Basına ve Kamuoyuna!
1. Hakkari’nin Şemdinli, Yüksekova ve Çukurca ilçelerindeki alan hakimiyeti kapsamında gerillalarımız tarafından Çukurca ilçesinde kapsamlı eylemler gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
17 Ekim günü saat 13.30 sularında Şırnak'ın Uludere ilçeside bulunan Girê Çeta alanında bulunan düşman üssüne yönelik olarak YJA Star gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yöneltilen 9 Ekim uluslararası komplosunun onbeşinci yılına giriliyor. Ondört yıl boyunca komploya karşı çok büyük bir mücadele geliştirilmiş ve komplo başarısız kılınmış durumda. Özellikle ondördüncü yıl mücadelesi ile, komployu temsil eden İmralı işkence sistemi tümden işlemez kılınmış bulunuyor. Onbeşinci yıl mücadelesi ile de İmralı sistemi tamamen tasfiye edilecek ve böylece komplo yenilgiye uğratılacak görülüyor.
Şöyle bir belleğimizi yenileyerek komplo gerçeğine yeniden bakalım. Zira Önder Abdullah Öcalan’a yöneltilen uluslararası komployu bilmemek demek, Kürt halkı üzerindeki soykırım rejimini bilmemek demektir. Bu nedenle özgürlük mücadelesini başarıyla yürütebilmek için komplo gerçeğini iliklerimize kadar hissetmemiz zorunludur.
Bilindiği gibi, Önder Abdullah Öcalan’a ve şahsında Kürt Özgürlük Mücadelesine, Kürt halkına yöneltilen komplo 9 Ekim 1998 günü Kürt Halk Önderi’nin Suriye’den ayrılmasıyla başladı. Tabi Önder Abdullah Öcalan Suriye’den isteyerek ayrılmadı, Suriye’den çıkartıldı. Sadece Suriye’den çıkartılıp başka bir yere gitmeye yöneltilmedi, planlı bir biçimde Suriye’den çıkartılıp Yunanistan’a götürülerek, fakat Yunanistan’a da sokulmayıp ayrılmak zorunda bırakılarak yok edilmek istendi. Hesaplanan, Kürt Halk Önderi’nin tekrar geri dönmek zorunda kalacağı ve herkesten kopartıldığı bu ortamda kim vurduya getirilerek kolaylıkla imha edileceğiydi.
Yani 9 Ekim’de başlatılan uluslararası komplo bir günlük imha planıydı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bulunduğu Suriye’den çıkartılarak planlı bir biçimde yok edilmek istenmişti. Onun imhası üzerinden PKK’nin tasfiye edilmesi ve PKK’nin tasfiyesine dayanarak da Kürt soykırımının sonuca götürülmesi hedeflenmişti. Demekki 9 Ekim uluslararası komplosu Kürt halkına dayatılan soykırım sisteminin yönelttiği bir saldırıydı.
Buradan 9 Ekim 1998 komplosunu planlayıp yürüten güçlerin kimler olduğuna geliyorum. Komplonun amacı ve dayanağı bu konuda bizi aydınlatıyor. Uluslararası komplo Kürt soykırım sistemine dayandığına ve bu sistemi parçalamak isteyen Kürt Özgürlük Hareketini tasfiyeyi ve bu hareketin liderini yok etmeyi hedeflediğine göre, o halde komployu planlayıp yürüten gücün Kürt soykırım sistemini yaratan ve yürüten güç olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Kürt soykırım sisteminin de bir bölgesel ve küresel sistem olduğu ve bu sistemi küresel kapitalist hegemonyanın yarattığı biliniyor. Yani bu sistemi yaratanlar İngiliz ve Fransız emperyalistleri olurken, günümüzde bu sistemi yürüten de ABD önderliği oluyor.
O halde 9 Ekim uluslararası komplosunu planlayıp yürüten ABD yönetimiydi. Planın pratikleştirilmesinde Mısır’daki Hüsnü Mübarek yönetimi, TC yönetimleri, Yunanistan hükümeti aktif olarak kullanıldı. Daha sonra Rusya’daki Yeltsin yönetimi ile İtalya’daki Berlisconi kişiliği de etkin kullanıldı. Hem 9 Ekim, hem de 15 Şubat komplolarında Yunanistan’a bu kadar rol verilmesi ve adeta ipi çeken cellât konumuna getirilmesindeki esas amaç Türk-Yunan ilişkilerinin düzeltilmesiydi. Böylece NATO’nun Güneydoğu kanadı güçlendirilmiş olacaktı.
