Kürtlerde lele meselesi çokça dile getirilen bir meseledir. Lelenin ardından bir de Kürtlerin lolosu vardır. Lele ve loloya ilişkin çok olay ve anekdot anlatılır.
Yanlış anlaşılmasın bir lele hikayesi bir Laz ile bir kürdün yol arkadaşlığına ilişkin anlatılır. Ve en yaygın lele ve lolo meselesi de bu meseledir. Denilir ki bir Laz ile bir Kürt birlikte yolda giderler. Yol uzundur. Yorulurlar. Ve daha da yorulacaklardır. Bunun üzerine Laz bir öneri getirir. “yol uzundur, sen beni sırtlarsın ben Lazca türkü söylerim bitirse sen Kürtçe türkü söylersin ben seni sırtlarım. Böyle devam eder yolumuzu ilerleriz” der. Ve önce Kürt Laz’ı sırtlar. Ve başlar Lazca birbirinden güzel parçalar söyleme. “uy trabizon trabizon dibi kalay dibi kalaylı kazon” der ve birkaç parçadan sonra repertuarı biter. Sıra Kürt’ün sırta binmesine gelmiştir. Önce elini bir kulağına atar ve başlar söyleme; “le, le, le ,le…” diye. Ama yine “le, le, le...”diye. Ve bu sürdükçe sürer. Saatleri alır. Artık Laz dayanamaz, “oy uşağım bu le le bitmez mu(?)” diye serzenişte bulunur. Kürt ise hiç istifini bozmadan, “bitmez, birde bunun daha lolosu vardır” der ve yine “le, le, le” diye devam eder.
Evet, Şemdinli, Çukurca sadece ve sadece bir leledir. Ve daha bu leleler lolo olmadan çokça sürecektir. Şemdinli ve Çukurca’nın yerine başka Kürdistan kentleri gelecektir. Siz buna emin olabilirsiniz. Ancak dediğimiz gibi Kürdistan’da bunlar olmuşken Foça ve benzer yerlerde adım adım lele repertuarına gireceklerdir.
Dediğimiz gibi bu konuda emin olabilirsiniz. Yollarda, Kürdistan’da cirit atmanıza izin vermeyeceğiz. Rant elde etmek için artık kollunuzu sallayarak iş yapamayacaksanız. Askerleriniz polisleriniz istediği gibi dolaşmayacak. Ülkemizin yer altı ve yer üstü zenginliklerini yine tarihi kültürel mirası yok etmenizi izin vermeyeceğiz. Ve yine Kadimacılık diye bilinen Kürt halkının soykırımını en planlı bir şekilde yürüten AKP yandaşlığı, taraftarlığı, üyeliğine de izin vermeyeceğiz.
Özcesi Kürdistan’da suç teşkil eden, insanlık suçu diye tabir edilen tüm suçları Kürdistan’da yürütülmesine izin vermeyeceğiz. Sadece izin vermemede değil, bu suçları işleyenleri yargılayacağız. Yargılanmanın ilk adım şimdilik Şemzinan ve Çukurca’dır. Ve bu yargılanmalara bilindiği gibi yollarda kimlik kontrolleriyle devam edilmektedir.
Evet, tüm bu olup bitenler Kürtlerin deyimiyle sadece ve sadece leledir. Daha loloya sıra gelmemiştir. Ancak lelelere ekleyeceklerimiz vardır.
Kimse ama hiç kimse çocuklarını TC askerliğine göndermesin. Kürtler zaten göndermeyeceklerdir. Ancak Türklerde çocuklarını TC askerliğine göndermesin.
Kürdistan’a hiç kimse Kürt çocuklarına Türkçe öğretmek için gelmesin.
Kürdistan’a devletin herhangi bir kurumun da çalışmak için gerçekten kimse gelmesin.
Devlet için iş yapacak kim olursa olsun, hangi iş olursa olsun Kürdistan’a lütfen gelmesin.
Evet, yine söylüyoruz Kürdistan’a polislik yapmak için gelmeyin. Güvenlik görevlisi olarak gelmeyin.
Kürdistan’ın zenginliklerini tahrip eden işlere kimse ama kimse gelmesin.
Evet, bunların hepsi leledir. Ve daha lololara gelmeden lelelerimiz uzun bir süre devam da edecektir.
Yeniden belirtelim, kimse Kürdistan’da insanlık suçu işleyenlerin “af edilmediğinin” bilinmediğini bize söylemesin. Ve sadece Kürt olduğu için işlenen suçun dışında tutulacağının da düşünmesin. Kürdistan’da suçun tanımı nettir. Sınırları çizilmiştir. Ve bu sınırları kim çiğnerse çiğnesin halkımızın adaletinin önüne çıkarılacaktır.
Evet, yeniden belirtelim, Şemdinli ve Çukurca sadece ve sadece birer leledir. Ve bu işin lolosu çok güçlü bir şekilde farklı yerlerde gelecektir.
Buna emin olabilirsiniz…
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Birkaç gün sonra 15 Ağustos hamlesinin 28. yılını arkamızda bırakarak 29. yılına gireceğiz. 28 yıl önce ilk kurşun olarak başlayan Kürt diriliş devrimi bu 28 yılda Kürt toplumunda inanılmayacak, kimisine göre mucizevî diye tabir edilen gelişmeler ortaya çıkarmıştır.
İlk kurşun teorisi diye bir teorisi vardır Frantz Fanon ismindeki aslen Cezayirli olupta Fransa’da büyüyen psikologun. Frantz Fanon’a göre sömürge toplumların, özelde de neredeyse tümden sömürgeciler tarafından eritilmiş, ürkütülmüş, kendisi olmaktan çıkartılmış böylesine toplumların çok ciddi öz güven sorunları vardır. Kendilerine karşı, toplumlarına, halklarına ve de insanlığa karşı güvenleri yoktur. Güvenleri derin değildir. Bundandır ki hep korkak, sindirilmiş, ölgün, cansız varsa bir ruhları o da karartılmış bir haldedirler.
İşte böylesine toplumlar kendi kaderlerini ellerine almaya başladıkları anlarda kendileriyle çok ciddi bir kavga içerisine girerler. Aslında ilk başkaldırıları sömürgecilere karşı geliştirilen başkaldırı değildir. Başkaldırıları kendilerine karşı geliştirilen başkaldırıdır. Ve sömürgecilere sıktıkları ilk mermi, sömürgecilere karşı kaldırdıkları ilk yumrukları, sömürgecilere karşı atıkları ilk tokatları yani gerçekleştirdikleri ilk eylemleri esasta kendisine karşı, yani sindirilmiş olan, şuur altına kayıpta tereddütlü kişilik olarak ortaya çıkan kişiliksiz yapısına karşı sıkılan, atılan ve vurulan mermi, yumruk ve tokattır. Frantz Fanon bu durumu “ilk kurşun teorisi” olarak adlandırıyor.
Kürt özgürlük hareketi ilk eylemini hiç şüphe yoktur ki 15 Ağustos 1984 yılında başlatmamıştır. Özgürlük hareketi 1976-77’lerde Kürdistan’ın çeşitli yerlerinde ajan işbirlikçi yapılara karşı ilk eylemini ortaya koymuştur. Ajanlaşmış, feodal komplocu yapılara karşı ise Hilvan-Siverek’te etkili eylemler ortaya koymuştur. Şıkustin direnişinde TC faşizmine karşı ilk görkemli direnişi ortaya koymuştur. Ve en gür eylemliliğini, kapsamlı ve büyük bir plan dahilinde 15 ağustos 1984 yılında Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla daha da resmi bir hale getirerek ortaya koymuştur.
Bunun için kimi demokrat Türkiye aydını 15 ağustos 1984 eylemliliğini “ilk kurşun” teorisi olarak ele almış, kürdün kendi ezilmiş, horlanmış, küçük düşürülmüş, örgütlülükleri dağıtılmış, dumura uğratılmış, sinmiş, mütereddit, özgüvensiz kişiliğine sıkılan bu kurşunla hem kendi kişiliğinde hem de Kürt halkında bilinç yaratmanın en etkili eylemliliği olmuştur diyerek kaleme almıştır.
“İlk kurşun”la başlayan süreç, çok zaman üzerinden geçmeden Kürt toplumunda çok büyük değişimler ve dönüşümler yaratmıştır. Öyle ki bin yıllar içerisinde yapılmayanlar, yapılamayanlar kısa bir tarihi süre zarfında-hem de 28 yıl içerisinde-yapılmış ve bir toplum yeniden yaratılmıştır.
Bunun için 15 ağustos 1984 gerilla hamlesi yani Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla başlayan süreç Kürt halkı açısından sadece sömürge kişiliğine sıkılan bir kurşun olmamıştır. Sadece ve sadece ezilmiş, horlanmış kişilik yapılanmasının aşılması için de sıkılan bir kurşun olmamıştır. 15 ağustos 1984 hamlesi Kürt toplumu açısından aynı zamanda yeniden bir yaratılış destanı rolünü oynamıştır. Kürt toplumunu yeniden tarih sahnesine çıkartmıştır. Kürt toplumunu yeniden kendisine getirerek devasa bir KÜLTÜREL VAR ETME DEVRİMİ ortaya çıkarmıştır.
15 ağustos 1984 öncesi Kürt ile 15 ağustos 1984 sonrası kürdü yan yana getirdiğimizde kişilik ve karakter olarak birbirinden neredeyse 180 derece zıt farklı kişilik özelikleri gösterir. 15 ağustos 1984 hamlesi öncesi Kürt ölgün, ürkütülmüş, sindirilmiş, aile içi kavgalarla birbirine karşı düşmanlaştırılmış, feodal kompradorların uydusu, faşist devletin kültürel ham maddesi, ulusal değerlerden yoksun, oldukça içe kapanmış, aşırı duygusal, kırıcı, sinirli, kendisiyle barışık olmayan, yaşlanmış bir kişilik yapısını sergilerken 15 ağustos 1984 hamlesi ve sonrası süreçte ise kendine güvenen, ulusal değerlerle saygılı, kendisini tanıyan, kendisiyle uyumlu, başkalarının uydusu olmaktan kaçınan hatta bu durumdan utanan, oldukça bilinçlenmiş, demokratik değerlere bağlı, dayanışmacı, birey olarak gelişmiş, politik, inisiyatifli, kişilik olarak başkalarına boyun eğmeyen, haksızlıklara karşı geri adım atmayan ve tabii birde eve kapatılmış, rencide edilmiş, mal düzeyinde bile görülmeyen kadının görkemli bir şekilde aynı ana tanrıça zamanlarında olduğu gibi yeniden tarih sahnesine mucizevî bir şekilde çıkışını yaşamıştır. Öyle ki kadın Kürt toplumunda gelişmenin motoru rolünü üstlenir hale gelmiştir. Öyle ki bugün Kürdistan’da kültürel gelişmenin, siyasal etkinleşmenin, politik gelişmenin ve de toplumu örgütlemenin en dinamik yapısı haline gelmiştir. İşte bu 15 ağustos 1984 hamlesinin yarattığı ruhtur.
Olup bitenler elbette bununla sınırlı değildir. Kürtler bu kısa tarih süre zarfında tümden bir sosyal, siyasal, kültürel, ruhsal, eğitsel derken özelde de öz savunma hususunda bir devrim sürecini yaşamışlardır. Bugün Kürt toplumunun en yaşça küçük olan fertlerinden tutunda 80’li yaşları aşan yaşlılarına kadar ki insanlarında ezik, büzük, kendisine özgüvensiz bir yapı göremezsiniz. Boşuna henüz beşikten çıkar çıkmaz Kürt çocukları ellerine taş alarak TC’nin faşist polislerine saldırmıyorlar. Taş atmıyorlar. Halbuki 15 ağustos 1984 öncesi iki tane TC’nin pisik jandarması tümden bir köyü hizaya getirerek falakalarda geçirebiliyordu. Yine 80’li yılları aşan analarımız bugün mahkeme kapılarında hiçbir tereddüt göstermeden, geri adım atmadan, of demeden ve de yüzlerini peçelerin arkasına saklamadan nasıl da kameraların içine bakarak gür sesle konuşuyorlar. Ve nasıl da bugün çınarlık olan mellelerimiz Cuma namazlarında, meydanlarda hiçbir korku işareti göstermeden faşist devletin politikalarına karşı duruyorlar. Ve nasıl da analarımız şehit düşen evlatlarının cenazeleri üzerine giderken ellerine kına alarak, toprağa düşen evlatlarını evlendiriyorcasına ellerine kına sürerek zılgıtlar atıyorlar-ki bu zılgıtlar çaresizliğin zılgıtlar değil-bu zılgıtlar özgürlük isteyen ve bu uğurda bedel veren insanların bilinçli çığlıkları olduğunu unutmayalım.
Ve tabii olup bitenlerin tümü bunlarla da sınırlı değildir. Kürt dil devrimi, Kürt kültür devrimi, Kürt siyasal ve örgütlenme devrimi, Kürt ulusal birlik devrimi, Kürt sosyal devrimi, Kürt kadın devrimi, Kürt direniş devrimi derken böyle onlarca devrimsel gelişmeyi bu kısa tarih süre içerisinde Kürtler yaşamışlardır. Belki de Kürtler için en büyük devrimlerin başından bir tanesi de ihanete ve işbirlikçiliğe karşı gösterilen direniş ve karşı koyuş olmuştur. Kürtleri tarihte hep iç ihanet, dış ihanet ve işbirlikçilik bitirmiştir. Artık ilk kez Kürdistan tarihinde ihanet ve işbirlikçilik, ihanet ve işbirlikçilik olarak Kürt toplumu nezdinde görülmüş ve lanetlenmiştir. Ve bu lanetli durumu Kürt toplumu gördüğü ve bildiği için bugün ihanetçiler, işbirlikçiler ve hainler Kürdistan’da cirit atamıyorlar. İstediklerini elde edemiyorlar. Yoksa bugün TC devleti kadar bu kadar ihanetçiye, işbirlikçiye bu kadar paralar yatıran, bu kadar ön açan bir devlet dünyada belki de yoktur. Posası çıkmış, toplum nezdinde üç kuruşluk değeri kalmamış kişilikler yeniden yeniden boşuna toplum karşısına çıkartılmıyorlar. Nedeni ihanetin ve işbirlikçiliğin artık Kürdistan’da bir karşılıklarının olmayışıdır. Çünkü piyasalarda artık ihanetçi ve işbirlikçiler bulamıyorlar. Ki bu da 15 Ağustos 1984 hamlesiyle ortaya çıkan tarihi önemde bir değerdir.
Elbette 15 ağustos 1984 hamlesi başka değerler de ortaya çıkarmıştır. Bu değerlerden bir tanesi de Kürtlere karşı yapılan suçların mutlaka ama mutlaka ortaya çıkarılarak hak edilen cezanın verilmesidir. Yani Kürt halkına karşı işlenen suçların karşılıksız, cezasız kalmamasıdır. Ki bu da Kürtlerin tarihinde ilk kez yaşanan bir gerçekliktir.
Özcesi 15 ağustos 1984 hamlesi Kürtler ve Kürdistan’da yaşayan tüm toplumlar açısından tümden yeniden bir yaratıl destanıdır. Geçmişten beri birbirine karşı kırdırılan toplumların demokratik ulus temelinde yeniden halkların kardeşliği temelinde, ortakça bir arada yaşamanın da destanıdır. Yeniden kimlik kazanarak, kendisi olan bir halkın ve coğrafyanın da destanıdır.
Evet, 15 ağustos 1984 gerilla hamlesini ele alırken sadece ve sadece ilk kurşunu ele alarak değerlendirmek değil, tam tersine ilk kurşunun ortaya çıkardığı KÜLTÜREL DEVRİMİ görerek, bunun coşkusunu yaşayarak, heyecanına katılarak, yeniden ortaya çıkardığı ruh temelinde yaşama aktif dahil olarak, sömürgeciliğin içimizde kalan son kırıntılarına karşı da daha büyük bir direniş içerisine girerek direniş ve diriliş sürecini kapatarak artık kurtuluş zamanlarını tamamlama zamanıdır.
Evet, artık zaman kurtuluşu tam sağlamanın zamanıdır. Boşuna: “varlığını koruma, özgürlüğünü sağlama” denilmemiştir. Yani artık yeni 15 ağustosları özgürlüğümüzü sağlama olarak anlamalı ve bu uğurda daha büyük özverilerle devrimi zirveleştirmek için tüm gücümüzle 2012 yılına yüklenmeliyiz.
Nitekim bugünlerde hemen yanı başımızda Şıtazin-Oramar’da, Şemzinan’da ve de Çukurca’da olanlar, söylemek istediğimiz kurtuluşun yakın olduğunun sağlam adımlarıdır.
Yeniden ama bu kez daha güçlü bir temelde diyoruz ki:
Yaşasın Kürt halkının 15 ağustos 1984 hamlesi.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli eylemleriyle başlayan çağdaş Kürt direnişi yirmidokuzuncu yılına giriyor. Kürtler direnişte sonuna kadar ısrarlı görünüyor. Bu ısrar özgür yaşam bilinci ve tutkusundan ileri geliyor. Özgürlük arayışında Kürt halkına direnişten başka bir yol bırakılmamış bulunuyor.
Yirmidokuzuncu yıla girerken Kürt direnişinin tarihin en yaygın ve şiddetli boyutuna ulaştığı görülüyor. Geleneksel direniş önce Kürdistan’ın Kuzey parçasında, ardından da Doğu parçasında gelişmişti. Güney parçasında ise zaman zaman kesintiye uğrasa da geleneksel direniş sürekli var olmuştu. Çağdaş Kürt direnişi de önce Kuzey Kürdistan’da başladı. Daha sonra adım adım yayılarak tüm Kürdistan’ı kucakladı. Bugün Kuzey ve Batı Kürdistan’da tüm şiddetiyle süren direnişin tüm Kürdistan parçalarını etkisi altına aldığı görülüyor. Kürdistan Özgürlük Devrimi giderek daha fazla Ortadoğu’daki gelişmelerin seyrini belirliyor.
15 Ağustos 1984 Atılımının yirmisekizinci yıldönümünde direnişin bu kadar yaygınlık kazanmış ve şiddetlenmiş olmasının elbette “Arap baharı” ve Ortadoğu’da yaşanan Üçüncü Dünya Savaşıyla bağı var. Bu süreç 1991’deki Körfez Savaşı ile başlayarak, ABD’nin Afganistan ve Irak savaşlarıyla gelişip devam etti. Şimdi de Arap isyanı ve Suriye savaşı ile sürüyor. Ortadoğu’da sadece Kürtler savaşmıyor, herkes savaşıyor. Sadece bölge güçleri de değil, tüm küresel güçler bu savaşın içinde bulunuyor.
Dolayısıyla Kürtleri kandırmaya çalışan bazı sömürgeci güçlerin yaptığı gibi, “Kürtler niye savaşıyor, bu savaş gereksiz” dememek lazım. Ortadoğu’da yeni bir dünya savaşı yaşanıyor ve Birinci Dünya Savaşının yarattığı statüko yıkılıp yeni bir Ortadoğu sistemi oluşturulurken, yıkılan statükonun inkâr edip soykırım uyguladığı Kürtlerin bu yeni sistemde özgür olmayı ve statü kazanmayı istemesinden daha doğal ne olabilir? Bu özgürlük arayışı için gerekirse silahlı direnişe başvurmasının yadırganacak hangi yönü vardır?
Fakat silahlı Kürt direnişinin bu kadar uzamasını ve günümüzde bu denli yaygınlık ve şiddet kazanmış olmasını sadece Ortadoğu’da yeni bir dünya savaşının yaşanıyor olmasına bağlamak yetersiz kalır. Ondan daha çok Kürdistan üzerindeki inkâr ve imha rejimine bağlamak gerekir. Bu sistem sömürgeci ve soykırımcı bir karaktere sahiptir. Dahası Kürdistan’ı bölüp parçalamış ve adeta herkesi uygulanan Kürt soykırımına ortak etmiştir.
Kürdistan üzerinde uygulanan inkâr ve imha sisteminin temel karakterini şöyle belirlemek mümkündür: Bir veya birkaç devletin işi değil, Birinci Dünya Savaşı ile oluşan küresel kapitalist sistemin işidir. Sadece ekonomik sömürgecilik ve bunu gerçekleştiren siyasal-askeri egemenlik değil, ulusal-kültürel bir soykırımdır. Bu da hem fiziki katliam, hem de asimilasyon yöntemleriyle birlikte yürütülmektedir.
Bu durumun iki temel sonucu vardır: Birincisi, Kürdistan üzerindeki egemenlik herhangi bir sömürgeci egemenlik değil, soykırım uygulayan en faşist, milliyetçi, tekçi bir diktatörlüktür. Bu uygulama Kürtlere yönelik sürekli bir katliam ve savaş hali olmaktadır. İkincisi ise, Kürdistan üzerindeki egemenlik kendi uluslaşmasını Kürt soykırımı üzerine kurduğu için, Kürt uluslaşmasını ve özgürlüğünü kendisinin yok oluşu olarak görmektedir. Bu da Kürt soykırımını yürütmedeki mevcut ısrarı ortaya çıkarmaktadır.
Dikkat edilirse, savaş ve bunda ısrar etme aslında Kürtlerin duruşu değildir. Bu iki karakter aslında Kürdistan üzerindeki sömürgeci-soykırımcı rejime aittir. Kürdistan’ı egemenlik altında tutan güçler, Kürt soykırımını gerçekleştirebilmek için sürekli bir faşist savaş rejimini dayatmaktadır. Kendi varlığını böyle insanlık düşmanı bir savaşa bağladığı için de bu savaşta ısrar etmektedir. Kürtlerin yaptığı ise, buna karşı kendi varlığını koruyup özgürlüğünü kazanabilmek için alternatif geliştirmek olmaktadır. Yani soykırım savaşına ve bunda ısrara karşı özgürlük için direniş ve bunda ısrar yaşanmaktadır.
Bu belirttiklerimizi AKP pratiği birebir doğrulamaktadır. Yirmisekiz yıllık mücadele sonunda AKP hükümetinin ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geldiği nokta Kenan Evren’in 12 Eylül rejimi olmaktadır. Yani Tayyip Erdoğan Ekim 2009’da söylediğini gerçekleştirmiş, “Başa dönmüş”tür. Yani Tayyip Erdoğan daha çok Evren’leşmiş, daha çok Çiller’leşmiştir. AKP hükümeti de kendinden önceki özel savaş hükümetlerinden biri ve sonuncusu haline gelmiştir.
Aslında tam anlamıyla bir başa dönüş de yoktur. Çünkü baştakinden uzaklaşma özünde hiç olmamıştır. AKP açısından baştaki durum Kürt soykırımını maskeli bir biçimde yürütmeye çalışmaktı. Yalan, hile, ikiyüzlülük ve demagoji ile bunu gerçekleştirmeye çalışıyordu. Şimdi ise takke düştü kel açığa çıktı. AKP’nin yüzündeki maske indirilince altındaki faşist-soykırım rejimi netçe ortaya çıktı. Tayyip Erdoğan’da artık yaptıklarını yalan ve demagoji ile gizlemek yerine açıkça söyler hale geldi. Kendisi gelmedi, bu hale getirildi.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve AKP yöneticilerinin son dönemde söylediklerine ve yaptıklarına bir bakın! Bunların 15 Ağustos 1984’ten bu yana geçen yirmisekiz yıldır söylenenlerden bir farkı var mı? Kuşku duyanlar, son yirmisekiz yılın gazetelerini açıp iktidarda olanların söylediklerine baksınlar. Noktası ve virgülü ile bugün AKP iktidarının söylediklerini bulacaklardır. Yani AKP hükümeti yirmisekiz yıldır yapılanı yapıyor. Ne söz ne uygulama olarak yeni hiçbir şey yok. Yani Garp cephesinde yeni bir şey yok! Olanların hepsi de özel savaşta derinleşmeyi ifade ediyor.
Peki yirmisekiz yıldır izlenen yöntemleri izleyerek AKP hükümeti PKK’yi nasıl yenecek? Kendinden önceki hükümetlerin yaptığını yaparak Kürt sorunundan nasıl kurtulacak? Eğer bu sözler ve uygulamalar sonuç verseydi, yirmisekiz yıldır verirdi! Tayyip Erdoğan kendine yöneltilen bu soruya şu cevabı veriyor: “Teröre karşı mücadelede çok sağlam bir siyasi irade var”! Yani AKP bununla sonuç alacak!
Belliki Tayyip Erdoğan ve arkadaşları Kürtlere karşı savaşta netleşmiş ve kararlaşmış bulunuyor. Şimdi geldikleri nokta bu. Bununla da sonuç alacaklarını sanıyorlar. Ama bilmiyorlarki kendilerinden önceki hükümetler de böyleydiler ve hep aynı sözleri söylüyorlardı. “Sağlam bir siyasi iradeyle teröre karşı mücadele” ediyorlardı. Yani Tayyip Erdoğan’ın “Yeni” diyerek bulduğu şey en çok eski ve bayatlamış durumda. Yani Tayyip Erdoğan, Kenan Evren ve Tansu Çiller’den dahamı sağlam siyasi iradeye sahip? Böyle olmadığını herkes biliyor.
Kısaca yirmisekiz yıldır bu sözler söylenerek Kürtlere saldırıldı, ancak Kürt direnişi kırılamadığı gibi daha da büyümesi bile engellenemedi. “Tek suçlu o, her şeyi o yapıyor” denerek Önder Abdullah Öcalan’a saldırıldı. Ondört yıldır tarihte örneği olmayan bir baskı sistemi çerçevesinde İmralı’ya kondu. Dikkat edilirse, Kürt direnişini kırmaya ve engellemeye bu da yetmedi. Sadece TC ve Ortadoğu’daki devletler değil, tüm dünya güçleri ve NATO saldırtıldı, Kürt direnişini kırmaya bu saldırganlık da yetmedi.
Bunların ötesinde daha ne yapılabilir ki? Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın çıldırırcasına bağırması, hakaret ve tehditte bulunması boştur. Bu tutum hiçbir Kürdü ve başkalarını etkilememektedir. Aslında herkes bunların gülünüp geçilecek şeyler olduğunu biliyor. Fakat yol açtığı acı ve zararlar nedeniyle insanlar gülemiyor. AKP, kendinden önceki hükümetler gibi Türkiye’nin geleceğini Kürt savaşında bitirme çizgisine girmiş bulunuyor. Olan bu. Ve bu da zarar verici. Dolayısıyla bu acı ve zarar verici gidişe izin vermemek lazım.
Peki bu mümkün mü? Elbette mümkün. Biraz demokratik düşünce ve tutum her şeyi tersine çevirip iyi ve güzel yapabilir. Demokratik güçler birleşerek bu gidişe dur diyebilir. Bunlar olmuyorsa bile, en azından “Zararın neresinden dönülürse kârdır”. İstemese bile, yenemediği Kürt direnişini siyaseten kabul etmek gerçekleşebilir. Yoksa Kürdü özgürlük arayışından uzaklaştırmak mümkün değildir. Son ferdine kadar özgürlük için direnişte kararlı olduğu ortadadır. 15 Ağustos’la başlayan yirmisekiz yıllık direniş bunu kanıtlamış, Kürdün ulusal dirilişini gerçekleştirmiştir.
15 Ağustos direnişinin tüm şehitlerini saygıyla anıyor, halkımızın ulusal diriliş bayramını kutluyorum!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
14 gündür Şemdili’de ve son 4 gündür de Çelê’de devam eden bir gerilla direnişi var. Direniş diyorum, çünkü Türk devleti bu direnişi medyasını da yanına alarak görmezden geliyor ve çarpıtmaya çalışıyor.
Türk devletinin işgal, asimilasyon ve soykırım politikalarına, en çok da Önderliğimiz üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit koşullarına gerekli cevabı vermek için mevzilenen, onurunu korumaya ve Önderliğinin, halkının özgürlüğünü sağlamaya çalışan gerillalar, Şehit Arjin Garzan ve Şehit Mahir Başkale devrimci harekatının startını verdiler. Son 4 gündür gerillanın denetimi altında olan bölgelere işgalci Türk ordusu hiçbir biçimde müdahale edememektedir. Ağır kayıplar veren ve bu kayıplarını sadece 6 diye kamuoyuna yansıtan faşist, sömürgeci TC devleti ve başbakanı tehdit yağdırmaktan başka bir şey yapamıyor.
Başbakan, onlar silah bırakmayana kadar bu mücadele sürecek diyor. Gerilla da ülkemiz işgal altında oldukça, devlet teröründen kaçıp başka ülkelerde mülteci konumuna mahkum edildikçe, sokak aralarında vurulup öldürüldükçe, kardeşlerimiz çocukluk oyunlarından alınıp cezaevlerine konuldukça ve analarımız yerlerde sürüklenip, dövülüp tutuklandıkça bu kavga sürecek ve silahlar susmayacaktır, bırakılmayacaktır diyor. Silahla yaşama hakkını korumaya mecbur bırakılan bir halkın çocuklarıdır gerilla. Hiç kimse onu halkından ayıramaz. Yapmış olduğu bütün fedakarlıklar, halkının bir gün de olsa özgür yaşayabilmesi içindir. Kendisini halkının özgür geleceğine ve barış içerisinde yaşamasına adayan yürekli yiğit kızlar ve erkeklerdir gerilla.
İnanın hiçbiri canından bezmemiş, hepsi yaşama sıkı sıkı sarılan ve yaşamayı çok seven, yaşamı güzel kılmaya çalışan cesur insanlar. AKP’nin Kürt sorununa çözüm üretmeyen, özgürlük taleplerini terörize etmeye çalışan, tüm barış çabalarına ve emeklerine rağmen Önderliklerini son 1 yıldır ağır tecrit koşulları içerisinde tutan, legal siyasal alanda mücadele yürüten ve özgürlük taleplerini gerçekleştirmek için mücadele eden binlerce Kürt siyasetçisini tutuklayan, Kürt realitesini inkar ve imha etmeye çalışan politikalara isyan eden gerçeğin ta kendisidir gerilla.
Türk halkıyla kardeşçe, barış içerisinde yaşayabilmek için 40 yıla aşkın bir süredir büyük fedakarlıklar göstererek mücadele ettiğini her fırsatta ifade etmeye çalıştı. Kendisi samimiyetsiz ve ikiyüzlü olan AKP gerçekliği, gençlerin kanı üzerinden siyaset yapmaktan başka hiçbir adım atmadı.
Kürt halkı hiçbir zaman bir devletim olsun talebinde bulunmadı. Sadece birlikte aynı sınırları paylaştığı halklarla özgür ve eşit bir biçimde yaşamak istedi. Varsa bir direnişi ve mücadelesi bunu yaratmak içindir. Erdoğan’ın mevcut politikaları herkesi düşmanlaştırma politikalarıdır. Türkiye’ye sınır olan Suriye, İran, Irak ve Ortadoğu’daki başka devletleri de ABD güdümlü politikaları sayesinde düşman haline getirdi. Düşmanlaştırılıp karşıt hale getirildiğin bir gerçekliğe karşı ancak savaşırsın. Ki yıllardır Kürt halkının başına getirilenler, kanlı bıçaklı düşmanlığı bile aratacak durumda. Erdoğan “ben düşmanlık da yapabilirim, vurup öldürebilirim de, ama kimse bana başkaldıramaz, herkes bana boyun eğecek ve kulum, kölem olacak” diyor. Ama Kürt halkının tarihin derinliklerinden gelen bir direniş geleneği var. Zalim Dehaqlara bile boyun eğmemiş, oğullar adak etmiş özgürlüğüne. Erdoğan’dan mı, onun düşmanlığından mı korkup sinecek. Elbette bu zalim ve hain düşmana karşı başkaldıracak, direnecek ve bu düşmanı hak yoluna getirecek. Çünkü AKP iktidarı ve onun tüm yöneticileri hak yolundan sapmıştır, hepsi birer münafıktır.
Gördünüz değil mi YJA Star gerillası Jîn’in büyük direnişini? Kendisini özgürlüğe adayan, münafıkları hak yoluna getirmeye çalışan Jîn, özgürlüğe ne denli sevdalı ve tutkulu olduğunu dost düşman herkese gösterdi. İşgalin üstüne üstüne yürüdü. Hiçbir tereddüt ve ikirciklik yaşamadan, özgürlüğe adadı kendisini.
Önder Apo’nun yaşam felsefesine inanan ve bu felsefenin tüm dünyada hayat bulmasına kendisini adayan PKK militan gerçekliği mutlaka halkına, tüm dünyaya ve ezilen tüm halklara özgürlük ışığını ulaştırmayı başaracaktır. Çünkü onlar inanç ve dava insanları…
Rojbin GOLAV
- Ayrıntılar
Kürdistan Halkının Önderi Abdullah ÖCALAN’nın belirlediği strateji ve taktik temelinde 1984 yılının 15 Ağustos’unda Kürdistan özgürlük gerillaları şanlı bir devrimci atılım gerçekleştirdiler. Ölümsüz Komutan ve büyük Kürdistan şehidi Mahsum Korkmaz’ın komutasında gerçekleştirilen bu atılım, Kürdistan’da yeni bir süreci başlatmıştır. Kürdistan özgürlük mücadelesi tarihine ilk kurşun olarak da geçen ve öyle adlandırılan bu atılım, on bini aşkın şehidi, binlerce gazisi, esaret altına alınan binlerce insanıyla, yakılıp-yıkılan köyleriyle ve binlerce faili meçhullü arkasından bırakarak, yeni bir mücadele yılına büyük bir kazanma kararlılığıyla girmektedir. Öncelikle şehit Ağıt başta olmak üzere tüm Kürdistan devrim şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, anılarına özgür bir Kürdistan inşa edeceğimiz sözünü yineliyorum. Onların anısı, Kürdistan halkı,gençliği, kadını ve emekçileri için bir intikam ve Özgür Kürdistan yemini olmaktadır.
Agitlerin, Erdalların (Mustafa Yöndem), Cumaların (Yaşar Kahraman) ve Tekin (Bozan Oktayların) sömürgeci Türk devletinin zulmüne ve Kürdistan’daki varlıklarına sıkılan kurşun, aynı zamanda Kürdistan birey ve toplumunda yaratılan korku, kaygı,umutsuzluk ve inançsızlığa da sıkıldığı gibi, özgüven yitimine de sıkılmıştır. Böylelikle Kürdistan toplum ve bireyinde yeniden kendisine kaybettirileni bulma, özüne dönme ve kendine güvenmeyi öğrenmiştir. Bu temelde bir Diriliş süreci başlatılmıştır. Onun için de Kürdistan özgürlük hareketi, bu atılıma Diriliş Bayramı olarak adlandırdı. Gerçekten de Kürdistan’ın karartılan ufuklarına bir güneş gibi doğan 15 Ağustos Atılım, Kürtlerin Newroz’dan sonra en büyük ulusal-toplumsal bayramıdır. Bu bayram, başta Kürdistan halk Önderi Abdullah ÖCALAN’a, PKK’nin tüm militan ve sempatizanlarına, kahramanlık destanları yaratan HPG’nin komuta ve savaşçıların, şehit annelerine ve halkımıza kutlu olsun.
Bugün Kürdistan’ın tüm parçalarında elde edilen ulusal-toplumsal kazanımların temelinde 15 Ağustos Atılımı vardır. En son Batı Kürdistan’da gerçekleşen özgürlük devriminin temelinde de bizzat Önder Apo’nun emeği ve 15 Ağustos Atılımının yarattığı etki vardır. Ve bu etki öyle sıradan bir etki olmayıp bizzat belirleyen, sürükleyen, gerçekleştiren bir etkidir.
15 Ağustos Şanlı atılımı 29.mücadele yılına, bu kez Eruh ve Şemdinli’de vur-kaç tarzını aşan düzeyde, vur-kal veya vur-savun, taktiğini hayata geçirme temelinde yeni bir süreci başlatmış bulunmaktadır. Bu yeni dönemde devrimci halk savaşına yapılmış bir giriş anlamına da gelmektedir. Sömürgeci AKP devleti ve Fethullah Gülen münafık çetesinin Önder Apo’nun hazırladığı demokratik çözüm protokollerini bir kenara fırlatıp, eskisinden daha alçakça ve vahşice Önder Apo’ya tecrit, Gerillaya ve halka saldırılarını artırınca, artık böyle bir mücadelenin yükseltilmesi zorunlu bir onur görevi haline gelmiştir. Sömürgeci Türk devletinin kuruluş felsefesi ve zihniyetinde Kürt ulusunun doğal haklarına, yani halk olmaktan kaynaklanan haklarına hiçbir biçimde yer vermediği-vermeyeceği bir kez daha görülmüş, açığa çıkmıştır. Bir halkı ve ülkesini tarihten silme, adeta hafızalardan kazıma anlamına gelen soykırım sistemi karşısında varlığını ve özgürlüğünü sağlama ve savunmaktan başka hiçbir yolun kalmadığı bir kez daha tüm yakıcılığıyla kendini ortaya koymuştur.
15 Atılım ruhu ve mücadelesi pratikte yaşanan tüm yetersizliklere rağmen, Güney Kürdistan’da bir siyasi statü yaratmıştır. Batı Kürdistan’da ise bu statü kuruluşunu 15 Ağustos ruhu ve bilinciyle gerçekleştirmektedir. Lozan anlaşması temelinde şekillenen sömürgeci Türk devletinin Kürt ulusu için hazırladığı Ölüm fermanını Kürt ulusu bir paçavraya dönüştürmüş, bugün dirilişini gerçekleştirmiş ve artık sıranın kurtuluş ve özgürlükte olduğunu haykırmaktadır. Bundan böyle hiçbir uluslar arası veya bölgesel hegemon sömürgeci güç, Kürdistan halkına köleliği dayatamaz. Dayatanın yitirmekten başka kendisini bekleyen bir geleceğinin olmadığı ise her gün kanıtlanan bir gerçeklik olmaktadır.
Kürdistan Özgürlük gerillası özellikle 19 Haziran 2012 tarihinde Şıtazın, Oramar’da başlattığı, Şemdinli’de derinleştirerek süreklileştirdiği ve en son Eruh ve Çukurca’da zirveye çıkardığı devrimci operasyon eylemleri Kürdistan özgürlük mücadelesinde yeni bir dönemi ifade etmektedir. Sömürgeci Türk devleti öncelikle kayıplarını gizlemeyi, üstünü örtmeyi denedi. Yaşanan devrimci halk savaşını “normal” göstermeye çalıştı. Özellikle son Eruh ve Çukurca eylemleriyle birlikte mızrak çuvala sığmaz misali gerçeklik herkes tarafından görülmeye başlanınca, bu durum karşısında sömürgeci sistemin başbakanı ve medyası bir kez daha Kürt halkını ve öncülerini i tehdit eden bir dil kullanmaya başlamışlardır. 15 Ağustos Atılımının başladığı ilk gün sömürgeci askeri, siyasi ve medya şeflerinin söyledikleri ne ise, bugün söylenenler de aynıdır. Dolayısıyla “it ürür,kervan yürür” deyip geçmek gerekir.
Üzerinde asıl durmak istediğimiz konu daha farklıdır. Diriliş bayramının 28. Yıldönümünde devrimci halk savaşının gerilla cephesi rolünü önemli oranda oynamaktadır. Kendisini tekrarlamıyor. Yerinde saymıyor, ilerliyor. Daha da ilerleyecektir. Ancak gerillanın bu ilerlemesine Kürdistan halkının serhıldanları da eşlik etmek durumundadır. Artık belirli günlerle sınırlanan halk eylemliliklerini ve kutlamalarını aşmak lazım. Yine belli saldırıları protesto ile yetinen düzeyin artık geride bırakılmasının zamanı gelmiştir. Halk olarak bizler de, artık sıradan protestolarla yetinmemeliyiz. Bazı günleri kutlama ve anmalarla sınırlı eylemliliklerle geçirmemeliyiz. Önce köylerimizi, sokaklarımızı, mahallerimizi, şehirlerimizi sömürgecilerin kurumlarının etkilerinden korumalı, ardından da sömürgecilere karşı savunmalıyız. Bunun için her zamankinden daha fazla birlik ve örgütlülük gerekmektedir. Hiçbir sömürgeci sistemin memuru-amiri öyle elini-kolunu istediği gibi sallayarak Kürdistan’da dolaşmamalıdır. Buna izin verilmemelidir. Hiçbir millet veya ulus kendi topraklarında sömürgeci zalimlerin varlığına müsaade etmemiştir. Kürt ulusu da etmemelidir.
Kürdistan halkı artık hiçbir biçimde sömürgeci Türk devletinin kurumlarını, eğitim,hukuk,maliye, ekonomi, polis-ordu vb. ve AKP’nin Kürdistan’daki varlığını meşru, normal ve kabul edilir görmemelidir. Evet, bu kurumlar bizi biz olmaktan çıkarmak üzere oluşturulmuş, sürdürülmüş ve halen de devam ettirilmek istenen kurumlardır.
Eğer kendi Kürtlüğümüzden kuşkumuz yok ve eğer üzerinde yaşadığımız toprakların ana-ata toprağı Kürdistan olduğu gerçekliği konusunda hiçbir kuşkumuz yok ise, o zaman durup, şu soruyu sormak lazım: Peki Türk sömürgecilerinin bu topraklarda işi nedir? Ne hakla burada bulunmaktadırlar? Bu ülkede zulüm,zindan, işkence, idam, sürgün, katliam-soykırım, açlık,yoksulluktan başka ne yapmışlardır? Dilimizi-kültürümüzü yasaklamaktan ve bizleri kendimize, tarihimize, halkımıza karşı yabancılaştırmaktan başka ne yapmışlardır? Onlardan bunun hesabını sormanın, burunlarından fitil fitil getirmenin zamanı gelmedi mi? Daha ne kadar bekleyeceğiz?
Unutmayalım ki, sömürgeciler isten iktidar, isterse muhalefet adına yapsınlar, ne yapıyorlarsa, ister ekonomik, ister siyasi, ister sosyal, ister hukuki vb. ne yapıyorlarsa yapsınlar hepsinde ortak amaç Kürtlüğü ve Kürdistan’ı tarihten, hafızalardan silmektir.
İşte en son Adana’da 11 yaşındaki Küçük Mazlum’un katledilişi ortadadır. Kürdistan halkının haklı olarak Önder Apo için yaptığı en sıradan eylemlilik başta olmak üzere, en sıradan bir demokratik-ulusal talep karşısında dahi nasıl kudurganca saldırdıkları, katlettikleri hepimizin hemen hemen hergün şahit olduğu bir gerçekliktir.
Yine Siirt belediye başkanının görevden alınması, açıkça Siirt halkının iradesini hiçe saymak ve Kürdistan halkına hakarettir. “Siz kendinizi yönetemezsiniz, biz sizi yönetiriz” demek istemektedirler. Bundan daha küçümseyici bir yaklaşım ve hakaret olabilir mi? İşte Şemdinli de köyler yeniden boşaltılmaya başlamıştır. Daha bir çok sömürgeci zalimce uygulamalardan bahsetmek mümkündür. Şimdi bir kez daha Kürdistan halkı köylerin boşaltılması karşısında eski eylemlilikleri, serhıldanları aşan bir karşılık verilmeyecek mi?
15 Ağustos ruhuyla, Agitlerin sömürgecilere sıktığı ilk kurşunun cesareti ve fedakarlığıyla sömürgeciliğe, onun Kürdistan’daki her türlü varlığına “ÊDİ BESE” diyerek serhıldanları yükseltmenin zamanıdır. Yani artık halk olarakta Agitçe“ÊDİ BESE” diyelim. Önder Apo’nun özgürlüğü ve Batı Kürdistan devrimini korumanın ve savunmanın yolu da serhıldanların böyle bir düzeye yükseltilmesinden geçer.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
2010 yılından bu yana Devrimci Halk Savaşından bahsediyoruz. Devrimci Halk Savaşını geçmiş savaşlardan farklı olarak çok daha fazla kapsamlı bir savaş biçimi olarak tanımlamıştık.
“Gerillanın mutlak olarak bir tane taktiği vardır. O da “vur-kaç” taktiğidir. Bu taktiği, küçük, zayıf güç olmasından kaynaklanıyor. Düşmanı büyük, kendisi zayıftır. Ancak öyle bir düşmana vurma ve varlığını koruma bu taktikle mümkün olduğu için savaşta bunu esas alıyor. Onun dışında öyle mutlak olan bir şey yoktur. “Vur-kaç” diye tanımlanan taktik eylemliliği içinde de bazı eylem biçimlerini kullanıyor. Pusu atıyor, baskın yapıyor, sabotaj, suikast ve sızma yapıyor. Farklı silahları kullanıyor. Bunları iç içe kullanıyor.”
Ancak Devrimci Halk Savaşın niceliği de niteliği de farklıdır. İçeriği ve muhtevası da farklıdır. Bir yoldaşımız:
“Savaşla yapmak istediğimiz nedir? Adım adım, parça parça bütün bu alanlarda sömürgeci olanı, soykırımcı olanı yıkmak, onun yerine demokratik olanı kurmak, inşa etmektir. Bunu niye savaşla yapıyoruz? Çünkü gerici olan var ve doludur. Onun yıkılması lazım. Bunu da ancak savaş yıkar. Siyasetle anlaşamamış, geri çekmemişsen, var olanı ancak savaşla yıkabilirsin. Yerine inşa ettiğin bir şeyi, öbürü yıkmak ister. Savunman lazım. Savunmazsan yaptığın inşanın bir anlamı olmaz. O halde savunmak için -savunmak da askeri bir eylemdir- dolayısıyla inşa ettiğin demokratik toplum örgütlülüğünü, yaşamını koruyacaksın, savunacaksın, güvenliğini sağlayacaksın. Güvenliğini sağlayabildiğin, koruyabildiğin kadar inşa edeceksin. Koruyabildiğin ayakta kalır. Başkasını inşa etsen de, karşı taraf da vurur seni yıkar ve tekrar ele geçirir. Savunabilir, koruyabilirsen vermezsin ama onu yaşatırsın. İşte Devrimci Halk Savaşı böyle bir mücadele oluyor” diye tanımlamıştı Devrimci Halk Savaşını.
Şimdi Yeşil Türkçü Faşistler dikkat edersek parça parça Kürt toplumunun tüm örgütlü yapılarını hedefleyerek tasfiye etmeyi amaçlıyor ve ediyorlar. Öyle ki Kürtler nerede örgütlüyse oraya yönelerek bitirmek istiyorlar. Sorun sadece gerilla güçlerine karşı geliştirdiği faşizan yönelimler değildir. Bir bütünen topyekun Kürtlerin ne kadar kazandığı değerler varsa hepsine yöneliyorlar. Dediğimiz gibi bitirmek istiyorlar. Bu bir yönü.
İkinci yönü ise Kürtleri uzun süre oyalamaları olmuştur. Sözde askeri vesayeti kaldırıyorum, buna yardımcı olun, şans verin derken özcesi zaman istemeleri iktidarda bulundukları sürece sürekli olmuştur. Nitekim bunun için özgürlük hareketi tam 5 kez yeşil Türkçü faşistler zamanında tek taraflı ateşkesler ilan ederek bu şansı bunlara vermiştir. Ancak en son 2009 yerel seçimleri ardından görüldü ki tek amaçları vardır o da: Kürtleri tasfiye etmek.
İşte o gün bugündür Kürt özgürlük hareketi diyalogun yolunu kesmese bile kendi açısından tedbirlerini almaya başlamıştır. Kendisini gelebilecek son bir savaşa, -Hıristiyanlıkta buna Armegeddon diyorlar-hazırlamıştır. Bu savaşa Kürtler 4 Stratejik Mücadele dönemi dediler. Başka bir kavramlaştırmayla Kürtler bu yeni sürece Devrimci Halk Savaşı dediler.
Ve şimdi Şemzinan’dan olup bitenler sadece ve sadece Devrimci Halk Savaşının küçük bir provasıdır. Bir müddet önce Oramar ve Stazan’da da bu yapıldı. Bir nevi düşmanı felç eden eylem biçimi ve sürekliliği oluyor bu savaşın özü.
Ve elbette savaş sadece Şemzinan’da olmuyor. Şemzinanla bağlantılı olarak Karadeniz’den Akdeniz’e, Serhat’tan Mardin’e, Botan’dan Dersim’e ve tabii ki en kısa zamanda da hedef Türkiye içleri olacaktır.
Özcesi adım adım Devrimci Halk Savaşının ilk adımları daha kararlı bir şekilde atılmaya başlandı. Bunun için Şemzinan’da olup bitenleri anlamak isteyenler öncelikli olarak Yeşil Türkçü Faşizminin hiç hukuk ve ahlak tanımayan fütursuzca saldırılarına bakmaları gerekiyor. Yine 8000 Kürt siyasetçisi, yazarı, basıncısı, tıpçısı, eğitimcisi, seçilmişi, sivil toplumcusu derken, çocuklar, kızlar, yetmişlik ana ve babalarımız her gün içeriye atılıyorlar. Ve birilerinin söylediği gibi hiçte iyi şeyler olmuyor.
İşte bu iyi şeyler olmuyor yaklaşımına karşı gerillan yeni dönemde geliştirdiği devrimci direnişin adı Devrimci Halk Savaşıdır. Başka bir isimlendirmeyle Şehit Rubar Mardin ve Şehit Rozerin Piran harekâtıdır.
Bu harekât devam eder mi, belli olmaz. Ancak bundan böyle başta Kürdistan olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde böyle harekâtlar yapacağımızın haberini şimdiden verelim.
Gün direnişi aşan bir mücadele dönemidir. Gün artık kendi demokratik özerklik projesini hayata geçirme zamanıdır. Ve şimdi gerçekten tüm Kürdistanlı gençlerin dağlara akma zamanıdır. “Varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma” direniş günlerine akma günleridir.
“Bütün dünya birleşip üzerimize gelse de meşru haklarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz” günlerinde yeniden tüm Kürdistanlı ve devrimci demokrat Türkiye gençliğini dağlara davet ediyoruz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Batı Kürdistan’da Kürtler uzun yıllara dayalı mücadelelerinin neticesinde özgürlüklerine kavuştular. Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın dünya görüşü ve felsefesinden etkilenen PYD’nin öncülüğünde gelişen devrim ve diğer Kürt partileriyle oluşturulan birlik Batı Kürdistan devriminin başarısı ve geleceği için önemli bir adım olmuştur. Yüksek Kürt Konseyi biçiminde oluşan Batı Kürdistan yönetiminin giderek kendini sistemleştirmesi yaşamı tüm boyutlarıyla örgütlemede kararlı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Rojava devrimini sadece son bir yıllık süre içinde Suriye’de yaşanan çalkantı ve boşlukla izah etmek yanlıştır. Tamamen Türk özel savaşın uydurma ve iftirasıdır. Kürtleri küçümsemek hor görmek ve sömürgeci Suriye rejimi ile ilişkilendirmek ise gerçekleri ters yüz etmektir.
Öncesi de olmakla birlikte Batı Kürdistan devriminin esas gövdesini oluşturan yapı esas olarak ‘80’li yıllarla birlikte Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın Rojava Kürdistan’ındaki çalışmalarıyla oluşturulmaya başlanmıştır. O günden bu güne en az 3500- 4000 civarında Kürdistan devrimine şehit veren bir halk gerçekliği vardır. PYD ve DEV-DEM acılı, zorlu ve mücadeleyle yüklü böyle bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. PYD ve DEV-DEM ne sırtını AKP’ye, ABD’ye ve AB’ye dayanan Suriye muhalefetiyle hareket etmiş ne de mevcut rejimle hareket etmiştir. Üçüncü ve alternatif bir güç olarak Kürt, Arap, Dürzü, Alevi, Ermeni ve Süryanilerle halkların kültürleri, inançları, özgürlük eğilimlerini temsil etme temelinde bir siyaset izlemiş ve kazanmıştır. Dolayısıyla kazanan ve başaran sadece Batı Kürdistan’da yaşayan Kürt Ulusu değil bölgede yaşayan ve bölge mozaiğini oluşturan özgürlüğe muhtaç tüm halklardır.
Bu devrimin diğer bir özelliği de, Kürdü yoksayan, Kürdistanı parçalayan Lozan antlaşmasına ölümcül bir darbe vurulmasıdır. Lozan vurulan her darbe aynı zamanda, sömürgeci Türk devletinin kuruluş ve varoluş zihniyetine de vurulmuş bir darbedir. Unutulmamalıdır ki, Lozan anlaşması 24 Temmuz 1923 yılında gerçekleştirildi. Kürdün ölüm fermanı olan sömürgeci Türk devletinin kuruluşunun ilanı da 29 Ekim 1923 yılında gerçekleştirildi. Aradaki zaman farkı, Türk sömürgeciliğinin neyin üzerinde kendisini yaşattığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle de Lozan’a vurulan veya onu anlamsızlaştıran, tartışılır kılan her darbe, Kürdistanın özgürlüğüne giden yolda bir kilometre taşıdır.
Şimdi sömürgeci AKP hükümeti birliklerini oluşturan, kendi öz yönetimlerini oluşturarak kendi bayrakları altında Arap halkıyla eşit ve özgürce yaşamak isteyen Kürt halkının bu kazanımları karşısında büyük bir ırkçı, inkârcı ruhla saldırmaktadır. “Bir oldubittiyi kabul etmeyiz.”, “Güvenliğimizi tehdit edecek bir terör oluşumuna izin vermeyiz” ve “müdahale ederiz” türünden tehditler savurmaya başlamışlardır. Bunun içinde günlerce toplantı üstüne toplantı yaptıktan sonra sömürgeci rejimin dışişleri bakanını Güney Kürdistan’a göndermişlerdir.( bu yazı görüşmeden önce yazılmıştır.) Sömürgeci Türk devleri açıkça ve alenen herkese göstere göstere Kürtlerin ve Kürdistan’ın içişlerine müdahale etmektedir. Ve kendi sömürgeci politikasını dayatmak istemektedir. Ancak bunun Türk devleti lehine bir sonuç yaratmayacağı uzun vadede Kürt ulusunun birliği ve örgütlü gücünün kazanacağı açıktır.
Sömürgeci Türk devleti bir taraftan Kürtlerin özgürlüklerini kazanmalarını engellemek için harekete geçerken diğer taraftan son birkaç gün içerisinde Türk metropollerinden İstanbul Ayazağa ve Bursa’da Kürtlere karşı azgınlaştırdıkları ırkçı faşist kesimleri harekete geçirmişlerdir. Kürdistan’da ise Malatya’nın Sürgü beldesinde Türkleşen bazı işbirlikçi kesimleri Alevi halkımıza karşı harekete geçirmişlerdir. Alevi ve Kürtleri hedefleyen bu saldırıların hem de kutsal Ramazan ayında gelişmesi AKP devletinin özünde ırkçı ve faşist olduğu fakat İslam dinini bir örtü olarak kullandığı gerçeğini gözler önüne sermiştir.
Daha öncede Dörtyol, İnegöl, Erdemli vb yerlerde Kürtlere karşı saldırılar gerçekleştirilmişti. Daha birçok yerde Kürt gençleri linç edilmek istenmiş, hakaret uğramıştır. Bu saldırıların bazılarında yurtseverler şehit edilmiştir. Fakat Kürtler bu saldırıların amacını gerçek anlamda anlayarak bunlara karşı gerekli tavrı göstermede yetersiz kalmıştır. Öncelikle bu saldırılarla metropole zorla göçertilen Kürtler korkutularak, sindirilmek ve örgütsüzleştirilerek kimliğinden ve özgürlük hareketinden vazgeçirilip Türkleştirilmeye yönlendirilmek istenmektedir. Bu yüzyıllık bir projedir ve bugün de sürdürülmek istenmektedir.
Ancak önemli bir kesim bu soykırım planı gerçeğini yeterince anlamış olmaktan uzaktır. Bunu nereden anlıyoruz. Başta metropolde yaşayan halkımız olmak üzere tüm halkımızın bu saldırılar karşısında gösterdikleri tutumu sadece basın açıklamalarıyla sınırlı tutmalarından anlıyoruz. Ulusal refleksler son derece zayıf ve etkisiz kalmaktadır. Hala “milliyetçi damgası” yenilmekten mi çekiniliyor bilemiyoruz. Unutulmamalıdır ki biz bir halkız ve her halk gibi nerede olursa olsun kendimizi savunma hakkımız vardır. Şüphesiz halkaların kardeşliği arzumuzdur. Ancak bu ırkçı ve bizi yok etmek isteyenler ile kardeşlikten bahsetmiyoruz. Biz Kemallerin, Hakilerin, Denizlerin ve Mahirlerin gerçek kardeşliğinden bahsediyoruz. Gerçek eşit özgür kardeşliğin yolu da Kürt halkı olarak varlığımızı ve özgürlüğümüzü savunmaktan geçer. Varlığınız yok olduktan sonra kimse ile kardeşlik yapacak durumda da olamazsınız. Başka halklarla eşit özgür kardeş olabilmek için öncelikle topraklarımızda özgürce ve özgür kimliğimizle yaşamamız gerekiyor. Başka türlü ne özgürlük ne de kardeşlik olur. Hele hele ırkçı ve faşist bir ruhla kışkırtılmış kesimler karşısında sessiz kalmakla ya da yeterince ve gerektiği kadar ulusal demokratik refleksle hareket etmemekle de sadece bu kesimler azdırılmış olur.
Gerek İstanbul ve Bursa gerekse Malatya’da Kürtlere ve Alevilere karşı sergilenen ırkçı ve faşist saldırılara karşı hala da kimse ciddi bir tepki ortaya koymuş değildir. Sadece Pir Sultan Abdal Derneği Genel Başkanı Kemal Bülbül’ün “ bizi Zülfikar kuşanmaya zorlamayın” sözü ve kimi grupların sınırlı gösterileri dışında ciddi bir refleks açığa çıkmış değildir. Neden? Ne zamana kadar?
Kürtlerin ve Alevilerin Maraş, Malatya ve en son Madımak katliamlarından ciddi dersler çıkarmaları gerekir. Yapılan tehditleri ve saldırı pratiklerini küçümsememek gerekir. Hele hele atılan tokattan sonra öbür yanağını da çevirmek gafletinde hiç olmamak gerekir. Irkçı, faşist, Kürt ve Alevi düşmanları olan bu kesimler kardeş Türk halkını asla temsil etmiyorlar. Bu kesimlere karşı savunma hakkımızı kullanmak, atılan tokat karşısında diğer yanağımızı çevirme yerine onları bir daha tokat atamaz duruma getirmek esas alınmalıdır. Gerçek kardeşlerimizle kardeşleşmek o zaman mümkün ve anlam kazanmış olacaktır.
Unutmayalım ki Rojava’daki Kürdistan devrimini tehditler savurarak tasfiye etmek için harekete geçen ırkçı AKP hükümeti ile Kürt ve Alevi halkımıza saldıran zihniyetin beslendiği kaynak bir ve aynıdır. Bu nedenle bu saldırıları birbirinden ayrı ele almamak gerekir. Rojava’daki Kürtlerin devrimini ve kazanımlarını savunmak bu ırkçı saldırılara karşı serhıldanları yükseltmekten geçer.
Şıtazın ve Oremar Devrimci operasyonundan sonra Şemzinan’da 23 Temmuz 2012 tarihinde başlayan yeni devrimci operasyonu aynı zamanda halk olarak serhıldanlarımızı daha fazla örgütlü ve sürekli kılmaya çağrı anlamına gelmektedir.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan avukatları ile 27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana görüşemiyor. Bir yıldır Kürt Halk Önderi üzerinde AKP hükümeti tarafından görüş yasağı uygulanıyor. Bu bir yıllık süre içinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bir kez kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşebildi, bir kez de avukatlarına faks gönderebildi. Son bir yıldır bunlar dışında Önder Abdullah Öcalan’dan bilgi alınabilmiş değil. En son gönderdiği fakstan bu yana geçen yaklaşık yedi aydır da herhangi bir bilgi dahi alınamıyor. Dolayısıyla da başta yakınları olmak üzere tüm Kürt halkı ve demokratik çevreler Önder Abdullah Öcalan’ın sağlığından ve yaşamından endişe ediyor.
Geçen bir yıl içinde bu konuda çok şey söylendi ve yazıldı. AKP hükümetinin Kürt Halk Önderi üzerinde bir yıldır uyguladığı dünyada eşi bulunmayan mutlak tecrit eleştirildi ve protesto edildi. Yine bir yıldır Önder Abdullah Öcalan’ın mutlak yalnızlığa karşı geliştirdiği büyük direniş anlaşılmaya ve izlenmeye çalışıldı. İmralı mücadelesi geçen bir yılda Türkiye ve Kürdistan’daki tüm gelişmelere ve çekişmelere damgasını vurdu.
Şimdi de aynı tartışma ve mücadele devam ediyor. Son avukat görüşünün yapıldığı 27 Temmuz 2011’in birinci yıldönümü nedeniyle herkes İmralı’da uygulanan mutlak tecridi tartışıyor. Geçen bir yıl içinde yaşanan olayların dökümü yapılıyor ve bunların İmralı tecridi ile bağlantısı ortaya konmaya çalışılıyor. İmralı sistemini ve Kürt Halk Önderi üzerinde uygulanan mutlak tecridi protesto eylemleri dünyanın dörtbir yanında ortaya çıkıyor.
Kürt halkı yediden yetmişe ve dünyanın dörtbir yanında ayakta. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm Kürt toplumu İmralı sistemini ve Önder Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecridi protesto ediyor. Başta Kuzey ve Batı Kürdistan olmak üzere dört parçada ve yurtdışında halk Önder Abdullah Öcalan’a sahip çıkıyor. Her yerde mitingler, gösteriler, kınama açıklamaları ve protesto eylemleri yapılıyor. Kürt toplumu neredeyse öfkenin doruğuna ulaşmış durumda. Eğer bu soruna çözüm bulunmazsa yakın gelecekte Kürtlerin büyük bir öfke patlaması yaşanabilir. 14 Temmuz Amed protestosunu çok çok aşan kitle hareketleri sert bir biçimde gelişebilir.
Kuşkusuz tarih boyunca bireylere ve topluluklara yönelik çok vahşi baskı, işkence ve katliam uygulamaları sözkonusu. İnsan kellesiyle duvarlar örüldüğü biliniyor. İnsanların diri diri derilerinin yüzülmüş olduğu anlatılıyor. Etkisiz kılınmış insanların sıra sıra asıldığı yerlere siyaset meydanları deniyor. İnsanlara yönelik onur kırıcı her türlü sözlü hakaretten dışkı yedirmeye kadar çok çeşitli maddi saldırının yapıldığı biliniyor.
Bunların hepsine çok yakın geçmişte bizler de tanık olduk. Bu temelde baskı yöntemlerinin en ağırının psikolojik alanda yapılanı olduğunu yaşayarak öğrendik. “Yalnız bırakma” insanın insana yaptığı baskı uygulamasının herhalde en ağırı ve acımasızı. Tarih boyunca insanlar yalnız bırakılarak teslim alınmak isteniyor. Kuyu gibi zindanlar bunun için yapılmış bulunuyor. Böylesi zindanlarda sonuna kadar direnerek teslim olmayan kişiler özgür insanlığın kahramanları olarak hep saygıyla anılıyor.
Yakın tarihimizde en ağır baskı ve işkenceyi 12 Eylül faşist-askeri rejiminin uyguladığını herkes biliyor. Özellikle Diyarbakır zindanında yapılanlar halâ belleklerde taptaze ve kolay silineceğe de benzemiyor. Bu insanlık dışı uygulamaların en ağırlarından birinin “yalnız bırakma” olduğunu yaşayan herkes anlatıyor. Özellikle 35. Koğuşun tek kişilik hücreleri insan öldürme yerleri olarak anılıyor. Zindan Direniş Önderi Mazlum Doğan’ın tek başına kaldığı böyle bir hücrede Nirvana’ya erdiği biliniyor.
Şimdi AKP hükümeti tarafından da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik benzer uygulamalar yapılıyor. Ondört yıldır İmralı tecrit ve işkence sistemi içinde tek başına tutulduğu yetmiyormuş gibi, bir yıldır da “Mutlak tecrit” uygulanıyor. Önder Abdullah Öcalan bir yıldır “Mutlak yalnızlık” içinde tutuluyor. Bu biçimde Kürt Halk Önderi ve halkına karşı şantaj yapılıyor. Mutlak yalnızlığın ifade ettiği psikolojik baskı ile Kürt Halk Önderi ve halkı teslim alınmak isteniyor.
Görülüyor ki, kendini “İleri demokrasi” olarak takdim eden AKP yönetiminin 12 Eylül faşist-askeri rejiminden fazla bir farkı yok. Yaşananlara Kürtlerin penceresinden bakınca durum böyle. Yine baskı, terör, tutuklama ve işkence var. Yine şiddet, katliam ve kırım var. Yine yalnız bırakma, tek kişilik hücre, psikolojik baskı var. Hem de öyle birkaç ay ya da yıl da değil. Tam ondört yıllık bir süre boyunca İmralı’da bu sistem uygulanıyor. Tarihin tanık olduğu en ağır ve uzun süreli yalnızlaştırma işkencesi uygulanıyor.
Elbette AKP hükümeti Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik uygulamaları ile ne yaptığını çok iyi biliyor. Öyle bilinçsiz ve tesadüfen olan pek bir şey yok. Her şey son derece bilinçli ve planlı bir tarzda yapılıyor. AKP hükümeti ondört yıllık İmralı işkencesiyle Kürt halkına yönelik nasıl onur kırıcı hakaret uyguladığının çok iyi farkında. İmralı işkencesi altında tutulanın bir kişi değil, bir halk olduğunu, Kürt halkının onur ve iradesini baskı altında tutuğunu çok iyi biliyor. Bu nedenle de Kürt halkı bu onur kırıcı işkence sistemine karşı hangi yöntemle dirense hakkı oluyor.
Tabiki bu direnişin öncülüğünü de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yapıyor. Ondört yıllık yalnızlık ve psikolojik baskıya karşı direnmek dile kolay! Bir yıllık mutlak tecrit ve mutlak yalnızlığa karşı direnmek dile kolay! “Yalnız bırakma” bir insana yönelik uygulanacak en ağır baskı biçimi olduğuna göre, İmralı sistemi altında Kürt Halk Önderi’ne yönelik en ağır baskı ve işkence türü uygulanıyor. Tüm bu uygulamalara karşı da İmralı’da Önder Abdullah Öcalan tarafından tarihin en büyük direnişlerinden biri sergileniyor.
İmralı direnişi Eyûp ve Nesimi duruşunun günümüze taşınması oluyor. Amed’teki Mazlum direnişçiliğinin İmralı’ya taşınmasını ifade ediyor. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direniş ruhunu İmralı’da zirveleştiriyor. Tüm bunların birleştirilmesi olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı direnişi, en ağır baskı biçimi olan mutlak yalnızlığın yenilmesi anlamına geliyor. Yalnızlığı yenmek, her türlü baskı ve işkenceyi yenerek mutlak hakikata ulaşmak demektir. Kürt Halk Önderi mevcut bilinç ve duruşuyla mutlak özgürlük hakikatına ulaşmayı temsil ediyor.
Yoksa ondört yıldır İmralı tecridi altında yaşamı yaratmak mümkün mü? Bir yıldır İmralı’daki mutlak tecride karşı direnmek mümkün mü? Burada yalnızlığı yenmeyi ifade eden yüksek bir bilinç düzeyi olmasa böyle bir direniş yürütülebilir mi?
Şimdi herkes çok daha açık bir biçimde görüyor ki, İmralı’da Kürt Halk Önderi şahsında insanlık ve özgür yaşam katlediliyor. İmralı işkencesi sürdükçe barış ve Kürt sorununun çözümü mümkün değil. Bu da Türkiye ve Ortadoğu için önlenemez bir felâket demek. Yalnızlığı yenerek Kürt Halk Önderi, kendini barışın, demokratik çözümün ve özgür yaşamın simgesi haline getirmiş durumda. Olacaksa bir barış ve özgür yaşam, o ancak Kürt Halk Önderi ile birlikte olur.
Bu nedenledir ki Kürt halkı “Önderliksiz Yaşam Olmaz!” diyor. Bu nedenledir ki yüzbinler Amed sokaklarını doldurarak “Öcalan’a Özgürlük” istiyor. AKP hükümeti kendi küfür düzenini görüp de mevcut hakaret rejiminden vazgeçmedikçe, Kürt halkının daha büyük bir öfkeyle “Önder Apo’ya Özgürlük” isteyeceği anlaşılıyor. 27 Temmuz’un birinci yıldönümünde yaşananlar bunu gösteriyor. İkinci yılda ise Kürt halkının “Önder Abdullah Öcalan’a Özgürlük ve Kürdistan’a Statü” hedefini mutlaka başaracağı ortaya çıkıyor.
Selahattin ERDEM
Yeni Özgür Politika
- Ayrıntılar
Kış boyunca hava şartlarını fırsat bilip dünyanın en gelişmiş tekniklerini yanlarına alarak, ahlaki olarak da en dibe vurmuş kimyasal silahları kullanarak gerillamıza karşı inanılmaz ölçüde vahşi ve faşizan saldırıyı yürütülür. Bunun sonucunda 50’in üzerinde çok değerli yoldaşımız en ağır şartlarda katledildiler. Özelde Garzan’da 15 kadın yoldaşımıza hunharca saldırarak acımasızca katledildiler.
Dünyanın neresine giderseniz gidin bir savaş hukuku vardır. Eskilerde çok çok eskilerde belki bir savaş hukuku yoktu. Ya da çok cılızdı. Bunun için amansız savaşlar ve acımasız sonuçlar ortaya çıkabiliyordu.
Ancak biz biliyoruz yine de insanların manevi dünyada aldıkları bir vicdanları vardı. Sonsuz vahşet uygulamalar sınırlıydı. Ne var ki faşist tc devleti ve yeni yetme Müslümanlığı kendilerine kılıf yaparak özünde zındık diyebileceğimiz, manevi dünyayla ilişkilerini kesmiş, sadece ve sadece maddiyata düşkün bu Yeşil Türkçü Faşistler hiçbir toplumsal değeri tanımayarak saldırdıkça saldırmışlardır. Hava tekniklerin, en büyük ölümcül teknikleri kullanarak metrelerce karın içinde yaşayan yoldaşlarımıza bombalar yağdırmışlardır. Kendilerince bu faşizm bile diyemiyeceğimiz yönelimin bir mantığı vardı: kürt halkının iradesini kıracaklardı. Gerillasını bitirerek, dize getirerek kürt halkını teslim alacaklardı. Bunun için bu yeşil Türkçü faşistler kışın geçmemesi için, karların erimemesi için her geceyi adeta dua ederek geçirmişlerdir.
Ancak bahar geldi, karlar eridi, Kürdistan coğrafyası yeniden açıldı. Gerilla her yerde her şartına uygun olarak harekete geçti. Ve baharı geçerek bugünlere yani yazacıktık.
Biz her zamanınkinden bu yazın farklı geçeceğini söylemiştik. Ve daha gerilla kapasitesini tam harekete geçirmemiştir. Buna rağmen tc devletinin faşist guruhları birçok yerde şimdiden felç olmuşlardır.
Korkunun ecele faydası yoktur derler. İsterseniz korkun, isterseniz korkmayın artık sıra gerillada. Özgürlük gerillasında. Faşizan yönelimlerinizin hesabını tek tek sorma sırası bizde. Garzan’da metrelerce karlar içinde katlettiğiniz güzel insan Arjin’in, dünya sevdalısı Berfin’in, Erivan’ın ve Berivanların hesabını sorma sırası bizde. Her bir yoldaşımıza yapılan saldırının bedelini misliyle ödeyeceğmizin faturasını keseceğimizi söylemiştik.
Ve şimdi dediğimiz gibi sıra bizde sıra gerillada. Oramar Statazan’da görüldü. Yine dün evvelsi ki gün yine aynı yerde görüldü. Artık erzaklarınızı uçarbirliklerinizle taşıyacaksınız. Ama bunlara da her yerde fırsat vermeyeceğiz. Artık “geceden yararlanarak” kaçacak, “geceden yararlanarak” erzak alabileceksiniz. Başkasına bundan sonra birçok yerde yer vermeyeceğiz.
Sadece buralarda böyle yapmayacağız. Kürt halkının kanı üzerinde palazlananaların da hesabını düreceğiz. Halkımızın kanı üzerinde tc ile işbirliği yaparak kan emmicilik ve tefecilik yapanları ülkemizde def etme artık bir namus meselesidir. Ülkemizin o kadar güzelliğini tahrip edenlere bugüne kadar yaptığımız gibi sadece iş aletleri tahrip etmeyeceğiz. Hayır bu kesimler tc faşizmine arka çıkararak, parasal yardım ederek yoldaşlarımızın kanına girmişlerdir. Bunun da faturası kesilecek. Yollarda artık elinizi kollunuzu sallayarak gitmeyeceksiniz. Hele hele işbirlikçiyseniz asla. Hele hele özgürlük mücadelesine dil uzatıyorsanız asla. Hele hele tc’nin kadiması olan Akepe’ye oy veriyorsanız, bu guruh oy veriyorsanız hele birde yöneticilik yapıyorsanız artık ülkemizde kalmayacak ve ülkemizi kirli nefes ve nefsinizle kirletmeyeceksiniz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Süreç sözün tam manasıyla kaosun tüm belirtilerini göstermektedir. Neyin ne zaman olacağı, kimin kiminle yan yana yada karşı karşıya geleceğinin giderek daha zor tespit edildiği bir süreçten geçmekteyiz.
Suriye’de olup bitenler esasta kaosun tüm özelliklerini göstermektedir. Öyle ki daha öncede tespit ettiğimiz gibi Suriye bir nevi Ortadoğu’nun nirengi noktası haline gelmiştir. Hiç şüphe yoktur ki bu durum Suriye’nin tarihsel toplumsal gerçekliği ile bağlantısı olsa da güncelle de yakından bağı bulunmaktadır.
Suriye üç farklı bakışın tam mücadelesinin ortasında yerini almaktadır. Emperyal kamp Türkiye’nin koçbaşçılığı öncülüğünde kendi sistem çıkarları için bir an önce müdahale ederek çıkarlarını esas almak isterken, Suriye ve geçmişte beri onunla yakın ilişkide olan İran başta olmak üzere Rusya ve Çin ise var olan statüye bazı değişiklerle birlikte koruma çabası içerisindedirler. Bu iki güç odağının yanında ise bir de halkların seçeneği durmaktadır. Halklar seçeneğinin öncülüğünü ise özgürlüğe susamış Kürtler ve hareketleri yapmaktadır.
Suriye’nin başkenti Şam’a yapılan saldırıyla birlikte düğmeye basılmıştır. Şam’ın gitmesi için artık emperyal kamp daha ısrarcı davranacaktır. Ancak birçok gücün beklemediği özgürlükçü duruşu sahibi olan Kürtlerin adım adım kendi demokratik özerkliklerini ilan etmeleridir. Bu gelişme tüm diğer planları şimdilik alt üst etmiş bulunmaktadır.
Şunu peşinen belirtelim: Rojava’daki gelişmeleri korumamız durumunda Kürdistan devrimi tüm cephelerde çok daha fazla hızlanacaktır. İvmeli bir yürüyüş her yerde başlayacaktır. Onlarca yılın birikimleri rojavadaki gelişmelerle tetiklenecek ve bu parça parça tüm cephelere yayılacaktır.
Bu durumu bilen emperyal blok cephesi hem ilişki arayacak hem de KDP üzerinde yeniden parçalayıcı arayışlar içerisinde olacaktır. Boşuna TC faşizminin başında bulunan kişi “eyvallah mı diyeceğiz” dememektedir.
Birkaç hafta önce Hewler’deki Kürtlerin tüm güçlerini-bunların kimisi tabela partisi ya da fraksiyonları olsa bile-bir araya getirilmiş olmalarının avantajları ileride daha fazla açığa çıkacaktır. Tarihimizin hiçbir döneminde birlik, beraberlik arayışları ve çabaları bu kadar önem kazanmamıştır. Tarihin bu kesitinde mutlaka anlamda birlik çağrıları temelinde tüm çalışmaların yürütülmesinin ne kadar doğru bir strateji olduğu rojava da ortaya çıkan sonuçlarıyla kanıtlanmıştır.
Ancak dediğimiz gibi karşıt cephe boş durmayacaktır. Parçalamak için çok daha büyük bir arayışlar içerisine girecektir. Maddi, manevi derken tehdit unsurlarını da dahil ederek bu birlikteliği parçalamaya çalışacaktır. Bizim bu birlikteliği korumanın en iyi yolu kesinlikle kuzeyde sergileyeceğimiz büyük direnişten geçmektedir.
Bizce, nasıl ki tarih bize mutlaka birlik çalışmalar için dayatmalarda bulunuyorsa aynı ölçüde bu denli görkemli bir direnişi bizden istemesi de bir o kadar dayatıcı ve bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bazılarının dediği gibi “silahların miadı dolmuştur”tan öteye gerçekten çok daha güçlü bir gerilla direnişi şarttır. Biz Kürtler rojavadaki kazanımları ancak iki yöntemle koruyabiliriz. Bir, Kürdistan’ın tüm cephelerinde çok güçlü bir halk desteğiyle, iki ise, kuzeyde çok güçlü bir gerilla direnişiyle. İkisi birlikte olursa elbette daha güçlü bir koruma ve savunma geliştirilecekken, tek kalması durumunda ise tarihimizin en büyük gerilla direnişini tüm cephelerde geliştirmemiz gerekmektedir.
Bu bağlamda rojavadaki gelişmeler bizim için ivmeli bir yürüyüşün önünü açacakken, bu ivmeli yürüyüşümüzün önünü açmak için ise rojavadaki değerleri koruyacak çok yüksek dozajlı bir direnişi sergilememiz kaçınılmazdır. Bu direniş ile hem Kürtlerin birliği korunacak, hem de tüm bölme ve parçalama girişimleri boşa çıkacaktır.
Aksi taktirde böylesine kaoslu ortamlarda her an her ilişkinin, ittifakın değişebileceğini bilerek, var olan durumun tersine dönüşebileceğini de gözeterek her zamankinden daha fazla Kürtlerin duyarlı olmaları gerekmektedir.
Kürtler tarihin bu hassas ve kritik sürecinde geçerlerken hem birlik olacaklar, hem birlikteliğin önünü alacak ne kadar zarar verici unsur varsa aşacaklar, hem de işgalcilerin yanına geçerek yamuk ağızla duran işbirlikçilere karşı da duyarlı olacaklardır.
Ve elbette ki Kürtlerin ivmeli direnişi için ise Kürtlerin özgürlükçü Kürtlerin gençleri dağların doruklarına çıkarak bu ivmeli yürüyüşün en ön saflarında yerini almasını bileceklerdir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar