TC devletinin karakter yapısı ikilidir. Bir yandan özgüvensizdir yani kendisine karşı son derece güveni yoktur, diğer yandan ise bu karakterin aynısı ama bu kez tersten, bir madalyonun diğer yüzü misali aşırı derece de kendine sevdalıdır.
Denilecek ki özgüveni olmayan yapı ile kendine sevdalılık ters değil midir? Hele birde kendine sevdalılığı kendine olan güven, inanç ve kararlılık olarak ele alınırsa?
Hemen şunu belirtelim: özgüven ile kendine beğenmişlik birbirine zıt olan kavramlar değildir. Ruh bilimi daha doğrusu psikanaliz, kendine sevdalanmışlıklar gibi hastalıkların temel kökeninin bireylerin kendilerine karşı besledikleri güvensizlik sorunundan kaynaklandığını belirtir. Aynen siyaset biliminde sekter olmayla duygusal olma gibi. Sekterlik “Katı, hoşgörüsüz düşünce, tutum”dur. Duygusallık ise eğer bunu bir sıfat olarak ele alır isek, “Duygunun ağır bastığı, duygunun aşırı etkilediği insan” olarak tanımlaya biliriz. Duygunun ağır bastığı kişiliklerde ise aklın ön planda olmadığını da biz biliriz. Yani akıl yerine duygular alır. Sıkışık ortamlarda böyle duygusal olan bireylerde ani parlamalar, hödlemeler, bağırıp çağırmalar, küsmeler, yakıp yıkmalar her zaman görülen vakalardır. Başka bir anlatımla; sekterlik ile duygusallık bir madalyonun iki ayrı yüzüdür. Nasıl ki özgüven ile kendini beğenmişlik bir madalyonun iki yüzüyse.
İşte TC devleti -belki de bu durumu taa Osmanlara kadar da götürülebilir-oldukça fazla kendisine karşı özgüvensizdir. Özgüvensizlik bir ruhsal durumdur. Tarihi ve toplumsal arka planı mutlaka vardır. -Türkler uzun yıllar da olsa -Orta Asya’da gelmişlerdir. Başka bir deyimle buralara yabancıdırlar. Buranın rengi değildirler. Bunun içindir ki buraya yerleşirlerken herkese –her an bizi dışarıya atarlar psikolojisiyle- hep tedirgin yaklaşmışlardır. Tedirgin yaşamışlardır.
Bir yere kadar bu anlaşılırdır. Sonuçta dışarıda gelmişsindir ve üstelik misafir olarakta kalmamışsın, giderek ev sahibini dışarıya atarak kendin eve yerleşmişsin. Doğaldır ki dışarıya attığın asıl ev sahipleri sana karşı başkaldıracaklardır, bir yolunu bulup sana karşı mücadele edeceklerdir. Bunun için Türklerin bu ateş üstünde olan, hassas, savunmacı, saldırgan ruh hali anlaşılırdır.
Ancak anlaşılmayan o dur ki, bu belki anlaşılır olan durumun, tam bin yıldır sürdürülmüş olmasıdır. Türklerin ilk yıllardaki bu hassas ruhsal durumları dediğimiz gibi anlaşılırdı. Ancak arada tam neredeyse bin yıl geçmişken, onlarca badire ortak atlatılmışken halen aynı ruh halini taşımak doğrusu bir hastalıktır.
Bu hastalık sadece hastalık olarak durmuyor. Bu ruh hali aynı bölgede birlikte yaşadıkları halkların tümünü düşman görmeye kadar götüren bir hastalıktır. Bunun içindir ki dikkat edersek yüz binlerce Ermeni katlettiler. Binlerce Asuri, Keldani, Süryani katlettiler. Binlerce Yezidi katlettiler. Binlerce Alevi katlettiler. Binlerce hatta yüz binlerce Kürt katlettiler. Yine binlerce Arap katlettiler. Boşuna Araplar 6 Mayıs gününü şehitler günü olarak anmıyorlar. 1916 yılında onlarca Arap aydınını o Osmanlıların meşhur paşası olan Cemal paşa darağaçlarına sadece kendi haklarını talep ettikleri için, götürmemiştir. Yine binlerce Yunanlının katledilmesi. Binlerce Pontus’lu ve daha nicelerini bu hastalıklı ruh hali katletmiştir.
Ruh hali böyle olan bir karakter elbette ki kendisi dışında güvendiği kimse olamaz. Bir güvendiği kendisidir. Hani o meşhur: “Türkün Türk’ten gayri dostu yoktur” -atasözü mü, hastalıklı söz mü o da ayrı bir şey- söylediği gibi.
Bu ruh hali kendi dışındakini tümden düşman görürken, sadece kendisine güya dayandığı içinde müthiş bir sevdalanmaya yol açıyor. Türkiye solundaki yoldaşlar af buyursunlar ama Türkiye solunun büyük bir kesiminin gerçekten tam şoven olmasının altında yatan neden budur. Eğer bugün işçi partisi ya dasosyalist ismini önünde taşıyan bir İP gibi bir parti, bu kadar şovence milliyetçi olabiliyorsa altında yatan temel neden gerçekten bu ruh halidir.
Böyle ikili olan bir ruh halinin yapacağı iki şeyin başında, öncelikli olarak herkesi düşman görmesidir, herkesi birilerine bağlı olduğunu, birilerine dayanarak onları yani Türkleri bölmeye kalkıştığını düşünmek olur. Diğer ikinci husus ise kesinlikle birilerine yaslanarak yaşamaya çalışması olacaktır. Bu dünyada tek olduğuna göre, o kadar düşmanı bulunduğuna göre mutlaka birilerine yamanarak ayakta kalmaya çalışır. Siz o kendi kendini kışkırtan, böbürlenen, herkese hödleyen, narsist, kendine sevdalanmışlıklara bakmayın. Psikanaliz bize bu tip karakterlerin başkalarına dayanmadan ayakta kalamayacaklarını söylüyor. Yani böyleleri mutlaka bir abiye ve ablaya ihtiyaç duyarlar. Bir abiye yaslanarak bir dışarıdaki küçüğe ya da zayıf gördüklerine saldırma bunların karakter hatlarıdır.
Evet, TC devletinin karakter yapısında birilerine yaslanma her zaman var olagelmiştir. Bunun için dikkat edersek bugün ABD’ye bir dakika yaslanmadan edemez. Kocaman cumhurbaşkanları bile “ABD bize şu sözü verdi” açıklaması yapıyorsa ve buna kocaman bir toplum seviniyorsa orada artık birey ya da toplum olmaktan çıkılmıştır. Yine eğer kocaman cumhur reisleri, başbakanları yurtdışına çıkarak sadece ve sadece birilerini bu harekete düşman ettirmek için satılmadık bir şeylerini bırakmıyorlarsa orada gerçekten de artık düşürülmüşlük dibe vurmuştur.
Hani biz Kürtler de bir hikâye vardır “heke çı, min naxwar?” diye. Birisi gizliden gider kümesteki yumurtaları alır ve aynı gizlilikle de yer. Kümesin sahibi gelir ve görür ki yumurtalar yok. Tesadüfen yumurtaları yiyenin yanına gelir. Tavuklardan ve kümesten, hırsızlıktan bahsederken hırsız “heke çi, min naxwar ”, yani “ne yumurtası, ben yemedim” der. Tuhaf değil mi! Ya kim sana yumurtadan söz açtı, ya kim sana yumurtayı yiyen sensin dedi, ya da kim sana hırsız dedi ki sen “ne yumurtası, ben yumurta yemedim” diyorsun. Ama bir bildiği vardır yumurta yiyenin. Ne de olsa suç işlemiştir saklaması, gerekir ya! Psikolojik bir durumdur yaşanan. Savunma refleksinin tikleşmiş halidir “heke çı, min naxwar”.
TC devletinin ve çoğunlukla Türk toplumunun gösterdiği tüm refleksler işte bu tarihi arka plan çerçevesinde oluşmuş olan kendine özgüvensiz olan karakter yapısıdır.
Ve TC zannediyor ki herkes kendisi gibidir. Herkes “heke çı” diyor. Ve zannediyor ki kendisi herkesle başkalarını alt etmek için ittifaklar, komplolar kuruyor. Ve zanediyor ki herkes onun gibi hileler peşindedir.
Ama şu bir gerçektir ki: TC devletine emperyal devletlerin sundukları destekler bir dursun bakalım kaç gün ayakta kalabilecektir. Emperyal devletlerin, bölgede muhafazakâr faşist devletlerin sundukları yardımlar TC’ye akmasın bakalım o zaman Anya’nın ve Konya’nın nerede olduğunu gösteririz.
Bu bağlamda şunu ekleyerek: Bu hastalıklı, kendine özgüvensiz, tepkisel, ikircikli, kendine sevdalı ve tabii şoven olan karakter yapısını terk etmedikçe daha çok başkalarına, emperyalistlere taşeron olursunuz. Daha çok kendinizi pazarlarsınız. Ve daha çok mu ama çok PKK ile sürdürdüğünüz haksız kavgada kendinizi başkalarına peşkeş çeker ve sunarsınız.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Hakkari’nin Şemdinli ve Yüksekova ilçeleri arasındaki hat üzerinde 23 Temmuz günü gerillalarımız tarafından başlatılan devrimci harekat çerçevesinde 14 Eylül günü çeşitli eylemler gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
YJA Star gerillalarımız 13 Eylül günü saat 18.00 sularında Hakkari'nin Şemdinli ilçesine bağlı Bêsosin ile Salara köyleri arasıda bulunan ve Bêsosin karakoluna giden askeri konvoya yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
YJA Star gerillalarımız tarafından Şehit Adıl ve Şehid Nuda Devrimci Harekatı kapsamında 13 Eylül günü saat 21.40 sularında Şırnak'ın Beytüşşebap ilçesinde bulunan özel harekat binasına yönelik olarak bir eylem gerçekleştirilmiştir. Tüm hedeflerin etkili bir şekilde vurulduğu eylem sonucunda düşmanın ölü ve yaralılarının sayısı tarafımızdan netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12-13 ve 14 Eylül günlerinde Dersim-Ovacık yolu üzerinde gerillalarımız tarafından yol kontrol eylemleri gerçekleştirilmiştir. 12 Eylül günü 18.00-18.30 saatleri arasında Dersim-Ovacık yolu üzerinde Veng köprüsü yakınlarında gerçekleştirilen kontrolde Dersim eski AKP il başkanı Cihan Açıkgöz, işgalci TC ordusuyla yaptığı işbirliğine son vermesi için uyarılmış ve kendisine ait bir araç, içindeki malzemelerle birlikte yakılarak imha edilmiştir.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve kamuoyuna !
11 eylül 2012 18.30-19.00 Şemdinli’ye bağlı Ewliya boğazını ele geçirmek için harekete geçen ve özel timlerden oluşan 100 kişilik birliğe yönelik ise gerillalarımız tarafından 4 koldan saldırı eylem gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
10 Eylül günü Hakkari'nin Şemdinli ilçesi kırsalında gün boyu yaşanan çatışmalarda düşmanın 13 askerinin öldürüldüğü, yaşanan çatışmalarda 2 gerillamızında şahadete ulaştığını kamuoyuna duyurmuştuk.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Hakkari’nin Şemdinli ilçesi kırsalına yönelik işgalci TC ordusu tarafından 10 Eylül günü başlatılan operasyonlar sonucunda 12 Eylül günü gerillalarımız ile düşman güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Son zamanlarda Kürt hareketi düşmanları tarafından bir yeni nakarat söylenmeye başlandı. Ve öyle görülüyor ki bu nakaratı bir tenor bir yerlerde işaret vererek başlatmıştır. Ve öyle görülüyor ki bugünlerde ve yakın dönemde bu nakarat sıkça söylenecektir. Bu nakaratı en çok söyleyenler, dillendirenleri hiç kuşkunuz olmasın ki Kürdistan’da iki kuruş karşılığı olmayan keklik hain takımıdır.
Devlet daha doğrusu Akepe çözüm istiyormuş da PKK yönetimi buna engel oluyormuş. Bunun nedeni ise PKK Kürdistan’da kendisi bir toprak parçasını yönetmek istiyormuş. PKK tekçi zihniyetle bir yapı oluşturarak stalinist bir yapı oluşturacakmış. Bunun işaretlerini ise 40 yıl öncesine kadar uzanan sözde verileri bir araya getirerek kanıtlamaya çalışıyorlar. Ve tabii birde bazıları hızını alamıyor; “PKK yönetimi yaşlanmış bu yaştan sonra başka bir yere sürgün olarak gitmek istemiyorlarmış, bunun için ısrarla bu savaşı tırmandırarak bir parça da iktidar erkini ele geçirmek istiyorlarmış.
Öncelikli olarak şunu soralım: Kürtlerin kendilerini yönetme hakkı yok mudur? Kürtler kendi kendilerini yönetemezler mi?
Yaşlanmış PKK yönetimi TC devletinin çözüm önerilerini tıkıyormuş. Peki, 40 yıl öncesinden alıp getirdiğiniz verileriniz bu “PKK yönetimi yaşlanmış” hikayesiyle ne kadar uyuşur. Varsayalım ki bu PKK yönetimleri yaşlanmış olsun. Bunların bazıları tam 40 yıldır siyasetin tam ortasındadırlar. Mao Zedung’un deyimiyle en zorlu olan siyasetini içerisindedirler. Bu kadar siyasal tecrübe ve deney hem de akıttıkları kan pahasına edinmişlerken neden ülkelerinin dışına sürgüne gidip yaşasınlar ki? Bunları söyleyenlerin kimisi şairdir. Peki, sen yıllarca şairlik ve yazarlık yaptıktan sonra birileri sana ;”yurtdışına sürgünde, şiir ve roman yazamayacağı için mızıkçılık” yapıyor deseler ne söylersin? Madem yıllarca şairlik ve yazarlık yapmışsın, hem de bu şairliği ve yazarlığı bu halk için bu topraklarda yapmışsın, “neden ısrarla ülkemde beni uzak tutmak istiyorsunuz” diye sorup buna karşı en sert mücadeleyi göze almaz mısın?
Ya da “bu kadar deney ve tecrübeyi canımı vermeye hazır olduğum bu halk için vermek istiyorum” demez misin?
Ya da “bre gafiller ülkem dururken başka ülkelere neden sürgüne gideyim” diye en sert kavga gerekçesi yapmaz mısın?
Yaparsın değil mi? İşte bizde sadece bu söylem için bile olsa inadına sonuna kadar halkımızın yanında, halkımız için direnmeye ve kavganın tam ortasında yerimizi almaya devam edeceğiz.
Stalinizmin en belirgin özeliği anladığımız kadarıyla tekçiliğiydi. Peki, bu ülkede en çok tekçiliği kim savunuyor? Tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek dil, tek din söylemleri kime aittir?
Halkların en doğal haklarının uygulanmasına kim şer koyuyor? Kim karşı çıkıyor?
Ya da fikir özgürlüğüne en çok kim ceza yağdırıyor? Kim fikrini söyledi diye yıllarca insanlar zindanlara atıyor?
Yine “komünal bir yaşam projesini uygulayarak toplumları baskı altına almak istiyorlar” hikayelerinize peki kim inanacak? Komünalizmi uluslar arası literatür; köktencilik, ortakça yaşam, sınıf farklılıkların olmadığı, paylaşımcılık ve ortak karar alma olarak ele alıyor.
Bu yukarıdaki tanım mı tekçidir, yoksa o sizin bir halkın diline yasak koymanız mı?
Çocuklarına kendi isimlerin verilmesine izin vermeyen o tek kültürcülüğünüz mü?
Kendi köylerine, dağlarına isim vermesini engelleyen o tekçi faşizan zihniyetiniz mi?
Ya da ne bilelim, tek merkezde 75 milyonluk bir nüfusu idare etmek için bir keçiden daha fazla inat etmeniz mi?
Birde bunun karşısında gürül gürül akan, gelişen bir kadın özgürlük kültürü…
Birde bunun karşısında Kürt toplumunda gürül gürül gelişen kendini yönetme iradesi ve yeteneği…
Birde bunun karşısında Kürt toplumunda kompleksiz olarak gelişen ve her yerde düşüncesini serbestçe, her düzeyde yönetim erkinde bulunan birey ya da yöneticilere istediğini söyleme cesareti ve rahatlığı…
Birde bunun karşısında her ortamda eleştirisini hiçbir kimseden çekinmeden söyleme medeniyeti…
Evet, tüm bu söylenenleri bir araya getirdiğimizde hem sizin o PKK kendisi için bir iktidar alanı açıyor palavrası havada kalıyor, hem stalinist bir yapı oluşturuyorlar yalanınız boşa düşüyor, hem bu kadar yıldır savaşan ve dünyalarca politik deney kazanmışları Kürdistan’da uzak tutma planlarınızın tümü karşılığı olmayan özel savaş argümanları ve verileri oldukları açığa çıkıyorlar.
Sözü çok uzatmadan doğrudan söyleyelim: Biz Kürdistan’da halkımızın alınacak tüm kararların bizatihi içerisinde olduğu bir yapıyı, sizin o faşizan ve tekçi zihniyetlerinize rağmen adım adım gerçekleştiriyoruz.
Kürt halkını ilgilendiren tüm kararları halkımızın onayı alınmadan, zırnık bir haklılığı ve geçerliliği olmayan bir sistemi mutlaka ama mutlaka verdiğimiz binlerce şehidimize sözlerimizin gerekliliği olarak yerine getireceğiz.
Bunu yaparken bunca tecrübe edinmiş özgürlük savaşçıları olarakta kesinlikle halkımızın yanında, özgürlük kavgasında, halkımıza ait olan vazgeçilmez olan doğal haklarının tümünü geri alana kadar, kavgamız tüm hain keklik takımlarına, özel ve psikolojik savaş güçlerine rağmen devam edecektir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
“Gücün her türü tehdit potansiyeline sahiptir ama kıstırılmış, paniklemiş güç kadar tehlikelisi yoktur” diye birkaç gün önce bir aydın bir makale yazmıştı. .yazısının bir yerinde devamla: “Güç sahibi yaratık (veya kurum) bir nedenle kendine güvenini, dengesini, aklını yitirir ve paniğe kapılırsa, gerçek bir tehdit, büyük bir tehlike oluşturmaya başlar. Panik içindeki amok koşucusunun ne yapacağını, nereye nasıl vuracağını hesaplayamazsınız” diye eklemi.
“Panik sağduyuyu yıkar geçer, iletişim yollarını tıkar.” Gerçekten de paniklemiş ve sıkışmış bir yapı katlanarak saldırganlaşır. Etrafında her yerde öcü görür. Hele birde bu panik halini yaşayan ya da yaşayanlar ciddi darbeler almaya bir görsünler gerisi gerçekten de akıl yitirmesidir. O meşhur “akıl tutulması” olayın tam da yaşam bulmasının en derin ve köklü zemininin oluşmasıdır. Bu ise sahiden tam bir ruh bozukluğu demektir.
Bu ruh bozukluğunu daha önce bir yazımızda: “Türkiye yönetimi giderek ciddi bir ruh bozukluğuyla karşı karşıyadır. Cumhur reisinden başbakanına, başbakanından içişleri bakanına derken giderek ruh sağlığı bozulan bir Türkiye yönetimi söz konusudur.
Şunu açıkça belirtelim: bu ruh bozukluğu giderek daha da derinleşecektir. Bu ruh bozukluğu derinleştikçe de Türkiye yönetimi saldırganlığın pençesine köle olacaktır.
Saldırganlık deyip geçmemek gerekir. Nedir saldırganlık? Saldırganlığı Psikoloji dalı: “Bireyin kendi düşünce ve davranışlarını dıştaki direnmelere karsı, zorla karsısındakine benimsetme çabası” olarak tanımlıyor. Kökenini ise hiyerarşik yapıların, tahakkümcü yapıların ilk oluşumuna kadar götürmek mümkündür. Yani nerede bir gasp girişimi varsa orada bir saldırganlık söz konusudur demek pekte yanlış düşmeye bilir. Gasp girişimini ise faşizm olarak tanımlamak ise hiçte yanlış olmaz.” “Başka bir deyimle saldırganlık bir ruh sıkışmışlığıdır. Sıkışan, daralan, kendi kendine kilitlenen, fobileri olan, korkuları olan birey ya da bireyler saldırgan olur. Ya da toplumsal olarak böyle bir durumu yaşayanlar saldırganlaşır demek gerekir.”
Türkiye yönetiminin bu durumunu daha iyi görmek için:“Sinirlerinin giderek bozulduğu, öz denetimini yitirmeye başladığı sadece sokaktaki vatandaş tarafından değil partilileri tarafından da fark edilmeye, -hatta fısıltıyla konuşulmaya- başlanan Erdoğan’ın aşırı huzursuzluğu, tırmanan saldırganlığı; bırakın eleştiriyi, kendisinden milim farklı düşünenlere yönelttiği, hainden başlayıp şerefsize varan hakaretler, içine düştüğü çelişkiler, savurduğu tehditler, muhalefeti ve medyayı sindirme taktikleri, aslında iktidarın gücünün değil her adımda batağa biraz daha derin gömüldüğünü hissetmenin yarattığı paniğin belirtileri” sözlerini okumamız yeter de artarda.
Evet, Türkiye yani TC devlet yönetim erki artık aklıselimini kaybetmiştir. Akıl tutulmasını yaşıyor. Nedeni ise iktidarı giderek sallanıyor. Geçenlerde bu durumu bir araştırma şirketi anketleriyle tespit etmişti. Bu durumun oluşmasında hiç şüphe yoktur ki özgürlük hareketinin köklü direnişi en belirgin katkıyı sunmuştur. Bunun içindir ki iktidar erkenin yeni yeşil Türkçü faşistler özgürlük hareketi şahsında Kürtlere saldırdıkça saldırıyorlar. Hakaret ettikçe hakaret ediyorlar.
Halbuki saldırganlık ve hakaret bireyin ya da söz konusu saldırgan olan ve hakaret eden gurubunun psikolojik ruh halini gösteren iyi nişanelerdir.
Siz şuna emin olun ki: Sizin ruh halinizi kesinlikle daha fazla bozacağız. Bu konuda hiçbir kuşkunuz bulunmasın.
Kasım Engin
- Ayrıntılar