Onur’u, ”İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, öz saygı, haysiyet, izzetinefis ya da Başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer, gurur, şeref” olarak tanımlamak mümkündür.
Başka bir deyimle bireyi birey yapan kimliklerin tümünün birleşimi de demek mümkündür. Bu bağlamda onuru kırmak demek bireyin öz benliğini kırmakla eş değer anlamını taşır. Bireyin öz benliğini kırmak demek bireyin kendisine karşı saygısını yitirmesinin yanı sıra kendisine karşı olan güveninin de kırılması demektir.
Siyasetle uğraşanlar bilir ki bir birey kendisine karşı güvensiz hale getirilmiş ise o birey üzerinde her türden oyun oynanabilir ve bu duruma getirilmiş bireyler artık yönlendirilmeye açık olmanın da ötesinde kişilik olarakta bitirilmiş, sindirilmiş, güdük, ezik, kendi içine kapanık, ürkek, hastalıklı yapılara sahip olmuşlardır da demektir.
Yukarıda ifade edilen gerçekliği esas itibariyle en çok egemenler bilirler. Çünkü onlar insanlığın şafak vaktinden başlayarak toplumların ellerinde bulunan değerleri çalmak için bin bir dereden su getirmenin uğraşı içerisinde olmuşlardır. Onlar, toplumların değerlerini çalabilmek için dediğimiz gibi insanın aklını çelecek, insanı ne kadar zayıf düşürecek yol yöntem var ise hepsini keşif edip uygulamaya koymaya çalışmışlardır.
Evet, egemenler yaklaşık 5000 yıllık iktidar geleneklerinden bireylerin, toplumların, halkların nasıl yönlendirileceklerini iyi bilince çıkartmışlardır. Bunun için yaptıkları en önemli işlerin başında bireyi, toplumu, halkı ya da halkları kişiliksizleştirmeye çalışmaları olmuştur. Bunun yolu ise yukarıda da ifade edildiği gibi insanların, toplumların ve de halkların onurlarıyla oynamaktan geçtiğinin de bilinciyle halkları onursuzlaştırmaya çalışmışlardır.
Bugün Türk faşizmi diye tabir ettiğimiz yeni yetme, Rus tipi mafyacı örgüt ya da parti olan Akepe’nin tümden izlediği siyaset bireyin ve de toplumun onurunu kırma üzerine kuruludur. Çünkü bu yeni yetme faşistler biliyorlar ki bir bireyi ve de toplumu teslim almak istiyorsanız önce onu şah damarından vuracaksınız. Bu şahdamarı dediğimiz gibi insanın onurudur, toplumun toplumların onurudur.
Onur’u, ”İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, öz saygı, haysiyet, izzetinefis ya da Başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer, gurur, şeref” olarak tanımlamıştık. Yani insanı insan yapan değerlerin tümüne onur dedik.
Bu değerlerin içerisinde bireyin içerisine doğduğu kültür kesinlikle başat bir yer alır.
İnsanın inandığı değerler başat bir yer alır.
İnsanın içine doğduğu dil başat bir yer alır.
İnsanın düşünsel inancı başat bir yer alır.
İnsanın içine doğduğu coğrafya başat bir yer alır.
Böyle insanın asla ama asla vazgeçmeyeceği, vazgeçemeyeceği ve vazgeçmesi durumunda onursuzlaşacağı değerleri vardır. Ve dediğimiz gibi bunlardan vazgeçmesi durumunda kendisinden vazgeçmesi anlamı taşıdığından kendine ihanet etmişlik gibi oldukça insanı rencide eden bir durum ortaya çıkmış olacak ki bu da bu duruma maruz kalanları korkunç derecede kıracaktır.
İşte bunun için onurlu olmak bu insanın içine doğduğu dünyanın, toplumun, siyasal atmosferin, dini inançların, ailenin değerlerini korumasını bilmek gerekir. Bunu yapan kendisine karşı duyarlı ve onurunu korumuş olacaktır. Bunu yapmayan birey ya da toplumlar ise kendilerine karşı güvenlerini, kendilerine karşı olan saygıyı yitirerek hiçleşeceklerdir.
İşte bu durumu bilen egemenler özelde de yeni yetme faşistler bireylerin ve toplumların onurlarını kırarak bireylere ve toplumlara hakim olma siyasetini güdüyorlar.
Ancak kendileri olmak isteyenler, onurlu kalmak ve onurlu yaşamak isteyenlerin de söyleyecekleri elbette olacaktır. Bu ise mutlaka ama mutlaka bu onursuzlaştırma siyasetine karşı köklü direnişe geçmek olacaktır. Köklü ve güçlü bir direniş bu onuru kırma siyasetini kırarak bireyin ve toplumların yeniden normal gelişme seyrine girebilecekleridir.
Engin Sincer
- Ayrıntılar
Faşizm neydi? Faşizm öncelikli olarak halkların iradesine saldırıydı. Faşizm halkların kimliklerini tanımamaydı. Faşizm halkların doğuştan gelen haklarını yok sayarak ezmeydi, sindirmeydi. Faşizm halkların kültürel değerlerini bastırarak kendi egemen kültürünü hakim kılmaydı.
Özcesi faşizm kötü bir şeydi. Ve kötü bir şey olarak bugünde halkların başında bir bela olarak adeta demokles kılıcı gibi sallanıyor.
14 Temmuz 2012 günü Kürt halkı Diyarbakır yani Amed’de “Barış İçin Abdullah Öcalan’a Özgürlük Mitingi” hazırlıklarına haftalarca önce girişmişti. Kürdistan’ın her alanında Kürtler Amed’e akacak ve burada Sayın Abdullah Öcalan’a özgürlük isteyeceklerdi.
Öcalan’a özgürlük esasta Kürdistan’a özgürlük ve Kürdistan’da barış demek olduğunu az çok siyasetle uğraşan herkes bilir. Türkiye’de 30 yıllık savaşın durmasını, durdurulmasını isteyenler öncelikli olarak Kürt halk önderi olan Öcalan’ı özgürlüğünü istemeleri gerektiğini bilirler. Bunun için savaşın durmasını isteyenler Amed’de milyonların bir araya geleceği özgürlük mitingini düzenlediler.
Ancak faşizm ezelden beri faşizmdir. Faşizm ezelden beri farklı seslere, farklı renklere tahammülsüzlüktür. Ve faşizm ezelden beri saldırganlıktır. Şiddettir. Bastırmadır. Yok, etme istemidir.
İşte 14 Temmuz 2012 günü Amed’de kitlelere karşı uygulanan sadece ve sadece faşizmin ruhsal tezahüründen başka bir şey değildir. Faşizmin dışa vurumundan başka bir şey değildir.
Evet, birçok kişi Akepe’nin başı olan kişiden umutlu olduklarını söylediler. Kimisi ise bas bas bağırarak tek şansın bu zat ı kerem olduğunu söylediler. Ve kimisi de bu faşizan tipe destek amaçlı bildirilere imza attılar.
Evet, şimdi sormanın tam zamanıdır, iyi şeyler mi oluyor, yoksa kötü şeyler mi oluyor?
Erdoğan bir umut mudur yoksa bir umutsuzluk ve kabus mudur?
Erdoğan’a güvenmeli mi yoksa Erdoğan’ı alaşağı etmek için halkların saflarında yer mi alınmalıdır?
Erdoğan barış mı istiyor yoksa savaş mı?
Erdoğan bir diktatör mü yoksa barış elçisi mi?
Erdoğan halkların güvenecekleri bir kişi mi yoksa halkların karşı durması gerekli olan bir faşist mi?
Şimdi yeniden yeniden bu faşizmi destekleyenlere bu aynı soruları bu kez sürekli üst üste soracağız.
Evet, Amed’de olup bitenleri nereye koyacaksınız? Nereye yerleştireceksiniz?
Her halkın, topluluğun miting yapma hakkı yok mudur? Birileri de sözde Ali Cengiz Oyunu misali “vali yasaklamamalı ama madem vali yasaklamış o zaman BDP’liler de sokağa dökülmemeli” diyerek tarafsız bir pozisyona geçiriyor kendisini.
Bre adam mitingi yasaklayan senin milletvekili olduğunun hükümettir, iç işleri bakanlığındır, başbakanındır. Ve sen ve senin gibilerinin tek görevi apaçık olan bu faşizmi kapatmak için göz boyamaktan başka bir iş yapmamaktır. Siz ve sizin gibilerin tek görevi yağlama görevidir. Şiddetin daha fazla meşrulaştırılmasının yağdanlıklarısınız. Başka da bir şey değilsiniz.
Özcesi Amed mitingi yeniden göstermiştir ki faşizm çok daha ileri boyutta kendisini örgütlemeye çalışmaktadır. Ve kimilerinin söyledikleri gibi iyi şeyler olmamaktadır. İyi şeyler de bu şekilde ortaya çıkmayacaktır. Ve kimilerinin dediği gibi bu faşist diktatöre umut bağlanamaz.
Nedeni ise olup bitenlerle gün yüzü gibi ortadadır. Her şey gözler önündedir. Faşizme bel bağlayanlar, faşizmin borazanlığına soyunanlar bu kez Amed’de olup bitenlere bakarak yeniden kendilerini gözden geçirmeleri gerekir. Aksi taktirde tarih asla ama asla bu gafleti, ısrar edilirse bu ihaneti af etmeyecektir.
Amed mitinginin açığa çıkardığı bu gerçek ışığında herkes kendini yeniden konumlandırmak durumundadır dediğimiz gibi aksi taktirde tarih bu gaflet ve ihanet durumlarını af etmeyecektir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12 Temmuz günü Bitlis’in Tatvan ilçesine bağlı Ez, Kurtuka, Eleman, Xızrokê ve dağlık alana yakın köylerin çevresinde işgalci TC ordusu tarafından başlatılan pusulama faaliyetleri halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Temmuz günü saat 22.00 sularında Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Erîş ve Maruka karakolları arasında operasyona çıkan işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Bütün direniş şehitlerinin anısı,14 Temmuz direniş kararlılığı, zafere ulaşacaktır! Bu zaferin çalışma tarzı, bütün çalışmalarımıza yön verecek ve mutlaka başaracağız!
14 Temmuz, Parti tarihimizde Parti kimliği uğruna, denilebilinir ki en kahredici işkenceli bir ortamda varlığını adama ve bu temelde ülkesine, halkına, insanlığına sahip çıkma adına, en büyük direniş kararının verildiği bir gündür. Partimiz'de şimdi de en çok ihtiyaç duyulan, Parti kimliği ile insan olmak, Parti kimliği ile ordulaşmak, Parti kimliği ile yaşamsal olmak. Belki de sadece başarıların değil, onun olumlu bütün adımlarının esasını teşkil ediyor dersek, bu büyük direniş kahramanlarımızın şahsında en yalın gerçeği dile getirmiş oluruz. Bundan 15 yıl önce Partinin temelini atan Kemal, Hayri gibi yoldaşlar direniş kararını verdiğinde bir kez daha Partinin büyüklüğünü göstermiştir. “Ne teslimiyet ne düşüş, sonuna kadar direniş”.
Bizzat büyük şehidimiz M.Hayri Durmuş, el yazısıyla çok açık bir biçimde yazdığı yazıda, "Bizim kadar yaşama bağlı insan yok, ama bu yaşam ancak Parti kimliği ile olduğunda kabul edilebilinir. Siz bize bu kimliği çok görüyor, onu yok etmek istiyorsunuz. Bunun dışında herhangi bir yaşamı kabul etmemiz mümkün değildir. Çok sınırlı Parti kimliği ile birlikte bir yaşamı tanırsanız, yaşama kararlılığımız büyük bir coşkuyla devam edecektir. Yok, bunu tanımazsanız; bu noktadan itibaren, dayattığınız bu kimlik inkârına dayalı yaşamı asla kabul etmeyeceğiz ve ne mutlu ki bize, büyük direniş kararına da ulaşmış bulunuyoruz" der ve o kararı o şekilde bugün gerçekleştirirler.
Bu büyük anıya bağlı kalmak istiyorsak, biraz dürüstlük varsa, değerlerimizi böyle unutmak istemiyorsak, mutlaka kendimizde bir şeyler yaratmak zorundayız. Kendi içimizde bazı esaslara vararak daha doğru, birlikte büyük yürüyebilmeliyiz. PKK'nin saflığı, PKK'nin dürüstlüğü bu yoldaşların gerçeğindedir. Yine doğru yaklaşacak olursak; Partinin adını yükseltmek istediler, Parti amacından uzaklaşmamak için büyük bir vahşet altında, her gün tahammül edilemeyecek işkenceler altında küçük bir yaşam imkânı bularak direndiler. Bu amaç içindi bu direniş. Burada hemen kendinizi karşılaştırın; ülke toprakları üzerinde, dağların başında, silahlı, gruplar halindesiniz, yine de düşmana karşı bir kaç doğru adım atamıyorsunuz. Bu şehitleri, bu direnişleri gözlerinizin önüne getirdiğinizde kişi kendi hakkında ne diyebilir? Bundan uzaklaşma var. Bu uzaklaşmayı kendinize nasıl layık gördünüz ben de şaşıyorum.
Neydi 14 Temmuz direniş? Zindanda ihanet büyük olunca Şahinler tamamen düşürmek istediler; "PKK adına kimse kalmamalı", hatta "hepsi PKK'ye karşı çıksın", tabi ki "PKK'de vatanı inkâr etsin, halkı inkâr etsin". Bunun karşısında arkadaşlar da "biz canımızı vereceğiz, bu kararı vereceğiz" dediler. 14 Temmuz kararı; Partinin adının ortadan kalkmaması için halk ve Kürdistan adının, insanlık adının ortadan kalkmaması içindi. İşte bu Partinin kararıdır: İhanete karşıydı, büyük zulme karşıydı, düşkün yaşama karşıydı. Hemen hemen hepsi sizin gibi zayıftılar, imha olmayla karşı karşıyaydılar. O zaman bu kahraman arkadaşlar "gün direnme günüdür" diyerek zayıflıkların önünü aldılar. Şimdi de düşman çok şiddetlice üstümüze geliyor. Şimdi de Kürdistan'da ihanet büyüktür, ihanet çok büyümüştür. Direniş de büyümüştür. Ülkenin dört bir yanında ne kadar direniş varsa o kadar teslimiyet ve düşkün bir yaşam var. Eğer 14 Temmuz'a bağlıyız diyorsanız bu günde de kahramanca bazı adımlar isteniyor. Zindandaki gibi değil; savaşın her yönünde, çalışmanın her yönünde 14 Temmuz ruhuna bağlı adımlar atılması gerekiyor. Büyük değerlerle ucuz yaşamınızı sürdürmek istiyorsunuz, tabi ki bizimde bunu kabul etmemiz mümkün değildir.
Bu yoldaşları; Mazlum'u, Kemal'i, Hayri'yi, Akif'i iyi tanıyorduk. Yoldaş olmayı bildikleri kesindir. Bu karar, bunun en iyi göstergelerinden birisidir. Fakat buna rağmen Hayri son sözlerinde borçlu gittiklerinden söz ediyor. Öyle fazla bir şey yaptıklarına bile emin değiller. Kemal'in benzer türden bir yaklaşımı vardır. "Bu halk savaşı başarıya ulaşacak" diyor, ama çaba yetersizliğine olan derin öfkesi de söz konusu.
Demek ki kararın en önemli bir yanı, karşı koymadan vazgeçmeme ve bunun can bedelini ödeme oluyor. Olumlu yanı budur ve gereken de budur. Diğer ve daha çok da olumsuz diye niteleyebileceğimiz, onlara yalnız mâl edilemeyecek olan yönü de; büyük bir yetmezliğin sonucu olmasıdır. Ülke halkı zayıf ve faşistler buradan cesaret alıyor. Uluslararası kamuoyu zayıf, parti zayıf, zindan kitlesi zayıf, direniş biçimleri o gün için çok çok zayıf. İnsanlar kendilerini bu biçimde adamamalıydı bizce. Bu, zayıflıkların kefareti oluyor. İşte görmek gerekir dediğimiz, yetersiz dediğimiz ve yalnız onlara bağlanmayacak olan yön budur.
Onlar bunu, canlarını, kendilerini ortaya koyarak ödemeye çalışır ve yine de kendilerini borçlu ilan ederken, bunun giderilmesi gerektiğini de böylece kanıtlamış oluyorlar. "Biz böyle gittik, ama gereken tamamlanmalı" diyorlar. Kararın diğer yönü budur. Bu yetersizliği kim kapatacak? Aksi halde bu bir intihar olur ve devrimciler de intihar etmezler. Yetersizlik giderilemezse bu gidişler intihar olacak, buna gereken karşılığı vermek de kalanların işi oluyor, kalanların namusluluk meselesi oluyor.
Şehitlerimiz, bu direnişleriyle bizi de böyle ağır bir yükün altına soktular. Bu bir nevi bize de tepkidir. Bir halk, bir örgüt ve insanlık, bizi böyle dayanılmaz koşullar içinde zayıf bırakmışsa, biz de böyle bir protestoyla buna karşılık veririz demişlerdir eylemleriyle. Kalanlara bir diğer mesaj veya mesajın bir diğer yönü de bu oluyor.
Bu mesajdan, bu hatırlatmadan çıkan sonuç; bıraktıklarını tamamlamaktır. Peki, neyi tamamlayacağız? Bu dayanılmaz koşullardaki yaşamı, yaşanılır hale getirin, faşist baskıya karşı koyun, azaltın veya ortadan kaldırın demektir. Bilgisizlik var, giderin demektir. Parti zayıf, güçlendirin demektir. Faşizmin tek yönlü, korkusuz yürüyüşünü durdurun demektir. İşte çıkarılacak önemli sonuçlar budur.
Bir yerde direnmekten başka, canımızı ortaya koymaktan başka bir çözüm kalmamıştır deniliyorsa, bu çok tehlikeli bir durumun varlığını gösterir. Direnişin önderleri eğer bir yerde intiharvari bir direnişi seçmişlerse, orada iyi düşünmek gerekir. Bir dönemeç noktasıdır, fakat ölüme gidiliyor. Halk adına önderlik yapması gerekenler şehit düşüyor. Geriye kalanlar, belki onların köprü teşkil eden cesaretlerinin üzerine basarak ileri bir adımla yola çıkacaklar. Büyük imhanın, yok etmenin karanlığından aydınlığa doğru bir köprü oldu onların cenazeleri, kurumuş vücutları... Ve bu biz oluyoruz aynı zamanda.
Birileri öyle gider, diğerleri de biraz ağlar, sızlar, ondan sonra unutur giderse bu olmaz! Bu duruma düşüldüğünde, söylediğimiz gibi tarihin gafili, tarihin haini ortaya çıkar. İstediğiniz kadar süslü sözcüklerle durumu örtbas etmeye çalışın, doğru bir anma değildir bu. Onlar öyle giderken, bizim de soluk alışlarımızın çok sınırlandırıldığını biliyoruz. Tek şansımız olarak özgür koşullarda savaş imkânı vardır elimizde. Onlar öyle savaştılar, biz ise daha değişik savaşabilecektik. Bunu değerlendirmek kalıyordu geriye.
Tarihi halklar demek; tarihini olduğu gibi yaşayan halklar demektir. Bakın Avrupa'nın gelişmiş halklarına; yaşadıkları önemli oranda kendi tarihleridir. Bir de bizim tarihimize bakalım; kişinin burnunu ötesini göremeyeceği kadar inkârla yüklüdür. Ve en kötüsü de bireylerine kendisinin olmayan tarihi, onun tarihiymiş gibi mal etmektir. Bir halka kendisinin olmayan bir tarihi mal ettin mi, tarihini unutmaktan da daha kötü bir duruma düşmüş demektir. Kendi egemenlerinin tarihi ile aldatılan bir halk, belli ölçüde baskı düzeni altındadır. Buna egemenlerin kendi tarihlerini, bilinçli olarak genel tarih haline getirmesi diyebiliriz. Ancak tamamen yabancı bir tarihi, hem de katliamla yazılmış bir tarihi, kendi öz tarihiymiş gibi yaşamak ve kabul etmek bir halk açısından, hele onun temsilcileri açısından içine girilebilecek en derin alçaklık, ihanet ve gaflet durumunu ifade eder. Bizim gerçeğimiz söz konusu olduğunda maalesef yaşamının bu olduğunu görürüz.
Somut görevimiz, partiye bilinç kazandırmak ve onun kanalıyla halka uzanmaktır. Bırakalım bir halkın tarihsizliğine çare olmak, katliam tarihinin onun tarihi olmadığını kendisine anlatmak; en yakın etle-tırnak gibi bağlı olmamız gereken tarihi bile özümsetmekte, onun anlamını ve çıkarılması gereken sonucu belirlemekte bile zorluk çekiyoruz. Bu, katliam tarihi ile kendisini aldatmış olan halkın izdüşümünü saflarımızda yaşamak demektir. Gelişmeyen kişilik, parti tarihinde gafil kişilik böyledir.
Tüm dost güçlere de, PKK'yi bu temelde bir güç olarak değerlendirmeleri gerektiğini söylüyoruz. Özellikle birlikte kurtulmaya mahkûm olduğumuz Türkiye halkı ve onun öncü güçleriyle birlikte, savaşımımızı bundan sonra doğru temellerde geliştirmeye de özen gösteririz. PKK pratiği kendini biraz kanıtlamıştır. Halklar için ne söylerse onu yapar. Buna Türkiye devrimciliği de, hiç olmazsa bundan sonra biraz karşılık vererek iyi bir yoldaş müttefik, olmazsa iyi bir dost müttefik olmayı bilmelidir. Her düzeyde ortaklaşa savaşım doğru bulduğumuz ve istediğimiz bir tarzdır. İnanıyoruz ki, bundan sonra Türkiye cephesinde de gelişmeler daha farklı ve istenilen doğrultuda olacaktır.
Çok yüksek değer biçtiğimiz Türkiye direniş şehitlerine, çıkışımızı, en az kendi direniş şehitlerimiz kadar onların anısına da bağlayabileceğimiz bu şehitlere de, vereceğimiz en büyük karşılık; PKK'yi böyle savaşan öncü güç haline getirmektir. Dolayısıyla onların da anısına verilen söze bağlı kalındığı gibi, geçerlilik de kazandırılmıştır.
Bu temelde diyoruz ki,
Bütün Türkiyeli ve Kürdistanlı Direniş Şehitlerinin Anısı Ölümsüzdür!
Yine 14 Temmuz Direniş Kararlılığı, Başarımızın Temelidir!
Bu temelde verdiğimiz söz, artık zaferi esas alan, ondan başka hiçbir gidişata şans vermeyen, halkımızın da, artık bu dönemde mutlaka öncülüğü doğru yaklaşımda isteyebileceği ve kabul edebileceği bir devrimciliğe yol almadır. Biz bundan sonra bu temelde yeni bir dönemeci yakalayabildiğimize eminiz.
Bu temelde de, bütün direniş şehitlerinin anısı,14 Temmuz direniş kararlılığı, zafere ulaşacaktır!
Bu zaferin çalışma tarzı, bütün çalışmalarımıza yön verecek ve mutlaka başaracağız!
Önder APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 10 Temmuz günü saat 05.00’da Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Bezele karakolu yakınlarında işgalci TC ordusu tarafından başlatılan operasyon aynı gün öğlenden sonra geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Kürdistan’da öyle görülüyor ki birilerinin paçaları tutuşmuştur. Faşist devletin planları artık yürümemektedir. Kürdistan’ın her yerinde faşist devlete darbe üstüne darbe vurulmaktadır. Bundandır ki Akepe birçok çevreyi harekete geçirerek günlük olarak yedikleri darbelerin önünü almak istemektedir. Bunun için günlük olarak foyaları meydanlara çıkmış olanlar yeniden pudralanarak piyasalara sürülmektedir.
Ancak “geçti borun pazarı” diye bir atasözü vardır. Artık hiçbir güç siz faşist güçleri Kürdistan gerillasının elinde kurtaramayacaktır. Bugüne kadar onlarca kez herkesi kandırabildiniz. Hilelerle aldatabildiniz. Oyalayabildiniz. Yapılması gerekenlerin önüne geçebildiniz. Ancak artık geçti tüm bu oyunlar ve numaraların zamanı.
Artık Kürdistan’da hiçbir kişi size yaklaşmayacak. Hiçbir Kürt sizin faşist partinizde yer almayacaktır. Bundan böyle Akepe’de yer alanları bizler aynen Kadima partisine üye olmuş olanların Filistinlerin yaklaştığı gibi ele alacağız. Yani Akepe’ye yakın duranları, Akepe’ye üye olanları özcesi Akepe’ye destek sunanların tümünü Kadimacı olarak ele alarak halkımızın önüne getireceğiz. Halkımızın vereceği kararlar doğrultusunda yargılayacağız. Halkımız bu ihanetçilere, bu işbirlikçilere, bu Kadimacılara hangi cezayı keserse biz de bu cezayı bunlara vereceğiz.
Elbette bizler artık sadece Akepelilere karşı böyle bir duruş içerisinde olmayacağız. Açıkça belirtiyoruz; artık Kürdistan’da kim ki Akepelilerle, TC’nin kan emmeci ordusuyla, polisleriyle, valileriyle, derken ne kadar devlet endeksli kurum ve kuruluş varsa bunlarla çalışıyorsa bu çalışmalara izin vermeyeceğimiz gibi bu çalışmalarda yer alanları da sorgulayacağız. Öyle artık eskisi gibi gidip orduya karakol malzemesi taşıyacak, karakol yapacak, karakollarla ilişki içerisinde olunacak bunlara yer ve yol verilmeyecektir. Böylelerine yöneleceğimiz alenen belirtiyoruz.
Artık Kürdistan’da TC devletinin yanında Kürdistan coğrafyasına zarar verenlere, Kürdistan’ın kültürel mirasına saldıranlara, kültürel mirasının yok edilmesi için barajlarda çalışanlara, baraj yapımında ihalede de bulunanlara, bu kültürel mirasın yok edilmesi için yol yapanlara, bunların korunması için çalışanlara yol verilmeyecektir. Böylelerine Kürdistan’da yargılayacağız. Bunun herkes tarafında bilinmesi gerekir.
Bu arada dediğimiz gibi birileri sıkışık. Birileri çağrı üzerine çağrı yapıyor. Silahlı mücadelenin durdurulması için avazları çıktıkça bağırmaktadırlar. Biz böylelerine “geçti borun pazarı” demeyi yine gerekli görüyoruz. Dün kışın ortasında bu devlet bu kadar gerillaya faşizanca yönelerek katlederken sizler neredeydiniz? Neredeydiniz günlük olarak Kürdistan’ın her alanına gerilla cenazeleri giderken? Neredeydiniz Kürdistan gerillasına karşı bu faşist devlet kimyasal silah kullanırken? Neredeydiniz binlerce Kürt siyasetçi zindanlara atılırken?
Evet, neredeydiniz diye soruyoruz. Dün sessiz kalmışsanız artık sizlerin tek söyleyeceğiniz bir söz kalmamıştır. Söz söyleme hakkınız sizden alınmıştır. Katliamlara karşı sessiz kalmanızdan dolayı artık size katliamlara karşı cevap verilirken söz hakkı kalmamıştır. Söz söyleme hakkınızı kendiniz yok ettiğiniz halde ısrar ederseniz sizleri Kürt halkına karşı ihanet içerisinde olduğunuzu söyleyerek sizleri halkımızın vicdanına havale ederiz.
Israr ederseniz sizlere lütfen Kürdistan’ı terk edin deriz?
Israr ederseniz sizleri Akepe paralelinde çalışan devlet ajanları olduğunuzu söyler gençlerimize ve halkımıza havale ederiz.
Açıkça ve alenen söylüyoruz; artık Kürdistan’da istediğiniz gibi devletin borazanlığını yapmaya izin vermeyeceğiz.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
10 Temmuz günü saat 24.00 sularında Bingöl’ün Simsor alanında operasyon düzenleyen işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Ayrıntılarına ulaşamadığımız çatışma sonucunda 5 yoldaşımız şahadete ulaşmıştır. Çatışmadaki düşman ölü ve yaralı sayısı tespit edilememiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Temmuz günü Bitlis’in Tatvan ilçesi kırsalında işgalci TC ordusu tarafından başlatılan operasyon 12 Temmuz günü öğlenden sonra operasyon düzenlenen tüm alanların tank, kobra ve zırhlı araçlarla yoğun bombalanması ardından akşam saatlerinde geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Kürdistan Halkının Ulusal Onur Günü 14 Temmuz’un yaratıcıları Büyük Ölüm Orucunun ölümsüz kahramanları, M. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşları büyük bir minnet ve saygıyla anıyor, anılarına her zamankinden daha çok bağlı kalarak mücadelelerini zaferle taçlandırma sözünü yineliyoruz.
Sömürgeci, soykırımcı ve faşist Türk devletinin Diyarbakır valisi DTK ve BDP’nin 14 Temmuzda gerçekleştireceğini açıkladığı “Özgürlük için Demokratik Direniş” mitingini yasakladığını bir bildiri ile açıklamıştır. Bu yasak kararı Diyarbakır valisinin kararı değil bizzat AKP hükümetinin dolayısıyla Başbakanın kararıdır. Vali rejimin uşağı olarak bunu büyük bir istek ve coşku ile açıklamıştır.
Miting kamuoyuna açıklandığı gibi Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü temelinde yapılacağı kararlaştırılmıştır. Faşist AKP hükümeti ve onun faşist başbakanı T. Erdoğan tarafından yasaklanmasının anlamı halklaşan ve serhıldana dönüşen 14 Temmuz ruhunun belkide ilk kez bu kitlesellikte karşılanacak olmasıdır. Hem de Önder Apo’nun özgürlüğüne kilitlenmiş bir temelde büyük bir kitlesellikte karşılanıyor olmasıdır. Bu aynı zamanda sömürgeci zulme ve uluslar arası komploya da verilmiş güçlü bir cevap olmaktadır.
14 Temmuz büyük Ölüm Orucu 1982 yılında PKK’nin kurucu önder kadrolarından M. Hayri Durmuş, Kemal Pir ve PKK militanlığının en güzide temsili olan Akif Yılmaz ve Ali Çiçek tarafından başlatılmıştır. Bu tarihsel çıkış, başkaldırı ve isyanla Hayri ve Kemalce Türk sömürgeciliğine, onun faşist soykırımcı uygulamalarına ve vahşete dönüşen işkencesine “EDİ BESE” denilmiştir.
Bilindiği gibi askeri faşist cunta PKK önder kadro, militan, sempatizan ve taraftarları şahsında yeşermeye başlayan özgürlük umutlarını kırmak için dünyada eşine ender rastlanan bir vahşet uygulamışlardır. Yaşamın her anı bir işkenceye ve zulme dönüştürülmüştür. Kürdistan Halkı ve Özgürlük Hareketi karşısında Türk devletinin soykırımcı gerçekliğinin tüm çıplaklığıyla ortaya çıktığı bir tablo gözler önüne serilmiştir. Yapılan işkencelerin amacı PKK militanlarının, Önder Apo’yu, PKK’yi, Kürdistan ve Kürt halkını reddetmeye yöneltmeyi hedeflemekteydi. Yani varlıklarını, Kürtlüklerini ve onurlarını ayaklar altına alarak Türkleşmeyi seçerek Türk devletine teslim olmak dayatılıyordu.
Amed Zindanında böyle bir uygulama sürdürülürken, Kuzey Kürdistan tam bir sömürgeci zulüm altında inim inim inletiliyordu. Savaş son derece eşitsiz koşullara sahip iki güç arasında yaşanıyordu. Bir tarafta arkasına ABD ve Avrupa Emperyalizmini almış, tepeden tırnağa faşizme bürünmüş bir rejim, öte tarafta henüz Kürdistan’da özgürlük umutlarını yeşertmeye çalışan bir avuç esaret altına alınmış genç devrimci militan. Bir tarafta devrimci irade ve umudu kırmak üzere örgütlenmiş bir zindan öte yandan yalnız ve yalnız Kürdistan halkının özgürlüğüne, Kürt ve Türk halklarının eşit ve özgür yaşamasına, Önder APO’ya, PKK’ye ve Kürdistan’ın özgür geleceğine olan yüce bir bağlılık ve bükülmez bir irade.
En amansız koşullarda mezar yeri darlığındaki hücrelerde tam bir fedai ruhla başlatılan 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu bugün Kürdistan ve Kürt Ulusu adına tüm kazanımların temelini teşkil etmekte ve belirlemeye devam etmektedir. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi o en amansız koşullarda başlatılmış ve zulmün kalesinde düşmana diz çöktürülmüştür. Zafer kazanmanın ruhu ve zihniyetini ortaya koyarak bir direniş ve zafer manifestosunu ortaya koymuşlardır. Bununla Kürt Ulusunun varlığına ve özgürlüğüne yönelik tüm saldırılar karşısında aşılmaz bir onur barikatı örmüşlerdir. Bu nedenledir ki 14 Temmuz Kürdistan halkı için bir Ulusal Onur günüdür. Kürdün onuru sömürgecilerin kanlı potinleri altında hakaret ve küfürleri karşınında çiğnetilmemiş, Amed burçlarında zaferin nişanesi olarak bayraklaştırılmış ve bu bayrak halen ülkemizin yüceliklerinde dalgalanmaktadır.
Bu ruh artık halklaşmıştır. Kürdistan halkı 14 Temmuz Ölüm Orucu Eylemcilerinin kazandırdığı bilinç ve ruhla kendisini donatmış ve yapılandırmıştır.
Ve artık Kürdistan halkı onurlu bir halk olarak Kürdistan topraklarında 14 Temmuz ruhu ve bilinci ile kendi özgür geleceğini kurma kararlılığına ulaşmıştır. Kürdistan halkı, artık Türk sömürgeciliğinin ve sisteminin olmadığı bir Kürdistan düşünmeye ve inşa etmeye başlamıştır. Bununla birlikte özgür yaşamın yolunun Önder APO’nun özgürlüğünden geçtiğinin bilinci ile belkide onüç yıldan beri ilk kez bu kapsam, içerik ve kitlesellikte bir demokratik direniş ortaya koyacaktır. Kürdistan halkı Önder Apo’nun üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış tecrit ve işkenceye karşı öfkelidir. Onun için de, Önder Apo’nun özgürlüğünden başka hiçbir şeyi ne tartışmak, ne duymak, ne de anlamak istiyor. Çünkü Kürdistan halkı öndersiz yaşamın ne demek olduğunu gayet bilmektedir. Türk sömürgecilerini korkutan halkımızın bu bilinç, örgütlülük ve kararlılığıdır. Yasak getirmeleri bundandır.
Fakat herkes bilirki, korkunun ecele faydası yoktur. Kürdistan halkı Önder APO üzerinde bir yıldan beri sürdürülen tecrit, yoğun siyasi baskı, katliam, diplomatik kuşatma ve askeri operasyonlara rağmen son yılların en örgütlü, yoğunluklu ve bütünlüklü çalışmasını büyük bir coşkuyla başlatmıştır. Önder APO’nun özgürlüğü, güvenliği ve sağlığı söz konusu olduğunda her şeyi bir kenara bırakıp serhıldana kalkacağı açığa çıkmıştır. Sekiz bine yakın tutuklama, tam bir psikolojik savaş eşliğinde yaratılmaya çalışılan esir alma korkusuna rağmen Kürdistan halkı siyasetçisi, sanatçısı, emekçisi, kadını ve gençliği yanında Özgürlük gerillası ile tamamen Önder APO’nun özgürlüğüne kenetlenmiştir. Halkımız artık, “Özgür Önderlik, Özgür Kürdistan” demektedir. Bunun için de her türlü sömürgeciliğe, zulme, hakarete,soykırıma “Edî Bese” demektedir.
14 Temmuz Ölüm Orucu eylemcilerinin yazdığı manifestonun özeti ve ana fikri şudur. Koşullar ne olursa olsun, haklılık, birlik, kararlılık, inanç ve iradenin yenemeyeceği hiçbir düşman yoktur. Mezar yeri kadar yerde kanıtlanan bu gerçeklik neden bugün Kürdistan şehir, kasaba ve köylerinde kanıtlanmasın? Nasıl ki Ulusal Diriliş günü olan Newroz‘da Amed halkı AKP hükümetinin Newroz Bayramını yasaklamasına rağmen tarihin en görkemli Newroz’unu Amed cadde ve sokaklarında sömürgeci polis sürülerine karşı dişe diş bir direniş ruhu ile çatışarak Newroz alanını doldurduysa, aynı ruh ve kararlılıkla ve Newroz’un güçlü tecrübesiyle tüm engelleri aşarak İstasyon alanına girebilecek güç ve kararlılıktadır.
14 Temmuz Ulusal Onur ve Direniş Günüdür.
14 Temmuz Demokratik Özerk Kürdistan’ın İlan Günüdür.
2012 yılının 14 Temmuz’u, yani direnişin 30. yıldönümünde de Önder APO’nun özgürlüğünün kesinleştirildiği bir gün olmalıdır.
Kemal’lerin, Hayri’lerin, Akif’lerin ve Ali’lerin direniş ruhu ile serhıldanlaşan Kürdistan halkının İmralı ve Kürdistan’daki sömürgeci sistemi parçalamasının önünde hiçbir güç ama hiçbir güç engel olamayacaktır. 14 Temmuz 1982 tarihsel çıkışı nasıl 12 Eylül askeri faşizmi için sonun başlangıcı olmuşsa, 2012 yılının 14 Temmuz günü de Fethullah ve AKP faşizmi için sonun başlangıcı olacaktır. Başta Amed halkı olmak üzere bütün Kürdistan halkı bunu başaracağını şimdiden ortaya koymuştur. Halkımız katılımının tarihsel olduğunun farkındadır.
Yine 13 Temmuz 2012 tarihinde soykırımcı, sömürgeci sistemin faşist başbakanı T.Erdoğan herhalde başta Van Belediye Başkanı olmak üzere diğer belediye başkanları ve Kürt siyasetçilerinin esaret altına alınmasını kutlamak ve bunu gerçekleştirenleri tebrik etmek için Van’a gelecektir. Onurlu ve yurtsever Van halkımız her zaman olduğu gibi Roboski katili T. Erdoğan’a en iyi karşılamayı hazırlayacaktır. 14 Temmuz Ulusal Onur günü yıldönümünde onuruna yaraşır bir serhıldanla topraklarında T. Erdoğan olmak üzere soykırımı sistemin hiçbir yöneticisini artık istemediğini ilan edecektir.
14 Temmuz Ölüm Orucunun kahraman eylemcileri gibi yani Hayrice, Kemalce, Akifçe ve Alice “ Edi Bese” diyelim. Sömürgeci Türk devletinin mitingimizi yasaklamasına, biz de onların ülkemizdeki varlıklarını ve hiçbir yasa ve kurallarını tanımayarak cevap verelim! Ve Türk sömürgecilerinin büyük suçlar işledikleri bu kutsal toprakları daha fazla kirletmelerine izin vermeyelim!
14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Eyleminin 30. Yıldönümüne verilecek doğru karşılık budur!
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar