Kürt özgürlük direnişi tüm alanlarda gelişimini sürdürüyor. Kürt halkı imkanlar kadar zorluk ve acıları da mücadeleye dönüştürebiliyor. Özgür yaşam için her koşulda sonuna kadar direneceğini net bir biçimde ortaya koymuş bulunuyor. Yürüttüğü direnişi gittikçe daha yaygın ve derin hale getiriyor. Günümüzde sömürgeci soykırım sistemini yaşamın tüm alanlarında boykot edecek düzeye ulaşmış durumda. Bu düzeyi daha da büyüteceği netçe anlaşılıyor.
Kürtleri bu düzeyde yeniden direnişe AKP’nin çözümsüz, hilekar, inkarcı ve imhacı politikalarının ittiği biliniyor. İmralı ve Oslo görüşmelerini bu amaç doğrultusunda yürüttüklerini bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan açıkladı. AKP Hükümeti bir yandan İmralı ve Oslo görüşmelerini yürütürken, diğer yandan Kürt demokratik siyasetini tasfiye etmeyi hedefleyen “KCK Operasyonları”nı geliştirdi. 12 Haziran 2011 seçimlerinde aldığı sonuca dayanarak, bu görüşmelerde ortaya çıkan sonuçları bir yana itti. Görüşmeleri keserek, tüm gücünü “PKK’yi yok etme” mücadelesine yöneltti.
Şu gerçeği bir kez daha ifade etmekte yarar var: AKP 12 Haziran seçim sonuçlarını doğru okuyamadı. Aldığı yüzde ellilik oy oranına dayanarak Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye edebileceğini sandı. Bu temelde İmralı ve Oslo görüşmelerine son vererek “PKK’yi bitirme” saldırısına yöneldi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile avukat ve aile görüşmelerini bile yasakladı. Siyasi ve askeri operasyonları imha amacıyla yürütür hale geldi.
AKP’nin onbeş aydır devam eden bu saldırılarının çerçevesi ortadadır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile dörtyüzyirmi gündür görüşme olmamaktadır. Halk ve ailesi Kürt Halk Önderi’nden bilgi alamamakta ve doğal olarak sağlığı ve güvenliğinden kaygı duymaktadır. Bu da halkta büyük bir öfkeye ve tepkiye yol açmaktadır. Binlerce Kürt siyasetçi ve aydınının zindanlarda tutulması devam etmektedir. Dahası devam eden siyasal soykırım operasyonlarıyla yeni tutuklamalar yapılmaktadır. AKP Hükümeti polisi ve orduyu tam bir saldırı durumuna geçirmiştir. Polis ve asker operasyonları her yerde ve her gün sürmektedir. 12 Eylül 1980 darbesinden bu yana geçen otuziki yıllık sürecin en sert çatışmalı yıllarından biri bu geçen yıl olmuştur.
Yeni Kürt direnişi işte bu politika ve saldırılara karşı gelişiyor. Dolayısıyla Kürtler açısından soykırım saldırılarına karşı bir varlık ve özgürlük direnişi oluyor. Onu haklı ve güçlü kılan ve her türlü saldırıya karşı yenilmez hale getiren işte bu gerçekliktir. Bu gerçeklik bilince çıkarıldığı oranda da direniş gelişmekte ve bu direnişe çeşitli çevrelerin desteği artmaktadır.
12 Haziran 2011 seçimleri ardından Kürdistan’da yoğunlaşan savaş henüz sonuçlanmamış ve tarihi sonuçlarını ortaya çıkarmamıştır. Gittikçe yaygınlaşan ve derinleşen bir savaş durumu yaşanmaktadır. Ne zaman sonuçlanacağı belli olmadığı gibi, ne tür sonuçlar vereceği de henüz net değildir. Gerçi mevcut durumuyla savaşı geliştiren AKP Hükümeti ciddi bir zorlanmayı yaşamaktadır. Dolayısıyla ya savaşı yayacak, ya da bazı yerlerden geri çekilecektir. Eğer gücü yeterse savaşı yayma eğiliminde olduğu gözlenmektedir. Fakat iç ve dış koşullar aleyhinedir, bu nedenle Kürt soykırımını yürütme gücünü tam bulamamaktadır. Tersine saldırdıkça kaybeden ve batağa saplanan olmaktadır.
Savaş sonuçlanmamış ve kalıcı sonuçlarını henüz ortaya çıkarmamış olsa da, geçen bir yıllık süre içinde Kürdistan’da yaşanan savaşın netleştirdiği önemli hususlar da vardır. Yeni Kürt direnişi mevcut düzeyi ile de büyük ölçüde aydınlatıcı ve gerçekleri ortaya çıkarıcı karakterdedir. Özellikle 2012 yazında yoğunlaşan savaş bu açıdan önemli sonuçlar ortaya çıkarmayı bilmiştir.
Bu konuda ortaya çıkardığı en önemli sonuç, Kürt sorunu etrafında yaşanan mücadeleye yaklaşımdaki aydınlatıcılığı ve netleştiriciliğidir. Son bir yıllık mücadele bize açıkça gösterdi ki, uluslararası komplo dost-düşman herkeste “Artık PKK’nin yenildiği, Kürt direnişinin sona erdiği, PKK ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini geliştirip bu uğurda savaşamayacağı” anlayışını yaratmış. Bir yıllık savaş işte bu gerçeği hem açığa çıkardı ve hem de bu zihniyeti ciddi bir biçimde kırdı. Bu sonuç, ulaşılabilecek sonuçların en önemlisi olarak görülebilir. Bir tür zihniyet devrimi diyebileceğimiz bu sonuç üzerinde her türlü siyasi ve askeri gelişme yaratılabilir, demokratik gelişme sağlanabilir.
Böyle olduğu, uluslararası komplo ardından böyle bir zihniyet oluştuğu için, başta devlet yönetimi olmak üzere tüm toplumsal kesimler tarafından PKK’nin uyarıları ve siyasi çözüm çabaları ciddiye alınmamış. Artık “Kürt mücadelesinin bittiğine” kesinlikle inanılmış. Önder Abdullah Öcalan’ın ve PKK’nin çabalarına bıyık altından gülünüp geçilmiş. “PKK’nin yenilip Kürt direnişinin ezildiğine” derinden inanılmış! Tıpkı “Hayali Kürdistan Ağrı’da meftundur” diyen ve Kürt soykırımını başardıklarına inanan eski CHP yönetimleri gibi.
Bu durumu 12 Haziran seçimi ardından mücadele adım adım geliştikçe, ilk olarak bazı liberallerin yaklaşımında gördük. Bu tür çevreler, AKP saldırıları karşısında PKK’nin direnişe geçmesini anlamsız, sonuç vermeyecek çabalar olarak gördüler. Dahası şiddetlenen ortamdan PKK’yi sorumlu tutarak AKP saldırılarına destek veren konuma düştüler. Fakat süreç ilerleyip mücadele derinleştikçe ve bu temelde AKP’nin CHP ve MHP’den farklı olmayan şoven, milliyetçi, faşist yüzü açığa çıktıkça sessizce eski görüşlerini değiştirmeye yöneldiler. Şimdi belli ölçüde AKP faşizmini eleştirip karşı çıkıyorlar. Kısmi bir demokratik çizgiye ulaştılar. Bunu sağlatan, bu tür çevreleri yanlıştan kurtarıp demokratik çizgiye çeken Kürt direnişi oldu.
Bu durumu, ikinci olarak AKP Hükümetinin söz ve davranışlarında gördük. Bu çevreler de başlangıçta mücadeleyi pek ciddiye almak istemediler. “Birkaç eylemde PKK’nin gücü sona erer” hesabını yaptılar. Bu nedenle PKK’ye ve Kürtlere hakarete varan bir söylem ve tutum içine girdiler. Ancak kış oldu, bahar oldu, PKK ve Kürtlerin direniş kararlılığı ve yenilmez gücü ortaya çıkınca, AKP Hükümeti yanıldığını ve yanlış yaklaştığını gördü. Bunu en başta Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Durmuyorlar, hala eylemlerine devam ediyorlar” veya “Eylemler sürdükçe operasyonlar devam edecek” sözlerinde gördük. Sanki kendisine “Mücadele etmeyeceğiz” diyen olmuş gibi. Böyle olmadığını PKK Yönetimi defalarca açıkladığına göre, o halde bu durum AKP’lilerin kendi yanılgılı zihniyeti oluyor.
Elbette ortaya çıkan bu durum, AKP politikalarının arka planını da açıklıyor. Demekki AKP yönetimi “PKK ve Kürtlerin artık savaşamayacağına” kendini iyice inandırmış. Onun için bu kadar hileli, oyalayıcı politikada ısrar etmiş. Böylece zamana yayarak PKK’yi tasfiye edeceğini ve Kürt soykırımını başaracağını sanmış. Şimdi yanıldığını gördükçe, PKK direnişi geliştikçe uykudan uyanır gibi oluyor. Faşist-milliyetçi yüzünü iyice ortaya koyuyor. Düşünelim bir kere, Kürt direnişini böyle gören bir AKP ile siyasi çözüm olabilir mi? “Siyasi çözümü kimin engellediğini” hala soran çevrelere bu durum bir şeyler öğretmiyor mu?
Yeni Kürt direnişi, Kürt halkı ve direnişi yürüten güçlerde de zihniyet devrimi yarattı. Yine Kürt dostları da Kürt halkı ve direniş gerçeğini daha yakından gördüler. Gelişmeler gösterdi ki, komplonun Kürtler ve PKK zihniyeti üzerinde de derin etkisi olmuş. “Erken iktidar hastalığı” bu durumu yansıtıyor. Bu zihniyet nedeniyledir ki, erken siyasi çözüm olacağı sanılmış, daha sert ve uzun vadeli direnişe hazırlanılmamış. Bir yıllık mücadeledeki hata ve yetersizlikler burdan kaynaklı olarak ortaya çıkıyor.
Şimdi bu zihniyet aşıldıkça, sistem ve düşman gerçeğini daha derin ve doğru anladıkça Kürtler özgürlük direnişini daha doğru ve bütünlüklü hale getiriyorlar. Mücadelelerini daha planlı ve örgütlü yürütüyorlar. Politikada daha usta, tarzda daha sonuç alıcı hale geliyorlar. Yanılgıların ve zihniyet kırılmasının aşılması Kürt gençlerini ve kadınlarını daha mücadeleci kılıyor. “Önder Abdullah Öcalan’a Özgürlük” şiarıyla gelişen ve sistemden topyekûn kopuşa ulaşan mücadele konumu bunu gösteriyor. Kürtler bu mücadelede kararlı ve ısrarlı oldukça da kazanacakları anlaşılıyor. Şimdilik direnişin sonuçları üzerine bunlar söylenebilir.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Bêrmareş’ê, Karagöl demek. Herekol’un doğu eteklerindedir. En derin yeri 3-4 metre’yi geçmez. Belki de bulmaz. Dibinde kum hiç yok. Zemini tamamen kırmızı toprakla kaplıdır. Yukarıdan göle kuş bakışı bakınca rengi gerçekten siyahidir. Yakından ve biraz yanlamasına bakınca rengi bazen koyu yeşile çalar, bazen mavimsidir. Çok nadiren göğün mavisini içmiş gibi olur. Geceleri dolunayda şafak ve günbatımı öncesi çok güleç bir renk alır.
Bêrmareş’in güney tarafına başka bir söylemle yukarısına yüksek kayalıklı bir tepe düşer. Eski adı Terazinareş'tir. Tek kapısı veya yolu burada yine Bêrmareş adıyla anılan kapısıdır. Bu kapıdan Koridorê Sora ve Navser taraflarına gidileceği gibi kapıyı çıkınca batıya yönelerek Deşta Sore taraflarına gidilebilir.
Gölün aşağı tarafına da çok daha alçak bir sırt düşer. Ardıç ağaçlarıyla kaplı bu sırtın en zirvesinin gölden uzaklığı iki yüz metreyi bulmaz. Sırt tepesinden göle kadar kırk beş derece eğimlidir. Kayalıklı olsa da kayalıklarda düz, düzlük gibidir. Bu sırtın aşağı yamacı uçurumludur.
Gölün bir tarafından Herekol’un yıkılmış taş yığıntıları, xılxıleleri yüzlerce metre uzanırken, diğer tarafından, yüzerce metre çimli, pınarlı, koridorlu, mergli küçük küçük tepecikli beri yerleri uzanır. Koçerler üç beş yerde koyunlarını sağar ve dinlendirirler. Bir kilometre ileri de Kaniya Sar, Kanisarkê denilen buz gibi bir pınar var. Suyu oluk oluktur. Etrafında mendık, tuzık ve pung yetişir. İçmek için çay için olduğu kadar, koyun ve kuzuları, keçi ve oğlakları sulamak için de çok sağlıklıdır. Sonbaharda suyu epey azalsa da hiç kesilmez.
Ve yine döndük Bêrmareş’e su yukarıdan elli metre kadar mesafeyi kaplayan kaya yıkıntılarından fışkırıyor. Bu kaynağın özü taze kar sularıdır. Herekol’de kar erimeye başladıktan bir süre sonra buradan sular fışkırır. Esasta Deşta Sore taraflarının suyudur. Koçerler eskiden Deşta Sore’de garıs (mısır) yıkandığını ve suyla akan tanelerin bu gölden çıktığını söylüyorlar. Ayrıca da gölün etrafında, yukarısında eriyen kar suları da buraya akar.
Sürüleri sulamak için bu su da verimlidir. Ne var ki bu su sonbahara kadar kalmaz. Şimdilerde insanın kolay kesemeyeceği pınarı yazın kuruyacak. Bir taraftan oluk oluk, beyaz sular göle dolarken diğer taraftan da oluk oluk boşalır. Daracık bir boğazdan kendini yüzlerce metrelik yamaçtan coşarak aşağılara bırakır. Su yazın yavaş yavaş azalsa da kuruması hemen hemen ani olur. Ama en ilginci gölün boşalması, kurumasıdır. Göl doluyken siz koyunlarınızı sulamaya getiriyorsunuz. Göle biraz yaklaşınca aniden göl önünüzden kaçmaya başlamıştır. Sular çekiliyor. Koyunlar peşinden koşuşturur. Susuzluğunu gidermek için gölün alt zemininde bazı delikler var. Gün gelir evrendeki kara delikler gibi gölün tüm suyunu sömürürler. Nerdeyse birkaç yudumda bu gölün tüm sularını içerler. Oysa o delikler hep varlar. Neden illa belli bir zamanda böyle su gözlü olurlar. Neden Bêrmareş’in siyahi maviliğini acımasızca yutarlar bilemiyorum. Koçerler her yıl bu olayın Cuma günü veya akşamı olduğunu iddia ediyorlar. Böyle bir inanışta var. Gününü bilmiyorum ama bir on dört Temmuz günü sularının çekildiğini arkadaşlarımdan duymuştum.
Gölün mergli çayırlı çimenli tarafından sırtın hemen üstündeki düzlükte eski mezarlar var. Gömülenlerin birçoğunun çocuk olduğu da anlaşılıyor. İlginç ve güzel bir yer seçmişler ölülerine. Ben de ölünce buraya gömülsem gölü görecek miyim(?) diye merak ediyorum. Gölün çevresi yazın tam bir festival yerine döner. Binlerce koyun öbek öbek berilerinde bekleşirken, çobanlar, kadınlar, genç kızlar, allı pullu elbiseleri ile bakraçlarına süt doldururlar. Çocuklar sürünün etrafından dolaşarak, sağılmaktan kaytarmak isteyen kurnaz koyun ve keçileri yakalayıp Berivanlara teslim ederler. Yine uyuşuk uyuşuk yatıp sağılma yerine gelmeyi düşünmeyenleri de uyarırlar. Eşeklerin bazıları zırlar, bazıları cirit atar, bazıları tozun içinde takla atar bazısı hiç doymak bilmez. Düzensiz ve zamansız doğan kuzular kayalıkların içerisindeki küçük kozıklerinde bekleşir, acıkınca meleşirler. Köpekler; kimisi haylaz, kimisi çılek (azgözlü), kimisi uyuşuk, hantal, kimisi geveze, kimisi korkutucu ve saldırgan. Kimisinin dili bir karış, kimisi ortalıkta görünmez gün boyu. Taa aşağıdaki o badan (zomdan) kimisi eşeğine, atına binerek, kimisi yürüyerek bir buçuk saatte buraya ulaşan Berivanlar öğlen öncesi ve öğlen sonrası sağılmış sütü mataralara boşaltarak eşeklerine, atlarına yükler üzerine de konlar'da yakmak üzere topladıkları guni ve değişik yakacakları yükleyip yarın tekrar gelmek üzere zoma dönerler. Çünkü süt peynir ve yoğurt olmak ister. Çobanlar taze ekmek ve yemek ister. Yolunuz açık, yüreğiniz pek olsun Berivanlar. Kolay gelsin isterim işleriniz, ama bilirim kolay gelmez. Erkekler de çok çalışır ve yorulurlar hatta koyun bile sağarlar ama pek az insan Koçer kadını kadar cefa çeker ama Koçer kadını direngen ve iradelidir. Zorluklara kolay teslim olmaz, zorluklar adeta onun yaşam tarzı gibidir. Bu nedenle mi yüzleri güleç ve umutludurlar hep bilmem.
Güneşin Herekol’e selam vereli tam iki saat oldu. Güller ve şehitler ayının bitimine altı gün kaldı. Tümseğin üzerindeki mezarlığın yan tarafındaki kayalıklı tepecikte oturmuş Bêrmareş'e bakıyorum. Gölün içine doğru bir girinti uzuyor. Tam bir yarımada gibi.
Her şey çok vurgulu. Güneş ışıkları vurgulu vurgulu yayılıyor. Güneş ışınlarının vurgusunu tenimde ve gözlerimde hissediyorum. Kaya renkleri vurgulu. Etrafı sarmış yeşillik vurgulu. Göle akan pınar vurgulu. Kuşların türlü türlü ötüşleri vurgulu. Kuşların çiçekten çiçeğe konan arıların vızıltıları daha bir vurgulu. Kar kevilerinin hızla erimeleri vurgulu. Kevilerin altında günlerdir güneşin hasreti ile sararmış ama solmamış otların güneşle buluşmaları ve fotosentez yaparak hızla yeşillenmeleri vurgulu. Dibi bulanığımsı, üstü berrak gölün etrafı doğanın aksını ustaca derinlerine çizişi ve biraz siyahi biraz yeşilimsi biraz parlak gölün manzarası vurgularında vurgusu. Hele şu tam karşımda gölün içindeki büyük kayalıkların dibinde kaya kadar yükselmiş piramidi andıran nazlı ardıç’ın göldeki yansımasıyla oluşturduğu bütünlük bir harikadır.
Dolunay çoktan küçülmeye başlamış. Yarılanmış ay tam Bêrmareş'e kapısının üstünde, ayın kesik tarafı ise yere Herekol'e bakıyor. Acaba her yerde ay böyle mi görünür merak ediyorum. Doğuda yükselen güneş, batıda batışa gitme yolundaki ay ortasındaki Bêrmareş gölü, yan tarafında mezarlık, onunda yanında ben. Berrak pırıl pırıl açık mavi sanki biraz daha koyulaşacakmış gibi mavi gök ve bütün doğa canlı. Bu mezarlar bile canlı. Çünkü burada yaşam çok vurgulu, çok temiz, çok kutsaldır. Çünkü burası Bêrmareş. Çünkü burası Herekol, çünkü burası Botan, çünkü burası Kürdistan, Mezopotamya. Çünkü burası Ortadoğu.
Belki de şimdi şu iki yüz metre yüksekliğindeki kayalığın göğsünde öten kevdari (yaban horozu), en üstte ve kayalığın yan tarafında öten keklikler, mavi gökte durmaya çalışan, pike yapan, bir inip bir kalkan, birbirleriyle oynaşan cıvıltılı kuşlar. Ve Terazinamer’de daha yeni doğmuş yavrusu peşinde yayılan şu ayı da bunları fark etmiştir. Belki de fark etmeye gerek duymadan onlar bu güzelliklerin bu kutsallıkların içinde zaten erimişlerdir.
Dağ gibi insanlar da yıkılır. Bu, dağların da yıkılacağı anlamına mı gelir? Bêrmareş’in kuzeybatısı tarafına düşen dağ yıkılmış, gölün hemen bitişiğinde başlayan yıkıntılar enlemesine altı yüz yedi yüz metrelik, uzunlamasına bir iki kilometrelik alanı tümden kaplamışlardı. Yıkıntılar arasındaki dev kayalıklar hemen dikkati çekiyor. Grostonluk bazı kayalıklar da yıkılmaya yüz tutmuş halde bekliyorlar. Yıkıntılara en güzel rengi oraya buraya serpilmiş ardıç ağaçları veriyor. Tabi ki bu yıkıntılar gölün güzelliğini bozuyor değil.
İki ay kalmamış ömrü bu gölün. Yine kuruyacak. Yeri bomboş kalacak. Kayalıklar gelecek yıl bahara kadar kendi suretlerine bakamayacaklar. Aslında diyorum ki buna da çare var. Yani göl kuruduktan sonra dibindeki delikleri insan kapatabilir. Öyle büyük değiller. Suyun boşaldığı gölün çıkışı da daracık bir boğaz… Yani araya set çekmek de çok kolay. Biraz emek ve çabayla insan gölün su yüksekliğini on metreye çıkarabilir. Daha büyük bir proje ile 30 metreye de çıkarabilir. Su böylece sürekli hale gelir. Suyun miktarı çok olursa kış soğuğunda tümüyle donmayabilir. O zaman uygun tür ve cinsten balık bile yetişebilir. Kim bilir o balıklar kendilerini ne kadar şanslı ve mutlu hissederler. Yaban ördekleri yaban tavukları, türlü türlü kuşlarda burayı ziyaretgah belki de mesken edinirler. Böyle bir proje ekolojiye hiçbir şekilde zarar vermez. Tam tersine zenginleştirici, güçlendirici olur. Belki su köpekleri bile türerler bu gölde. Ayılar bile balık avlamaya gelirler. Küçük kayıklarla da insan göle açılabilir. Kim demiş Kürtlerin denizi yok. Herekol’de bile deniz var denilecek. Koçerler sahilde dolaşacak, Berivanlar kayıklara binecek, fotoğrafçılar iş yetiştiremeyecek…! Oysa şimdi de aynen o kadar güzeldir Bêrmareş’i gören göz olsun yeter. İki metre kadar yakınıma konan harika renklerini ve harika cıvıltısını tarif edemeyeceğim şu kuş da beni onaylarcasına iki kanadını yana değil yukarıya kaldırarak hiçbir müziğin veremeyeceği bir tad veren ötüşleriyle, beni onaylamak ister gibi dans ediyor. Yoksa benim kuruntum mu?
İlginç olan yarım ay, Bêrmareşe’yi terk etmek istemezcesine hiç ilerlememiş gibi yerinde dururken ben ayağa kalkıp uzaklaşmaya başlıyorum.
Hoşça kal Bêrmareş ê!
Şehit Zerdeşt Dersimi
- Ayrıntılar
Çok klişe bir sözdür; Bu ülke, çok tuhaf bir ülkedir…
Ama neredeyse gün aşırı bu sözü doğrulatacak, haklılığını perçinleyecek olaylar zinciri vuku bulmakta. Ondan dolayı da insan günde üç/dört kez bu sözü tekrarlamaktan kendini kurtaramıyor.
Son günlerde bize bu sözü söylettiren nedenlerin başında elbette Erdoğan’ın yaptığı konuşmalar, kamera karşısındaki gergin hali gelmekte.
Özellikle takmış BDP’ye ve onun vekillerine…
İki de bir; “Ya Kandil, Ya Meclis” diyor. Bir tane akıllı da çıkıp demiyor; “yahu sen öyle atıp-tutuyorsun, bunun üzerine yüksek perdeden de miyavlıyorsun ama senin kaymakam adayın, senin il başkanının, senin polislerin, senin askerlerin zaten Kandil’de, bunların üzerine Meclistekileri niye oraya göndermeye çalışıyorsun?” diye.
Senin bu kadar kamu çalışanın, parti çalışanların Kandil’deyken, sen neredeyse hafta da birkaç camide cenaze namazı kılıyorsun, halen ne diye Kandil’e insan göndermek için bu kadar heveslisin Erdoğan!
Eğer amaç Kandil nüfusuna yönelik herhangi bir çalışma değilse, bu kadar yoğun bir şekilde Kandil’e insan göndermenin-bu istemi ukalaca her fırsatta dile getirmenin anlamı nedir?
Daha da utanmasız olsa; Ankara’ya gelen cenazelere de “kalkın Kandil’e gidin” diyecek neredeyse.
Türkiye’deki birçok kesimin anladığını; savaşın dilinin cenaze bilançosunu arttırmanın dışında herhangi bir etkisinin olmadığını Erdoğan anlamak istemiyor.
Belki önümüzdeki seçimler nedeniyle, Erdoğan bilinçli bir şekilde bu siyasi pozisyonunu koruyor olabilir.
Ama bu dönem, yaşanan her gelişme seçim hesabına hibe edilecek kadar niteliksiz değil…
İşte Erdoğan’ın görmediği ya da görmek istemediği kör nokta burası oluyor.
Daha şimdiden bütün planlarını önümüzdeki seçimlere göre ayarlamaya çalışan ve daha çok da benden sonrası tufan mantığıyla hareket eden Erdoğan, BDP ve Kürtleri ezmenin kendisine oy kazandıracağına koşulsuz bir şekilde biat etmiş durumda.
Kürtleri ve temsilcilerini ezebileceğini sanıyor! Hatta bu kadar yoğun psikolojik hakaretle, blöfle onlara geri adım attırabileceğini sanıyor! Hani bazı kesimler diyor ya; 90’lara mı dönüyoruz! İşte bu kesimlerin şunu görmesi gerekiyor; Erdoğan zaten 90’lı yıllarda.
Biliniyor langustik bir durumdur; insan kendisini nasıl görüyorsa, çevresini de öyle görür. Erdoğan kendisini 90’larda gördüğü için karşısındaki Kürtleri de 90’lı yıllardaki Kürtler gibi görüyor.
Buna o kadar inanmış ki; iki cenaze namazı arasında fırsat buluyor ve o anda dahi Kürtlere yönelik saldırmaya ve hakaret etmeye devam ediyor. Başbakanlığını dahi bu kadar rutin bir işleyişe dönüştüren bu sarmalı bir türlü görmek istemiyor.
Doğal olarak da; Kürtlerin her yerdeki direnişinin kodlarını doğru okuyamıyor. Günden güne artan tansiyonun, gelinen uçurumun farkına varamıyor.
Bütün kesimlere yönelik gösterdiği asabiyetin ne kadar gülünç olduğunu göremiyor.
Fırsat bulabildiği ender anlarda da; yaptığı yollardan, duble otobanlardan, çeşmelerden, Toki’lerden böbürlenenerek dem vuruyor.
Kazara da olsa sorulan bir “kürt sorunu”yla ilgiliyi sorulara da; “benim için Kürt sorunu bitmiştir” diyor.
Senin için bu sorun bu kadar kolay çözüldüyse, ne diye o cami senin-bu cami benim geziyorsun o zaman!
Aslında herkes gibi Erdoğan’da şunun farkında; bu sorunun iki güzergahı var. Onlarda ya masa, ya da cami avlusudur. Onun dışındaki her söz, her eylem teferruattan başka bir şey değildir.
Zaten şu anda yaşanılan tıkanıklık da buradan ileri gelmekte. Masa devre dışı bırakıldığı için, her gün devlet yeknesak bir şekilde cami avlularında buluşuyor. Böyle giderse yeni yasama dönemi için meclisi de cami avlularında açacaklar neredeyse. Kim bilir belki bir AKP’li vekil, bugün-yarın böyle bir öneri de bulunabilir.
Aslında ortalıktaki toz duman görüntünün aşılabilmesi için bu soruna olan yaklaşımda hangi güzergahın tercih edileceği bu sürecin belirleyeni olacaktır. Vurguladık; dönem pragmatik seçim hesaplarına indirgenemeyecek kadar hassas! Ondan dolayı da Erdoğan’ın birilerine “Ya Kandil, Ya Meclis” demesine karşılık, birilerinin de “Ya Masa Çözüm, Ya da Cami Avlusunda Cenaze Namazı” demesi gerekiyor.
Dönem o kadar hassas, o kadar ciddi ne de olsa.
Jan Ararat
- Ayrıntılar
Yok, medeniyet değil bu canavar. Ordu. Bildiğiniz TC ordusu.
Allah vere de şu ordunun halini bir gün içinde yaşayanların dilinden yazma fırsatı buluna. Kürdistan veya gerilla sendromu diye adlandırılabilecek yeni bir hastalığın keşfedilmesine katkı sunacak insanların ruh hallerini anlatan bir kitap hiç de fena olmazdı. Gerçi bir ara Memedin kitabı diye bir tane yazıldı ama o da “birazcık” ve “ufacık” bir halinden söz ediyordu bu sendromun.
Her gün bir komutanı istifa eden, askeri kaçan, görev yeri değişen, yenilgi üzerine yenilgi alan ordunun askeri olmadığım için neler yaşadıklarını bilmiyorum. O yüzden anlatmamı da beklemeyin. Ama cephemizden görünenleri anlat derseniz değil bir yazı, onlarca yazı yetmez.
Tek işi savaş olan bir örgütlenmenin kendi içinde yaşadığı sıkıntıların da savaşla ilgili olması gerektiği kesin. Yani daha iyi savaşabilmek, karşısındakini alt edebilmenin yolları ve yöntemlerini bulmak ve bunları istikrarlı ve yaratıcı yöntemlerle pratikleştirebilmek dışında farklı bir yoğunlaşması olmamalı.
Fakat bu yoğunlaşmanın içine girebilmesi için yaptığı işe inanması gerekir. İnanmadığın, kabul etmediğin bir amacın varsa savaşmak addedildiği gibi kutsal bir savaş olmaz. Bu nedenle savaşın kural ve kanunları da burada çok işe yaramaz. Amacı temiz olmayan bir ordunun yapacağı savaş da takdir edileceği gibi kirli bir savaş olur. Bundan sonra yürütülecek savaş da olsa olsa çıkar savaşı, rant savaşı olur. Eskilerin tabiriyle bir ganimet savaşı gündeme gelir.
Nitekim Kürdistan’da savaş dün olduğu gibi bugün de tamamen bir ganimet savaşı olarak yürütülüyor. Ortada ülkeye kasteden, ülkeyi “bölmek” ya da “parçalamak” isteyen bir saldırı olmadığından, bunun karşısında da “vatan savunması” gibi bir mücadele perspektifi geliştirilemez.
Savaşın karar vericileri bunu çok iyi bildiklerinden savaşan gücün performansını arttırmak daha doğrusu savaşmaya teşvik edebilmek için farklı yollar bulmalıdır. Günümüzün tanrısı rolüne bürünmüş olan para bunun için biçilmiş kaftandır.
Artık ordu ve bu savaşın karar vericileri vatan için değil, para için mücadele ediyor. Emrindeki gariban Anadolu evlatlarını önce işsiz ve parasız bırakıp sonra da para karşılığında savaştırmak belki de TC devletinin son yıllardaki en ‘akılcı’ yöntem zenginliğiydi. Çünkü askeri cepheye koşturduğunda onu harekete geçirecek, uğruna ölmeyi göze alacağı bir neden bulmak zorundasınız. Artık hiç kimse PKK’nin Türkiye’yi bölmek ya da bu ülkeyi yıkmak gibi bir amacı olmadığını bildiğine göre “vatan, sana canım feda” diyecek gençleri bulmak artık gittikçe zorlaşıyor.
Öyle söylendiği gibi profesyonelleşme deyimi de bir göz boyamadır. İstediğin kadar eğit, istediğin kadar tecrübeli hale getir ancak o kişiyi teknik anlamda güçlendirebilirsin. Ama herkes çok iyi biliyor ki savaş yürek işidir, cesaret ve fedakarlık işidir.
Bunu da en iyi gerillada bulabilirsiniz. Hem meşru, haklı bir savaş yürüttüğünden, hem de Kürt halkı gibi bir halkın desteği arkasında olduğundan attığı her adımda, yürüttüğü her savaşta başarı elde ediyor. Cesaret ve fedakarlığını, mücadele azmini ise Önder Apo gibi bir insanın varlığından alıyor. 13 senedir tek başına düşmanın elinde bulunmasına, 10 metrelik bir çukurda 13 aydır hiç kimseyle görüştürülmemesine rağmen dayatmalara, işkencelere, baskılara karşı tek bir geri adım atmayan Önderlerinin direnişçi tutumundan alıyorlar.
O yüzden gerilla karşısında savaşacak insanları bulmak için her şeyden önce haklı ve meşru bir gerekçeniz olmalı. Haklı ve meşru bir amacın insanda yarattığı duyguları ve düşünceleri hiçbir teknik donanım, nicelik, istihbarat yaratamaz.
Bu denli savaş gerçeğinden uzak bir ordu gücünün para ile ayakta tutulma çabasının ise nereye kadar yeteceği tabii ki sorulmalıdır. Hadi o para karşılığında gelen cahildir, anlamıyordur, ama ya ailesi? Ailesi yarın öbür gün sormaz mı, engellemez mi? Kaldı ki artık bu paralı askere alma işinin bile istendiği gibi gitmediği açığa çıkıyor. Bakalım bu paralı askerlik ardından neler çıkacak?
Ne çıkar bilmiyorum ama artık ne komutanı, ne askeri, ne siyasetçisi, ne bürokratı, imamı, ajanı, işbirlikçisi işe yaramıyor. Artık savaşı yürütecek tek güç kalmış, o da medya. Yalanın büyük bir silah olduğunun farkında olduklarından ve bu konuda epey tecrübe kazandıklarından buraya ağırlık veriyorlar. Ama bunun da bir yere kadar süreceğini söylemek yerinde olur.
Evet, insanlar gerçeklerle yüzleşmekten hep kaçınırlar. Bir dakikalık da olsa gerçekle yüzleşmemek için yıllarını perdeler arkasında geçirmeyi kabul ederler. Fakat vicdan ve toplum yaşamı denen olgunun varlığı bu insanları da elbet bir gün kendilerine getirecek ve gerçekler karşısındaki dirençlerini sorgulatacaktır. Artık neye güvenmesi gerektiğini, neye inanması gerektiğini soracağı bir zaman da gelecektir.
Hatırlar mısınız, bir dönemler anketlerde en güvenilir kurum hangisidir diye bir soru soruluyordu. Epey de yoğun işlenen bu anketlerin son yıllarda nedense hiç yapılmadığına dikkat ettiniz mi? Peki, dikkat ettiyseniz, nedenini hiç sorguladınız mı?
Evet, tabii ki artık güvenilecek bir kurum yok. E, güvenilecek bir kurum olmadığına göre, sahte de olsa “hangi kuruma güveniyorsunuz” sorusunu sormanın bir anlamı da yok.
Neyse, çok uzattım. Diyeceğim o ki, artık işgalcilerin, sömürgeci faşistlerin o çok güvendikleri ordu da ellerinden gitti. Artık bu savaşı nasıl yürütecekleri tam bir muamma. Arkadaşlarını satmayla ün yapmış ordunun başındaki adam emrindeki askerler teker teker düşerken hediye alma derdindeyse gerisini siz düşünün. Bu adam istediği kadar güçleri gezsin, moral vermeye çalışsın, “ben işimin üzerindeyim” izlenimi yaratsın, nafile.
Türk ordusu ve kirli savaşın karar vericileri bir kez daha yenilmiştir…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Gerillalarımızın Hakkari’nin Şemdinli, Yüksekova ve Çukurca ilçelerinde başlattığı devrimci harekat çerçevesindeki eylemleri devam etmektedir. Bu kapsamda;
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Hakkari’nin Şemdinli ve Yüksekova ilçeleri arasındaki hat üzerinde 23 Temmuz günü gerillalarımız tarafından başlatılan devrimci harekat çerçevesinde 14 Eylül günü saat 15.00 sularında Haruna karakoluna yönelik bir fedai eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
27 Ağustos günü saat 20.00 sularında Şırnak’ın Uludere ilçesi sınır hattında işgalci TC ordusu tarafından başlatılan operasyonda düşman askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışmada 2 yoldaşımız şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
YJA Star Güçlerimiz 16 Eylül günü saat 02.40 sularında Mardin'in Midyat ilçesine bağlı Kertwinê köyü yakınlarından geçen Botaş petrol boru hattına yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Tarihi bir anda geçiyoruz. Öyle ki kimisi böyle tarihi anlara varlık yokluk anları diyor.
Dikkat edilirse TC devleti bu tarihi an’ı bildiği için hiç olmadığı kadar özel savaşına ve psikolojik savaşına yükleniyor. Bunun içindir ki herkesi ama herkesi hizaya getirmek için saldırdıkça saldırıyor. Yine boşuna birçok Türk yazarçizer tam devletçi mantıkla sürece yaklaşılmasını önermiyor.
“TSK’nın ve polisin moralinin, PKK ile onun siyaset ve medya destekçileri tarafından kırılmaya çalışılması normaldir. Ama Türkiye Cumhuriyeti’yle sorunlu olmayan kesimlerin bilerek veya bilmeyerek aynı işlevi görmeleri, aynı hedefe vurmaları ancak terör örgütünün ve dış destekçilerinin ekmeğine yağ sürer” demesi ve yazması manidardır. “Türkiye Cumhuriyeti’yle sorunlu olmayan” sözleri ne kadar da sırıtıyor. Yine bir başkası: “Hiç endişeye gerek yok; bu ülkenin medya yöneticileri terörle mücadele konusunda dünya basınından geri kalmayacak kadar duyarlı ve bilgilidir. Onlara fırsat tanımak, meslek erbabı arasında ortak bir kültürün ve duyarlılığın oluşmasına müsaade etmek gerekiyor” diyor başka sözde bir medya yöneticisi. Ve hatırlayalım birkaç gün önce boşuna “ağzına tıkarım” diye faşist yapının istemlerine göre yazılmayanları ne yapacaklarını açıkça söylememişlerdir.
Bu durumu KCK yürütme konseyi başkanı Murat Karayılan verdiği mülakatta: “Bir taraftan bazı aile çevrelerinin mal mülk imkanlarını yaratma, zenginleştirme, diğer taraftan dini, Kürt halkı ekseriyeti diyelim kendi dini inançlarına bağlı bir halktır, gerek Alevi'si, gerek Sünni'si inancı güçlü bir toplumsal gerçekliği temsil ediyor. Êzidi olanlar zaten onlar göçertilmiş, Kürdistan’da çok azı kalmış. Yani bunu kullanma, bunu, yani halkımızın inanç duygularını bu anlamda sömürgeciliğin alt yapısını oluşturmada alabildiğine kullanma siyasetidir. Bununla birlikte özellikle gençlik üzerinde çok yoğun durma, yani imkanlar sunma, okutma, gel dershane, yurt ve burs gibi. Bu şekilde yol ve yöntemlerle, cemaatler yoluyla, işte bilmem değişi vakıflar yoluyla Kürt gençliğini ehlileştirme, yani asimilasyona tabi tutmadır” diyor.
TC devleti tüm bunları tarihi süreçle bağlantılı olarak ele alıyor ve saldırılarını pervasızlaştırıyor. Ya Kürdistan özgürleşecek yani Kürtler Ortadoğu’da olup bitenler içerisinde kendilerini özgür bir statüye kavuşturacaklardır. Ya da Kürtler bu kez de aynen 100 yıl önce yapıldığı gibi yeniden daha katmerli bir köleliğe tabii tutulacaklardır. Unutulmasın ki 100 önce Kürtleri yok sayma siyaseti Kürtlerin tam 100 yıldır aralıksız direnmelerini beraberinde getirmiştir. Bu ise yüz binlerce ölüm demek oldu. Bu ise Kürdistan’ın baştanbaşa onlarca kez yıkımı oldu. Bu ise Kürtlerin ve Kürdistan’ın yeniden yeniden başkalarının kullanımı için ham madde oldu. Ve eğer bu kez de Kürtler Ortadoğu’da olup bitenlerde kendilerine bir statü elde edemezlerse artık ortaya çıkacak olan sadece on yıllarca direnişin devam ettirilmesi olmayacaktır. Hayır, ortaya çıkacak olan tümden uygulanan soykırım rejiminin başarıya kavuşması demek olacaktır. Yani yok olacak, yok edilecek olan bir Kürdistan ve Kürtlük olacaktır.
İşte sürecin tarihsel olması bununla yakinen alakalıdır. Bu durumu bilerek Kürdistan gençliğinin tarihe katılması gerekiyor. Tarihin onun omuzlarına yüklediği görevlere sahip çıkması gerekiyor.
Yine belirtelim TC faşizmi boşuna Kürdistan’a ve Kürt gerçekliğine bu kadar saldırmıyor. RTE’nin “Kürt sorunu bitmiştir” cümlesinin arkasında yatan gerçeklik budur. Çünkü Kürt sorunu kabul etmek demek içerisinde geçtiğimiz tarihi an’da Kürtlerin ana dilde eğitimini kabul etmek demek olacaktır. Kürtlerin yerellerde kendi öz yönetim gerçeğinin kabul edilmesi demektir. Kürtlerin ayrılma hakkı dahil tüm haklarının kabul edilmesi demektir. Ve tabii ki birde bulunduğumuz çağ gerçeğine göre tüm Kürtlerin ortaklaşmasının önünü açmak demektir. Çağımıza demokrasi çağı diyorlar. İnsan haklarının en üst düzeyde geliştiği çağ diyorlar. Ve birde tabii bilim teknoloji çağı diyorlar. Böyle bir çağda eğer bir sorun var ise ve hele hele bu sorun 40 milyonluk bir halkın doğuştan gelen haklarına dönük bir temel insanlık sorunu ise yapılacak olan ilk elden tüm haklarının tanınması olacaktır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi ayrılma hakkı da dahil.
İşte TC faşizmi bu tarihi an’ı bildiği için saldırdıkça saldırıyor. Kürt çocuklarını henüz 5 yaşana gelmişken hızla asimile etmek için çeşitli hilelere başvuruyor. Bunun için işbirlikçiliği sonuna kadar geliştiriyor. Yeni yetme hainlere muazzam imkanlar sunuyor. Bunun için Kürdistan coğrafyasını tahrip etmek için yangından mal kaçırırcasına barajlar inşa ediyor, her bir tepenin başına insanın gözünü bile kirli gelen karakollar inşa ediyor, Kürdistan’ın yer altı zenginlerini çalmak için her tarafa askeri yollar yapıyor.
Evet, böyle birçok özel savaş politikalarını sıralamak mümkündür. Demek istediğimiz şudur: Tarihi bu an’a göre TC faşizmi hareket ediyor. Bir an önce tarihi an’ı kendi lehine çevirmek için özel ve psikolojik savaşını had safhaya taşıyor.
TC faşizmi tarihi bu an’a böyle Kürtleri yok etme temelinde yaklaşım ve politikalar geliştirirken Kürt gençlerinin, alevi gençlerinin ve de demokrat aydın Türkiye gençlerinin sıradan yaklaşılması kabul edilir mi? Elbette kabul edilemez.
Bunun için Kürt gençliğini, alevi gençliğini, Türkiye sol ve demokrat gençliğini birde duyarlı ve dini inançlarına bağlı asabeler sürecindeki Müslümanlığa inanan tüm anti kapitalist Müslüm gençleri dağlara faşizme karşı, devletçi ırkçı yezid İslamcılığına karşı mücadele etmeye çağırıyoruz. En haklı ve büyük Cihat zulme karşı geliştirilecek olan direniştir ki bugün bu direniş Kürdistan dağlarında verilen olan direniştir.
Unutmayalım ki kürdistan’da başarıya ulaşmış bir tv faşizminden en çok çekecek olan bu toprakların ezilen halkları, doğruya ve gerçeklere bağlı yaşamak isteyen ve de zulme karşı her zaman başkaldırmış olan inananlar olacaklardır.
Yeniden ama yeniden tüm duyarlı Kürt, alevi, sol sosyalist demokrat ve asıl antikapitalist Müslüman gençleri dağlara gerillaya katılmaya davet ediyoruz.
Engin Sincer
- Ayrıntılar
Kürdistan’da orman katliamına devam ediliyor. Her gün yeni orman alanlarımız hunharca yakılıp yıkılıyor. Geçmiş yıllarda da bu faşizan uygulama bir bile dakika durmamıştı. Öyle ki hem yakıyor, hem yıkıyor hem de orman kesimleriyle adeta ülkemiz çorak hale getirilmek için her şey yapılıyor.
Faşizm böyle doludizgin, pervasızca, ahlaksızca, fütursuzca ormanlarımızı yakarken, yıkarken, keserken tek bir kişide ses çıkmıyor. Bundan olmalıdır ki son yıllarda birkaç kez HPG ve HPG’nin birçok saha komutanlıkları, Kürdistan ormanlarının yakılmasına ve yıkılmasına karşı çeşitli düzeylerde çağrılarda bulunmuşlardı. Yine orman kesmelere dönükte çeşitli uyarılarda bulunmuşlardı
Örneğin 201 yılında: “Savaşın kendi kuralları vardır. Bu kurallara savaşın bir tarafı olan her gücün uyması gerektiği uluslar arası sözleşmelerle teyit edilmiştir. TC devleti bu sözleşmelere imza atmıştır. TC devleti Cenevre sözleşmesinde savaşta uyulması gereken kuralları ihlal etmektir. Bu ihlallere her gün bir yenisini eklemektedir.
Bunun için uluslararası güçleri TC devletinin ve onun silahlı kuvvetlerinin savaş suçlarını gelip yerinde izlemesi için savaş alanına çağırıyoruz.
Yine çevreci örgütleri, ekolojiye dönük duyarlı çevreleri Kürdistan’da TC devletinin orman yakmalarına karşı durmaya ve bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz” diye çok kez bilebildiğimiz ve takip edebildiğimiz gibi çağrılarda bulunmuştur.
Maalesef ne yereldeki çevrecilerden, ne bölgedeki ne de uluslar arası sahasında çevreciler, ekolojistler bu çağrıya cevap vermişlerdir. Ülkemize gelip olup bitenleri bizatihi yerinde irdelememişlerdir.
Bir gerçek vardır ki o da Kürdistan ormanları yakılmaya, yıkılmaya ve kesilmeye devam ediliyor. Her gün bu yakmalara dediğimiz gibi yenileri ekleniyor. Dersim tümden yakılmak isteniyor. Botan zaten sistematik olarak yakılması planlanmış. Bitlis bu yakmaların yeni hedefinde. Hakkari’den söz bile açmıyoruz. Özcesi doludizgin bir tabiat faşizmi sürüp gidiyor.
Irkçılığı herkes sadece bir ırkın savunulması ya da övülmesi olarak algılamamalı. “Bana aittir” denilenin savunulması, “bana ait değildir, başkalarınındır” diye bilinen ise yakılıp yıkılması da bir tür ırkçılıktır. Bu ırkçılık dediğimiz gibi sadece insanla sınırlı kalmamaktadır. Irkçılık öyle bir hastalıktır ki başkasınındır bildiği coğrafyalarında yok edilmesi, bitirilmesi aynı zihniyetin bir sonucudur. Evet, bunun içindir Kürdistan’da adeta yakılmamış ormanlar bırakılmamışken, batıda bir orman yangını çıktığında dünyanın masrafı yapılarak bunun söndürülemeye çalışması belirttiğimiz zihniyetin ve tihniyetin ta kendisidir. Kimse neden Türkiye’de yani batıdaki ormanlar söndürülüyor demiyor, orman korumalar ve söndürmeler için gerekirse çok daha fazla kaynakta aktarılmalıdır. Ancak bunu yaparken Kürdistan ormanlarını bilinçlice TC devleti tarafından yakmalar, yıkmalar varken, yaşanırken kim hangi “kardeşiz” sözüne inanır ki? Yada ülkemizde tüm ormanlar kül olurken tek bir ekolojistin, çevrecinin bir duyarlılık göstermemesine diyeceğiz?
Örneğin: “Havran'da orman yangını” altında dün bir haber geçti. “Havran İlçesi'ne bağlı Kalabak Köyü Taşlıalan Mevkii'ndeki kızılçam ağaçlarının bulunduğu ormanlık alanda dün saat 14.30 sıralarında henüz belirlenemeyen bir nedenle orman yangını çıktı. Rüzgarın etkisiyle büyüyen ve 200 hektarlık alanda etkili olduğu belirtilen yangına üç söndürme uçağı, dört su atar uçak, bir keşif uçağı, dört yangın söndürme helikopteri ve 30 arazöz, dört dozerle çok sayıda yer işçisi müdahale etti. Rüzgar nedeniyle kontrol altına alınamayan yangına daha kapsamlı ve etkili müdahale için bölgeye 15 arazöz daha sevk edilirken Havran Kaymakamı Yasin Öztürk, Orman Bölge Müdürlüğü aracılığıyla, İzmir, Bursa ve Çanakkale'den destek ekipler istendiğini dile getirdi.”
Bu haber bile Türkiye’de neme nem bir faşizmin yaşandığını göstermeye yeter de artarda. Öyle büyük teorilerle verilerle Türk faşizmi diyebileceğimiz faşizm türünü, anlatmaya gerçekten gerek yoktur. Kürdistan’da yakılıp yıkılan ormanlara ve birde “Havran’da orman yangını” haberine bakarak nasıl korkunç bir faşizmle karşı kaşıya olduğumuz görülecektir.
Faşizm böyle doludizgin Kürtlere ve coğrafyasına karşı yürütülmüşken, biz Kürtlerden kardeşlikten, birlikten ve beraberlikten hatta eşitlikten bahsedilmesi doğrusu insan aklıyla alay etmekten başka bir anlam taşıdığı gün yüzü gibi ortada değil midir? Faşizmin zihniyeti bu denli ortadayken biz Kürtlerden TC faşizmine karşı mücadele etmemenin akla uygun bir gerekçesi olabilir mi? Başkaldırmamanın bir gerekçesi olabilir mi?
Evet, gerçekler gün yüzü gibi ortadayken her “kardeşlik, beraberlik, birlik” türünden sözlerine doğrusu kim inanır?
Bir sitem olarak: Faşizm sonuçta insan ve doğa düşmanlığıdır. Buna anlam verebiliyoruz. Ancak yeşilcileri, doğa severleri, çevrecileri, ekolojistleri hatta feministleri yine çeşitli “…hak koruma” derneklerinin Kürdistan’daki orman kıyımlarına karşı sessiz ve “duymadım, söylemedim, görmedim” yaklaşımlarına anlam veremediğimiz söylemeden de edemeyeceğiz.
K. Nurhak
- Ayrıntılar