Bu kadar iğrenç çıkarın iç içe geçtiği ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesini yok etmenin hedeflendiği uluslararası komploya karşı ondört yıldır çok yönlü ve amansız bir mücadele yürütülüyor. Elbette bu mücadeleyi en başta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yürütüyor. Yine her düzeydeki özgürlük güçleri yürütüyor. Kürt halkı, Kürt gençleri ve kadınları yürütüyor. Bu öyle bir mücadele ki, onlarca insan “Güneşimizi Karartamazsınız” sloganı temelinde kendini yakıp kavurdu. Dağda, sokakta, zindanda, dünyanın dörtbir yanında yüzlerce, hatta binlerce şehit verildi. Ondört yıldır Kürt halkı durup dinlenmeden, adeta yiyip içmeden nefes kesen bir mücadele içinde oldu.
İşte böyle bir mücadeleyle 9 Ekim Komplosunun Kürt Halk Önderi’ni yok etme planı boşa çıkartılıp başarısız kılındı. Gladio komplosunun nefes kesen takibine karşı dört ayı aşkın bir süre Avrupa zemininde direniş yürütüldü. Bu direniş ile 9 Ekim komplosunun imha planı boşa çıkartıldı, ama 15 Şubat komplosunun gerçekleşmesi önlenemedi. 15 Şubat komplosuna karşı çok yönlü mücadele ile de idam hedefi boşa çıkartıldı, fakat İmralı işkence sistemi altında mücadele yürütülmek zorunda kalındı.
Komplocu yöntemlerle ve idamla sonuç alamayan uluslararası komplo güçleri, Kürt Halk Önderi’ni imha ve Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye hedefini İmralı işkence sistemi altında çürütme politikası ile gerçekleştirmeyi planladı. Fiziki imhanın yerini bu sefer ideolojik-siyasi imha aldı. Bu plan önce Bülent Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümetiyle, sonra da Tayyip Erdoğan başkanlığındaki AKP hükümetleriyle hayata geçirilmeye çalışıldı. 2005’e kadar uygulanan bu plan başarısız kalınca, bu sefer yeniden topyekûn savaş konseptiyle Kürt Özgürlük Güçlerine saldırıya geçildi.
Demekki komplo kadar komploya karşı mücadele de önemli. Komployu bilmek kadar komploya karşı mücadeleyi de bilmek gerekiyor. Şimdiye kadar yürütülen ondört yıllık mücadele ile komplonun imha planı, idam planı, çürütme planı, provokatif tasfiyeci eğilimlerle bölüp parçalama planı ve topyekûn saldırı planı boşa çıkartılıp başarısız kılınmıştır. Demekki ondört yıllık mücadele boşa gitmemiş, tersine Kürtler lehine önemli başarılı sonuçlar ortaya çıkartmıştır.
Burada ondördüncü yıl mücadelesi üzerinde özenle durmak gerekiyor. Zira uluslararası komploya karşı ondördüncü yıl mücadelesi çok kapsamlı, zorlu ve amansız bir mücadele olmuştur. Gerçi komploya karşı ondört yıllık mücadelenin her yılı çok zorlu, kapsamlı ve amansız bir ölüm-kalım mücadelesidir. Kürt halkı çok cesur ve fedakâr bir direniş, gerçek bir varlık ve özgürlük mücadelesi yürütmüştür. Bu mücadelenin her yılı diğerinden amansız olmuştur. Yine de ondördüncü yıl mücadelesinin çok daha kapsamlı ve sonuç alıcı olduğunu vurgulamak gerekir.
Peki uluslararası komploya karşı ondördüncü yıl mücadelesinin temel karakteri ve ortaya çıkardığı en önemli sonuçlar nelerdir? Bu konuda, öncelikle tüm Kürdistan’da ve özellikle de Kuzey ve Batı Kürdistan parçalarında büyük bir devrimci hamlenin yaşandığını belirtmemiz gerekir. Bu hamle Kuzey Kürdistan’da yükselen bir devrimci halk savaşı olarak yaşanırken, Batı Kürdistan’da ise yüzde yetmişi aşan oranda yönetimin halkın eline geçmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır.
Kuzey ve Batı Kürdistan’da yaşanan devrimci gelişmeler ciddi bir aydınlanma yaratmış ve zihniyet değişimine yol açmıştır. Gerçi Kürt devriminin her anı bir aydınlatma, gerçekleri açığa çıkartma hareketidir. Kürdistan devriminin geliştiği birinci alan zihniyet devrimi alanıdır. Bu gerçeklik kendini en somut ve kapsamlı bir biçimde ondördüncü yıl mücadelesinde bir kez daha ortaya koymuştur. Bu, uluslararası komplonun dost-düşman herkes üzerindeki “Kürt direnişinin artık gelişemeyeceği” biçimindeki etkili zihniyeti kırması tarzında olmuştur.
Bu konuda öncelikle AKP hükümetinin yaşadığı zihniyet kırılmasından söz etmek gerekir. Ondördüncü yıl mücadelesi açığa çıkardı ki, AKP hükümeti artık PKK’nin ve Kürtlerin savaşamayacağını sanırmış. Mücadele hem bu sanıyı açığa çıkardı, hem de bu yanılgılı zihniyeti paramparça etti. Artık AKP yönetimi Kürtlere, Kürt sorununa ve Kürt direnişine biraz daha somut ve gerçekçi yaklaşabilir.
Tabi Kürtler ve Kürt direnişi hakkındaki yanılgılı zihniyet sadece düşmanlarda değil, dostlarda ve hatta mensuplarında da bulunuyormuş. Komploya karşı ondördüncü yıl mücadelesi bu gerçeği de hem açığa çıkardı, hem de bu yanılgılı zihniyeti önemli oranda kırdı. Açığa çıktı ki, komploya karşı yetersiz mücadele bu yanılgılar nedeniyleymiş. Artık Kürt Özgürlük Güçleri ve dostları komploya karşı daha aktif ve başarılı bir mücadele yürütebilir.
Uluslararası komploya karşı onbeşinci yıl mücadelesinin bu temelde daha kapsamlı, başarılı ve sonuç alıcı olacağı, komployu temsil eden İmralı sistemi tasfiye edilerek Kürt Halk Önderi’nin özgürlüğe ulaşacağı kesindir. Şimdi tüm Kürt özgürlük güçlerinin, Kürt halkının, gençlerinin ve kadınlarının boyun borcu ve yurtseverlik görevi bu tarihi hedefi gerçekleştirmektir.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Son zamanlarda Kürdistan’da bazı gençler birçok okulu yaktı. Okullar yakılırken ya da yakılmaya çalışılırken içinde öğrenciler bulunurken elbette bu tür eylem kabul edilemez. Lakin bu okullar yakılmaz yakılmamalı da denilemez.
Çok sayıda Akepeli “bakın bunlar eğitime karşı”, “bakın bunların Anadilde eğitim istemeleri hikaye”, “Bunlarda vicdan yok okullar yakılır mı?”, “Okullara dokunulmaz” gibi ne kadar da görünüşte masumane söylemlerle asıl faşizan yüzlerini örtmeye çalışıyorlar.
Bir kere bir iki şeyi netleştirelim:
1-Kimse eğitime dönük bir eylem girişiminde bulunmuyor. Yapılan TC’nin Kürt çocuklarına asimile etme eğitimine karşı eylemlerdir.
2-Bu eylemler eğitim sistemine dönük yapılmıyor. Dört dörtlük bir faşizan, birilerinin kimliğini yok etmeye dönük politikalara karşı yapılıyor.
3-Okullara dönük eylemler yapılmıyor. Düpedüz bir halkın doğuştan gelen hakkını ya da haklarını yasaklayarak kendi (sömürgeciliğin) dilini yaymaya karşı yapılıyor.
4-Aydınlanmaya karşı yapılan bir eylem yoktur. Tam tersine köreltme, kişilik olarak donuklaştırmaya, mangurtlaştırmaya, kendi kimliğinden uzaklaştırılarak başkalaştırmaya karşı yapılıyor.
5-Ve tabii birde en önemlisi olarak Kürt çocuklarına sömürgecilerin dilini öğretmeye çalışarak Kürt çocuklarını kompleksli, kendini küçük gören yaklaşımlarına karşı yapılarak, Kürt çocuklarının da dünyadaki diğer halkların çocukları gibi kendi dillerinde okula başlayarak dezavantajlı durumdan çıkartılmak için yapılıyor.
Özcesi kiminin ısrarla “bu okullar neden yakılıyor?” sorularına karşı, Kürdistan’da bu okulların ne işi var diye sorarak bu kültürel yok etme politikalarına karşı çıkılıyor.
Bunları söylerken birkaç hususu daha da açıkça ifade edelim:
Bizler sizin o dilinizi öğrenmek zorunda değiliz.
Sizin dilinizle ilkokullarda tanışmak zorunda değiliz.
Sizin diliniz sizin olsun, biz kendi dilimizden, size göre “medeniyet” dili olmasa bile eğitimimizi yapma hakkına her halk gibi sahibiz.
“Bakın neler yaptık, seçmeli ders, TRT-6” derken güya “Kürtçe açılımlar yaptık” sözleri sizin olsun. Tam 28 yıldır resmi olarak bir gerilla savaşı veriyoruz. Ve 40 yıldır Kürdistan’da Kürt halkının doğuştan var olanın haklarını yeniden iade edilmesi için binlerce şehit verdik. Bunlar “bakın neler yaptık” sözleriyle ortaya çıkan gelişmeler değildir.
Dün hanginiz bizim için kart kurt demediniz?
Hanginiz kuyruklu Kürt demediniz?
Hanginiz bize eşkıya, şaki demediniz?
Hanginiz Kürtlerin 1920’lerde 20 yıl içerisinde yüz binlercesinin katledildiğini söylediniz?
Hanginiz bu halkın da temel haklarının olduğunu söylediniz?
Bu soruları oraya buraya çekmeden hepinize soruyoruz, hem de açıkça.
Bugün: “Kürt vardır, Kürtlerin de hakları vardır, ama adım adım çözülecektir, işte realite, Kürt sorunu” gibi sözler sizin babanızın hayrına söylenmiş, kabul görmüş ve de pratikleşen meseleler değildir. Bunların olabilmesi için bu halkın en gözü pek evlatları dişe diş, dağlarda, karlarda, kışlarda, soğuklarda, açlıklarda, susuzluklarda yaşayarak ve de en ağırı olarakta canlarını ortaya koyarak yarattılar.
Evet, yine açıkça söyleyelim: Sizin diliniz sizin olsun, biz kendi dilimizde eğitimimizi sürdürmek için Kürdistan’da hiçbir asimilasyon merkezine izin vermeyeceğiz.
Beyinleri yıkanarak mangurt, yeni çeri, devşirme olmaları yerine onurlu, kendisi olan bireyler olmaları sizin devlet kapılarında memur olmalarından bin kat daha iyidir.
Evet, asimilasyon kurumlarını tümünü Kürdistan sökülmesi gerekiyor. Ancak hiçbir insanın, çocuğun, öğretmenin bir saç telline bile zarar vermeden bunlar yapılmalıdır.
Rojhat Bluzeri
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Ekim günü Mardin’in Kızıltepe, Derik ve Mazıdağı ilçelerine yönelik işgalci TC ordusu tarafından başlatılan operasyon keşif ve pusulama faaliyetleri çerçevesinde devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Hakkari’nin Şemdinli, Yüksekova ve Çukurca ilçelerindeki alan hakimiyetine müdahale etmek isteyen işgalci TC ordusuna gerillalarımız tarafından kapsamlı bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Hakkari’nin Şemdinli, Yüksekova ve Çukurca ilçelerindeki alan hakimiyeti kapsamında gerillalarımız işgalci TC ordusuna ait askeri konvoylara yönelik 2 ayrı eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
12 Ekim günü Hakkari'nin Şemdinli ilçesinde yaşanan şiddetli çatışmalarda düşmana büyük darbe vurulduğu ve bir gerillamızında kahramanca savaşarak şahadete ulaştığı bilgisini duyurmuştuk. Şahadete ulaşan yoldaşımızın sicil bilgiler;
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
14 Ekim günü saat 17.30 sularında Bitlis'e bağlı Şêx Cuma alanında bulunan düşman karakoluna yönelik olarak YJA Star gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda 1 düşman askeri gerillalarımız tarafından öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Yalan nedir? Neden insanlar yalan söyleme ihtiyacı his ederler? Kim kime karşı yalan söyler, neden söyler, maddi zemini nedir? Yalanın manevi zemini var mı?
Yalan, doğrunun karşıtı, var olanı, olması gerekeni olduğu gibi değil de saptırarak karşıdakine aktarım olarak ta tanımlanabilir. Diğer bir değişle bir olgunun içeriğini farklı göstermedir de.
Yalanı söyleyen kendinden korkan, karşısındakinden gerçeği gizlerse kendine bir yer edinir veya varsa bir maddi kazanç elde eder. Kendine güveni olmayan yalan söyler, kendini olduğundan farklı göstererek eksik yönünü gizlemeye çalışır. Yiğit değildir yiğit olduğunu söyler, açtır tok olduğunu, bilgisizdir bilgili olduğunu göstermeye çalışır, akıllı değildir akıllılık taslar, demokrat değildir demokrat olduğunu söyler ve Türk değildir Türk olduğunu söyler. Bunlar, sömürülen halklar veya ezilenlerin psikolojisi tanımlamasına girer, birazda zorunlu alıştırılmalar, sömürgen iktidarların pedagojisinden kaynağını alır. Sömürge pedagojisinin Hedefi; Toplumda iradesizlik, kimliksizlik, tanımsızlık yaratarak sömürü, zülüm, soykırım ve kültürel kırımı yaratmayı hedefler.
İktidar hep yalan salgılar, bu yalan söylemenin temeli belki de ilk insanın avcılık sanatına başlamasıyla sürmesi büyük olasılıktır. Çünkü hedeflediği avı yakalamak için tuzak kurmak, yoldan çıkarmak, kandırmak yalancılığı gerektirir. Tolumda bir değim vardır “tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” denir. Yılanı yuvasından çıkarmak için “tatlılık” adına dil yalan söylüyor. Kurnaz adam ne kadar da akıllıdır; yalan sözünü dahi “tatlı” diye sadece hayvana karşı değil toplumlara karşıda kullanmıştır. Hayvanı yakalama da, evcilleştirmede edindiği yalan becerisini, ilk denediği alan Kadın üzerinde oluşmuştur.
Kadında, cins ve tarihsel bilinci mitolojik, teolojik ve bilimcilik boyasını da kullanarak yok hükmünde saymıştır. Kötü olan da bu durumu doğru diye kadına da kabul ettirmiştir. Kadının toplumsal ahlaki, kültür yaratımlarını da kendi zimmetine geçirerek adeta kadını kadın olmasına karşı utanan bir kırılmayı yaratarak buradan tüm topluma yaymıştır. Sömürü, iktidar ağları elinde olanlar, yalan, kurnazlığı bir alttakine uygulamıştır. Evin erkeği kadına, Efendi köleye, Beyaz Siyaha, sermayedar işçiye, şehirli köylüye, sömüren ulus sömürülen ulusa karşı v.b uygulana gelen bir yöntemdir. Tersi durum da ise iktidarlar ayakta kalamazlar.
Bu nedenle, yalan, yalan söylemeler egemenlerce daha çocuk yaşta topluma bir eğitimsel yaklaşımla öğretilir. Sanmıyoruz ki, toplumda ki her mahsum görülen yalanın egemen sistemden, onun eğitim sisteminden bağımsız olsun, sistem kendi inşası geleceği açısından bunu şart kılar. Yani yalan söylemenin insan doğasında olan, ona da bir doğal refleksmiş gibi olduğu belirtilemez. Çünkü hiçbir çocuk anadan doğarken yalanı bilemez, birçok şeyi bilmediği gibi. Bilebileceği her şey sonradan edinilir, öğrenilir, inşa edilir.
Bir çocuk ilk yalanı Devletin, iktidarın mikrosu olan aileden öğrenir. Baba zengin değil kendini zengin ve çocuğa istediği her şeyi alabileceğini söyler ama gerçekte çocuk istemine cevap veremez, veremeyince de bir sürü yalana başvurur. Çocuk okula gider başka bir dille karşılaşır, hoca ona ait olmayan bir kimlik verir ve çocuk akşam eve gelir baba- anneye hocanın verdiği kimliği söyler, hocanın dilini anlamadığını vb aktarır. Baba ve anne korku ve sürgün endişesiyle, egemene tabilikle olmayana çocuğu inandırmaya çalışır, yalan söyler.
Her yalan söylemi o bireyde geriye dönülmez kişilik kırılmaları yaratır, kendine karşı tutarsız, ret- kabul ölçülerinde aşınma nerde ne yapacağı beli olmayan, özgür kimlik edinemeyen, kendine ait düşünceleri olmayan, her söylenene inanan bir patolojik kişilik olur.
İnsanlık gelişiminde gelmiş geçmiş tüm bilgeler - peygamberler yalanı, yalan söyleyeni “ toplumsal sapkınlık” olarak tanımlamışlardır. İslamiyet yalan söyleyeni “münafık” Hıristiyanlık “günahkâr” Zerdüştilik “hakikat sapması “ olarak tanımlarlar. Marksistler “oportünizm diye sözü ile eylemi bir olmamak olarak tanımlarlar.
İngiliz özel savaş uzmanlarının “yüz yalan bireyde bir doğruya ulaşır” tanımlaması yapmışlar. Bu doğruysa ki, TC devletinin kuruluşundan sonra 1923’ten bu yana tarih, kültür, toplum tanımlamalarını yalan temeller üzerine oturmuştur. Buna göre ilkokuldan başlayarak tüm eğitim safhalarını, eğitim konularını yalan üzerine bina etmiştir. Politikalarını da bu yalanları yürütmek üzere kendini bir sistem haline getirmiştir. İş böyle olunca İngilizlerin “yüz yalan” tezi buna yetmiyor çünkü TC’nin kendini var etme ve sürdürme sistemi tümden yalan üzerine olduğundan değil yüz yalan toplumsal şekillenmenin tüm argümanları yalan saçıyor. Örneğin “bir Türk dünyaya bedeldir, Türkün Türk’ten başka dostu yok, her Türk asker doğar, Türkiye de herkes Türk’tür” v.b örnekler çoğaltılabilinir ancak sadece bu tanımlamaların yaratığı insana bakın yalan insanı ne hale getiriyor. Recep Tayip Erdoğan aslen Laz’dır, Kemal Kılıçdaroğlu Kürt’tür ikisi de en iyi Türk olduğunu belirtiyor. Bunlar tepedekiler, birde bunun toplumsal zeminini düşünün. Cellâdına sevdalanmayı yaratan bir yalancı sistem ve yalan, Anadolu halklarını hastalaştırmıştır. Değerli yazar Aziz Nesin’in “Türkiye toplumunun yüzde altmışı aptaldır” tezini kendini tanımayan, tarihsel, toplumsal bilinci parçalanmış, tarihsel kültürel belleği parçalanmış bir aptallık demek belki daha doğru olur kanısındayım. Çünkü toplumlar için en büyük felaket- kırım tarihsel-kültürel belleğinden yoksun olmaktır. Bellekten yoksun olmak köksüzlüktür. Köksüzlük, kendini bilmeme, tanımama, nereden gelip- ne olduğunu bilmemek bir hiçlik durumudur. Hiçlik durumu-duygusu ortada kalma, arada kalmayı ifade eder ve her esen rüzgara karşı toplumu ve bireyi savunmasız bırakır. Bunun diğer adı ara toplumdur. Ara toplum kendine güvensizdir, korku ile yaşar, ret kabulü olmayandır, etik değildir; kendine ait yaratımları olmayandır, hep kendi dışındakine öykünür.
Şimdi Türkiye toplumsallığına bakın; birçok halk kesimi var (Laz, Kürt, Çerkez, Pomak, Ermeni, Rum, Yahudi, Abhaz, Arap Asuri ve Türkmenler bunlara Azeri, Türkmen, Terekeme dahil edelim). Ve bunların çocukları her sabah “Türküm doğruyum, çalışkanım” diyorlar ama yalan söylüyorlar ve resmi yalandır bu. Düşünün bu çocuk akşam okuldan eve gidiyor evde resmi olmayan aile dili ile karşılaşıyor ve farklılığının ayrımına varıyor ama anne suskun, baba suskun kaçamak cevaplar verirler veya yaşananı olduğu gibi anlatırlar. Anlatırlar: Katliamları, ölümleri, ev yakmalarını, sürgünleri, inkarı, zindanları ve zorla susturulmuşluğu anlatırlar. Anlatırlar, çocuk okulda ezber olan resmiyete katılır ama içinde hiçbir zaman “Türküm” demez öğretmeni kandırır, yanında sırada olan akranını kandırır artık “Türklük” kavramını çağrıştıran her söz, her davranış onun için sorgulanması gereken ve kuşku verendir. Bunun diğer adı ise, bir birine güvenmeyen herkesin herkese kuşkuyla bakan bir patolojik toplum gerçeğidir.
Bu hastalıklı toplumsal durumu her gün devlet tüm kurumları ile Basın, eğitim, spor, din, sanat “sivil kurumlar” ve en önemlisi de siyasal partilerle toplumu kandırmayı daha da derinleştiriyorlar. Yalanları öyle pişkin söylenir ki, söyleyen de kendi yalanına inanır düzeydedir, Yani bir günlük Türk TV’lerini izleyip yukarıda adı geçen kurumların ikinci gün de ise tersini söylemeyi marifet sanırlar. Söylenen yalanı da “millet adına” söyledik diyerek toplumu kandırıp adeta kendilerini aklarlar. Basını da bir önceki söyleneni değil de, son söyleneni manşete alır ve “en doğru budur” sunumu pişkince verirler. Verirler; çünkü TV de geçen bir söz, söylemin zamanı çok kısıtlıdır, izlerken eleştirel olmak, analiz etmek çok zor, unutulmaya el verişli buda toplumu güncele kilitler, ezberci, konjonktürel düşünmeyi yaratır. Daha doğrusu düşünememeyi getirir.
Sonuç olarak ne diyelim? Yalandan kurtulmak için, sistemin yalanından arınmak için ne yapılmalıdır, nereden ve nasıl başlanmalıdır? Kuşkusuz bir reçete yazacak değiliz, yazamayız da ama bildiğimiz son dönemde TC yetkilileri ve tüm sistemin yalan üreten bileşenleri Kürt toplumunu kandırmak için 1924’ ten şimdiye kadar en yalancı, yalan ürettikleri bir dönemden geçtiğimizdir. Günlük dediklerini sıralarsak, günlük yalan üreten kitap yazmak gerekir, o nedenle kimin ne dediği değil de asıl ne demek istediklerini, söz aralarında gizledikleri önemli oluyor. Söz aralarında gizlenen tek bir gerçek vardır, oda Kürt halkına dayatılan toplumsal varlığını ortadan kaldırma politikalarına bütün yönleriyle devrede olduğudur. Batı Kürdistan da Kürt halkının kısmi kazanımlarının kalıcı olmaması için özel savaş tezkeresi alarak ve Kuzey Kürdistan da günlük siyasal soykırım politikaları devam ederken söylenen hiçbir “çözüm” ve “görüşme” sözünün anlamı yok.
Yapılan, düşman politikaları biz Kürtlere ve Türkiye halklarına karşı uygulanıyor. Biz Kürtler de bir söz var “düjmın loma nabe” yani Düşmana daralma olmaz, o kendi işini yapıyor bize düşende bir halksak, kendi rengimizle bize ait olanı yaratmaya tüm çalışmalarımızı yönlendirmeliyiz, kim ne derse desin. Kendi dilimizi konuşalım, geliştirelim, Kültürel, siyasal, ekonomik özerk kurumlarımızı oluşturalım Faşist rejimin idari, ekonomik, eğitim ve askeri tüm kurumlarını ret edelim, muhatap almayalım, işlevsiz kılalım. Sistemin her söyleminin, adımının tersinin doğru olduğunu bilerek, tümden sistemi reddi esas alalım ki aklımızın sağlığını koruyalım.
Medet Serhat
- Ayrıntılar