına birde “Siz hangi kanı taşıyorsunuz?” diyen başka faşizan diller esasta ruhsal çöküşün tüm boyutlarını gözler önüne seriyor.
Yeşil Türkçüler dediğimiz gibi ilk kez bu denli zorlu bir süreci yaşar oldular. Tüm cephelerde yaşadıkları bir fiyaskodur. Gerillaya karşı tümden yenilen bir ordu ve giderek Kürdistan’da denetimini kaybeden bir iktidar kliği. Suriye’de Sünni İslamcılara yatırım yaparlarken Kürtler demokratik özerkliklerini adım adım inşa etmenin de ötesinde ilanını yapıyorlar. Yani tümden iflas eden bir Suriye siyaseti söz konusudur. Ve birde daha da önemli olan bir gelişme ise düne kadar kanka oldukları İran devletinin TC’ye karşı aldığı tavırdır. Irak zaten TC devletine karşı tavır almıştır.
TC devletinin elinde kala kala düne kadar onlarca hakaret yağdırdıkları Barzani ve Talabani kalmıştır. Barzani ve Talabani Kürtler arasında ilk kez bu denli gelişen ulusal birlik çalışmalarına –isteseler bile- ters düşemeyecekleri için şimdilik bu kozda iflas etmişe benziyor.
Lafı uzatmadan Türkiye’yi yöneten klik tam bir sıkışıklığı ve tıkanmayı yaşıyor. Tıkanmanın yolunu açacak çeşitli yol yöntemler vardır. Bunların başında Türkiye’nin gerçekten demokratik değerlere saygılı bir şekilde öncelikli olarak Kürt halkının tüm haklarını geri iade etmesidir. Ve de Türkiye’de ne kadar anti demokratik uygulama varsa, kurum ve kuruluş varsa terk edip demokrasi önündeki engelleri aşmasıdır. Bu en çözümleyici yöntem olacaktır.
İkinci bir yöntem ise bu sıkışık ortamı çok ciddi bir milliyetçi dalgayla, büyük bir saldırıya dönüştürerek Kürt özgürlük hareketine, onun siyasetine, onun tüm kurum ve kuruluşlarına saldırmaktır. Yine Suriye’ye müdahaleyi hızlandırmaktır. İran ve Irak’a karşı da uluslar arası emperyal güçlerin yanında saldırıya geçmektir.
Öyle görülüyor ki Türkiye’yi yürüten ve yöneten güç ikinci yönteme başvurmaya başlamıştır. İçeride ciddi zorlanan, giderek ret edilen, pet şişelerle karşılanan, şehir merkezlerinde kuyruklarına teneke takılarak dışarıya atılan bu iktidar kliği, kendisini yeniden toparlaya bilmek için bir can simidine ihtiyacı vardır. Bu can simidi ise var olan ortamda milliyetçilikle, duyguları daha da kabartarak halkları birbirine düşman hale getirmektir. Milliyetçilik ve saldırganlıkla yeniden kaybettiği imaj bozukluğunu düzeltmektir. Bu saldırganlık hem içeride körüklenecektir hem de dışa dönük saldırılarla tetiklenecektir.
Yani hem kendisini düze çıkaracak, hem kendisine düşman bildiklerini etkisiz hale getirerek pasifleştirecek ve hem de ne kadar muhalif güç varsa yanına alarak hedeflediklerine saldıracaktır.
İşte tarihte bu tür kirli ve hile dolu yönteme Huruç’lama diyorlar. İç sorunlarını başkalarının üzerine yığarak kendini düze çıkarma sanatıdır huruçlama.
Yukarıda dile getirdiklerimiz ışığında yeniden ele alacak olursak; Antep’te karakol önünde patlatılan bomba, ertesi gün kaldırılacak bir asker cenazesi töreni tam da gövde gösterisine dönüştürülebilecek olan bir fırsat olacaktır. Hem kendi güçlerini mobilize edeceksin, hem karşı cepheyi hedef tahtasına koyacaksın, hem de herkesi etkisiz hale getirerek çökmüş ruh halini düzeltmeye kalkışacaksın.
Evet, tipik bir Huruçlamadır bu. Bunun için eğer Antep’te kimin bu bombayı koyup çok sayıda sivil insanı öldürdüğüne bakmak istiyorsanız önce bu bombalı saldırından kazançlı çıkanların kimler olduğuna iyi bakmak gerekir.
Antep saldırısı sadece ve sadece Akepe ve iktidar kliğine yaramıştır. Ancak gerçekler çıplak olmayı sever derler, er ya da geç en kısa zamanda bu bombanın kimler tarafından oraya bırakıldığı açığa çıkacaktır. Ve bu lanetli bombanın Yeşil Ergenekon tarafından yani Akepe tarafından yerleştirildiği ortaya çıkarsa kimse de şaşırmamalıdır.
Şaşırmamalıdır çünkü Antep Akepe’nin can simidi yapılması için her şey yapılmaya çalışılıyor. Yoksa henüz bir şey netleşmemiş iken, ortada veriler yok iken nereden çıktı, “15 gündür arıyoruz”, “PKK yaptı, Suriye ile danışıklı dövüş temelinde Kürtler yaptı” sözleri. Hele birde elbirliği ile cumhur reisi, ruh hastası başbakanı, marangoz hatası sonucu oluşan iç işler bakanı ve cümle cemaat bu yeşil Türkçülerin tüm psikolojik savaş medyası.
Evet yarın bu vahşeti Yeşil Ergenekon yaptığı ortaya çıkarsa şaşırmamak gerekir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Birkaç gün önce Hakkari şehir merkezine Türkiye devleti içerisinde adeta Kürt düşmanlığının en uç ve marangoz hatası sonucu dünyaya gelmiş olan “ucube” tipi İ. N. Şahin geldi. Kürt düşmanı olan bu tipin kuyruğuna teneke takmak için halkımız harekete geçti. Halkımızın bu hareketini TC devletinin medyası genişçe yer verdi. Devasa bir özel tim ordusuyla nasıl bir dükkana daha sonra da apar topar Hakkari Dağ Tugayına kaçırıldığını da izledik. Ve öyle görülüyor ki bundan böyle bu tür manzaraları daha fazla izleyeceğiz.
Kürt halkına herkes bundan böyle istediği gibi hakaret edemeyecektir. Kürt özgürlük hareketine herkes artık her istediğini söyleyemeyecektir. Ne Kürt halkına, ne de özgürlük hareketine bunca hakarete artık izin verilmeyecektir. Artık Kürdistan’da ya da Kürdistan’ın dışında Kürt halkına ve onun özgürlük hareketine yapılacak her türlü hakarete misliyle halkımız cevap verecektir. Bazılarının kuyruğuna teneke takıp ülkemizin şehirlerinde, kasabalarında, beldelerinde, köylerinde, mezralarında hakaret edenleri dolaştıracağız. Bunu öncelikli olarak Kürt düşmanlığı yapan herkes iyi bilerek yapmalıdır.
Yıllardır Kürt halkının kendi yolunu çizeceğini cayır cayır haykırıyoruz. Her yerde ama her yerde bunu alenen söyledik ve söylemeye devam da ediyoruz. Artık sizin bu faşizan uygulamalarınızla yaşamak zorunda değiliz. “Kürt sorunu dedikleri sorunu aradım bulamadım, varsa birisi bana da göstersin” diyerek Kürt halkının tüm değerleriyle alay eden, Kürt düşmanlığını adeta içselleştirerek tam bir faşist Gestapo’cu gibi halkımıza saldıran, dediğimiz gibi halkımızın aklıyla, duygularıyla, değerleriyle alay edenlere bizim bundan vereceğimiz cevaplar daha net olacaktır.
Hakkâri sadece bir başlangıçtır. Artık her yer bir Hakkari olacaktır. Her yer bir Şemzinan olacaktır. Her yer bir Gever olacaktır. Marangoz hatası sonucu oluşmuş ucube tipi ve tipleri ülkemizin hiçbir yerine bırakmayacağımızı öncelikli olarak tüm Türk emniyet mensupları bilmelidir.
Ve artık sadece bu ucube tipe değil bu tipten ucube kişiliklere izin verilmeyecektir. Batman’a gelip halkımıza ve özgürlük hareketine dil uzatmayacaksınız. Amed’e gelip, kendini Amedli bilip keklik takımı gibi “Kandil’i bombalayın” diyemeyeceksiniz. Ya da Bingöl’e gelip özgürlük hareketine ve değerlerine dil uzatamayacaksınız. Aynısı Dersim içinde geçerlidir. “Asıl Türk biziz, biz Kürt değiliz, bunlar terörist” de diyemeyeceksiniz. Çünkü ülkemizin her yerinde TC devletine işbirlikçilik yapanları, keklik takımı gibi hainlik yapanları, fiziki ve kültürel soykırımın meşru ve resmi temsilcisi olan Akepe’nin yandaşlığını, yine fiziki soykırımın halen savunuculuğunu yapan CHP’sini bizler ülkemizde KADİMA tipi partiler olarak ele alıyor ve öyle de yaklaşıyoruz. Ülkemizde Kadima partilerine izin verilmeyeceğini herkes iyi bilmelidir.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, bir halkın soykırımını savunan, bu soykırım için uğraşanlar insanlık suçu işliyorlardır. Uluslar arası sözleşmeler halkların soykırımını savunanları insanlık suçu işlemekle eleştiriyor ve bunlar ileri düzeye vardığında Lahey’de yargılıyor.
Kürtlerin fiziki ve kültürel soykırımının önünü açan uluslar arası sistemin kendisi olduğu için Kürt halkına karşı işlenen insanlık suçlarını yargılamıyor. Çünkü insanlık suçlarını Kürdistan’da yargılasa öncelikli olarak uluslar arası sistem kendisini yargılamak zorunda kalacaktır. Bunun için bunu yapmaktan kaçınmaktadır.
Evet, Kürt özgürlük hareketi olarak bundan böyle kendi yolumuzu sadece demokratik özerklik sistemini kurmakla belirlemeyeceğiz. Aynı zamanda Kürt halkına karşı işlenmiş olan, işlenen, işlenmeye devam eden insanlık suçlarını da yargılamaya başlıyoruz.
Evet, bu yeni bir süreçtir. Kürt halkının kendisini savunmaya geçtiği yeni bir süreçtir.
Evet, Kürt halkının ve özgürlük hareketinin Kürdistan’da faşizme hizmet eden, faşizmin yöneticiliğini yapan, faşizme destek sunanları yargılamaya başladığı tarihi bir süreçtir.
Bu tarihi sürece özelde Kürt gençlerini aktif katılmaya ve çalışmaya davet ederek, artık ülkemizde halk düşmanlığını yapanlara yol vermemeye, herkesi ama herkesi davet ediyoruz.
Rojhat Bluzeri
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Ağustos günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesi kırsalında işgalci Türk ordusu ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmış, düşmanın operasyon girişimi püskürtülerek geri çekilmek zorunda bırakılmıştı. Çatışma ardından alanda arama tarama faaliyeti gerçekleştiren gerillalarımız düşman askerleri tarafından araziye atılmış halde birçok silah ve askeri malzeme bulunmuştur.
- Ayrıntılar
Faşizmin en iyi tanımı herhalde ırkçılıkla özdeşleştirilenidir. Yani ırkçı yaklaşımların gideceği yerin faşizm olduğudur.
Akepe gerçekliği her geçen gün daha fazla açığa çıkıyor. Sıkışıklığın insanın tüm gerçeklerini gözler önüne serdiği söylenir. Yani normal koşullarda insanlar kendilerini iyi kamufle edebilir diyor ruh bilimi. Ruhsal sıkışıklığın yok ise, ciddi bir baskı altında değilsen, duygu selini kontrol edebilecek bir pozisyondaysan oto kontrolü kaybetmiyor insan.
İnsan ne zaman ki duygusal bir atmosferin etkisine girmiş ise, ne zaman ki onu köşeye sıkıştırmış iseniz o zaman o insanın tüm özelikleri bir bir açığa çıkar. Bunun için deniliyor ki; insanın en net açığa çıktığı saha zor koşullardır. Zor koşullarda bireyci mi yoksa gerçekten toplumcu olduğunuz net ortaya çıkar. Çünkü bireycilik sizin güdülerinizi konuşturturken, toplumsalcılık ahlaki değerlerinizi kamçılar. Bu durumda kişi olarak neyseniz böyle ortamlarda çok net bir şekilde ortaya renginiz çıkar. Yani zorluklar bir nevi turnusol kağıdı gibidir. Asit mi yoksa baz mı olduğunuz hemen anlaşılır ve siz kendinizi saklayamazsınız.
Buğun Kürdistan’da çok ciddi bir mücadele sürüyor. Öyle ki özelde 19 Haziran Oramar ve Şitazan hareketi, ardından 23 Temmuz 2012 Şemdinli harekatı ve en sonda 4 Ağustos 2012 Çele harekatı. Ve tabii Amanoslardan Serhat’a, Dersim’den Garzan’a ve Botan’ın farklı yerlerindeki gelişmelerinden hiç söz bile etmiyoruz.
Öyle ki TC devleti ve onun gerçekten yeşil Türkçü yapısı Suriye’ye dönük tamda planlamalar yaparken: bir Suriye’deki Kürtlerin destansı özgürlük direnişleri ve demokratik özerkliğe doğru yürüyüşleri ve birde buna denk bu kez Hakkari coğrafyasında gerillanın alan hakimiyetini sağlamaya başlaması tüm bu planları alt üst etmiş bulunmaktadır. Bu ise sıkışıklık demektir. Sıkışlık ise çoğu zaman duygularını kontrol edememek demektir. Böyle anlarda ani refleksler, yalanlar, kendini savunmalar derken bireyin oto kontrolünü kaybettiği anlardır.
İşte tamda böylesi anlarda bireyler neyse kendi renklerini dışarıya vururlar. Niyetlerini açığa vururlar. Kim olduklarını, ne düşündüklerini bir bir dile getirirler. Sizin ve bizim o bildiğimiz nezaket dolu yaklaşımları artık böyle ortamlarda gerçekleri açığa çıkmış kişilerde göremezsiniz. Çünkü bir kere bu tip kişiler raydan çıkmıştır. Kontrolsüzdür. Frensizdir. Ve bunun için aklına ilk geleni söylemeye başlarlar.
Böyle anlar “gerçekler çıplak olmayı sevdiği” anlardır. Bu bilinçli bir çıplak olma olayı elbette değildir. Ancak insanın renk verdiği, kendisini ele verdiği anlardır. Kendine Müslüman, kendine demokrat olan böylesine bir hükümetin yetkilileri nasıl da meğer saldırganlarmış? Meğerse ne kadar da ırkçı ve faşistlermiş?
Örneğin marangoz hatası: “Bunu kimsenin karıştırmaya ve benim sözlerimi oraya püskürtmeye yeltenmesin, hakkı yoktur, ağzına tıkarım o yazıları senin” diye biliyor.
Marangozun koruma meleği olan: “Herkes net olacak. Kimden yana olduğunu söyleyecek. Sen PKK terör örgütünden yana mısın yoksa bu milletten yana mısın?” hatırlayanlar bilir daha önce de sıkıştığında: “Ananı al da git” “ucube”, “tıksırıncaya kadar için”, “kadın mıdır, kız mıdır bilemem”, “burnunu sürtmek” ,“tükürdüklerini yalayacaklar”, “Dini Zerdüşt olanın ne ilgisi var bu işlerle” ve tabii bir de “bunları not ediyorum” diyecek kadar megolamanlığı açıkça ifade eden bir ruh hastası. Başka da Alevilerin cem evlerine “ucube” kelimesini kullanmasını hangi hastalıkla izah edebilir ki insan?
Ve birde tabii sözde hep mendille dolaşan kendince diğerlerine göre hümanist geçinen bir vampir var. “Siz hangi kanı taşıyorsunuz? Nasıl bunu yapabilirsiniz? Uzaydan mı geldiniz?” diye kendince Kürt siyasetçilerine yükleniyor. Aynı zatı birkaç ay önce Kürtlerin dili içinde çok renkli şeyler söylemişti:
“Şartlar elverirse Kürtçe sadece seçmeli ders olabilir. Yoksa ilköğretimden üniversiteye kadar Kürtçe bir eğitim yapılması mümkün değildir. Kürtçe anadilde eğitimin önünde anayasal engel var. İkincisi, anayasal bir engel olmasa, Kürtçe bir eğitimin kaliteli bir eğitim olabileceğine inanıyor musunuz? Bir medeniyet dili midir Kürtçe? Böyle anadilde eğitimi düşünmüyoruz. Anadilde eğitimin Türkçe olması hem beraberlik sağlıyor hem de Türkçe bir medeniyet dilidir.” Bu kadar faşizanca kelimeler kullanan bir ruh hastası: "Bu dinamik kıtanın, bu gayretli, çalışkan insanların geçmiş yakın tarihte yaşadıkları acılı, sıkıntılı günleri bildiğimiz için böyleyiz. Çünkü Türk milleti olarak biz sömürgeciliğe karşıyız. Tarihimizin hiçbir döneminde sömürgeci olmadık. İkincisi, ayrımcılığa karşıyız. Ne renklerinden ne inançlarından ne de kıyafetlerinden dolayı bir insanın bir diğerinden daha üstün değildir” diyerekte oldukça demagoji de yapabiliyor.
Tekrar marangoz hatası sonucu oluşmuş kişiliğe dönecek olursak:
“Neyiyle veriyor, belki resim yaparak tuvale yansıtıyor. Şiir yazarak şiirine yansıtıyor, günlük makale, fıkra yazarak oralarda bir şeyler yazıp çiziyor. Hızını alamıyor terörle mücadelede görev almış askeri, polisi doğrudan çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyor. Terörle mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor, uğraşılıyor. Terörün arkadan dolanarak arka bahçede yürüttüğü faaliyetler ki arka bahçe İstanbul'dur, İzmir'dir, Bursa'dır, Viyana'dır, Almanya'dır, Londra'dır, her neyse, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur.”
Evet, işte sıkışmışlık bireylerin rengini hiçbir perdeye yer vermeden açığa çıkartacak güçtedir. Özgürlük hareketi bu ruh hastası iktidar gücünü daha da sıkıştıracaktır. Sıkıştırdıkça gerçek kimlikleri gün yüzüne daha fazla açığa çıkacaktır. Hele birde sözde kürt geçinen hain, işbirlikçi keklik takımı yok mu? Bunları da açığa çıkaracaktır. Yine sözde kendilerini geçmişin demokratı bilenlerin o özündeki faşizanlıkları da açığa çıkaracaktır.
Evet, mücadele özgürleştiricidir. İnsanı tüm takıntılarından kurtarıcıdır. Bizleri yani özgürlük savaşçılarını tüm engelleyici bentlerinden kurtarırken, böyle içi ile dışı bir olmayanları da açığa çıkartmada tam bir çözümleyicidir.
Şimdiden faşizmin ve de böylesine faşist yapıların açığa çıkartılması halklar için bizim yapacağımız ve yaptığımız en hayırlı iş olduğunu da unutmadan ekleyelim.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Ağustos günü Mardin’in İdil ilçesine bağlı Kîwaxê karakoluna yönelik gerilla
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Ağustos günü 20.30-21.30 saatleri arasında Erzurum ile Bingöl arasında gerillalarımız tarafından bir yol kontrolü gerçekleştirilmiştir. 80 aracın durdurulduğu eylem sonucunda kimlik kontrolü yapılmış ve düşman ile işbirliği yapan kişiler uyarılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
13 Ağustos günü Van’ın Özalp ilçesi Kültepe köyü yakınlarında AKP ilçe başkanının ihbarı sonucunda işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışmada 1 yüzbaşı, 1 uzman çavuş öldürülmüş, 2 asker de yaralanmıştır. Yaşanan çatışmada bir yoldaşımız şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 18 Ağustos günü 18.00-19.00 saatleri arasında Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı 49 numaralı karakol askerleri tarafından başlatılmak istenen operasyon gücüne yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylem sonucunda 2 asker öldürülmüş, 1 asker de yaralanmıştır. Eylem ardından düşman eylem alanını obüs ve havan toplarıyla bombalamıştır.
- Ayrıntılar
Erken baharda henüz yerler karla kaplıyken, en dikkat çekici bir şeyde uğur böcekleridir. Allı, kırmızılı, siyahi benekli, halkalı uğurböceklerine hemen her adımda rastlamak mümkündür. Nasıl üreyip, büyümüşler, nasıl bu kadar çoğalmışlar, hangi uzaklıkları geri de bırakıp gelmişler bilmiyorum. Bildiğim tek şey karşılaştığım bu uğur böceklerinin beni alıp hep çocukluğuma götürdükleridir. Xalxalok ismini sonradan öğrendim. Çocukluğumun kıyılarında biz Semasorik diyorduk.
Semasorik, Xalxalok, yani Uğurböceği çocukluğumun kutsal böceğiydi. Ezmez, incitmezdik. Bütün ruhumuzu ellerimize, parmaklarımıza akıtıp narin, itinalı, sevgi ve mutluluktan titreyen hareketlerle avuçlarımıza alırdık. Uğurböceğimiz durmaz yükseklere çıkarak kanatlanmak isterdi. Bazen bir elin parmak uçlarına ulaştığında, önüne ikinci elimizi bırakıp yeniden avuçlarımızdaki o yürüyen küçük dünyamıza bakardık. Renklerin canlılığı, halka halka desenler, parlak kaplumbağa sırtı, küçük siyah bacakları, seri adımları küçücük ve ilginç başı ve gözleri. Çocukluğumuzun tüm umut ve hayallerini ona yükledik. Uçmak isteyen ruhumuzu onun kanatlarında uçururduk.
Bir de tekerlememiz vardı. Uğurböceğimize okuduğumuz sonuna dileklerimizi ekleyerek ondan dilerdik. Bir nohut kadar bile büyük olmayan bu böceğin umut dilencileriyiz. Bu nedenle kimseyi yadırgayamaz ve kimsece yadırganmazdık.
Semasorik
Mata xorik
Ape Horik
Bifire biçe İstanbole
Ji minra cizmaka sorik bine
Semasorik
Mata xorik
Ape Horik
Bifire biçe İstanbole
Ji xwenga mınra
Çîzmak sorik bine
Uğurböceğim
Xane halam
Horik amcam
Uç İstanbul’a git
Bana kırmızı bir çizme getir…
Nedense tüm dileklerimizin rengi kırmızıya çalıyordu. Nadiren yeşil, sarı vardı. Sadece kendimiz için değil, sevdiklerimiz içinde dilekte bulunmayı ihmal etmiyorduk. Hayallerimizde, umutlarımızda, dileklerimizde hep ortaklık, hep paylaşım vardı. Çocukça aklımız başka türlüsünü düşünecek yetenekten yoksundu.
Uğur böceğimiz yukarı uzattığımız elimizden tırmanarak parmak uçlarına ulaşır, etrafında yarım veya tam bazen birçok defa döndükten sonra tek parça gibi görünen, hiç kanada benzemeyen o sert kabuğunu karpuz dilimleri gibi ikiye ayırır, hafifçe yukarı çıkarır. Altında incecik yaprak gibi kanatlarını çıkarır. Bazen uçmaktan vazgeçmiş gibi kendini bir daha kapatır ve sonra hızla kanat açıp “işte gidiyorum” dercesine uçmaya başlar. Uğurböceği dileklerimizi duymuştur. Sadece ve sadece bizim dileklerimizi yerine getirmek için uçmaktadır. Ve biz bundan asla şüphe duymazdık.
Bazen uğurböceğimiz gözden kaybolmadan çakılır gibi bir yerlere konar. Gider onu bulur ve ayrı heyecan aynı inançla bir kez daha uçururduk.
Uğur böceklerimiz o güne kadar, ne de o günden sonra, ne bana ne başkasına hiçbir zaman bir kerecikte olsa bir kırmızı çizme getirmedi. Ve biz neden getirmedin diye hiçbir böceğe sitem etmedik. Çünkü o bizim umut taşıyıcımızdı. Dileklerimizin küçüğüne büyüğüne, imkanlı ve imkansız olmasına bakmadan sevgiyle, istekle, inançla- gerçekleştirmek için- uçuyorlardı. Ve biz bunun tanıklarıydık. Daha ne diyebilirdik. Bu kadarı bize yeter de artardı.
Ve şimdi biz olduk uğurböceği. Halkımız tüm dileklerini kulağımıza fısıldayarak bizi dağlara uçurdu. Umut yüklendi, her yanımıza kandan kanatlar yaptık, kendimize halkımızın özlemlerine, umutlarına, dileklerine cevap olamazsak da vazgeçmedi, bizden. Sevgisini esirgemedi çünkü halkımız biliyor. Bir kırmızı çizme getiremezsek de, kendimizi çizme yapıp ayaklarına giydireceğiz, sonsuza dek çocukların parmaklarında mavi göklere uçan uğurböcekleri olarak yaşamaya devam edeceğiz. Ve biz hoşça kal demeden onlar güle güle uçan böceklerimiz diyecekler.
Şehit Zerdeşt Dersimi-Ali Gezer
- Ayrıntılar
Şemzinan’a bir general atanmış. Ama atanan general atandığı yere gelmemiş. Türk ordusunun büyük başarı elde ettiği, gerillaları silip süpürdüğü, güvenlik sorununun olmadığı bir yere gelmektense emekli olup evinde oturmayı yeğlemiş.
Bir asker, hele hele bir general emir komuta zincirinde aldığı bir talimatı yerine getirmiyorsa;
Ya bu göreve inancı yoktur
Ya bu görevi başaracağına inancı yoktur
Ya bu görevi verenlere inancı yoktur.
Birincisi görevi gerekli hale getiren siyasi, askeri ortam ve koşulların yanlışlığında ikna olmuş birinin göstereceği tutumdur.
İkincisi siyasi ve askeri ortam ve koşulların böylesi bir görevi gerekli kıldığına inansa da kendisinin bu görevi başaracağına dair inancı yoktur.
Üçüncüsü ise kısacası “sıkıysa siz kendiniz gidin” şeklinde özetlenebilecek bir tavırla birlikte görev yaptığı ve üstleri olan komutanlara duyduğu inanç kaybının ortaya çıkaracağı bir tavırdır.
Ama tabii ki daha önemli olanı o alandaki gerilla hakimiyetini kıramayacağını, bunun da bir yenilgi olduğunu çok iyi bilmesi ve son dönemlerine gelen bir general olarak ordu sicilini böylesi bir yenilgiyle kapatmama istemi.
O da çok iyi biliyor ki başarısızlığa uğrayan tüm silah arkadaşları şimdi çeşitli dava ve iddianameler nedeniyle Silivri’de, çeşitli cezaevlerinde başarısızlıklarının bedelini ödüyor. Yıllarca gerillaya karşı savaşmış, envai çeşitte katliam uygulamış, kendini askeri deha ilan etmiş, ordunun birinci adamı olmuş İlker Başbuğ bile gerillaya karşı başarı elde edememesi nedeniyle hesaba çekilmişse kendisinden hayli hayli hesap sorulacağını biliyor.
Tabii Şemzinan gerçeğini de unutmamak lazım.
Bir ayı bulan gerilla kuşatması karşısında devletin tüm imkanları, ordunun tüm askeri, teknolojik harekatlarının başarısızlığa uğradığı bir yer Şemzinan. Operasyon üstüne operasyon, hava saldırısı üstüne hava saldırısı, bombardıman üzerine bombardıman yapılmasına rağmen gerillaların elinden alamadılar o alanları.
“bitirdik”, “büyük zayiatlar verdiler”, “çok sayıda terörist öldürüldü” propagandalarıyla başarı ilanı yapanların operasyon yapılan alanlarda halen gerillanın yol kontrolü yaptığı, bunu rutinleştirdiği gerçeğini nasıl açıklayacakları ise muğlak.
Bu başarısızlığı yıkacak yer bulunamıyor. Siyaseti mi, orduyu mu, askerleri mi, istihbarat eksikliğini mi, teknoloji azlığını mı gerekçe yapacakları belli değil.
Geçmiş pratiklerine baktığımızda ordunun en temel gerekçesi bir komutanın başarısızlığıdır. Ya emirleri tam uygulamamış, ya hazırlıkları tam yapmamış ya da yanlış inisiyatif kullanmıştır. Ordu ve onun emirlerini veren siyaset suçlanamayacağına göre bu, en doğru yol olur.
E, tabii onca sene bu ordunun içinde yer alan bir komutanın tüm bunları görebileceğini de varsaymamak olmaz. Adam eceline susamamış. Birkaç senelik ayrıcalıklı yaşamı elinin tersiyle itebilmiş olması onun objektif bir değerlendirme yaptığını gözler önüne seriyor.
Tabii bu diğer komutanlara da bir emsal teşkil etmeli. Gerillayla karşılaşmak zorunda kalan tüm komuta ve asker gücü şimdiden hesap vermek üzere inceleniyor. Şimdiden bu kirli ve aşağılık savaşın başarısızlığının yükünü kaldıracak insanlar tespit edilip onlar hakkında araştırmalar yapılıyor. Eğer gerçekten de kendini, ülkesini, mesleğini düşünenler varsa sakın ha gerillayla karşılaşmaya kalkmasın. Sonu bu emsallerden daha kötü olacaktır.
Diğeri de tabii ki askerlerin sorunudur. “vatan hizmeti” yalanıyla kışkırtılan aile ve çocukları da artık şöyle bir silkelenip kendine gelmeli. Ortada vatan savunması diye bir şey yok. Bir işgal ordusunun öne sürülmek için hazırlanan zavallı askerleri söz konusu. Sizin çocuklarınız başka bir ülke olan Kürdistan’ı işgal etmek isteyen bir ülke yönetiminin ve ordusunun emrindeki piyonlardan başka bir anlama gelmiyor.
Bakın ve görün, komutanları dahi artık Kürdistan’da savaşmaktansa evinde oturmayı yeğliyorsa siz neden kendi çocuklarınızı bu savaşa gönderiyorsunuz? Bu kadar mı nefret ediyorsunuz çocuklarınızdan, bu denli bıktınız mı yaşamlarından?
Pir Kemal
- Ayrıntılar