Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Ağustos günü Hakkari korucuları dernek başkanı, Silehe bölgesi korucu başı ve birçok gerillamızın şahadetinde parmağı olan kontra Sadi Özatak tutuklanmış, Musa Temel isimli bir şüpheli de gerillalarımız tarafından gözaltına alınmıştır.
- Ayrıntılar
Düşman gerçeği üzerinde çok durulmuştur. Hemen bütün planlama çalışmalarına bir doğru düşman değerlendirmesiyle giriş yapılmıştır. Yine yaparız, yapacağız da. Düşmanın tarihini, güncel olarak dayandığı ulusal düzeyi; ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi, hatta askeri durumu; bununla birlikte uluslararası ilişki ve çelişkileri hususlarında değerlendirmeler fazlasıyla yapılmıştır.
Temelde savaştığımız baş çelişki Türk sömürgeciliğidir. Sömürgecilikten de öteye, ulusal imha siyasetidir ve onun tarih boyunca her türlü uygulamasıdır. Baş çelişki budur. Düşman bu çelişkiye her dönemde belli bir içerik ve biçimle gerçeklik kazandırmış ve üzerimize kusturmuştur. Büyük Türk egemen boylarının Kürdistan’a ve Anadolu’ya vuruş biçimlerinden tutalım en son 12 Eylül rejiminin ve onun günümüzdeki uzantılarının vuruş biçimlerine kadar hepsini az çok anlattım. Bu düşman nedir, kimdir? Nereden geldi, amacı nedir? Bütün bunlar gösterilmiştir. Partinin en kapsamlı çözümlemeleri bu konularla ilgilidir.
Türk egemenlik sisteminin ekonomik, sosyal, ulusal içeriği, ahlaki yanı kadar, yine onun sahipleri nasıl biçimlenmiş, nasıl bir vuruş tarzına sahip, bütün bunlar gösterilmiştir. Tarih boyunca barbarca yaklaşımlarının, uygulamalarının nasıl olduğu gösterilmiştir. İslamiyet ile bağlantısından tutalım bugün emperyalizm ile bağlantısına kadar veya kapitalist-emperyalist sistemle bağlantısından tutalım insan görünümlü emperyalistliğine kadar değinilmiştir. Bunlar Manifestomuzdan tutalım en son çözümlemelerimize kadar hepsinde yer almıştır. Bunları tekrarlamanın anlamı yoktur. Daha yakın günlerde incelediğimiz cumhuriyetin kuruluşu, dönemeçleri de değerlendirilmiştir. Yine 12 Eylül de çok kapsamlı değerlendirilmiştir.
Mevcut duruma, güncel duruma bir-iki değinmede bulunursak ne belirtilebilir? İkinci cumhuriyetten bahsediyorlar. Bu ikinci cumhuriyet 27 Mayıs ile mi başladı, 12 Mart ile mi, 12 Eylül ile mi başladı belli değil. Belli olan nedir? Cumhuriyetin tıkanması gerçeğini dile getiriyorlar. Gerçekten cumhuriyetin politik sistemi bütün alt yapısıyla, üst yapısıyla toplumu tıkamış, bunalıma sevk etmiştir. Bunalım derindir, ancak özel savaş yöntemleriyle ayakta durabilmektedir. Ekonomik konularda da tam bir vurgun, soygun politikası takip edilmektedir. Enflasyon en üst boyuttadır. Yine onun doğal bir sonucu olarak sosyal bunalım, ahlaki bunalım içinden çıkılamaz, tarihte eşine rastlanmaz bir durumdadır. Uluslararası alandaki büyük alt üst oluşu anlamaktan uzaktır. Bundan etkilenmemek için en çağ dışı politikalara dayanmıştır.
Şunu her zaman belirttik; gerek iki sistem arasındaki dengeyi kollayarak TC’yi şekillendirmeler, gerekse bu sistemin günümüzde aşılmasıyla içine girdiği statüko ancak çok ileri düzeyde bir şovenizm ile mümkündür. Türk şovenizminin hiçbir ulusta görülemeyecek kadar topluma egemen kılınmak istenmesiyle mümkündür. Bu da bir aşiret şovenizminden daha şovence oluyor. Bunun çağdaş ulusçulukla hiçbir ilgisi yok. Fakat halen eski dengeleri kullanarak, özellikle Sovyet çözülüşünden sonra “Türki” söylemini geliştirerek, Avrupa’nın, Amerika’nın nezdinde puan toplamak istiyor. Ne kadar olmayacak bir dua, gerçekleşmeyecek bir amaçsa da, bununla oyalamaya çalışıyor. Buna pragmatik politika diyorlar, fakat günü birliktir ve günü ne kadar kurtaracağı da belli değildir. Hükümetler dış güçlere yamandıkça yamanıyorlar. Bu anlamda çok açıkça belirtebiliriz ki, bu hükümetler tipik özel savaş hükümetleridir. Bu politikalarla şekillenen hükümetler, ancak özel savaş hükümetleri olabilir. Kesinlikle yarını kurtarma diye bir sorunu yoktur. Hatta geçmişi gözden geçirme diye bir sorunları da yoktur. Mevcut hükümetin başı olan Demirel’e bakalım; bütün hüneri birkaç ayı, o da olmadıysa, birkaç günü kurtarmaktır. Bir “beş yüz gün” sözünü ağzına almıştır. Bırakalım bu beş yüz günü kurtarmayı; muhalefetin bile söylediği gibi, daha da fazla batırmaktan öteye gidememiştir.
Gerek 12 Eylül’ün bütün hükümetleri olsun, gerekse onunla biraz çelişerek başa gelen Demirel-İnönü hükümeti olsun, önlerine koydukları temel hedef; “terörü” birinci plana alıp ezme hedefiydi. Yani ulusal kurtuluş mücadelesini ezmeyi hedefliyorlardı. Ana hedef bu olunca, hükümetin bütün olanakları buna göre seferber edildi. Bu ne anlama gelir? Kendileri buna Olağanüstü Hal Yönetimi dediler, sıkıyönetim dediler, Özel Savaş Dairesi’nin işe karışması dediler. Eyleme de özel savaş dediler.
Özel savaş hükümetlerini, normal hükümetlerden ayırt etmek gerekir. Kapsamlı politik ve ekonomik hedefleri olmaz. Lafı çok iyi bilir, ebediyete kadar yaşarız denir, ama tersi söz konusudur. Günü kurtardıysa ne mutlu ona. Bir de geçmişle çok övünür. Fakat geçmişi kendisine bela olmuştur. Ağır bir yük teşkil eden tek bir konumuna bile gerçekçi yaklaşamaz. Aslında geçmişi de, geleceği de tükenmiş bir anı ifade ediyorlar. Özel savaşımın dayandığı siyasi durum, geçmişten de, gelecekten de umudu kesmiş; günü kurtarmayla uğraşan bir durumdur. Bu, her şeyin savaşla belirlenmesi anlamına gelir. Bu özel savaşı kazanmadan, hiçbir şeye el atamayız derler. Nitekim bakanlarının da her gün söyledikleri budur. Örneğin, Sağlık Bakanı, daha dün, “Terör kesilmezse, sağlık sorununa hiçbir çözüm getiremeyiz” dedi. Sanayicisi de, tarımcısı da bunu söyler ki, bunlar anlaşılır sözlerdir. Başbakanı da gelir, “Terörü önleyin, devletinize sahip çıkın, size daha sonra ilgi gösteririz” der. Dikkat edilirse, bu yaklaşımla da her şeyi mevcut özel savaş hedefine bağlama var. Özel savaşı başarma istemi var. Eğer başarmazlarsa, bu hükümet kısa bir dönem içinde yıkılır.
Mevcut hükümetlerin yıkılış mantığına bakalım. Evren-Özal direniyor. Çünkü bunlar halen özel savaşın yönetimini devretmiş değiller. 1980’lerden itibaren ağırlıklı olarak bunlar yönetiyor. Özal’ı indirmeyi istediler. İndirmek şurada kalsın, tehdit etmesini dahi bilmiyorlar. Evren gerçek bir cumhurbaşkanı gibi perde arkasındadır. Emekli generaller, ordunun doğal sahipleri gibiler. Günümüzde bu daha çok böyledir. Çünkü özel savaşın ağırlıklı sorumluluğu bunlardadır. Hatta Demirel-İnönü’yü de özel savaş kullanıyor. Bunlar biraz popülist; birisi sosyal demokrat görünerek, diğeri de köylü kasaba üslubunu kullanarak, ANAP’tan, 12 Eylül’den soğumuş halk kitlelerini özel savaşın dayanağı haline getirmek istiyorlar. Nitekim sözümona “teröristlere” karşı eylem yapın dediklerinde, “En Büyük Türkiye, Kahrolsun PKK! Kahrolsun APO, Yaşasın Polis, Yaşasın Atatürk!” diye slogan attırıyorlar. Aslında kimse bu sözcüklere anlam vermiyor.
