Türkiye’nin Hitler’i yine konuştu. Yine ağzında çıkanı kulakları duymuyor. Yine ölüm saçıyor. Yine Kürt düşmanlığı.
Bizler Türkiye başbakanını bir faşist olarak nitelediğimizde bazı çevreler çok rahatsız oluyorlar. Ama diyorlar; “Türkiye için bu kadar demokratik adımlar attı. Bu kadar askeri vesayeti geriletirdi. Bir sürü açılım yaptı” gibi bir sürü kendilerine göre haklı veriler öne sürüyorlar.
Ama biz yorulmadan bir iki soru sorarak başbakanın ne kadar faşist olduğunu söylemeye devam edeceğiz. Tekçi zihniyet nedir? Tekçi zihniyet dünyanın her yerinde faşizm değil midir? Bir halkın ana diline gem vurma, ana dil eğitimine yasak getirme, izin vermeme nedir? Faşizm başka halkları eksik görme değil midir? Eğer faşizm kendi ırkını büyük görüp başkalarını küçümseme hastalığıysa o zaman başka bir halkın diline yasaklama, gem vurma, ana dilde eğitim yapmalarına izni vermeme tek kelimeyle faşizmdir.
Faşizm başkalarının siyasal örgütlenmesine izin vermeme olarak bilinir. Erdoğan ise Kürtlerin siyasal oluşumlarına, kendi kendilerini yönetmeye “rüyalarında görürler” diyerek faşizmin en alası söylemiş oluyor. Hatırlayanlar bilir 1930’larda Nazi hayranı Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt da: “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı.” Erdoğan ismindeki kişi bunları böyle söylemese de pratik uygulamaları aynı kapıya yukarıda verdiklerimizle çıkıyor.
Biz Erdoğan’ın despot, tekçi, otoriter, kaprisli, dinci, milliyetçi, maddiyatçı, çıkarcı ve kan akıtılmasında adeta zevk alan yönlerini hiç dile getirmiyoruz. Yukarıda dile getirdiğimiz bir iki husus bile faşizmini ispatlamaya yeter de artarda.
Tam bir sömürge valisi edasıyla: “Suriye’nin kuzeyinde oluşacak yapılanma bir terör yapılanmasıdır, buna ‘eyvallah’ edecek halimiz yok” diyerek kimin terörist kimin ise demokrat olduğunu söyleyerek kendisini turnusol kağıdı rolüne koyuyor. Adeta ;İspanya’daki boğalar nasıl ki kırmız bir parça görüp saldırıyorlarsa aynen Erdoğan’da nerede bir Kürt oluşumu varsa İspanyol boğazı gibi saldırıyor. Suriye’de Kürtler kendi özerk bölgelerini hazırlama çabalarına: “Dışişleri Bakanıma verdiğim talimatla en geç çarşamba günü Kuzey Irak’a gidip oradaki yerel yönetimin idarecileriyle bu konuları paylaşıp, bu konudaki kararlılığımız, hassasiyetimiz kendilerine de iletilecektir. Ondan sonra da böyle bir sorumluluğun bizden çıktığını bilmelerini istiyoruz” diyerek hem müdahale hazırlığında hem de alttan alta tehdit etmektedir. Ve tabii :“Bakın bu noktada size karşı güven duygularımız zedelenmesin. Güvenimiz var ama burada yanlış adımların atılmasına sizler de vesile olmayın. Tam aksine bir dayanışma içinde buradaki yanlışı düzeltelim. Bu yanlışı düzeltmede adımı beraber atalım. Ama aksi takdirde burada kendilerine göre Kuzey Irak’taki PKK-PYD dayanışmasının oraya koymuş olduğu hayali haritalara eyvallah etmeyiz” diyerek tam bir boğa tavrını takınıyor.
Yanlış dediği Kürtlerin en doğal hakkı olan kendi alanlarını yönetme hakkıdır. Hayalli harita dediği ise Kürdistan gerçekliğidir.
Bre adam, sen on tane Türkiye cumhuriyeti devletinin hamiliğine soyunuyorsun, Azerbaycan için iki devlet bir halk diyorsun başkalarına gelince de “yanlış adımların atılmasına sizler de vesile olmayın” diyeceksin.
Faşizm işte budur. Şimdi Akepe ve başbakanın yanında duran o tüm kalburüstü Kürtler, Akepe’nin ve Erdoğan’ın sunduğu maddi imkanlardan yararlanan o takla atanlar ve birde sözde iyi şeyler yaptığına inanan Kürtler ne yapacaklardır? Yine KDP ne yapacaktır? Kardeşim Erdoğan diyen Sayın Talabani ne yapacaktır? Böylesine faşist zihniyetli olan bir adamla kardeşliğe devam ederek, Kürt halkının ulusal çıkarlarının karşısında mı duracak yoksa Kürtlerin yanında yerini alarak bu faşist zihniyete karşı mı duracak?
Şimdi Akepe’nin yanında yer alanlar “buna ‘eyvallah’ edecek halimiz yok” diyen bir faşist zihniyete eyvallah mı diyecekler yoksa namusluca bu faşizan söylemlere karşı m ı duracaklar?
Akepe’nin yanında yer alan işbirlikçi, inanmış saf Kürtler, temiz ama saf aydın ve sanatçılar, kandırılmış olan Kürtler ne derse desinler biz özgürlük cephesinde yer alan Kürtler olarak Erdoğan ve Akepe’sine:
Eyvallah deyip dememen kimin uğrunda diyerek topyekün direnişimizi kesintisiz daha da yükselterek rojava Kürtlerinin yanında olacağız.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
14 Temmuz 2012 günü Kürdistan’ın başkenti olarak bilinen Amed’de TC devleti yeniden kapsamlı bir işgal hareketine girişmiştir. Binlerce asker ve polisini yığarak Kürt halkına buraların kime ait olduğunu göstermek için tam bir çıkartma yapmıştır. Kimisi böyle çıkartmaları halklar için cehenneme benzetiyor ve buna inferno diyorlar. Kimisi ise tam manasını karşılayan occupation, invasion yani işgal diyor.
Kürtler 14 Temmuz günü ne yapmak istemişlerdi: Kürtler Kürt halk önderliğin özgürlüğü için direnişe davet ederek Kürtlerin doğal hakkı olan bir buluşmayı Amed’de gerçekleştirmek istemişlerdi. Ancak buna izin verilmedi. İzin verilmemesinin de ötesinde Amed’e kendi deyimleriyle tam on üç ilde polis getirmişlerdi. Özcesi Amed’i İşgal etmişlerdi. Ve nitekim 14 Temmuz görüntülerinin tümü, işgalci bir gücün işgal edilen topraklara karşı göstereceği tüm şiddet sahneleri içeriyordu.
Özcesi Amed işgal edildi. Bir sömürgeci gücün ne kadar göstereceği marifet varsa hepsini TC devleti 14 Temmuz’da sergiledi. Sergilemesinin de ötesinde tam bir sömürgeci psikolojisiyle işgal edilen seçilmişleri başta olmak üzere halkın tümüne biber gazları, şiddet araçları, tazyikli su derken göz altılarla halkı sindirmeyi esas aldılar.
Bu faşizmi uygulayan bir rejim ise Ortadoğu’da güya halkların lehine siyaset yaptığını söylüyor. Güya Ortadoğu’daki otokratik ve despotik güçlere karşı olduğunu söyleyerek halklara yapılan bu zulme güya karşı çıkarak bölgede her gün savaş çıkartılığında da vazgeçmemektedir.
Bu yukarıda dile getirilmiş olanlar tuhaf gelebilir ama gerçeklik budur. Kürdistan’da tam bir faşizm uygulayan bu sömürgeci güç başka halkların hamiliğine soyunuyor. Başka halkların savunuculuğunu yaptığını iddia ediyor.
Tuhaf dedik ancak tuhaflık bunlarla elbette sınırlı sayılmaz, bir halkın üzerine uçaklarla saldıracaksın 34 gencini katledeceksin, 7000-8000 seçilmişini, siyasetçisini, gazetecisini, kültürcüsünü, tıpçısını derken sivil toplumcusunu içeriye atacaksın, dillini yasaklayarak mahkemelerde anlaşılmayan bir dil diyerek hakaret ettikten sonra da medeni bir dil olmadığını söyleyeceksin, kızlarına YİBO’larda tecavüze zorladıktan sonra “dağa gideceklerine fuhuş yapsınlar” diye alay edeceksin, genç ve çocuk yaştaki erkeklerine bu kez başka zindanlarda rejime taş atıkları için psikopatların ellerine vererek tecavüz ettireceksin, bu halkın tüm demokratik ve meşru olan gösterilerine rekor düzeyde biber gazla saldıracaksın, gerillasına kimyasal gazlar kullanarak katledeceksin ardından da bölgenin en demokrat, en insani, özgürlükçü devleti diye havanı atıktan sonra da Amed’i işgal edeceksin.
Evet, bu kadar tuhaflıklar ve garabetler ancak bu ülkede bu faşist rejimler altında yaşanabilir. Önceleri bu faşizmin adı beyaz Türkçü Kemalizm iken şimdilerde ise bu faşizmin adı Yeşil Türkçü faşizmdir. İsmi ve cismi farklı olsa da faşizm faşizmdir. Birisi beyaz birisi yeşil, her ikisi de insanların ve de halkların haklarını tanımadıktan sonra renkleri ne olursa olsun faşizmdir. Her ikisi de Kürdistan’ı işgal etmekten zevk duyuyor.
Biz faşizmin neden faşistlik yaptığından şikayetçi değiliz. Ne de olsa faşizmin görevi faşistliktir. İnsana karşı suç işlemektir faşistlik. Faşistlik başka halkları tanımamaktır. Faşizm ırkçılıktır. Faşizm irrasyonelliktir. Faşizm fetişçiliktir, kendi fetişçiliğini yapmaktır. Faşizm tek renkliliktir o da sadece kendi rengini bir kendini rengini tüm renklere egemen kılmak istemi ve eylemidir.
Durum buyken birde Amed işgal edilmişken o zaman bu faşizme karşı yapılması gerekli olan tek bir önlem vardır oda; bu işgale karşı direnişe geçmektir. İşgal tanım olarak bir toprakları ele geçirmedir. O zaman işgale karşı yapılması gerekli olan bu toprakları bu işgal güçlerinden kurtarmaktır, azade etmektir. Ve bunun da adı uluslar arası literatürde nettir: Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı.
Artık Kürdistan’da yeni bir dönem başlamıştır bu yeni dönemin adı da adım adım bu işgalci gücü Kürdistan’da def etme dönemidir. Bu ise kendi yolunu kendi halk gücüne dayanarak çizmedir. Kaderini kendi elline alarak işgalci güce ve güçlere karşı topyekün direnişe geçmedir.
Evet, yeniden belirtelim artık bir işgal vardır. İşgale karşı verilecek cevap ise tam “demokratik birleşik müreffeh bir Kürdistan”’dır.
Kimse söylediklerimizi oraya buraya çekmesin, bu rejimle, bu devletle artık yaşanılacağına inanmanın zamanı geçmiştir. Bu kadar açıkça herkesin gözünün içine baka baka faşistlik yapan bir devlete, bir rejime karşı sömürge eden devletin halkı buna karşı durmuyorsa, sokaklara dökülmüyorsa ve halen yer yer bu faşistliği destekliyorsa burada artık dananın kuyruğu kopmuştur. Artık mücadele sadece demokrasinin geliştirilmesi için verilecek bir mücadeleyi aşmıştır. Artık mücadele işgalci güce karşı tüm cephelerde karşı durarak onu bu topraklarda def etme mücadelesi olarak karşımıza çıkmıştır.
Bize düşen ise bu görevi; “ser seran ser çavan” diyerek üzerimize düşeni gerillalar olarak kabul ederek mücadelenin tam ortasına atılmaktır.
Rojhat Bluzeri
- Ayrıntılar
Bilinir “çamur at tutmazsa izi kalır” derler. Ama birde bu çamur atmaların karşısında; “güneş balçıkla sıvanmaz” diye de bir söz vardır.
Türk özel savaşı dünyanın herhalde en çapsızı ve ahlaksızca yürütülenidir. Biz dünyanın birçok yerinde özel savaş rejimlerini okumuşuz. Halkları hangi hile ve kandırmalarla yürütmeye çalıştıklarını, yanıltarak yani manipüle ederek yönlendirmeye çalıştıklarını da biliriz.
Ancak dünyanın hiçbir yerinde özel savaş sistemine bu kadar ağırlık verildiğini biz en fazla TC devletinde görüyoruz. Öyle ki çok özel, özelinde ilerisinde adeta süper özel mi diyelim uğraşlarla halkların bellekleri karartılmaya çalışılarak insanların hafızalarıyla oynanmaya çalışılıyor.
Biz özel savaşı ele aldığımızda bu savaşın en kirli ayağı olarak karşımıza psikolojik savaş hep çıkıyor. Psikolojik savaşın ise üç temel ayağı olduğunu söylüyorlar: kara, gri ve beyaz propaganda.
Kara propagandayı tümden yalan üzerine üretileni olarak ele alıyorlar. Gri ise hem doğru hem de yalanları iç içe ele alarak, bir doğru varsa yanında on tane yalanı da çaktırmadan yediriyorlar. Beyaz ise sözde doğruları söyleyerek yani verileri doğru ancak sonuç çıkarsamalar hep yanlış ve yalanlar üzerine kurarak insanların bellekleri aldatılmaya çalışılır.
TC özel savaş sistemi hepsini iç içe zaten kullanıyor. Ancak daha büyük marifetleri ise yalanı, dolanı, manipüle etmeyi sözde ön ekleri “prof” olan, “doktor” olan, “uzman” olan, “danışman” olan ve hatta yer aldıkları kurumlarının başına yada sonuna “araştırma merkezi”, “araştırma inisiyatifi”, özcesi mutlaka bir tane “araştırma” ekini takarak bilimsel bir hava verilmeye çalışıyorlar.
Dediğimiz gibi dünyanın her yerinde bizler özel savaşın özel ele alınarak, buna birde psikolojik savaşı da ekleyerek insanların zihinlerini dolanarak fethetmeye çalıştıklarını biliyoruz. Ancak bu kadar pervasızı, bu kadar ahlaksızını ve bu kadar dibe vurmuş olanı biz bir bu Türk özel ve psikolojik savaşçılarında görüyoruz.
Örneğin en son Lice’de 1700 polisle esrar tarlalarına yapılan kapsamlı operasyona polisçik, askercik, eskilerde bunlara Mehmetçik basın derlerdi götürerek, saniye saniye görüntüleyerek güya özgürlük hareketinin ekonomik kaynaklarına darbe vurmuş oldular.
Bunlar az görülmüş olmalı ki böyle prof ve araştırma merkezi uzmanlarından olan bir zat: “PKK-uyuşturucu bağlantısını tüm dünya otoriteleri açıkça ifade ederken” diyerekten yalanların en sunturlusunu atmış oluyor. Daha birkaç gün önce Avrupa’da PKK’yi ilk terörist eden Alman devletinin Anayasa Koruma Örgütü'nün” PKK'nin örgütlü yapısının uyuşturucu ticaretiyle bağlantısı olduğuna dair hiç bir delil yok" açıklamasını tabii ki görmüyorlar.
Bir bu. İkinci durum ise TC devleti gibi herkesi sınır dışında bile BGE evleri gibi izlerken hemen burnunun dibinde kendi deyimleriyle birkaç bin dönümlük esrar ekimini görmüyorlar mı? Hani her yer BGE’ydi? Hani insanların rüyalarını bile telefonlarınızla dinliyordunuz? Baykal’ın odasına kadar sızabilmişken, yanı başınızda karakolların yanında bulunan binlerce dönümlük esrarı nasıl da oldu da görmediniz?
Yine PKK Medya Savunma alanları -ki bu Medya Savunma alanları birkaç tane Kıbrıs eder -tümden PKK’nin elinde bulunmaktadır. Buraların tüm kontrolleri gerilladadır. Böyle olmasına rağmen PKK gelir BGE gibi izlediğiniz yerde mi böyle zehirleri eker, eğer zehri ekse?
Yine bu baharın HPG güçlerinin yaptığı açıklamalar vardı. Esrar ekimini yasaklayan ve bunu dikkate almayanların uyarı amaçlı soruşturmak için götürüldüklerini ve gerekli işlemler yapıldıktan sonra bırakıldıkları.
Ancak bu prof ve araştırma merkezlerinde çalışan Narkozlanmış Narko Kişilikler tabii bununla da sınırlı tutmuyorlar söylediklerini ve çizdiklerini. Ne de olsa belki de Nasreddin Hoca misali ya tutarsa. Tutmazsa bile izi kalır ne de olsa…
Güya dağlarda lüks içinde yaşıyor gerilla bu uyuşturucu gelirleri sonucu. Hiç uzatmadan siz o prof unvanlılar, siz o bilmem nerenin araştırma merkezi başkanları, gelin dağlara gerillanın yaşam standartlarını görün. Güya ayda her bir gerillanın 70-80 binde dolarlık da masrafı oluyormuş. Birde güya gerillanın yüzde 80’i de çocuk.
Dediğimiz gibi sözü uzatmadan; gelin dağlara ve dağın hangi yerine gitmek istiyorsanız aynen CPT gibi haber vermeksizin girin ve gerillanın -özelde de -gerilla komutanların yaşam standartlarına bakın.
Ve biz bu çağrıyı sadece bu özel savaşın en dibe vurmuş ahlaksız ve narkozlanmış kişilikleri için söylemiyoruz, kendilerince öyle olabilme ihtimalini düşünebilen demokrat, aydın, sanatçı, sıradan yurttaşların tümü için bu çağırıyı yapıyoruz.
Kapımız herkese açık.
K. Nuda
- Ayrıntılar
Herşey Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın Özgürlüğü İçin!
Önder Apo’nun uluslar arası komplo sonucunda esaret altına alınmasının üzerinden 13 buçuk yıl geçti. Komplo içinde komplo anlamına gelen ağırlaştırılmış tecrit uygulamasının üzerinden ise bir yıl geçmektedir. Daha doğrusu üç gün sonra tamı tamına bir yıl geçmiş olacaktır. Bir halkın, ülkenin Önderliğine, liderliğine karşı gösterilen bu alçakça saldırı ve vahşi uygulama karşısında Kürdistan halkı sessiz kalmamıştır ve kalmayacaktır. Önder Apo üzerindeki tecriti ve esaret karşısında Önderliğin özgürlüğünü sürekli bir biçimde gündemde tutmaya çalışmıştır. En barışçıl eylemden, kendini yakma ve fedai tarzı eylemlerden tutalım, en çarpıcı gerilla eylemlerinden, en kitlesel eylemlere kadar bugüne kadar denenmeyen eylem, yapılmayan çağrı kalmamıştır. Bununla ancak ve ancak Önder Apo’nun özgürlüğünü tüm Kürdistanlıların, Türk sömürgecilerin ve uluslar arası kamuoyunun gündemine taşırmayı ve gündemde tutmayı başarmıştır. Fakat tüm eylem biçimleri, çağrılar Önderliğin tecritini kırmayı ve Önder Apo’nun özgürlüğünü sağlamaya yetmemiştir.
Sömürgeci, soykırımcı AKP devleti gerçekten çok mu güçlü? Sömürgeci Türk devletine geri adım attırılamaz mı? Peki bundan sonra ne yapılmalı, nasıl yapılmalı?
Rejimler, devletler güçlerini öncelikle meşruiyetlerinden alırlar. Meşruiyet ise, devletin ve rejimlerin kabul edilme düzeylerini açığa çıkarır. Muhatabı, toplum veya halk ilgili devlet veya rejimi ne kadar kabul ediyorsa, devlet o kadar güçlüdür. Bir devletin, rejimin varlığı, meşruiyeti tartışılmaya başlamışsa orda, sonun başlangıcı yaşanıyor demektir. Yani o devlet ve rejim için “yolun sonu” görünüyor.
Sömürgeci Türk devletinin, onun siyasal temsilcisi AKP’nin Kürdistan’daki varlığı, meşruluğu öncelikle bir avuç Kürdistanlı genç tarafından tartışılmış, bugün ise bu artık milyonlarca Kürdistanlı tarafından tartışılmaktadır. Ve bu tartışma hergeçen gün derinleşerek, daha fazla kapsam kazanarak sürmektedir. Sorulan soru şudur: Türk devletinin Kürdistan’da ne işi var? Bir hakkı var mı? Bu sorulara verilen cevaplar, “ hiçbir işi yok”, “hiçbir hakkı yok ve defolup gitmelidir” biçiminde ve çığ gibi gelişmektedir.
Türk sömürgeci devleti herkesin de bildiği gibi, Kürt halkının inkarı ve imhası üzerinde inşa edilmiş bir devlettir. İlk kuruluş gününden tutalım bugüne kadar esas olarak bir Türkleştirme politikası uygulamıştır ve bunu kendisi için bir hak olarak kabul etmiş, tıpki diğer sömürgeci güçler gibi, yaptığı katliam, soykırım, sürgün ve asimlasyon için “ vahşilere uygarlık götürüyorum” diyerek yaptıklarını meşrulaştırmaya çalışmıştır. Her kürdün, Kürdistanlının ve kendisine demokrat ve Kürt dostuyum, devrimciyim, demokratım diyen herkesin de bu gerçekliği görmesi gerekir.
Önder Apo öncülüğünde gelişen Kürdistan özgürlük mücadelesi, Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’daki varlığını meşrulaştırmaya çalışan tüm ideolojik argumanları ve siyasi mülahazaları yerle bir etmiştir. Türk sömürgeciliği artık çıplak bir zor ve zulüm aygıtından başka bir şey değildir. Dolayısıyla Türk sömürgecilerinin Kürdistan’daki varlıkları ciddi bir biçimde tartışılmaktadır. Bunun anlamı ise şudur: Türk sömürgeciliği, tüm kurum ve kuruluşlarıyla Kürdistan’da yabancı-işgalci bir güç olarak görülmektedir. Dolayısıyla istenmemektedir. AKP devletinin saldırganlaşmasının anlamı bundan başka bir şey değildir.
Sömürgeci AKP devleti Kürt siyasi kurumlarının 14 Temmuz’da Önder Apo’nun özgürlüğü için Amed ‘de yapmak istedikleri mitingi engellemek için yürüttüğü vahşi saldırıların gündemdeki yerini koruduğu bir zamanda Batı Kürdistan’da bir devrim patlamıştır. Sömürgeci AKP devleti Kuzey Kürdistan’da saldırganlaşmaya devam ede dursun, Amed’de çeşitli yerlere verilen Kürt isimlerini tabelelardan silmeye, Kürt çocuklarını ana kucağından alarak asimîle etmeye çalışsın, Kürtleri özel savaş Kürtçe yayın yapan kanallarıyla oyalamaya dursun, Batı Kürdistan’da özgür bir Kürdistan doğuyor! Batı Kürdistan’da Önder Apo’nun ektiği özgürlük tohumları birer birer patlamakta ve şehirlerin kontrolü birer birer özgür Kürt iradesinin eline geçmektedir. Devrim dalgası tüm görkemiyle Batı Kürdistan’da yükselmeye devam etmektedir.
Başaran batı Kürdistan devrimi, Kürdistan ve Kürt ulusunun parçalanması ve yok edilmesi anlamına gelen Lozan anlaşmasının parçalanması anlamına geldiği gibi, bu anlaşmaya dayalı olarak kurulan sömürgeci Türk devletinin de sonunu müjdeleyen bir devrim olacaktır. Doksanıncı yıldönümünde Lozan anlaşmasına vurulan darbe, Türk sömürgeciliğinin inkarcı kuruluş esaslarına da vurulmuş bir darbe olmaktadır. Sömürgeci AKP devletinin tüm hırsı, öfkesi ve telaşı bundandır. Ama bunları hiçbir biçimde Türk sömürgeciliğinin sürüklendiği akibetten kurtarmaya yetmeyecektir. Bu durum bir de Türk sömürgecilinin Kürdistan daki varlığını ve meşruluğunu daha fazla tartışmaya açacak ve tartışmayı derinleştirecektir. Bu aynı zamanda Önder Apo’nun özgürlüğüne giden yolda da önemli bir adım olmaktadır.
Bu durum, ilk sorunun cevabı olmaktadır. Türk sömürgeciliğinin saldırısı gücünden değil, ayağının altındaki toprağın kaymasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla sömürgeci AKP devleti tarihinin en zayıf dönemlerinden birisini yaşamaktadır.
Şimdi de ikinci sorunun cevabını vermeye çalışalım: madem meşruluğu kalmamış, madem varlığı-yokluğu Kürdistan’da tartışılmaya başlanmış ve Kürdistanlılar artık Sömürgeci Türk devletinin olmadığı bir Kürdistanı düşünmeye başlamışlarsa, artık Türk devletine geri adım attırılma şurda kalsın, Kürdistan’da izleri bile silinebilir bir zemin yaratılmıştır, demektir.
Peki bundan sonra ne yapılmalı, nasıl yapılmalı? Kürdistan’da varlığı-meşruluğu bu kadar tartışılmaya başlanan bir güce yapılacak olan ne ise o yapılmalıdır. Öncelikle Kürdistanlılar bir kez daha “ Kahrolsun Türk sömürgeciliği” demelidirler ve kahretmek için de harekete geçmelidirler. Önder Apo üzerinde uygulanan tecritin birinci yılında, Kahrolsun Türk sömürgeciliği, Serok Apo’ya özgürlük şiarıyla tam bir kendine özgüven ve kararlılıkla harekete geçilmelidir.
Biraz geriye dönük düşünelim. Eğer 14 Temmuz’da Amed’de daha zengin ve güçlü bir örgütlülük ile hareket edilseydi ve bu hareketlilik süreklileştirilseydi, Botan ve Serhat başta olmak üzere Dersim, Urfa, Antep destek verseydi acaba bugün neyi konuşuyor olacaktık? Kürdistan özgürlük gerillasının uluslar arası komplocu güçlerin tüm askeri teknik-malzeme ve istihbarat desteklerine rağmen, sömürgeci işgal birliklerine hemen hemen hergün ölümcül darbeler vurduğu bir durumda bunu yapmak çok mu zor? Kendi topraklarımızda bu işgalci it sürülerinin gezip, kuduran köpekler gibi insanlarımıza saldırmasına daha ne kadar katlanacağız? Gerçekten de türk sömürgecileri Kürdistan’da ne hakla bulunuyorlar?
27 Temmuz’da, Önder Apo’nun üzerinde işkenceye dönüşen ağır tecrite ve Önderliğin esaretine karşı Amed’de, 14 Temmuz’da yaşanan yetersizlikleri aşma temelinde daha örgütlü, daha bilinçli ve daha zengin bir serhıldan geliştirilmeli ve süreklileştirilmelidir. “Herşey Önder Apo’nun ve Kürdistan’ın Özgürlüğü İçin” demeliyiz.
Bilinmelidir ki, Önderliğini özgürleştiremeyen hiçbir halk, kendisini de özgürleştiremez. Bir halkı yok oluşun eşiğinden bugünlere, özgürlük devrimi aşamasına getiren, bunun için tüm dünya gericiliğinin, emperyalistlerinin hedefi haline gelen Önder Apo’nun özgürlüğü olmadan, ASLA! demek gerekir. Halkımızın Önder Apo’nun üzerinde sömürgeci AKP devletinin uyguladığı tecritin yıldönümünü böyle bir perspektif ve ruhla karşılamak gerekir.
Kürdistan gençliği, kadını, emekçisi, köylüsü, esnafının, sanatkarı ve aydınından beklenti budur!
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Onur’u, ”İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, öz saygı, haysiyet, izzetinefis ya da Başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer, gurur, şeref” olarak tanımlamak mümkündür.
Başka bir deyimle bireyi birey yapan kimliklerin tümünün birleşimi de demek mümkündür. Bu bağlamda onuru kırmak demek bireyin öz benliğini kırmakla eş değer anlamını taşır. Bireyin öz benliğini kırmak demek bireyin kendisine karşı saygısını yitirmesinin yanı sıra kendisine karşı olan güveninin de kırılması demektir.
Siyasetle uğraşanlar bilir ki bir birey kendisine karşı güvensiz hale getirilmiş ise o birey üzerinde her türden oyun oynanabilir ve bu duruma getirilmiş bireyler artık yönlendirilmeye açık olmanın da ötesinde kişilik olarakta bitirilmiş, sindirilmiş, güdük, ezik, kendi içine kapanık, ürkek, hastalıklı yapılara sahip olmuşlardır da demektir.
Yukarıda ifade edilen gerçekliği esas itibariyle en çok egemenler bilirler. Çünkü onlar insanlığın şafak vaktinden başlayarak toplumların ellerinde bulunan değerleri çalmak için bin bir dereden su getirmenin uğraşı içerisinde olmuşlardır. Onlar, toplumların değerlerini çalabilmek için dediğimiz gibi insanın aklını çelecek, insanı ne kadar zayıf düşürecek yol yöntem var ise hepsini keşif edip uygulamaya koymaya çalışmışlardır.
Evet, egemenler yaklaşık 5000 yıllık iktidar geleneklerinden bireylerin, toplumların, halkların nasıl yönlendirileceklerini iyi bilince çıkartmışlardır. Bunun için yaptıkları en önemli işlerin başında bireyi, toplumu, halkı ya da halkları kişiliksizleştirmeye çalışmaları olmuştur. Bunun yolu ise yukarıda da ifade edildiği gibi insanların, toplumların ve de halkların onurlarıyla oynamaktan geçtiğinin de bilinciyle halkları onursuzlaştırmaya çalışmışlardır.
Bugün Türk faşizmi diye tabir ettiğimiz yeni yetme, Rus tipi mafyacı örgüt ya da parti olan Akepe’nin tümden izlediği siyaset bireyin ve de toplumun onurunu kırma üzerine kuruludur. Çünkü bu yeni yetme faşistler biliyorlar ki bir bireyi ve de toplumu teslim almak istiyorsanız önce onu şah damarından vuracaksınız. Bu şahdamarı dediğimiz gibi insanın onurudur, toplumun toplumların onurudur.
Onur’u, ”İnsanın kendine karşı duyduğu saygı, öz saygı, haysiyet, izzetinefis ya da Başkalarının gösterdiği saygının dayandığı kişisel değer, gurur, şeref” olarak tanımlamıştık. Yani insanı insan yapan değerlerin tümüne onur dedik.
Bu değerlerin içerisinde bireyin içerisine doğduğu kültür kesinlikle başat bir yer alır.
İnsanın inandığı değerler başat bir yer alır.
İnsanın içine doğduğu dil başat bir yer alır.
İnsanın düşünsel inancı başat bir yer alır.
İnsanın içine doğduğu coğrafya başat bir yer alır.
Böyle insanın asla ama asla vazgeçmeyeceği, vazgeçemeyeceği ve vazgeçmesi durumunda onursuzlaşacağı değerleri vardır. Ve dediğimiz gibi bunlardan vazgeçmesi durumunda kendisinden vazgeçmesi anlamı taşıdığından kendine ihanet etmişlik gibi oldukça insanı rencide eden bir durum ortaya çıkmış olacak ki bu da bu duruma maruz kalanları korkunç derecede kıracaktır.
İşte bunun için onurlu olmak bu insanın içine doğduğu dünyanın, toplumun, siyasal atmosferin, dini inançların, ailenin değerlerini korumasını bilmek gerekir. Bunu yapan kendisine karşı duyarlı ve onurunu korumuş olacaktır. Bunu yapmayan birey ya da toplumlar ise kendilerine karşı güvenlerini, kendilerine karşı olan saygıyı yitirerek hiçleşeceklerdir.
İşte bu durumu bilen egemenler özelde de yeni yetme faşistler bireylerin ve toplumların onurlarını kırarak bireylere ve toplumlara hakim olma siyasetini güdüyorlar.
Ancak kendileri olmak isteyenler, onurlu kalmak ve onurlu yaşamak isteyenlerin de söyleyecekleri elbette olacaktır. Bu ise mutlaka ama mutlaka bu onursuzlaştırma siyasetine karşı köklü direnişe geçmek olacaktır. Köklü ve güçlü bir direniş bu onuru kırma siyasetini kırarak bireyin ve toplumların yeniden normal gelişme seyrine girebilecekleridir.
Engin Sincer
- Ayrıntılar
Faşizm neydi? Faşizm öncelikli olarak halkların iradesine saldırıydı. Faşizm halkların kimliklerini tanımamaydı. Faşizm halkların doğuştan gelen haklarını yok sayarak ezmeydi, sindirmeydi. Faşizm halkların kültürel değerlerini bastırarak kendi egemen kültürünü hakim kılmaydı.
Özcesi faşizm kötü bir şeydi. Ve kötü bir şey olarak bugünde halkların başında bir bela olarak adeta demokles kılıcı gibi sallanıyor.
14 Temmuz 2012 günü Kürt halkı Diyarbakır yani Amed’de “Barış İçin Abdullah Öcalan’a Özgürlük Mitingi” hazırlıklarına haftalarca önce girişmişti. Kürdistan’ın her alanında Kürtler Amed’e akacak ve burada Sayın Abdullah Öcalan’a özgürlük isteyeceklerdi.
Öcalan’a özgürlük esasta Kürdistan’a özgürlük ve Kürdistan’da barış demek olduğunu az çok siyasetle uğraşan herkes bilir. Türkiye’de 30 yıllık savaşın durmasını, durdurulmasını isteyenler öncelikli olarak Kürt halk önderi olan Öcalan’ı özgürlüğünü istemeleri gerektiğini bilirler. Bunun için savaşın durmasını isteyenler Amed’de milyonların bir araya geleceği özgürlük mitingini düzenlediler.
Ancak faşizm ezelden beri faşizmdir. Faşizm ezelden beri farklı seslere, farklı renklere tahammülsüzlüktür. Ve faşizm ezelden beri saldırganlıktır. Şiddettir. Bastırmadır. Yok, etme istemidir.
İşte 14 Temmuz 2012 günü Amed’de kitlelere karşı uygulanan sadece ve sadece faşizmin ruhsal tezahüründen başka bir şey değildir. Faşizmin dışa vurumundan başka bir şey değildir.
Evet, birçok kişi Akepe’nin başı olan kişiden umutlu olduklarını söylediler. Kimisi ise bas bas bağırarak tek şansın bu zat ı kerem olduğunu söylediler. Ve kimisi de bu faşizan tipe destek amaçlı bildirilere imza attılar.
Evet, şimdi sormanın tam zamanıdır, iyi şeyler mi oluyor, yoksa kötü şeyler mi oluyor?
Erdoğan bir umut mudur yoksa bir umutsuzluk ve kabus mudur?
Erdoğan’a güvenmeli mi yoksa Erdoğan’ı alaşağı etmek için halkların saflarında yer mi alınmalıdır?
Erdoğan barış mı istiyor yoksa savaş mı?
Erdoğan bir diktatör mü yoksa barış elçisi mi?
Erdoğan halkların güvenecekleri bir kişi mi yoksa halkların karşı durması gerekli olan bir faşist mi?
Şimdi yeniden yeniden bu faşizmi destekleyenlere bu aynı soruları bu kez sürekli üst üste soracağız.
Evet, Amed’de olup bitenleri nereye koyacaksınız? Nereye yerleştireceksiniz?
Her halkın, topluluğun miting yapma hakkı yok mudur? Birileri de sözde Ali Cengiz Oyunu misali “vali yasaklamamalı ama madem vali yasaklamış o zaman BDP’liler de sokağa dökülmemeli” diyerek tarafsız bir pozisyona geçiriyor kendisini.
Bre adam mitingi yasaklayan senin milletvekili olduğunun hükümettir, iç işleri bakanlığındır, başbakanındır. Ve sen ve senin gibilerinin tek görevi apaçık olan bu faşizmi kapatmak için göz boyamaktan başka bir iş yapmamaktır. Siz ve sizin gibilerin tek görevi yağlama görevidir. Şiddetin daha fazla meşrulaştırılmasının yağdanlıklarısınız. Başka da bir şey değilsiniz.
Özcesi Amed mitingi yeniden göstermiştir ki faşizm çok daha ileri boyutta kendisini örgütlemeye çalışmaktadır. Ve kimilerinin söyledikleri gibi iyi şeyler olmamaktadır. İyi şeyler de bu şekilde ortaya çıkmayacaktır. Ve kimilerinin dediği gibi bu faşist diktatöre umut bağlanamaz.
Nedeni ise olup bitenlerle gün yüzü gibi ortadadır. Her şey gözler önündedir. Faşizme bel bağlayanlar, faşizmin borazanlığına soyunanlar bu kez Amed’de olup bitenlere bakarak yeniden kendilerini gözden geçirmeleri gerekir. Aksi taktirde tarih asla ama asla bu gafleti, ısrar edilirse bu ihaneti af etmeyecektir.
Amed mitinginin açığa çıkardığı bu gerçek ışığında herkes kendini yeniden konumlandırmak durumundadır dediğimiz gibi aksi taktirde tarih bu gaflet ve ihanet durumlarını af etmeyecektir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Kürdistan’da öyle görülüyor ki birilerinin paçaları tutuşmuştur. Faşist devletin planları artık yürümemektedir. Kürdistan’ın her yerinde faşist devlete darbe üstüne darbe vurulmaktadır. Bundandır ki Akepe birçok çevreyi harekete geçirerek günlük olarak yedikleri darbelerin önünü almak istemektedir. Bunun için günlük olarak foyaları meydanlara çıkmış olanlar yeniden pudralanarak piyasalara sürülmektedir.
Ancak “geçti borun pazarı” diye bir atasözü vardır. Artık hiçbir güç siz faşist güçleri Kürdistan gerillasının elinde kurtaramayacaktır. Bugüne kadar onlarca kez herkesi kandırabildiniz. Hilelerle aldatabildiniz. Oyalayabildiniz. Yapılması gerekenlerin önüne geçebildiniz. Ancak artık geçti tüm bu oyunlar ve numaraların zamanı.
Artık Kürdistan’da hiçbir kişi size yaklaşmayacak. Hiçbir Kürt sizin faşist partinizde yer almayacaktır. Bundan böyle Akepe’de yer alanları bizler aynen Kadima partisine üye olmuş olanların Filistinlerin yaklaştığı gibi ele alacağız. Yani Akepe’ye yakın duranları, Akepe’ye üye olanları özcesi Akepe’ye destek sunanların tümünü Kadimacı olarak ele alarak halkımızın önüne getireceğiz. Halkımızın vereceği kararlar doğrultusunda yargılayacağız. Halkımız bu ihanetçilere, bu işbirlikçilere, bu Kadimacılara hangi cezayı keserse biz de bu cezayı bunlara vereceğiz.
Elbette bizler artık sadece Akepelilere karşı böyle bir duruş içerisinde olmayacağız. Açıkça belirtiyoruz; artık Kürdistan’da kim ki Akepelilerle, TC’nin kan emmeci ordusuyla, polisleriyle, valileriyle, derken ne kadar devlet endeksli kurum ve kuruluş varsa bunlarla çalışıyorsa bu çalışmalara izin vermeyeceğimiz gibi bu çalışmalarda yer alanları da sorgulayacağız. Öyle artık eskisi gibi gidip orduya karakol malzemesi taşıyacak, karakol yapacak, karakollarla ilişki içerisinde olunacak bunlara yer ve yol verilmeyecektir. Böylelerine yöneleceğimiz alenen belirtiyoruz.
Artık Kürdistan’da TC devletinin yanında Kürdistan coğrafyasına zarar verenlere, Kürdistan’ın kültürel mirasına saldıranlara, kültürel mirasının yok edilmesi için barajlarda çalışanlara, baraj yapımında ihalede de bulunanlara, bu kültürel mirasın yok edilmesi için yol yapanlara, bunların korunması için çalışanlara yol verilmeyecektir. Böylelerine Kürdistan’da yargılayacağız. Bunun herkes tarafında bilinmesi gerekir.
Bu arada dediğimiz gibi birileri sıkışık. Birileri çağrı üzerine çağrı yapıyor. Silahlı mücadelenin durdurulması için avazları çıktıkça bağırmaktadırlar. Biz böylelerine “geçti borun pazarı” demeyi yine gerekli görüyoruz. Dün kışın ortasında bu devlet bu kadar gerillaya faşizanca yönelerek katlederken sizler neredeydiniz? Neredeydiniz günlük olarak Kürdistan’ın her alanına gerilla cenazeleri giderken? Neredeydiniz Kürdistan gerillasına karşı bu faşist devlet kimyasal silah kullanırken? Neredeydiniz binlerce Kürt siyasetçi zindanlara atılırken?
Evet, neredeydiniz diye soruyoruz. Dün sessiz kalmışsanız artık sizlerin tek söyleyeceğiniz bir söz kalmamıştır. Söz söyleme hakkınız sizden alınmıştır. Katliamlara karşı sessiz kalmanızdan dolayı artık size katliamlara karşı cevap verilirken söz hakkı kalmamıştır. Söz söyleme hakkınızı kendiniz yok ettiğiniz halde ısrar ederseniz sizleri Kürt halkına karşı ihanet içerisinde olduğunuzu söyleyerek sizleri halkımızın vicdanına havale ederiz.
Israr ederseniz sizlere lütfen Kürdistan’ı terk edin deriz?
Israr ederseniz sizleri Akepe paralelinde çalışan devlet ajanları olduğunuzu söyler gençlerimize ve halkımıza havale ederiz.
Açıkça ve alenen söylüyoruz; artık Kürdistan’da istediğiniz gibi devletin borazanlığını yapmaya izin vermeyeceğiz.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Kürdistan Halkının Ulusal Onur Günü 14 Temmuz’un yaratıcıları Büyük Ölüm Orucunun ölümsüz kahramanları, M. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yoldaşları büyük bir minnet ve saygıyla anıyor, anılarına her zamankinden daha çok bağlı kalarak mücadelelerini zaferle taçlandırma sözünü yineliyoruz.
Sömürgeci, soykırımcı ve faşist Türk devletinin Diyarbakır valisi DTK ve BDP’nin 14 Temmuzda gerçekleştireceğini açıkladığı “Özgürlük için Demokratik Direniş” mitingini yasakladığını bir bildiri ile açıklamıştır. Bu yasak kararı Diyarbakır valisinin kararı değil bizzat AKP hükümetinin dolayısıyla Başbakanın kararıdır. Vali rejimin uşağı olarak bunu büyük bir istek ve coşku ile açıklamıştır.
Miting kamuoyuna açıklandığı gibi Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü temelinde yapılacağı kararlaştırılmıştır. Faşist AKP hükümeti ve onun faşist başbakanı T. Erdoğan tarafından yasaklanmasının anlamı halklaşan ve serhıldana dönüşen 14 Temmuz ruhunun belkide ilk kez bu kitlesellikte karşılanacak olmasıdır. Hem de Önder Apo’nun özgürlüğüne kilitlenmiş bir temelde büyük bir kitlesellikte karşılanıyor olmasıdır. Bu aynı zamanda sömürgeci zulme ve uluslar arası komploya da verilmiş güçlü bir cevap olmaktadır.
14 Temmuz büyük Ölüm Orucu 1982 yılında PKK’nin kurucu önder kadrolarından M. Hayri Durmuş, Kemal Pir ve PKK militanlığının en güzide temsili olan Akif Yılmaz ve Ali Çiçek tarafından başlatılmıştır. Bu tarihsel çıkış, başkaldırı ve isyanla Hayri ve Kemalce Türk sömürgeciliğine, onun faşist soykırımcı uygulamalarına ve vahşete dönüşen işkencesine “EDİ BESE” denilmiştir.
Bilindiği gibi askeri faşist cunta PKK önder kadro, militan, sempatizan ve taraftarları şahsında yeşermeye başlayan özgürlük umutlarını kırmak için dünyada eşine ender rastlanan bir vahşet uygulamışlardır. Yaşamın her anı bir işkenceye ve zulme dönüştürülmüştür. Kürdistan Halkı ve Özgürlük Hareketi karşısında Türk devletinin soykırımcı gerçekliğinin tüm çıplaklığıyla ortaya çıktığı bir tablo gözler önüne serilmiştir. Yapılan işkencelerin amacı PKK militanlarının, Önder Apo’yu, PKK’yi, Kürdistan ve Kürt halkını reddetmeye yöneltmeyi hedeflemekteydi. Yani varlıklarını, Kürtlüklerini ve onurlarını ayaklar altına alarak Türkleşmeyi seçerek Türk devletine teslim olmak dayatılıyordu.
Amed Zindanında böyle bir uygulama sürdürülürken, Kuzey Kürdistan tam bir sömürgeci zulüm altında inim inim inletiliyordu. Savaş son derece eşitsiz koşullara sahip iki güç arasında yaşanıyordu. Bir tarafta arkasına ABD ve Avrupa Emperyalizmini almış, tepeden tırnağa faşizme bürünmüş bir rejim, öte tarafta henüz Kürdistan’da özgürlük umutlarını yeşertmeye çalışan bir avuç esaret altına alınmış genç devrimci militan. Bir tarafta devrimci irade ve umudu kırmak üzere örgütlenmiş bir zindan öte yandan yalnız ve yalnız Kürdistan halkının özgürlüğüne, Kürt ve Türk halklarının eşit ve özgür yaşamasına, Önder APO’ya, PKK’ye ve Kürdistan’ın özgür geleceğine olan yüce bir bağlılık ve bükülmez bir irade.
En amansız koşullarda mezar yeri darlığındaki hücrelerde tam bir fedai ruhla başlatılan 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu bugün Kürdistan ve Kürt Ulusu adına tüm kazanımların temelini teşkil etmekte ve belirlemeye devam etmektedir. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi o en amansız koşullarda başlatılmış ve zulmün kalesinde düşmana diz çöktürülmüştür. Zafer kazanmanın ruhu ve zihniyetini ortaya koyarak bir direniş ve zafer manifestosunu ortaya koymuşlardır. Bununla Kürt Ulusunun varlığına ve özgürlüğüne yönelik tüm saldırılar karşısında aşılmaz bir onur barikatı örmüşlerdir. Bu nedenledir ki 14 Temmuz Kürdistan halkı için bir Ulusal Onur günüdür. Kürdün onuru sömürgecilerin kanlı potinleri altında hakaret ve küfürleri karşınında çiğnetilmemiş, Amed burçlarında zaferin nişanesi olarak bayraklaştırılmış ve bu bayrak halen ülkemizin yüceliklerinde dalgalanmaktadır.
Bu ruh artık halklaşmıştır. Kürdistan halkı 14 Temmuz Ölüm Orucu Eylemcilerinin kazandırdığı bilinç ve ruhla kendisini donatmış ve yapılandırmıştır.
Ve artık Kürdistan halkı onurlu bir halk olarak Kürdistan topraklarında 14 Temmuz ruhu ve bilinci ile kendi özgür geleceğini kurma kararlılığına ulaşmıştır. Kürdistan halkı, artık Türk sömürgeciliğinin ve sisteminin olmadığı bir Kürdistan düşünmeye ve inşa etmeye başlamıştır. Bununla birlikte özgür yaşamın yolunun Önder APO’nun özgürlüğünden geçtiğinin bilinci ile belkide onüç yıldan beri ilk kez bu kapsam, içerik ve kitlesellikte bir demokratik direniş ortaya koyacaktır. Kürdistan halkı Önder Apo’nun üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış tecrit ve işkenceye karşı öfkelidir. Onun için de, Önder Apo’nun özgürlüğünden başka hiçbir şeyi ne tartışmak, ne duymak, ne de anlamak istiyor. Çünkü Kürdistan halkı öndersiz yaşamın ne demek olduğunu gayet bilmektedir. Türk sömürgecilerini korkutan halkımızın bu bilinç, örgütlülük ve kararlılığıdır. Yasak getirmeleri bundandır.
Fakat herkes bilirki, korkunun ecele faydası yoktur. Kürdistan halkı Önder APO üzerinde bir yıldan beri sürdürülen tecrit, yoğun siyasi baskı, katliam, diplomatik kuşatma ve askeri operasyonlara rağmen son yılların en örgütlü, yoğunluklu ve bütünlüklü çalışmasını büyük bir coşkuyla başlatmıştır. Önder APO’nun özgürlüğü, güvenliği ve sağlığı söz konusu olduğunda her şeyi bir kenara bırakıp serhıldana kalkacağı açığa çıkmıştır. Sekiz bine yakın tutuklama, tam bir psikolojik savaş eşliğinde yaratılmaya çalışılan esir alma korkusuna rağmen Kürdistan halkı siyasetçisi, sanatçısı, emekçisi, kadını ve gençliği yanında Özgürlük gerillası ile tamamen Önder APO’nun özgürlüğüne kenetlenmiştir. Halkımız artık, “Özgür Önderlik, Özgür Kürdistan” demektedir. Bunun için de her türlü sömürgeciliğe, zulme, hakarete,soykırıma “Edî Bese” demektedir.
14 Temmuz Ölüm Orucu eylemcilerinin yazdığı manifestonun özeti ve ana fikri şudur. Koşullar ne olursa olsun, haklılık, birlik, kararlılık, inanç ve iradenin yenemeyeceği hiçbir düşman yoktur. Mezar yeri kadar yerde kanıtlanan bu gerçeklik neden bugün Kürdistan şehir, kasaba ve köylerinde kanıtlanmasın? Nasıl ki Ulusal Diriliş günü olan Newroz‘da Amed halkı AKP hükümetinin Newroz Bayramını yasaklamasına rağmen tarihin en görkemli Newroz’unu Amed cadde ve sokaklarında sömürgeci polis sürülerine karşı dişe diş bir direniş ruhu ile çatışarak Newroz alanını doldurduysa, aynı ruh ve kararlılıkla ve Newroz’un güçlü tecrübesiyle tüm engelleri aşarak İstasyon alanına girebilecek güç ve kararlılıktadır.
14 Temmuz Ulusal Onur ve Direniş Günüdür.
14 Temmuz Demokratik Özerk Kürdistan’ın İlan Günüdür.
2012 yılının 14 Temmuz’u, yani direnişin 30. yıldönümünde de Önder APO’nun özgürlüğünün kesinleştirildiği bir gün olmalıdır.
Kemal’lerin, Hayri’lerin, Akif’lerin ve Ali’lerin direniş ruhu ile serhıldanlaşan Kürdistan halkının İmralı ve Kürdistan’daki sömürgeci sistemi parçalamasının önünde hiçbir güç ama hiçbir güç engel olamayacaktır. 14 Temmuz 1982 tarihsel çıkışı nasıl 12 Eylül askeri faşizmi için sonun başlangıcı olmuşsa, 2012 yılının 14 Temmuz günü de Fethullah ve AKP faşizmi için sonun başlangıcı olacaktır. Başta Amed halkı olmak üzere bütün Kürdistan halkı bunu başaracağını şimdiden ortaya koymuştur. Halkımız katılımının tarihsel olduğunun farkındadır.
Yine 13 Temmuz 2012 tarihinde soykırımcı, sömürgeci sistemin faşist başbakanı T.Erdoğan herhalde başta Van Belediye Başkanı olmak üzere diğer belediye başkanları ve Kürt siyasetçilerinin esaret altına alınmasını kutlamak ve bunu gerçekleştirenleri tebrik etmek için Van’a gelecektir. Onurlu ve yurtsever Van halkımız her zaman olduğu gibi Roboski katili T. Erdoğan’a en iyi karşılamayı hazırlayacaktır. 14 Temmuz Ulusal Onur günü yıldönümünde onuruna yaraşır bir serhıldanla topraklarında T. Erdoğan olmak üzere soykırımı sistemin hiçbir yöneticisini artık istemediğini ilan edecektir.
14 Temmuz Ölüm Orucunun kahraman eylemcileri gibi yani Hayrice, Kemalce, Akifçe ve Alice “ Edi Bese” diyelim. Sömürgeci Türk devletinin mitingimizi yasaklamasına, biz de onların ülkemizdeki varlıklarını ve hiçbir yasa ve kurallarını tanımayarak cevap verelim! Ve Türk sömürgecilerinin büyük suçlar işledikleri bu kutsal toprakları daha fazla kirletmelerine izin vermeyelim!
14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Eyleminin 30. Yıldönümüne verilecek doğru karşılık budur!
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Kışın AKP ve psikolojik savaş medyası öyle bir özel savaş yayını yaptı ki, onlara göre gerillanın bahara çıkmaması gerekiyordu.
Bahar gelip çatınca ve gerilla eylemliği artış gösterince, bu defa farklı bir özel ve psikolojik savaşı tırmandırdılar.
Çağımızın inkarı münkarı Fetul-Münafıkın fıraldakçı partisi AKP’ye bakın.
Bakın hele nasıl bir psikolojik savaş yürütüyorlar.
Bir tekerleme ezberlemişler habire habire ötüyorlar.
Neymiş, gerilla silah bırakacakmış.
Çağımızın inkarı münkarı CIA ile FBI’nın Şeyhül İslamı Fetul-Münafık fetvasını vermiş ya.
AKP öter de, liboşları, Türklüğe devşirdiği hani o kökü Kürt olanlar pardon Kürt kökenliler, pardon pardon üstü ve meyve ile sebzesi Türk olanlar var ya onlar da ötmez mi.
Öterler öyle öterler ki, Erdoxan bir öttüğünde onlar milyon kere öterler.
Öyle öterler ki, kargaların gak gak gak diye ötmesi onların yanında ne kalır ki.
Hele bakın şunlara, ne tür edebi ve romantik cümlerler klavyelerinden çıkıyor.
“Silahın çağı geçmişmiş, gerillaya gerek yokmuşmuş”.
“Zaten AKP, Kürt sorununu çözmüş, sorun olan tek şey kalmış, o da PKK ile HPG gerillaları imişmiş”.
“Kürdün her şeyi gereksizmiş ama T.C ‘nin çok çok önemli şeylere gereği varmış”.
Ee neye gerek varmış?!!!!!
“Kürdistan’ı işgalinde tutan milyonluk Türk ordusuna gerek varmış”.
O da yetmez.
“Paralı katiller sürüsü profesyonel ordu elzemmiş”.
Hem de en mobilinden.
“O da yetmezmiş, yüzbin kişilik özel tim ordusuna ihtiyaç varmış”.
“O da yetmezmiş, Fetullahçı istihbarat örgütü de bunlara eklenmeliymiş”.
“O da yetmezmiş, halkın hepsi Türk ajanı yapılmalıymış”.
“O da yetmezmiş, ABD’den silahlı predetörler alınmalıymış”.
“Heronlar ve varolan predetörler yeterli değilmiş”.
“Onlarca yeni helikopter ve uçakta alınmalıymış”.
“Bunlarda yetmezmiş, Kürdistan’daki her nehrin üzerinde onlarca baraj yaparak, Kürdistan’ı boşaltma kafi gelmiyor”.
“Her büyük dereye iki baraj, küçük dereye de bir baraj yapılmalıymış ki”.....
“Böylece bir kaç yıl sonra Kürtlükten eser kalmasın”.
Kürt diye bir halk kalmasın.
Böylece AKP tarafındanTürkleştirilmesi planlanan Kürt halkını, AKP, özgürleştirecekmiş.
Buna herkes inanabilir ama ve lakin gerillanın ayaklandırdığı Kürt halkı inanmaz.
PKK’nin soylu direnişinden birazcık ilham alan hiçbir Kürt, buna inanmaz.
Tek ve tek özgürlük alternatifinin Özgür Kürdistan Dağları olduğunu ilkin en iyi bilen PKK gerillalarıdır, ondan sonra Kürt halkıdır. Ve bunu çok iyi bildiğinden dolayıdır ki, AKP ve tırşıkçıları gerillayı anlamsızlaştırmaya çalışıyorlar.
Türk ordusununda, itinin mitinin de, AKPliler, CHPliler, MHPliler, Fetul-Münafıkçılar ile bil cümle Kürt düşmanlarının hepsinin de korkulu rüyasıdır HPG gerillaları.
Kürt halkının ise umudur, geleceğidir Özgürlük Savaşçıları.
Kürdistan’da tek gereksiz olan bir şey varsa Türk sömürgeciliğin her türlü kurumudur.
En başta her türlü silahlı unsurlarıdır, katil sürüleridir.
Daha HPG gerillaları yok ken bundan altı yüz, dört yüz yıl önce atalarımız bunu söylediler ve şimdi de aynısını biz söylüyoruz.
Sadece atalarımızdan ikisinin şu sözleri bile bize yeter.
15.yüzyılda Türk Akkoyunlu Devletinin Kürdistan’daki işgal, istila, soykırımı ve talan hareketlerine karşı direnen Hakkari Miri İzzeddin Beg şunları söyler.
“ Gurgil, Amediye, Bay ve Suy Kalesi bizim elimizde bulunduğu sürece, biz-Kürtler- , sizden hiç korkmuyoruz, sizin çadırlarınız ise Kürtlerin gözünde manda b…. başka bir şey değil”.
17.yüzyılda da Kürdistan, Anadolu, Trakya ve Ortadoğu’yu halklar mezarlığını çeviren Osmanlı İmparatorluğu’nun padişahına bir Kürt Önderi şöyle haykırır.
“Ben Osmanlı padişahı değilim, ben, bu toprakların sahibiyim.O, belki benden daha güçlü olabilir, ama ben daha asilim”
Atalarımızın dedeği gibi Kürdistan bizim kadim ülkemiz. Biz bu toprakların asıl sahipleriyiz.
Her dağımız, orta çağın kalelerinden de öte doğal olarak özgürlük kalesi olarak dururken, bu dağlara akın akın Kürt Gençleri gelmesini bilecektir.
Katolar böyle, Govende böyle, Gabar böyle, Gorse böyle, Bagok böyle, Şevdin böyle, Terdürek böyle, Helkıs böyle, Amanoslar ve Nurhaklar da böyle.
Nasıl ki, dünyanın her ülkesinde işgal orduları gayri meşru ise Kürdistan’da ki tüm düşman Türk silahlı unsurları ile onların işbirlikçileri de gayri meşrudur.
Tek meşru güç ise Kürdistan’ın Fedaileri, HPG gerillalarıdır.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Kürtler 14 Temmuz’da yeni bir özgürlük yürüyüşü başlatıyor. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm halk 14 Temmuz’a hazırlanıyor. Hummalı bir çalışma ile hazırlığı yapılan yürüyüşün adı “Öcalan’a Özgürlük”! 14 Temmuz Kürt Halk Önderi’nin özgürlük sürecinin başlangıç tarihi olacağa benziyor. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan ve yurtsever olan tüm Kürtlerin bu işte sonderece kararlı oldukları görülüyor.
Gerçekten de 14 Temmuz böyle bir özgürlük günü olmayı fazlasıyla hak ediyor. Büyük Ölüm Orucu Direnişinin başlangıç günü olan 14 Temmuz, otuz yıldır Kürtler tarafından “Ulusal Onur Günü” olarak anılıyor. Büyük direnişin otuzuncu yıldönümünde Kürtler “Öcalan’a Özgürlük” şiarıyla ulusal onuru ve mücadeleyi zirveye çıkarıyor. Mehmet Hayri Durmuş’un, Kemal Pir’in, Akif Yılmaz’ın ve Ali Çiçek’in ruhları meydanlara iniyor.
Herkes çok iyi biliyor ki, PKK’nin otuz yıllık yenilmez direnişinin temelinde Diyarbakır zindan direnişi ve 14 Temmuz Ölüm Orucu eylemi bulunuyor. Bu öyle bir eylem ki, etkisi hiç azalmıyor, anısı taptaze ve etkisi her geçen gün artıyor. Kenan Evren örneğinde görüldüğü gibi büyüklüğünü düşmanına bile kabul ettirmeyi bilen bu eylemin etkisi her gün capcanlı bir biçimde yaşıyor. Otuz yıldır üzerinde yükselen fedai özgürlük mücadelesi ile Kürt halkı yeniden dirilmiş ve bir demokratik ulus haline gelmiş bulunuyor.
Hiç kuşkusuz böyle eşi bulunmaz bir eyleme yönelirken eylemciler ne yaptıklarının bilincindeydiler. “Ölüm orucuna başlıyorum, mezar taşıma borçlu yazılsın” derken M. Hayri Durmuş ne söylediğinin derin idrakı içindeydi. Doğru yer ve zamanda son sözü doğru söylemenin gururu ve huzuru içinde eyleme yürüdü. Onlar bugünü otuz yıl öncesinden görebilecek kadar öngörülü ve derin bilinç sahibi idiler.
Kabul etmek gerekir ki, insan soyunun yapabileceği en zor eylem açlık grevi ve ölüm orucudur. En zor fedai eyleminde bile bir anda ölünürken, bir ölüm orucunda belki de yüzbin kez ölünür. Baştan sona bir nefs, irade ve bilinç savaşıdır. Bunun içindirki bütün büyük ideolojiler ve dinler en güçlü eğitim ve bilinçlenme yeri olarak oruç tutmayı öngörmüşler. Mensuplarını oruç tutturarak, inzivaya çekerek terbiye etmişlerdir.
O nedenle, eğer çok derin bir bilinç, sağlam bir irade, yüksek bir inanç ve nefs hakimiyeti olmazsa açlık grevi ve ölüm orucu yapılamaz. Böyle bir eylemde sonuna kadar gidilemez. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişinin sonucu gösteriyor ki, Hayri, Kemal, Akif ve Ali’de dile gelen PKK militanlığının bilinci, iradesi, inancı ve nefs hakimiyeti tamdır. Yeni Kürt insanı ve toplumu işte bu temelde şekillenmiştir.
14 Temmuz eylemcilerinin direniş ruhu ve bilinci otuz yıllık mücadele içinde yeni bir toplum yaratmıştır. Gün gelmiş bu ruh ve bilinç gerilla olmuş, gün gelmiş serhildana dönüşmüştür. Gün gelmiş gençliği etkilemiş, gün gelmiş kadını harekete geçirmiştir. Bir toplumun yediden yetmişe içinde yer aldığı tarihin en büyük özgürlük hareketini ortaya çıkartmıştır.
Ölüm orucu çizgisinde fedaileşen bu hareket ve halk, şimdi 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişinin otuzuncu yıldönümünde yeni bir özgürlük yürüyüşü başlatıyor. Daha doğrusu otuz yıl önce başlatılmış olan bu yürüyüşü yeni bir aşamaya taşıyor. “Öcalan’a Özgürlük” şiarıyla Önder Abdullah Öcalan’ın ve Kürdistan’ın özgürleştirilmesi adımını atıyor. Bu biçimde M. Hayri Durmuş’un, Kemal Pir’in, Akif Yılmaz’ın, Ali Çiçek’in çağrısına cevap vermek istiyor. Bu biçimde 14 Temmuz direnişçilerinin amaçlarını gerçekleştirmek istiyor.
1982 yılında Diyarbakır zindanında yapılandan otuz yıl sonra 2012 yılının 14 Temmuzunda da yeni bir onurlu özgürlük çıkışının yapılacağı anlaşılıyor. Otuz yıl önce bir avuç savaş esirinde dile gelen özgürlük bilinci ve iradesi, şimdi yüzbinleri kucaklar hale gelmiş bulunuyor. Nasılki otuz yıl önce Diyarbakır zindanındaki tutsaklar ölüm orucu direnişine koştularsa, onuru ve yaşamı bu direnişte gördülerse, şimdi de tüm Kürt halkı Kürdistan’ın dörtbir yanından Amed’e koşacağa, onuru ve özgür yaşamı Amed meydanında kazanmak isteyeceğe benziyor. Günlerdir Kürdistan’ın dörtbir yanında yürütülen hummalı çalışma bunu açıkça gösteriyor.
Çünkü Kürt halkının onuru ve özgürlüğü kazanmak için başka çaresi kalmadı. Bu halk otuz yıldır her yönteme ve çareye başvurdu. 1982 Temmuz ve Ağustos sıcağında yüzlerce evladını Diyarbakır cezaevinde dört duvar arasında ölüm orucuna yatırdı. 1984’ten itibaren en eşitsiz koşullarda özgürlük için direnmek üzere binlerce evladını dağlara gönderdi. 1990’dan beri tam yirmi iki yıldır yaşlı-genç ve kadın-erkek demeden tüm halk olarak meydanları dolduruyor. Yemeden içmeden, durup dinlenmeden özgürlük ve onur için yürüyor. Her türlü faşist baskı ve teröre göğüs geriyor. Binlerce şehit vererek onurlu ve özgür yaşama ulaşmaktan asla vazgeçmiyor.
Kürtlerin onur ve özgürlük için harcadıkları çaba bunlarla da sınırlı değil. Tam yirmi yıldır onurlu bir barış ve demokratik çözüm için çaba harcıyor. Bu yolda onlarca barış ve çözüm projesi sunmuş, her türlü zorluğa göğüs germiş bulunuyor. Ondört yıldır Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı işkence sistemi içinde tutulmasının ifade ettiği hakarete ve baskıya dayanıyor.
Bu konuda TC Hükümetlerinden gelen gideni aratıyor. En son AKP hükümeti, on yıldır iktidarda olmasına rağmen demagoji ve oyundan başka bir şey geliştirmiyor. Kürt Halk Önderi’nin, Özgülük Hareketinin ve halkın onurlu barış ve demokratik çözüm için harcadığı bütün çabalara daha inceltilmiş bir inkâr ve imha sistemiyle, daha tehlikeli bir kültürel soykırım rejimiyle karşılık veriyor.
Kürt halkı bütün bu olup bitenleri anlayabilecek ve tüm bunlara karşı mücadele edebilecek durumdadır. Artık Kürt halkının mevcut durumun devam etmesine sabrı kalmamıştır. Özgürlüksüz, statüsüz, Önderliksiz yaşamak istemiyor. Bu tutumunu 14 Temmuz günü Amed meydanında dost-düşman herkese gösterecek. Kürdistan’ın dörtbir yanından Amed’e akarak ve Amed özgürlük meydanını milyonluk kitleyle doldurarak “Öcalan’a Özgürlük ve Kürdistan’a Statü” talebini ortaya koyacak.
Şurası çok açık ki, 14 Temmuz günü Kürt halkının nabzı Amed meydanında atacak. Kürt halk iradesi “Öcalan’a Özgürlük” şiarıyla Amed meydanını dolduracak. 14 Temmuz 2012 günü Amed meydanını dolduracak olan Kürt halkı, otuz yıl önceki gibi yeni bir özgürlük yürüyüşü başlatacak!..
Bu temelde genç-ihtiyar, kadın-erkek tüm Kürt halkını Amed meydanına akarak tarihi onur ve özgürlük yürüyüşüne katılmaya çağırıyor, otuz yıl öncenin kahraman zindan direnişçilerini, Mazlum’ları, Dörtleri, Hayri’leri, Kemal’leri, Akif ve Ali’leri saygı ve minnetle anıyoruz! Ölümsüz anılarını otuzuncu yıldönümünde yeni bir özgürlük yürüyüşü başlatarak yaşatıyoruz!..
Selahattin ERDEM
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
- Ayrıntılar