Ortadoğu da Kürtlerin giderek stratejik bir konum kazandığı ve siyasal anlamda bütün dengeleri etkilediği bir konum kazandığını görmekteyiz. İşte görüldüğü gibi Rojava diriliş devrimi ve DAİŞ çete örgütüne karşı YPG ve YPJ güçlerin verdiği amansız mücadelede de damgasını gündeme vurmuştur. Yine bunların yanı sıra, Kürt özgürlük güçlerin Şengal, Mahmur ve Kerkük sahasında konumlanması ve orada DAİŞ’in her türden halka yönelimlerini engellemesi önemli oranla insanlık için umut ışığı olma konumuna gelmiş bulunmaktadırlar. Bu gerçekler ışığında yaşanan gelişmeler her geçen gün hızından bir şeyi kaybetmemektedir ve DAİŞ çete örgünlerine büyük darbeler vurmaktadır. Kürtler; Ortadoğu’nun önemli bir siyasi aktörü olmuş bulunmaktadırlar.
Yeni oluşacak olan Ortadoğu gerçeğinde var olan kaos ve bunalımdan çıkmanın çıkış yolu, Kürt güçlerin demokrasi mücadelesinin perspektifi öncülüğü temelinde oluşturulmak zorundadır. Kürtlerin artık eski ve klişeleşmiş emperiyal güçlerin politikalarına yenik düşmeyecekleri görünür bir durumdur. Kürtlerin eline tarihte ilk kez böylesi bir tarihsel fırsat düşmektedir. Uluslararası çapta küresel anlamda verdikleri demokrasi mücadelesinin bu kadar yalın ve gerçekçi bir biçimde yankısını dünya güçleri üzerinde yapmaktadır.
AKP hükümeti 7 Haziran 2015 seçimlerinde Kürtlerin güçlü çıkış yapmasının önünde engel oluşturuyor. Çünkü Kürtler artık ideolojik ve kültürel anlamda devrimsel bir ilerleme kat etti. Ve bu dönem Kürt halkı için zihinsel bir devrimin yapılması için en belirgin karakterini taşıyan bir dönem oldu. AKP rejiminin en büyük korkusu Kürtlerin, uluslararası siyasal bir statü kazanmasıydı ve nitekim şimdi hem askeri hem de yaşanan bilimsel aydınlanma gücüyle bu düzeyi yakalamış bulunmaktadır. Türkiye’nin Cumhurbaşkanından ve onun bütün yandaşlarına kadar hepsi tek dille Kürt özgürlük güçlerinin teşriini yaparak anti demokratik bir dil kullanmaktadır. Özelliklede HDP’yi bu seçimlerde barajın altında bırakması için her türden sözlü ve fiziki saldırı altına almış bulunmaktadır.
Büyük emek ve çabayla Kürt halk önderi Abdullah Önalan’ın başlatmış olduğu Kürt sorununun müzakere sürecine everilmeye doğru ilerleme kat ederken, AK partinin bu süreci kendi pragmatik çıkarlarına kurban etmeye çalışmasıdır. Bu anlamda meydanlarda Türk ve Kürt halkına karşı yaptığı bütün açıklamalarında ne kadar yalan dolana dayalı bir tutum içinde olduğu görüldü. Bu gerçeği hem Kürt hem de Türk halkının ve demokrasi güçlerin doğrudan görüp okuması önemlidir. İşte görüldüğü gibi yaklaşık iki aydır imarlıya giden heyetinin Öcalan ile görüşülmesine izin verilmemesi dahi bu oyunun bir parçası olduğunu göstermektedir. Bu açıdan AKP hükümetinin somut pratiği deyim yerindeyse tükürdüğünü yalamak gibi bir duruma düşmüş olması çok vahim bir durum olduğunun göstergesidir. Bu süreci; demokratik ve barışçıl bir toplumsal huzurun oluşmasına çevirmek her kesin kendi elini taşın altına koyması ve AK parti hükümetine karşı güçlü bir muhalefet yapması kaçınılmaz bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır. Sayın Öcalan tarafından başlatılan toplumsal özgürlük mücadelesini desteklemekle yetinmeyip gerçek anlamda sosyalizm mücadelesini yükseltmesi, sürece en anlamlı bir cevap olacaktır.
Kürt ve Türk halkını tarihte ilk kez birlikte yaşama duygusunun geliştiği ve bu konuda var olan her türlü milliyetçi girişimlerin kırıldığı tarihsel bir aşamayı, bizzat Cumhurbaşkanın kendisi, onun başbakan ve milletvekillerinin kullandığı üslup, izledikleri politikalar büyük yanlışlıklar içermektedir. Bu kadar Kürt karşıtlığı ve düşmanlığını beslemeleri kimin yararına, çıkarlarına hizmet ediyor diye düşünmek gerekir. Son dönemde seçim propagandası adı altında Türk milletçiliğini geliştirmek ve halkları bir birine kırdırma politikaları bizzat R.T Erdoğan şahsında geliştirmek istenilmektedir. Gelinen aşamayı geriye itmek ve tekrar bu süreci 1980 ve 1990 yıllara dönüştürmek istenilmektedir. Kürt, Türk düşmanlığını geliştirmek ve bu çatışmanın üzerinden siyasi rant elde etmek dışında kazanım ne olacak? Bu nedenlerden kaynaklı bütün demokrasi güçlerin bilirliğine büyük bir ihtiyacın olduğunu vurgulamak yerinde olacaktır.
Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşmelerin kesilmesi ve bu sürecin dolaylı ve fili anlamda askıya alınması her iki halk içinde büyük bir riski taşıdığının kanısındayım. Ve bu dönem böyle devam ederse hiç tahmin edemeyeceğimiz bir savaşında her iki taraf arasında gelişebileceği olasılığının da güçlü olduğunu vurgulamak gerekir. Kalıcı bir barışın gelişmesi, Kürt ve Türklerin uzun yallardan beri örülen buzdan duvarların erimesi için Sayın Öcalan oldukça belirgin bir rol oynamaktadır. Bu konuda tek taraflı olarak verdiği emek ve çabanın anlamı, önemi her kez tarafından bilinmektedir. 16 yıldır büyük esaret koşuları altında da hiçbir dönem demokratikleşme mücadelesinde hiç taviz vermeden ilkesel, iradesel bir mücadelenin sahibi olmuştur. Bundan sonra gelişebilecek olası savaşın sorumlusu kesinlikle Kürt tarafı ve izlediği siyasal ve askeri mücadele çizgisi değildir. Bu konuda Kürtler çok bedel ödedi. Gereğinden fazlasını yaptılar. Bu süreçte herkes üzerine düşen sorumluluğu yapmış olsaydı eldeki sonuçlar daha değişik olacaktı. Fakat Cumhurbaşkanı ve başbakanın kendi açıklamalarında da görüldüğü gibi niyetlerinin kesinlikle bu sorunu çözmeye dönük olmayıp, açıktan taraflar arası savaşın gelişmesinin en büyük yanlısı olduğu açıkça ortadadır.
Yine Türkiye’yi daha demokratik bir yapıya çevirip, demokrasi kriterlerini güçlendirmenin yerine başkanlık sistemine geçip Türkiye’yi diktatör bir yapıya çevirmek istemeleri de açıktan anlaşılır bir durum olmaktadır. Dikkat edilirse bütün Türkiye ve Kürt halkının ve muhalefetin karşıtlık ettiği yasa ve başkanlık sistemini tek kendisi ve yandaşları savunmaktadır. Öyle halkın ve muhalefetin irade ve görüşlerini dinleme durumu yoktur. Bu gidişle Türkiye’yi gerçek anlamda bataklığa ve çıkmaza sürükleyecektir. Eğer HDP bu süreçte yapılacak olan 7 Haziran seçim barajını aşarsa AKP Parti istemiş olduğu başkanlık sistemine geçemeyeceği için önünde duran en güçlü parti olan HDP’ ye saldırmakta ve barajı tıkaması durumunda her türlü politika yürütmektedir. Bunun somut göstergesi de HDP’nin seçim sürecinde adaylarına ve açılan birçok il ve ilçe binalarına yapılan saldırıların altında AKP POLİSİNİN eli ve parmağı olduğu açığa çıktı. Her ne kadar bunun kabul etmiyor olsa da birçok oyalaya müdahale etmemesi ve sessiz kalması taraftarlığını gösteriyor.
Şimdi siyasi çevrelerin en çok tartıştığı önemli bir hususa daha vurgu yapmak istiyorum. HDP barajı aşmasa ne olur? Öyle abartıldığı gibi de değil. Bu husus salt Kürt güçleri için değil Türküye’ de var olan bütün demokrasi güçleri için büyük tehlike arz edecek bir durumdur. Özellikle demokratik bir sistemin oluşmamasının önünde yeni engel ve yasalar çıkarmış olacaktır. Bu anlamda seçim sürecinde her kesin kendi özgür iradesi ile kendini temsil edebileceği bir ortamın Türkiyeli halkaların ve demokrasi güçleri için önem taşımaktadır. Bu bakımdan 7 Haziran seçimlerinde doğru tercih yapmak ve sandığa gidecek tek bir oyu AK parti iktidarına vermemek lazım.
Kürtler ve Türkler için bu tarihi bir seçim olacaktır. Halkların yüz yılar boyunca özlemini çektiği barış ve kardeşlik isteminin gerçek bulacağı bir dönem olacaktır. Milliyetçi, dini ve ırkçılığın sona ermesi için Türkiye toplumunun özgür ve çağdaş yaşamaya ihtiyacı vardır.
DİYANA AMANOS
- Ayrıntılar
Dünyanın zalimleri ve buyurganları, müstebitleri insanlara kul olmayı dayatanlar birden bire insanların kimsenin önünde eğilmemeleri gerektiğini ve hatta her boyun eğişin bir alçalış olduğunu söylüyorlar.
Gerçekten de insanın her boyun eğişi-bu ne olursa olsun, kime karşı olursa olsun-sonuç itibariyle bir irade kırılması olduğu için kişilik hak ve meziyetlerinden bir geri çekilişi yani düşüşü ifade eder. Çok çok önceleri Jean Jacques Rousseau: “İnsanın özgürlüğünden vazgeçmek demek insan olma niteliğinden, insan haklarından hatta ödevlerinden vazgeçmesi demektir. Böyle bir vazgeçiş insan doğasıyla bağdaşmaz. Çünkü özgürlük elde edilebilir, ama kaybedildi mi bir daha ele geçmez” derken kast ettiği gerçeklik bu gerçeklikti. Ve dikkat edersek insanlık tarihinde en seçkin sözler hep biraz da dik durmayı tembihler, boyun eğişi ret eder ve insanı -insanlığı boyun eğişlere karşı direnişe ve karşı duruşa çağrı yapar. Ve çoğumuz biliyoruz ki bu dik durmaya en büyük erdemlilikler yüklenmiş ve halen de söz düzeyinde bu böyledir.
İnsanın dik durması gerektiği, kimseye karşı kendisini ezik görmeden, ezik hissetmeden yaşaması gerektiği ve hatta bunun için direnişe geçerek-gerektiğinde dağlara çıkılması gerektiğini de biz belirtiyoruz. Ve belki de Özgürlük Savaşçılarının en büyük ve çarpıcı özellikleri nedir diye sorulacak olursa, verilecek en yalın cevap: dik duruşları ve tüm dünyaya gerektiğinde kafa tutabilmeleri olacaktır.
Özgürlük Savaşçıları ya da gerillaların en temel özellikleri kesinlikle her türden boyun eğişe karşı durmalarıdır. Ve biz biliyoruz ki özgürlük dağlarına katılanların en az yüzde 95’inin katılımı bu temeldedir. Kimselerin onlara tepeden bakmaması için yönlerini dağlarına verdiklerini bu işi az ya da çok bilenler bilir.
Gerilla kimliğine ilişkin yapılan bir değerlendirmede:
“Gerillaya katılan her birey-ister bilinçli ister bilinçsizce olsun-katılma gerekçeleri vardır. Katılan bireylerin ortak noktaları kapitalist sistem etkilerini her gün yaşayarak horlanmalarıdır. Sorun okumuş ya da okumamış olmanın çok uzağında bir gerçekliktir. Sorun fakir ya da zengin olmanın da ötesinde bir durumdur. Türk Kürt olmak, alevi suni olmada esas değildir. Dediğimiz gibi gerillaya gelen her bir bireyin geldiği ortama karşı bir duruşu vardır. Çok bilinçlice tercih edenden bilinçlice olmadan dağları tercih edene kadar bir geniş yelpaze elbette vardır. Ancak ortak nokta her gelenin bir kimlik kazanma istemidir. Sınıflı toplum bireyleri hiçleştiriyor. Bireylere karşı saygıyı öldürüyor. Sevginin genelleşmesini engelliyor. Her şeyden daha önemlisi ise gelen her bireyin derin ruhsal dünyasında sisteme karşı müthiş bir öfke uyandırıyor. Var olan sistem mutlaka bir şekilde bireylere hakarette bulunmuştur, bireyleri küçültmüştür, bireylerin kendilerini olmasını engellemiştir. Birde belki de daha da önem kazanan bir husus, insanın derinliklerine nüfus etmiş insani özeliklerinin yaşam bulmaması durumunda bu özelikleri pratikleştirmek istenen mekânlara kayılması şaşılacak bir durum olmamalıdır herhalde. İşte bu arayışı olanlar ilk elden alternatif yerlere gözlerini dikeler. Her insanda mutlaka bir arayış vardır, lakin sistem çoğu kez birçok gencin arayışını başka yerlere kanalize ederek içini boşaltabiliyor. İçi boşaltılmamışları dağların doruklarına ulaştırdığınızda ya da böyle olanlar kendilerini dağlara attıklarında orada çok şey değişi veriyor. Bir benlik süreci derinden başlıyor.
İşte gerillaya katılımlar biraz da kendi benliğini arama temelinde olmaktadır. Kendi benliğini genelin benliğiyle birleştirmek ve buluşturmak başlıca bir amaç ve ulaşılmak istenen hedeftir” denilmektedir.
Çok tuhaf özgürlük için yollara çıkanlar kendilerini böyle ele alırken bir de bakıyoruz ki, bu kez insanı en fazla horlayan, dıştalayan; “Ananı al da git”den başlayıp geçen yıl “ucube”ye, “tıksırıncaya kadar için”e, Hopa’da bir protestocudan söz ederken kullandığı “kadın mıdır, kız mıdır bilemem”e, muhalefeti hedef alan “burnunu sürtmek” ya da “tükürdüklerini yalayacaklar” türünden veciz sözler gibi böyle onlarca sözü, sadece insanı rencide etmek, küçük düşürmek, alay etmek için sarf ettiğini ve bunun da temel bir nedeninin kendisine ya da kendilerine karşı koyanları sindirmek ve boyun eğdirmek olduğu gün yüzü gibi ortadayken, neden böyle inanmadıkları sözlere başvururlar?
Çok açıktır. AKP, Erdoğan ve cümle cemaat ekibi despotlaşma yolunda tam gaz ilerlemektedirler. Bunun için Türkiye’de değiştirmedikleri tek bir yasa bırakmadılar. Değiştiremediklerini ise zaten fiilen pratikleştirmektedirler.
Dikkat edelim; seçim sürecinin başından bu yana hiçbir hukuk kuralına riayet etmeyen bir Erdoğan-herkese tam boyun eğdirmek için-aralıksız çalışıyor. Yukarıda ifade edildiği gibi herkese en alçaltıcı sözleri sarf etmekten çekinmiyor. Böyle olan bir kişi ya da böyle olan bir cemaat ve parti, bu kadar alçaltılmayı ve hor görmeyi toplumun kabul edemeyeceğini bildikleri için, bu kez tersten-kendilerinin-boyun eğmelere karşı olduklarını, hem Erdoğan’ın hem de Davutoğlu’nun ağızından duymuş oluyoruz.
Ama unutuyorlar ki, Türkiye toplumu ve toplumları artık eskiden belledikleri ve bildikleri ve öyle olmasını istedikleri balık hafızalı toplum ve toplumlar değildirler. Türkiye toplumları artık sadece söze bakmıyor söz ile birlikte eyleme yani yapılanlara da bakıyor. Diz boyu faşizme doğru ilerleyen bir Erdoğan ve AKP’nin neme nem boyun eğici kişilik ve yapılar olduğunu ise tabiatı gereği görüyor ve biliyor.
Özcesi: Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye misali, geçti yalan ve aldatmalarınızın zamanı…
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
1979 İran da teokratik “devrim” oldu der tarih ama aslında 1979 da olan toplumsal devrimdi, İran i halkların uzun yıllardır şah rejimine karşı verdiği mücadelenin son halkasında şah rejimi yıkılmış, şah kendisini besleyen sahiplerinin yanına kaçmıştı. İran da politik dengeler karmaşıktı sol bölük pörçük te olsa önemli bir güçtü, Kürt hareketleri de iki başlılığı olsa da Rojhılat Kürdistanın geneline fili hakimler, on binlerce peşmerge güçleri vardı. Aydınlar, liberaller ve farklı akımlar da küçümsenmeyecek düzeyde kitleler içinde etkindiler Eli Hameney hareketi ise toplumda en fazla yüzde 30 bir güce sahipti.
Avrupa dan dan uçakla Tahrana indi, devrimin nicel birikimini, genel havayı arkasına almayı başararak ortak bir hükümet kurdu, birçok kesime de yer verdi. Bu göreceli durum uluslar arası tanınmasını sağladı ve batılı devletlerin ( NATO) Reel sosyalizmine karşı yeşil kuşak hattına da uyduğundan kimi doğrudan kimisi ise dolaylı Eli Hmaeneyi onayladı. Bunu fırsat bilen Eli hameyne içerde kendini sağlam zemine oturtmak için İslam Cumhuriyetini ilan etti ve buna karşı gelenleri “Allah düşmanı, münafık” ilan edip “katilleri vacip” diyerek fetvalar verdi. Bu fetvalara göre de yeni bir anayasa oluşturdu. Bu anayasaya göre “Iranda her düşünceden siyasi parti kurulabilinir” der ve takip eden cümlede derki “emma İslam ölçülerine göre” yine anayasasında “herkes düşüncesini ifade etmede özgürdür, emma İslam ölçülerine göre” olmalıdır. “kadın ve erkek eşitler” der anayasada ama medeni yasalarda kadının erkeğe karşı tek şahitliği kabul edilmez, bir erkeğe karşın iki kadının sözü ve erkek 4 kadın getirebilir. İran da ki Halklar adına, “her halk kendi kültürünü yaşar ve geliştirebilir ama politika yapamaz” der. “kendi dillerinde konuşabilirler ama resmi eğitim ve dil farsçadır” der. “Her türlü dernek, sendika vb. kurabilirsinin amma İslam ölçülerine göre olmalı” der. Liste uzadıkça uzar ama değişmeyen son söz “amma” eklenir.
Eli Hameyne rejimin anayasasını kitlelere onaylattıktan sonra muhaliflere karşı cadı avı başlattı ve yüz binlercesi faili meçhule gitti, zindanlara dolduruldular, bir o kadarı yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Kürt hareketleri ile en etkin sol hareketler büyük kıyımlara uğradılar ve kalanlar da çareyi Iraka Saddam’a sığınmada buldular. Geriye, devrimin yenilgisi, pişmanlık, kırılma ve nihilist söylemler “bir gün soracağız” diyerek mücadeleyi bilinmeze ertelemek kaldı. Eli Hameyne ise kendini kurumlaştırdı, Saddam’ı yendi ve en kötüsü ise orta doğuda halkların gelişen tüm demokratik devrimlerini terörize etmeye, yenilgilere, kaosa sürüklemeye devam ediyor olmasıdır.
Şimdi niye bunları yazdık? AKP 2002 de Türkiye toplumu ulus-devletin tek tipleştirme politikalarından, ekonomik sıkıntılardan yine Kürk Özgürlük Hareketinin geliştirdiği devrimsel gelişmedeki çözüm tartışmalarının arayışına da hitap ederek İktidara geldi. Şimdi tam 13 yıldır da iktidarda dır dır, bu on üç yılda yaptıklarına bakalım, kendi pan türk süni-hanifi mesepli İslam ideolojisine göre kendini devletleştirdi, farklılıkları susturmanın yasalarını çıkardı, pan türk süni İslam yayılmasını geliştirme adına Arap halklarının demokratik taleplerini boğmanın içindedir. Sol, liberal, faklı dini kesimler, kadınlar, işçiler ve Kürtlere yönelik söylemleri hep oyalama, kandırma üzerine kurarak hep erteleme içinde tutarak bu güne geldi.
Ne dendi, ne yapıldı, “kürk kardeşlerim var, ama hepimiz Türk’üz, Kürt kökenli vatandaşımız ne dedik tek millet, tek dil, tek bayrak ve tek devlet” kadınlara yönelik “ kadın üzerindeki tüm yasakları kaldıracağız” dan dan “kandın le erkeğin eşitliği fıtrata aykırıdır, kadının en iyi işi evinde çocuk doğurmaktır” a gelindi. “Herkes düşüncesini özgürce söyleyebilir, örgütlenebilir” den güvenlik yasasıyla cendereye alındı. İnanç özgürlüğü dendi kendisi dışında kimini kâfir, kimini zındık, kimini münafık ilan ettiler.
Eli Humeyni, kitlelere bir hitabesinde eliyle mezarlığı göstererek “ben sizi burada yatanlar kadar seviyorum” der. Tayip Erdoğan ın Kürdistan da ki seçim propagandasındaki “ben milletin adamıyım 70 milyonun tamamını seviyorum” derken elini boş hava da gezdirirken ne kadar da Tahran da kine benziyor.
Şimdi ne deniyor “başkanlık sistemi” diğer adı post modern teokrasidir. Şimdi, toplumun tüm farklılıkları, siyasal, kültürel kurumlarıyla İran da ki solun ve diğer tüm kesimlerin yaptığı, dağınık bir birinden be haber, örgütsüz, kitlelere tam inememe, farklılıklarını koruyarak birlikte mücadele zeminini yaratamama ve en önemlisi de karşı güce niyetsel yaklaşarak toplumlarını karanlığa çektiler. Evet ustalar der “mezar taşları da iyi niyetle örülmüştür” ancak bizler canlıyız ve daha erkenken bu seçimde post modern teokrasi rejiminin önüne geçebiliriz, bunu içinde politika biliminde hiçte bir anlamı ve yeri olmayan “ben” benim kurumum önceliği” kompleksinden uzak durarak farklılıklarımızı koruyarak ve farklılıklara saygı duyarak yakalanan HDP platformunu iyi değerlendirmeliyiz. Tersi durumu kaostur, kaosta da kime ne olacağını mücadele edenler belirler.
Medet Serhad
- Ayrıntılar
Adı Soyadı: Haki Karer
Doğum Tarihi-Yeri: 1950 Ordu Ulubey
Şehadet Tarihi-Yeri: 18 Mayıs 1977 Antep
Kürdistan Devrimciliğini Şahsında Somutlaştıran Bir Önder
Orta halli bir aileden olan Haki KARER, ilkokul, ortaokul ve liseyi kendi memleketi olan Ordu'da okumuş, üniversiteyi de Ankara Fen Fakültesi'nde okumaya başlamıştı. Daha lise yıllarındayken ilerici düşünceler taşıyan ve sol eğilimli bir yapıda olan Haki KARER, Ankara'da olduğu dönemde de herhangi bir siyasi grup içerisinde olmamasına rağmen, genelde devrimci bir düşünce taşıyor, eylemlere aktif olarak katılıyor ve Marksizm-Leninizm’in yoğun bir araştırmasını yapıyordu. 1973'lerde Ankara'da devrimci öğrencilerin kurduğu ADYÖD'ün üyesi olan ve bu dernek içerisinde yürütülen faaliyetlerin organizatörlüğünü yapan Haki KARER, aynı dönemde ulusal sorun konusunda araştırmalar yapan grup içerisinde de yer almıştır.
Bir grup Kürdistanlı aydınla birlikte yaptıkları araştırma ve inceleme sonucu Kürt ulusunun bağımsızlık mücadelesi vererek zafere ulaşabileceğini ve Türkiye proletaryasının da ancak bu sorun çözümlendiği zaman devrim yapabileceği sonucuna varan Haki Karer, yüce bir enternasyonalist ruhla -kendisi Kürt olmadığı halde- fakülteyi son sınıfta terk etmiş ve Kürdistan'a gelmiştir.
Halkımıza kendi bağrında çıkan aydınların bile gösteremediği bir dostluğu gösteren Haki Karer, 1976'da Batman'a gelmiş, burada kısa bir süre kaldıktan sonra ayrılarak Antep'e gitmiştir.
Kürdistan'da henüz bağımsızlıkçı bir hareketin olmadığı, halkın kendi varlığını inkâr eder konuma geldiği böylesi bir dönemde, Türkiye sol hareketinin sosyal-şoven düşüncelerin etkisinde kalmasının tersine onlarla yoğun bir mücadele içerisine girerek halkımızın davasına sarılan Haki Karer, en zor koşullara rağmen yılmadan çalışmalarını sürdürmüş, aydın gençlik içerisinde yaptığı eğitim ve propaganda faaliyetleriyle sayısız militan yetişmesini sağlamıştır.
Birçok güç ve çevre tarafından hayal ve gerçekleşmez bir umut olarak değerlendirilen Kürdistan sorunu giderek kendisini dünya kamuoyuna kabul ettiren bir sorun haline getirilmiştir. Bu ilk grup içerisinde yer alan ve belirgin faaliyetleriyle gelişmelerin hızlanmasını sağlayan büyük entemasyonalist devrimci Haki Karer, ideolojik şekillenme döneminde yürütülen hayati öneme sahip çalışmalara damgasını vuran önder kadrolardan birisi olmuştur.
Ülkemiz koşullarında mücadelenin büyük zorluklarla geçeceğini ve çok yönlü fedakârlıklar gerektirdiğini kavrayan ve buna en güçlü tarzda intibak eden Haki Karer, Kürdistan Devrimciliğini şahsında somutlaştıran bir önder haline gelmişti. Bütün günlük işlerini kendisi yapan, gününü çok az bir gıdayla, bazen basit bir kahvaltıyla geçiren, yanındaki arkadaşlarının en basitinden en zoruna kadar tüm sorunlarıyla yakından ilgilenen Haki Karer, çevresini bizzat pratiğiyle eğitmekte usta bir devrimciydi. Teorik yönden dönemin özelliğini de dikkate alarak basta kendisi olmak üzere çevresini eğitmek için sürekli okumayı ve tartışmayı bir kural haline getiren Haki Karer, çevresindekiler için tam anlamıyla bir esin kaynağıydı. Genç, yaslı, kadın, erkek tüm insanlarla kaynaşan ve sohbetlerinde bile güçlü bir eğitici olan Haki Karer, Kürdistan’da gelişecek olan mücadelenin önder ve militanlarının aşırı fedakârlıklarla dolu bir savaşıma atılmaları gerektiği gerçeğini kavrayan ve bunu çevresindekilere kavratan ve en kıt olanaklar içerisinde aylarca yaşayıp elindeki parayı daha önemli şeylere harcayan örnek bir devrimci olmuştur.
Devrimci profesyonel yasama atılmadan önce yıllarca hazırlık yapan ve her konuda belli bir seviyeye gelmek için çalışan Haki Karer gerçekçi ve bilime saygılı birisi olarak çevresinde buna aykırı olarak gördüğü her anlayışa karşı kararlılıkla tavır almakta ve insanları -hangi konuda olursa olsun- ikna etmek için günlerce uğraşmaktaydı.
Her yönüyle mücadelemize, gerek teorik yönüyle, gerekse de pratiğiyle davamıza değerli katkılarda bulunmuş ilk gelişmelerin sağlam bir zemin üzerinde boy vermesini sağlamıştır.
Sosyal şovenizme ve reformist küçük-burjuva milliyetçiliğine karşı amansız bir mücadele yürüten Haki Karer, teori ve pratiği en güçlü tarzda birleştiren ve bunu da bizzat pratiğinde gösteren bir yapıya sahipti. Birçok eylemin bizzat başında yer alan Haki KARER, Kürdistan'daki o karanlık ve suskun yapının kırılmasında, halkın hakkını savunmasında da önderlik rolünü oynamıştır.
Özellikle emperyalist sömürgeci sistem tarafından varlığına son verilmek istenen halkımızın o güne kadar karşılaştığı ihanet ve teslimiyetin tersine, enternasyonalizmin yüce savunucusu Haki Karer gibi bir önderi kendi mücadelesine kazanması ise tarihi bir olay olarak değerlendirilmelidir. Haki Karer, enternasyonalist devrimci ruhuyla bunu hak etmiş ölümsüz bir önderimizdir.
Onun faaliyetleri ve önderlik ettiği mücadele, Türk sömürgecileri ve onun uşaklarını da tedirgin etmiş ve kurulan alçakça bir komplo sonucu 18 Mayıs 1977 günü Antep'te şehit düşmüştür. Haki Karer’i fiziki olarak ortadan kaldırarak gelişmeleri durduracağını sanan sömürgeciler ve kurdukları ajan örgüt "Sterka Sor", kısa süre sonra yanıldıklarını anlamış ve büyük bir telaş içerisine girmişlerdir. Bu telaşlarında yanılmıyorlardı. Çünkü Haki Karer'in şehit olmasının ardından, mücadelemiz daha büyük bir atılım yapmış, kitleler hızla saflarımızda yer almış ve onun anısına bağlılığın gereği olarak PARTÎYA KARKEREN KURDİSTAN'ın program taslağı hazırlanmıştır.
PKK'nin Haki'nin ve ardından düşen şehitlerin anısı üzerinde yükselme gibi bir özelliği vardır. Bu anlamda Haki Karer, PKK'nin kuruluşunun ve Kürdistan Ulusal Direnişinin ilk kilometre taşı, mücadelede dönülmezliğin ilk ilanıdır.
Mücadele Yoldaşları
- Ayrıntılar
Bitimsiz toprakların günbatımıyla birleştiği ufuk çizgisinde kızıllaşan yaşam, bin yıllarca tekrar etti kendini. Her sabah güneş kapısında duaya duran Ninovalılar birliğin, beraberliğin yolunu en sağlam ve en güvenilir biçimiyle yaşamayı öğrenmişlerdi. Büyük bilgeler, toplumu güçlü değerler temelinde bir araya getirmiş ve geliştirmişti. Makedonyalı İskender bu ovada o büyük ordusuyla gelip Urbil (Erbil) kalesine dayandığında duvarlar kızıl kana boyanmış, toprak günlerce inlemişti acıdan, toprak ana yüzünü elleriyle saklamıştı. Bütün şehir bir yana Zerdüşt'ün "Avesta"sı, üç büyüklerin kanunları da yakılmıştı, en büyük değerleri bu ilim, irfan tanımaz, ahlak bilmez ve insanlıktan anlamaz barbarların ayakları altında çiğnenmişti. Ama birileri vardı ki içlerinde haram yemiş, güneşten kopmuşlardı işte reber bunlardı...
Yüz yıllarca küsen toprağın bağrında deşilen yaralar bir nebze de olsa iyileşmeye yüz tutmuş, bahar Urbil kalesinden nazlı upuzun serilmişti ovaya, sular kuyular boyu bol, bereketli bağlar olgunlaşmaya durmakta, yüzler umut ve neşesiz kaldığından beri mevsim ilk defa güzelliğini yeni yeni kendine gelmiş olmanın burukluğuyla, acı dolu geçen yıllarına hayıflanırcasına yaşamakta... Bu onlar için yeni doğuştu.
Sancılı olur büyük doğuşlar. Ancak direniş ne kadar yüceleşiyorsa ihanet de o denli cüceleşiyordu. 1997 yılının 16 Mayısında ihanet direnişe inat bilemiş kılıcını, zalimlerin saflarında yerini almış, yine onun reberliğine soyunmuştu. Adını Kürdistan olarak yenilemiş olan bu topraklar üzerinde bütün değerler birleşmekte, yaralar sarılmakta, ortak ülke, tarihe, kültüre sahip olan ve hatta bir anadan doğan kardeşler; kendine yabancılaşmanın eşiğinden alınarak hak ettiği değerlerine kavuşturulacakken bu halk için ihanet yine de anlaşılması zor bir olay değildi.
Hewler şehri Kürdistan tarihinde önemli bir yere ve konuma sahip olup aynı zamanda Güney Kürdistan'ın en büyük şehridir. Çeşitli hanedanlıkların, imparatorlukların ve beyliklerin hüküm sürdüğü bir şehir olması itibariyle değişik politikalara maruz kalmış, gelişim dinamikleri adeta kırılmıştır. Irak rejiminin katliamlarla terk ettiği şehir yerli işbirlikçiler eliyle bu sefer de TC sömürüsüne açılmaya çalışılmaktadır. Halk hem yerel otoritelere hem de dış otoritelere amenna çekmiş ve illet etmiştir. Yalnızca Kuzeybatıda gelişen mücadeleyi ilgiyle izlemekte ve sempati duymaktadır. Buna karşılık buradaki yerel güçler parti çalışmalarından şiddetle ürkmekte, gelişimine izin vermek istememektedir. Parti çalışmalarının gelişmesi dört parça Kürdistan ülkesinin birleşmesi anlamına gelecek, çağı aşan bir ideoloji ve politika demek olacağından kendi miadını dolduran hareket ve oluşumların da yıkılması anlamına gelecektir. İşte buradaki güçler buna hazır olmadığı gibi ulus, özgürlük, demokrasi gibi temel insani gereklerden oldukça uzak klasik feodal geleneklerini ve kişisel otoritelerini korumadan başka bir şey düşünememektedirler. Sanki tarih bu rolü kendileri için vazgeçilmez kılmıştır. Kürt halkı kendisine dar gelen ve üzerinde bir yük gibi taşıdığı bu eskimiş, her tarafı yamalanmış gömleği giymek zorundaymış gibi bir mecburiyet içinde bırakılmak istenmiştir. Kuşkusuz emperyalist ve sömürgeci devletlerin bu rolü oynamalarındaki payı hiç küçümsenemez. Kaldı ki Kürt halkı kendi durumunun ve gerçeğinin oldukça farkındadır zaten acı gelen de budur. Bile bile kölelik sınırında tutulmak hiç bir halkın kabul edemeyeceği bir şeydir.
Gelişen PKK mücadelesi giderek Güney Kürdistan'ı da kucaklamaktadır. Büyük kazanımların hangi değerler temelinde yaratıldığı kuşku götürmezdir. Başkan Apo, halkın büyük aydınlanma ve özgürleşme özlem ve ihtiyaçlarını görerek burada ulusal kurumlaşmalara gitmek amacıyla basın-yayın ve kültürel çalışmalardan başlayarak yeni bir yapılanma süreci başlatmıştır. Bu kurumlar kaybedilen tarihi kaybolduğu günden alarak aydınlığa çıkaracak ve Kürt halkını uygarlıklar içinde hak ettiği yere getirecekti. Yıllarca süren kadro, mücadele imkân ve olanaklarını hazırlama böylesine kutsal topraklarda kutsal bir amacı taşıyordu. Başkan Apo bu süreci "Kurtuluş tamamlandı sıra inşada" biçiminde değerlendirmişti.
Gelinen aşamada Ulusal birliğin sağlanması da kaçınılmaz bir görev olarak kendini dayatmaktaydı.
Hewler direnişinde yer alan kahramanların ne büyük bir görevle karşı karşıya olduklarını üzerlerine aldıkları tarihi misyonda görmek mümkündür.
Geçit vermeyen ihanete karşı bütün parti kadrolarının toplanarak kurum çalışmalarına devam kararını vermeleri, imhayı bile göze almaları bunun kanıtıdır. Yine Ronahi arkadaşın "Hewler geçilmez!" diyerek ihanetin yönelimini karşılamasının takipçiliğini, Salih Çavgun arkadaşın "Kanımız Hewler sokaklarına dökülünceye ve duvarlarına işleyinceye dek savaşacağız, ya kurum çalışmalarımız devam edecek ya da öleceğiz." diyerek eylemi başlatan son sözleri tamamlar. Pervin ve Osman arkadaşlar "Bu bir komplodur, bizler Zilanların öğrencisiyiz, bunu nasıl boşa çıkaracağımızı biliriz." derken genel tutum somutlaşmıştır.
Ertesi gün olağan çalışmalarına başlayan kurumlar çok normal koşullarda hiçbir olağanüstü hazırlık yapma gereği duymaz, savunma durumunda bile değildir. Yalnız güvenlik gereği bulundurdukları birkaç ferdi silahlarından başka hiç bir şeyleri yoktur. Ancak KDP güçleri TC ordusuyla beraber tanklar, panzerler ve toplarıyla bütün parti kurumlarına 16 Mayıs gününde saldırıya geçer, her tarafı yerle bir ederek kan emici Dehak misali karnı doyunca bu sefer böğürmeye başlar; yurtsever aile ve kitle çalışmalarında bulunan militanları katlederek tarihi rolünün çirkin görevlerini yerine getirmişlerdir. Soysuz işbirlikçiliğin bu hali karşısında toprak ana bir kez daha sakladı yüzünü, çünkü toprak bir kez daha yaralanmıştı. Fırat ve Dicle bir kez daha sırtlarını birbirine çevirerek küskün akmaya başladılar.
Güney Kürdistan tarihinde bir dönüm yaratan Hewler direnişi abideleşen değerlerin bileşkesi olmuştur. Ulusal önderliğe ve Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesine yönelik komplonun bir ayağı olan ve işbirlikçiliğe dayalı olarak geliştirilen bu saldırı uluslararası komplonun aslında bir hazırlık aşamasıdır. Güney Kürdistan kendilerinin resmen bir üssü durumuna gelecek, diledikleri gibi at koşturma imkânını elde edeceklerdir. Artık PKK bir daha bu alanda kolay kolay örgütlenemeyecek, kurumlaşamayacaktır. Başkan Apo'ya yönelik komplonun '96 yılındaki ilk aşaması Zilan arkadaşın büyük inancı ve yüksek bilinciyle boşa çıkmıştır. '97 yılında devam eden komplonun ikinci aşaması ise Hewler katliamı olup oldukça planlıdır. Ancak devrim güçleri iradelerini inançlarıyla katık ederek mücadeleyi yaşatmayı hedeflemişlerdir. Burada Önderliksel tarz vardır ve bu tarz insanlık onuruyla kazanan tarzdır, hedefe kilitlenen ve ölümü bile küçük gören mutlak zafer tarzı vardır, kesin başarı vardır. Özellikle Güney Kürdistan halkının bu direnişten sonra mücadeleye ve PKK'ye olan inancı daha bir perçinlenmiş, duygu ve irade birliğinin sınırına varmıştır. Önderliğimize ve partimize yönelik geliştirilen uluslararası komploya karşı gereken tutumu, özgür yaşama özlem ve bağlılığını ortaya koymuştur. Zaferi bir defa görmüştü, ölümden korkmayan güneş rengi gözlerde bulmuştu kendini. Kendi öz iradesi olan bu çelik yüreklerdi. Bir defa peşmerge olunacaksa böyle olmalıydı, militan olunacaksa ve kahraman olunacaksa böyle olmalıydı. Asırlarca beklenen düşlerini kuzeyli kardeşlerinde gördüler, aradaki sahte duvarları aştılar. Serkar, Hewkar gibi yoldaşlar da ülkenin kuzey parçasında topraklarıyla yeni doğuş temelinde buluştular ve ortak kader ancak böyle yaratılabilirdi. Hewler'de de kazanan özgürlük olurken, kaybeden yine ihanet ve militarizm olmuştur.
Demokrasi ve barış yolunda bu değerlerle yürünecektir!
Mücadele Yoldaşları
16 Mayıs 1997 tarihinde Hewler'de şehit düşen yoldaşların künyeleri
Adı, soyadı: Hasan AĞAÇ
Kod adı: Salih Çavgun
Doğum yeri ve tarihi: Hilvan, 1964
Mücadeleye katılım tarihi: 1990
Şehadet tarihi ve yeri: 20 Mayıs 1997, Hewler
Görevi: Hewler eyalet sorumlusu
Adı, soyadı:
Kod adı: Helin
Doğum yeri ve tarihi: Doğubeyazıt, 1969
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997
Hewler
Görevi: Hewler YAK Eyalet sorumlusu
Adı, soyadı:
Kod adı: Adar
Doğum yeri ve tarihi: Mardin
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YAJK derneği-Hewler
Adı, soyadı: Hamdiye
Kod adı: Avyan
Doğum yeri ve tarihi: Afrin, 1973
Mücadeleye katılım tarihi: 1993
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YAJK derneği-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Şevin
Doğum yeri ve tarihi: Van
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YAJK derneği-Hewler
Adı, soyadı: Perwîn Osman MUHAMMED
Kod adı: Peyam
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1973
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YAJK derneği-Hewler
Adı, soyadı: Nuriye
Kod adı: Dicle
Doğum yeri ve tarihi: Midyat, 1977
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: 20 Mayıs 1997, Hewler merkezi (intihar eylemi)
Adı, soyadı: Bekir DOĞAN
Kod adı: Numan
Doğum yeri ve tarihi: Urfa
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Med-TVmuhabiri)
Adı, soyadı: Roza MUHAMMED
Kod adı: Roza Cudi
Doğum yeri ve tarihi: Tırbespi, K. Güney, 1968
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi'nde)
Adı, soyadı: Güney GEÇİLMEZ
Kod adı: Ronahi
Doğum yeri ve tarihi: Pazarcık 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1991 İsviçre
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi'nde)
Görevi: Welat Gazetesi sorumlusu
Adı, soyadı: Şiwan
Kod adı: Rêbaz
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1994
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi'nde)
Adı, soyadı:
Kod adı: Roni
Doğum yeri ve tarihi: Malazgirt 1977
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi'nde)
Adı, soyadı: Gelawej KEMAL
Kod adı: Rewşen
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi'nde)
Adı, soyadı: İdris Ali MUHAMMED
Kod adı: Azad
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1973
Mücadeleye katılım tarihi: 1994
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi'nde)
Adı, soyadı: Ömer ÖZSÖKMENLER
Kod adı: Ozan
Doğum yeri ve tarihi:
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Diyana
Görevi: Diyana bölge sorumlusu
Adı, soyadı: Gelewej ARİF
Kod adı: Berxwedan
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1974
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler
Görevi: YXWK Sekreteri
Adı, soyadı: Nahide Heme SALİH
Kod adı: Ruken
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Cemil
Doğum yeri ve tarihi: Kuzey Kürdistan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Agit
Doğum yeri ve tarihi: Kuzey Kürdistan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Aslan
Doğum yeri ve tarihi: Afrin
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Farok
Doğum yeri ve tarihi: Botan, ...
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Rugeş
Doğum yeri ve tarihi: Botan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997
PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Reşit
Doğum yeri ve tarihi: Şırnak/1977
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Berxwedan
Doğum yeri ve tarihi: Botan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı: Recep
Kod adı: Goran
Doğum yeri ve tarihi: Kelar, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Şex Kamuran
Doğum yeri ve tarihi: Hiran
Hewler, 1969
Mücadeleye katılım tarihi: 1995
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı: Azad SURÇİ
Kod adı: Kemal
Doğum yeri ve tarihi: Ruwandiz-Hewler, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1994
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi)
Adı, soyadı: Muhammed NADIR
Kod adı: Xogir
Doğum yeri ve tarihi: Hewler, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1991
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi)
Adı, soyadı: Yusuf
Kod adı: Murad
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1973
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Welat gazetesi-Hewler
Adı, soyadı: Hamid BERZİNCİ
Kod adı: Kawa Bagdayi
Doğum yeri ve tarihi: Kerkuk 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1995
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi)
Adı, soyadı:
Kod adı: Ferhat
Doğum yeri ve tarihi: Kobani (K. Güney)
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Şerko
Doğum yeri ve tarihi: Kerkuk
Mücadeleye katılım tarihi: 1997
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Aram
Doğum yeri ve tarihi: Sine /(Doğu Kürdistan), ...
Mücadeleye katılım tarihi: 1995
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Nûdem
Doğum yeri ve tarihi: Derik /K. Güney, ...
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Dilşad Afrin
Doğum yeri ve tarihi: Afrin, ...
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Hêjar
Doğum yeri ve tarihi: Derik
K. Güney, ...
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Fuad
Doğum yeri ve tarihi: Serhat
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Merxas
Doğum yeri ve tarihi: Serê Kanî (Kuzey Kürdistan)
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Heyva Sor a Kurdistan)
Adı, soyadı:
Kod adı: Dr. Serhat
Doğum yeri ve tarihi: Serhat, ...
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Dilovan
Doğum yeri ve tarihi: Dihok, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Berbang
Doğum yeri ve tarihi: Serhat, 1975
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Hêvîdar
Doğum yeri ve tarihi: Serhat
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Şefîk
Doğum yeri ve tarihi: Botan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Sozdar
Doğum yeri ve tarihi: Botan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Zagros
Doğum yeri ve tarihi: Kuzey Kürdistan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Agit
Doğum yeri ve tarihi: Diyana, 1977
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Serkewit
Doğum yeri ve tarihi: Xaneqîn Büyük Güney, 1972
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: Temmuz Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı: Xanzad Ali ÖMER (Yurtsever)
Kod adı: Xanzad
Doğum yeri ve tarihi: Hewler
1975
Mücadeleye katılım tarihi: 1995
Şehadet tarihi ve yeri: 18 Mayıs Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Kendal
Doğum yeri ve tarihi: Suruç
Mücadeleye katılım tarihi: 1994
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997 Hewler Katliamı-MKM
- Ayrıntılar
Milliyetçilik ulus devletle gelişen toplumsal hatta ruhsal bir hastalıktır. Doğuşu ise kapitalizmin kendisini ulus devlet biçiminde örgütlendirilmesi zamanına götürülebilir. Bu bağlamda milliyetçilik-insanlık tarihi göz önüne getirildiğinde-yeni bir hastalıktır. Yeni ve taze bir hastalık olmasına rağmen, suni olarak doğuşundan bugüne kadar belki de insanlığın başına bela olmuş en büyük hastalıkların da başında gelir.
Bu öyle bir hastalıktır ki, bir devletin sınırları içerisinde yaşayan insanlara, ulus devleti gerçekten de kendi devleti bilir hale getirir. Kendisini ulus devletin sahibi olarak görür. Halbuki: “Ulus kavramından türetilen milliyetçilikle tüm bir ulus iktidarın kendisine ait olduğuna inandırılmıştır. Özünde hiçbir zaman iktidar ulusun olamaz. Her yerde ve her zamanda etnik grupların, hanedanların, ulusların azınlık kesimi iktidarın gerçek sahibidir. Fakat öyle bir sistem yaratılır ki, en alttaki ezilene kadar her birey bir anlamda kendini iktidar sahibi kılmak durumundadır. En alttaki bir ailede en yoksul bir koca karısı karşısında kendini ‘küçük imparator’ rolünde rahatlıkla görebilir. Karı da zincirleme tarzda çocuklarına karşı bu rolü oynar. Ya çocuklar? Onlar büyürlerse aynı sistemi oynamaktan başka ne yapabilirler? İktidarlaşma zincirinin böyle kurulması sistemin bir özelliğidir.”
Daha da açacak olursak: “Kapitalizmin gelişim aşamasında ortak dil ve geleneklerle çevrili bir sınır, ideal birikim için tercih edilen coğrafi büyüklüklerdir. Kutsal vatan anlayışı değil, elverişli kâr, birikim alanı kavramı esastır. Dış rakiplerine kapatılan bu alan sermaye birikimini güvene almak, iktidarını güçlendirmek için idealdir. Milliyetçiliğin doğuşu bu maddi gelişmenin sonucudur. Laiklikle -dünyalaşma- dini zihniyetin gerilemesi yeni bir ideolojik örtüye ihtiyaç gösterir. Milliyetçi ideoloji ulus olgusu ile bağlantısı nedeniyle hızlı gelişme gösterir. Özünde eskinin etnik -aşiret- duygusunun daha geliştirilmiş bir biçimi olarak düşünülmesi gereken milliyetçilik, ortak etnik duygu ve dinin yerini tutan bir inanç hizmeti gösterir.”
Yukarıda dile getirilenlerden yola çıkarsak o zaman bizler: “Milliyetçiliği kapitalist devletin ideolojik silahı olarak anlamak, yayıldığı dönemleri doğru kavramak açısından önemlidir” tespitini esas almamız gerekecektir. Çünkü biz biliyoruz ki: “Milliyetçilik aynı zamanda devletteki merkeziyetçiliği güçlendirir. Daha demokratik federal yapılara karşı devlet milliyetçiliği, merkezi-üniter yapılara kayar. Buradan faşist ve totaliter devlet anlayışına geçilir. Toplumsal hastalığın histeriye dönüşmesi, kapitalist sistemin faşist ve totaliter devlet biçimine yönelmesiyle at başı gider. Sonuç, kapitalizmin intiharıdır. Birinci ve ikinci dünya savaşları bu anlamda milliyetçilik dozajının aşırı kullanılmasından doğan sistemin intihar eylemleri olarak da düşünülebilir. Kendisi uygarlık krizi olan kapitalizmin en genel ve derinlikli krize, kaosa girme sürecidir.”
Söylenen ve yazılanların özü itibariyle birer ruh hastalığı yansımaları olduğu da açıktır. Tekleştirme adına neredeyse dünyanın tamamını ateşe vermek, gerçek manada akıl kârı olamaz. Milliyetçilik hastalığıyla insanlık ateşe verilmiştir. Sadece birinci ve ikinci dünya savaşlarını ele alacak olursak; milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarcasının sakat kaldığı ve de milyonlarcasının ise halen akıbetlerinin belli olmadığını dile getirdiğimizde, yaşanmış olan ruh hastalığının ne kadar derin olduğu daha çıplak biçimde kendiliğinden anlaşılır.
Bu hastalığın bir şekilde üstünün örtülmesi gerekir. Çıplak bir hastalık olarak görülmesi yerine tam tersine sanki milliyetçilik din gibi kutsalmışçasına öyle bir propaganda yapılır ki, milliyetçiliğin büyük tehlikelerine karşı toplumun-büyük bölümü-korunmasız ve savunmasız bırakılır. “Ulusçuluk ya da milliyetçilik zayıflayan dini bağların yerini tutmaktadır. Bir nevi seküler-dünyevi- dindir. Devletin en temel meşruiyet aracıdır. Dine ve milliyetçiliğe dayanmadan devleti yürütmek zordur. Din zaten devletin genidir. Milliyetçilik de onun modern biçimidir” tespitleri dile getirdiklerimizi ifade etmektedir.
Başka bir şekilde ifadeye kavuşturacak olursak: “Ortaçağlarda din adına yürütülen savaşlar, kapitalizm çağında milliyetçilik adına daha kapsamlı ve acımasız sürdürüldü.” Nedenleri elbette vardır. Bir nedeninin iktidarla bağı olduğu kesindir. “Ne kadar süslü kelimelerle ifade edilse de, milliyetçilik aşiret şovenizminin gelişmiş bir biçimidir; onun daha da büyütülmüş ve siyasallaştırılmış ifadesidir. Bu da dar görüşlülük ve kendinden başkasını görmemektir” kendisini beğenmektir, başka halklara ve renklere karşı düşmanlıktır, tanımamaktır yani kendini dünyanın merkezine koymaktır. Bunun için: “Milliyetçiliği kapitalist devletin ideolojik silahı olarak anlamak, yayıldığı dönemleri doğru kavramak açısından önemlidir.” Bu silahın nasıl kullanıldığını ise bizler son iki yüz yıllık pratikte gayet iyi biliyoruz. En çokta biz Kürtler, Ermeniler, Asüriler, Çerkezler, Aleviler olup bitenleri iyi biliyoruz. Çünkü son iki yüz yıldır ve özelde de son yüzyılda kaç yüz bin Kürt insanının bu hastalıklı ruhsal bakıştan dolayı katledildiği verileriyle ortadadır.
Halbuki Başkan Apo: “Egemenlerin sahte milliyetçilikleri uğruna değil, halkların ortak vatanı uğruna özgürlüğü ve hak eşitliğini esas alan, her düzeyde ortak birliktelik ve eylemlilik yöntemiyle mücadele etmek, gerçek yurtseverlik anlamına gelmektedir” demektedir.
Halkların ortak vatanı uğruna özgürlüğü ve hak eşitliğini esas almak, sözünü sıkça ettiğimiz Demokratik Ulus kavramlarıyla yakinen ilgilidir. Demokratik Ulus kavramı halkları ulus devlet temelinde zehirleyen kapitalist modernist çağa karşı -gerçek manada- bir mücadele stratejisidir. Öyle ki tekçiliğe karşı ortaklığı ve komünal olmayı savunur. Kendini beğenmenin yerine insanlığı sevmeyi savunur. Renksizliklere karşı çok ama çok renkli olmayı ilke edinir. Birçok farklı rengin bir arada, hem de çok güçlü bir şekilde ortak yaşayabileceğine inanır. Yani tekçiliğin bir milliyetçilik zirveleşmesi olarak halklara sadece acı getirdiğini bilerek, bu tekçiliklere ve tekleşmelere karşı en ileri düzeyde karşı koymasını da bilir.
Özcesi bizler bugün dünyada insanlığın başına bela olmuş milliyetçiliklere karşı durmak istiyorsak önce demokrat olacağız. Ancak bu demokratlığı tüm farklı toplumsal yapılarla birleştirerek sağlam kurumsal yapılar haline getirirsek orada gelişen ve gelişecek olan Demokratik Ulusçuluktur. Anti Milliyetçilik olarak Demokratik Ulusçuluk ise gerçek manada halkların renkli bir şekilde açan gül bahçesidir.
Halkların Gül Bahçesi’nde tüm renklerin bir arada, aynı anda açması ve yaşaması dileğiyle…
ŞIHO DİRLİK
- Ayrıntılar
Birileri ısrarla topluma ideolojik duruştan uzak durmaya, politikayı ve tabi doğası gereği kendilerini takip etmeye çağrı yapıyor. Bunu yaparken de kendi dünya görüşü, içerisinde yerini aldığı topluluk ya da toplumun ve hatta devletin bakışını temsil ettiğini de sinsice yaptığını da unutuyor.
Peki; İdeoloji nedir, ideolojik olmak ne demektir?
“İnsan gelişmesinin, tasarım gücüyle yakından bağlantısı vardır. İnsansal gelişmenin tasarım veya diğer bir deyişle düşünce ve onun iradesi, ruhsal durumu üzerindeki etkileşimi olmadan pratik yaşam gelişemez. İnsan söz konusu olduğunda öncellikle böyle bir tasarıma, düşünsel gelişmeye ihtiyaç vardır.”
Hiç şüphe yoktur ki: “İnsan, toplumsallaşmaya başladığında kesinlikle düşünce yönü ağır basan bir var olma olayıdır.” Başka bir deyişle: “Düşünce, tasarlama, hayal etme olmadan yaşam olmaz.”
Yani: “Düşünce; genel tasarımlar, genel fikirlerdir.” Ancak: “İdeoloji ise; bir toplumun maddi koşullarına uyarlanmış, o toplumun çıkarı olarak düşünülmüş ve hatta formüle edilmiş düşüncelerdir. Yani bir toplumun gerçekliğini ister ilerleme, ister geriletme veya muhafazakarlık yönündeki bir yaklaşımı, onun düşüncesini ifade ediyor.” Başka bir formülasyonla belirtecek olursak: “İdeolojiler somut toplumsal düzeyle ilintilidir.”
Bu olmazsa, yani insan ideolojiden kopuk olursa, ideolojiden kopuk yaşarsa orada yaşanacak olan özü itibariyle toplumsallıktan yani insanlıktan ve insan olmaktan kopmaktır, insan olmaktan çıkmaktır. Hatta: “Bilmek gerekir ki, ideolojiyle bağlantınızı koparırsanız hayvanlaşırsınız.” Hayvanlaşmayı, düşünceden kopuk olma, düşünceden kopuk yaşamak olarak ifade ettiğimiz doğası gereğidir.
İnsanların bir araya gelişini, ortak yaşamasını sağlayanın da özü itibariyle ideoloji ve ideolojiler olduğu açıktır. Farklı farklı çevreleri, gurupları, kesimleri, halkları başka bir araya getirmek olanaksızlaşır. “İdeoloji irade haline gelmiş ortak fikirler paketi olarak da tanımlanabilir” tespitinin özü de zaten budur.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi bu olmazsa orada yaşanacak olan gerçek manada insanlıktan kopuştur. Ve dikkat edelim, insanlığa ve değerlerine karşı nerede bir kayış yaşanmış ise orada yaşanmış olan kesinlikle, faşizm türü yapılardır. Faşizmin: ”Çok erken çözülmüş bir burjuva ideolojisi” olduğu bilinmektedir. İnsanlık varoluşsal olarak komünal iken, ortakçı iken liberalizm özü itibariyle bireycidir, bireyi esas alır, bireyi ne kadar toplumdan uzaklaştırabilirse o kadar etkili olacağına inanır. Ve bu durumun moralle yani toplumsal değer yargılarla birebir bağlantısının olduğu tartışmasızdır.
“İnsan doğası gerektiği kadar hayale, dogmaya, kutsal değerler diye tabir edilen dini konulara, hatta ahlaka, morale kesin yer vermek zorundadır.” Dinler de "insan tümüyle moralle yaşar, kutsal ilkeye göre yaşar" derler. “İnsanı alabildiğine maddiyatla doyurmaya çalıştın mı, doymaz” bunun ise insanı sadece güdülerini yaşayan bir varlık haline götüreceği açıktır. Yani moralden kopmak demek, insanlıktan kopmak olduğu bir daha görülmektedir.
Bu olmazsa insanlar bir araya gelerek toplum olamazlar, toplumsallığı kuramazlar. Yani: “Moral diye tabir ettiğimiz kavram gerçekleşmeden insanın sağlıklı gelişmesi ve hatta yaşaması oldukça sorunlu olacaktır.” Ve unutmayalım ki nerede insanlar moral değerlerinden kopmuşlarsa orada, tam bir baş aşağıya gidiş yaşanmıştır. İnsanlık tarihi bunun bolca deneyiyle doludur. Belirttiğimiz gibi bu baş aşağıya gidişin altında bireycilik vardır. İktidar odaklı yaşamak, devlet odaklı yaşamak hep bir şekilde biriktirmeyle ilgili olduğunu düşündüğümüzde bu bireyciliği insanlığın ilk çatallaşmasına kadar götürebiliriz. Çatallaşma derken, insanın doğasında kopartılarak; bireycileşmesi, bencilleşmesi, ata erk yapılara everilmesi, iktidara yürümesi ve sonuçta da iktidarın ve bireyciliğin en muntazam örgütlülüğü olan devlete kadar bunu götürebiliriz.
Ve bunu daha da ileriye götürseniz, ileriye taşırsanız; bir topluluğun, bir toplumun, bir ulusun, bir devletin tekleşmesine kadar götürebiliriz ki, yeryüzünde çıkmış olan bütün faşizan pratiklerin altında da bu bireycilik yani liberalizm gerçekliği vardır. Liberalizm elbette kapitalist çağın bir ideolojisidir. Ama her çağın kendine has bir kapitalistliği yani tekelciliği, tek eldenciliği olduğunu unutmayalım. Bu gerçekliği o çağın bireyciliği dolasıyla liberalciliği ve sonuç itibariyle faşizmi olarak nitelemek yanlış olmaz.
Liberalizme ve kapitalist hegemonyaya karşı çıkışlara bunun için boşuna: “Anti-liberalizm olarak sosyalizm, özgürlüğü kolektif eylemde ve ahlâkta yaşamanın ideolojisidir” denilmemiştir.
Ve: “PKK nedir? PKK, ideolojisi ve morali yıkılan halk gerçekliğinin öncelikle ideolojiyi ve morali bulma hareketidir” denilmiştir.
Rêber Apo: “Dikkat edilirse aslında ben kaba silahla iş yapmadım. Yine parayla da iş yapmadım. Benim iş yapma tarzım ideolojiyledir. Benim büyük ve oldukça maddi gerçekliğimize uygun düşünce gücü olmam, düşünce üretmem ve onu uygulama gücüne kendimi vardırmam beni büyük bir patlamaya dönüştürdü” demiştir. Yine başka bir yerde ise: “Birileri çıkar, tam da bu süreçte ideolojiden, moralden kopanların ideolojik, moral öncülüğüne soyunur ve o tek veya birkaç kişi de olsa, kısa bir sürede büyük bir toplumsal patlamaya dönüşür” derken dile getirdiği bu gerçekliktir.
Şimdi burada yazımızın başına geri dönersek, birilerinin neden “ideolojiktirler” dedikleri daha iyi anlaşılmaktadır.
Kendileri bir devletin tüm imkanlarını halkları alt etmek için kullanırken, ezilen ve horlanmışların ellerinde tek silah olarak duran ideolojik duruşa saldırış bundan kaynaklıdır. Bunun için gittikleri her yerde, “bunlar ideolojiktir, bunları dinlemeyin” demektedirler. Çok tuhaftır ancak ideolojiktir derken de sadece kendilerini düşünen, dar ve çıkarcı insanları kast ettikleri de açıktır.
İfade ettiğimiz gibi, “bunlar ideolojiktir” derken kendileri ve kendisi Türk İslam Sentezciliğini günlük olarak herkese-hem de kimsenin rızasını almadan-dayattığını unutuyorlar.
Erdoğan ismindeki kişiliğin tüm hareketlerinin baştan sonuna kadar tamamen baskın, hakaret edici, küçümseyici, alay edici, hor görücü, tekçi olduğunu herkes görüyor ve biliyor. Bunların altında tekçi, milliyetçi, burjuva ve tüccar sınıfının buyurgan ideolojisinin yattığı ortadayken, her gittiği yerde “bunlar ideolojiktir” sözlerinin altında; bir, toplumları yanıltma vardır. İki; kendi çıkarlarını örgütleme vardır. Üçüncü olarak ise; tüm halkları beyin gücü, yürek gücü, moral değerleri, insanlıktan kopmaya davetiye olduğu açıktır. Yani Erdoğan ve ekibi Türkiye ve Kürdistan’da çok rahat bir şekilde güdülecek bir yapı istedikleri bu sözleriyle açıkça beyan ederlerken, topluma kendi ideolojik bakışlarının ne olduğunu da göstermiş oluyorlar.
Başka da neden ısrarla: “İdeolojiyle bağlantınızı koparırsanız hayvanlaşırsınız” gerçekliği dururken, bunu toplumlarımıza, halklarımıza dayattıklarını anlamlandırmak gerçekten de çok zordur.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Dün ekranları izlerken Arjîn Amed yoldaşımızın ağır hastalığı sonucu şehitler kervanına katıldığını öğreniyoruz.
Arjîn yoldaş sözün tam manasıyla Sönmeyen bir Yaşam Ateşi genç PKK kadın militanı olarak tanıdık. Yaşam coşkusu ile yaşam duruşu ile olgunluğu ile kıvrak zekasıyla, mütevaziliği ve insana ruh veren yoldaşlık sevgisi ve saygısıyla hep yüreklerimizde taht kurmuş bir Kürdistan Özgürlük Savaşçısı olarak bizimle, içimizde, ruhumuzda, yüreğimizde ve tüm benliğimizde yaşadı.
Arjîn yoldaşı yıllar öncesinde tanımıştım. Fiziki olarak oldukça zayıf ancak kişilik olarak ise sıcaklığı ve direngenliği ile çok güçlü bir insan olarak o yıllarda gözüme çarpmıştı. Ardından ise yıllarca birlikte aynı mekanda aynı çalışmalar içerisinde kaldık. HPG BİM bünyesinde birçok çalışmayı en güzel bir şekilde yürüten biri olarak herkesin beğenisini kazanan Arjîn yoldaş, mesleki yetkinliğinin yanı sıra yoldaşlar içerisinde de özel ve özgün bir yeri her zaman oldu.
Kişilik olarak hem çok olgun ama ayna zamanda da çok espri yüklü bir yoldaş olarak, nerede neyi söyleyeceğini, eleştirecekse eleştirisini en doğru ve en etkili bir şekilde ifadeye kavuşturan bir yoldaş olarakta, yoldaşlar ortamında her zaman en çok değer gören yoldaşlardan olmuştu.
Özgürlük saflarına birçok yoldaşı gibi erken gelen biri değildi. Sivilde iktisat okumuş, yine sivil yaşamda birçok pratik işi yapan biri olarak yoğun tecrübelerle dağlara akan Arjîn yoldaş, bulunduğu ortamlara bu yaşam tecrübesini en iyi bir şekilde yoldaşlarına sunarak yoldaşlarına destek olmasını da hep en iyi bir şekilde bilmiştir.
Kendim Arjîn yoldaştan çok etkilenen bir militan olarak, onun güçlü yaşam duruşu, yoğun düşünce gücü ve yaşama pozitif yansımasını imrenme düzeyinde hayranlıkla izlemişimdir. Bir insanın iddialı ve direngen yönlerinin yanı sıra, nezaketi ile insanları bu kadar etkileyebileceğini, insanları incitmeden söyleyecekleriyle yön verebileni en çok Arjîn yoldaş şahsında görmüştüm. Bunun için bulunduğumuz ortamlarda onun söylediklerini, eleştirdiklerini, görüşlerini dikkate almak her zaman en doğru sonuçlara götürdüğünü edindiklerimizle öğrenmiştik.
Belirttiğim gibi uzun yıllar aynı çalışmayı aynı mekanda birlikte yürüttük. Çalışma disiplini, çalışmanın temizliği, sonuç alıcılığı derken akla ilk gelen isimlerden biri her zaman Arjîn yoldaş gelmiştir. 25 Mart 2012 yılında Garzan Eyaletinde 15 kadın gerillamızla birlikte şehitler kervanına katılan Berfin Roza-Selma Avcı ile birlikte Arjîn yoldaş bu özellikleriyle tam muhteşem bir ikiliyi oluşturuyorlardı. Öyle ki yoldaşlıkları, çalışma disiplin ve azimleri, girişkenlikleri, yaratıcıkları, mütevazilikleri, cana yakınlıkları, incelikleri birbirine çok yakındı. Her ikisi de çok seçkin militan özelikleriyle göze batıyorlardı.
Arjîn yoldaş bu özellikleriyle doğalında kabul gören ve hep aranan bir militandı. 2011 yılında PKK Ocağına eğitim amaçlı gitmişti. Çalışmalarda özgün bir yeri olduğu için yeniden çalışmalarımıza gelmesini önermiştik. Parti de, Arjîn arkadaşı yeniden çalışmalarımıza yönetim düzeyinde görevlendirmişti. Ancak Arjîn yoldaşın gözü ve yüreği kuzey sahalarında aktif savaş pratiğinde idi. Bunun için bir müddet birlikte çalışmış olsakta o esasta kuzeye kendisini hazırlıyordu. Fiziken –dış görünümüyle- zayıf olduğu için arkadaşlar kuzeyde zorlanacağını düşünerek göndermek istemeseler de o ısrarla ve dayatarak eni sonunda kuzey güçlerine Botan’a geçmek için vizesini çıkartmış ve ardından da Botan eyaletine geçmişti. Arjîn yoldaş Botan eyaletinde çalışmalarda yer alırken birkaç kez cihaz üzerinden sohbet etme ve konuşma imkanını bulmuştuk. Selamlaşmalarımızı da hep sürdü. Başarılı bir çalışma yürüttüğünü gelen giden yoldaşlardan duyuyorduk. Onun başarıları bizim sevincimizdi ve tabi ki gurur kaynağımızdı.
2014 yılının yaz sonbahar aylarında tesadüfen Arjîn yoldaşın Botan alanından yeniden Medya Savunma Alanlarına geldiğini duymuştum. Duymam ile kısa bir süre zarfından görüşmemiz bir olmuştu. Kuzeyde doktorlarımız kanser teşhisi koymuşlardı. Ancak Arjîn yoldaş oldukça canlı ve zindeydi. Coşkusundan –her zaman olduğu gibi- bir milim bile bir eksilme yoktu. Tam tersine kuzey pratiklerini konuşurken oldukça coşkulu ve moral düzeyi yüksekti. Onun kanser hastlalığına yakalanmış olabileceğini inanmak çok zordu. Hele onun coşku seli dolu sıcaklığını yeniden gördükten sonra inanmak kesinlikle imkansızdı. Ne var ki güneyde de doktorlara gittiğinde koyulan teşhis yeniden kanser olmuştu.
Arjîn yoldaşla kanser teşhisi yeniden konulduğunda görüşmüş ve uzun bir sohbet ardından ayrılmıştık. Ve ta ki dün ekranlarda HPG BİM’in yaptığı resmi açıklamada şahadetini öğrenene kadar. Akıl tutulması ile kelimelerin söze dil arayıcılığıyla dökülemediği an misali, aklımız tutulmuş ve sözlerimiz dillimizde asılı kaldı. Gözlerimiz donup kaldı.
Evet, böyle duygularla ile hiç beklemediğimiz bir an’da Sönmeyen Yaşam Ateşi’miz olan Arjîn yoldaşımızı kahrolası bir ölümcül hastalıkla şehitler kervanına uğurluyoruz.
Dopdolu yaşam coşkusu ile sıcaklığı, tebessümü, insana ruh katan akışkan kişiliği ile direngen kadın militan heyecanı ve iradesiyle, iddiası ve inancıyla ve de sonsuz yaşam heyecanıyla bize ruh ve moral olan Sönmeyen Yaşam Ateşi yani Arjîn yoldaş seni asla ama asla unutmayacağız, seni her zaman seven ve sayan yoldaşların olarak uğruna mücadele ettiğin davanın en iyi takipçileri olacağımıza dair sana söz veriyoruz.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Ortadoğu’da uzun yıllardır krizli bir durumun yaşandığını herkes görüyor ve biliyor. Neredeyse günlük olarak Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesinde çatışma sesleri yükseliyor. Hatta çatışmalar çoğu zaman savaşa dönüşüyor. Durum bu iken birileri, ağzına ne geliyorsa halen söyleme lüksünde bir türlü vazgeçmeyi bilmiyor.
Suriye ve Irak’ta kıyamet kopuyor. DAİŞ denilen faşizan yapı insanlığın vicdanını yaralamaya devam ediyor. Bunlar yaşanırken İran Ortadoğu’nun birçok farklı sahasında operasyonlar yürüterek etkinliğini artıyor. TC devleti ise Ortadoğu’nun birçok yerine silahlar göndererek kendince Ortadoğu’da etkili olmak istiyor. ABD Ortadoğu’da tutmayan projesine yeniden hayat kazandırmak için meydana çıkmış, ramboluk yapmak için hazırlık yapıyor. Bu ramboluk girişimlerinde elbette Fransa geri durmak istemiyor. İngiltere ve Almanya’da Ortadoğu’yu poligon sahasına çevirmekten geri durmuyor. Ve tabii Katar, Suudi derken Mısır, İsrail’de işin içerisinde belki de tam ortasında.
Özcesi; Ortadoğu tam bir krizi yaşıyor. Kaosu tam yaşarken, bu kez Araplar birleşerek Yemen’de iktidara ele geçiren ve İran’a yakın duran Husilere büyük bir savaşın başlangıcı olabilecek hava saldırıları gerçekleştiriyor. Ve hemen peşinde Arapların ortak ordusunu oluşturacaklarını herkese ilan ediyorlar. Sözü uzatmayalım ve belirtelim ki Ortadoğu gerçek manada kan revan.
Ortadoğu’da bunlar yaşanırken TC devletinin başı, ortası, altı olan kişiliklerden çok acayip sesler yükseliyor. Sesler farklı renk ve dozajdan çıkarken, Kürdistan’ın birçok yerine TC askeri güçleri operasyonlar başlatıyor. Bunların yanı sıra birde TC devletini tam bir polis devleti haline getiren Güvenlik Paketi adı altındaki faşizan yasaları da resmi olarak kanun haline getirmişlerdir. Böylelikle yeni bir sürecin başladığının startını vermiş oluyorlar.
Tuhaf gelebilir, daha 28 Şubat günü Önder Apo’nun yazılı açıklamasına tarihi bir açıklama demiş ve Önder Apo’nun 21 Mart Newroz açıklamasının da yanında olduklarını tam söylemişken, Erdoğan hem Dolmabahçe’ye karşı çıkmış hem de İzleme Heyeti’ne çatmıştır. Olan olmuş önce Erdoğan’a karşı açıklamalar yapanlar olmuş ardından ise Erdoğan’ın söylediklerini daha güçlü bir tonla dile getirmeye başlayarak, savunmaya başlamışlar. Kimisi ise bunları da aşarak, sözün tam manasıyla çok konuşup boş konuşan duruma gelmeyi de göze alarak, bolca boş laf etmiş.
Ortadoğu kan revan iken, kimin ne yapacağı belli değil iken, PKK’yi paralel yapı olarak itham etmek, HDP parlamentoya girmezse kıyamet kopmaz diyerek havanda su dövmek, PKK süreci zehirliyor diyerek Erdoğan’ın içi boş sözlerini aklamaya güya Barış Süreci’ne halen taraf olduğunu iddia etmeye çalışarak yeni süreçte çatışmaya hazırlığın üstünü örtmek, tek kelimeyle ateş ile oynamaktır.
Öyle görülüyor ki AKP ve tüm yandaşları ilk kez bir seçime giderlerken istedikleri gibi Önder Apo’nun iyi niyetinden yararlanamayacakları bir pozisyona geldikleri için masa dedikleri, görüşmelere bir tekme vuruyorlar. Ancak daha önce sıkça dile getirilen; “kim masada kalkarsa, zararlı çıkar” kendi sözlerini unutmadıkları için, oraya buraya çamur atmaktan geri durmuyorlar.
Güya PKK ortamı zehirlemiş. Halbuki PKK Önder Apo’nun hem Dolmabahçe açıklamasını hem de Newroz açıklamasını kayıtsız desteklediğini açıklamıştır. Yine güya HDP ve Demirtaş oyun içerisindeymiş. Ama herkes şunu da biliyor ki ne HDP ne de Demirtaş Önder Apo’nun belirttiklerine karşı çıkmışlar tam tersine desteklediklerini söylemişlerdir.
Durum bu iken neden bu kadar mizansen? Bir kere HDP adım adım halkların ortak cephesine doğru giderek, büyük bir demokrasi bloğu açığa çıkarıyor. İkinci durum ise: yukarıda ifade edildiği gibi AKP, kurmayları en çokta Saray’a gönderdikleri zat öyle görüyor ki çok sıkışıklar. Ve bu sıkışıklıkta bir çıkış yapmak istiyorlar. Yapılan görüşmelerde kendilerince zararlı bir pozisyonda olduklarını düşündükleri için masayı devirmenin bir yolunu arıyorlar. Ancak masayı bu aşamadan sonra devirmek çok akıllıca değil, o zaman masada olanların masayı devirdiklerini iddia etmek ya da masanın diğer tarafında oturanları masada kaçırtmak iyi bir seçenek olabilir. Bir hamleyle birkaç kuşu vurma misali; hem milliyetçi oylara yine talep olunacak hem de arada kalan Kürtlere “bakın biz sorunu çözmek istiyoruz ama birileri bozuyor” mesajını vererek güya oylarına oynayacaklar. Yoksa; “Kürt Sorunu Yoktur” sözlerini nereye koyacağız.
Strateji budur. Strateji bu olduğu için de Kürtlerin demokratik siyaset yapan güçlerinin parlamentoda olup olmamaları onlar için çokta önemli olmamaktadır ve olmayacağını düşünmektedirler. Yoksa, “olmazlarsa kıyamet kopmaz” sözlerini başka nasıl ele almak gerekir?
Onu bunu bilmeye biliriz. Yine kapalı kapılar ardından AKP, kurmayları ve de Erdoğan’ın ne düşündüklerini de tam bilmeyebiliriz. Ama bildiğimiz, bilebildiğimiz bir şey vardır o da: Ortadoğu’da kıyamet koparken, Kürt demokratik siyasetinin TC parlamentosuna girmemesi durumunda kıyamet kopar mı, kopmaz mı, bunu en çok AKP, kurmayları ve de Erdoğan giderek daha çok karışan Ortadoğu’da herkesten önce göreceklerdir.
ŞIHO DİRLİK
- Ayrıntılar
Hiyerarşik-devletçi sistemin kendisini bir zihniyet olarak topluma kabul ettirip, düşüncelere ve yüreklere işlemesinden sonra insan evladı da kendi beninden, özünden ve gerçekliğinden uzaklaşmaya başlamıştır. Gittikçe gerçekliğe, hakikate yabancılaşan, sistemin oluşturduğu sahte yaşayışa bağlanan insan aç gözlü, doyumsuz, bir türlü tatmin olamayan bir hal almıştır. Kendi gerçekliğinden uzaklaştıkça merhametsizleşen insan, kendi türüne olduğu kadar diğer tüm doğal olgulara, canlılara da zalimlikleriyle illallah ettirmiştir. Oluşturmaktan, üretmekten çok; tüketen, bitiren duruşuyla her geçen gün kendi kendini, kendisiyle beraber tüm evreni tüketmeye başlamıştır.
Egemen sistemin içine girdiği her türden faaliyetin temelinde toplumu evrenin gerçek doğasından uzaklaştırma vardır. Geliştirdiği her aracı bu amaçla kullanmış, insanın daha fazla kendisiyle yüzleşmesini ve gerçekleri görmesini engellemek için çaba ve pratiğin içerisine girmiştir. Sadece görünüşle yetinen bir insan-toplum vardı artık. Görünenin arkasında duran ve özü barındıran gerçekliği görmekten uzak, amaçsız, anlamsız bir bakış açısıyla yaşamı analiz, teşhis edemez hale gelmiştir. Hazıra alıştırılan insan-toplum, öyle bir hal almıştır ki kendi kendine düşünemez bir konuma gelmiş, birilerinin-egemenlerin yönlendirmelerine sonuna kadar açık olmuştur. Rahat olan ne varsa ona sığınmış, sığ sularda yüzmekle yetinmiştir.
Evrenin amaçsız ve anlamsız olduğuna inandırılan toplum, sığındığı egemenleri; olmazsa olmaz düzen oluşturucu güç olarak görür olmuştur. Tanrı önce yeryüzünde, sonra da gökyüzünde insanları yönetir olmuştur. İkisi de birdi ve bu tanrı; hiyerarşik-devletçi zihniyetten başkası değildi. Bundan kaynaklı insanın bir şeyler yapmasına gerek yoktu! Onun yerine her şeyi yapabilecek bir merkez vardı ne de olsa. ‘Mücadele, çaba, yaşamı oluşturma gerekiyorsa bunu ancak ben yaparım. Yeter ki sen bana itaat et ve bana inan’ düzeyine gelmiştir. Bunu çok iyi bir şekilde uygulatan sistem, insanı-toplumu istediği gibi evirip çevirmiş ve şekillendirmiştir. Kendi gücünden bihaber, sürekli elleri açık bekler olmuştur.
Özgürce yaşadığını sanan insan, düşüncesinin yanı sıra, el ve ayaklarından zincirlendiğinin farkında değildi. Yer yer tutsak olduğunun farkına varan ve kendisini bu zincirlerden kurtarmaya çalışan olduysa da tam olarak toplumsal ihtiyaçlara cevap olamadığından ve gereken düzeyde tüm toplumu kapsayacak bir mücadeleyi geliştirememesinden kaynaklı daha kötü bir şekilde, bu sefer karanlıklara gömülmüştür. Çünkü gerçeklikleri çözümleyebilecek kabiliyetten yoksundular. Neden bu durumda olduğunun sebeplerinin özüne inmeden, yüzeysel bir şekilde, tarihsel kökenlerinden bağımsız ele alınmasından kaynaklı sadece bir kesimle sınırlı kalmış ve evrenselleşememiştir.
Ancak bu zincirlerden kurtulunabilirdi ve özgür soluklu yarınlarda nefes alınabilirdi. Bu da ne herhangi bir tanrının ne de birilerinin lütfuyla olacaktı. Bu ancak ve ancak insanın-toplumun kendi potansiyelinin farkına varmasıyla mümkün olacaktı. Ne kadar güç olsa da içinde büyük zorluklar barındırsa da var olan zincirlerin kırılması ancak ve ancak kendi doğal, düşünsel gücünün farkına vararak, bunu tüm topluma mal ederek oluşabilir. İnsanın-toplumun tam dibinde bulunduğu karanlık, dar kuyudan kurtulması ve güzel-aydınlık yarınlara ulaşması kendi benine vararak ve evrenin oluşturucu gücüne inanarak olacaktı. Bir tanrıya, dine, egemene ya da herhangi bir hiyerarşik-devletçi zihniyet ürünü anlayışa teslim olmaktan öte, kendi özgür beninin farkına vararak olacaktı.
Egemen zihniyet insanlarda öyle bir düşünce yaratmıştır ki; kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, etrafında olup bitenlere kayıtsız kalan ve her türlü sistem uygulamasına koşulsuz, şartsız boyun eğen bir insan yapılanması açığa çıkmıştır. Bunun temelinde ise; bir hastalık olarak insanların hücrelerine kadar işleyen iktidar yatmaktadır. ‘Elinde güç varsa insan olursun, yoksa sen yoksun, yok olursun’ anlayışını geliştirerek insanları yoğun ‘güç istemi’ne yöneltmektedir. İktidar en tehlikeli ve ölümcül hastalıktır. İktidar olgusu nedeniyle tarihte gelişen nice özgürlük hareketi eninde sonunda sistemin açmış olduğu yola girmekten kendisini kurtaramamıştır. İktidar, özgür yaşam önündeki en büyük engeldir. İktidarın olduğu yerde eşitlikten, demokrasiden, özgürlükten ve ahlaki-politik bir yaşamdan bahsedilemez.
Egemen sistem insanı-toplumu aldatmaktadır. İnsanın-toplumun içinde tutulduğu karanlık-dar kuyudan farklı bir mekanın olmadığını her seferinde inandırmaya çalışmaktadır. Bunun için de, zincirlerden bir kurtuluş olsa da, bu karanlık-dar kuyudan kurtulma çabasının beyhude ve anlamsız olduğunu kendisine kabul ettirmiştir. İşte tam da burada görülmesi ve üzerine gidilmesi gereken; yaratılan bu kadar anlamsızlığa rağmen bir an olsun tereddüt etmeden yürüyebilmektir. Bu da anlamın özüne ulaşarak, hakikat yolunda yürüme gücüne ulaşan insanla olacaktır.
Bir evrim süreci sonucunda bugün evrenin özgürlük amacı temelinde yaşamı daha da zenginleştirmeye çalışan insanın, toplumu doğru bir temelde yönetme, kendi beniyle buluşturma çabasında olan birileri elbette ki bu uğurda mücadeleye baş koyacaktır. Her ne kadar hiyerarşik-devletçi zihniyetin yarattığı köle düşünüşler böylesine acınacak durumda olsa da, acımasız ve zalimane bir konuma gelmişse de varoluş gerçekliğini en ince ayrıntılarına kadar bilerek, bunu doğru temellere oturtup, zamanın tüm bilinmezliklerini açığa çıkararak, anlamsızlıkları anlama kavuşturan ve insanın bulunduğu karanlık-dar kuyunun dibinden kurtarabilecek, onlara o gücü verebilecek önderler de çıkacaktır, çıkmaktadır. Bu insanlar, kendileri güçlü olduğu kadar, tutkularının, zaaflarının esiri olmayıp, tüm zayıflıklarıyla mücadele kararlılığı gösteren insanlardır. Her türden köle yaşayışa başkaldırma cesareti göstererek, kendisine dayatılan hastalıklı yaşayışları bertaraf eden insanlardır. Amaçları büyük, bu amaçlar doğrultusunda doğru araçlar geliştiren insanlardır. Bu insanlar, hiyerarşik-devletçi sistemin oluşturduğu köle yaşayışları doğru analiz eden, bu temelde kendisini oluşturan, kendisini oluşturduğu derece toplumu oluşturan insanlardır.
Yaşamın temel nedeni özgürleşmedir. Yani sadece kendisini korumak ve beslemek yeterli değildir. Evrenin temel amacı olarak da açığa çıkan bu gerçeklik hiyerarşik-devletçi zihniyetin çıkışıyla tersine dönmüştür. İnsanlara yetinmeleri, şükretmeleri, daha fazla aramamaları gerektiğini her defasında, farklı şekillerde dillendirmiştir. Tadımlık olarak insanların ağzına sürdüğü balla bir yere kadar insanları götürebilmiş ve kendi denetiminde tutabilmiştir. Her an daha da güçlenmek ve egemenliğini insanların hücrelerine kadar işlemeye çalışan egemen sistemin doyumsuzluğu zirveye ulaşmış durumdadır. Kapitalist sistemle bu daha da derinleşirken, buna karşı çıkan, kabullenmeyip, bir şekilde mücadele içerisine giren insanlara karşı, sistem acımasızlık zırhını giymekte ve ne kadar kötülük varsa uygulamaktadır.
Ancak bu insanların en temel özelliği olan ve sistemin her türlü saldırısına gereken yer ve zamanda, doğru araçlarla cevap verdiren yaratıcılık özelliği sayesinde, sistemin tüm saldırıları bir yerden sonra işlemez hale gelmekte ve sistemi işlemez hale getirmektedir. Çünkü bu insanlar olumsuzluk ekini kendi lügatlarından çıkarmışlardır. Onlarda olmayacak bir şey yoktur. İnsan istedi mi yapamayacağı şey yoktur çünkü. Yeter ki, kendisine inansın, kendi gücüne güvensin, amaçlarına bağlı olsun ve fedakarlıktan kaçınmasın. Geriye kalan sadece bir oluşum sürecidir. Bu oluşum süreci de yaratıcılık özelliği sayesinde olumluya evirilecektir.
Önder kişiliklerin bir başka temel özelliği de; kendisini aşabilmedir. Kendisini aştıkça oluşturan, kendisini oluşturdukça çevresini yenileyen bu insanlar, anlamın özüne ulaşmış ve zamanda oluşuma inanan, bu çerçevede kendisini gerçekleştiren insanlardır. Aslında bu insanlara ‘sanatçı’ demek yerinde olacaktır. Çünkü onlar bir sanat inşa etmektedirler. ‘İnsanı-toplumu hakim sistemin egemenliğinden kurtarma ve özgür yarınlarla buluşturma sanatı.’
Kısaca birkaç özelliğini belirttiğimiz bu insanlar, sistemin en çok korktuğu ve her an bitirme, yok etme ya da kendi sistemi çerçevesinde entegre etme, eritme politika ve saldırılarını yürüttüğü insanlardır. Çünkü bu insanlar bir geleneği yıkma çabasındadır. Bu gelenek ki, bin yıllardır insanlığı büyük bir baskı altına almış, zorba ve vahşiyane yöntemlerle susturmaya çalışan bir gelenek. Bu insanlar cesur insanlardır, cesaretlerini ise kendi gerçekliklerinin farkına varmaktan alırlar. Çünkü bu insanlar bilmektedir ki; ‘Kendi beninin farkına varmamış birey-toplum her türden gerçeklikten uzaktır. Bundan kaynaklı da içine girilecek her türden arayış da yetersiz olacağı gibi, egemen sisteme hizmet etmekten öteye gidemeyecektir.’ Bu bilinç doğrultusunda mücadele ortamını hazırlayıp, uygun yer ve zamanda, doğru araçlarla mücadeleye girişmektedirler.
Bugün sistemin ulaşmış olduğu canavarlık boyutunu her yönüyle açığa çıkarıp, deşifre eden, bunun yerine olması gereken doğru ve özgür yaşamı sunan önder kişiliklerden biri de Önder Apo’dur. Kürt halkının gasp edilen, yok sayılan haklarının yanı sıra; bedeni paramparça edilmiş, zenginlikleri tarumar edilmiş topraklarının bitişle yüz yüze olduğu bir dönemde çıkan ve tarihin gidişatını tersine çeviren duruşuyla egemen güçlerin korkulu rüyası olmuştur. Sadece Kürt halkı için değil, daha güzel bir dünya için olması gerekenleri en ince ayrıntısına kadar analiz edip, kıt koşullara rağmen insanlığa sunmuştur. Kürt uyanışı ve sorasında gelişen dirilişle beraber, bugün tüm insanlık için hakim sisteme karşı bir uyanış geliştirmiştir. Bundan kaynaklıdır ki; sistem Önder Apo’ya öfkelidir. Öfkesinin temelinde de bin yıllardır köle olarak egemenliği altında tutmuş olduğu insanlığın uyanışını sağlıyordu. Daha öncesinde çıkmış olan nice hareketin aksine, sisteme entegre olmamakta, özgür yaşamda ve iradeli yaşamda ısrar etmektedir. Her türlü baskı, işkence ve zulme karşı, direnişi yükseltmekte, teslimiyeti lanetlemektedir.
Bugün eğer Önder Apo tecrit içinde tecrit, hücre içinde hücre, zulüm içinde zulüm uygulamalarına maruz kalıyorsa sebebi tamamıyla teslimiyeti reddeden kararlı duruşundan kaynaklanmaktadır. Önder Apo bir devletle değil, bir bütünen hiyerarşik-devletçi sistemle mücadele yürütmektedir. Bu gün Önder Apo Türk devletinin elinde olabilir. Ancak biz çok iyi biliyoruz ki; Önder Apo’yu oraya koyan ve böylesine insanlık dışı uygulamaları farz kılan, kapitalist sistemin ta kendisidir. Sistem Önder Apo’dan korkmaktadır. Önder Apo’nun düşüncelerinden, projelerinden ürkmektedir. Çünkü Önder Apo özgür yaşamı sunmaktadır. Özgür yaşamın koşullarını oluşturmaktadır. Bunun çabasını yürütmektedir. Ancak sistemin köle insanlara, toplumlara ihtiyacı olduğu için Önder Apo’nun bu çabaları çıkarlarını baltalamaktadır. Bundan kaynaklı Önder Apo’yu susturmak için her türlü yol ve yöntemi denemektedirler.
Sistem şunun farkında değildir: Önder Apo sadece bir kişi değildir. Baskıyla yıldırılacak bir beden hiç değildir. Önder Apo artık bir düşüncedir, bir fikirdir, özgür insanın ta kendisidir. Düşüncelere, fikirlere de baskı işlemez, zulüm sökmez, işkence kâr etmez. Önder Apo düşünceleriyle insanlığı aydınlatmakta, özgür gülüşlü yarınlara ulaştırmaktadır. Bundan kaynaklı da Önder Apo dört duvar arasına sıkıştırılamaz. Sıkıştırdığını zannedenler aslında kendi korkularında boğulmaktadırlar. Ama ne yazık ki atalar çok önceleri ‘korkunun ecele faydasının olmadığını’ söylemişlerdir. Şimdi sistem can çekişmekte. Önder Apo’nun özgür yaşam perspektiflerini engellemek ve toplumlara ulaşmaması için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Ancak Önder Apo’nun özgür yaşam felsefesi yediden yetmişe insanların genlerine işlemektedir. Kürt halkının bugün özgür yaşamda böylesine ısrarcı olmasının temelinde de bu yatmaktadır. Hiç kimse özgür yaşamda ısrarın önünü alamayacaktır. Çünkü özgürlük önü alınamaz bir su gibi önüne gelen her şeyi ısrarlı ve kararlı duruşuyla süpürüp, yatağını oluşturmaktadır. Önder Apo özgür yaşamda ısrarın adıdır.
Gerillanın kaleminden
- Ayrıntılar
