Yukarıda ki başlık 1970’lerin havasını yansıtır gibi duruyor. O yıllar dünyada çift kutuplu dünyanın yarattığı avantajlardan kaynaklı devrimlerin yani hızlı alt üst oluşların yaşanmasına imkân sunan yıllardı.
Biliniyor 1990’lı yıllardan sonra çift kutuplu dünya yerine ağırlıklı tek kutuplu bir dünyaya, “yenidünya düzen”iyle geçildi. Her ne kadar kendisini dünyanın imparatoru ilan eden ABD her şeye istediği gibi hakim olamasa da nihayetinde “dediğim dedik, çaldığım düdük” misali dünyanın birçok yerine tek taraflı saldırılar düzenledi. Bunu yaparken de dünyanın gözünün içine baka baka, hem de bile bile yalanlar düzerek, herkesi de bu yalanlara inanmaya mecbur ederek saldırılarını meşrulaştırdı.
Dünyanın yaşadığı bu değişimden dolayı devrim yıllarının aşıldığını artık esas dilin evrim dili olduğu çokça söylendi. Evrim dilini kullanmanın temel gerekçesi ise giderek gelişen demokratik değerler gösterildi. “Dünyamız giderek evrensel değerlere saygı gösteriyor, her şey dile getirilebiliyor, konuşulabiliyor” denildi. Özcesi eskinin o sert ortamının aşıldığı, artık eskiden sergilenen güçlü iradesel duruşlara ve kavgalara ihtiyaç olmadığı çokça dile getirilir oldu.
Dünyanın büyük değişimler yaşadığı kesindir. Dünyanın birçok yerinde evrensel değerlerin, demokratik değerlerin ve insan haklarının geliştiği de doğrudur. Ancak bu evrensel ve demokratik değerlerin dünyanın her yerinde herkesçe benimsendiği ve her insana ya da her halka olumlu manada yansıdığını söylemek zordur. Hem de çok zordur.
Kürdistan’da sürdürülen özgürlük mücadelesi gelişen bu dünya konjonktüründen dolayı paradigmasal değişiklere giderek belki de dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek değişimi ve dönüşümü kendi içerisinde yaşayarak, bu değişim ve dönüşümü dört parçadaki Kürt halkına da taşırmıştır. Nitekim bunun sonucudur ki Kürt halkı dört parçada bulundukları ülkelerin halklarıyla ortak, eşit, kardeşçe, birlik ve beraberlik içerisinde yaşama iradesini beyan etmiştir. Ortak vatanda yaşama iradesini bu kadar baskılanmış, ezilmiş, horlanmış bir halka aldırtmak öyle sanıldığı gibi kolay değildir. Dünyanın topu bir araya gelseydi PKK önderliğinin yaptığını kimse Kürt halkına yaptıramazdı.
Ne var ki öyle görülüyor ki Kürt halk Önderliliğinin on yıllarca ısrarla, inadına, itinayla yürüttüğü ortak vatanda birlikte yaşama projesini birileri ısrarla sabote etmeye çalışıyor. Dünyada gelişen evrensel değerleri birileri sadece kendileri için geçerli olduğunu düşünüyor. Kürt halkı birlikte yaşamayı dayattıkça birileri Kürtlerin bu kez kesinlikle eritilebileceğine, asimile edilebileceğine inanıyor. Bununla yetinilmiyor Kürtlerin topyekûn soykırımını hedefleyenlerde çıkıyor.
Kürtler barış dedikçe vuruluyorlar, Kürtler kardeşlik dedikçe öldürülüyorlar, Kürtler özgürlük dedikçe zindanlara atılıyorlar, Kürtler silahsız mücadele dedikçe tutuklanıyorlar.
Tüm bunlar ve daha fazlası artık yeniden tarihin yeni bir eşiğine gelindiğini gösteriyor. Artık süreç keskin mücadeleyi dayatan eşeği gelindiğini hatta geciktiğini gösteriyor.
Kendini kandırmalara son vermek için, tarihin bu yeni eşiğinde mücadele dilimizin değiştirileceğini, değiştirmek zorunda olduğumuzu herkes herhalde kabul eder.
İşte bu yeni eşiğe biz TEK YOL DEVRİM diyoruz. Artık devrim yıllarına yeniden dönüyoruz. Birilerine bir halkın nelere kadir olabileceğini göstermek için inadına Devrim diyeceğiz. Tüm iyi niyetlerimizin suiistimaline karşı TEK YOL DEVRİM diyeceğiz. Ve bu devrim dalgasına kalkışa herkese ama herkese katılın diyeceğiz.
Nucan Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Eylül gününden beri Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’n Şehit Neval Helwesis ile Semedar alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Eylül günü 22.00-22.45 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Lelkan ve Xınêrê’nin Kolit ve Kani Qirêj alanlarına yönelik olarak sömürgeci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Aylardır yazıp çiziyoruz. Polis olarak Kürdistan’a gelip görev yapmayın dedik. Tekrar tekrar bu durumu dile getirdik. Ancak polisler söylediklerimizi dikkate almadan Kürdistan’da rastgele dolaşmaya devam ettiler. Bunun sonucu ise ölen onlarca polis oldu.
Kürdistan’ı sevenler polis olarak sevmesinler. Seveceklerse sivil insanlar olarak sevsinler aksi taktirde olup bitenlerde biz sorumlu olmayacağımızı herkese alenen söyledik.
Polis mesleği çokta söylendiği gibi şerefli bir meslek değildir. Kiminin söylediği gibi, toplumda sorunlar yaşanmaması için görev de yapan bir kurum değildir. Polisler asli görevi devlet diye bilinen toplumu cenderesine alan zor aygıtının ve toplumun başına musallat olmuş iktidar güçlerinin çıkarlarını korumak için oluşturulmuş ve topluma karşı kullanılan özel bir vurucu güçtür. Tersini iddia edenler yalan söylüyorlardır. Tersini söyleyenler birçok gerçeği saklıyorlardır.
Polislere dünyanın her yerinde gözlerinin içi gibi bakılmasının nedeni iktidar güçlerinin ve de toplumu sömüren zor aygıtı olan devleti birincil elden korumalarından ileri gelir. Hani o meşhur olan “her şeyi af edebiliriz ancak polislerimizi hedefleyenleri asla” cümlesi polislerin üstlendikleri kirli görevden ileri geliyor.
Evet, biz kimsenin bu kirli görevi üstlenmemesini belirtiyoruz. Hele hele Kürdistan’da hiç üstlenmemeleri gerektiğini daha yüksek tondan söylüyoruz. Çünkü bugün Kürdistan’da Kürt halkına ve onun çeşitli katmanlarına saldırı düzenleyen birincil derecedeki güç polislerdir. Üniformalı üniformasız hiç fark etmez, birey olarak “iyi niyetli” de olsalar, “temiz” de olsalar devlet ve iktidar Kürdistan halkına karşı bu insanları yani polisleri çok çirkince kullanmaktadır. Bunun için diyoruz ki Kürdistan’da polislik yapmayın, polis iseniz Kürdistan’ı terk edin, polislik yapacaksanız ailenizi Kürdistan’a getirmeyin, serbest dolaşmayın, şehirlerde yalnız gezmeyin, istediğiniz eğlence yerlerine gitmeyin, gönlünüzün yapmak istediklerini yapmayın.
Özcesi: Kürdistan’ı terk edin, terk edin. Hem de, şimdi. Durmadan, hemen bu an, arkanıza bakmadan!
Polis ailelerinin de evlatlarının başlarına bir şey gelmemesi için “kınalı kuzu”larını Kürdistan’a görev yapmalarına izin vermesinler. Devlet mecburi hizmet olarak Kürdistan’a koşturuyorsa evlatlarını bu kirli görevden vazgeçirsinler, arz etsinler. Bırakmasınlar.
Devlet her polisi Kürdistan’a görev yapma zorunluluğu dayatıyor. Hâlbuki Kürdistan’da gönüllü olarak görev yapmak isteyen binlerce faşist zihniyetli polis vardır. Özel hareket timleri bunların başlarından gelmektedir. Yine paralı askerler yani lejyoner olan polisler vardır. Bunlar hem zihniyetlerinden kaynaklı hem de iyi para kazanmak için zaten gönüllüdür. Bırakın onlar gelsin. Siz sıradan polislerin aileleri evlatlarınızın Kürdistan’a gelmesine-gitmesine izin vermeyin. Evlatlarınızın bu görev alanına gidişini durdurun.
Aylardır yazıp çiziyoruz dedik. Biz Kürt halkına, evlatlarına, kızlarına, gençlerine, analarına, imamlarına, yaşlılarına derken çocuklarına zarar veren polisleri Kürdistan’da yaşatmayacağız. Polis yazarların derin analistleri güya bu kararımızı tespit etmişlerdir. Bunların hepsi boş tespitlerdir. Biz alenen herkese söylüyoruz: Polisler hedefimizdir. Polisler bizim poligon sahamızdaki nişan alma tahtalarımızdır. Bu durumu derin analistlerin keşif etmelerine gerek yoktur. Biz açıklıyoruz.
Evet, yineliyoruz: Polis aileleri evlatlarınızı Kürdistan’a polis olarak göndermeyin. Polis olarak Kürdistan’a gelmeleri durumunda başlarına geleceklerde biz sorumlu değiliz. Birincil sorumlu devlet ve iktidardır. İkincil derecede sorumlu ise siz yani ailelerisiniz. Anaları, babaları ve akrabalarıdır.
“Kınalı kuzu”larınıza bir şey gelmesini istemiyorsanız bir an evvel “kınalı kuzu”larınızı geri çekin.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Eylül günü saat 21.20 sularında Amed’in Hani ilçesinde bulunan Emniyet Müdürlüğüne yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda 2 polis gerillalarımız tarafından öldürülmüştür. Eylem ardından sömürgeci TC ordusu tarafından alana yönelik olarak bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon halen başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Eylül günü Batman’ın Kozluk ilçesine bağlı Kaniya Berê köyü çevresine yönelik olarak sömürgeci TC ordusuna bağlı gizli birlikler tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Aynı gün saat 16.00 sularında gerillalarımız tarafından bu gizli birliğe yönelik olarak bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda düşmanın 1 askeri gerillarımız tarafından öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Eylül günü (bugün) 00.00-01.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Kandil’in Kuzînê ve Balakatê yamaçlarına yönelik olarak sömürgeci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Eylül günü Dersim merkeze bağlı Zel, Kırmızıdağ, Tank noktası ile Kozmerik alanlarına yönelik olarak sömürgeci TC ordusu tarafından kobra tipi helikopterler desteğinde skorky tip helikopterler ile indirmeler yapılarak bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon halen gizli birliklerin keşif ve pusulamaları şeklinde devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Eylül günü 13.00 – 17.00 saatleri arasında Şırnak’a bağlı Gabar’ın Çiyayê Bizina, Dola Ainmê, Kela Bedê, Ava Bêhnê ve Fındıka alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından kobra tipi helikopterler ile bombardıman yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Akepe hükümetinin bugünlerde İsrail ile arası “açılmış”. Bugünleri biz “one minute”le başlayan süreç olarak anlayalım.
Taşeron: “Büyük bir işin bir bölümünü yaptırmayı, asıl müteahhitten kendi üzerine alan ikinci müteahhit” olarak tanımlıyor sözlükler.
Bugünlerde İsrail ile “arası” açılan Akepe’nin yakın süreçte İsrail Siyonist devletiyle yaptıkları anlaşmalara kısa bir bakış atarak Akepe’nin ne kadar İsrail karşıtı ya da ne kadar İsrail yanlısı ya da ne kadar İsrail taşeronu olduğuna bakabiliriz.
Yasin Kılıçkaya’nın Akepe ile İsrail arasında yapılanları kaleme alan kısa makalesine bakacak olursak, Akepe ile İsrail arasında çok ciddi ilişkiler bulunduğunu tespit etmek zor olmayacaktır.
“2002 yılında iktidara geldikten hemen sonra AKP iktidarı, İsrail'le daha önceki hükümet döneminde yapılan 700 milyon dolarlık tank modernizasyonu ihalesine yeşil ışık yaktı. AKP hükümeti İsrail'den silah alımı konusunda yıllık ortalama 400 milyon dolarlık toplamla önceki hükümetleri de geride bıraktı. İsrail’le stratejik işbirliği, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hizmet etmektedir” diyen başbakan Erdoğan, İsrail’le 800 milyonluk Anam füzelerini, gece uçuş sistemleri olan Litening sistemini, elektronik savaş dürbünlerini, casusluk ve saldırı pilotsuz uçakları satın alma müzakerelerini içeren anlaşmalar imzaladı. AKP’nin İsrail ile yaptığı ihalelerin en önemlisi “casus uçak” olarak bilinen Heron ihalesi oldu. Heron'un ihalesini İsrail Havacılık Sanayi IAI (Aerospace Industries) , yer istasyonunu da İsrail'in en büyük özel savunma firması Elbit System kazandı.
İsrail’de yayınlanan Haaretz ve Urşalim Post gazeteleri 19 Nisan 2003 tarihli haberlerinde IAI firmasının, Türk ordusunun 200 milyon dolarlık pilotsuz saldırı uçakları ihalesini kazandığını yazdılar. Bu anlaşma uyarınca İsrail 30 ila 40 casusluk uçağı, 12 adet yer istasyonlarını kapsayan komuta kontrol ağı Türk ordusuna satılıp devredilecek.
Türkiye'nin İsrail'le işbirliği sadece askeri alana yönelik gerçekleşmedi. Son olarak imzalanan Manavgat suyunun satışı projesi de İsrail açısından önemli bir kazanç sayılmaktadır. Çünkü önümüzdeki yıllarda ciddi su sıkıntısı çekeceği tahmin edilen İsrail bu anlaşmayla Türkiye'nin Manavgat ırmağının suyunu garantiye almış oldu.
İsrail ile yapılan anlaşmalara tepki gösterenlere Erdoğan, “İsrail'le istediğimiz anlaşmayı yaparız. kimseye hesap vermeyiz, icazet almayız" demesi yine İsrail’in Ankara Başkonsolosu Amira Arnon’un 14 Eylül 2003 tarihli Milliyet gazetesine verdiği demeçte “İsrail Türkiye ilişkileri AKP döneminde geçmişe kıyasla daha da gelişmiş, AKP’nin iktidar olmasından dolayı ikili ilişkilerde hiçbir olumsuz durum yaşanmamıştır” söylemleri AKP döneminde İsrail-Türkiye ilişkilerinin geldiği boyutu gösteriyor.
İsrail Türkiye ilişkileri AKP döneminde geçmişe kıyasla daha da gelişti. 2004 yılında AKP, İsrail'den 15 milyon dolara 2 İnsansız Hava Aracı, Heron kiraladı. Bu anlaşmadan sonra İsrail Havacılık Sanayi IAI, Türkiye'ye Arrow füzeleri satabilmek için harekete geçti. 16 Mart 2006’da Türkiye ile İsrail arasında, Enerji Bakanı Hilmi Güler ile İsrail Devlet Doğal Altyapılar Bakanı Benjamin Beneliezer arasında, sessiz sedasız imzalanan, Karadeniz’i Kızıldeniz’e bağlayarak Rus petrol ve doğal gazını Ortadoğu’ya aktaracak, Uzakdoğu pazarına ulaştıracak ve İsrail’e elektrik ve su taşıyacak boru hattı inşası projesinin temelleri atıldı. Ardından 15 Temmuz 2004 tarihinde AKP hükümetinin Ehut Olmert’le Ankara’da imzaladığı anlaşma, ekonomik Mutabakat Zaptı” çerçevesinde, GAP ve KOP’u içine alan sulamadan tarıma, telekomünikasyondan araştırmaya, turizmden havancılığa kadar topyekûn iktisadî işbirliğini içeriyordu. 2007 yılının Mayıs ayında İsrail’i ziyaret eden Erdoğan “Terörle mücadele ve silah sanayi” alanlarında yeni anlaşmalar imzaladı. Türkiye'ye gelen İsrail uçaklarının güvenliği için MOSSAD ajanlarının, üstleri aranmadan, diledikleri silahla Türkiye’ye girip çıkabileceğini kabul eden protokol de kabul edildi. Yapılan bu anlaşma uyarınca 700 milyon dolarlık tank modernizasyonu ihalesi de İsrail’e verilirken, 48 adet F-5 savaş uçağının modernizasyonu için İsrail'e 80 milyon dolar ödendi.
Türkiye-İsrail ilişkileri karşılıklı ziyaretlerle devam etti. 13 Kasım 2007 tarihinde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Cumhurbaşkanı Gül'ün "davetlisi" sıfatıyla Türkiye'ye geldi. Yapılan bu ziyarette, AKP hükümeti tarafından İsrail'in IMI firmasına yeni bir ihale daha verildi. O da 300 adet askeri helikopterin modernize edilmesi ihalesiydi. Bu ihale AKP tarafından gizli tutuldu. Yine uzun süre gündemi meşgul eden ve tartışmalara neden olan Galataport ihalesi, kapalı usulle Yahudi sermayesinin ünlü ismi aynı zamanda Kemal Unakıtan’ın yakın dostu Sami Ofer'e verildi.
Son olarak, İsrail'in Gazze'yi vurduğu 27 Aralık Cumartesi günü İsrailli iki firmanın Türkiye'den 141 milyon dolarlık ihaleyi kazandığı açıklandı” diye yazıyor.
Devamla Yasin Kılıçkaya şöyle yazıyor:
“Sessiz sedasız süren Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkileri, İsrail’in Gazze’ye saldırısıyla tekrar gündeme geldi. 2007 yılında İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırısın da ikili ilişkiler gündeme gelmiş fakat savaşın kısa sürmesi daha fazla bir sorgulamaya neden olmadı. İsrail’in son Gazze saldırısında can kaybının binleri geçmesi, ölen insanların daha çok savunmasız çocuk ve kadın olması, Türkiye’de İsrail karşıtı gösterilerin gerçekleşmesi, AKP’nin İsrail’le olan ilişkileri kamuoyunun gündemine taşıdı. Başbakan Erdoğan, Türkiye genelinde ki AKP teşkilatlarını uyararak İsrail karşıtı gösterilerden uzak durmalarını istemişti. İsrail’in kınanması yönündeki meclisteki diğer partilerin ortak kınama metnine AKP karşı çıktı.
Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, İsrail’le olan ilişkilerden dolayı AKP’ye yönelik tepkilere, “ülkeler arasındaki işbirliği nedeniyle askeri bağların koparılması söz konusu olamaz” diyerek karşı çıktı.”
Bugünlerde yüksek perdeden çıkan seslere aldanmadan, yıllarca nasıl İsrail devletiyle kol kola, yan yana Ortadoğu’da halklara karşı kan kusturulduğu unutulmamalıdır. Hem de bu ilişkiler çok uzun yıllara yayılmışsa. ABD’den sonra İsrail devletini kabul eden ikinci devlet Türkiye’dir. Türkiye-İsrail ile ilişkiler 1950’lere kadar uzanıyor. 4 Temmuz 1950’de, İsrail Başbakanı David Ben Gurion ile Adnan Menderes arasında “gizli” ibaresini taşıyan Modus Vivendi Ticaret antlaşması ile Türkiye-İsrail arasında ilk resmi diplomatik ilişki başlamış ve bugüne kadar kesintisiz sürmüş hem de her geçen gün bu ilişki düzeyi yükseltilerek devam ettirilmiştir. Bu yükselme trendinde Akepe hükümeti en ileri düzeyde yerini almıştır.
Söylemek istenen şudur: Bugünlerde yüksek perdeden İsrail “karşıtlığı” yapan Akepe’nin İsrail sicili hiç temiz değildir. Oldukça kirlidir. Halkların özelde de Kürt özgürlük hareketine karşı yapılan kirli antlaşmalarla doludur. Hele hele birde Akepe zamanında “Terörle mücadele ve silah sanayi” adı altında onlarca öldürücü tekniği stratejik antlaşmalarla elde etmişlerdir. Halen de öldürücü silahlar neden verilmediği diye ne kadar dert yanıldığını herkes görüyor.
Durum buyken PKK’yi ve Kürt özgürlük hareketini İsrail devletiyle ilişki içerisinde göstermek sadece ve sadece ahlaksızlık değil dünyanın en büyük kepazeliğidir.
Özgürlük hareketi dünyanın her ülkesiyle diplomatik ilişki kurma özgürlüğü her ülke gibi vardır. Ancak yeşil faşistler gibi başka halkların başına bombalar yağdırmak için, başka halkları katletmek için, başkaların maşası olarak halklara karşı hiçbir ilişki içerisinde olmamıştır olmayacaktır da.
Yeniden belirtiyoruz: başka ülkelerin maşası, silahlı taşeronu şerefi Ortadoğu’da ilk elden yeşil faşistlere aittir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar