Ji çapemenî û raya giştî re!
1. Di 3'ê Cotmehê de di saet 00.30'an de li navçeya Baglara Amedê li nêzî Gundê Çiltepe ji aliyê gerîlayên me ve rê hatiye kontrolkirin. Wesayit hatine rawestandin, nasname hatiye kontrolkirin. Herweha 3 kamyonê bi artêşa dagirker a tirk re hevkariyê dike bi şewitandinê hatiye rûxandin.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Ekim günü saat 00.30’da Amed’in Bağlar ilçesine bağlı Çıltepe köyü yakınlarında gerillalarımız tarafından bir yol kontrol eylemi gerçekleştirilmiştir. Durdurulan araçlarda kimlik kontrolü gerçekleştiren gerillalarımız işgalci TC ordusuyla işbirliği yapanlara ait 3 kamyonu yakarak imha etmiştir.
- Ayrıntılar
Kürtlerin gözünde devletin bütün kurumları deşifre olmuş durumda. 1800’lerin sonundan beri ittihat ve terakki zihniyetiyle oluşturulan devletin bütün uygulamalarını, katliam ve soykırım denemelerini, asimilasyon politikalarını birebir yaşıyor. Nesilden nesle aktarılan anılar, Kürtlere karşı devlet yaklaşımının ne olduğunu çok net bir şekilde gösteriyor.
Kürtler, siyaset kurumunun kölelik ve tam biat dışında bir şey vaat etmediği gibi sadece birikimine, iktidarına yaradığı oranda Kürtlerle ilişki halinde olduğunu çok iyi biliyor. Ordu dediğin zaten her günü Kürdistan’ı işgalle geçiren sömürgeciliğin en tanınan uzantısı. Yargı desen, en ufak talebi bile reddeden, her türlü haksızlığı ve hakareti yapanları kayıran, Kürtleri her koşulda mahkum eden bir uydu. Bürokrasi dediğin zaten hiçbir zaman Kürt’ten yana olmamış. Sporu, medyası, sosyal alanı, sağlığı, yerel yönetimleri, ilçe ve il yönetimleri, emniyetiyle devletin tüm organları yaşanan günübirlik örneklerle Kürtlere ne sunduğu ise ortada. Bunların hepsi Kürtlerin yaşadıkları her yerde devletin politikası neyi emrediyorsa hemencecik orada uygulamaya koyan emir erleri.
Şu anda sarsılan fakat ısrarla ayakta kalmaya çalışan 2 kalesi var devletin. Biri, eğitim yuvaları, ikincisi askerlik kurumu. Hani ordu ve katliam uygulamaları tanınıyorsa o zaman nasıl ayakta kalıyor bu kurum diyenler çıkacaktır.
Birlikte yaşamanın bir eseri olan ortak düşmana karşı çatışma ve birlikte kan dökmüş olmanın o vefa duygusu arada olduğundan bir türlü keskin bir kopuş yaşanamıyor. Kürtlerin bir nevi yüreğine kazınmış bu duygunun sömürgeciliğin askerliği olduğunu kavratmak mümkün olmuyor. Bir nevi kendi celladına sevdalanmak da diyebileceğimiz bu durum günümüzde halen devrede. Ordudaki Kürt asker sayısıyla bunu ölçmek mümkün.
Hatta bazı aileler, yurtseverliğiyle tanınan kişiler, “bir oğlum gerillada, biri de askere gitsin” diyebilmekte ve kendince PKK ile devlet arasında bir denge kurmaya çalışmaktadır.
Doğru bir tarih bilincinden yoksunluğun ortaya çıkardığı bu durum yavaş yavaş aşılıyor fakat halen istenen düzeyde olduğu söylenemez. Biraz yaşamın askerlikten sonra başladığı yanılgılı tespitine biraz da bunun devlet kademelerinde yer almak, bir memur olarak devlete yamanmak için bir mecburiyet olduğu dayatmalarına karşı koyamamaktan kaynağını alan bu durum karşısında tüm Kürtlerin kendini gözden geçirmesi gerekiyor.
Kardeşini, eşini, dostunu, mahallesindeki insanını öldürmek için bir Kürt neden askere gider? Bu soruyu herkesin kendine sorması gerekiyor. Tarihini, dilini, geleneklerini, insanlarını katleden bir orduya neden hizmet etmek zorundadır Kürtler diye herkes kendine sormalıdır.
Şu net, eğer Kürtler bir yıl boyunca askere gitmez, yürütülen kirli savaşta yer almayacağını haykırırsa TC devletinin askerlik kurumu iflas eder. Sadece bir yıl askerlik yaşı gelen gençler, “ben işgalci orduya değil, gerillaya hizmet edeceğim” derse, bin yıllardır süren bu aşağılık gelenek bir daha dirilmemecesine tarihin çöp sepetine gider.
Devletin ikinci ve daha tehlikeli kalesi ise şüphesiz sözde eğitim yuvalarıdır. Daha yaşamı ve insanı tanımadan adım atılan sömürgeci Türk okulları Kürtlüğü yok etmek, silmek için didinen en güçlü kurum durumunda. Adam olmak, sisteme dahil olmak, sıradan bir işe girmek için bile bir önkoşul olarak gösterilen “okumak” tüm insanlar için köleleştirmenin zihniyet dünyasını oluşturduğu gibi Kürtlerde daha kalıcı etkiler bırakmaktadır.
Dünyada eşi görülmeyen dil yasağının daha kendi dilini dahi tam öğrenememiş bir çocuğa uygulanmasıyla nasıl bir sonuç elde edildiği ortadadır. TC’nin kuruluşunu dayadığı “Kürtleri inkar” devletin kadrolarını yetiştiren tüm eğitim kurumlarındaki tek amentüdür. Kürtleri dilsiz, tarihsiz, kimliksiz, kültürsüz bırakmak, kendine hizmet eden köle haline getirmek için örgütlenen eğitim kurumları Kürdistan’da maalesef halen rağbet görebilmektedir.
Birçok Kürt kendini “Türkleşmek” amacına adıyorlar. Birçok Kürt, Türklerin okulunda, Türklüğün öğretildiği ve övüldüğü, Türklük dışında herhangi bir insan türünün dahi kabul görmediği okullarda kendilerine gelecek yarattıkları yanılsamasını yaşıyorlar. Evet, aslını inkar ederek, varlığını Türk varlığına armağan ederek bir yaşam elde edebilir ve bir gelecek yaratabilirsin. Ama bu kölece, ama bu AKP’ce bir yaşam olur. Kendini, değerlerini, onurunu, eşini, dostunu, tarihini, dilini, kültürünü satan bir yaşam olur. Bu denli düşmüş, bu denli düşmanın olan bir yaşamın da ne kadar yaşam olabileceği çokça görünen örnekleriyle ortadadır.
Binlerce yıldır Kürtlerin olmayan, Kürtlerin içinde yer almadığı sistemlerin katliam, asimilasyon ve soykırımdan başka bir yaşam şansı tanımadığı ortada. Buna karşın tarihte ilk kez Kürtlerin öncülüğünü yaptığı alternatif bir yaşam sistemi yaratımının eşiğinde olan ve Kürtlerin büyük bir çoğunluğunu kapsayan bir hareketin varlığı söz konusu. Emperyalizmin, gerici, despot bölge devletlerinin, tüm faşistlerin bu denli saldırması da bundandır. Kürtlerin kendi sistemini yaratmasına müsaade etmemek amacıyla bu denli soykırım, asimilasyon uygulanıyor.
Kürtlerin değerlerini kullanarak, geleneklerini, kültürünü kullanarak, Kürtlüğü temsil ettiği saçmalığında ısrar eden, kendilerini efendilerine yarandırmak için her gün hareketimize, halkımıza küfür eden satılmış Kürtler, Türklüğün okullarında yetişmiş en iyi örneklerdir.
Bunlar gibi olmak isteyenler, her gördükleri yerde halkımızın yüzlerine tükürdüğü kansızlar gibi olmak isteniyorsa Türk okulları, eğitim yuvaları tercih edilsin. Ama halkımızın bu kişilere karşı alacağı her türlü tavra da hazırlıklı olsunlar.
Artık uyanma vaktidir. Türk okulları geleceği yaratmıyor, geleceği tüketiyor. Kürtlüğü yok ediyor. Eğer biraz vicdan, biraz insaf, biraz geleneklerine bağlılık kalmışsa Türklüğün okullarından vazgeçmenin mecburiyeti rahatlıkla görülebilir.
İlla okumak, gelişmek isteyenler varsa da en büyük düşünce gücünün, özgür irade ve düşüncenin oluşturulduğu Apocu okullara yönelmelidir. Tüm dünya tarafından büyük çabalar sarf edilmesine rağmen halen Önder Apo’nun düşünce sistemi ve tarzının alternatifi yaratılamadığına göre doğrunun, tercih edilmesi gerekenin bu olduğu görülmelidir. Her ev, Kürtlerin yaşadığı her ortam bir Apocu okula dönüştürülebilir. Bu konuda tek harf bilen her yurtsever Kürt, çocuklarımızı, geleceğimizi kendi dili, kültürü ve gelenekleriyle eğitebilir. Bu konuda sonsuz tecrübe mevcuttur. Yeter ki zihniyete hakim olan asimilasyondan ve düzenin kirli düşüncelerinden kendimizi arıtabilelim.
Halkımızın başlattığı Türk okullarını ret etme hamlesine 2012-2013 yılında katılmak her yurtseverin boyun borcudur. Her insan bu konuda kendini tekrar gözden geçirerek Türklüğün okullarını reddetmeli, kendi gelenek, kültür ve diline bağlılığın bir gereği olarak kendi eğitim sistemini geliştirmelidir.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Ekim günü Ağrı’nın Gilidağ alanına bağlı Kaderçavuş köyü çevresine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 3 Ekim günü saat 18.00 sularında gerillalarımız tarafından operasyona çıkan düşman askerine yönelik olarak 2 ayrı eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen her iki eylem sonucunda 2 mevzi imha edilmiş, 6 asker ise öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
İlk bakışta bile insanın içinde tepki ve öfke uyandırmayı sağlayan bir kavram. İtici, nefret uyandırıcı özelliklere sahip. Samimiyet insan ve toplum yaşamında ne kadar çekici ve birleştirici bir öneme sahipse, samimiyetsizlik de o kadar uzaklaştırıcı ve parçalayıcı karakter arzediyor. Dolayısıyla yaşamda herkes samimi olmak veya samimiyetlerle karşılaşmak isterken, aynı oranda samimiyetsizlikten de kaçıyor.
Samimiyet ya da tersi olarak samimiyetsizlik son günlerde Türkiye siyasetinin kilit kavramı haline gelmiş durumda. Neredeyse herkes birbirinin samimiyetini test ediyor ve karşıtını ucuz yoldan samimiyetsizlikle suçluyor. Toplum yaşamında değerli bir kavram olduğu için, iktidarcı siyasetin de ucuz suçlama aracına dönüşüyor.
Eskiden bu kavram iktidarcı siyasetin kendi içinde toplumu kandırma ve rakibi kolay mat etme aracı olarak kullanılırdı. AKP, CHP, MHP arasında sık sık atışma aracı olurdu. Şimdi demokratik güçler de bu durumun içine çekilmeye çalışılıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, TV ekranlarından, yani milletin gözüne baka baka PKK’yi “Samimiyetsiz olmak”la suçluyor. Oslo ve İmralı görüşmelerinin “İletişimdeki samimiyetsizlik” nedeniyle kesildiğini söylüyor. Buna karşılık BDP yöneticileri, AKP’yi, “Eğer samimi ise” ortak çalışmaya çağırıyor. Siyasi güçler birbirini samimiyet üzerinden test ediyor.
Samimiyet, insan ve toplum yaşamının çok önemli ve vazgeçilmez bir kavramı. Doğruluğu, dürüstlüğü, sözüne güvenilirliği, onurluluğu temsil ediyor. Toplumu var eden temel kavramlardan biri oluyor. Temel bir politik ve ahlâki toplum karakteri olarak işlev görüyor. Bu bakımdan demokrasi ile de ilişkili. Demokratik toplum ve demokratik siyaseti var eden temel karakterlerden biri.
Bu açıdan toplum ve demokratik siyasetin iç yaşamında samimiyeti ve samimiyetsizliği kullanması doğal. İç dokusunu samimiyet üzerine kurarken, buna aykırı davranışları da “Samimiyetsizlik” olarak suçlaması anlaşılır. Fakat tepeden tırnağa çıplak çıkarın buz gibi yüzünü yansıtan iktidarcı siyasetin samimiyet kavramına sarılması ve karşıtlarını samimiyetsizlikle suçlaması anlaşılmazdır. Hele hele sonuna kadar faydacı ve pragmatist olan, her şeyi kendi çıkarına göre ayarlayan AKP’nin şimdi “Samimiyet” kavramına sarılması ve içine düştüğü çıkmazdan bu kavrama tutunarak çıkmaya çalışması hiç anlaşılmazdır. Tümüyle toplumu kandırmaya dönük ucuz bir suçlama olduğu hemen sırıtmaktadır.
Öncelikle şunu netleştirmek gerekiyor: Oslo ve İmralı görüşmelerini sonlandıran samimiyetsizlik midir? İkinci olarak buna şunu eklemek gerekiyor: Eğer böyle ise, o zaman samimiyetsiz olan kimdir?
Yukarda netçe belirttim: Samimiyet ve samimiyetsizlik insan ve toplum yaşamı ve varoluşu açısından çok önemli bir kavram. Demokratik toplum ve demokratik siyaset bunun üzerinde şekilleniyor. Fakat her şeyi çıkar olan, sömürü ve soyguna dayanan iktidarcı siyasetin, temel bir ahlâki toplum kavramı olan samimiyet üzerinde var olamayacağı açık. Samimiyetin içeriği ile iktidarcı siyasetin karakteri birbirine tamamıyla karşıt.
Bu nedenle bir arada var olamazlar. İktidarcı siyaset, doğası gereği, samimiyete değil, samimiyetsizliğe dayanır. Daha doğrusu, burada bu tür kavramlara yer yoktur. Burada çıkarcılık, sömürü, soygun, işbitirme, dolayısıyla yalan, aldatma, demagoji vardır ve bunlar birer marifettir. İktidarcı siyaset, en hafifinden bir ticarettir. Yani “Ver gülüm, al gülüm” sistemi. Gerçekte ise yalan ve hileye dayalı sömürü ve soygun esastır.
Onun için iktidarcı siyasette işler samimiyet üzerinden yapılmaz, ilişkiler samimiyet üzerinden kurulmaz. En kısa deyimle, karşılıklı çıkar ve her türlü güç üzerinden kurulur. Gücü olan istediğini yapar ve yaptırır. Gücü olmayan da buna boyun eğer. Yok eğer karşılıklı güçler varsa, o zaman da “Ver gülüm, al gülüm” olur. Yani taraflar biraz vererek biraz da almaya çalışır. Siyaset yapmak ya da müzakere denen şey bunu ifade ediyor. Burada da duyarlı ve sıkı davranmak marifet sayılıyor.
Şimdi Kürt sorunu gibi TC Devletinin inkâr ve imha siyaseti uyguladığı, yani sömürgeci ve soykırımcı olduğu bir olay da işler samimiyet üzerinden yürüyebilir mi? Belliki hayır! Samimiyet demokratik kişiliğin ve demokratik siyasetin bir karakteridir. Her şeyin faşist-sömürgeci çıplak zorla yürütüldüğü bir yerde bunların esamesi bile okunmaz. Burda her şey karşılıklı pazarlıkla yürüyebilir ancak. O da Kürtler pazarlık yapacak güce sahip olursa mümkün olur.
Geçmişi hatırlarsak, Oslo ve İmralı görüşmelerinin sonuna doğru ve görüşmeler kesildikten sonra PKK sözcülerinin sık sık “Güven” ve “Samimiyet” sözcüklerini kullandıklarını görürüz. Örneğin, PKK ateşkesleri uzatırken bazen “Güven verici adımlar atılmasını” bir şart olarak ileri sürüyordu. Basında yayınlanan belgelere göre, Oslo’da da en çok tartışılan konulardan biri “Güven sorunu” olmuş. Özellikle Kürt tarafının güvensizliği gündeme gelmiş. Görüşmeler kesilip çatışmalar başladığında da PKK tarafı, bu durumun nedeni olarak “AKP’nin hile, oyun, oyalama ve aldatma tutumu”nu, yani samimiyetsizliğini göstermiş.
PKK’nin güven ve samimiyetten söz etmesi anlaşılırdır. Çünkü bunlara dayalı siyaset yapıyor. Kendisi bunlara dayandığı için, herkesi de bunlara dayanıyor sanıyor. PKK’nin bu çocukça yaklaşımları, iktidarcı siyasetin buz gibi çıkar ilişkilerini kavramayışı, o zaman bazı çevrelerce biraz da alaya alınarak eleştirilmişti. “PKK gerçeklerden uzak” demişti. PKK’nin “Güven ve samimiyet” konusunu gündeme getirmesi anlamsız ve değersiz bulunmuştu.
Şimdi AKP yöneticileri “Samimiyetten” söz ediyor. PKK’yi “Samimiyetsizlikle” suçluyor. Görüşmelerin “Samimiyet eksikliğinden kesildiğini” söylüyor. PKK’nin geçmişte AKP için söylediklerini, şimdi AKP’liler PKK için söylüyor. Neden acaba? Başta PKK’nin sözlerini hiç duymayan AKP, ne oldu ki şimdi kendisi aynı sözleri söylüyor? Her şeyden önce bunu anlamak gerekiyor.
Oslo ve İmralı görüşmeleri kesildikten sonraki gelişmeler işte bu kadar önemli değişiklikler ortaya çıkarmış bulunuyor. Yani AKP’yi, görüşmeler kesilmesin diye çabalayan PKK’nin durumuna getirmiş oluyor. Peki bunu ne sağladı? Belliki bir yılı aşkın süredir gelişen direniş! Kürt halkının Önderliği, demokratik siyaseti ve gerillasıyla yürüttüğü ölüm-kalım direnişi! Bu direnişin ortaya çıkardığı güç! Derler ya, çelik çeliği sökermiş. AKP’nin taptığı ve her şeyini bağladığı güç, kendisine karşı olarak Kürtler tarafından ortaya çıkarılınca AKP işte bu noktaya geldi. Bunu iyi anlamak lazım.
Diğer yandan AKP’nin demagojik karakterini bilmek ve aldanmamak lazım. Oslo ve İmralı görüşmelerini AKP kesti. Zaten bunu kelimeler arasında Tayyip Erdoğan da söylüyor. Hem de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK’nin büyük çabalarına rağmen. İnanmayanlar için belirtelim, belgeler ortada. İmralı’da yürütülen görüşmeler sonucunda hazırlanan “Protokollar”ı artık herkes biliyor. Bunları PKK kabul etti, ama AKP etmedi. 12 Haziran seçimi ardından PKK’yi şiddetle yok edebileceğini sandı.
Şimdi sonuçlar ortada: PKK’yi yok etmeyi hedefleyen AKP, şimdi kendisi çıkmaz ve çözümsüzlük içine düşmüş durumda. Bunun sonucudur ki, yeniden “Görüşme olabileceği”nden söz ediyor. Önce de samimiyetsizdi, şimdi de samimiyetsizlik yapıyor. İçine düştüğü zor durumdan, bu yolla kendini çıkarmaya çalışıyor.
Fakat Kürt halkı artık çok bilinçli ve örgütlü. AKP’nin demagojileri ve samimiyetsiz, ikiyüzlü tutumları karşısında da kendisini eğitti. O nedenle Kürtleri aldatmak artık çok zor. Eğer yeniden buna yöneliyorsa, AKP bu gerçeği iyi görsün. Kürtler AKP oyunlarını bozmaya devam edecek!..
Selahattin ERDEM
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Ekim günü Bitlis’in Norşin ilçesine bağlı Mistak, Sez ve Mizorî köyleri çevresinde işgalci TC ordusu tarafından zırhlı araçların katılımı ve yoğun bombardımanlar eşliğinde bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Ji çapemenî û raya giştî re!
Eylül Ayı savaş bilançosunun ayrıntıları...
TC devletinin sadece ve sadece yalan üzerine kurulu olduğunu hep söyledik. Ancak TC devleti tarihinde yalanların en sunturlusunu atan ise hiç şüphe yoktur ki RTE’dir. Öyle ki yalanları kuyrukludur. Böyle olunca her söylediği yalan henüz yadsıya kadar gitmeden açığa çıkıyor.
Evet, TC devleti gerçekten de yalanlar üzerine kurulmuştur. Yalanlarının en meşhur olan Sakarya Zaferidir. Yani hep 30 ağustos günlerinde kutlanan Zafer bayramlarının tarihte karşılığı yoktur. Sanal bir zafer icat ederek sözde Türk ve Türkiye halkları işgalcilere karşı motive edilmeye çalışılmıştır. Sonuç alındığı ise arada 90 yıl geçmesine rağmen halen bu günün bir Zafer bayramı olarak kutlanmasında görüyoruz. Benzer bir yalan da Sarıkamış seferinde Enver Paşa tarafında ölüme gönderilen yaklaşık 100 bin askerin katledilişini bugünlerde bir zafer olarak kutlamalarıdır.
Evet, TC devleti böyle binlerce yalan üzerine kurulmuştur. Yalan söyleme bunun için TC devletinde siyaset yapanların da bir karakteri haline gelmiştir. Siyaset sahnesine atılan, yalanın en iyisini atması gerekir ki siyaset yapabilsin. Nitekim toplumda, siyaset derken yalan sanatını aklına getiriyor. “Palavracı” sözü en çok siyasetle uğraşanlar için söyleniyor.
Halbuki siyaset kutsal bir eylem biçimidir. Siyaset: "tartışabilmek" demektir; sorunları konuşarak çözmek, kararları müzakere ederek almak demektir. Siyaset "iletişim" demektir... Siyaset bir toplumdaki farklı beklenti, öneri ve taleplerin belirli kurallar ve yasalar çerçevesinde karşı karşıya gelmeleri "birbirlerini etkileyerek, birbirlerinden beslenerek, birbirlerini çürüterek", kararlara zemin oluşturması demektir. Siyaset, farklı kesim ve talepler arasındaki fikir alışverişinin ve ortak payda arayışının tek vasıtası olan "düşünce özgürlüğü" demektir. Tartışmanın, konuşmanın, düşünce özgürlüğünün bittiği yerde siyaset de biter, anlamını yitirir.”
“Siyaset tam da böyle bir şeydir. Ele geçen fırsatı değerlendirme sanatı. Toplumun birikmiş sorunlarına yeni dil kazandırma, yeni ufuklar ilham etme.” Yani: ““bugünkü ve gelecekteki kararlara yön verebilmek için birçok alternatif arasından seçilen belirli bir yol veya davranış tarzı” veya “genel amaçlar ve kabul edilebilir yöntemleri kapsayan uzun süreli genel bir plan.”
Şimdi siyaset bu olurken yani bir nevi kutsal bir çalışma olurken Türkiye’de özelde de son dönemin en ileri düzeyindeki Zübük kişiliği olan RTE bu sanatı tümden bir yalan üzerine kuruyor.
Hatırlayanlar bilir, birkaç gün önceydi, RTE, Cedide Abalıoğlu Anadolu İmam Hatip Lisesi'nde, yaptığı bir konuşmada, “Hakkari valiliğimiz de açıkladı, sadece son 10 gün içinde 123 terörist etkisiz hale getirildi. Şubat ve Ağustos ayları arasında 373 terörist etkisiz hale getirildi. Son bir ay içinde toplamda 500 terörist etkisiz hale getirildi” demişti.
Kendilerince bu yalan sözler Türkiye toplumlarının -ki egemenlere göre balık hafızalı oldukları için –bir müddet uyutmasını bildikleri için rollerini oynamışlardır. Ne de olsa Türkiye toplumlarının hafızaları onlara göre 15 saniye sonra unutmaya yüz tutan bir hafızadır.
Evet, böyle olduğu için arada bir müddet geçtikten sonra bu kez 26 Eylül günü ekranlarda:
"2012 yılı itibari ile olay sayısı bin 926, toplam şehit ise 144, asker 107, polis 24, köy korucusu 13 şehit, ölen terörist sayısı 239”dır diyebiliyor.
Evet, insan yalan söyler de bu kadar mı söyler. “Son bir ay içinde toplamda 500 terörist etkisiz hale getirildi” nerede, “2012 yılı itibari ile 239” nerede.
Ve tabii tümden yalanlar üzerine kurulu olan bir sistemin ordusu ve genelkurmay başkanının da yapacağı sadece ve sadece yalan söylemek ve yalan üretmek olacağı da açıktır. Hatırlayanlar bilir 11 Eylül TSK’nin yaptığı açıklamaya göre Genelkurmay Başkanlığı, “son 5 ayda 373 terörist etkisiz hale getirildi” demişti.
Evet, bu kadar yalan yetmemiş olmalıdır ki: “Toplam 10 gün süren operasyon sonucunda 137 terörist öldürüldü, 1 terörist yakalandı. Bu sayının bölgedeki teröristlerin yüzde 60’ı olduğu belirtildi. Uydulardan ve hava keşif araçlarından alınan görüntülere göre Kuzey Irak’taki örgüt mezarlıklarında açılan mezar sayısında da artış tespit edildi.”
Bu kadar yalan gerçekten de fazladır. Haydi, anladık sizler toplumları balık hafızalı biliyorsunuz, ona inanıyorsunuz. Öyle de toplumlara yaklaşıyoruz. Ancak yine de attığınız yalanların bir ölçüsü olması gerekmez mi? Yalanları atarken biraz desteklere ihtiyaç duyulmaz mı? Ne bilelim hani diyorlar ya “Minareyi çalan kılıfını uydurur” misali, yalan atarken hiç mi kılıflarını hazırlamayı düşünmezsiniz?
Siyasetle uğraşıyorsunuz, toplumların sorunlarını çözmek için başa gelmişsiniz. Halk size bunun için oy vermiştir. Halkı günlük olarak haşlanan kurbağa misali derece derece suyun ısısını yükselterek bu halkın tüm reflekslerini öldürdünüz. Bu halkın yalanlarınıza inanmasına ve yalanlara karşı duyarsız olmasına götürdünüz.
Unutmayın ki halklara verdiğiniz bu zararla insanlık adına büyük bir suç işlemiş oluyorsunuz. Çünkü sizler bu yalan siyasetinizle halkların duygularıyla ve karakteriyle oynamış oluyorsunuz. Ki bu asla ama asla af edilecek bir suç olamaz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Eylül günü saat 17.30’da Şırnak’ın Uludere ilçesiyle Kadune köyü arasında işgalci TC ordusuna ait askeri bir konvoya yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Eylemde 2 düşman askeri öldürülmüş, 3 asker de yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 29 Eylül saat 06.00’da Hatay’ın Kırıkhan ilçesine bağlı Görmeli yaylasında bir yoldaşımız, komplo sonucu kurulan pusuda şehit düşürülmüştür.
- Ayrıntılar