Türkiye’deki özel savaşı biraz yakından inceleyenler görecekler ki, Demirel ve İnönü’den beklenen, mevcut kitleyi özel savaşın emrine sokmaktır. Nitekim onlar da hükümeti bu temelde kullanıyorlar. Özel savaşın verdiği görevlerin gereklerini yerine getiriyorlar. Demirel-İnönü hükümetinin bir tanımı yapılacaksa, şu belirtilebilir; generallerin, ANAP-Özal sivil klik öğesinin yetmezliğe düştüğü yerde, artık götüremiyorum dediği, kitlelerin de artık meşru kabul edemeyiz dediği yerde, devreye sokulan hükümettir. DYP ve SHP’den meydana gelen bu oluşuma da koalisyon deniliyor. Daha çok da kitlenin devletten kopuşmaya doğru gittiği, özel savaşın karşısında dikilmeye başladığı anda, yasaklı olmalarına rağmen yasakları da kaldırıldı. Çünkü kullanılmak durumundadırlar. Gelin hükümet kurun dediler. Kitleyi ne kadar aldatırlarsa veya özel savaşa ne kadar gerekli olurlarsa o kadar tutacaklar. Nitekim bunu Demirel de, İnönü de çok iyi görüyor ve bunu benimsiyorlar. Demokrasi maskesi altında “terörü yeneceğiz, terörü ezeceğiz” diyorlar.
Piyasaya verdikleri para da az değildir. Bununla köylüleri, işçileri aldatıyorlar. Uluslararası politikada yaptıkları da şovenizmi körüklemektir; Kıbrıs sorunuyla, Bosna-Hersek, Türki Cumhuriyetler sorunlarıyla tümüyle şovenizmi körüklemektir. Burada da özel savaşa hizmet esastır. İçerde halkın ağzına bir parmak bal çalmak esastır. Ertesi gün halk yine zorlanacak, fakat bir parça bal daha verirler. Fakat toplum da çok iyi bilir ki, yarını bile güvence altında değildir.
Esas itibarıyla iktidarı yöneten kuvvet askeri güçlerdir, onun özel bölümleridir, istihbaratıdır. Asker ve sivil emniyet güçleridir ve bunun birçok başka özel savaş kolları var. Korucular, aşiretler, Hizbullah vb. çeşitli kolları sürekli geliştirirler. Ne bulabilirlerse onu devreye sokarlar. Ve her zaman “terör zayıflıyor, önlendi, bitmek üzere” laflarını ağızlarından düşürmüyorlar. Temel beklentileri budur. Bu da bu hükümetin “büyük” ufkunu gösteriyor ya da kendisine biçimlenen rolün ne olduğunu gösteriyor. Bunun propagandasını yapacaklar; bunun kitleleri aldatma rolünü oynayacaklar, diplomasi yönünü oynayacaklar; ekonomik ihtiyaçlarını giderecekler. Hükümetten beklenen budur. Gerisi özel savaşın vurucu aygıtlarının işidir. Komploculuktan tutalım uşaklarına kadar, katliamından tutalım sahte sol, reformist işbirlikçi Kürtçü yaratmaya kadar özel savaşın işidir. Hükümetler sadece birer figürandır.
Somuta baktığımızda Türkiye’de gerçekleşen budur. Kürdistan’da gerçekleşen özel savaşın bir biçimidir. Bir diğer yönünü daha iyi anlamak gerekir. Özel savaş, mantığı gereği kısa sürede sonuç almakla, ancak ayakta tutunabilecektir. Süresi uzadı mı, bu onun için yenilgi demektir. Bir özel savaşa verilecek en iyi karşılık, onu uzun vadede gittikçe yıpratan bir tarzda ele almaktır. Özel savaş eğer yıpratılmaz, biraz başarı kazanırsa çok tehlikeli bir durum alır. Fakat durakladı, gelişim kaydetmedi mi bilin ki o özel savaş çürür. Ve karşı taraf, devrimci cephe, devrimci savaş eğer gerçekten zafer çizgisinde yürüyorsa başarısı kaçınılmazdır.
Bizim karşımızdaki savaş, herhangi bir savaş değil, özel savaştır. Veya çerçevesi belli, biçimlenişi belli bir savaştır. Diğer biçimlerle, Vietnam ile, Çin ile karıştırmamak gerekir, Latin Amerika ile, Afrika ile karıştırmamak gerekir. Kendine özgü yanları var. Bu özel savaş başlangıçta gizliydi. Türk sisteminin her zaman bir özel savaş yanı vardır ve her zaman gizli bir yanı vardır. Ama bu, günümüzde oldukça açığa çıkarıldı. Açığa çıkartılması, savaşımızın gelişim düzeyinin bir ifadesidir.
Mevcut haliyle özel savaş, hükümetin de, meclisin de, muhalefetin de emrinde olduğu, işbirlikçi Kürtlerin, Barzani-Talabanilerin de emrinde olduğu bir savaştır. Bu çok önemlidir. Yani sivil hükümet emrinde, sivil muhalefet emrinde, işbirlikçi Kürtçü emrinde, önemli oranda tasfiye olmuş sol emrinde... Özel savaşın mantığı gereği, işbirlikçi Kürtçünün, solcunun her zaman devletin emrine girmesine gerek yoktur. Ama özel savaş döneminde irtibatları gelişir. Nitekim TKP geldi, emirlerine girdi; Barzani-Talabani geldi, onlar da emirlerine girdiler. Bunlar değişik politikalardır. Ancak özel savaşla izah edilebilir.
Özel savaş sık sık yöntem değiştiriyor, ilişki değiştiriyor, şantaj yapıyor, taviz veriyor. Diplomasiye bakın; yalnız Suriye sahasına uygulanan diplomasiye bakın. “Sana su veririm, para veririm, sen de PKK’ye şöyle tavır al” diyor. Hatta Dışişleri Bakanı bunu söylerken, belki de bu gerçeği fark etmeden söylüyor. Karşı taraf da “Bizim sahamızda PKK’yi, APO’yu böyle değerlendirmeniz anormal bir durum. Bizim sahamızı böyle değerlendirmeniz gerçekçi değildir” diyor. Doğru da. Karşı tarafın özel savaşı yaşadığını dahi idrak edemiyor, normal bir hükümet sanıyor. Karşısındakinin özel savaşın Dışişleri Bakanı olduğunu kavrayamamıştır.
Bütün bunların yanı sıra şovenizmi körüklemek isteyen TC, Bosna-Hersek’e sarılacak. Kıbrıs artık işine gelmiyor, yeni bir kahramanlık biçimi gerek. Bosna-Hersek, Azerbaycan kahramanlığına ihtiyacı var. Bütün bunlar özel savaş politikalarının göstergeleridir. Ekonomi de öyledir, tipik bir ekonomik yönetim var. Her gün skandal üstüne skandal yaşanıyor. Hepsi de skandal yaratmış; eskileri de, yenileri de. Birbirlerinin skandallarını, birbirlerine karşı koz olarak kullanıyorlar. Yaşamdaki diğer bütün uygulamalar da böyledir.
Demek ki fazla geleceği olmayan, tarihe en gerici bir tarzda yaklaşan ve günü kurtarmak için yapmadığı demagoji, baskı, satılmadık yanı kalmayan bir hükümet biçimiyle karşı karşıyayız. Veya hükümet biçimi de demeyelim, bir özel savaş gerçeğiyle karşı karşıyayız. Meclise de özel savaş meclisi; hükümete de özel savaş hükümeti diyeceğiz. Doğru değerlendirme budur. Niteliklerini sıralarken, değindiğimiz bir konu da şuydu; bu tip savaşım hükümetlerinin veya savaşım güçlerinin kısa sürede başarılı olmaması halinde, tersi sonuçlara yol açmaları söz konusudur. Bu tip yönelimlerini, politikalarını kısa sürede başarıya götüremezlerse, başarısızlığa uğrarlar. Her ne kadar bu özel savaş hükümeti veya özel savaş rejimi tam başarısızlığa uğramamışsa da, tam başarılı değilse de, tam başarısızlığa uğradığını da belirtemeyiz. Başarılı değil, fakat başarıdan umudu kesmiş de değil.
Özel savaş halen başarılı olacağına dair inatçıdır. Özellikle generaller çok inatçıdır. Çünkü generaller şunu iyi biliyorlar; özel savaşın başarısız olması, bin yıllık egemenliklerinin yerle bir olması demektir. O anlı şanlı generaller, paşalar edebiyatının bir daha dirilmemecesine sönmesi demektir. Mevcut siyasi parti sisteminin felç olması demektir. Bu hükümetlerin dayandığı bütün parti sistemleri, anayasası yok olur gider. Onun holdingcileri, tekelcileri var. Onların da iktidarlarının, çıkarlarının yerle bir olması demektir. Yine Kürt işbirlikçileri var; onların da tarihin en lanetli kesimleri olarak her şeyini en acı bir biçimde kaybetmeleri demektir. Bu nedenle hepsi birleşiyor. Hem birbirleriyle dalaşıyorlar, hem birleşiyorlar. Savaşı kaybetmenin, herkesin kaybetmesi olduğunu söylüyorlar. Bir özel savaş yetkilisi şunu söyledi; “Birbirimize girmemize hiç gerek yok. Bu gemi batarsa hepimiz yerin dibine gideriz.” Bu doğru bir değerlendirmeydi. Onun için kimse kimseyle fazla dalaşmadı. Sözümona gemiyi kıyıya sağlam vardırmak istiyorlar. Dolayısıyla özel savaşın kendisini çok iyi korumak isteyeceği anlaşılırdır. Tam başarılı olmasa da, başarıdan umut kesmediği anlaşılmalıdır. Fakat kendini rahatlıkla yürütebilecek, götürebilecek bir rejim olmadığı da kavranılmalıdır. Çok çelişkili, çöküş emareleri taşıyan, kitlelerin aldatılmasına ve bastırılmasına dayanan, hatta müttefiklerinin bile aldatılmasına dayanan, demagoji yönü büyük, saptırma yönü gelişkin tersyüz etme bu nedenledir. Rüşveti, torpili çoktur. Toplumsal ahlakla sonuna kadar oynanması bu nedenledir. Ve bu şekilde götürülmek isteniyor.
Reber APO
6 Ağustos 1992
- Ayrıntılar
Düşman gerçeği üzerinde çok durulmuştur. Hemen bütün planlama çalışmalarına bir doğru düşman değerlendirmesiyle giriş yapılmıştır. Yine yaparız, yapacağız da. Düşmanın tarihini, güncel olarak dayandığı ulusal düzeyi; ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi, hatta askeri durumu; bununla birlikte uluslararası ilişki ve çelişkileri hususlarında değerlendirmeler fazlasıyla yapılmıştır.
Temelde savaştığımız baş çelişki Türk sömürgeciliğidir. Sömürgecilikten de öteye, ulusal imha siyasetidir ve onun tarih boyunca her türlü uygulamasıdır. Baş çelişki budur. Düşman bu çelişkiye her dönemde belli bir içerik ve biçimle gerçeklik kazandırmış ve üzerimize kusturmuştur. Büyük Türk egemen boylarının Kürdistan’a ve Anadolu’ya vuruş biçimlerinden tutalım en son 12 Eylül rejiminin ve onun günümüzdeki uzantılarının vuruş biçimlerine kadar hepsini az çok anlattım. Bu düşman nedir, kimdir? Nereden geldi, amacı nedir? Bütün bunlar gösterilmiştir. Partinin en kapsamlı çözümlemeleri bu konularla ilgilidir.
Türk egemenlik sisteminin ekonomik, sosyal, ulusal içeriği, ahlaki yanı kadar, yine onun sahipleri nasıl biçimlenmiş, nasıl bir vuruş tarzına sahip, bütün bunlar gösterilmiştir. Tarih boyunca barbarca yaklaşımlarının, uygulamalarının nasıl olduğu gösterilmiştir. İslamiyet ile bağlantısından tutalım bugün emperyalizm ile bağlantısına kadar veya kapitalist-emperyalist sistemle bağlantısından tutalım insan görünümlü emperyalistliğine kadar değinilmiştir. Bunlar Manifestomuzdan tutalım en son çözümlemelerimize kadar hepsinde yer almıştır. Bunları tekrarlamanın anlamı yoktur. Daha yakın günlerde incelediğimiz cumhuriyetin kuruluşu, dönemeçleri de değerlendirilmiştir. Yine 12 Eylül de çok kapsamlı değerlendirilmiştir.
Mevcut duruma, güncel duruma bir-iki değinmede bulunursak ne belirtilebilir? İkinci cumhuriyetten bahsediyorlar. Bu ikinci cumhuriyet 27 Mayıs ile mi başladı, 12 Mart ile mi, 12 Eylül ile mi başladı belli değil. Belli olan nedir? Cumhuriyetin tıkanması gerçeğini dile getiriyorlar. Gerçekten cumhuriyetin politik sistemi bütün alt yapısıyla, üst yapısıyla toplumu tıkamış, bunalıma sevk etmiştir. Bunalım derindir, ancak özel savaş yöntemleriyle ayakta durabilmektedir. Ekonomik konularda da tam bir vurgun, soygun politikası takip edilmektedir. Enflasyon en üst boyuttadır. Yine onun doğal bir sonucu olarak sosyal bunalım, ahlaki bunalım içinden çıkılamaz, tarihte eşine rastlanmaz bir durumdadır. Uluslararası alandaki büyük alt üst oluşu anlamaktan uzaktır. Bundan etkilenmemek için en çağ dışı politikalara dayanmıştır.
Şunu her zaman belirttik; gerek iki sistem arasındaki dengeyi kollayarak TC’yi şekillendirmeler, gerekse bu sistemin günümüzde aşılmasıyla içine girdiği statüko ancak çok ileri düzeyde bir şovenizm ile mümkündür. Türk şovenizminin hiçbir ulusta görülemeyecek kadar topluma egemen kılınmak istenmesiyle mümkündür. Bu da bir aşiret şovenizminden daha şovence oluyor. Bunun çağdaş ulusçulukla hiçbir ilgisi yok. Fakat halen eski dengeleri kullanarak, özellikle Sovyet çözülüşünden sonra “Türki” söylemini geliştirerek, Avrupa’nın, Amerika’nın nezdinde puan toplamak istiyor. Ne kadar olmayacak bir dua, gerçekleşmeyecek bir amaçsa da, bununla oyalamaya çalışıyor. Buna pragmatik politika diyorlar, fakat günü birliktir ve günü ne kadar kurtaracağı da belli değildir. Hükümetler dış güçlere yamandıkça yamanıyorlar. Bu anlamda çok açıkça belirtebiliriz ki, bu hükümetler tipik özel savaş hükümetleridir. Bu politikalarla şekillenen hükümetler, ancak özel savaş hükümetleri olabilir. Kesinlikle yarını kurtarma diye bir sorunu yoktur. Hatta geçmişi gözden geçirme diye bir sorunları da yoktur. Mevcut hükümetin başı olan Demirel’e bakalım; bütün hüneri birkaç ayı, o da olmadıysa, birkaç günü kurtarmaktır. Bir “beş yüz gün” sözünü ağzına almıştır. Bırakalım bu beş yüz günü kurtarmayı; muhalefetin bile söylediği gibi, daha da fazla batırmaktan öteye gidememiştir.
Gerek 12 Eylül’ün bütün hükümetleri olsun, gerekse onunla biraz çelişerek başa gelen Demirel-İnönü hükümeti olsun, önlerine koydukları temel hedef; “terörü” birinci plana alıp ezme hedefiydi. Yani ulusal kurtuluş mücadelesini ezmeyi hedefliyorlardı. Ana hedef bu olunca, hükümetin bütün olanakları buna göre seferber edildi. Bu ne anlama gelir? Kendileri buna Olağanüstü Hal Yönetimi dediler, sıkıyönetim dediler, Özel Savaş Dairesi’nin işe karışması dediler. Eyleme de özel savaş dediler.
Özel savaş hükümetlerini, normal hükümetlerden ayırt etmek gerekir. Kapsamlı politik ve ekonomik hedefleri olmaz. Lafı çok iyi bilir, ebediyete kadar yaşarız denir, ama tersi söz konusudur. Günü kurtardıysa ne mutlu ona. Bir de geçmişle çok övünür. Fakat geçmişi kendisine bela olmuştur. Ağır bir yük teşkil eden tek bir konumuna bile gerçekçi yaklaşamaz. Aslında geçmişi de, geleceği de tükenmiş bir anı ifade ediyorlar. Özel savaşımın dayandığı siyasi durum, geçmişten de, gelecekten de umudu kesmiş; günü kurtarmayla uğraşan bir durumdur. Bu, her şeyin savaşla belirlenmesi anlamına gelir. Bu özel savaşı kazanmadan, hiçbir şeye el atamayız derler. Nitekim bakanlarının da her gün söyledikleri budur. Örneğin, Sağlık Bakanı, daha dün, “Terör kesilmezse, sağlık sorununa hiçbir çözüm getiremeyiz” dedi. Sanayicisi de, tarımcısı da bunu söyler ki, bunlar anlaşılır sözlerdir. Başbakanı da gelir, “Terörü önleyin, devletinize sahip çıkın, size daha sonra ilgi gösteririz” der. Dikkat edilirse, bu yaklaşımla da her şeyi mevcut özel savaş hedefine bağlama var. Özel savaşı başarma istemi var. Eğer başarmazlarsa, bu hükümet kısa bir dönem içinde yıkılır.
Mevcut hükümetlerin yıkılış mantığına bakalım. Evren-Özal direniyor. Çünkü bunlar halen özel savaşın yönetimini devretmiş değiller. 1980’lerden itibaren ağırlıklı olarak bunlar yönetiyor. Özal’ı indirmeyi istediler. İndirmek şurada kalsın, tehdit etmesini dahi bilmiyorlar. Evren gerçek bir cumhurbaşkanı gibi perde arkasındadır. Emekli generaller, ordunun doğal sahipleri gibiler. Günümüzde bu daha çok böyledir. Çünkü özel savaşın ağırlıklı sorumluluğu bunlardadır. Hatta Demirel-İnönü’yü de özel savaş kullanıyor. Bunlar biraz popülist; birisi sosyal demokrat görünerek, diğeri de köylü kasaba üslubunu kullanarak, ANAP’tan, 12 Eylül’den soğumuş halk kitlelerini özel savaşın dayanağı haline getirmek istiyorlar. Nitekim sözümona “teröristlere” karşı eylem yapın dediklerinde, “En Büyük Türkiye, Kahrolsun PKK! Kahrolsun APO, Yaşasın Polis, Yaşasın Atatürk!” diye slogan attırıyorlar. Aslında kimse bu sözcüklere anlam vermiyor.
Türkiye’deki özel savaşı biraz yakından inceleyenler görecekler ki, Demirel ve İnönü’den beklenen, mevcut kitleyi özel savaşın emrine sokmaktır. Nitekim onlar da hükümeti bu temelde kullanıyorlar. Özel savaşın verdiği görevlerin gereklerini yerine getiriyorlar. Demirel-İnönü hükümetinin bir tanımı yapılacaksa, şu belirtilebilir; generallerin, ANAP-Özal sivil klik öğesinin yetmezliğe düştüğü yerde, artık götüremiyorum dediği, kitlelerin de artık meşru kabul edemeyiz dediği yerde, devreye sokulan hükümettir. DYP ve SHP’den meydana gelen bu oluşuma da koalisyon deniliyor. Daha çok da kitlenin devletten kopuşmaya doğru gittiği, özel savaşın karşısında dikilmeye başladığı anda, yasaklı olmalarına rağmen yasakları da kaldırıldı. Çünkü kullanılmak durumundadırlar. Gelin hükümet kurun dediler. Kitleyi ne kadar aldatırlarsa veya özel savaşa ne kadar gerekli olurlarsa o kadar tutacaklar. Nitekim bunu Demirel de, İnönü de çok iyi görüyor ve bunu benimsiyorlar. Demokrasi maskesi altında “terörü yeneceğiz, terörü ezeceğiz” diyorlar.
Piyasaya verdikleri para da az değildir. Bununla köylüleri, işçileri aldatıyorlar. Uluslararası politikada yaptıkları da şovenizmi körüklemektir; Kıbrıs sorunuyla, Bosna-Hersek, Türki Cumhuriyetler sorunlarıyla tümüyle şovenizmi körüklemektir. Burada da özel savaşa hizmet esastır. İçerde halkın ağzına bir parmak bal çalmak esastır. Ertesi gün halk yine zorlanacak, fakat bir parça bal daha verirler. Fakat toplum da çok iyi bilir ki, yarını bile güvence altında değildir.
Esas itibarıyla iktidarı yöneten kuvvet askeri güçlerdir, onun özel bölümleridir, istihbaratıdır. Asker ve sivil emniyet güçleridir ve bunun birçok başka özel savaş kolları var. Korucular, aşiretler, Hizbullah vb. çeşitli kolları sürekli geliştirirler. Ne bulabilirlerse onu devreye sokarlar. Ve her zaman “terör zayıflıyor, önlendi, bitmek üzere” laflarını ağızlarından düşürmüyorlar. Temel beklentileri budur. Bu da bu hükümetin “büyük” ufkunu gösteriyor ya da kendisine biçimlenen rolün ne olduğunu gösteriyor. Bunun propagandasını yapacaklar; bunun kitleleri aldatma rolünü oynayacaklar, diplomasi yönünü oynayacaklar; ekonomik ihtiyaçlarını giderecekler. Hükümetten beklenen budur. Gerisi özel savaşın vurucu aygıtlarının işidir. Komploculuktan tutalım uşaklarına kadar, katliamından tutalım sahte sol, reformist işbirlikçi Kürtçü yaratmaya kadar özel savaşın işidir. Hükümetler sadece birer figürandır.
Somuta baktığımızda Türkiye’de gerçekleşen budur. Kürdistan’da gerçekleşen özel savaşın bir biçimidir. Bir diğer yönünü daha iyi anlamak gerekir. Özel savaş, mantığı gereği kısa sürede sonuç almakla, ancak ayakta tutunabilecektir. Süresi uzadı mı, bu onun için yenilgi demektir. Bir özel savaşa verilecek en iyi karşılık, onu uzun vadede gittikçe yıpratan bir tarzda ele almaktır. Özel savaş eğer yıpratılmaz, biraz başarı kazanırsa çok tehlikeli bir durum alır. Fakat durakladı, gelişim kaydetmedi mi bilin ki o özel savaş çürür. Ve karşı taraf, devrimci cephe, devrimci savaş eğer gerçekten zafer çizgisinde yürüyorsa başarısı kaçınılmazdır.
Bizim karşımızdaki savaş, herhangi bir savaş değil, özel savaştır. Veya çerçevesi belli, biçimlenişi belli bir savaştır. Diğer biçimlerle, Vietnam ile, Çin ile karıştırmamak gerekir, Latin Amerika ile, Afrika ile karıştırmamak gerekir. Kendine özgü yanları var. Bu özel savaş başlangıçta gizliydi. Türk sisteminin her zaman bir özel savaş yanı vardır ve her zaman gizli bir yanı vardır. Ama bu, günümüzde oldukça açığa çıkarıldı. Açığa çıkartılması, savaşımızın gelişim düzeyinin bir ifadesidir.
Mevcut haliyle özel savaş, hükümetin de, meclisin de, muhalefetin de emrinde olduğu, işbirlikçi Kürtlerin, Barzani-Talabanilerin de emrinde olduğu bir savaştır. Bu çok önemlidir. Yani sivil hükümet emrinde, sivil muhalefet emrinde, işbirlikçi Kürtçü emrinde, önemli oranda tasfiye olmuş sol emrinde... Özel savaşın mantığı gereği, işbirlikçi Kürtçünün, solcunun her zaman devletin emrine girmesine gerek yoktur. Ama özel savaş döneminde irtibatları gelişir. Nitekim TKP geldi, emirlerine girdi; Barzani-Talabani geldi, onlar da emirlerine girdiler. Bunlar değişik politikalardır. Ancak özel savaşla izah edilebilir.
Özel savaş sık sık yöntem değiştiriyor, ilişki değiştiriyor, şantaj yapıyor, taviz veriyor. Diplomasiye bakın; yalnız Suriye sahasına uygulanan diplomasiye bakın. “Sana su veririm, para veririm, sen de PKK’ye şöyle tavır al” diyor. Hatta Dışişleri Bakanı bunu söylerken, belki de bu gerçeği fark etmeden söylüyor. Karşı taraf da “Bizim sahamızda PKK’yi, APO’yu böyle değerlendirmeniz anormal bir durum. Bizim sahamızı böyle değerlendirmeniz gerçekçi değildir” diyor. Doğru da. Karşı tarafın özel savaşı yaşadığını dahi idrak edemiyor, normal bir hükümet sanıyor. Karşısındakinin özel savaşın Dışişleri Bakanı olduğunu kavrayamamıştır.
Bütün bunların yanı sıra şovenizmi körüklemek isteyen TC, Bosna-Hersek’e sarılacak. Kıbrıs artık işine gelmiyor, yeni bir kahramanlık biçimi gerek. Bosna-Hersek, Azerbaycan kahramanlığına ihtiyacı var. Bütün bunlar özel savaş politikalarının göstergeleridir. Ekonomi de öyledir, tipik bir ekonomik yönetim var. Her gün skandal üstüne skandal yaşanıyor. Hepsi de skandal yaratmış; eskileri de, yenileri de. Birbirlerinin skandallarını, birbirlerine karşı koz olarak kullanıyorlar. Yaşamdaki diğer bütün uygulamalar da böyledir.
Demek ki fazla geleceği olmayan, tarihe en gerici bir tarzda yaklaşan ve günü kurtarmak için yapmadığı demagoji, baskı, satılmadık yanı kalmayan bir hükümet biçimiyle karşı karşıyayız. Veya hükümet biçimi de demeyelim, bir özel savaş gerçeğiyle karşı karşıyayız. Meclise de özel savaş meclisi; hükümete de özel savaş hükümeti diyeceğiz. Doğru değerlendirme budur. Niteliklerini sıralarken, değindiğimiz bir konu da şuydu; bu tip savaşım hükümetlerinin veya savaşım güçlerinin kısa sürede başarılı olmaması halinde, tersi sonuçlara yol açmaları söz konusudur. Bu tip yönelimlerini, politikalarını kısa sürede başarıya götüremezlerse, başarısızlığa uğrarlar. Her ne kadar bu özel savaş hükümeti veya özel savaş rejimi tam başarısızlığa uğramamışsa da, tam başarılı değilse de, tam başarısızlığa uğradığını da belirtemeyiz. Başarılı değil, fakat başarıdan umudu kesmiş de değil.
Özel savaş halen başarılı olacağına dair inatçıdır. Özellikle generaller çok inatçıdır. Çünkü generaller şunu iyi biliyorlar; özel savaşın başarısız olması, bin yıllık egemenliklerinin yerle bir olması demektir. O anlı şanlı generaller, paşalar edebiyatının bir daha dirilmemecesine sönmesi demektir. Mevcut siyasi parti sisteminin felç olması demektir. Bu hükümetlerin dayandığı bütün parti sistemleri, anayasası yok olur gider. Onun holdingcileri, tekelcileri var. Onların da iktidarlarının, çıkarlarının yerle bir olması demektir. Yine Kürt işbirlikçileri var; onların da tarihin en lanetli kesimleri olarak her şeyini en acı bir biçimde kaybetmeleri demektir. Bu nedenle hepsi birleşiyor. Hem birbirleriyle dalaşıyorlar, hem birleşiyorlar. Savaşı kaybetmenin, herkesin kaybetmesi olduğunu söylüyorlar. Bir özel savaş yetkilisi şunu söyledi; “Birbirimize girmemize hiç gerek yok. Bu gemi batarsa hepimiz yerin dibine gideriz.” Bu doğru bir değerlendirmeydi. Onun için kimse kimseyle fazla dalaşmadı. Sözümona gemiyi kıyıya sağlam vardırmak istiyorlar. Dolayısıyla özel savaşın kendisini çok iyi korumak isteyeceği anlaşılırdır. Tam başarılı olmasa da, başarıdan umut kesmediği anlaşılmalıdır. Fakat kendini rahatlıkla yürütebilecek, götürebilecek bir rejim olmadığı da kavranılmalıdır. Çok çelişkili, çöküş emareleri taşıyan, kitlelerin aldatılmasına ve bastırılmasına dayanan, hatta müttefiklerinin bile aldatılmasına dayanan, demagoji yönü büyük, saptırma yönü gelişkin tersyüz etme bu nedenledir. Rüşveti, torpili çoktur. Toplumsal ahlakla sonuna kadar oynanması bu nedenledir. Ve bu şekilde götürülmek isteniyor.
Reber APO
6 Ağustos 1992
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Ağustos günü Dersim merkeze bağlı Hakis, Hıngırvan, Dokuzkaya Sırtları ve Harçik vadisine yönelik işgalci TC ordusu tarafından başlatılan operasyon gücünün ağırlıklı bölümü 19 Ağustos günü saat 19.00 sularında geri çekilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Gerillalarımızın Hakkari’nin Şemdinli-Yüksekova hattında gerillalarımız tarafından başlatılan harekat kapsamında Geliye Doskî, Şitazin ve Oramar mıntıkalarında 17 Ağustos günü başlayan çatışma ve gerilla eylemleri devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Tarih disiplininde bazı günler ve dönemler; tarihin seyrinde kalıcı etkileriyle sürekli yaşamsal olur. Özellikle sömürülen ve baskı altında tutulan bir halkın nezdinde, tarihin seyrine etkide bulunan bu dönemlerin kalıcılığı ve yaşamsallığı daha anlamlı ve derin olur…
Kabul etmek gerekir ki; Kürt halkının son otuz yılına damgasını vuran ve tarihin seyrini her yönüyle değiştiren bir tarih olarak 15 Ağustos’un anlamı ve yaşamsallığı bu minvalde hayli önemli olmaktadır.
Kürtler açısından ve Kürt özgürlük hareketi adına her yıl kendini güçlendiren ve bu yönüyle de yaşamsallığını daha da anlamlı bir hale getiren; 15 Ağustos’u kritik etmek ve bugünlerde yaşanan tartışmaları değerlendirmek gerekmektedir.
Yıl 1984 ve Siirt’in Eruh ilçesi ile Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde gerçekleşen ilk eylemler ile birlikte tarihin seyrinde önemli etki de bulunan ve gelişimini oluşturan 15 Ağustos atılımı gerçekleşir.
Dönemin başbakanı Turgut Özal, Muğla'nın Bodrum ilçesinde tatildedir…
Konu kendisine aktarıldığında verdiği tepki ve yaptığı ilk açıklama; “birkaç eşkıyanın işidir, yirmi dört saate kalmaz, devlet konuyu çözer!” şeklinde olur…
Aynı dönemde Cumhurbaşkanı olan Kenan Evren ise benzeri bir tepkiyi Marmaris’te verir…
Kimse gelişen bu saldırının bugünlere ulaşacağını ve böylesi kitlesel bir güce dönüşeceğini öngöremez…
Devam eden yıllarda, gerçekleşen saldırılar ve eylemlerle konunun Başbakan Özal’ın öngörmeye çalıştığı gibi kolay olmadığı ve kazın ayağının gerçekten de çok farklı olduğunu ortaya çıkardı.
86/89 yılları arasında artan eylemler ve bölgede yaşanan alan hakimiyetinin ardından devlet aklı konuya ehemmiyet verir. Yine aynı dönemde Özal; “suyun kurutulması” denilen projesini hayata geçirmeye çalışır. Bunun sonucunda Köy boşaltmaları ve koruculuk sistemi geliştirilmeye çalışılır ve bu şekilde sorunun içinden çıkılacağı yönünde bir görüş devlet aklı olarak uygulanmaya konulur.
Ortaya konulmak istenen bu yaklaşımlar; 90 yılların mayası olmuştur.
91 yılında ilk Irak müdahalesi olunca, Özal “bir koyup üç alacağız” dedi… Devletin aklı; ne yaptı/neyi aldı diye yıllarca tartışıldı. Sonuç ise fiili olarak parçalanan bir Irak ortaya çıktı.
92 yıllarında özellikle Botan alanında yaşanan çatışmalar ve ortaya çıkan mevcut tablo devlet aklının, bir yerlerde hata yaptığını ve karşısındaki gücün artık bir halk hareketine dönüştüğünü net bir şekilde görmeye başladı.
Bunun üzerine de hem Nusaybin’de, hem Şırnak/Cizre’de ve hem de Kars’ın Digor ilçelerinde hedef gözeterek halk tarandı ve kitlenin bu şekilde sindirileceği ve PKK’nin halk tabanından yoksun kalacağı öngörüldü… Onlarca insan katledildiği gibi aynı dönemde insan hakları savunucuları ve bağımsız bölge siyasetçileri de hedef seçildi…
Yine aynı dönemde NATO'nun desteğiyle Kuzey Irak’a büyük operasyonlar düzenlendi… Kürtlerin gerici güçlerinden yararlanılarak, NATO'nun tüm desteğini arkasına alan devletin aklı bu şekilde de istediğini tam olarak elde edememişti.
Devam eden süreçte ise bölgede devlet odaklı yapılanmalar ile halk arasında korkutma/sindirme amaçlı saldırıları sokak ortasında işlerken, yine devletin resmi makamları tarafından kurulan çetevari yapılanmalarla faili meçhuller geliştirildi…
Binlerce Kürt insanı devletin dolaylı ya da direkt müdahalesi sonucunda yaşamını yitirdi… Devletin aklının bu dönemde ortaya koyduğu siyasi mantık; en yüksek seviyede güvenlikçi yaklaşımlar ve uluslar arası güçlerin desteğiyle daha da önemli hamleleri geliştirebileceğini sandı…
93 yılında ise dönemin Cumhurbaşkanı-Jandarma Genel Komutanı sorunun çözümüne dönük projeler üzerinde çalışmaya başladılar… PKK ile devlet arasında çeşitli düzeylerde görüşmeler yapılarak, sorunun siyasal zeminde çözümüne fırsat verilmek istendi…
Bu gelişmelerin ardından hem Cumhurbaşkanı, hem de jandarma genel komutanı ve diğer birçok üst düzey yetkili, şaibeli şekilde öldürüldü… Bu dönem devlet aklının esip/gürlediği ve karanlık güçlerin bir çok sorunda ortaya çıktığı net bir şekilde görüldü…
Dönemin Genelkurmay başkanı Güreş, sorunun çözümünden ziyade batılı güçlerin politik çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başladı. Aynı dönemde üç kez darbeyle gönderilen ve dört kez de göreve gelen dönemin başbakanı Demirel, Çankaya köşküne çıktı.
ABD’den ithal edilen Tansu Çiller de başbakan oldu… “Kimseye bir çakıl taşı vermeyiz” diyerek, bu soruna yaklaşımını net bir şekilde ortaya koydu. Daha sonra “liste cebimde” diyerek, Kürt sermayesine ve iş adamlarına yönelik operasyonların işaret fişeğini ateşledi… Katledilme sırası Kürt iş adamlarına geldi…
90’lı yılların ortasında yaşanan bu karanlık tablonun ardından Refah-Yol hükümetinin dönemi başladı. 97 yılında tekrardan sorunun siyasi çözümü için girişimlerde bulunuldu… Ama yine sorunun silah gölgesinde kalmasını ve daha çok kanın akıtılması gerektiğine inanıldığından, meşhur 28 şubat süreci ortaya çıktı.
Sorunun uluslar arası alanda çözümü için yaşanan süreçte ise başta ABD ve İsrail olmak üzere Avrupalı güçlerin de etkisiyle 99’un Şubat ayında 15 Şubat komplosu ortaya çıktı. Türkiye adına pimi çekilmiş bir bomba gibi gelişen bu süreçte dönemin başbakanı “bize niye verdiler anlamadım” diyerek, siyaseten ne kadar aciz olduğunu beyan etti. Ve yaşananları anlamaya ahir ömrü yetmedi!
Kürt halk önderinin sürece gösterdiği sağduyulu yaklaşımı sonucunda siyasi çözüme yönelik bir şans daha verildi. Yaklaşık 5 yıl boyunca tek taraflı ateşkes ilan edildi…
2002 yılında yaşanan seçimlerde AKP dönemi başladı…
Yakın siyasi geçmişte AKP’nin şeceresi ise malumun ilanı olmaktadır.
Bugün 15 Ağustos’un 29. yılına girerken yaşananların, yapılan değerlendirmelerin ve ortaya konulan görüşlerin ciddi manada değiştiğini söylemek güç… Özellikle devletin aklı kaldığı yerden devam etmeye çalışıyor ve gün geçtikçe daha çok batmaktan kurtulamıyor…
15 Ağustos’un seyrindeki derinlik ve anlam zenginliği ise daha da güçlenerek, kitleselleşerek devam ediyor…
Devletin aklı uygulamaya çalıştığı güvenlik politikalarıyla kendi kendine basit bir ötenazi yapıyor, bize de “Nice 15 Ağustos’lara” demekten başka bir şey kalmıyor…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Korku nasıl bir şey diye düşünmeden edemiyor insan, gerillanın yükseltiği çıta karşısında ne konuşacağını bilmeyen kanyiyici devlet ve onun uzantılarını gördükçe. Korku yükselen çıtaya kendini katarak, kendilerini yükselen çıtanın kendisi yaparak, fedaice ve onurluca şehit düşen yoldaşların onurlu gerçeği karşısında yaşanmakta.
Şehadete giden her özgür ruhlu can, yükselen çıtanın kendisi olmakta. Bu denli büyük ve ulaşılamaz ayrıca tarifi zor olan feda oluşun kendisi olan şehit yoldaşlar; kendilerini Önderliğin yükselttiği çıtanın kendisi haline getirmekte.
Korku bu çıtaya karşı yaşanıyor. Korku bu çıtanın kendisi olan insanlık güzeli fedai yoldaşlarımızın vuruşları karşısında yaşanmakta. Kim ne derse desin asıl iman sahibi, asıl doğru duruşun sahibi onlar. Bu Önderlik bizim ve biz de onun militanlarıyız diyenlerin en katıksız bir şekilde onu savunma biçimini uyguladılar. Korku bu katıksız sevgiye karşı yaşanmakta; korku bu katıksız sevginin sahiplerinin vuruşu karşısında cayır cayır yaşanmaktadır.
Kirlenen, tücarlaşan, alım-satım haline getirilen ramazana, oruça dair her şey, her üsulde bu görkemli yürüyüşler karşısında aslında temizlenip tekrar kendi özüne dönüyor. Bu kadar yalan, işkence, Önderliğimiz tecrit altındayken en temel varolma hakkına işlerlik kazandırıyorlar. Bu kadar kanın üzerinde tutulacak orucun bu fedaice duruş olduğunu herkesi titretircesine söylüyorlar.
Devrimci operasyonda her bir şehadet unutulmaz bir cığlık ve böyle düşen her bir yoldaş zalimi titretiyor, konuşamaz hale getiriyor ki bu yüzden ancak yazılı açıklamalar yapabiliyorlar. Zaten doğruluk hakkına konuşacak hiç bir şeyleri de kalmamıştı. O yüzden yoldaşlarımız yaptıkları devrimci operasyon ile onların elinden bunu da aldılar. Bu onları ne kadar yüreklerinden vurduğunun ispatı, bu ise göze görüneni sadece.
Asıl korku ölen asker sayısı, bombalanan mevzinin sayısı da değil. Vuranların vuruş tarzı, baskın yapanların amansızca kendi değerlerini savunmadaki amansız, heybetli, olağanüstü cesaretleridir. Korkuyu salan bu eyleme giden yoldaşların Önderliğine ve şehitlerine karşı olan bağlılığının doğan bir güneş kadar net bir şekilde görülmesidir.
Öyle vuruyorlar ki öyle giriyolar ki içine içine düşmanın Apocu kişilik biziz biziz, bizi yenemezsiniz. Bu yüreği yenemezsiniz. Bu yüreğe ulaşamazsınız çünkü hiç bir çıkara bulaşmamış yürek sahibidir onlar. Çünkü gözlerini Önderliğinden bir an bile ayırmamış, gözlerini şehit yoldaşların ardılı olmaktan bir an bile ayırmamış dürüst yürek sahibidir onlar. Onlar ki şehadet çizgisine en onurluca sahip çıkmaya adanmış akıl ve düş sahibiydiler.
Korkuyorlar ve korkularında en kazançlı çıkan da yalanın kendisi oluyor. Ve yalanlarına biraz içerik katmak için bu yalanları teorileştiriyorlar ama ne iş ki yüzleri bile kızarmıyor bu mübarek ramazanda. Oysa ki Apocu yaşamda korkaklık ve yalan yenilmek zorundadır. Ve Apocu yaşam kendini aşan insanın kendini adamaya hazır insanın öyküsüdür. Asıl teoriler kendini gerçekleştirerek söylenir. Ve böyle gerçekleşene doğru yürümek teorinin özü olmaktadır. Ve her zaman yaşam klavuzumuz en somut haliyle ONLAR olmaktadır. Çünkü bu güçlerini en yalın en sade bir biçimde Önderlik Gerçeğinden alırlar.
O yüzden “biz bağlıyız”, “Önder Aposuz asla” dedik ve “böyleyiz” diyenin ve böyle yaşayanın kendisini ifade etmesidir tepede yapılan fedai eylem. Fedailik yalansızlıktır çünkü. Bu yalansızlıktandır düşmanın asıl korkuları, bu yalansızlık dehşet saçıyor tüm adiliklere Önderliğimizin üstüne gitmeye çalışanlara.
Korku öyle bir psikoloji ki düştüğü yeri için için yer, bunun azabı sonucu başlayan şaşkınlık, paniklik, benizin atması, soluğun kesilmesi, ağız kenarlarının kuruması ve çürümüşlük de çabası. Korkunun olduğu yerde herşey konuşulur da lakin doğru konuşulamaz. Ramazanın bile kutsallığı yetmez onu aştırmaya çünkü doğası gereği yalancı olmak, inkarcı olmak ve saldırmak zorundadır.
Kendi insan olma, kadın olma, özgür bir halk olma savaşımımızı, yenileyerek verdiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemin yaratılması bu günlerin daha onurlu bir şekilde verilmesi ancak ve ancak şehit düşen arkadaşlarımız sayesinde oldu. Ve bu yolda amansız başarı temelinde çalışan militan gerçeklik karşısında oldu. Bu şehit yoldaşlarımız her yerde halkımızın onurlu ve görkemli karşılamasıyla toprağa verildi. Bu yoldaşlarımız herşeyimiz ve her anımız olarak bizler ile var oldular.
Bizler Önderlik gerçeğinin kendisinden de pek yaman bir şekilde biliyoruz ki şehit toprağa gömülmez, yüreğe gömülmez; şehide başarı temelinde büyük devrimci pratiklerle sahip çıkılır.
İçinden geçtiğimiz bu ağustos ayı da böylesi bir ay olmaktadır. Ağustos denince Agit akla gelir. Ve Önderlik büyük önderliksel yürüyüşü ile binlerce Agit yarattı bu topraklarda. Agit’in ardılları olarak büyük Botan Komutanı Erdallar, Dersim yolunda Beşiri ovasında şehit düşen Nucanlar, Dersim’de Agitçe desta yazan özverili Komutan Medeniler, Dersim’in özgün ve nadide Komutanı Tekoşinler, Garzan yolculuğunda 11 yoldaşı ile destan yazan Komutan Rozalar; sesi ile içimizdeki büyü olan Delilalar ve daha adını sayamayacağımız kadar çok olan biiinlerce onurlu yoldaşlar da bu ayın şehididir. Değişmeyen bir gerçek olarak bir Agit binlerce Agit olarak bu topraklarda yeşerdi. Ve halen yeşermeye devam ediyor.
Ve bizler de Ş. Arjin Garzan ve de Ş.Mahir Başkale adıyla yapılan Çelê Devrimci Operasyonunda şehit düşen her bir yoldaşımızı Agitlerin ardılları olarak tüm görkemliliğiyle selamlıyoruz. Ve şehitlerin sadece toprağa ve yüreklerimize gömemeyeceğimiz bir gerçek olduğunun bilinciyle yalan karşısında korkusuz, özverili, cesurca durmak isteyen tüm genç kadınları ve erkekleri dağlara çağırıyoruz.
Şehadet gerçeğine tüm benliğiyle kendini katmak isteyen, şehide sahip çıkmayı isteyen en temelde Onu yaşamak ve yaşatmak temelinde kendini katmak isteyen tüm Kürt gençlerini özgürlük dağlarına çağırıyoruz. Şehidi ve onun çizgisini, kimliğini, kişiliğini bir bütünen her nerde olursa olsun savunmaya ve bunu bir meşru savunma hakkı olarak uygulamaya çağırıyoruz. Bu savaşın engin tecrübeleri çerçevesinde kayıp nedenlerini anlayıp aşmaya çalışarak ve kazanımlarına da binlerce kez kendimizi katarak görkemlice büyütmeye çağırıyoruz.
Nupelda ENGİN
- Ayrıntılar
TC devleti ve onun iktidar odakları artık çok sıkışıklar. Sıkışıklık her zaman iyi bir ruh hali değildir.
Biliniyor sıkışık olanların hal hareketleri çok dengesizleşir. Aklıselimi yitirirler. Böyleleri var olan duruma göre, var olan durumu kurtarmak için harekete geçerler. Bu ise aklın yerine anlık çıkarların, duyguların, tepkilerin ve reflekslerin konuşturulması anlamına gelir. Özcesi akıl geri plana itilerek toplumsal baskı, mahalle baskısı derken böyle birçok baskı gündeme gelerek bu durumu yaşayan bireyi, topluluğu ya da bunlar bir iktidar güçleri ise bu iktidar odaklarını hata üzerine hata yapmaya zorlar.
Evet, TC devleti ve iktidar odakları bayağı sıkışıklıklar. Bu sıkışıklığın onlarla olan ayağı mutlaka vardır. Ancak bu sıkışıklığı yaratan en önemli güç odağı özgürlük güçleridir. Özgürlük güçlerinin dağ ayağı, özgürlük güçlerinin şehir ayağı, özgürlük güçlerinin güney ayağı, özgürlük güçlerin gençlik, kadın derken tüm ayakları ve bileşenleri, özgürlüğe gönül vermiş tüm kesimler bir noktaya bilinçli bir şekilde atış yapıyorlar. Bir noktaya ortak atış yapmak önemli oranda bir örgütlülüğü ifade eder. Çok disipline olmuş bir yapıyı ifade eder.
Evet, özgürlük güçleri tarihin bu önemli an’ında topyekûn bir eş güdüm içerinde özgürlükleri için hareket ediyorlar. Bu ise güçlerine güç katarak sinerji yaratıyor. Kelebek etkisi dedikleri etki burada da gündeme geliyor. Özgürlükçü Kürtler bu etkinin bilinciyle tarihin bu önemli anına ortak yükleniyorlar.
Evet, özgürlük sevdalısı Kürtler ve dostları bu tarihi ana yükleniyorlar. Tarihi ana yüklenmek demek dediğimiz gibi öncelikli olarak çok güçlü bir örgütlülüğü gerektirir. Büyük özveriyi gerektirir. Ortaklaşmayı ve birliği gerektirir. Bir noktaya odaklanarak ortak hareket etmeyi gerektirir. Ve tabii ki düşmanların sayısını azaltarak dostların sayısını çoğaltmayı gerektirir.
Özgürlükçü Kürtler öncelikli olarak Kürtleri bir araya getirmeye doğru hızla ilerliyorlar. Yine Türkiye cephesindeki demokrat sosyalist çevreler başta olmakla üzere faşizme ne kadar muhalif güç varsa hepsiyle bir araya gelerek faşizme karşı güçlü bir duruş içerisine giriyorlar. Yine uluslar arası alanda katkı sunacaklara eskisinden çok ileri düzeyde ilişki içerisine girerek faşizme karşı bloklarını genişletiyorlar. Ve tabii birçok aydın, liberal, farklı çevrelerle de ilişkilenmeyi unutmadan özgürlük değerleri etrafında bir araya geliyorlar.
Tüm bunlar tarihi bir an’ın yaşandığını ve daha güçlü bir şekilde tarihe not düşüleceğinin işareti olmaktadır. Bir şehit yoldaşımızın dediği gibi: “Bir çentik de biz atmalıyız bu kayalıklara” diyerek, “Yüzyıllar, bin yıllar sonra bile sürülebilecek bir izde biz olmalıyız” felsefesiyle tarihe ve an’a yüklenilmektedir.
Ancak biz özgürlük savaşıyla uğraşanlar da biliyoruz ki iktidar odaklı güçlerin onlarca hatta yüzlerce hileyle her zaman yeniden kendilerini yenileme taktikleri bulunuyor. Bu taktiklerinin başında ilk günden bugüne kadar uygulananı özgürlükçülerin içinde ya da özgürleşmek isteyen halkın içinde keklik takımları çıkartarak bu tarihi an’ı tersine çevirme marifetleri geliyor. İhanet, işbirlikçilik esasta bu iktidar odaklarının kullandıkları en güçlü yöntemleridir. Halkları parçalamak, birbirine bırakmak, zayıf düşürmek hep ağırlıklı olarak bu keklik takımları elleriyle yapılmış ve bugün de, ileride de bunların elleriyle yapılacaktır.
Gönlünü özgürlüğe yatırmış olanlar, tarihi an’ı doğru değerlendirmek isteyenlerin yapacağı ilk iş bunun için örgütlenme, birlik yaratma, dayanışma ve sert kavga vermenin yanı sıra birde yukarıda dile gelen keklik takımlarına yönelmek ve pasifize etmek olmalıdır. Özgürlük elde edinmek isteniyorsa bugün faşizmin cephesinde yer alan tüm keklik takımlarını ülkemizde söküp atmamız gerekiyor. Böyle ihanetçi, işbirlikçi tipleri ülkemizde yaşamasına izin vermemiz gerekir. Böylelerine ülkemizde cirit atmalarına izin vermemiz gerekiyor. Böylelerini sadece teşhir etmekle yetinmeden, böylelerini ülkemizde kuyruklarına teneke takarak köy köy dolaştırılması gerekir.
İhanetçi, işbirlikçi keklik takımlarına ülkemizde at koşturmalarına izin vermemeliyiz. Gelip gitmelerine izin vermemeliyiz. Böyleleri eğer faşist cephede direk yer alıyorlarsa bunları faşist devletin resmi silahşorları bilerek gerekli yaklaşımı göstermemiz gerekiyor.
Evet, Kürdistan’da iktidar odakları yani Akepe’nin yanında duran, statükocu faşist yapılarla danışıklı dövüş temelinde halkımızın değerlerine, kendi birkaç kuruşluk kirli kazancı için saldıranlara gerekli cevabı her Kürt genci mutlaka vermelidir. Böyleleri ülkemizin sokaklarında dolaşmamalı ve böylelerine buralarda dolaşmalarına izin vermemeliyiz.
Az da olsa Kürdistan’da Kürdistan gerillası denetimi eline almıştır. Bu denetim daha da çoğalacaktır. Yollar daha fazla kontrol altına alınacaktır. Faşist devletle işbirliği yaparak milyarlarca parayı halkımızın aleyhine askeri inşaatlarda kazananlara da giderek daha sert yaklaşımlar sergilenecektir. Ve tabii birde Kürdistan’da bu faşist yapının tüm alt yapı kurumlarına karşı da bir hareketlenme yaşanacaktır.
Bunun için diyoruz ki: Kürdistan’da artık at koşturmayacaksınız. At koşturtacaksanız da o zaman yukarıda söylenenlerin bilincinde ve sorumluluğu almaya hazır bir şekilde koşturun.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Ağustos günü saat 09.00 sularında Amed’in Lice-Hani yolu üzerinde operasyona çıkan işgalci TC ordusunun özel harekat polislerine ait askeri bir konvoya yönelik gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Sahiden, Şemdinli’den size selam var. Hani TC devletinin “19 gün boyunca operasyon yaptık ve bitirdik” dedikleri Şemzinan’dan.
TC devleti operasyon yaptı ve “kökümüzü kazıdı,” ancak ne tuhaftır ki biz bu topraklarda yeniden fışkıranlar, her gün her gün eylem yapıyoruz. Yol kontrollerini daha sık yapıyoruz. Söyleyeceklerimizi sadece yol kontrollerinde söylemiyoruz, hayır şehirlere inerek şehir merkezlerinden de yol kontrolleri yapıyoruz.
TC devleti devasa bir operasyon yaptı ve kendi deyimleriyle “175 terörist öldürdüler.” Ve bu tespit ettikleri öldürülenlerin kanıtlardı nerde(?) diye sorulduğunda verdikleri ilk cevap: “İnsansız Hava Uçakları.” Tabii birde gerillalarının kendi aralarında yaptıkları “muhabereleri.”
1990’ların ortalarını hatırlayanlar bilir. Osman Pamukoğlu ki gerilla bu kişiye Osman Xurifioğlu diyordu. Bu kişi o zaman yüzlerce “terörist” öldürdüğünü kameralara kızarmadan-bozarmadan söylüyordu. Bir iki gazetecinin “peki bize cenazeleri gösterin” demesi ve istemlerinde dayatmalarına üzerine sinirlenerek;“ben askerlerime leş toplatmam” demiş, “saymak isteyenler gidip kendileri sayabilirler” gibi oldukça inandırıcılıktan yoksun açıklamalarda bulunmuştu.
Bir parantez açarak yıllar sonra yaptıkları bir programda Osman Xurifioğlu “Xakurk’ta 400 terörist öldürüldü diye bir haber geçmişti. Hâlbuki Xakurk’a operasyon bile yapılmamıştı” gibi özel savaşın propagandasını nasıl yürüttüğünü bizatihi onun ağzından duyuyoruz. Duyuyoruz ve de “leş toplatmam” sözlerine daha fazla anlıyoruz. Parantezi kapatıyoruz.
Biz o yıllarda Türk özel savaş sisteminin, Mehmetçik basınının ve de iktidar güçlerinin yalan söylediklerini iyi biliyorduk. Çünkü kendimiz olayların içerisinde yaşıyorduk. Ancak bu yalanları bizim medya aracılığıyla yalanlamamız mümkün değildi. Teknoloji o kadar gelişkin değildi. Dünya bugünkü kadar küçük değildi. Ve tabii sanal dünya bu kadar gelişmemişti. O yıllarda “ben attım, alan alsın” diyebilirdiniz. Gerçi Kürt halkı o zamanda yalanlarınıza inanmıyordu ancak yinede bir çevreyi manipüle etmeyi başardığınızı söylememiz gerekiyor.
Lakin çağ değişmiştir. Teknoloji o kadar gelişmiştir. Olup bitenleri anında ekranlara ya da radyolara aktarma imkanı bulunuyor. Birde özgürlük gerillasının da artık kameraları bulunuyor. Onlarda artık bir şeyleri çekip dünya kamuoyuna suna biliyor.
“19 gün sonra TC faşist devleti gerillayı süpürdü geçti. Hiçbir gerilla artık Şemzinan’da kalmamıştır. Çünkü temizlenmişlerdir.” Ancak tuhaf olan ise faşist devletin yaptıkları resmi açıklamanın hemen ertesi gününde gerillalar yol kesiyor, onlarca aracı durduruyor, kameralara alıyorlar. Hatta bu eylemlerden bir tanesinden Türk ajansları da tesadüfen hazır bulunarak çekim yapıyorlar. Ve gerilla her gün yol kesiyor. Gerilla her gün sağında solunda Şemzinan’ın düşman güçlerini vuruyor. Eylem yapıyor. Gerillalar güçlü tahkim edilmiş taburlara da ağır silahlarla dövüyorlar. Ve tabii gerillaya bu yetmeyince şehir merkezine girip halkımızın 15 ağustos ulusal ve zafer bayramını kutluyor.
Evet, Şemzinan’da size selam var dedik. Gerilla eylemiyle, vuruşlarıyla ve birde tabii yaptığı toplantılarıyla size selam gönderiyor.
Gerilla günlük olarak eylem içerisindeyken, günlük olarak alanda bulunan karakollara erzakın gitmesini hem karadan hem de havadan engellerken, TC devleti her gün değil her saat, hatta ekranlarda alt yazı olarak “teröristleri Şemdinli’de süpürdük” diye yazsınlar. Ve önce kendilerini sonra da Türkiye halklarını kandırsınlar.
Onlar bu kirli özel savaş yalanlarıyla yaşamaya devam etsinler, bizler Şemzinan’da gerillanın gönderdiği selamın karşılığını vermeye hazırlanalım. Gerillanın selamına en iyi cevabı verecek olan gençliktir. Gençliğin selamı herkesin gibi elbette olmayacaktır. Gençliğin selamı gerillanın bulunduğu mekanda ona vereceği selamdır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar