Sömürgeci Türk devletinin askeri uçağının bir başka sömürgeci devlet tarafından düşürülmesi üzerine, gündem birden bire değiştirildi. AKP devletinin de böyle bir gündem değiştirilmesine ihtiyacı vardı. Öteden beri Suriye’ye askeri bir müdahalede bulunarak Suriye rejimini tasfiye etmek, Müslüman Kardeşleri iktidar yaparak Güneybatı Kürdistan devrimini bastırmayı amaçlıyordu. Çünkü Güneybatı Kürdistan’da Kürt halkı fiili olarak Demokratik Özerklik sistemini kurmayı gerçekleştirmiştir. Bunun Kuzey Kürdistan devrimine nasıl pozitif etkide bulunacağı bilinen bir gerçekliktir.
Türk devleti bu amacını gerçekleştirmek için Suriye devletine bir provokasyon düzenlemiş oldu. Böylelikle hem Kürdistan özgürlük gerillasının 19 Haziran devrimci hamlesinin yarattığı sarsıntının etkisini kırmak hem de Suriye devleti ile ister gerilimi tırmandırma isterse bir çatışma biçiminde gelişecek durumlar Türk sömürgeci devletinin Kürdistan Özgürlük mücadelesinin yarattığı sarsıntıdan kurtarmaya yetmeyecektir.
Her halkın ülkenin ve Önderliğin kendi temel sorunları ve onun gündemi vardır. başkalarının gündemlerinin peşine düşenler, kendisi olamayan ve kendi çıkarlarının bilincinde olmayanlardır. Kürdistan özgürlük hareketinin ve halkının gündemi Önder APO’nun ve Kürdistan halkının özgürlüğüdür. Bugün Kürdistan halk önderi Abdullah Öcalan’ı ağır bir işkenceye dönen tecrit altında tutan ve Kürdistan da soykırım rejimini sürdürerek Kürtleri tarihten silme stratejisini uygulayan sömürgeci AKP devletidir. Dolayısıyla bu sömürgeci soykırımcı politikalara son verilmemesi üzerine Devrimci Halk Savaşına mecbur edilmiş bir halkız.
Türk sömürgeciliğinin kuruluş felsefesi ve zihniyeti Kürdistan halkının ve Kürdistan’ın özgürlüğüne kapalıdır. Onun için devrimci halk savaşı bir zorunluluk haline gelmiştir. Bugün Önder APO üzerinde yürütülen ağır tecrit, siyasi soykırım operasyonları ve gerillaya yönelik imha amaçlı operasyonları yanı sıra Roboski ve Urfa cezaevinde yapılan katliamlar bunun en açık ispatı olmaktadır. Son zamanlarda Kürt Ulusu ile alay edercesine, Kürt çocukları beş yıl Türkçe eğitimle Türkleştirildikten sonra, “haftada iki saatlik seçmeli ders uygulamasına geçileceğinin” açıklanması Kürt ulusuna bir kez daha nasıl yaklaşıldığını göstermektedir. Dolayısıyla artık kendisine Kürdüm, yurtseverim, Müslüman’ım, suni ve aleviyim diyen hiçbir Kürdistanlının yönünü Ankara’ya dönmemesi gerekmektedir. AKP sömürgeciliğinin bu kadar saldırganlaştığı bir dönemde L. Z gibi birisinin Kürtlerin katilini cilalayarak Kürtlere satmaya kalkışması dışında hemen hemen hiçbir Kürdün umudu kalmamıştır. Avrupalılar Saharov ödülünü verdiler, ne yazık ki sömürge toplum psikolojisinden yakasını kurtaramayan, ruhunu temizleyemeyenler böyleleri Türk devletinin yöneticilerinden aferin almaya daha fazla önem verirler. Roboski başta olmak üzere 2002’den bu yana yüzlerce Kürt çocuğunun, gencinin, kadınını, sivilinin ve gerillasının kanını dökmüş T. Erdoğan başta olmak üzere AKP’nin kurmaylarından “aferin” almak L. Z’nın başını göklere değdirmiş olmalı! Bu aferinden sonra sevinçten mi, halkın öfkesinden çekindiği ya da söylediğinden pişman olduğu için mi bilinmez . Tabi ki bu herkese nasip olmaz! Çünkü Kürtler özgürlükleri için bu zalimlere karşı onurlu direnişi seçmişlerdir. Aferin almak derdine ve peşine düşmemişlerdir. İnsan daha yeni anlıyor ki L.Z bugüne kadar Roboski katliamı için neden Başbakan ve AKP’ye karşı ciddi bir tavır göstermemiş. Demekki tüm Kürtlerin, özgürlük hareketinin göremediği bir “ Kürt dostluğu”nu Tayyip Erdogan’da yalnızca L.Z görüyormuş! Demek bu kadar derinlere bakabiliyormuş!
Haziran ayının son haftasına giriyoruz. Zilan Yoldaşın şehadetinin yıldönümünü karşılayacağız. Zilan Yoldaş Önder APO’ya karşı 6 Mayıs’ta gerçekleştirilen bombalı suikast karşısında ve o dönem Kürdistan halkı üzerinde uygulanan sömürgeci devlet terörüne karşı fedai eylemini gerçekleştirmişti. Yani Önderliğe karşı ve halka karşı yapılan saldırılara karşı Zilanca “ EDİ BESE” demiştir. 25 Mayıs 2012 tarihinde ERİŞ ve ANDOK arkadaşlarında Zilanca “EDİ BESE” diyerek Kayseri Pınarbaşın’da polis karakoluna dönük fedai eylemi gerçekleştirmişlerdi. Gerilanın baharla birlikte başlayan eylemleri ve en son Oramar, Rubarok ve Şıtazın’da gerçekleştirilen devrimci operasyonda “EDİ BESE”nin gerilla tarafından ifade edilişiydi. Gerilla da düşmana tarihinde vurulan en önemli darbelerden biri olan bu devrimci operasyonla “EDİ BESE” demiştir. Ve Türk sömürgecileri halen bu operasyonun ağır etkisi altında bulunmaktadırlar.
Kahraman Kürdistan halkı da bu sürece öncelikle sömürgeci ve soykırımcı AKP devletinin başbakanı olan T. Erdoğan’ın Amed’e gelişine “dur” diyerek katılmıştır. T. Erdoğan’ın Amede gelişine kepenk kapatma ve sokaklara çıkmama eylemi ile karşı çıkan Amed halkı katliamlara, soykırıma ve sömürgeciliğe “EDİ BESE” demiştir. Kürt halkının “EDİ BESE” tutumu Van’da gerçekleştirilen ve Kürt halkının seçilmiş temsilcilerini rehin alma operasyonları olarak somutluk kazanan rehin alma saldırılarına karşı geliştirilen serhıldanlarla devam etmiştir. Yine Colemerg’te de rejimin bakanlarına karşı aynı tutumla cevap vermiştir. Eriş ve Andok Yoldaşların cenazelerine Gever ve Farqin’deki görkemli sahipleniş hem fedaileşme çizgisini sahipleniş hem de sömürgeciliğin zulmüne “EDİ BESE anlamına gelmektedir.
Şüphesiz ki halkımızın bu düzeyde sahiplenişi önemlidir. Fakat bu düzeyde sahiplenmekle beraber yetersizdir. Zalimin zulmüne son vermeyen her şey sonuçta yetersizdir. O halde gerilla da serhıldandaki halkımızda bu gerçeği görerek zalimin Kürdistan’daki varlığına son vermelidir.
Ama nasıl?
Dikkat edilirse gerilla Kuzey Kürdistan’ın kırsal kesimlerinde harekete geçmiş ve sömürgeci AKP rejimini sarsan, haddini bildiren devrimci operasyonlar gerçekleştirmiştir. Halkımız da yukarda saydığımız eylemliliklerin yanı sıra bütün Kürdistan sathında ve Türkiye metropollerinde eylemlilikler gerçekleştirmişlerdir. Fakat bu eylemler daha çok talep ile sınırlı kalan, gerilla ile eş zamanlı gerçekleşmeyen eylemlilikler olmuştur. Örneğin Kürdistan’ın herhangi bir şehir, kasaba ve mahallesine sömürgeci polislerin girişine ve operasyon yapmasına karşın kendi mahallesini, sokağını ve köyünü korumayı hedefleyen bir eylem gerçekleştirememiştir. Yine Van ve ilçelerinde görüldüğü gibi seçilmiş temsilcilerini istediği zaman rehin alabilen Türk sömürgecilerine karşı gerçekleşen eylemler sadece bunu protesto etmekle sınırlı olmuştur. Van halkı protesto etmeyi değil de rehin alınmalarını engelleme temelinde aynı kitlesellikle karşılık verseydi acaba sömürgeciler bu kadar rahat ve hemde sevinçten havaya ateş açarak Bekir Kaya’yı zindana gönderebilirler miydi?
Öyle anlaşılıyor ki halkımız sömürgeci AKP zulmüne karşı büyük bir tepki ve öfke içerisindedir. Ancak bu öfkesini henüz “ bu topraklar benim, biz Kürdüz bu inanlarda Kürt ve bizi yönetmek için seçtiğimiz yöneticilerimizdir. Ey sömürgeci Türk devleti, sen hangi hakla bu insanları rehin alıyorsun” dememiştir. Halkımızın bilinci, örgütlülüğü, birlik düzeyi, öfkesi ve özgürlük talebi bu eşiğe gelip dayanmıştır. Bu eşik serhıldanla aşılmak durumundadır.
Eriş ve Andok Yoldaşlar iki Kürdistanlı genç olarak bu eşiği aşmışlardır. 19 Haziran’da gerillanın gerçekleştirdiği devrimci operasyon bu eşiği kıran bir adım olmuştur. Dolayısıyla halkımız bu eşiği kırmak ve aşmak için 30 Haziran’da soykırımcı ve sömürgeci AKP devletinin başta Önder APO üzerindeki esaretine ve Kürt Ulusu üzerindeki esaretine Zilanca, Erişce ve Andokça “ EDİ BESE” demelidir.
Özellikle gerillanın 19 Haziran Devrimci operasyonundan sonra ortada sanki bir “Barış” ortamı varmış, müzakereler yapılıyormuş da gerillada bunu “provoke” etmiş gibi bir hava yaratılmaya çalışılmıştır. Böyle bir algı bilinçli olarak oluşturulmak istenmektedir. Bunun gerçekle bir alakası yoktur. Bütün bunlar halkımızı mücadelesiz bırakma, beklentiye sokma amaçlı özel savaş oyunlarıdır. Halkımız ne Türkiye- Suriye gündemine nede özel savaşın hazırladığı gündemlere aldırış etmeden serhıldanlarını Zilan, Eriş ve Andok ruhu ile yükselterek 14 Temmuz Ölüm Orucu eylemcilerini selamlamalıdır.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana Kürt Halk Önderliğiyle TC devleti kimsenin aklına almayacağı uyduruk gerekçelerle avukatları ve ailesiyle görüşmelere izin verilmiyor. İleri düzeyde ağırlaştırılmış bir tecrit ve izolasyonla Kürt halk önderliğine karşı düşmanca bir tutum takılıyor.
Kürt halk önderliğiyle avukatlarının ve de ailesinin görüştürülmemesinin gerekçeleri de hazır: “koster bozuk,” “koster tamirde,” “hava muhalefeti” gibi çuvala sığmayacak kadar büyük yalanlarla dolanlarla halklarımızın gözünün içine baka baka bugüne kadar bu utanç tablosunu getirdiler.
Bir halkın iradesi olan, bir halkı yoktan neredeyse var eden, Ape Musa’mızın dediği gibi “bizde sıfıra getirdik” ten bugüne getiren, siyasal ve ideolojik iradesi olmuş olan bir önderliği böyle ucuz gerekçelerle, tüm insan haklarını da ayakaltına alarak alay etmelere halkımızın vereceği cevabının da olacağını her zaman söyledik.
Halkların tarihinde halklara kimlik kazandırmış kişililiklere o halklar tarafından özel önem atfedilir. Var olma yok olma süreçlerinde böyle büyük rol oynayan kişilikler için halklar büyük bedeller ödeyerek ayakta tutmaya çalışırlar. Öyle ki Kürt halk önderliği şahsında görüldüğü gibi yüzlerce Kürdistanlı genç, kadın, ana, çocuk bedenlerini ateşe vererek ona karşı yapılan her yaklaşımın kendi onurlarına yapılan bir saldırı olarak ele almış ve bu doğrultuda fedai eylemi başta olmak üzere, insanın en kıymetli varlığı olarak bedenlerini feda etmekten geri durmamışlardır.
Evet, bir halk için bir kişi bu duruma gelmiş ise o kişi ya da o kurum o halkın kırmızıçizgisi olmuştur. Onuru olmuştur. O kişi ya da o kuruma karşı yapılan her hareket o halka yapılmış olarak ele alınacak ve ona göre o halk ya da topluluk topyekûn o kişi ya da kurumu korumak için gözünü kırpmadan canını sergilemekten de durmayacaktır.
Kırmızıçizgi dedikleri gerçeklik de budur. Birçok konu üzerinde tartışılabilir, konuşabilir, konsensüse varılabilir, ara yol bulunabilir ancak bir halk için bir birey ya da bir mesele kırmızıçizgi olmuşsa orada her şey durur.
Kürt Halk Önderliği: Kürt halkı, Kürt kadını, Kürt anası, Kürt çocuğu ve de Kürt gerillası için bir kırmızıçizgidir. Bu kırmızıçizgi dikkate alınmadan yapılan her hareket ve davranışa karşı Kürt halkı ve onun gerillası refleksini gösterir, göstermiştir ve de gelecekte de gösterecektir.
En son Şemzinan, Yüksekova ve Çukurca alanlarında yapılan kapsamlı Devrimci Operasyonu TC devletinin yaklaşık bir yıldır sürdürdüğü “koster bozuk, koster tamirde ve de hava muhalefeti” nedeniyle Kürt halkına ve onun gerillasına karşı yapılan onur kırıcı yaklaşıma karşı BİR “GERİLLA MUHALEFETİ” olarak okumak en doğru yaklaşım olacaktır.
Bizler özgürlük hareketinin gerillası ve de taraftarları olarak bundan böyle önderliğimize karşı yapılan her ters ve onur kırıcı yaklaşıma karşı gerillalar olarak Hava Muhalefetinize karşı “Gerilla muhalefetimizi” çok ileri düzeyde yükselteceğiz.
Bu bağlamda “Gerilla Muhalefetimiz” her geçen gün çok ileri bir düzeyde yükseleceğini de açıkça belirtelim.
Yeniden belirtecek olursak; Kürt halk önderliğine karşı gösterilecek her yaklaşım, Kürt halkına karşı girişilecek her davranış gerillalar tarafından daha hassas bir şekilde takip edilerek cevabı bundan sonra çok daha sert verilecektir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Birkaç gündür Türkiye toz duman. Herkes ne olup bittiğini anlamak istiyor. Yeniden senaryolar ve komplo teorileri tezgahlanmaya başlandı. Yeniden temcit pilavı gibi bilinenler pişirilmeye ve dillendirilmeye başlandı.
Halbuki özgürlük hareketi olarak bu gidişatın iyi bir gidişat olmadığını hep söyledik. Sadece bunu söylemedik, bu yazın çok sıcak geçeğini de birçok yoldaşımız aleni herkesle paylaştı.
Cumhurbaşkanı olacak zat “zamanlama önemli, iyi şeyler olacaktı” gibi aslı astarı olmayan düzmece yalanlar söyleyerek birilerinin bu süreci sabote ettiğini söylemeye getiriyor.
İyi şeyler olmuyor. Çok mu zor gerillanın bu iyi olmayan ve iyi gitmeyen süreci kapsamlı eylemliliklerle yeniden rayına koyacağını ön görmek. Kimi Türk yazar “bak eylem yapacaklarını söylemiştik” diyerek ne kadar da öngörülü olduğunu göstermeye çalışıyor.
Beyler öngörülü olmanıza gerek yoktur. Yorum yapmanıza gerek yoktur. Bizler yapacağımızı önceden söyleriz ve ardından da yaparız. Aleniyiz. Kimileri için savaş bir hile ve fen işidir. Belki de doğrudur. Ancak bizler bu gidişatın iyi bir gidişat olmadığını ve değişmemesi durumunda kapsamlı müdahalelerde bulunacağımızı açıkça ve alenen belirtmiştik. Dediğimiz gibi çok mu zor bunları öngörmek.
Gerillaya karşı aralıksız operasyon yapacaksın, seçilmişleri günlük olarak içeriye atacaksın, her gün bir köşede bir Kürt gencini katledeceksin, 34 insanı katlettiğin halde nedenini söyleme gereği duymayacak ve katledilenlerin ailelerini içeriye atarak cezalar vereceksin, taş attıkları için çocukları içeriye atıktan sonra tecavüz edeceksin, içeriye atıklarını cayır cayır zindanlarda yakacaksın, genç kızlarına tecavüz ederek Kürt kızlarının tecavüz edilmelerini teşvik edeceksin, Kürt halkının önderliğine yaklaşık bir yıldır tecrit uygulayacaksın, Kürt halkının diliyle alay ederek “Kürtçede medeniyet dilimidir” diyerek gırgırını geçeceksin, bir poşu taktığı diye bir gence 11 yıl hapis cezası vereceksin, polisleri it sürüleri gibi halkımızın üzerine salacaksın sonra da dönüp bu eylem ve operasyon nereden çıktı diyeceksin? Ve de “zamanlama önemlidir” diyeceksin.
Devrimci operasyonlarımız bu faşizan zihniyetiniz devam ettikçe hiç hız kaybetmeden devam edecektir. Hatta daha da güçlenerek sürdürülecektir.
Öncelikli olarak polislerinizi hedefleyeceğiz, faşizminize destek sunan kültürel soykırımı yürüten faşist partinin üyelerini ve yöneticilerini hedefleyeceğiz, askerlerinizle işbirliği yapanları hedefleyeceğiz, devletinizin ülkemizin zenginliklerini ve kültürel mirasını yok eden tüm girişimcilerinizi hedefleyeceğiz, Kürdistan’da kültürel ve sosyal soykırımı yürüten ne kadar güç varsa hepsini hedefleyeceğiz.
Evet, açıkça yeniden belirtelim: Devrimci Süpürme Hareketlerimiz; faşizanca, Yeşil Türkçü ırkçı söylemlerle düşmanca saldırılarınız sürdükçe devam edecektir.
Silahın miadının dolup dolmadığını tarihin bu momentinde herkese özelde de faşizanlığı adeta meslek haline getiren Akepe siyasetine ve iktidarına göstermek bizim boynumuzun borcu olsun.
Rojhat Bluzeri
- Ayrıntılar
Oramar ve Staza eylemleri ardından Türk devletinin büyükleri her telden büyük konuşmaya yeniden başladılar. En büyük tehdidi Türk devletinin cumhurbaşkanı olan Gül savurdu. Halkımıza bizleri yani özgürlük sevdalısı özgürlük hareketi yandaşları ve gerillasını kast ederek “teröristlerle aranıza kesinlikle mesafe koyun” diyerek açıkça tehdit etmiştir.
Öncelikli olarak bir terörist varsa sensin ve senin başında bulunduğun devlettir. Daha da ileriye götürseniz “sizin babanızdır” terörist deriz. Her ne kadar babanızın sizin bu faşizan ve insanlık dışı açıklamalarınızda bir suçu yoksa da sizin kulağınızı çekmediği için sizin suçlarınıza ortak olmuş olmaktadır. Özcesi buralarda bir terörist varsa o da sizin faşist Türk devletinizdir. Sizin sömürgeci devletinizdir. Sömürgeci kokmanın da ötesinde sömürge kültürünü yayan Türk İslam sentezinizdir.
Bir kere bizim ülkemizde kimi tehdit ediyorsunuz? Kim kimin ülkesini işgal etmiş?
Kim kimin ülkesinde insan haklarını çiğniyor?
Kim kimin ülkesinde kimin dilini yasaklıyor?
Kim kimin ülkesine yerel halkın diline ket vurarak, seçmeleri ders önererek bunu büyük bir devrim adımı olarak ele alıyor?
Kim kimin ülkesinde askeriyle, polisiyle, ajan provokatör yapısıyla ve de birilerine para vererek bir halka zulüm ediyor?
Kim kimin ülkesinde bir halkın tüm haklarını ayaklara altına alarak çiğniyor?
Kim kimin ülkesinde bura halkı tarafından seçilmişleri kelepçeleyerek zindanlara dolduruluyor?
Kim kimin ülkesinde kız çocuklarına okullarda fuhuşu zorlayarak “dağa çıkmaktansa fuhuş yapsınlar” diyerek bir halkın onuruyla alay ediyor?
Kim kimin ülkesinde çocukları taş attıkları için yıllara mahkum ettikten sonra ucubelerin eline vererek ahlaksızca tecavüz ediyor?
Kim kimin ülkesinde gencecik kızlara yüzlerce askeri saldırtarak ardından da “gönüllü yapmış” diyerek bir halkın gözünün içine baka baka “size böyle yaparız” diyor?
Kim kimin ülkesinde 12 yaşındaki bir çocuğa 13 kurşun sıkarak katlediyor?
Kim kimin ülkesinde kameraların karşına çıkarak çocukların kollarını kırıyor?
Kim kimin ülkesinde analarına onlarca polisle saldırarak copluyor?
Kim kimin ülkesinde ekmek kapısı olan kaçakçılık yaptıkları için uçaklarla 34 genci katlediyor?
Kim kimin ülkesinde gencecik gerillalarına kimyasal silahlar kullanarak katlediyor?
Kim kimin ülkesinde kimi aç bırakıyor, susuz bırakıyor, beş kuruşa mahkum ederek çöplerde geçimini sağlamaya zorluyor.
Evet, kim kimin ülkesinde kime posta atıyor?
Bu ülkede birilerine mesafe konulacaksa öncelikli olarak sizin faşizan zihniyetinize, terörizminize, aşağılamalarınıza, katletmelerinize, ırkçılığınıza, tekçiliğinize, inkar ve imhanıza, paralar dağıtarak verdiğiniz silahlara, parçalamalarınıza, bölmelerinize, halkımızı küçük düşürmelerinize mesafe koyacaktır.
Bu ülkenin halkı birilerine mesafe koyacaksa öncelikli olarak Türk devletine ve onun ırkçı zihniyetli, asimilasyonist politikalarını güden militarist partilerine koyacaktır.
Evet, halkımız Türk faşizmine karşı topyekûn bir mesafe koymalıdır. Türk faşizmiyle arasına mesafe koymayanları ise ülkemizin kapıların dışarı çıkmaları için onlara açık olduğunu söyleyerek sömürgecilerin yanlarına gitmelerini yolunu göstererek yurtseverlik görevlerine her zamankinden daha fazla sarılarak göstermelidirler.
Engin Sincer
- Ayrıntılar
Tecrîda li ser Birêz Ocalan, piştî 13 rojan wê bikevê meha 12an, ev “mirina reş e”. Divê Kurd “mirina reş” qebûl nekin.
*********
Erdogan, di magazina 12ê Êlûnê de siyasetê dike, lê dekor guhertiye.
Di magazina siyaseta Erdogan de, bardaxên plastîk yên Coke Cola û Coke Zero nînin, rengê şerbeta Erdogan cûda ye. Pêgiha fonksiyonel ya magazina siyaseta Erdogan, geh çepgir e, geh misilman e, geh demagog e, geh şovmen e, geh kabadayî ye. Ji xwe li Amedê got, “aliyekî min ji Amedê ye.” Ev postmodernîzma klasîk e, hem kujer e û hem banga dewşirmetiya hevsarkirin û girêdana li ser alif e. Aliyek jî banga dewlemendên rastmaliya kesk ku urê xwe nepixandine.
Erdogan di vê magazine de, gelek caran behsa kultur û hişmendiya modern dike. Lê bawer bikin, modela wî ya McCarthy ye. McCarthy lîsteya kesan amade dikir û dest bi nêçîra komunîstan dikir; Erdogan jî listeyan amade dike û dest bi nêçîra terorîstan dike. Mac Carthy digot, “ev komunîst in”, Erdogan dibêje ev “terorist” in.
Kesên di lîsteya McCarthy de cih girtine, Bertolt Brecht, Charlie Chaplin, Arthur Miller, Orson Welles û Pete Seeger in. Ev kesên ku di dema xwe de herî navdar in. Erdogan jî, Hatîp Dicle, Selma Irmak, Bekir Kaya, Muharrem Erbey, Tayip Temel, Mehmet Emîn Yildirim, Omer Guneş, Buşra Ersanli, Kenan Kirkaya û hwd. girtî ne. Ev jî navdarên dema xwe ne.
McCarthy “listeyên reş” amade dikir, Erdogan jî “lîsteyên kesk” amade dike. McCarthy “izm”ek bi paşiya nave xwe ve kir; Erdogan jî, gavek zêde avêt, û bi “marş-i mehteran” û weke Erod-Xan, yan jî Xan Erdo derdikevê pêş û dixwaze Kurdistanê ji nû de dagir bike. Hingî wê bibe Fatîh Sultan Erdo-Xan.
Lê Erdogan ne tenê di magazîna siyasî de dixwaze guhertinan bike. Dixwaze magazina kultura Tirkiyê jî, bike tara bêjingê. Ji xwe kultura gelên li Tirkiyê di Cagaloglu de hatibû tarûmar kirin, niha jî dixwazin di rengê kesk de tarûmar bikin. McCarthy, dest avête Holiday; Erdogan jî, dest avête cîhana teatro, Yeşîlçam û bazara Unkapani. Bi riya Medya hevkar, reklameke mezin ya afirgeriya kultura Erdo-Xan jî di rojevê de ye.
Dema ku hinek kes û derdor, rastiyê dibêjin, Xan Erdo û “kesk-îzm” radibe ser piyan û dikine hawar û dibêjin; “ev çi teşqele ne, em hej ji tiştê wiha nakin.” Piştî van gotinan, radikalên li dora Xan-Erdo, dikevine nava haraketê.
Ev waqayeke klînîkî ye. Radîkalên li dora Erdogan jî, her gotin û kiryara wî, weke, “bingeha îdeolojiya pîroz” bi nav dikin. Lê ew kes û derdor, ji ideolojiya bilind bêhtir, li gorî bejna Erdogan û “lawikê Derya Reş û lewendê Gurcî û Qasimpaşa”yî tevdigerin. Tîtr û paşnavê “XAN” wek gulikên tizbiha zivî derdixine pêş.. Xemla qûretî û pozbilindiyê jî, bi wan gulikên tezbiha zivî nexşe dikin, yanî cihê pariyê xwe xweş dikin.
Lewma bi çavdêriyeke romannivîsî, ez dikarim bêjim ku, spektruma Erdo-Xan ne di cihê xwe de ye. Kimya bedena wî xerab bûye, elektromanyatîkên rojê (spektrum) teva, di laşê wî de şaş digerin û şaş zerkî derdorên wî dibin. Haa, li gorî diyalektîka jiyanê, spektruma mirovên dewşîrme teva xerab e. Ji ber ku di çerxa guhertinê de, kimya beden û mêjiyê wan mirovan tê guhertin. Ev jî hunandin, ragirtin û bidestxistina elektromanyatîkên rojê, hewayê, axê û hwd. şaş têne standin. Bedena kesên dewşirme, şaş fêr dibe û şaş spektruman vedixwe. Hiyerarşiya bedena kesên wilo tevlihev e, nikare rast û têgihiştî hilgirê nava xwe. Ji hêza kêşa Newton ya gerdunî û ji qanunên matematikî bê par dibin. Êdî, zemberaka saeta bedena wan, li gorî modela xulamtî û bendetiyê geh sist dibe, geh tê îşkdan û dişide.
Mirovên weke Erdogan û çêlîkê Temo Gewrê, Mehmet Şîmşek zanistên weke Hegel, Aristo, Marx, Rousseau, Febvre, Robert Qwan, yan jî Cahrles Faurier bixwînin jî, naqarate xwedawendên xwe dubare bikin. Ji ber ku “zulcelal”a-hiyerarşiya bedena wan û mêjiyê wan, tenê aliyê bendetiyê fêm dike. Ev jî wan zalim dike, êrîşker dike û wan ber bi “XAN”ûmaniyê dibe. Aliyekî wan sultanetê diragire, aliyê din jî bazirganiyê. Mixabin bazirganiya wan jî li ser xwînê ye. Ehl-î fenatîzmê ne û ji rîska kiryarên xemginiyê narevin. Erdogan jî her dem, rîska kiryarên xemginiyê hedef girtiye û digire.
Bedena bi êş û qolinc, êşê diafirîne û li dora xwe jî bela dike. Ev nexweşî ye û bi navê erebî “giybet” e, bi kurdî “teşqele” ye û Qur’ana pîroz jî ev gunehkarî, weke “xwarina goştê mirovan” bi nav kiriye. Dewşirmetî, bingeha vê gunhekariyê ye. Îro, li Tirkiyê ev gunehkarî tê kirin. Mînak; li Emerîka Mc Carthy, di salên 1947 û 1957an de ev gunehkarî dikirin. Di sedsala navîn de li Ewropa û bi “nêçîra efsûnbazan” ev gunehkarî dihate kirin.
Li Tirkiyê jî, ev gunehkarî gihaye qonaxa herî bilind û weke “linca li kolanan” derketiye hole. Bingeha vê gunehkariyê ideolojiya fermî ye û li se rbingeha çetetiyê hatiye rûnandin. ji bo ku vê gunehkariyê meşrû bikin jî yan kanun derxisitne, yan jî gotina “gel bersiv da” bikartînin. Serokwezîr Erdogan jî, faşîzma li kolanan û anarşîzma civakî bi heman gotinan parast.
Ev nexweşiya ku bûye çavkaniya gunehkariyan, paradoksa desthilatdariya AKPê ye. Bi Serokwezîr Erdogan dest pê kir, di Idrîs Naim Şahîn de, di Mehmet Şîmşek de, di Beşîr Atalay da, di Mehdî Eker û hwd. de giha asta herî jor.
Bi saya van dewşirmeyên ji diyalektîka mirovahiyê dûr, Tirkiyê ber bi neo-insaniyetê ve diçe. Vê neo-inaniyetê jî weke misilmantî û baweriya 4 ji 4an ya demokrasî û exlak û pêşverutiyê nîşan didin. Lê totalîtarîzmeke dojehî diafirînin.
Ey gunehkarî, çiqas zêde evîndarên te hene.
Medeni FERHO
- Ayrıntılar
“Güvenlik güçlerine yönelik ciddi eylemler gerçekleştiremeyen ve gözü korkan örgüt, son dönemde sivilleri, savunmasız kesimleri hedef alarak veya uzaktan kumandalı bombalı saldırılar gerçekleştirerek varlığını koruduğunu göstermeye çalışıyor. Bölgedeki yatırımlarda çalışan işçileri, yurt öğrencilerini, AK Parti teşkilatlarını, evine dönen yalnız güvenlik mensuplarını hedef alıyor, az kayıp vereceği eylemlerle ayakta kalmaya çalışıyor” diyerek yazmış Akepe’nin en ileri düzeydeki danışmanı hatta baş danışmanı Yalçın Akdoğan.
Yukarıdaki alıntı dediğimiz gibi Akepe ve özelde de Erdoğan’a en yakın duran ismine aittir. “Güvenlik güçlerine yönelik ciddi eylemler gerçekleştiremeyen ve gözü korkan örgüt,” dedikten sonra son zamanlarda gerillaların yaptığı eylemleri sıralıyor. Kimin ne kadar korktuğu ortadadır.
Şunu peşinen söyleyelim, artık Kürdistan’da Akepe’ye yani soy kırım rejimi yürüten bir partiye kim yakın duruyorsa bunları alıp mahkemelerde yargının eline vereceğiz. KCK’nin yasalarını uygulamaya koyacağız. KCK adalet divanı Kürt halkına suç işleyen kişi ve yapıları yargının önüne getirmek için bize görev vermiştir. Ve biz artık bu görevi yerine getirmek için Kürdistan başta olmak üzere Türkiye’de de bize verilen görevi yerine getireceğiz.
Dolaysız söylüyoruz, insanlık suçu sayılan suçları işleyen, bir halkın yok edilmesinde, kültürel değerlerini dejenere ederek eritilmesinde kim rol oynuyorsa bu kişileri ve kurumları hedefleyeceğiz. Ve bunu yaparken sadece askeri güçleri hedeflemeyeceğiz. Askeri hedefleri yani asker ve özelde de polisi askeri zorumuzla yani şiddet yoluyla etkisiz kılacağız ancak “sivil giyinipte” Kürt halkının soykırımında geçirilmesinde yer alan, Kürt kültürel soykırımına destek sunan böylesine kesimleri yargının önüne çıkaracağız. Ve bunların cezasını yargı verecektir.
Akepe danışmanı ve danışmanlarının boşuna paçalarına telaş düşmemiştir. İsrail’de kimse Kadima partisine ne oy verir ne de ona üye olur. Kürdistan’da soykırım rejimini uygulayan bir partiye üye olanları dediğimiz gibi bundan böyle yargının önüne götüreceğiz. Yine Kürdistan’da sözde baraj adı altında kültürel dokusunu bozan şirketlere de yöneleceğiz. Yine kim ki bunların yanında kültürel mirasımızı talan ediyorsa, tasfiye ediyorsa, yok ediyorsa bunları da yargının önüne alacağız.
Kürdistan’da faşizmin Kürdistan gerillasına daha rahat yönelmesi için yürüttüğü hangi çalışmasında yer alıyorlarsa alsınlar biz bunları birinci elden hedef tahtasına koyacağız. Ve bunların Kürdistan’da kalmasına izin vermeyeceğiz.
Evet, Kürdistan’da tek başına bir asker, tek başına bir polis, tek başına bir devlet bürokratı dolaşmayacaktır. Kendi kışlasında, kendi lojmanlarında ve devletin onlara tesis ettikleri yerlerin dışına çıkmayacaklardır. Çıktıkları an alacağız. Sadece almayacağız. İnsanlık suçuna iştirak ettiklerinden dolayı yargıya götüreceğiz.
Akepe’nin sözde baş danışmanı ve danışmaları istedikleri:“Teknolojik gelişmeler ve istihbarat imkanının artması, örgütün planlı ve kapsamlı saldırılar yapma ihtimalini oldukça düşürmüş durumda” desinler. Eylem düzeyimizin düşüp düşmediğini kendileri görecektir.
Ancak dediğimiz gibi artık Kürdistan’da hiç kimse ama hiç kimse soykırım rejiminin sürdürülmesinde yer almayacaktır. Özelde Akepe’nin yanında yer alan ve tarafımızca işbirlikçi ve hain olarak isimlendirdiklerimiz artık Kürdistan’da kalmayacaklardır. Onlara Kürdistan da yer yoktur.
Bugüne kadar devrim dalgalarında en fazla müsamahakâr davranan gerillalar olarak bu durumumuzu aşıyoruz. Nedeni ise Türkiye de içinde olmak üzere özelde Kürdistan’da korkunç bir soykırım rejimi devrededir. Binlerce Kürt insanı, siyasetçisi ve seçilmiş zindanlara atışmışlardır. Apaçık insanlarımız katledilmektedirler. Kürt halkının direnişiyle elde ettiklerini ondan alarak dediğimiz gibi korkunç bir fiziki ve kültürel soykırımı devreye koyan bir rejime karşı bizim de yapacağımız sadece ve sadece toplu bir direniş geliştirmektir. Ve şimdilik yaptığımız sadece ve sadece bir var olma direnişidir.
Ancak şunu da açıkça belirtelim, artık Kürdistan direnişinde sadece gerilla rol oynamayacaktır. Artık soykırım rejimine karşı tüm Kürt halkı direnişe geçecektir. Kürt halkının var oluşunu zayıflatan, bırakalım var olmasını zayıflatmayı onu yok etmek isteyen bir zihniyete ve bu zihniyeti destekleyenlere karşı durulacaktır. Yani artık Kürdistan sokaklarında başta Kürt gençleri olmak üzere tüm Kürt halkı Akepe’ye yakın duranlara, Akepe’nin propagandasını yapanlara, soykırım rejimine sessiz kalanlara yönelecektir, yüzüne tükürecektir.
Dönem artık direniş dönemidir. Dönem artık onurunu korumak için inkâr ve imha zihniyetine ve ona destek sunan tüm bu yapılara karşı durma zamanıdır.
Yeniden belirtecek olursak Akepe’nin danışmanları gerillanın eylem kapasitesine sahip olup olmadığını bu yıl bir kez da tadacaklardır. Öyle görülüyor ki bunu Akepe danışmanları da bilmektedirler. Bunun için de paçaları tutuşmuşlardır.
Lami cimi yok, istediniz kadar tütüşün. Ancak korkunun ecele faydası yoktur. Yargının önüne çıkacaksınız.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Eskiden hep “Osmanlıda oyun çok” derlerdi. Ancak boynuz kulağı geçmiş. Osmanlı türedisi AKP faşistlerindeki oyunlar, geçmiş “Osmanlı oyunları” temelinde yükseldiği için onları da aşmış bulunmaktadır. Fakat bir fark vardır: ne oyun tezgâhlarlarsatezgâhlasınlar, artık oyunlarını yutacak Kürt ulusu yoktur!
Sömürgeci faşist sistemin başı Erdoğan ile ondan rol kapmaya çalışan asimlado Kemal Kılıçdaroğlu buluşmasını tüm basın-yayın kuruluşlarının, köşe yazarlarının, “ Kürt sorunu için önemli adım, tarihi fırsat, önemli buluşma, çözüm umudu belirdi, vb. başlıklarla vermeleri yeni bir oyunun sahnelenmekte olduğunu göstermektedir. Bazıları kendilerini öylesine kaptırmışlar ki, hepsi de ellerini ovuşturarak, aslında Kürt halkının da tartışmaya katılmasını beklemektedir.
Türk sömürgeci devleti ve AKP hükümeti belki de tarihinin en zor dönemini yaşamaktadır Kürdistan özgürlük mücadelesi karşısında. Önder Apo üzerinde uygulanan ve artık kapsamlı bir işkenceye dönüşen tecrite rağmen tarihi bir direniş sürdürmektedir. 2012 Newroz ile birlikte Kürdistan halkı daha fazla bir duyarlılık, bilinç ve örgütlülükle yeni bir serhıldan sürecine girmiştir. Kürdistan özgürlük gerillası da, karların erimesiyle birlikte Türk sömürgeci ordu ve polis sürülerine karşı kapsamlı bir gerilla hamlesini başlatmış ve başarıyla yürütmektedir.
AKP’nin Kürdistan özgürlük hareketini ve Kürdistan halkını “yeni bir anayasa” gündemine çekerek oyalamak istedi. O, tutmadı. O tutmayınca bu kez “ Kılıçdaroğlu-Erdoğan görüşmesi” gündemleştirildi. Hemen arkasından, bazı sözüm ona liberaller, “ artık Kürt siyaseti de gereğini yapmalı, sorumlu davranmalı, PKK’ ye dur demeli” diye yazmaya başladılar. Demek ki amaçları, bir taraftan Kürtleri beklenti içine koymak iken, öte yandan Kürt legal siyaseti ile PKK’yi karşı karşıya getirmek.
Türk sömürgeciliğinin bu iki azgın temsilcisi ve Kürt ulusunu tarihten silmek üzere hazırlanmış Şark İslahat Planı üzerine yemin etmiş bu ırkçılar ne yapmışlar ki, sıra Kürt siyasetine gelsin. Bir takvim dahilinde Önder Apo’nun serbest bırakılacağını, Kürdistan halkını demokratik özerklik iradelerini tanıyacaklarını mı açıklamışlar, soykırımcı katil ordularını ve siyasi soykırımcı istihbarat-polislerini çekeceklerini mi açıklamışlar, koruculuğu lağvedeceklerini mi açıklamışlar… Ortada deyim yerindeyse fol yok, yumurta yok. Ama ortada tam bir yaygara var. Amaç, Kürdistan halkını bir kez daha sömürgecilerden beklentiye sokmaktır.
Bunun dışında herhangi bir amaçlarının olmadığı, ertesi günü AKP’nin faşist polis birlikleri Kürdistan’ın Van ilinde ve ilçelerinde ne kadar belediye başkanı ve BDP yöneticisi varsa hepsini rehine almış, bir gün öncesinde de Gever de, Özgür Taşar isminde bir Kürt gencini vurarak katletmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, tümüyle amaç, Kürt siyasetçilerini PKK ile karşı karşıya getirmek ve Kürdistan halkının yönünü yine Ankara’ya çevirmektir.
Fakat bunun tutmayacağını anlamış olacaklar ki, bu kez yeşil faşizmin önemli temsilcilerinden Beşir Atalay bir özel savaş bombası daha patlattı. “ ‘Yeni Açılım Paketi’ “Anadille ilgili çalışmalarımızı Başbakan açıklayacak. Kuzey Irak’ta silahların teslimi için görüşmeler yapılıyor. Bizim Hükümet olarak bu konuda çalışmalarımız durmuş değil.” Tabi ki, amaç yine aynıdır. Zaten Beşir Atalay’ın kendisi hemen arkasından da ekliyor, Vatandaşların devlete güvenlerini kaybettirici uygulamaların telafisi için çalışıyoruz. Yaz döneminde yeni bir anlatma çalışmamız olacak. Ücra köşelere kadar ulaşıp vatandaşlarımıza aydınlatacağız.” diyor. Amaç, sömürgecilikten, Kürdistan’ı işgalden vazgeçmek değil, hala “vatandaşlarının devlete güvenini yeniden yaratmaya” çalışmaktadır.
Bunun açık anlamı şudur: Türk sömürgecilerinin, işgal güçleri ve kurumlarının Kürdistan’da hiçbir meşruiyetleri kalmamıştır. Sömürgeci Türkiye Cumhuriyeti Devletinin soykırım, katliam, sürgün, asimilasyon, işkence, idam, göçerterek Kürtlerin nüfus yoğunluğunu bozarak ulusal topluluk olma konumundan çıkarma vb. politikalar tutmadı. AKP’de bunu meşrebince denedi, o da tutmadı. En son gerçekleştirdikleri Roboski katliamı ve sonrasında izledikleri politikalar sömürgeci, hilebaz iğrenç yüzlerini iyice açığa çıkarmıştır. Yaptıkları-yapmak istedikleri, bir kez daha Kürdistan halkını kandırmak, devlete bağlamaktır. Onun dışında bir anlamı yoktur. Kürt ulusunun belleğinde iyice yer etmiş bir söz vardır: baxte rume tuneye. Bu halk Önder Apo ve Kürdistan özgürlük hareketinin mücadelesiyle artık hem kendisini, hem de Türk sömürgeciliğini tanımıştır. AKP’nin faşist gerçeğini de kendi deneyimleriyle görmüş, anlamıştır.
Bu halk, Önder Apo’nun çağrısı üzerine barış elçisi olarak gönderilen PKK gerillalarının şu anda zindanda ağır hapis cezalarıyla cezalandırıldığını henüz unutmadı. Barış elçisi olarak Kandil’den Kürdistan Özgürlük Hareketinin mesajlarını, mektuplarını sömürgeci sistemin cumhurbaşkanına, başbakana, genelkurmay başkanına, meclis başkanına götüren evlatlarının zindanda olduğunu nasıl unutsun?
Bir yıla yakın bir zamandan beri sürekli koster bozuk yalanıyla Kürdistan halkının Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uyguladığınız tecridi nasıl unutsun?
Hiç kimse heveslenmesin artık kimse Kürtleri çatıştıramaz. Güney Kürdistan yönetimini PKK’ye saldırtmak için Türk devleti çok çalıştı, hala da çalışmakta olduğu anlaşılmaktadır. Güney Kürdistan yönetiminin PKK’ye silah bıraktırma, teslim alma, bunun için dayatmada bulunma gibi ne bir görevi, ne de sorumluluğu vardır. Beşir Atalay nerden çıkarıyor bunu? PKK ile Barzani arasında Beşir Atalay’ın iddia ettiği gibi ne bir tartışma, ne de bir görüşme vardır. Kürtlerin gündeminde çatışma değil, ulusal birlik konferansı vardır. Kürdistan özgürlük gerillasından her darbe yedikçe ve “kök kazıma” söylemleri boşa çıkıp, Kürt, Türk ve tüm dünya kamuoyu nezdinde prestijleri beş paralık olunca, Güney Kürtlerine yüklenmeyi bir siyaset bellemişlerdir. Ancak artık o dönemler geçti.
Bunun böyle olmadığını Türk devleti de bilmektedir ancak, kamuoyunu yanıltmak, Kürtlerde bir beklenti yaratmak amacıyla böyle özel savaş yöntemleri devreye konulmaktadır.
Sömürgeci Türk efendiler, boşuna uğraşmayın, Kürdistan halkı, üzerinde şekillendiği, rengini, sesini ve ruhunu aldığı kadım topraklarında sömürgecilerden, işgalcilerden kurtulmuş olarak her halk gibi kendi kaderini tayin ederek özgür yaşamını kurmak istiyor. Kürtçe kurs, seçmeli ders vb. zırva ve hakaretlerinizi duymak bile istemiyor. Sömürgeci efendiler siz dilinizi seçmeli derslerde mi öğrendiniz? Siz Kürt ulusunu ne sanıyorsunuz? Kürtler bu kararlılık, bilinç ve örgütlülüğe ulaşmışlardır. Bu toprakları bırakıp, defolup gideceksiniz. Her sömürgecinin, her işgalcinin işgal ettiği ülkeden çıkmak zorunda olduğu gibi… Artık bayat kardeşlik edebiyatınız sökmez! Biz Kemal Pir, Deniz Gezmiş kardeşliğini biliriz! Başka sahte, köleliği dayatan kardeşlik edebiyatlarınızı da tanımayız.
Kürdistan özgürlük hareketi ve Kürdistan halkının bir gündemi vardır: Önder Apo ve Kürdistan halkının özgürlüğü için Devrimci Halk Savaşı! Onun için Kürdistan, Van’da gerçekleştirdiğiniz ve Kürt halkının kendi oylarıyla seçtiği temsilcilerini esaret altına almanız karşısında gösterdiği serhıldan tutumunu tüm Kürdistan’a ve Türk metropollerine yayacaktır. Neden Van serhıldanı, sömürgeciliğin bozkırını tutuşturan bir kıvılcım olmasın? Bir kıvılcım bir bozkırı tutuşturabilirse, Van serhıldanı neden tüm Kürdistan’ı sarmasın? Neden Kürtlerin özgürlük ruhu serhıldanlarla şahlanmasın? Neden bir kene gibi bedenimize yapışarak kanımızı emen Türk sömürgeciliğinin kanımızı daha fazla emmesine izin verelim? Topraklarımızda katliam yapmasına, bizleri esaret altına almasına, bizi yönetmesine, kimliksiz bırakmasına neden izin verelim?
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
İnsanoğlu doğuştan doğru görmediklerine, bulmadıklarına karşı refleks gösteren bir varlıktır. Öyle ki ruhuna sindiremediklerine karşı bir duruş sergiler. Bu tabiatın da bir kanunudur. Doğanın en küçük, gözle görülmeyeninde dahi bu yaşam refleksini görürsünüz. Buna kimileri öz savunma diyor. Kimisi meşru savunma diyor. Ve kimisi de var oluşun yani doğuşla birlikte o varlığa verilen hakların korunması diyor. Sonuç itibariyle hangi isimle adlandırsanız adlandırın, tanımı ne olursa olsun, bu yeryüzüne gelişle birlikte her varlığın bir yaşama hakkı vardır. Bu yaşam hakkına el atılır atılmaz, bu hak gaspına karşı bir direnç gösterilmeye başlar.
Doğada özelde birinci doğada bu refleks adeta içselleşmiştir. Ve biz bu doğal reflekse çoğu zaman instinkt yani içgüdü diyoruz. İçgüdüyü sözlükler: “Bir canlı türünün bütün bireylerinde akıl ve düşünceden bağımsız olarak, doğuştan gelen bilinçsiz her türlü hareket ve davranış, insiyak, sevkıtabiî” diye tanımlıyor.
Biz sadece doğuştan bir varlığa bahşedilmiş haklardan bahsederken, bu direnci dile getirirken insanın insan olmayla yani toplumsal bir varlık olmayla da edindikleri haklarından da bahsediyoruz. Bu haklar ise başkasına devredilemeyecek kadar insanı insan eden haklardır. Kim olursa olsun, gücü ne olursa olsun bu haklardan asla ama asla vazgeçilemez. Bu haklara bir saldırı yöneltildiğinde bu haklara karşı karşı koyuş dediğimiz gibi bir var olmanın temel gerekçesi ve gayesidir.
Çok uzatmadan dolaysız söyleyelim ne söylemek isteyeceğimizi. Bugün Türkiye cumhuriyeti diye tabir edilen yapı içerisinde insana ve toplumlara bahşedilmiş doğal ve toplumsal haklar inkar edilerek en küçük dirence karşı korkunç cezalar yağdırılmaktadır. Öyle ki poşu taktı diye gençler 11 yıl hapis cezalarına çarpıtılmaktadır. Parasız eğitim istiyor diye gençler 8 yıldan daha fazla zindan cezası almaktadırlar. Cebinde 3 yumurta bulundu diye 11 yıl ceza alabilmektedirler. Bir gün grev yapıldı diye 315 işçi işlerinden atılmaktadırlar.
Halbuki yukarıda da dile getirildiği gibi var oluşsal hakların ötesinde bir şey istenmemiş ve var oluşsal hakların dışında gösterilen bir refleks ve tepki de sergilenmemiştir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, eğer oralarda faşizm denen bir siyasal sistem yoksa -belirtilen insani tepkilere bırakalım cezaların verilmesi -normal karşılanır ve bireylerin böylesine tepkilerine dışa vurmaları için teşvik edilir. Ne de olsa bireyin en küçük tepkilerinin dışarıya taşması demek daha büyük tepkilerin hatta yıkıcı tepkilerin önü alınması demektir. Bir nevi damlayken sorun çözümlenir ki göl olup bentleri taşmasın. Ve büyük yıkıcı zarar verici sonuçları olmasın.
Ancak faşizmin vuku bulduğu, despotizmin hakim olduğu, tekçi, otokratik, anti demokratik ve anti toplumcu rejimlerde-ki bu karakterleriyle zaten anti sosyal yapılar oldukları için-insani tüm refleksleri bastırırlar. Dediğimiz gibi böyle yapılar zaten ahlak dışı ve hukuk dışı yapılardır. İnsan vicdanında yerleri olmayan yapılardır. Böyle olunca doğalında insan ve toplum vicdanında yerleri olmayan bu yapılar kendilerini var etmek için hep var oluşsal hakları ezmenin, bastırmanın yollarını ararlar. Aksi taktirde kendilerine yaşama zemini bulamazlar. Bulamazlar çünkü bu halleriyle dediğimiz gibi zaten toplum dışıdırlar.
Evet, faşizmin, despotizmin, otokratik, tekçi yapıların hüküm sürdüğü yerlerde doğal insani refleksleri göstermenin yeri yoktur. İnsan olmanın verdiği hakları savunmanın yeri yoktur. O zaman yeniden, insan olmanın verdiği hakları tesis etmenin yolu bu faşizan yapılara karşı direnç göstermekten geçtiğini görelim. Ancak bu direnç ve haklar üç yumurta taşıyarak, bir pankart açarak, bir poşu takarak tesis edilemez. Bu hakları yeniden elde etmenin tek yolu vardır o da: Dağlara çıkmadır. Dağlarda özgürlük türküsünü hür ve gür haykırmaktır. Çünkü dağlar insana ve topluma bahşedilmiş olan doğal hakları yeniden tesis etmenin en kutsal mekanlarıdırlar.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Meçhul Asker Anıtı üzerine tartışıyorlar. ‘Kürdistan`ın her yerine bir Meçhul Asker Anıtı dikilmeli’ diyenlere karşı, ‘ne gerek var, hangi yana baksan orada toprağa katık olmuş bir can olduğunu bilirsin zaten. Dağıyla, taşıyla, toprağıyla, çeşmesiyle, çiçeğiyle bu coğrafya zaten baştan başa bir Meçhul Asker Anıtı değil mi?’ diyorlar.
Onlar, toprağı içindeki canla algılıyorlar hep. Onlara göre toprak, içinde can saklı bir dost, anı dolu bir bellektir. Hatırlamak için özel bir işarete gerek yoktur. Toprağa bakınca, toprağa verdikleri canları hatırlıyorlar. Ve toprağa bakınca kendilerinin de toprak olacakları zamanların ötesine geçip bir aynada kendilerine bakar gibi bakıyorlar. Toprağı güzelleştirmeyi seviyorlar. İlle de bir sembolü olacaksa canların; gül olmalı, çiçek olmalı dercesine toprağa gömdüklerinin yanı başlarına çiçek ekiyorlar. Toprağın en çok güzelleştirilen, en çok özenilen parçası can gömülü parçası oluyor. Ve güzellik şaşırtıcı bir titizlikle yaratılıyor.
Dağ başında görmeyi en son bekleyeceğiniz görüntülerle karşı karşıya getiriyor bu titizlik. Her yan zaten verilmiş adıyla bir canı temsil ediyor. Her canın ayrı bir hikayesi var. Bu hikayeleri dinleye dinleye bir süre sonra etrafınızdaki her şey yeni yeni biçimler kazanmaya başlıyor.
Bir çeşmeye adını vermiş bir gerillanın gülümsemesini avucunuza alıp içer gibi içiyorsunuz suyunu. Bir tepeye bakınca, gün batımını izleyen bir siluet görüyorsunuz karşınızda. Adı var, hikayesi var. Sanki seslenseniz size cevap verecek Şehit Sarya Tepesi.
Lelikan Tepesi`ne bakıyorsunuz, ‘heval’ desen, sana el sallayacak gibi duruyor karşında.
Ve karşıdan Goşinê`ye seslenseniz; ‘pismam’ deseniz, size cevap verecek sanki, ‘pismam değil, heval’ diyecek gibi duruyor oracıkta.
Aşağıda akan dere, çatışma mevzisinde ıslık çalmayı seven Bermal`ın ıslık sesinde akıp gidiyor. Biraz kulak verseniz; ıslığında Bêrîvanê`nin melodisini hemen anlayacaksınız. Bir de canların toplanıp çiçek bahçesi içinde sohbete durmuş olduğu ziyarete açık, sembolik anlamı olan özel mekanlar var dağ başında.
Dağ başının en özenilen, en güzel mekanları Şehitliklerdir.
Neden bu kadar büyük bir özen ve çaba sarf edilmiş bu yerler için diye sormadan edemiyorsunuz.
Kendisi baştan başa bir Şehitlik olan bu coğrafyada, bu Şehitlikler neyi anlatıyor? ‘Bir mezarı bile yok’ demesinler diye. Biz, mezar arayışında değildik, ama madem ‘bir mezarları olsun’ dedik, onlar her şeyin en güzeline layık. Yapılacaksa, en güzeli onlar için yapılmalı,’ diye yapılmış şehitlikler.
Ad bırakmak, kendini hatırlanır kılmak amaç değildir hiç bir zaman. Can vermek, can olmak ölümsüzleştirir insanı. Ad olsan başka ad gelir, sen silinirsin. Hatıra olsan, başka bir hikayenin hatırasında silinir gidersin hafızalardan.
Ama can olsan toprakta; adın değişir, hikayen değişir, sen hep yaşayan bir can olursun.
Bir de cana can katmak, can katılan toprağa yüz sürmek vardır.
Şehitlikler, ‘can katılan toprağın yüz sürülesi sembolleri,’ diye yapılmış.
‘Ne istiyorlardı acaba,’ diye sormaya gerek yok; bir şehitliğe ziyarete gittiğinizde çiçek eken, çiçek sulayan, toprağı avuçlayıp koklayan bir gerillaya, ‘ne istiyorsun,’ diye sorsanız; toprak konuşur, çiçek konuşur ve siz toprağın altındakinin konuştuğunu hissedersiniz.
Onlar birbirinden hiç ayrılmayan, birisinin yarım bıraktığı hikayeyi devam ettiren, bir sonrakinin anlatacağı hikayeyi başlatan, birisinin bıraktığı adı taşıyan bir sonrakine ad bırakanlar olarak yaşıyorlar.
Bitmez bir hikayenin, silinmez bir adın, toprakla bütünleşmiş canları olarak hep canlılar. Şehitlik, canın hep canlı olduğu bir mekandır.
Özellikle son yıllarda, savaş zamanında şehit düşmüş gerillaların farklı yerlerdeki cenazeleri toplanıp, büyük bir özenle yapılmış Şehitliklerde bir araya getiriliyor. Hangi alana giderseniz, o alanın en güzel ve ulaşılabilir yerinde ve çoğunlukla bir çiçek bahçesi görünümündeki Şehitliklerle karşılaşıyorsunuz.
Kendileri topraktan, taştan, kerpiçten yapılmış barakalarda yaşayan gerillalar, istisnasız bütün Şehitlikleri doğanın renkleriyle boyanmış duvarlarla örüyorlar. Tek tek her şehidin mezarını, mermerle süslüyorlar. Her tarafa ağaç ve çiçek ekiyorlar. Gelecek ziyaretçiler için oturma ve barınma yerleri yapıyorlar.
İnsanı şaşırtacak kadar büyük bir özen ve emekle çok güzel mekanlar halinde inşa ediliyor Şehitlikler. Her Şehitlikte, o bölgenin bütün şehitlerinin elde edilebilen bilgileriyle bir arşiv oluşturuyor. Son yıllarda çok geniş bir çalışmayla, çok zengin bir arşiv merkezi oluşturulmuş. Bu konuda sürekli bir araştırma çalışması yapılıyor. Tek tek her şehitle ilgili en küçük bilgiler bile toplanıp bir araya getiriliyor ve bu bilgilerden bütünlüklü bir arşiv oluşturulmaya çalışılıyor. Şehitlerin aile ve yakınlarına ulaşılmaya, bilgi alıp vermeye yine sürekli bir diyalog içinde olunmaya çalışılıyor.
Şehitlikler bu anlamda birer bellek, birer arşiv, birer ilişkilenme merkezi görevi görüyorlar. Bu çerçevede bir kurumlaşmaya gidilmiş. Buna Şehitlikler Kurumu deniliyor. Henüz yeni yeni oluşmaya başlamış bir kurumlaşma. İleriye dönük bir çok projesi var. Bu konuda kapsamlı bir çalışma içinde oldukları görülüyor.
Gerçi Apocu hareketin, şehitlere ve şehitlik olgusuna yaklaşımı başından beri çok farklı bir yere sahip. PKK`nin kuruluşu anlatılırken, sürekli ‘şehidin anısına verilmiş bir cevap’ olarak tanımlanıyor. Yine PKK, kendisini ‘bir şehitler partisi’ olarak tanımlıyor.
Şehitler hep yaşayan değerler olarak algılanıyor. Savaş zamanında şehitlerle ilgili sürekli bir arşiv çalışması yapılmaya çalışılmış; şehitlerin yaşamı kitaplarla, şiir, edebiyat ve basın yoluyla canlı tutulmaya çalışılmış. Ancak savaşın zorlukları içinde bir çok şehitle ilgili yeterli bilgi arşivlenememiş, ya da, arşivlenmiş bir çok bilgi, çeşitli nedenlerle kaybolup gitmiş.
Örneğin, bir eyalet ve bölgenin arşivleri toprağa gömülerek saklanmış. Bu tür gömmeler güvenlik nedeniyle yeri en fazla 2 kişi tarafından bilinen yerlerde yapılmış. Ve savaş zamanında çoğu arşiv saklayanların kendilerinin de şehit düşmesi nedeniyle kaybolup gitmiş. Sadece şehitlerle ilgili bilgiler değil, çoğu zaman gerillaya katılan kişilerle ilgili ilk bilgiler ve örgütün o alanla ilgili çalışma belgeleri, örgüt merkezine daha ulaştırılamadan kaybolmuş.
İşte, son yıllarda bu kaybolan belgelere ulaşmak, ya da, o dönemlerde yaşayan gerillalara ulaşarak bu bilgiler tekrar derlenip toparlanmaya çalışılıyor. Ailelerin bu yönlü taleplerini karşılayabilmek amacıyla yoğun bir çaba görülebiliyor.
Özellikle son yıllarda hareketin bu konudaki imkanları sonuna kadar kullanılarak bir tarih bilgisi ve bilinci oluşturulmaya çalışılıyor. Şimdilik yetersiz olsa da ileriye dönük bir çalışma olarak sürekli gündemde tutuluyor. Şehitlik Kurumu, bu çalışmanın merkezi olarak örgütlendirilmiş. Ve Şehitlikler bunun sembolü olarak geliştiriliyor.
Şehide bağlılık, şehidi yaşamak ve yaşatmak, insanın toprakla ve tarihle bağını en iyi ifade eden sembol oluyor. Zaten yapılan Şehitlikler de bu yaklaşımın ürünü. Şehitlikler, sadece gerillanın kendi arkadaşlarının anısına bağlılığın bir gereği değil, aynı zamanda, bütün Kürt halkının bu konudaki duyarlılığına cevap olmak amacıyla geliştiriliyor. Bu yüzden de dağlardaki Şehitlikler olabildiğince halkın rahatlıkla ulaşabileceği yerlerde yapılıyor. Yine halkın ziyaretine açık olan bu Şehitlikler gelen ziyaretçileri her yönüyle tatmin edebilecek bir biçimde örgütlendiriliyor.
Son yıllarda özellikle Güney Kürdistan sahasında bir çok Şehitliğin yapıldığı görülüyor. Kandil`de, Xinêrê`de, Xakûrkê’de, Zağroslarda, Behdinan`da, Garê`de, Zap’ta, Haftanin’de ziyaret ettiğim Şehitlikler, gerçekten de çok etkileyiciydi. Hem buralarda kalan gerillalar ile hem de ziyarete gelen ailelerle bir çok sohbetimiz oldu. Şehide verilen değer ve duyulan bağlılık, bölge halkını çok derinden etkiliyor. Kendi çocuklarının mezarını ziyarete gelen aileler, hem onların anılarının yaşatıldığını görüyor, hem de çocuklarının yoldaşları tarafından temsil edildiğini görüyorlar.
Şehitliğe gelen ailelerin çocukları, artık sadece kendi oğulları ve kızları olmaktan çıkıyor. Kendi çocuklarından, ‘heval’ diye bahsetmeye başlıyorlar. Ve her hevalı kendi çocukları olarak görüyorlar.
Toprağa bir veriyorlar, bin alıyorlar.
Toprağa can vermek, dağda çok bereketli ürünler veriyor. Verilen can ölümsüzleşiyor. Toprak, canlı bir çiçek bahçesine dönüşüyor Kürdistan dağlarında.
Toprağa çocuklarını verenler, heval alıyorlar. Hevallere heval verenler, binlerce çocuk sahibi oluyorlar. Bir oğlunu, bir kızını toprağa veren ana, binlerce oğul ve kız sahibi oluyor.
Şehitliklerde hevallerine oğul ve kız diye sarılan şehit anaları gördüm. Her birisi bereketli bir toprak gibi bakıyordu yeni çocuklarına. Zaten toprak, ANA değil mi? Dağ, en doğurgan ANA. Ve dağda bütün analar toprak bereketinde heval oğullar ve kızlar doğuruyorlar gözlerinin pınarlarından. Her damla yüreğine akıp bir ananın, yüreğinde çiçek bahçesi güzelliğinde evlatlar yeşertiyor. Dağın evlatları can evlatlar. Hayırlı oğullar ve kızlar doğuruyor can toprak.
Onlara sorsanız; kendileri bir dağı, bir ülkeyi, bir dünyayı mesken edinmişler. Onlar dağın, ülkenin, toprağın canı olmaya gelmişler. Topraktaki canla, can olmaya gelmişler. Nerede vurulup düşseler toprağa, çiçek olup yeşerecekler gibi yaşıyorlar. Onlar, yaşamı canlı olmak olarak anlamıyorlar; onlar, yaşamı can olmak olarak anlıyorlar.
Canlı olan, ölü de olur. Can olan, sadece suret değiştirir. Dağda insan, en çok da çiçek oluyor. Bundan olsa gerek, kim bir şehitliğe giderse çiçek ekiyor. Kim ziyarete giderse, yanına çiçek alıp götürüyor. Şehitlikler, hep çiçeklerin çoğaldığı yerler oluyor. Çiçeklerle konuşulan, çiçeklere söz verilen, çiçeklere ant içilen yerlerdir dağlarda Şehitlikler. Yeni katılan gerillalar, ilk ziyaret edip söz verdiği, eğitimini bitiren gerillanın yemin törenini yaptığı, bayramlarda ilk ziyaret edilip sevincin ilk paylaşıldığı yerlerdir bu çiçek bahçeleri.
Askeri törenlerin mekanı oluyor kimi zaman bu çiçek bahçeleri; En disiplinli, en derli toplu törenlerin huzurlarında yapıldığı komutanlardır toprağın canları, çiçek komutanlar.
Şehitlikler, semboldür çiçekle ifade edilen. Sembollerden yaşama indiğimizde ise bütün dağ bir çiçek bahçesidir. Bir gerilla, hüzünlenip bir yoldaşıyla konuşmak istediğinde, karı delip fışkıran bir berfin`in yanı başına oturur. Bir karanfil koklar. Bir papatyayla sohbete dalar.
Dağlarda toprak, candır. Can ise çiçektir. Ve dağlarda her çiçek bir Meçhul Asker`dir...
Jêhat Bêrtî
- Ayrıntılar
Kürdistan gerillası bazılarını çıldırtıyor.
Düşünemez hale getiriyor.
Bazılarını coşturuyor.
Bazılarına ruh veriyor.
Bazılarına intikam ateşini aşılıyor.
Bazılarına cesaret veriyor, her şeyden önce insan olduğunu hatırlatıyor.
Doğal kaleler olan Kürdistan dağları, varoluş stargahlarıdır dağa çıkmak isteyenler için.
İslama inananlar için Qabe ne anlam ifade ediyorsa, Özgürlük sevdalıları için Kürdistan Dağları aynı anlam ifade ediyor.
Hz. Nuh’un gemisi Cudi’ye oturarak tüm insan, hayvan ile bitki neslini yok olmaktan kurtarmıştı.
Egitler de ilkin Cudi üzerinden tüm Kürdistan dağlarını özgürlük stargahlarına dönüştürerek, dağlara çıkışın yolunu açıyorlardı.
O gün bugündür dağlara çıkışlar katlanarak artıyor.
Özgürlük isyanına Kürdistan dağları dar geldi.
Amanoslar gerillaya kucak açtı. Karadeniz dağları gerillaya kucak açtı.
Hatta Menteşe dağları da gerillaya kucak açmıştır.
Dağlar, dağlara çıkışla anlam buluyor. Özgürlük stargahları oluyor.
Bundandır ki, bir zamanların afracı tafracı generali Başbuğ diyor du ki, “Dağlara çıkışı engelemeliyiz”.
O’nun ardından AKP gizli bir planı devreye sokuyordu.
O plana göre 15 -18 yaşlarındaki gençler hedef gençler olarak seçiliyordu.
Bu yaşlardaki gençlere Fetullahçı Yeşil Ergenekon’un envai türlü dönme dolaplarıyla Türklüğü aşılama hedefleniyordu.
Ne etseler nafile nafile.
Gençler, dağlara çıkışın varolmanın biricik yolu olduğunu biliyorlardı.
Dağlara çıkışlar artıkça çıldıranlar vardı. Bu çıldıranların tayfasında anlı şanlı Türk generalleri, AKP’nin fırıldak taklacı gevezeleri ve bir zamanların faşist tetikçilerini yetiştiren şimdiki zamanenin liboşu Taha Akyol var.
Taha Akyol bir kaç gün evvel bir makale yazdı. O makale” Batman’dan Bakarak Kürt Meselesi” adıyla yayınlandı.
Diyor ki, Batman’da gelenlerin belirttiğine göre Roboski katliamı Kürtlerin kopuşunu artırıyor.
Akyol, o makalede asıl demek istediğini şu sözlerle anlatıyor, “Dağa çıkışları önleyememesi, Türkiye’nin otuz yıldır çözemediği bir sorun..... Anlatılan gerilla efsanesi gençleri etkiliyor”.
Aslında gerilla efsanesi daha fazla anlatılmalıki dağa çıkışlar daha artsın ki, Şeyh Saidlerin, Seyid Rızaların, Nuri Dersim’in intikamları maazzam bir şekilde alınsın ki, Taha Akyol çıldırsın.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar