Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son dönemlerde artan tehdit ve bağırmaları Kürtler üzerinde ciddi bir etki bırakır mı? Zor görünüyor! Zira Kürtler artık bu tür tehditlerden etkilenmeyecek kadar bilinçli ve örgütlü.
Peki Başbakan’ın Kürt halkına ve özellikle kadınlarına yönelik “PKK’ye karşı direnin” çağrısı karşılık bulur mu? Neredeyse imkânsız gibi! Çünkü Kürtlerde çocuğu PKK’li olmayan aile bulmak bile çok zor.
Dolayısıyla Başbakan Tayyip Erdoğan’ın tehdit ve çağrıları çözümleyici olmadığı gibi, bir güçlülük işareti de olmuyor. Çünkü çoğunlukla zayıflık ve zorlanma işareti olarak yorumlanıyor. Yani Nazım ne güzel de söylemiş, “Mussolini çok korktuğu için çok bağırıyor” diye!
Peki Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sık sık tekrarlamaya başladığı PKK’ye yönelik “Cinayet şebekesi, taşeron” gibi kavramlar Türk ve Kürt toplumlarını etkiler mi? Bana göre bu da çok zor bir şey! Zira insanlar sorarlar: Madem cinayet şebekesiydi, o halde Oslo salonlarında neyi tartışıyordunuz?
Diğer yandan, son dönemlerde artan çatışma ve acılı olaylar nedeniyle medyanın hemen PKK’yi suçlamasına, daha olayların aydınlatılmasına bile fırsat vermeden PKK karşıtı propaganda yapmasına, basıncılık ve Kürt sorununun demokratik çözümü açısından bir değer verilebilir mi? Bence verilemez! Çünkü, “Vur abalıya” misali basit propagandadan öteye geçmemektedir. Esas olarak da gittikçe yoğunlaştırılan psikolojik savaşı ifade etmektedir. Tam da Başbakan’ın ve hükümetin çağrısına cevap olmaktadır.
Son aylarda yoğunlaşan çatışmaların kaygı verici düzeye ulaştığı bir gerçektir. Fakat sorunu sadece son aylardaki silahlı çatışma olarak görmek hiçbir çözüm üretmemektedir. Zira mevcut silahlı çatışma durumu bir anda ve durduk yerde ortaya çıkmamıştır. Bunun bir öncesi ve yaratan etkenleri vardır. Ancak öncesi ile birlikte ele alınır ve mevcut çatışmaları yaratan nedenler giderilirse silahlı çatışma sorunu çözülebilir.
Son günlerde öğrendik ki, yaşanan çatışma öncesinde Devlet-PKK görüşmesi varmış. Bu görüşmeler her nedense tıkanmaya uğramış. Sonrasında da malum savaş durumu gelişmiş. Anlaşılıyorki mevcut çatışmaların gelişmesinin bir nedeni bu.
Fakat tek neden olarak bu görülemez. İkinci bir neden olarak da yaşanan siyasi mücadele var. Zira 14 Nisan 2009’dan beri ikibuçuk yıldır Kürt demokratik siyasetine yönelik bir bastırma ve tasfiye operasyonu yürütülüyor. Sadece siyasi nedenlerle ikibuçuk yılda dörtbine yakın insan tutuklanmış! Son altı ayda tutuklanan insan sayısı 1350! Bunların bir kısmı seçilmiş belediye başkanı, bir kısmı milletvekili! DTP kapatılmış, BDP’nin kapatılması da yolda. Her gün onlarca insanın tutuklanması devam ediyor. AKP hükümetinin yürüttüğü bu sindirme ve tasfiye operasyonuna karşı Kürt halkı yediden yetmişe müthiş bir direniş gösteriyor.
Peki yaşanan silahlı çatışmalar bu siyasi saldırıdan kopuk ele alınabilir mi? Hayır, alınamaz. Demekki son aylarda yoğunlaşan silahlı çatışmaların ikinci önemli nedeni, AKP’nin Kürt demokratik siyasetine yönelik yürüttüğü sindirme ve tasfiye operasyonudur. Bu operasyonda esas olarak bir “Suyu kurutma” uygulamasıdır.
Bilindiği gibi, suyu kurutma taktiği, gerilla hareketlerine karşı geliştirilen bir kontrgerilla taktiği olmaktadır. Buna “Bataklığı kurutma”, “Denizi kurutma” da denmektedir. Esası gerilla-halk ilişkisini koparmayı, gerillayı halktan tecrit etmeyi, bunun içinde halkı yok etmeyi ifade etmektedir. “Balığı tutabilmek için suyu kurutmak” denmektedir. Yani gerillayı bulup yok edebilmek için halkı yok etmek anlamına gelmektedir.
AKP hükümetinin 14 Nisan 2009’dan bu yana Kürtlere karşı uyguladığı politika suyu kurutma taktiği olmaktadır. Kürt halkına ve demokratik siyasetine yönelik uygulamalar tamı tamına böyledir. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son tehditleri ve Kürt halkına yönelik çağrıları da bu politika temelinde değerlendirildiğinde bir anlam bulmaktadır. Bir yandan baskı, diğer yandan çağrı! Kamçı-şeker politikası oluyor bu.
Aslında suyu kurutma taktiğini ilk olarak AKP hükümeti de uygulamıyor. Bu taktiği ilk olarak Kenan Evren cuntası uyguladı. Türkiye genelinde 1970’li yıllarda gelişen sol devrimci hareketleri tasfiye edebilmek için bu taktiğe başvurdu. Özellikle sol hareketlerin geliştiği yörelerin, mahalle ve kasabaların halkını boşaltmayı esas aldı. Buralardaki halkın bir kısmını tutukladı, bir kısmını büyük şehirlere göçertti, bir kısmını da yurt dışına yöneltti. Böylece halk tabanını kurutarak sol hareketleri tasfiye etmeye çalıştı.
Suyu kurutma taktiğini ikinci olarak 1993-94 yıllarında Demirel-Çiller-Güreş yönetimi uyguladı. Doğal olarak bu sefer taktik sadece Kürtlere karşı uygulandı. Çünkü gerilla hareketi Kürdistan’da gelişmişti. Dağda mücadele veren gerillayı halk desteğinden yoksun kılabilmek için, özellikle kırsal alanda, köylere yönelik uygulandı. Bu dönemde 4000 civarında köyün çeşitli yöntemlerle boşaltıldığı biliniyor. Kürt köylülerinin bir kısmı “PKK’ye yardım ve yataklık”tan ya katledildi ya da tutuklandı, bir kısmı şehirlere göçertildi, bir kısmı da yurtdışına kaçırtıldı. Kürtler bu biçimde köysüz toplum haline getirildi.
Üçüncü olarak da bu taktiği AKP hükümeti 14 Nisan 2009’dan bu yana uyguluyor. Kürt demokratik siyasetini tutuklayarak ve örgütlülüğünü dağıtarak Kürt sorununun siyasi çözüm zeminini kurutmaya çalışıyor. PKK’yi bu biçimde toplumdan ve siyasetten tecrit etmek ve yenilgiye uğratmak istiyor. PKK de işte bunu kabul etmiyor ve direniyor. Son aylardaki kaygı verici çatışmalar işte bu nedenle ortaya çıkmış bulunuyor. Çatışmaların şehre, toplumun içine yönelmesi de bu gerçeği ifade ediyor.
Şimdi bu noktada AKP hükümetinin şapkayı öne koyup derin derin düşünmesi lazım. Geçmiş tecrübeyi sadece “Nerede hata yapıldı?”, “Bu taktiği ben başarılı nasıl uygularım” yaklaşımıyla değil, tüm sonuçlarıyla birlikte irdelemesi gerekli. En azından son ikibuçuk yıllık kendi pratiğinin sonuçlarını irdelesin! O zaman görecekki Kürt demokratik siyaseti bitmiyor, dolayısıyla PKK bitirilemiyor, çünkü koskoca Kürt halkı bu mücadeleyi yürütüyor!
Kenan Evren cuntası suyu kurutma taktiği kapsamında insanların bir kısmını hapse koyar, şehirlere sürer ve Avrupa’ya yollarken, az bir kısmı da Ortadoğu’ya-Filistin’e gitti ve PKK buradan gelişti.
Demirel-Çiller-Güreş çete yönetimi Kürt köylerini boşaltma kapsamında toplumun bir kısmını katleder veya hapse koyar, şehirlere sürer ve yurtdışına kaçırtırken, bir kısmı da dağa çıktı ve Güney’e geçti. Kürt direnişi işte bu temelde halklaştı ve tüm Kürtleri kucaklar hale geldi.
Şimdi AKP hükümeti Kürt demokratik siyasetini tutuklayarak Kürtleri bitireceğini mi sanıyor? Büyük yanılgı işte burada! AKP hükümeti her bir kişiyi tutukladıkça yerine on kişi geçiyor. Şehirde gösteri yapamayan Kürt genci dağa çıkıp savaş yapıyor. Yani neredeyse “gerillayı AKP büyütüyor” diyesi geliyor insanın!
Geçmişte bu görüşü dillendirenler daha çoktu. Gerekçe olarak da, AKP iktidarı “Ordu-PKK çatışmasını istiyor” deniyordu. “Kendini bu çatışma ortamında beslediği” söyleniyordu. Doğru veya yanlış, ama bu da bir görüştü. Fakat artık AKP-Ordu ayrımı kalmadığına göre, o halde AKP eski siyaseti izleyemez. Buna bir de Oslo görüşmeleri eklenirse, bu durumda AKP hiç kimseyi çatışmaya ikna edemez. İşte AKP’nin ızdırabı buradadır. İşte Başbakan, bu durumun yarattığı zorlama nedeniyle bu kadar bağırmaktadır.
Bu gerçeği artık tüm demokratik güçler görmelidir. AKP zorlanmış ve demokratikleşmenin önü açılmıştır. O halde yaratılan demokratikleşme imkânlarını değerlendirebilmek ve ülkemizin ihtiyaç duyduğu demokrasi hamlesini geliştirebilmek gerekir.
Adil BAYRAM
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Ekim günü (bugün) 01.00-01.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Kandil’in Kani Cengê alanına yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Ekim günü 13.00-14.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Garê’nin Ergene alanına yönlik olarak sömürgeci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Eylül günü Amed’in Lice ilçesine bağlı Şehit Kendal alanının Sisê, Dêrxust ve Ali Xişo köyleri çevresine yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Eylül gününden beri Bingöl’ün Solhan ilçesi çevresine yönelik olarak işgalci TC ordusu na gizli birlikler tarafından keşif ve pusulama faaliyetleri yapılmaktaydı. 30 Eylül günü aynı alana yönelik olarak sömürgeci TC ordusu tarafından indirmelerle bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon devam etmektedir.
- Ayrıntılar
26 Eylül 2011 günü Batman merkezde giderek yeşil faşistleşen devletin polisleri iki insanımızı güpegündüz katletti. Önceleri iki ateş arasında kalarak iki insanımızın yaşamlarını yitirdikleri söylendi.
Ne olduysa oldu kısa bir zaman ardından da yaşamlarına kastedilen iki insanımızın bizler -yani gerillalar -tarafından vurulduğu söylendi. Televizyonlar, radyolar, gazeteler, politikacılar, aydınlar, cümle cemaat bir ağızdan en alçakça bir dille mücadelemize karşı saldırı başlattılar. Biz yeşil faşistlerin Ergenekoncuların ve özgürlük hareketinin yeminli düşmanlarının ve bunların akıl babaları olan özel savaş merkezlerinin bunu yapacaklarına ve bunların işlerinin bu olduklarını biliriz. Bunun için bir yere kadar duygularımıza hakim olabiliriz. Aklı selim duruşumuzu bunun için bu yeşil faşistler bozamaz.
Ne var ki henüz olayın ne olup olmadığını bilmeyen, kimler tarafından yapıldığı netleştirmeden “insanlığımızdan utanıyoruz” diye kendilerinden çok büyük sözlerle yeşil faşistlerin çanak yalayıcıları hemen devreye girdiler. Ne oldukları belli olmayan, kimin adına kimin için çalıştıklarını da bilmediğimiz “benim adıma öldürme” diyerek kendilerince bir kampanya başlatanlar devreye girdiler. Yine bir kedisi bile olmayan ile cümle cemaat özgürlük hareketi düşmanları bir koro halinde saldırıya geçtiler.
Bir gerilla olarak Siirt’te gerillamızın yanlışlıkla öldürdüğü 4 insanımızın acısını henüz yaşarken, olayın nasıl olup bittiğini öğrenmeye çalışırken, amaçlar kadar araçlarında temiz olmasına inananlar olarak bu olayın tüm yönleriyle araştırılması gerektiğin tüm dünya kamuoyuyla paylaştık. Yaşamını yitiren insanlarımızın ailelerinden, çevrelerinden, halkımızdan ve demokratik kamuoyunda alenen özür diledik. Elbette bir özürle yaşamını yitiren insanlarımız geri gelmeyecektir. Bunun için kendimizi sorgulamamız daha köklü olacaktır. Gelecekte -bu sorgulamalar sonucu -böylesine olayların yaşanmaması için her türden tedbiri daha fazla geliştireceğiz. Yeniden belirtelim: biz amaçlar kadar araçların da temiz olmasına inanan bir hareketin üyeleriz. Birçok yanlışımız, eksikliğimiz, yetersizliğimiz bu konuda geçmişte yaşanmıştır. Yaşanan hiçbir yetersizliğimizi gizlemedik, üstünü örtmedik. Öncelikli olarak kendi içimizde bu olayları genişçe, detaylıca tartıştık. Yargılanması gerekmişse yargıladık. Yaptırım gerekli olmuşsa yaptırımlar uyguladık. Ve her zaman soruşturulan her olayı halkımızla ve demokratik kamuoyuyla paylaştık. Bu PKK’de bir ilke olarak varlığını ilk günden beri korudu. Bundan böyle de bu ilke korunacaktır. Kısa vadede zararda görsek bu açıklık ve şeffaflık ilkesini inadına koruyacağız.
Yeniden Batman olayına dönersek. Batman’a eylem yapmak için iki gerillamız bir aracı gasp ederek girmişlerdir. Ancak gerillamız fark edildiklerini anladıkları andan itibaren hızla sivillere bir şey olmaması için gasp ettikleri aracı bırakarak hızla şehir dışına çıkmaya çalışmışlardır.
TC’nin ve Akepe’nin o korkak, ikiyüzlü, insanlıktan nasibini almamış alçak polisleri, panikli ruh hallerinden dolayı gasp edilen aracı park halinde gördükleri halde bu aracı yaylım ateşine tutmuşlardır. Aracın yanında geçen hatta araca yakın olmayan insanlarımızı bile taramış ve bu vahşi saldırı sonucu iki insanımız katledilmiştir. Anne Mizgin ve küçük kızı Sultan hunharca katledilmişlerdir. Hamile olan Sultan ismindeki anayı katlettikten sonra da büyük bir insanlık yapmışlar gibi sezaryen yoluyla çocuğunu alarak “hamile anaya kurşun yağdırdılar” gibi dünyanın en alçakça, şereften nasibini almamış başlıklarla da üstümüze yığmayı çalışmışlardır.
Yeni oluşturulan yeşil faşist devlet her şehir eylemimize karşı sivil insanımızı katletmenin kararını almıştır. Katletmeyi siz yeşil ve Kızılelmacı faşistler ve İsrail kadar herhalde dünyada kimse iyi bilmez. Biz bunları anlarız. Ancak hem sivil yurtsever insanlarımızı katledeceksiniz hem de alçakça özgürlük hareketinin üstüne atacaksınız. İnsani olarak ahlaksızlığın en dibe vuruş biçimi olan bu bozuk insani davranış tarzı sadece ve sadece siz yeşil faşistlerde bulunmaktadır. Her gün Filistin’de katliam yapan İsrail devleti bile böylesine bir alçaklığı yapmamaktadır. İsrail Siyonist devleti en azında yaptıkları katliamları alenen dünyanın gözü önünde sahiplenmektedir. Sizde bu açık yüreklilik ve erdem bile yoktur.
Şimdi yine yazımızın başlığına dönelim: Batman’da insanlarımızın katledilmesi gün gibi ortadadır.
Şimdi siz yeşil faşistlerin çanak yalayıcıları bu yeşil faşistlere “insanlığımızdan utanıyorum” diye haykıracak mısınız?
Şimdi siz “benim adıma öldürme” diyenler bu yeşil faşist devlete bunu söyleyecek misiniz?
Şimdi siz kedisi olmayanlar, cümle cemaat PKK yeminleri söylediklerinizi bu yeşil faşist devlete aynı tondan söyleyecek misiniz?
Şimdi siz öncelikli olarak yeşil faşistlerin yandaş basıncıları ve özel savaş elemanları bu yalanlarınızı nasıl üstünü kapatacaksınız?
Ve siz saygı duyduğumuz kimi liberal yazarlar söylediklerinizi geri alarak bu yeşil faşist yapıya aynı tondan söylediklerinizi tekrarlayacak mısınız?
Ve tabii şimdi cümle cemaat tüm bu kesimler özgürlük hareketinden ve yaşamını yitiren Mizgin ve Sultan’dan özür dileyecek misiniz?
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 29 Eylül günü 10.00-10.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Metina’nın Gundê Fila alanına yönelik olarak işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir hava saldırısı gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Eylül günü saat 11.10 sularında Dersim Merkeze bağlı Harçik Vadisi, Uzuntarla, Xilbiz köprüsü ve çevresinde 2 skorsky helikoptere yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen eylem sonucunda iki skorsky tipi helikopter darbelenerek Kırmızı köprü alanına iniş yapmak zorunda kalmıştır.
- Ayrıntılar
Yukarıda ki başlık 1970’lerin havasını yansıtır gibi duruyor. O yıllar dünyada çift kutuplu dünyanın yarattığı avantajlardan kaynaklı devrimlerin yani hızlı alt üst oluşların yaşanmasına imkân sunan yıllardı.
Biliniyor 1990’lı yıllardan sonra çift kutuplu dünya yerine ağırlıklı tek kutuplu bir dünyaya, “yenidünya düzen”iyle geçildi. Her ne kadar kendisini dünyanın imparatoru ilan eden ABD her şeye istediği gibi hakim olamasa da nihayetinde “dediğim dedik, çaldığım düdük” misali dünyanın birçok yerine tek taraflı saldırılar düzenledi. Bunu yaparken de dünyanın gözünün içine baka baka, hem de bile bile yalanlar düzerek, herkesi de bu yalanlara inanmaya mecbur ederek saldırılarını meşrulaştırdı.
Dünyanın yaşadığı bu değişimden dolayı devrim yıllarının aşıldığını artık esas dilin evrim dili olduğu çokça söylendi. Evrim dilini kullanmanın temel gerekçesi ise giderek gelişen demokratik değerler gösterildi. “Dünyamız giderek evrensel değerlere saygı gösteriyor, her şey dile getirilebiliyor, konuşulabiliyor” denildi. Özcesi eskinin o sert ortamının aşıldığı, artık eskiden sergilenen güçlü iradesel duruşlara ve kavgalara ihtiyaç olmadığı çokça dile getirilir oldu.
Dünyanın büyük değişimler yaşadığı kesindir. Dünyanın birçok yerinde evrensel değerlerin, demokratik değerlerin ve insan haklarının geliştiği de doğrudur. Ancak bu evrensel ve demokratik değerlerin dünyanın her yerinde herkesçe benimsendiği ve her insana ya da her halka olumlu manada yansıdığını söylemek zordur. Hem de çok zordur.
Kürdistan’da sürdürülen özgürlük mücadelesi gelişen bu dünya konjonktüründen dolayı paradigmasal değişiklere giderek belki de dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek değişimi ve dönüşümü kendi içerisinde yaşayarak, bu değişim ve dönüşümü dört parçadaki Kürt halkına da taşırmıştır. Nitekim bunun sonucudur ki Kürt halkı dört parçada bulundukları ülkelerin halklarıyla ortak, eşit, kardeşçe, birlik ve beraberlik içerisinde yaşama iradesini beyan etmiştir. Ortak vatanda yaşama iradesini bu kadar baskılanmış, ezilmiş, horlanmış bir halka aldırtmak öyle sanıldığı gibi kolay değildir. Dünyanın topu bir araya gelseydi PKK önderliğinin yaptığını kimse Kürt halkına yaptıramazdı.
Ne var ki öyle görülüyor ki Kürt halk Önderliliğinin on yıllarca ısrarla, inadına, itinayla yürüttüğü ortak vatanda birlikte yaşama projesini birileri ısrarla sabote etmeye çalışıyor. Dünyada gelişen evrensel değerleri birileri sadece kendileri için geçerli olduğunu düşünüyor. Kürt halkı birlikte yaşamayı dayattıkça birileri Kürtlerin bu kez kesinlikle eritilebileceğine, asimile edilebileceğine inanıyor. Bununla yetinilmiyor Kürtlerin topyekûn soykırımını hedefleyenlerde çıkıyor.
Kürtler barış dedikçe vuruluyorlar, Kürtler kardeşlik dedikçe öldürülüyorlar, Kürtler özgürlük dedikçe zindanlara atılıyorlar, Kürtler silahsız mücadele dedikçe tutuklanıyorlar.
Tüm bunlar ve daha fazlası artık yeniden tarihin yeni bir eşiğine gelindiğini gösteriyor. Artık süreç keskin mücadeleyi dayatan eşeği gelindiğini hatta geciktiğini gösteriyor.
Kendini kandırmalara son vermek için, tarihin bu yeni eşiğinde mücadele dilimizin değiştirileceğini, değiştirmek zorunda olduğumuzu herkes herhalde kabul eder.
İşte bu yeni eşiğe biz TEK YOL DEVRİM diyoruz. Artık devrim yıllarına yeniden dönüyoruz. Birilerine bir halkın nelere kadir olabileceğini göstermek için inadına Devrim diyeceğiz. Tüm iyi niyetlerimizin suiistimaline karşı TEK YOL DEVRİM diyeceğiz. Ve bu devrim dalgasına kalkışa herkese ama herkese katılın diyeceğiz.
Nucan Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Eylül gününden beri Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’n Şehit Neval Helwesis ile Semedar alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmaktadır.
- Ayrıntılar