Basına ve Kamuoyuna!
30 Nisan günü (bugün) 06:00-06:30 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Girê Heliz alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
30 Nisan 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Nisan günü Hakkari’nin (Colemerg) Çukurca’ya (Çelê) bağlı Küçük Garê ve Şîva Hespa alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılıyor. 28 Nisan günü kısmen geri çekilen operasyon gücüne bağlı gizli birlikler alanda keşif ve pusulama faaliyetleri yürütmektedir.
- Ayrıntılar
Türk meclisinde BDP’li Sabahat Tuncel bir konuşma yaptı.
Kürdistan’da savaş var dedi demesine de, Türk ırkçılığının yeşil renklisi AKP milletvekilleri köpürdüler. Har û har oldular.
En başta köpüren ve har û har olan biri vardı. Meclis başkanı denen zat-ı aliler varya.
Hani ismi Mehmet Ali Şahin olan.
Hani Oramar eyleminde HPG’nin esir düşürdüğü askerler için “keşke öldürülseydiler daha iyi olurdu” diyen kan rantçısı ırkçı Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin vardı ya, ondan bahsediyoruz.
O zat-ı ali Sabahat Tuncel’e cevap vererek diyor ki, savaş yok.
“Ben ne diyorsam siz de onu deyin, savaş demeyin” diyor.
Pişkine bakın. Kendini akıllı zannediyor.
Bu pişkin ile tüm Türk Yeşil Irkçısı AKP’lilere soruyoruz.
ABD, Irak’ı işgal ederken 110 bin askerle işgal etmedi mi?
Herhalde buna cevabınız evet olur.
Buradan ikinci soruya geçiyorum.
110 bin askerle yapılan işgale savaş denilir mi?
Herhalde buna cevabınız çok acele bir şekilde evet olur.
Buradan esas soruya geçiyorum:
Kürdistan’ın işgalinde resmi olarak kullanılan asker sayısı kaçtır?
Siz bu soruya kem kümlü cevap vermeye çalışırsınız ama ben hemen cevap vereyim, tam tamamına resmi olarak kabul edilen asker sayısı 300 bin dir.
Bu askerler kılıfına uydurularak jandarma sınıfında gösterilmiştir.
Ya batıdan yani Trakya’dan, Ege’den, Anadolu’dan geçici görev ve jandarma sınıfından gösterilerek şu anda Kürdistan’ın işgalinde kullanılan asker sayısı ne kadardır?
Tam tamamına 300 bin askerin üzerindedir.
Buna en az 50 bine yakın JİTEM elamanları da eklenirse toplam asker sayısı 650 bin olur.
Ya korucu sayısına ne demeli?
Türk devletinin resmi bilgilerine göre korucu sayısı 67 bin yedi yüz yetmiş kişidir.
Sıra özel hareket timlerine geliyor.
Ya Kürdistan’daki özel tim sayısı ne kadardır?
Net olarak 6 bin dört yüz elli kişidirler.
Ya ne kadar polis var?
Yanlış duymadınız, tam olarak 400 bin polis bulunduruluyor Kürdistan’da.
En az yüz bin civarındaki MİT ile İt’ini de eklersek Türk Devleti’nin Kürdistan’ın işgalinde konuşlandırdığı silahlı işgal gücünün toplam sayısı 1 Milyon iki yüz yirmi dört bin iki yüz yirmi( 1 224 220) çıkıyor.
Tam tamamına 1.224.220 kişilik silahlı güçle, Kürdistan’da savaş yürüten Yeşil Türk Irkçısı AKP’liler savaşı inkara kalkıyorlar.
ABD 110 bin askerle Irak işgal ederken buna sadece savaş da değil, büyük emperyalist savaş diyen AKP’li inkarcılardır. Devşirmelerdir.
Amma ve lakin kendileri Bir milyon yüz yirmi dört bin iki yüz yirmi ( 1.224.220) kişilik silahlı güçle Kürdistan’ı işgal ederken buna başka ad takmaya çalışıyorlar.
Yani ABD’nin on katı silahlı güçle Kürtleri soykırımdan geçirirken, bu hakikati söyleyen BDP’lilere hakarette bulunuyorlar.
Bakın bugün Şemzinan Xapuşke alanından Güney Kürdistan’a girmeye çalışan Türk ordusuna karşı gerilla meşru bir şekilde direnişte bulunuyor. Bu direniş sonucunda altı asker ölüyor. Bu ölen askerlerin içinde Erkan Ayaz diye bir uzman çavuşta var. O’nu da geçici görevle Kürdistan’a yolladıkları ortaya çıktı. Yani Kürdistan’a geçici görevle gönderilen 300 bin askerden biri de ölen uzman çavuş Erkan Ayaz’dır. Başka bir yerde görevli olan bu uzman çavuş Kürdistan’a yollanıyor ve ona deniliyor ki, “git Kürdistan gerillalarını öldür”.Bunu yapan kim? Yeşil Irkçı Erdoğan, M.Ali Şahin gibi kan rantçıları.
Bu uzman çavuşun ailesi ile diğer asker aileleri bunları görmüyorlar mı?
Savaşta ısrar eden, savaşı büyüten, savaşı devam ettirerek asker ölümlerine neden olan ve bundan birinci derecede sorumlu olan AKP’den hesap sorma hakkı öncelikle çocukları savaşa gönderilen ailelere düşüyor.
Savaşı büyütmesine, savaş devam ettirmek için İsrail, ABD ile AB’ye, Kürdistan ve Anadolu toplumlarının maddi ve manevi değerlerini peşkeş çeken AKP’dan hesap sorma hakkı herkese düşüyor.
En önemlisi de Irak’ın on katı bir silahlı güçle Kürdistan’da savaş yürütülürken eğer AKP bunu inkar ediyorsa, herşeyden önce bu inkarcı ve yalancı AKP’lilerden hesap sorma en öncelikli görev olabilmelidir.
Kimse bundan sonra HPG gerillaları kendisini savunmasın diyemez.
Eğer Kürdistan’da Irak’ın on katından daha fazla bir silahlı güçle bir işgal hareketi yürütülüyorsa.....
Eğer bu işgal hareketini AKP gibi Yeşil Türk Irkçısı bir parti yürütüyorsa, buna rağmen bunu inkara kalkıyorsa......
Kürdistan gerillasına tek alternatif kalıyor, o da Kürdistan halkın varolma hakkı ile özgürleşme mücaddelesini yükseltmedir.
- Ayrıntılar
Halkımız ve halkımızın evlatları hakkında konuşmayı, onları aşağılamayı, bir meslek edinen insanların derin bir kompleksi olmalı ki bunu hastalık haline getirmişler. Her şeyi kendi dar penceresinden bakmayı bir alışkanlık haline getiren bu insanların, kendileri nasıllar acaba gibi bir soruyu hiçbir zaman kendilerine sormayı akıl etmezler. Türkiye’nin Emniyet Teşkilatı, bir araştırma yapmış. Güya, dağlara çıkan insanlar geri feodal yapıdan bir kaçış içinde, kötünün kötüsüne kaçma gibi sivri zeka ve dahiyane bir buluş ile bilime damgasını vuracak sosyolojik bir sonuca varmışlar. Tarzan’ı dağa çıkartan nedenleri, yirminci yüzyılın başlarındaki bir medeniyet havası içinde sunma gibi bir başarıya imza atmışlar, Oysa Kürtler sizinle birlikte sizin modernleşme tarihini yaşamış bir halk ki traji komik bütün hikayelerinizi bilen bir halktır. Ancak Kürtler şu sahip olmadığınız erdeme sahipler ki insanlık nereye gidiyor sorusunu soruyor, insanlığından ödün vermemeye çalışmaktadır.
Biz sizin giydiğiniz elbiseden, taktığınız tabancaya kadar bütün eşyalarınızın tarihini biliyoruz, Ama o kadar erdemliyiz ki tek bir gün alay etmedik. Kendiniz kendinize ait değilsiniz. O kadar fakirsiniz ki sadece bir maaş için, sadece komşunuzdan farlı olmak için alemin kırk yıl önce giydiğini giyiyor, depolara attığı yiyecekleri yiyorsunuz.
Bizce sizi anlatmanın zamanı gelmiştir. Bize yakıştırdığınız kavramlardan bir tanesi ile başlayalım. Mağarada yaşayan ‘’kıro’’ tabiri artık zamanla Türkçe dillinin argo hazinesine girmiş durumdadır. Hayvan kelimesinin mecazi karşılığı oluyor. Hayvandan kaçışın bilinçaltındaki bu hali aynı olgunun yaşanmasının psikolojik biçimidir, yani hasta bir insanın ruh halidir. Demek ki aynı psikolojik parametre yaşanmaktadır. Bunu biz söylemiyoruz. İnsana yakıştırma kelimeler kullanma, lakap takma bizim ahlakımıza aykırı bir şeydir, Ama kendilerinden öğrendiğiniz hocalarınızın sizin hakkında ne söylediklerini yazmak, aynı şeyi bize yansıttığınız için psikoterapi ye ihtiyaç vardır. Bu ezik ruh halinizi aşmak için faydalıdır. Tavuk ve hindi tabirleri sizin yaşadığınız bin yılık bir evrim sürecinde, çekik gözden zeytin göze geçişin bir tespitidir. At sırtındaki kadınlarınızın tombul ve yuvarlak fizik yapılarını bu iki hayvana benzeten edebiyat, aslında bilimsel bir tespite dayanıyor. Biz bu tür antropolojik verilere karşıyız, ancak batılıların bir zamanlar bayıldığı bir bilim alanıydı.
Tanzimat’tan sonra bilimle tanışan bu zihniyet, aynı hastalığa bulaştı. Bilimsel alanda sağlıklı bir altyapı olmadığı ya da ataları çekik güz ile tüysüz olduğu için batılıların Herkül ve Afrodit’ine benzeyen bir fizik yapıdan yoksundular. Bilimin hal etmediği bu konuyu edebiyat ve sanat ile yapmaya çalıştılar, Ama bilim önemlidir çünkü gerçeğe dayanmaktadır. Antropoloji çılgınlığı o düzeye vardı ki platonun kurucular eşleşirken yaptığı seçime benzer bir yöntem denediler, nihayetinde Hitler’in çılgınlığını hepimiz biliyoruz. Kürtlerde bu gelenek hayvanlara yapılır. At ya da katır üretiminde bu kuralı iyi bilenler, iyi at çıkartabiliyor.
Sizler de bunun edebiyat ile yapıldığını söyledik. Maço, kıllı ve ya anlatılan erkek sıfatları nedense uzak doğu insanının antropolojik yapısına uymuyor, Ama bu gün bu zihniyetin erkek sembolü haline getirilmiştir. Demek ki burada bir bilinçaltı zaafı var. Coğrafya ve toplumsal ilklimin bu konuda şaşırtıcı cilveleri söz konusudur. Bu zihniyetin geliştiği yer, coğrafik olarak batı ve doğu arasında bir yerdedir. Bunun genetik olarak iki yer arasında bir şekillenme alacağı aşikardır. Sultanlar, kendi zamanında cariye ve ya eş olarak aldıkları kadınlarla elit kesimin genotipini değiştirdiler. Dominant olarak kadın başat olmuş ki çocuklar sarışın ya da mavi gözlü doğmuştur. Peki, ya kıllı ya da tabir edilen erkek tiplemesi nerden geldi? Bizce bu araştırılmaya değerdir, çünkü anlatılan erkek tipi atalarımıza benziyor. Bir Kürt yaşlısının askerde iken anlattığı anıları aklımıza geldi, şöyleydi: Biz asker de iken subaylar, genelde Kürt askerleri kendi ev işlerinde çalıştırırdı. Bizlere güveniyorlardı ama eşlerinin bu askerlere karşı derin bir zaafı vardı, nedenini hala anlamıyorum demişti. Demek ki bu gelenek çok eskidir. Bilim yeni tanımış olsa da, bu bilinçaltı zaafın bu şekilde kendisini dengelediğini söylemek mümkündür.
Dünyanın hiçbir yerinde erkek ulusu tabiri yoktur, ama bu zihniyette maalesef vardır. Asker ulus ile Erkek ulus aslında aynıdır. Her iki olguda demin saydığım psikolojik eziklikle yakından bağlantısı bulunmaktadır. Bu erkek ulus anlayışı askeri bir terim olarak, askerlikte anlatıldığını biliyoruz. Peki, gerçekten böyle midir demekte fayda vardır. Bu bilincin, ezik ve yetersiz erkek anlayışından çıktığını kanıtlamak hiçte zor değildir. Basına konu olan son general eşinin kocası hakkında söyledikleri yabana atılacak şeyler değildir, Kocasının iki cinsli olduğunu basına bile verdi. Demek oluyor ki bu şaşalı erkek, hiçte sanılan bu erkek tiplemesine uymuyor. Erkek edebiyatı, bu tarihi erkek ezikliğinin dengeleyici unsuruymuş.
Kürdü yılarca aşağılamanın altında yatan şey, ona bir türlü benzemenin şizofrenik ruh haliymiş. Bu kültürle büyümüş zihniyet Kürtlere akıl veriyor. Dağa çıkma mağaradan kaçmakmış, tespitine ulaşmışlar. Yani bir mağaradan başka bir mağaraya kaçış oluyor. Bin bir yolun olduğu çağımızda, insanlar kar kış demeden birçok şeyi göze alarak dağa çıkıyorlar gerçeği ne tuhaf bir çelişkidir. İstanbul kentleri, dizi ve pembe hayatların sıraya girdiği hata arabesk çağının hala hatırlarda olduğu o şatafatlı kent hayatının yolları, dağın yolundan daha rahattı. Bin bir kelepçe ile bağladığınız bu yollara acaba bu insanlar niye başvuruyor? Moderniteniz niye yeterli değil? Bu kadar film, kaffe ve köylere kadar inen moda ya kadar her şey var iken, niye bu insanlar dağa çıkıyor? Peki, üniversite okuyup da sizin gibi polis olup her cop karşılığında biraz daha para alıp yaşayamazlar mı? Yaşayabilirler. Peki, niye yaşamıyorlar sorularının cevaplarını öğrenmek için yukarda demin saydığım tarihi bilince sahip olmanınız lazım. Bu zihniyet sahipleri bunun özerine bir araştırma yapsalar daha faydalı olurdu. Kürler sizin patolojik hastalıklarınızdan bıktı. Dağ onlar için boy aynasıdır, orada ne kadar güzel olduklarını keşif ediyorlar. Hasta olmadıkları için her şeyleri fazlasıyla vardır!
- Ayrıntılar
“Yargılama yetisini kaybeden insan, iyice aptallaşır” (I. Kant)
Bazı anlar ve mekanlarda sözün anlamı ve derinliğini kavrayabilmek için, yazının o kolay görüntüsünün altında cevahir gibi bir yürek istediği kendinden menkul bir durum olmaktadır.
Aynen bu sözün algılanması için gereken yürek gibi bir yürek! Yoksunluk varsa, bu cümleyi kolay kolay anlayamazsınız!
Yıllarını dağlarda geçirmiş ve bunun uğruna büyük bedeller ödemiş, yeri geldiğinde “akşama görüşürüz” dediği yoldaşının/mücadele arkadaşının ölüm haberini, daha kaç ay öncesinde görüştüğü ve o anda tekrardan görüşmenin getirdiği coşkunun içinde öğrendiğinde, yaşadığı coşkunun içine (o anda yaşadığı burukluğu) gizlediği hüznü sığdırmaya çalışan insanların, yani dağların insanlarının hayatında önemli bir anlamı vardır bu cümlenin!
Çünkü yargılama her şeyden önce soru sormadır!
Ezber bozan ve verileni olduğu gibi kabul etmemedir yargılama!
Aslında yargılama kendi başına bir eylem değildir, beraberinde insanı yargılarının sonuçlarına göre harekete geçiren en temel faktör olmaktadır. Yani yargılama hakkaniyetin sağlanmasında ve vicdani mukayesenin geliştirilmesinde bir nevi sırat köprüsü ve hatta syrxs ırmağındaki sal, sadece sal’da değil, o salın cefakar kürekçisi olmaktadır.
Bizim için böylesi bir anlamı olan yargılama eyleminin başına her zaman kendimizi koyarız! Yani her şeyden ve herkesten çok kendimizi yargılarız! Dağın insanının ve gerillanın, muakkiplerinin her gün bu kadar çoğalmasının ve artmasının temel tılsımı budur! Yoksa öyle “ekonomik nedenlerin veya feodal yaşantının baskılarının” insanları dağa götüren temel nedenler olduğunu varsaymanın gerçekle hiçbir alakası yoktur.
Yargıladığımız için de en çok ve en derin sorularımızın içinde “özgürlük nedir?” kelimeleri geçmektedir.
Yargıladığımız için de sürekli “temel haklarımızın ve özgürlüklerimizin” ihlalinin zihniyetini sorgularız!
Yargıladığımız için bizi yargılamaya çalışanların, eşitlik, kardeşlik ve özgürlük anlayışlarına adam akıllı bakarız!
Samimiyetinin ölçüsüne önem veririz, hatta gösterdiğimiz bu önemi de ciddi hareket ve davranışlarla sergilemekten geri durmayız!
Tüm bunların yanında, yani sorguladığımız ve yargılayabildiğimiz oranda doğruya olan yolculuğumuza devam edebilir ve yanlış olduğuna inandığımız zeminlere yönelik mücadele ederiz!
Bu her yerde böyle midir?
Tabi ki, değil! Mesela Türkiye toplumunda öyle bir ambiyans ve bilgi kirliliği oluşturulmuş ki, otuz yıllık bir savaş çok kolay bir şekilde “terör” olarak nitelenebiliyor.
Çok rahat bir şekilde ve hatta insanın tüm şaşkınlığıyla “hadi be” dedirtecek şekilde, mağdur/maktul saptırması yapılabiliyor! Öyle ki, bu toplumda “ölüden/ölümden” ulusal kahramanlar yaratılıyor!
“Demokrasiyle mayın arasındaki” güzergahlarda yorum yapılabiliyor ama katledilen onca gazetecinin faili hakkında, adam akıllı yazı yazılmıyor, hesap istenilmiyor hepsinden önemlisi soru soramıyor!
Şimdi tekrardan çatışmaların gündeme geldiği bu dönemde;
Kimse yüksek sesle bu kadar çocuk neden halen tutuklu?
Bu kadar siyasetçi neden halen “burjuva” hukukuna göre dahi yargılanamıyor?
Böylesi hır-gür içinde cılk’ı çıkartılan siyasi mantıkla geliştirilen anayasa tartışmalarının ve olası bir düzenlemenin memleket sorunlarına ne kadar etkisini olacağını sorgulamıyor?
Birçok kesimler yumruk’u ve akabinde gelişen eylemde öldürülen polisler hakkında methiyeler diziyor! Nedense o mütemadi soruyu sormuyor!
Hatta bu methiyelerde biraz Nietchevari veya Sartrevari üsluplar kullanılıyor ama;
Kimse ya da herhangi biri Nietche gibi “Tanrıyı biz öldürdük” diyemiyor!
Veya Sartre’nin Cezayir savaşına yönelik ele aldığı kocaman kitaba isim olarak yazdığı gibi “Hepimiz Katiliz” diye bir yazıya başlayamıyor!
Şimdi günümüzde methiyeler düzmenin, olayın yasal tartışmalarının cacığını çıkarmanın, neden dağa gelindiğinin/dağdakilerin yaşamını romantize etmenin kayda değer bir getirisi olmayacaktır.
Neden mi?
Zamanı takip ettiğimizde ve sorularımıza bunlar temelinde yenilerini eklediğimizde; geliştirilen saldırıların ve yürütülen kirli siyasetlerin ortaya çıkardığı temel gerçek; bu konu hakkında hem var olan üslubun ve hem de uygulanılmasında ısrar edilen metodun bu günle uyum sorunu yaşaması olmasıdır!
Ondan dolayı yeni dönem olarak da izan edilen bu dönemin enstrümanları ve argümanları da değişmiştir, değişmektedir!
Hem, değişimin kendisi sürekli yeni sorulara gebedir, tabi bu gerçeklikte soru soranlarla ilgili olmaktadır! Yani/ yanisi;
Şimdi yargılama-soru sorma, değiştirme zamanıdır!
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
27 Nisan günü saat 21:00 sularında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Şikêrê Xapuşke alanından Medya Savunma Alanlarına girmek isteyen TC askerleri ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan bu çatışma sonucunda 6 düşman askeri öldürülürken, TC ordusu sınır hattından geri püskürtülmüştür.
28 Nisan 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Nisan günü 21:00-23:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zağros’un Gewrîyê Ertîş alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
24 ve 25 Nisan günleri gündüz 12:00-13:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zağros’un Dola Bira ve Mambenê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
26 Nisan 2010
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
Bir süreden beri Özgürlük Hareketimiz şahsında doğru yayın yapan özgür basının sesini susturmak amacıyla uluslararası çapta bazı yönelimler olmaktadır. Halkımızın her fırsatta ortaya koyduğu özgürlük eğilimi karşısında maruz kaldığı saldırıları gözler önüne seren, yürütülen mücadeleyi doğru ve ilk elden dünya kamuoyuna aktarmayı amaçlayan özgür basın çalışmaları kapitalist modernite güçlerinin çarpıtma temelli yaklaşımlarını boşa çıkardığından söz konusu güçler özelde halkımızın ve genelde de tüm kamuoyunun doğru ve özgür bilgi alma hakkını engellemeye çalışmakta ve sesini duyurma imkanlarına yönelmektedirler.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Nisan günü saat 09.00-10.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Şiwan, Serbend, Partizan ve Kasrok Tepeleri ile Bezenike ve Ava Guzê alanlarına yönelik olarak obüs ve havan saldırıları yapıldı.
- Ayrıntılar