Son zamanlarda Kürt hareketi düşmanları tarafından bir yeni nakarat söylenmeye başlandı. Ve öyle görülüyor ki bu nakaratı bir tenor bir yerlerde işaret vererek başlatmıştır. Ve öyle görülüyor ki bugünlerde ve yakın dönemde bu nakarat sıkça söylenecektir. Bu nakaratı en çok söyleyenler, dillendirenleri hiç kuşkunuz olmasın ki Kürdistan’da iki kuruş karşılığı olmayan keklik hain takımıdır.
Devlet daha doğrusu Akepe çözüm istiyormuş da PKK yönetimi buna engel oluyormuş. Bunun nedeni ise PKK Kürdistan’da kendisi bir toprak parçasını yönetmek istiyormuş. PKK tekçi zihniyetle bir yapı oluşturarak stalinist bir yapı oluşturacakmış. Bunun işaretlerini ise 40 yıl öncesine kadar uzanan sözde verileri bir araya getirerek kanıtlamaya çalışıyorlar. Ve tabii birde bazıları hızını alamıyor; “PKK yönetimi yaşlanmış bu yaştan sonra başka bir yere sürgün olarak gitmek istemiyorlarmış, bunun için ısrarla bu savaşı tırmandırarak bir parça da iktidar erkini ele geçirmek istiyorlarmış.
Öncelikli olarak şunu soralım: Kürtlerin kendilerini yönetme hakkı yok mudur? Kürtler kendi kendilerini yönetemezler mi?
Yaşlanmış PKK yönetimi TC devletinin çözüm önerilerini tıkıyormuş. Peki, 40 yıl öncesinden alıp getirdiğiniz verileriniz bu “PKK yönetimi yaşlanmış” hikayesiyle ne kadar uyuşur. Varsayalım ki bu PKK yönetimleri yaşlanmış olsun. Bunların bazıları tam 40 yıldır siyasetin tam ortasındadırlar. Mao Zedung’un deyimiyle en zorlu olan siyasetini içerisindedirler. Bu kadar siyasal tecrübe ve deney hem de akıttıkları kan pahasına edinmişlerken neden ülkelerinin dışına sürgüne gidip yaşasınlar ki? Bunları söyleyenlerin kimisi şairdir. Peki, sen yıllarca şairlik ve yazarlık yaptıktan sonra birileri sana ;”yurtdışına sürgünde, şiir ve roman yazamayacağı için mızıkçılık” yapıyor deseler ne söylersin? Madem yıllarca şairlik ve yazarlık yapmışsın, hem de bu şairliği ve yazarlığı bu halk için bu topraklarda yapmışsın, “neden ısrarla ülkemde beni uzak tutmak istiyorsunuz” diye sorup buna karşı en sert mücadeleyi göze almaz mısın?
Ya da “bu kadar deney ve tecrübeyi canımı vermeye hazır olduğum bu halk için vermek istiyorum” demez misin?
Ya da “bre gafiller ülkem dururken başka ülkelere neden sürgüne gideyim” diye en sert kavga gerekçesi yapmaz mısın?
Yaparsın değil mi? İşte bizde sadece bu söylem için bile olsa inadına sonuna kadar halkımızın yanında, halkımız için direnmeye ve kavganın tam ortasında yerimizi almaya devam edeceğiz.
Stalinizmin en belirgin özeliği anladığımız kadarıyla tekçiliğiydi. Peki, bu ülkede en çok tekçiliği kim savunuyor? Tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek dil, tek din söylemleri kime aittir?
Halkların en doğal haklarının uygulanmasına kim şer koyuyor? Kim karşı çıkıyor?
Ya da fikir özgürlüğüne en çok kim ceza yağdırıyor? Kim fikrini söyledi diye yıllarca insanlar zindanlara atıyor?
Yine “komünal bir yaşam projesini uygulayarak toplumları baskı altına almak istiyorlar” hikayelerinize peki kim inanacak? Komünalizmi uluslar arası literatür; köktencilik, ortakça yaşam, sınıf farklılıkların olmadığı, paylaşımcılık ve ortak karar alma olarak ele alıyor.
Bu yukarıdaki tanım mı tekçidir, yoksa o sizin bir halkın diline yasak koymanız mı?
Çocuklarına kendi isimlerin verilmesine izin vermeyen o tek kültürcülüğünüz mü?
Kendi köylerine, dağlarına isim vermesini engelleyen o tekçi faşizan zihniyetiniz mi?
Ya da ne bilelim, tek merkezde 75 milyonluk bir nüfusu idare etmek için bir keçiden daha fazla inat etmeniz mi?
Birde bunun karşısında gürül gürül akan, gelişen bir kadın özgürlük kültürü…
Birde bunun karşısında Kürt toplumunda gürül gürül gelişen kendini yönetme iradesi ve yeteneği…
Birde bunun karşısında Kürt toplumunda kompleksiz olarak gelişen ve her yerde düşüncesini serbestçe, her düzeyde yönetim erkinde bulunan birey ya da yöneticilere istediğini söyleme cesareti ve rahatlığı…
Birde bunun karşısında her ortamda eleştirisini hiçbir kimseden çekinmeden söyleme medeniyeti…
Evet, tüm bu söylenenleri bir araya getirdiğimizde hem sizin o PKK kendisi için bir iktidar alanı açıyor palavrası havada kalıyor, hem stalinist bir yapı oluşturuyorlar yalanınız boşa düşüyor, hem bu kadar yıldır savaşan ve dünyalarca politik deney kazanmışları Kürdistan’da uzak tutma planlarınızın tümü karşılığı olmayan özel savaş argümanları ve verileri oldukları açığa çıkıyorlar.
Sözü çok uzatmadan doğrudan söyleyelim: Biz Kürdistan’da halkımızın alınacak tüm kararların bizatihi içerisinde olduğu bir yapıyı, sizin o faşizan ve tekçi zihniyetlerinize rağmen adım adım gerçekleştiriyoruz.
Kürt halkını ilgilendiren tüm kararları halkımızın onayı alınmadan, zırnık bir haklılığı ve geçerliliği olmayan bir sistemi mutlaka ama mutlaka verdiğimiz binlerce şehidimize sözlerimizin gerekliliği olarak yerine getireceğiz.
Bunu yaparken bunca tecrübe edinmiş özgürlük savaşçıları olarakta kesinlikle halkımızın yanında, özgürlük kavgasında, halkımıza ait olan vazgeçilmez olan doğal haklarının tümünü geri alana kadar, kavgamız tüm hain keklik takımlarına, özel ve psikolojik savaş güçlerine rağmen devam edecektir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
“Gücün her türü tehdit potansiyeline sahiptir ama kıstırılmış, paniklemiş güç kadar tehlikelisi yoktur” diye birkaç gün önce bir aydın bir makale yazmıştı. .yazısının bir yerinde devamla: “Güç sahibi yaratık (veya kurum) bir nedenle kendine güvenini, dengesini, aklını yitirir ve paniğe kapılırsa, gerçek bir tehdit, büyük bir tehlike oluşturmaya başlar. Panik içindeki amok koşucusunun ne yapacağını, nereye nasıl vuracağını hesaplayamazsınız” diye eklemi.
“Panik sağduyuyu yıkar geçer, iletişim yollarını tıkar.” Gerçekten de paniklemiş ve sıkışmış bir yapı katlanarak saldırganlaşır. Etrafında her yerde öcü görür. Hele birde bu panik halini yaşayan ya da yaşayanlar ciddi darbeler almaya bir görsünler gerisi gerçekten de akıl yitirmesidir. O meşhur “akıl tutulması” olayın tam da yaşam bulmasının en derin ve köklü zemininin oluşmasıdır. Bu ise sahiden tam bir ruh bozukluğu demektir.
Bu ruh bozukluğunu daha önce bir yazımızda: “Türkiye yönetimi giderek ciddi bir ruh bozukluğuyla karşı karşıyadır. Cumhur reisinden başbakanına, başbakanından içişleri bakanına derken giderek ruh sağlığı bozulan bir Türkiye yönetimi söz konusudur.
Şunu açıkça belirtelim: bu ruh bozukluğu giderek daha da derinleşecektir. Bu ruh bozukluğu derinleştikçe de Türkiye yönetimi saldırganlığın pençesine köle olacaktır.
Saldırganlık deyip geçmemek gerekir. Nedir saldırganlık? Saldırganlığı Psikoloji dalı: “Bireyin kendi düşünce ve davranışlarını dıştaki direnmelere karsı, zorla karsısındakine benimsetme çabası” olarak tanımlıyor. Kökenini ise hiyerarşik yapıların, tahakkümcü yapıların ilk oluşumuna kadar götürmek mümkündür. Yani nerede bir gasp girişimi varsa orada bir saldırganlık söz konusudur demek pekte yanlış düşmeye bilir. Gasp girişimini ise faşizm olarak tanımlamak ise hiçte yanlış olmaz.” “Başka bir deyimle saldırganlık bir ruh sıkışmışlığıdır. Sıkışan, daralan, kendi kendine kilitlenen, fobileri olan, korkuları olan birey ya da bireyler saldırgan olur. Ya da toplumsal olarak böyle bir durumu yaşayanlar saldırganlaşır demek gerekir.”
Türkiye yönetiminin bu durumunu daha iyi görmek için:“Sinirlerinin giderek bozulduğu, öz denetimini yitirmeye başladığı sadece sokaktaki vatandaş tarafından değil partilileri tarafından da fark edilmeye, -hatta fısıltıyla konuşulmaya- başlanan Erdoğan’ın aşırı huzursuzluğu, tırmanan saldırganlığı; bırakın eleştiriyi, kendisinden milim farklı düşünenlere yönelttiği, hainden başlayıp şerefsize varan hakaretler, içine düştüğü çelişkiler, savurduğu tehditler, muhalefeti ve medyayı sindirme taktikleri, aslında iktidarın gücünün değil her adımda batağa biraz daha derin gömüldüğünü hissetmenin yarattığı paniğin belirtileri” sözlerini okumamız yeter de artarda.
Evet, Türkiye yani TC devlet yönetim erki artık aklıselimini kaybetmiştir. Akıl tutulmasını yaşıyor. Nedeni ise iktidarı giderek sallanıyor. Geçenlerde bu durumu bir araştırma şirketi anketleriyle tespit etmişti. Bu durumun oluşmasında hiç şüphe yoktur ki özgürlük hareketinin köklü direnişi en belirgin katkıyı sunmuştur. Bunun içindir ki iktidar erkenin yeni yeşil Türkçü faşistler özgürlük hareketi şahsında Kürtlere saldırdıkça saldırıyorlar. Hakaret ettikçe hakaret ediyorlar.
Halbuki saldırganlık ve hakaret bireyin ya da söz konusu saldırgan olan ve hakaret eden gurubunun psikolojik ruh halini gösteren iyi nişanelerdir.
Siz şuna emin olun ki: Sizin ruh halinizi kesinlikle daha fazla bozacağız. Bu konuda hiçbir kuşkunuz bulunmasın.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Kürt toplumunda devlet sisteminden kopuş eğilimi gittikçe yayılıyor. Dahası bu kopuş eğilimi devlet düzeni ile de sınırlı kalmıyor, giderek Türkiye’den kopuş haline geliyor. Kürtler kendi özgür ve demokratik sistemlerini inşa etme yolunda yoğun bir bilinçlenme ve artan bir pratik duruş içinde. Bu eğilim sadece Türkiye ile sınırlı da değil, Kürdistan’ın bütün parçalarında bu eğilim gelişme gösteriyor. Başta PKK ve Güney Kürdistan Yönetimi olmak üzere bütün Kürt örgüt ve partileri de toplumdaki bu eğilimi dikkate almak zorunda kalıyor. Özellikle AKP’nin ince inkârcı ve şiddete kayan politikaları bu eğilimi daha çok güçlendiriyor. AKP’nin Kürt sorununu çözeceği umut ve beklentisinin kırılması Kürtleri bu tutuma yöneltiyor.
Bu durumu Kuzey Kürdistan’ın birçok alanında ve değişik toplumsal kesimler içinde görmek mümkün. AKP’den umudun kesilmesi insanları büyük bir tepki ve öfkeye yöneltiyor. Bu da mitinglere ve söylemlere yansıyor. AKP’nin BDP’ye aşırı ve faşistçe yüklenmesi, tutuklamalar sonucunda geriye kalmış olan bir avuç milletvekilini de “Dokunulmazlığı kaldırma” biçiminde tehdit etmesi Kürt demokratik siyasetini daha gergin ve sert hale getiriyor.
Bu gelişmeleri izleyen KCK, toplumun sistemden kopuşunu artırıcı çağrılar yapıyor. KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı, kısa bir süre önce yapmış olduğu bir açıklamada Kürtleri “Okula, askere ve mahkemeye gitmemeye, vergi vermemeye ve devletle Türkçe konuşmamaya” çağırıyor. Özgür Kadın Hareketi KJB de Kürt kadınlarına yönelik böyle bir çağrıyı geçtiğimiz hafta yapmış bulunuyor.
Toplumun AKP ve TC sisteminden yaşadığı kopuş dikkate alınırsa, bu çağrıların önümüzdeki süreçte etkili olacağı rahatlıkla söylenebilir. Yeni öğretim yılı başlamak üzeredir. “Asimilasyoncu eğitime hayır! Kürtçe anadilimizde eğitim görmek istiyoruz!” sloganları ile yapılacak bir genel eğitim boykotu çok etkili olabilir. Kürt toplumu, gençlik ve hatta çocuklar buna önemli oranda hazırdır. Anadilde eğitim görme isteğine hiç kimse kolaylıkla karşı çıkamaz. AKP hükümetinin bu gerçeği “Kürtçe seçmeli ders” programıyla maskelemesi mümkün değildir. Hiçbir demokratik çevre “Anadilde eğitim görme” isteğini reddetmez. Dolayısıyla AKP’nin ince inkârcı ve imhacı politikalarını PKK’nin şiddet eylemlerinden çok Kürt halkının “Türkçe eğitimi boykot” kampanyası zorlayabilir.
Askerlik ve hukuk konuları da benzerdir. Kürt gencinin Türk ordusunda asker olması demek, Kürt halkı üzerindeki baskı ve katliam uygulamalarına iştirak etmek demektir. Bu bilinç toplumda ve gençlikte yaygınca gelişmektedir. Geçmişteki “Biraz asker, biraz gerilla” yaklaşımı şimdi gittikçe gerilla lehine değişmektedir. Gençlikte askere gitmeme eğilimi artarken, genel toplumda da çocuklarını askere göndermeme ve böylece baskıya ortak etmeme eğilimi gelişmektedir. Türk ordusu gittikçe Kürt asker bulmakta zorlanacağa ve Kürtlere güven duygusunu daha çok kaybedeceğe benzemektedir.
AKP yargıyı tümden ele geçirmiş ve ikinci bir ordu gibi siyasetin aracı olarak kullanmaktadır. Türk yargısı genelde bir güven yitimi yaşamaktadır. Toplumun adalete güven duygusu iyice zayıflamıştır. Kuşkusuz bu durum Kürtlerde çok daha ileri bir düzeydedir. Mevcut 12 Eylül askeri mahkemelerini andıran “KCK davaları” böyle sürdükçe Kürt toplumundan başka bir tutum beklemek de zaten mümkün değildir. Kürtler devlet hukuku yerine kendi toplumsal ahlak sistemlerini daha çok canlandırmakta ve gerçek adaleti toplum ahlakında bulmaktadır.
Vergi vermemek ve devletle Türkçe konuşmamak da bunlara benzer bir durumdur. AKP’nin toplumu “Açlıkla satın alma” politikasına karşı toplumsal ekonominin geliştirilmesi tek çare olmaktadır. Özgür ve demokratik yaşam ancak toplumsal (komünal) ekonomi ile mümkündür. “Devletle Türkçe konuşmamak” ise asimilasyona karşı kimlik mücadelesinin önemli bir alanıdır. Ayrı bir toplum olma gerçeğinin temsilini ve her an hissettirilmesini içermektedir.
Görülüyor ki, Kürt toplumu Türkçü devlet sistemine karşı topyekûn bir boykot konumuna geçiyor. Türkçü ve devletçi yaşamı reddederek Kürdî ve demokratik toplumcu bir yaşamı öne çıkarıyor. Bu tutumun yayılarak gelişeceği ve önümüzdeki süreçte siyaseti belirleyeceği anlaşılıyor.
Denebilir ki, bu durum iyi ve demokratik bir gelişmedir. Kürtlerin Türkçü ve devletçi sistemden koparak kendi kimliği ve kültürü temelinde demokratik sistemini yaratması en önemli demokratik değişim olur. Böylece Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleştiği gibi, Türkiye’nin demokratikleşmesi de önemli gelişme gösterir. Böyle yapmakta Kürtler geç bile kalmışlardır.
Şüphesiz Kürtlerin böyle davranışının bir boyutu demokratik çözüm gereği olurken, diğer boyutu da AKP politikalarının ince inkârcı ve imhacı gerçeğidir. Kürtlerin bu politikaları anlayarak AKP’den umutlarını kesmeleridir. Böylece Kürtlerde gerçekleri sorgulama bilinci derinleşmiş, bunun sonucunda da sistemden kopuş eğilimi gelişmiştir. Dolayısıyla bu durumun birincil sorumlusu olarak AKP’nin Türkçü ve devletçi politikalarını görmek gerekir.
Bu konuda en ibret verici olan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözleridir. Her fırsatta Türklük adına “Tekçiliği” vurgulamaktan geri durmamaktadır. Bu söylemin Türk olmayanları dışladığı ve farklı arayışlara yönelttiği açıktır. Yine “Kürt sorunu yoktur” demesi, Kürt toplumunda demokratik çözüm umudunu tümden kırmıştır. Sorunu “PKK ve terör sorunu” olarak göstermesi ve kök kazımaktan söz etmesi, AKP’nin Evren ve Çiller dönemlerinde olduğu gibi bir şiddet politikasını esas aldığını göstermektedir. Bu da AKP’den ve devletten kopuşun önemli bir nedenidir. AKP, eski Kemalistler gibi “Kürdü de biz temsil ederiz” diyerek, Kürt toplumuna ait her türlü değeri reddetmektedir.
Bu noktada en hassas olan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yaklaşımdır. Yaklaşık 410 gündür aile ve avukat görüşü yaptırılmamaktadır. Bu kadar uzun bir süre Kürt halkı Önder Abdullah Öcalan’ın durumu hakkında bilgi alamamaktadır. Dolayısıyla halk, sağlığından ve güvenliğinden endişe etmektedir. Bu durum Kürt gençliğinde ve kadınlarında çok büyük bir öfkeye yol açmaktadır. Bu da bir yandan Kürt direnişini arttırır ve şiddetlendirirken, diğer yandan Kürtlerdeki “Türkiye ile birlik” bilincini ve duygusunu kırıp kopuşa neden olmaktadır.
Çok iyi bilinmeli ki, bu politika ile AKP adeta ateşle oynamaktadır. Her zaman belirttik: Türk-Kürt birliğinin, Türk-Kürt barışının ve ortak yaşamının harcı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır. AKP’nin bu harcı görmezden gelmesi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmeleri yürütmemesi, halkta AKP’ye karşı büyük bir güvensizliğe ve öfkeye yol açmaktadır. Bu da her düzeyde kopuş olarak yaşanmaktadır.
Tabi kopuşun en önemlisi duygusal kopuştur. AKP politikaları Kürtleri duygusal kopuş noktasına getirmiştir. Herhalde en büyük ve tehlikeli bölücülük budur. PKK’yi “Bölücü” olarak itham ederken, en büyük bölücünün AKP olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bunu artık herkesin görmesi ve AKP’nin bu tehlikeli politikalarına “Dur” demeyi bilmesi gerekir.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
PKK Kürdistan’da iktidarını kurmak istiyormuş, demokratik özerklik diyormuş, özyönetim diyormuş. Özcesi PKK ne yapıp yapıp buralarda bir parça toprakta hakim olmak istiyormuş. Ve buna benzer birçok şey dönemin modası olarak tartışılıyor.
PKK iktidar mı olmak istiyor, PKK demokratik özerklik mi diyor, öz yönetim mi diyor ya da ne yapıp yapıp buralarda özgür bir vatan parçası mı oluşturmak istiyor, bu sizi ne alaka eder? Velev ki bu söylediklerinizin hepsi doğru olsun. Peki, size ne diye sorma hakkımız yok mudur? Kürtleri sömürge statüsünde tutan siz değil misiniz? Kürdistan’ı İsmail Hocamızın dediği gibi uluslar arası sömürge statüsüne getiren siz değil misiniz? Öyle ki diğer dünya sömürgelerine tanıyan hakları vermeyen yine siz TC devleti değil misiniz?
Hem soralım hem cevaplandıralım. İki de bir 12 Eylül cuntasının uyguladığı faşizm dile getirerek hiçbir faşist kendisini temize çıkaramaz. Hele hele TC devleti tarihinde bugüne uygulanan faşizmin arkasına sığınarak hiç kimse kendisini aklayamaz.
TC tarihinin ilk günlerinde de Kürdistan onlar için bir sömürgeydi, 12 Eylül cuntası sonrası süreçte de Kürdistan onlar için bir sömürgeydi, şimdi de arada 90 kaç küsur yıl geçtikten sonra yine sömürgedir. Sömürge olarak görmenin temel bazı verileri vardır.
Öncelikli olarak 1924 yılı ve ardından çeşitli süreçlerde oluşturulan anayasaların hepsinde adım adım tekçilik tümden hakim olmuş ve ideolojik bir çizgi olarak kendisini kurumsallaştırmıştır. Özcesi TC devletinin faşizm uygulamalarının temelinde tekçilik vardır. 12 Eylül faşist cuntasının temelinde tekçilik vardır. Ve şimdi 2012 yılında yaşıyoruz ve dünyada paradigmasal gelişmeler olmasına rağmen halen tekçilikler varsa orada tek kelimeyle faşizm vardır. Ve bu faşizmin beslendiği zemin ise Kürdistan’ı sömürgeleri olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır.
Evet, şimdi kim tekçilik yapıyor? Alenen meydanlarda kim tek devlet diyor? Kim tek bayrak diyor? Kim tek dil diyor? Kim tek vatan diyor? Kim tek din diyor? Bu sorulara kim “evet” diyorsa ve kim “ben söylüyorum” diyorsa orada bir faşist var demektir. Orada bir sömürgeci var demektir. Ve eğer böyle birisi yönetim erklerinde yerini alıyorsa orada bir sömürge valisi var demektir.
Şimdi biz birkaç soru daha sorarak yine cevaplar verelim.
Kürdistan sömürge midir?
Kürdistan inkar ediliyor mu?
Kürdistan’ın bayrağı ret ediliyor mu?
Kürtlerin dili ret ediliyor mu?
Kürtlerin diniyle alay ediliyor mu?
Kürtlerin vatanıyla bir çakıl vermeyiz diye alay ediliyor mu? Hem de bu Kürtlerin gözlerinin içine bakarak söylenmiyor mu?
Kürdistan’a güney doğu ve doğu Anadolu diye söylüyorlar mı?
Kürtlerin ulusal renklerine, “bez parçası” yakıştırmasını yaparak hakaret edilmiyor mu?
Ve tabii Kürdistan diye bir devlet olmaz ve kurulmasına karşıyız, izin de vermeyiz, kırmızıçizgimizdir deniliyor mu?
Bu yukarıdaki tüm sorulara verilecek cevaplar kocaman evetlerdir. O zaman bu kocaman evet cevaplarına karşı verilecek her türden savaş, kavga, ayrılık, ayrışma, kopuş meşrudur.
Hiç lami cimi yok, bilmem PKK böyle yapıyormuş, yok şöyle yapıyormuş hepsi boş söylemlerdir.
Kürdistan’ı sömürge görüyorsunuz, sömürge bir ülke gibi yönetiyorsunuz sonrada sömürgeciliğe karşı verilen direnişi teröristlikle, bilmem hangi şehirdeki bilmem kimi tehdit ediyorlarmış, bilmem yollara, barajlara engel oluyorlarmış gibi meşru olan eylemlerimizi gayri meşru olduğunu iddia ediyorsunuz.
Bunları geçin, siz ülkemizi tanıyacak mısınız tanımayacak mısınız?
Ülkemizde çekilecek misiniz çekilmeyecek misiniz?
Halkımızın doğuştan var olan haklarına saygılı davranacak mısınız, davranmayacak mısınız?
Her halkın hakkı olduğu gibi Kürt halkının da kendisini yönetmesinin önünde çekilecek misiniz, çekilmeyecek misiniz?
Tekrar söyleyelim; lami cimi yok bu yukarıdaki birkaç soruya vereceğiniz cevaplar evet ise oturup tartışabiliriz, konuşabiliriz. Yok, vereceğiniz cevaplar hayır ise siz bir sömürgecisiniz, siz bir kolonyal güçsünüz, siz bir işgalcisiniz ve siz bu ülkede çıkarılmak için her türlü yöntemle def edilmeyi hak ediyorsunuzdur.
Yine belirtelim; burası Kürdistan. Burada Kürt halkı kendi kendini yönetmek istiyor. Ve bu kendi kendini yönetme Kürt halkının en meşru ve doğal hakkıdır. Bu meşru ve doğal hakkı hiçbir güç ama bir güç baskılayamaz, engelleyemez, başka bir şekilde de gösteremez. Bu gayri meşru duruma karşı direniş ve duruşu da kimse terörize edemez.
K. Nuda
- Ayrıntılar
Faşizmin en belirgin özelliği insana karşı olan düşmanlığıdır. Ancak birde faşizmin doğaya karşı beslediği düşmanlık vardır. Kendi çıkarı için yok edemeyeceği insanlık ve doğa güzellikleri yoktur herhalde. Evet, faşizm insanlık ve doğa karşıtlığı ve düşmanlığıdır.
TC devleti sözün tam manasıyla faşizan bir yapıdır. İnsanlara karşı işlediği faşizan uygulamaları şöyle ya da böyle herkes biliyor. Kürtlere, Alevilere, solculara ve yine dindar çevreleri geçmişte nasıl baskılayarak tasfiye ettiğini dediğimiz gibi herkes biliyor. Onlarca katliamı bizatihi uygulayarak tarihe soykırımcı bir rejim olduğunu TC devleti simsiyah harflerle kendisini yazdırmıştır.
Ancak TC devletinin kuruluşundan bu yana halkların değerlerini de tasfiye ettiğini herkes bilmemektedir. Halkların var oluşlarının en önemli kıstaslarında birini hiç şüphe yoktur ki yaşadıkları coğrafyaları oluşturur. Ve TC devletinin Kürdistan coğrafyasını nasıl yakıp yıktığını biz Dersim’de iyi biliyoruz. Birde 1990’larda binlerce köyü boşaltırken yakıp yıktığı ormanlardan biliyoruz.
Evet, faşizm doğa düşmanlığıdır dedik. TC devleti hem faşist bir yapıdır hem de işgalci bir yapıdır. Bunun için hem Kürt halkına düşmanlık temelinde kendisini şartlandırarak savaşmaktadır hem de Kürdistan coğrafyasını yok etmektedir. Bir yandan barajlarla bu güzelim coğrafyasının rengini ve biçimini bozarken bir diğer yandan her gün yeniden orman yakarak Kürdistan’ın hava deposu, ciğerleri olan ormanlarını yakmaktadır.
Birkaç gündür üst üste Gabar, Şemzinan, Şırnak, Lice ve de Dersim’de onlarca ormanı bilinçli bir şekilde yakmaktadır. Güya gerillanın bulunduğu yerlere top atışları yapmaktadır. Güya obüs atmaktadır. Halbuki arazinin bu yaz aylarında ne kadar kuru otlarla dolu olduğunu Ege’de yanan ormanlardan herkes bilmektedir. Yine Gabar’da arazilerimize fosfor atarak bilinçlice dediğimiz gibi yok etmeyi hedeflemektedir.
Bugün ki haliyle Kürdistan’da onlarca orman cayır cayır yanmaktadır. Ciğerlerimiz boğulmak istenmektedir. Halkımızın yakılan ormanları söndürme çabaları ise engellenmektedir.
Batıda bir orman yandığında dünyanın masraflarını yatırarak söndürmeye çalışan devlet söz konusu Kürdistan oldu mu, “nasıl olsa yakında burada çıkacağım” diyerek yakıp yıkmaktadır. Şimdi bizlerde sizlerin o seviyesiz seviyenize mi inelim? Şimdi bizlerde sizlerin o doğa karşıtı durumunuza ve seviyenize mi inelim? Elbette sizin o faşizan doğa düşmanlığınızın seviyesine inmeyeceğiz. Sizinle ahlaki ve politik değerleri koruma temelinde mücadelemizi sürdüreceğiz.
Bunun için bu faşizan yöntemleri bir an önce terk etmeye davet ediyoruz. Bir an önce terk edin bu yakmaları diyoruz.
“Savaşın kendi kuralları vardır. Bu kurallara savaşın bir tarafı olan her gücün uyması gerektiği uluslar arası sözleşmelerle teyit edilmiştir. TC devleti bu sözleşmelere imza atmıştır. TC devleti Cenevre sözleşmesinde savaşta uyulması gereken kuralları ihlal etmektir. Bu ihlallere her gün bir yenisini eklemektedir.
Bunun için uluslararası güçleri TC devletinin ve onun silahlı kuvvetlerinin savaş suçlarını gelip yerinde izlemesi için savaş alanına çağırıyoruz.
Yine çevreci örgütleri, ekolojiye dönük duyarlı çevreleri Kürdistan’da TC devletinin orman yakmalarına karşı durmaya ve bu konuda duyarlı olmaya çağırıyoruz. “
Evet, öncelikli olarak TC devletini bu doğa düşmanlığına son vermeye çağırıyoruz. Yine uluslar arası örgütleri TC devletinin bu coğrafyayı yok eden yakmalarına karşı durmaya çağırıyoruz. Yine tüm ekolojiye duyarlı olan çevreleri yerinde Kürdistan’da olup bitenleri görmeye ve katliama karşı durmaya çağırıyoruz.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Bu yazın çok sıcak geçeceğini belirtmiştik. Verilen sözler temelinde yaz sıcak geçmeye devam ediyor. Henüz yaz bitmedi ama bu kez sonbaharı da bir yaz sayarak özgürlük kavgasının sıcağıyla karşılayacağız. Yani bu yıl Kürdistan uzun bir yazı yaşamaya devam edecektir.
“Bir milimetre de, bir iğne ucu kadar, bir metre kare de” de hakimiyetleri yoktur diyen Akepe’nin en etkili ağızları konuşmalarını sürdürmeye devam etsinler. İki de bir “bunlar İran ve Suriye devletlerinden” yardım alıyorlar desinler, “intihar ediyorlar, son çırpınışlarıdır, bitti bitecekler” diye de önce kendilerini sonra da Türkiye halklarını kandırmaya devam etsinler. Yalanın mumu yadsıya kadar yanarmış misali, yadsıya kadar mumları yanmaya devam etsin.
Siz söyleyeceklerinizi söyleyin, ne de olsa söz söyleme sanatı üzerine sizden daha etkilileri yoktur. Dil uzmanısınız. Halkların psikolojisini iyi etüt ederek, halkları nasıl kandıracağınızı iyi biliyorsunuz. Ve nasıl ki insan öldürmesini iyi biliyorsanız, aynen öyle insan kandırmasını da iyi biliyorsunuz. Siz söyleyeceğinizi söyleyin ağzınız çuval değil ki bağlayalım. Birde ruh hastası olan İNŞ değiliz ki elin adamı iki söz söyledi diye söylediklerini ağzına tıkayalım.
Ama bizim de söyleyeceklerimiz ve yapacaklarımız vardır. Hem de öyle çok ses çıkarmadan, çok gürültü yapmadan.
HPG açıklamasında aslında yapacaklarımız ve söyleyeceklerimiz dile getirilmişti. Açıklama, “2 Eylül günü saat 22.00’da gerillalarımız tarafından Şehit Adil ve Şehit Nuda isimli bir devrimci harekat başlatılmıştır. Harekat kapsamında Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesi ve çevresinde bulunan Bayrak, Beboskê, Çeper askeri üsleri, Tugay binası, Mezra Alayı, jandarma karakolu ve güvenlik tepesi, polis ve özel harekat timlerine ait binalar ve güvenlik mevziileri, Beytüşşebap kaymakamının evi, hükümet konağı ve tüm devlet kurumları gerillalarımız tarafından hedeflenmiş, Beytüşşebap’a gelen tüm yollar da denetim altına alınmıştır” diye geçiyor.
Biz tüm bu yapılanlardan ziyade bu ilçede bulunan kaymakam’a ilişkin bir iki şey söyleyeceğiz. Bu kez; bodrum katına girerek, zırhlı bir kapının arkasına sığınarak, “karanlıktan” da faydalanarak elimizden kurtuldun.
Bu kez seni ele geçiremedik, bu kez sadece aracını yaktı gerillalar, bu kez halkımızın kanıyla el ettiğin evinde bulunan eşyalara el koydular. Ama söz sana ki gelecek sefere başına çuval geçirerek, seni götüreceğiz. Ve sadece seni değil, ülkemizde ne kadar işgalci devletin memurları varsa hepsini tek tek, adım adım, aceleye getirmeden, öyle sizin psikolojik harp uzmanı Akepe kurmaylarınız gibi büyük laf etmeden, sakince, sessizce bunu yapacağız.
Yine belirtelim, Kaymakam bu kez kurtuldun ya gelecek sefere ne yapacaksın? Herhalde her zaman Tugay’da kalmayacaksın. Tugay’da zaten kalan generalleriniz var, albaylarınız ve cümle cemaat buralarda Kürt halkına zulüm işleyen komutanlarınız var.
Sözü açmışken birkaç şey daha söyleyelim: Daha önce onlarca kez HPG ve KCK açıklamalarda bulundu, TC devletine memurluk yapmayın dedi, TC devletine çalışmayın dedi, eğitim sistemiyle Kürt çocuklarını asimilasyona tabi tutmayın dedi, ülkemizin tüm coğrafik yapısını değiştiren barajları yapmayın ve buralarda çalışmayın dedi, askerlerle çalışmayın, onlara erzak götürmeyin, yol yapmayın dedi. Tabii birde ülkemize gelip askerlik ve polislik yapmayın dedi. Ve birde çok uzun süre önce sömürge sisteminin temsilcileri olan valilere, kaymakamlara ülkemizi terk edin dedi.
Özgürlük hareketi ve gerillası bunları söylemeye söyledi ama halen bazıları bu söylenenleri yeterince dinlememiş. Özelde de Beytüşşebap kaymakamı dinlememiş.
İşte bunun için diyoruz ki eğer canına bir şey gelmesini istemiyorsan ülkemizi bir an evvel terk.
Yaşamak istiyorsan ülkemizi hemen terk et.
Onurlu kalmak istiyorsan dediğimiz gibi ülkemizi terk et. Aksi taktirde gelecek seferde bu kez evine gelirken balyozları da beraberinde getirir ve ne yapıp yapıp seni kendimizle mutlaka götürürüz. Sadece seni kendimizle götürmekle kalmayız, hayır seni Katolara götürür halkımızı da buraya çağırarak mahkemeni Beytüşşebap halkı huzurunda yapıp cezan neyse keseriz.
Evet, tüm bu söylediklerimizi göze alıyorsan kal, yok bu söylediklerimizi göze almıyorsan, almayacaksan hemen yarın ülkemizi geç olmadan terk et.
Rojhat Bluzeri
- Ayrıntılar
Yıllarca ve defalarca yazılıp söylendiği ve daha bu kış sıkça dillendirildiği gibi ‘bitirilmiştik.’
Masa üzerlerinde hazırlanan planlar, türlü proje ve operasyonlar, katliam ve politikalar bitirememiş meğer.
Yine, her yerde ve hep varız.
Dün Şemzinan’da, bugün Bêşebap’ta, yarın…?
Yalanlarla, perdelerle, sis bulutlarıyla, yasakla, tehditle gizleyemezsiniz. Yenilginin psikolojisi yüzlere, mimiklere sinmişken, çaresizliğin öfkesi gözlerde çakmak çakmak dururken, ağzını açan nefretini ve tiksinilecek iğrençliğini tekrar tekrar gösterirken elbette ki bir neden aranacak.
“Neden” diye sorulacak. Lakin gerçeklere bu denli uzaktayken cevap bulunamayacak.
***
Bir arkadaşımızın tanıdığı anlatmış. 1999 depreminde Sakarya’daymış. Depremden hemen sonra yardımına koşmuş depremzedelerin. Orta yaşlı bir adamı altında kaldığı beton bloklarından çıkarmaya çalışıyorlarmış. Bele kadar çıkarmışlar. Gözle görülür bir yaralanma da yokmuş. Hatta altıyla üstüyle tüm bilinci açıkmış.
Van’lı olan ve yardıma koşanlar arasında bulunan arkadaşımızın tanıdığı. “Koşuşturup duruyorduk. Elle, kazmayla var olan gücümüzle bir insanı yaşama döndürmenin derdine düşmüştük” diyor. Üzerine düşen fakat tam olarak vücuduna temas etmeyen beton parçasını kaldırdıktan sonra adamın doğrulmasıyla yüzüne görmenin sevincini yaşadıklarını anlatıyor arkadaşımızın tanıdığı.
Sonra ne mi oluyor?
Adam konuşmaya başlıyor.
Peki, ne söylüyor? İlk sözleri ne oluyor sizce?
Kayıplarını mı soruyor? Annesini, babasını, karısını, çocuğunu mu merak ediyor? Sağ kalan oldu mu diye kaygılanıyor mu? Kendisinin yaşayıp yaşayamayacağını mı soruyor?
Hayır! Adamın ilk sözleri tam olarak şöyle: “Bu felaket Kürtlerin başına da geldi mi?”
***
Bu denli geri, ilkel, şovenist, kafatasçı bir iktidarın yüzde elli oy aldığı bir ülkedeki insanın yukarıda anlatılan depremzedenin tavrına sahip olmasına şaşmamak gerek.
“Canım, o adam AKP’den önce söylemiş” demeyin. Kürtlerin zararlı, kaçınılması gereken cüzamlı yaftası alması yeni değil. Bir devlet politikası olarak yüzlerce yıllık geçmişe sahip.
Yok sayılan; kimliği, tercihleri, aşkları, sevinçleri, düğünleri, cenazeleri, oyunları, kitapları yasaklanan bir halk Kürtler.
Her şey bir yana dünyanın en geri ülkesinde bile olmayan “dil yasağı”nı üreten bir ülkede halen “kardeşlik ve birlikte yaşamak”tan söz edebilen hoşgörüde bir halk. Dilini konuşamasa da, her gün katliamlarla yüz yüze kalsa da, Ceylanları havanlarla, Enesleri bombalarla, Aydınları kurşunlarla katledilse de yine de “barış”, yine de “kardeşlik” diyebilen erdeme sahip bir halk.
***
Ama bir yere kadar!
Artık Kürtlerin bu taleplerini dillendirmediği rahatlıkla gözlenebilir. Ve artık geçmiş yılların oyalanarak kaybedilmesi gibi bir sonucu, bunun yaratacağı artı zulmü ve can acısını yaşamak istemediği de dosta düşmana anlatılıyor.
Bu yüzden panzerlerin ve özel timlerin en gelişmiş teknolojiyle donatılmış silahlarının gölgesinde bir ana, yüreğinin bir parçasını sahipleniyor. Onun için çarpışan, ırkçılara, faşistlere, işgalcilere karşı çarpışarak şahadete ulaşan oğlunu sahipleniyor.
Orada; Şemzinan’da, Çele’de, Gever’de, Bêşebap’ta yoldaşlarımız tarih yazarken, faşist işgalcileri Kürdistan topraklarından defederken işte bundan güç alıyor.
Bir ananın yüreğindeki sevgiden.
O ana Kürtlerin bir özetidir. O ana da bütün Kürtler gibi korkmayı çoktan bıraktı.
Özgürlüğü için ayağa kalkmış, bu uğurda her türlü bedeli ödemeye hazır bir halk her şeye kadirdir. Ve bunu her gün yeniden gösteriyor. Bêşebap bunun son göstergesidir.
Halk, devrimcileriyle buluşuyor. Gerillalar ve halk el ele Özgür Önderliğe, Özgür Kürdistan’a yürüyor.
İşte gerillaların her yerde ve her zaman var olmasının nedeni analarından devraldıkları cesarettir. Analarının ve halkının asla ama asla onları yalnız bırakmayacağına duyduğu inanç ve güvendir. Bir kaynak, gerillaların dayandığı bir dış güçten söz edilecekse buyurun bakın, gücümüz çıplak bir halde ortadadır.
O ana var oldukça, analarımız var oldukça gerilla da hep olacak. Ve nasıl ki o ana silahların, düşmanın, işgalin gölgesi altında onuruna, davasına sahip çıkıyorsa Kürdistan gerillası da üzerin gelecek her türlü düşmana inat, adım adım, hırsla, intikamla ülkesini ve halkını özgürleştirecek.
Kimsenin hiçbir kaygısı olmasın özgür Kürdistan çok yakında…
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Yalan olur da bu kadar da olur mu(?) diye insan yeniden yeniden kendisine sormak zorunda kalıyor. Hadi diyelim biriler ısrarla yalan söylüyor, yalan üreten bir makine gibi çalışıyor, özenle bu yalanları hazırlayarak piyasaya sunuyor, bunun için adam ayarlıyor. Birileri bu işi bir plan ve program dahilinde yapmaya yapıyor da peki birileri de neden ısrarla bu yalanlara kulaklarını sonuna kadar açıyor, dinliyor. Haydi dinlemeye dinliyor anladık peki neden inanıyor?
Şemdinli’de devlet yoktur dedi bir siyasetçi. Peşinden gelişen ise bir linç kampanyası oldu.
23 Temmuz 2012 günü Şemdinli’de gerillalarımız bir devrimci hareket başlattılar. İsmini de Şehit Rubar Mardin ve Şehit Rozerin Mardin (Piran) harekatı koydular. Şehit Rubar Mardin ve Şehit Rozerin Mardin yoldaşlarımız geçen yıl hava saldırılarında vahşice katledilen iki komutan yoldaşımızdı.
Devrimci harekatlarımızın amacı işgal TC ordusuna ve işgalci TC devletine karşı bir operasyondur. Ülkemizi işgal etmişinizdir o zaman bizim sizlere karşı geliştireceğimiz mücadele, bir direniştir. Ve biz bu direnişimizi bir adım daha ileriye götürerek alan hakimiyetin kurma direnişi diyoruz. Bu operasyonların ya da harekatların temel nedeni bir türlü bizim varlığımızı kabul etmeyen, inkar ve imha siyasetini farklı adlar altında ısrarla sürdüren soykırımcı bir rejimin, var olan sorunları siyaset kanalıyla çözme girişim ve çabalarımızı ret ederek, yok etme siyasetinde ısrar etmesinin sonucudur. Daha dün televizyonlarda “Kürt meselesi diye bir mesele yoktur, artık bu aşılmıştır” sözü esasta faşizmin ta kendisidir. Ve bu sözleri sarf eden kişi hem de dünya barış günü diye adlandırılan bir 1 Eylül gününde söylemiştir.
Evet devrimci halk savaşının asıl nedeni bu faşizan zihniyete, soykırımcı zihniyete, alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete zihniyetine karşı bir duruştur.
Şimdi Şemdinli ve dediğimiz gibi birçok başka sahada giderek artan bir devrimci duruş içerisindeyiz. Karakollarınız olabilir, yoğun bir askeri gücünüz de olabilir. Ancak kalacağınız yer ancak ve ancak o karakollardır. O kendinizi sakladığınız üslerinizdir. Alan hakimiyeti diye tabir ettiğimiz gerçeklik zaten budur. Siz orada olabilirsiniz ancak karakollarınızda olabilir ve kalabilirsiniz. Dışarıya çıkamazsınız. Çıktığınızda her an sizi vuracak gerilla güçleri etrafınızda hazırdır. Bunu bileceksiniz. Nitekim her gün birkaç kez hemen Şemdinli’nin yanı başında yol kontrolü yapılıyor. Dediğimiz gibi hemen Şemdinli’nin yanı başında bu yapılıyor. Hakkari şehir merkezinin hemen dibinde istediğimiz zaman istediğimiz kişiyi alabilir ve istediğimiz askeri gücünü vururuz.
Evet, alan hakimiyeti dediğimiz durum budur. Bugün bu dağdayız. Yarın diğer dağdayız. Ancak siz gelemeyeceksiniz. Gelseniz de ancak Diyarbakır ve Malatya’da kalkan uçaklarınızla gelebileceksiniz. Birde saklandığınız üslerinizde top ve obüs kullanabilirsiniz. Başka da yapabileceğiniz bir şey yoktur. İşte arazi hakimiyeti budur.
1 Eylül günü RTE’nin “400 kilometre PKK'nın kontrolü altındadır” diyor. “Bir defa bu tespit bu ifade çok çok büyük bir yalan” diyor. Bu söylenenlerin yalan olup olmadığını gelip kendin görebilirsin. Hem de İlker Başbuğ’la çıktığın tepeye yeniden çıkabilirsin. Bir arkadaşın belirttiği gibi “Şam uzak Şemzinan’da mı uzaktır?” Yalansa gelip görürsün sonra da açıklamanı yaparsın.
Ancak o kadar yalan üreten bir makine haline gelmişler ki, söyleyeni kendilerince söylenenleri unutturmak için “Yalanın ötesinde sen kimden yanasın? Teröristten veya terörden yana mısın? Yoksa bu ülkede terörü yok etmek isteyenlerden yana mısın?” diyerek karşısındakileri o eskiden “hırpo” diye tabir ettikleri Kürt sanıyorlar. Hırpoluk 30 yıl öncesinde kalan –her ne kadar sömürgecilerin kullandıkları hakaret içeren bir yakıştırma da olsa-bir Kürt karakteridir. Sömürgecinin karşısında hep hazırda duran, pısırık, cesareti kırılmış, kendisi olamamış ve öz güvensiz kişinin karakteriydi. Artık hiçbir Kürt hem de en zayıf bildiğiniz, en beceriksiz sandığınız, en ürkek bildiğiniz önünüzde diz çökmez. Bunu bileceksiniz.
Evet, Şemdinli Gerçeği işte biraz da budur. Artık hiçbir kürdün önünüzde dize ve hizaya gelmeyeceği bir gerçekliktir. Bu gerçekliği 30 ağustos zafer bayramını Şemdinli’de kutlanma biçimine bakarak görebilirsiniz.
Devlet yanlısı bir gazete güya 30 ağustos zafer bayramını haber yapmıştır. Ve birde başlık atmışlar: “Şemdinli'de bir bayram sabahı.”
“30 Ağustos Zafer Bayramı, İlçedeki devlet protokolünün tam kadro katıldığı tören, saat 09.00'da Cumhuriyet Meydanı'ndaki Atatürk Anıtı'na çelenk konulmasıyla başladı. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın ardından törene katılan devlet erkanı arasında bayram kutlaması yapıldı. Şemdinli'deki zafer kutlaması yaklaşık 10 dakikada tamamlandı. …Önceki yıllarda bayrak asmaya zorlanan ancak bu yıl herhangi bir zorlamayla karşılaşmayan Şemdinli esnafının bayrak asmaması dikkat çekti. …vatandaşın ilgi göstermediği gözlendi.”
“Şemdinli'deki zafer kutlaması yaklaşık 10 dakikada tamamlandı” diyen devletin gazetesidir. Törene katılan sadece ve sadece devlet erkanıdır başka da katılan yoktur. Bu haberi yapan gazete muhabirinin söylediği gibi: “vatandaşın ilgi göstermediği gözlendi” alan hakimiyeti diye tanımlanan gerçeğin kendisi zaten budur.
İşte Şemdinli gerçeği budur.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
TC devleti yatıp kalkıyor “biz doğu Anadolu’yu kalkındırmak istiyoruz ancak terör örgütü buna izin vermiyor ve üstelik hepsini tahrip etmeye çalışıyorlar” diyorlar.
Bizler TC devletinin Kürdistan’da yaptığı yatırımlarının çoğu-istisnalar kaideyi bozmaz derler- -ülkemizi kalkındırmak için değildir. Bilakis ülkemize yatırım olarak yapılanlar tüm projeler askeri amaçlıdır. Örneğin yaklaşık yapılması planlanan 1000 tane süper karakoldan bahsediliyor. Bilmem ne kadar askeri havaalanında söz edilmektedir. Karakollara ya da askeri üs olarak kullanılacak sahalara götürülen yollardır. Ve bir de tabii barajlardır.
Biz bu yazıda sadece barajlara ilişkin birkaç şey belirtmek istiyoruz. Güya TC devleti Kürdistan’a barajları arazilerin sulaması ve de bölgeye elektrik verilmesi için yapıyormuş. Ve tabii bunu yaparken de bölgeyi kalkındırıyormuş. Bunun için RTE: ”Barajlara konulan ad ne biliyor musunuz? Terör barajı. Adı böyle koyuyorlar. Barajdan ne çıkacak, su ve elektrik enerjisi vesaire gidecek. Bunun yanında buralarda çok ciddi istihdam olacak. Bu istihdamda da o bölgenin insanı, benim Kürt kökenli kardeşim istihdam edilecek” diyor. Hem de söylenenleri tüm bir Türkiye halkının önünde dile getiriyor. İzleyenlerde oluşan: “bak bu devlet Kürtler için her şeyi yapıyor ama bu teröristler hiçbir şeye izin vermedikleri gibi tahripkar rol oynuyorlar” kanısıdır.
Sözü uzatmayacağız sadece ve sadece kendi yandaş basınlarında çıkan bir haberi buraya alarak Kürdistan’da yapılan barajların ne amaçla yapılmak istendiğini dile getireceğiz. Biz Kürdistan genelinde coğrafyamızı tahrip eden, kültürel mirasımızı ve tarihi zenginliklerimizİ yok eden faşizanca amaçlara değinmeyeceğiz bile.
Dha’nın haber başlığı aynen şöyledir: “PKK'nın geçiş yoluna baraj kuruldu!”
Normalinde bu başlığı buraya aldıktan sonra yazıyı geniş tutmanın belki de bir anlamı yoktur. Nedeni ise zaten TC devletinin yaptığı barajların ne amaçla yapıldıklarını netçe söylenmiştir. Dediğimiz gibi belki de denilecek ki bu başlığın dışında söze gerek yoktur.
Evet, gerçekten de söze gerek yoktur. Yukarıdaki başlık bile tek başına RTE’nin ne kadar büyük yalan söylediğini açıkça gözler önüne sermektedir. Neden Kürdistan’da inşa edilen barajların gerçekten de tam birer terör barajı oldukları, tam birer soykırım projeleri olduklarını inanmayanlar için biraz da açmamız gerekir.
Haberin devamında:
“Hakkari-Şırnak güzergahının, Kuzey Irak sınırı sıfır noktasında Devlet Su İşleri tarafından yaptırılan ve PKK'lıların Türkiye'ye sızmalarını önlemede büyük ölçüde etkili olacak 11 barajdan tamamlanan 3'ünde su tutma işlemlerine başlandı.
Hakkari sınırları içerisinde 4, Şırnak sınırları içerisinde 7 olmak üzere DSİ tarafından 2008 yılında yapımına başlanan barajlardan, Şırnak ve Silopi ile Aslandağı Barajları tamamlandı. Şırnak ve Silopi ile Hakkari sınırları içerisinde yer alan Aslandağı Barajları’nda su tutma işlemine de başlandı. Uludere Barajı’nın kazıları ise devam ediyor. Heyelan riski bulunan Ballı Barajı için yeni bir yer seçildi ve temel kazısı için proje hazırlandı. Kavşaktepe Barajı temel kazıları ve inşaatı devam ederken, Musatepe Barajı için Şırnak-Hakkari Karayolu’nun tamamlanması bekleniyor. Temel kazısında sorun çıkan Çetintepe Barajı’nda ise çalışmalar devam ediyor.
Kuzey Irak sınırına sıfır noktada bulunan barajların su toplamaya başlaması ile PKK’lıların geçişleri de büyük ölçüde zorlaşacak. PKK’lıların Katır üzerinde ağır silah, mühimmat ve gıda maddelerinden oluşan lojistik desteğin önü de kesilmiş olacak. Birçok mağaranın da sular altında kalacak olması PKK’nın harekat alanını daraltacak.
Barajların yakınlarındaki hakim tepelere yapılan beton ve her türlü saldırıya dayanıklı mevzilerden oluşan kulelerde ise 24 saat gözetleme yapılacak, tespit edilen hareketli noktalara anında müdahale edilecek. Arazi yapısı nedeniyle kanlı eylemlerden sonra derin vadi, mağaralar ve ağaçlık alanlardan gizlenerek kaçmayı başaran PKK’lıların, barajların tamamlanması ve su toplamasıyla birlikte artık eskisi gibi büyük gruplar halinde eylem yapması da ortadan kalkacak.”
Yukarıda barajlar neden yapılıyormuş gözler önündedir. Sınıra sıfır noktasında yapılan barajlar herhalde arazi sulamak için ya da elektrik sağlamak için yapılmıyor. Ve birde yukarıda dile getirilen birkaç barajdır. Toplamında Hakkari ve Şırnak bölgesinde yapılan, yapılması planlanan tam 90 adet baraj vardır. Yani Kürdistan coğrafyasını su altında bırakma projesi demek daha doğru olur.
Geçmiş yıllarda Ecevit bir ara Şırnak ve Hakkari için tampon bölge oluşturmada söz etmişti. Yani bir nevi buraları boşaltarak insansız birer tampon bölge oluşturmayı önermişti. O zaman bu düşüncelere karşı büyük tepkiler oluşmuştu. Şimdi aynı proje bu kez daha tehlikeli ve sinsice Akepe hükümeti devreye koymuştur. Bu barajları Kürdistan’ın o coğrafyasında inşa etmeyi başarırlarsa bu binlerce Kürdistanlı insanın sürülmesi anlamına gelecektir. Nasıl ki 90’larda köy yakarak, yıkarak 4000 köyümüzü boşaltmışlar ise bu kez güya birde yaptırım yaptıklarını söyleyerek ikinci bir göçertme dalgasını başlatacaklardır. Biz ülkemizin coğrafyasının erozyona uğratılmasından, iklimsel bozukluklara yol açmasından söz bile etmiyoruz. Yine gerillanın yollarını kendilerince kapatmasından da söz etmiyoruz. Bu barajlar oluşturulursa burada yaşayan tüm insanlarımızı göç ettirmek zorunda bırakacaklardır. Bu coğrafya da verimli ve işlenen araziler vadilerdir. Zaten yükseltileri genelde sert arazi ve yaylalıktır. Hayvancılık yasaklandığına göre geri sadece ve sadece vadilere az bir şey ziraattır. Bunu da bu barajlarla yok ederek ülkemizi boşaltacaklardır.
Yıllar önce Mao Zedung “denizi kurutarak balıkları yakalama” demişti. TC devletinin yeni hükümranları olan Akepeliler gerçekten tam bu mana da topraklarımızı “deniz” altında bırakarak yaşamsız bırakmayı hedefliyorlar.
Plan açıkça bu olmasına rağmen hiç sıkılmadan, utanmadan halkın karşısına birde başbakan sıfatını taşıyan RTE: “Bunlar o bölgenin kalkınmasını da istemiyorlar” diyerek en büyük yalanı söylüyor.
Evet, yeniden belirtelim; Kürdistan’da barajlar kesinlikle ekonomik amaçlı yapılmıyor. Hele hele halkımıza elektrik götürmek için hiç yapılmıyor. İstihdam dedikleri birkaç haini zenginleştirerek Kürt özgürlük hareketine karşı kullanmaktır. Başka da kesinlikle hiçbir ekonomik yatırımı yoktur.
Tekrardan dile getirelim: Kürdistan’da barajlar coğrafyamızın yapısıyla oynayarak halkımızın göçertilmesini hedefleyen sinsi bir faşizan planın hayata adım adım geçirilişidir.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Ünlü anarşist Bakunin; “Devlet bütün kötülüklerin anasıdır” der…
Hem tarihsel süreç içerisinde, hem de günümüzde Bakunin’in bu sözünü haklı çıkartacak onlarca örnek var!
İnsanlığın acılı tarihinde devletin kötülüklerini yazmaya çalışmak ve bunların üzerine araştırma yapmak neredeyse imkansıza yakın bir konu olmaktadır.
Neden mi?
Çünkü dünyadaki bütün devlet mekanizmaları; kendini gizlemeye çalışır. Kötülüklerinin ortaya çıkmaması için elinden geleni yapar. Dezenformasyondan tutun da, yasal-hukuki kılıflara kadar bunların gizlenmesi ve gizli kalması için elindeki bütün gücü ve enstrümanları kullanır.
Devletin kötülüklerine ve acımasızlıklarına en ilginç örneklerinden bir tanesini günümüzde Türkiye devleti sergilemekte!
Geçtiğimiz günlerde Malatya Adli Tıp Kurumunda çalışan biri; “çatışmalarda yaşamlarını yitiren gerillaların organları devlet yetkilileri tarafından gizlice çalınmaktadır” diye bir açıklama da bulundu.
Böylesi bir durum; devlet dediğimiz o çalkantılı düzlemde ve özellikle de Türkiye devleti nezdinde acımasızlığın/alçaklığın sınırsızlığını da gözler önüne sermektedir. Savaş halinde bulunan ve kendisine düşman olarak belirlediği güçlere yönelik bu yaklaşımı geliştirmesinin mantıklı ve insani hiçbir açıklaması yoktur!
Devletin bu yaklaşımlarının ve yaptıklarının açıklama ihtiyacı hissettirmemesi başlı başına garabet bir durumdur. Fakat bundan daha önemlisi ve acınası ise; basın adına çalışanların-yazanların, STK olarak geçinen toplulukların sessizliği olmaktadır…
Ortada gerçekten de hatırı sayılır bir çifte standartlık var!
Nasıl mı?
Örneğin şimdi bu yazının konusu; devletin gerilla cenazelerinden çaldığı organlar değil de, PKK’ye ve Kürtlerin değerlerine yönelik hakaretvari açıklama da bulunan herhangi birine yönelik, onun anladığı dilden üslubu benimseyen bir yazı olsaydı ne olurdu?
Ortalıkta müthiş bir fırtına kopar ve her yerden açıklama üstüne açıklama gelirdi; “PKK sivilleri tehdit ediyor” diye. “Farklı sesleri susturmak için elinden geleni yapıyorlar” diye. Bu yönde sözde insan haklarına saygılı, sözde demokrasinin gereği (!) olarak bir sürü ıvır-zıvır ortalığı kaplardı. Hatta bazıları “albayraklı” kravatları takarak açıklamalarda bulunurdu. İmza kampanyaları-kınama açıklamaları havada uçuşurdu…
Durumun ciddiyeti ortada… Bu savaşa dair yazanların-çizenlerin ve STK olarak açıklamalarda bulunanların, bu dönemde takınacakları tavır oldukça önemli olacaktır. Burada tavır olarak kastettiğimiz; Erdoğan’ın dediği gibi “herkes tarafını belirlesin” mantığında değil.
Bu kesimlerin gösterecekleri tavır; kendi kimliklerine yönelik bir samimiyet olacaktır! Kendi aydın ve duyarlı gerçeklikleriyle, kamunun vicdani olma yolundaki iddiaları hakkında, bu süreçteki tutumları bir kilometre taşı olarak belirleyici konumuyla tarihteki yerini alacaktır…
Dünyanın herhangi bir ülkesinde böylesi bir durum ortaya çıksaydı gerçekten de yer yerinden oynardı. Günlerce bu konuya dair yazılı/görsel medya konunun üzerine gider ve insan olmanın gerektirdiği yaklaşımı sergilerdi…
Ama elbette bu normal olan bir ülke de geçerli olabilir. Burası gibi bir yerde devlet organ mafyacılığına soyunduğunda, basının susması/STK’ların dut yemiş bülbül olması çok da acayip değildir.
Peki bu durum değişir mi? Zor, hem de çok zor…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar