Boşboğazlık almış başını gidiyor. Herkes bir şeyler söylüyor. Herkes yeniden stratejist, herkes yeniden ultra siyasetçi ve ultra asker kesildi. Ne söylediğini bilmemeye, ağzına geleni söylemeye toplumumuz boşboğazlık diye tanımlıyor.
Evet, boşboğazlık almış başını gidiyor dedik. Başını da Türkiye’nin sözde büyükleri çekiyor. “aklı başına alsınlar”, “teslim olsunlar”, “silah bıraksınlar”, “bu yolun sonu yoktur”, “kandil’i alırız”, “bitiririz”, “3,5 teröristler” gibi gerçekten de temeli olmayan, boş, kof, iş olsun dostlar pazarda görsün söylemleri. Ve birde dediğimiz gibi ağza ne geliyorsa, o an duygular neyi yaşıyorsa, niyetler neyi arzuluyorsa onlar frensiz bir şekilde dile getiriliyor.
Hâlbuki yüz yıllar önce Hz. Ali boşuna: “söz içinizdeyken sizin köleniz, ağzınızdan çıkmış ise siz onun kölesi olursunuz” sözünü boşuna söylememiştir. Yine başka benzer bir söz de Hz Ali’ye atfen: “keşke boynum Zürafa’nın ki kadar uzun olsaydı da ağzımdan çıkan sözleri çıkana kadar terbiye edebilseydim” diye.
Ne var ki Türkiye büyükleri bu sözlerden bir türlü nasibini almamışlardır. Ağızlarında çıkacak sözlerin köleleri olacaklarını halen idrak etmemişlerdir. Halbuki söylediklerine sadık kalmaya kalmaya devasa bir toplumu inançsız ve hastalıklı kılmışlardır. Hamaset sözlerle bir toplumun kişilik yapısını bozdurlar. Ve birde belki de en kutsal olan politika sanatını “yalancıların işidir” dedirtir hale getirerek toplumu boşa düşürdüler.
Örneğin bir Arınç var. Bir şu sözlerine bakıp gülmemek elden değildir:
"Bu dinamik kıtanın, bu gayretli, çalışkan insanların geçmiş yakın tarihte yaşadıkları acılı, sıkıntılı günleri bildiğimiz için böyleyiz. Çünkü Türk milleti olarak biz sömürgeciliğe karşıyız. Tarihimizin hiçbir döneminde sömürgeci olmadık”. Bizde inandık. Kürdistan’ı işgal edeceksiniz, dillerini vahşi bir dil olarak tanımlayacaksınız, tanrının onlara bahşettiği dilden konuşmayı yasaklayacaksınız, tüm yeraltı ve yer üstü zenginlerine el koyacaksınız, bir halkın kültürel mirasını askeri strateji ve politik çıkarlarınız için tasfiye ederek sular altında bırakacaksınız ve sonrada dönüp sömürgeci değiliz diyeceksiniz. Bu kadar boşboğazlık dünyanın hiçbir yerinde görülmez. Sömürgecisin. Hem de dünyada eşine ender görülen bir sömürgecilik uyguluyorsun. Sonra da bak “Tarihimizin hiçbir döneminde sömürgeci olmadık” diyerek ekranların içine gözünü dikerek konuşacaksın.
Başka bir Türkiye büyüğü unvanı ise cumhur reistir: Cumhurbaşkanı Gül, " Bölgedeki bütün vatandaşlarımın, “Kürt vatandaşlarımın, hepsi terörle, teröristlerle aralarına çok kesin mesafe koymaları gerekir” diyerek bir halka maruz gördüğünüz teröristliği başkasına yıkacaksınız.
Hızını alamayanlarda var, “asla bir Kürt devleti buralarda kurumayacaksınız” diyerek yeniden yeniden Kürtleri küçümseyen sözleri boş boş kullanmaktan kendini alıkoyamıyorlar. Hani: “Ne renklerinden ne inançlarından ne de kıyafetlerinden dolayı bir insanın bir diğerinden daha üstün” değildi.
Birde Kandil’i, Zap’ı, Behdinan’ı fethedenler vardır. Siz önce Türkiye’nizin içine hakim olun. Siz önce Amanoslara ve Karadenizlere ve de yerler bir olmuş karakollarınıza hakim olun. Ondan sonra biraz konuşabiliriz. .
Halbuki bu kadar sorun ve yamukluk varken böyle boş boş konuşmak tek kelimeyle gevezeliktir derler. Yeniden Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız” demiş.
Beyler konuştukça batıyorsunuz, konuştukça kıymetinizin kalmadığını anlamıyor musunuz? . Hâlbuki: “Bir gerçeği savunurken, önce ona kendimiz inanmalıyız, sonra da başkalarını inandırmaya çalışmalıyız” demiş büyükler. Söylediklerinize inanmıyorsanız bari başkalarını inandırmak için boşboğazlık etmeyin, boş boş konuşmayın.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Rüzgâr eken fırtına biçermiş. AKP 12 Haziran 2011 genel seçimleri ardından ektiklerinin sonuçlarını biçiyor. Aldığı yüzde ellilik oy oranına bakarak kendini kaybeden ve Saddamlaşan duruşun yarattığı kefareti ödüyor. Demokratik siyaseti hakir görüp teslim almak isteyen, seçilmiş milletvekilleri zindanda tutan, siyasi soykırım operasyonlarını sürdüren, Kürtler üzerindeki faşist polis terörünü daha da azgınlaştıran, İmralı ve Oslo görüşmelerinin sonuçlarını elinin tersiyle iterek Kürtlere topyekûn soykırım savaşını dayatan tutumun yarattığı sonuçları biçiyor.
Böyle olduğu için Başbakan Tayyip Erdoğan Oramar savaşı ardından ciddi bir açıklama bile yapamıyor. Suçluluk psikolojisi tümüyle yüzüne yansıyor. Bu nedenle konuşurken başını kaldırıp kameralara bile bakamıyor. Çünkü mevcut yaşananların sorumlusunun ve suçlusunun kendisi olduğunu çok iyi biliyor.
Fakat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın suçlu olduğunu bilip bir suçlu gibi konuşmasına ve davranmasına rağmen, kraldan daha kralcı bazı yağdanlıklar Tayyip Erdoğan’ı aklama ve PKK’yi suçlama gayretlerini her zamanki gibi gösteriyorlar. Bu konuda bazıları o kadar ileri gidiyor ki, söyledikleri sözleri AKP sözcüleri düzeltmek zorunda kalıyorlar. Sanki otuz yıldır süren kesintisiz bir çatışma ve savaş durumu yok da, daha yeni bir silahlı çatışma oluyormuş gibi bir hava veriyorlar. Sanki PKK ateşkes ilan etmiş, barış olmuş, anlaşma sağlanmış da, sonrasında sözünde durmayıp anlaşmayı bozmuş gibi bir ortam yaratıyorlar.
Barış havariliği başını almış gidiyor. Akan kanın durmasından, PKK’nin derhal ve koşulsuz silah bırakmasından, genç ölümlerin sona ermesinden bol bol söz ediliyor. Tabi bu arada yaşadığı çaresizlik ve çözümsüzlük sonucu “PKK başını alsın, nereye gidiyorsa gitsin” diyen de var. Yaşanan olayları derinliğine ve çok yönlü anlamaya çalışarak Kürt sorununun çözümü üzerinde büyük bir ciddiyetle düşünen ve tartışan da.
Elbette konuya ciddiyet içinde yaklaşıp Kürt sorununun çözümü için çare arayanlara diyecek bir şeyimiz yok. Bizim gönlümüz ve çabamız onlarla birlikte. Fakat ciddi ve tutarlı olmayanlara elbette sözümüz var. Her şeyden önce belirtelim ki, herkes ciddi olmak durumunda. Başta Kürt sorunu olmak üzere toplumsal sorunlar ciddiyet ister. Böylesi sorunlara laubali tarzda yaklaşılamaz.
Bu konuda söz söyleyen öyleleri var ki, ‘barıştan’ söz etmeleri, ‘akan kan dursun’ demeleri adeta timsahın gözyaşına benziyor. Bir Kürt, bir PKK’li vurulunca adeta görmez, duymaz oluyor. Ama bir Türk, bir asker vurulursa kızıl kıyameti gösteriyor. Peki kim inanır bu çifte standarda? Türk ve asker olanınki can ve ölüm de, Kürt ve gerilla olanınki can ve ölüm değil mi? Bir PKK’li vurulunca ağzı kulaklarına varanların, bir asker vurulduğunda barıştan ve kan akmamasından söz etmeleri inandırıcı olabilir mi?
Böylelerine şu soruları sormak gerekiyor: Kürt halkının Önder olarak sahiplendiği Abdullah Öcalan ile üçyüzotuzbeş gündür hiçbir görüşme yaptırılmazken, Kürt halkının onuru ve gururu kırılırken neredeydiniz? Kürt gençleri ve kadınları üzerinde polis terörü uygulanırken, Kürt çocukları zindanlara doldurulup tecavüz edilirken, Kürt kızları yatılı bölge okullarına alınıp fuhuşa zorlanırken, Kürt dili ve kimliği yasaklanırken neredeydiniz? Onbine yakın Kürt aydını, siyasetçisi, seçilmiş milletvekili ve belediye başkanı tutuklanıp zindanlara doldurulurken ve anadilleri Kürtçe ile kendilerini mahkemede savunma hakkı bile verilmezken neredeydiniz? Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürülürken, Bekir Kaya şahsında Van halkının seçilmiş iradesi zindana konurken neredeydiniz? Kimyasal Necdet’in savaş uçakları Roboski’de otuzdört Kürdü katlederken neredeydiniz? Urfa zindanında insanlar alevler içinde cayır cayır yakılırken neredeydiniz? Geçen bir yıllık süre içinde AKP polisi ve ordusunun saldırıları altında üçyüz civarında Kürt katledilirken neredeydiniz? Aralık 2011- Mart 2012 arasında Cudi’de yapılan operasyonlar sonucunda üslenme halindeki yirmibeş gerilla katledilirken neredeydiniz? Ağır kış koşulları altında ve kar içinde üslenme halindeki onbeş kadın gerilla alçakça katledilirken neredeydiniz? Bestler’de, Erzurum’da, Dersim’de kar altında kırktan fazla kadın-erkek gerilla katledilirken neredeydiniz?
Bu tablo çok daha fazla uzatılabilir. Belliki Kürt gerillaların direniş eylemleri gerçekleştirmeleri için haddinden fazla gerekçeleri vardır. Saldıranın ve katledenin AKP olduğu, Kürtlerin ve PKK’nin bu saldırılara karşı kendini savunabilmek için direndiği gözler önündedir. Bazılarının bu gerçeği görmemeleri ya da görmezden gelmeleri, sadece çatışmanın ve ölümün Oramar’da yaşandığını öne sürmeleri anlaşılır değildir. Bu durum böylelerinin ne kadar gözü kara katliamcı ya da katliam yardakçısı olduğunu gösterir.
Böyle faşizm yardakçıları yanında bir de gerçeği saptıranlar var. Böyleleri ellerindeki medya gücüne dayanarak kendi hayallerine göre sanal bir PKK yaratıyorlar, kendi uydurma PKK’leri hakiki PKK gerçeğine çarpınca kıyameti koparıyorlar: Kalleşler, hainler, biri diğerini dinlemiyor, verdikleri sözü tutmuyorlar, vs. vs!.. Özellikle son olayda KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı’nın “Verdiği sözü tutmadığını” belirtiyorlar. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan adına hangi sözün verildiğini de kendileri belirliyorlar. Halbuki KCK’nin, belirttikleri gibi bir sözü yok. Sözkonusu “Görüşme, ateşkes, silah bırakma” tartışmaları üzerine KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı “Biz bu tartışmaların içinde değiliz, bunların gerçekle bir ilişkisi yok” biçiminde net açıklama yapmış olmasına rağmen, bu resmi açıklamalar tümüyle görmezlikten geliniyor. Yalan, iftira ve psikolojik savaş olur da bu kadarı gerçekten hiçbir yerde görülmemiştir.
Çatışmalar yoğunlaştığında öne çıkan bir tartışma da “Silah bırakma” olmaktadır. Bir yerde küçük bir gerilla eylemi olsa bazı çevreler hemen “PKK ne zaman silah bırakacak? Hemen silah bırakması lazım” gibi tartışmaları gündeme getiriyorlar. Hatta bazıları ise o kadar ileri gidiyor ki, PKK’nin silah bırakacağı yeri, zamanı, biçimi tartışmaya başlıyor. Tabi böylelerinin silahla ve elinde silah olanlarla hiçbir ilişkileri yok. Ama öyle bir havada tartışıyorlar ki, sanırsın PKK silah bırakmak istiyor, onlara başvuruda bulunmuş, onlar da yer ve zaman belirliyorlar! Halbuki böyle bir şeyin aslı astarı yok. Yani kendi kendine gelin-güvey olma durumu yaşanıyor.
Nedense bu konuları hiç kimse elinde silah olanlara sormuyor. Onların ne düşündüğü hiç dikkate alınmıyor. Dağda silahlı olanların “Silah bırakma” biçiminde bir gündemlerinin olup olmadığına hiç bakılmıyor. Adeta dağdaki silahlı olanlar adına, onlarla hiç ilişkisi olmayanlar düşünce ve karar üretiyor. Bu konuda o kadar ileri gidilip adeta kendilerini de inandırıyorlar ki, sanırsınız PKK adına konuşuyorlar! Bu biçimde toplumun bilinci çarpıtılmaya çalışılıyor.
Halbuki bu konular konuşulacaksa, öncelikle muhataplarının görüşlerine başvurmak gerekir. PKK’ye söz hakkı tanımak gerekir. Oysa böyle yapılmıyor. Ortaya bir sürü “PKK sözcüsü”, PKK adına konuşan çıkmış! PKK’nin silah bırakıp bırakmayacağına bakılmadan, “PKK görüşü” diye bir sürü saçma sapan söz ileri sürülüyor. PKK’yi silahsızlandırmak isteyenler, sanki buna PKK karar vermiş gibi davranıp, “Nasılına” çözüm bulmaya çalışıyorlar. Öyle ki, bu konuda birbirini suçlar hale geliyorlar.
Oysa PKK tarafından “Silah bırakma” veya daha hafifi “Ateşkes” üzerine yapılmış hiçbir açıklama yok. PKK yeni bir stratejik dönemden ve silahlı direnişle Kürt sorununu çözmekten söz ediyor. Elbette bu, AKP’yi yenmek anlamına geliyor. Dahası, Leyla Zana’nın da bir süre önce belirttiği gibi, silahlı gerilla güçleri Kürt özgürlüğünün “Güvencesi” olarak görülüyor. Öyle ya, PKK durduk yere, laf olsun diye silah kuşanıp dağa çıkmadı. Birileri “Silah bırakma yöntemi bulsun” diye de silahlanmadı. Kürt sorunu gibi Ortadoğu’nun en ağır sorununu çözmek için silah kuşanıp dağa çıktı. Peki Kürt sorunu çözülmeden silahı nasıl bırakacak?
Bir de güncel yaşananlar var. Dağda bu kadar silahlı gerilla varken ve bir fedai mücadelesi yürütülürken Kürtler bu kadar inkar edilir, katliama uğratılır, zindanlara doldurulur, kültürel soykırıma tabi tutulurken, acaba gerilla olmasa Kürtlere ne yapılmaz ki?!.. Son doksan yılın acı tecrübesiyle her Kürt bir de bunu hatırlıyor ve her zaman kendine soruyor!
Selahattin ERDEM
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
- Ayrıntılar
Sömürgeci Türk devletinin askeri uçağının bir başka sömürgeci devlet tarafından düşürülmesi üzerine, gündem birden bire değiştirildi. AKP devletinin de böyle bir gündem değiştirilmesine ihtiyacı vardı. Öteden beri Suriye’ye askeri bir müdahalede bulunarak Suriye rejimini tasfiye etmek, Müslüman Kardeşleri iktidar yaparak Güneybatı Kürdistan devrimini bastırmayı amaçlıyordu. Çünkü Güneybatı Kürdistan’da Kürt halkı fiili olarak Demokratik Özerklik sistemini kurmayı gerçekleştirmiştir. Bunun Kuzey Kürdistan devrimine nasıl pozitif etkide bulunacağı bilinen bir gerçekliktir.
Türk devleti bu amacını gerçekleştirmek için Suriye devletine bir provokasyon düzenlemiş oldu. Böylelikle hem Kürdistan özgürlük gerillasının 19 Haziran devrimci hamlesinin yarattığı sarsıntının etkisini kırmak hem de Suriye devleti ile ister gerilimi tırmandırma isterse bir çatışma biçiminde gelişecek durumlar Türk sömürgeci devletinin Kürdistan Özgürlük mücadelesinin yarattığı sarsıntıdan kurtarmaya yetmeyecektir.
Her halkın ülkenin ve Önderliğin kendi temel sorunları ve onun gündemi vardır. başkalarının gündemlerinin peşine düşenler, kendisi olamayan ve kendi çıkarlarının bilincinde olmayanlardır. Kürdistan özgürlük hareketinin ve halkının gündemi Önder APO’nun ve Kürdistan halkının özgürlüğüdür. Bugün Kürdistan halk önderi Abdullah Öcalan’ı ağır bir işkenceye dönen tecrit altında tutan ve Kürdistan da soykırım rejimini sürdürerek Kürtleri tarihten silme stratejisini uygulayan sömürgeci AKP devletidir. Dolayısıyla bu sömürgeci soykırımcı politikalara son verilmemesi üzerine Devrimci Halk Savaşına mecbur edilmiş bir halkız.
Türk sömürgeciliğinin kuruluş felsefesi ve zihniyeti Kürdistan halkının ve Kürdistan’ın özgürlüğüne kapalıdır. Onun için devrimci halk savaşı bir zorunluluk haline gelmiştir. Bugün Önder APO üzerinde yürütülen ağır tecrit, siyasi soykırım operasyonları ve gerillaya yönelik imha amaçlı operasyonları yanı sıra Roboski ve Urfa cezaevinde yapılan katliamlar bunun en açık ispatı olmaktadır. Son zamanlarda Kürt Ulusu ile alay edercesine, Kürt çocukları beş yıl Türkçe eğitimle Türkleştirildikten sonra, “haftada iki saatlik seçmeli ders uygulamasına geçileceğinin” açıklanması Kürt ulusuna bir kez daha nasıl yaklaşıldığını göstermektedir. Dolayısıyla artık kendisine Kürdüm, yurtseverim, Müslüman’ım, suni ve aleviyim diyen hiçbir Kürdistanlının yönünü Ankara’ya dönmemesi gerekmektedir. AKP sömürgeciliğinin bu kadar saldırganlaştığı bir dönemde L. Z gibi birisinin Kürtlerin katilini cilalayarak Kürtlere satmaya kalkışması dışında hemen hemen hiçbir Kürdün umudu kalmamıştır. Avrupalılar Saharov ödülünü verdiler, ne yazık ki sömürge toplum psikolojisinden yakasını kurtaramayan, ruhunu temizleyemeyenler böyleleri Türk devletinin yöneticilerinden aferin almaya daha fazla önem verirler. Roboski başta olmak üzere 2002’den bu yana yüzlerce Kürt çocuğunun, gencinin, kadınını, sivilinin ve gerillasının kanını dökmüş T. Erdoğan başta olmak üzere AKP’nin kurmaylarından “aferin” almak L. Z’nın başını göklere değdirmiş olmalı! Bu aferinden sonra sevinçten mi, halkın öfkesinden çekindiği ya da söylediğinden pişman olduğu için mi bilinmez . Tabi ki bu herkese nasip olmaz! Çünkü Kürtler özgürlükleri için bu zalimlere karşı onurlu direnişi seçmişlerdir. Aferin almak derdine ve peşine düşmemişlerdir. İnsan daha yeni anlıyor ki L.Z bugüne kadar Roboski katliamı için neden Başbakan ve AKP’ye karşı ciddi bir tavır göstermemiş. Demekki tüm Kürtlerin, özgürlük hareketinin göremediği bir “ Kürt dostluğu”nu Tayyip Erdogan’da yalnızca L.Z görüyormuş! Demek bu kadar derinlere bakabiliyormuş!
Haziran ayının son haftasına giriyoruz. Zilan Yoldaşın şehadetinin yıldönümünü karşılayacağız. Zilan Yoldaş Önder APO’ya karşı 6 Mayıs’ta gerçekleştirilen bombalı suikast karşısında ve o dönem Kürdistan halkı üzerinde uygulanan sömürgeci devlet terörüne karşı fedai eylemini gerçekleştirmişti. Yani Önderliğe karşı ve halka karşı yapılan saldırılara karşı Zilanca “ EDİ BESE” demiştir. 25 Mayıs 2012 tarihinde ERİŞ ve ANDOK arkadaşlarında Zilanca “EDİ BESE” diyerek Kayseri Pınarbaşın’da polis karakoluna dönük fedai eylemi gerçekleştirmişlerdi. Gerilanın baharla birlikte başlayan eylemleri ve en son Oramar, Rubarok ve Şıtazın’da gerçekleştirilen devrimci operasyonda “EDİ BESE”nin gerilla tarafından ifade edilişiydi. Gerilla da düşmana tarihinde vurulan en önemli darbelerden biri olan bu devrimci operasyonla “EDİ BESE” demiştir. Ve Türk sömürgecileri halen bu operasyonun ağır etkisi altında bulunmaktadırlar.
Kahraman Kürdistan halkı da bu sürece öncelikle sömürgeci ve soykırımcı AKP devletinin başbakanı olan T. Erdoğan’ın Amed’e gelişine “dur” diyerek katılmıştır. T. Erdoğan’ın Amede gelişine kepenk kapatma ve sokaklara çıkmama eylemi ile karşı çıkan Amed halkı katliamlara, soykırıma ve sömürgeciliğe “EDİ BESE” demiştir. Kürt halkının “EDİ BESE” tutumu Van’da gerçekleştirilen ve Kürt halkının seçilmiş temsilcilerini rehin alma operasyonları olarak somutluk kazanan rehin alma saldırılarına karşı geliştirilen serhıldanlarla devam etmiştir. Yine Colemerg’te de rejimin bakanlarına karşı aynı tutumla cevap vermiştir. Eriş ve Andok Yoldaşların cenazelerine Gever ve Farqin’deki görkemli sahipleniş hem fedaileşme çizgisini sahipleniş hem de sömürgeciliğin zulmüne “EDİ BESE anlamına gelmektedir.
Şüphesiz ki halkımızın bu düzeyde sahiplenişi önemlidir. Fakat bu düzeyde sahiplenmekle beraber yetersizdir. Zalimin zulmüne son vermeyen her şey sonuçta yetersizdir. O halde gerilla da serhıldandaki halkımızda bu gerçeği görerek zalimin Kürdistan’daki varlığına son vermelidir.
Ama nasıl?
Dikkat edilirse gerilla Kuzey Kürdistan’ın kırsal kesimlerinde harekete geçmiş ve sömürgeci AKP rejimini sarsan, haddini bildiren devrimci operasyonlar gerçekleştirmiştir. Halkımız da yukarda saydığımız eylemliliklerin yanı sıra bütün Kürdistan sathında ve Türkiye metropollerinde eylemlilikler gerçekleştirmişlerdir. Fakat bu eylemler daha çok talep ile sınırlı kalan, gerilla ile eş zamanlı gerçekleşmeyen eylemlilikler olmuştur. Örneğin Kürdistan’ın herhangi bir şehir, kasaba ve mahallesine sömürgeci polislerin girişine ve operasyon yapmasına karşın kendi mahallesini, sokağını ve köyünü korumayı hedefleyen bir eylem gerçekleştirememiştir. Yine Van ve ilçelerinde görüldüğü gibi seçilmiş temsilcilerini istediği zaman rehin alabilen Türk sömürgecilerine karşı gerçekleşen eylemler sadece bunu protesto etmekle sınırlı olmuştur. Van halkı protesto etmeyi değil de rehin alınmalarını engelleme temelinde aynı kitlesellikle karşılık verseydi acaba sömürgeciler bu kadar rahat ve hemde sevinçten havaya ateş açarak Bekir Kaya’yı zindana gönderebilirler miydi?
Öyle anlaşılıyor ki halkımız sömürgeci AKP zulmüne karşı büyük bir tepki ve öfke içerisindedir. Ancak bu öfkesini henüz “ bu topraklar benim, biz Kürdüz bu inanlarda Kürt ve bizi yönetmek için seçtiğimiz yöneticilerimizdir. Ey sömürgeci Türk devleti, sen hangi hakla bu insanları rehin alıyorsun” dememiştir. Halkımızın bilinci, örgütlülüğü, birlik düzeyi, öfkesi ve özgürlük talebi bu eşiğe gelip dayanmıştır. Bu eşik serhıldanla aşılmak durumundadır.
Eriş ve Andok Yoldaşlar iki Kürdistanlı genç olarak bu eşiği aşmışlardır. 19 Haziran’da gerillanın gerçekleştirdiği devrimci operasyon bu eşiği kıran bir adım olmuştur. Dolayısıyla halkımız bu eşiği kırmak ve aşmak için 30 Haziran’da soykırımcı ve sömürgeci AKP devletinin başta Önder APO üzerindeki esaretine ve Kürt Ulusu üzerindeki esaretine Zilanca, Erişce ve Andokça “ EDİ BESE” demelidir.
Özellikle gerillanın 19 Haziran Devrimci operasyonundan sonra ortada sanki bir “Barış” ortamı varmış, müzakereler yapılıyormuş da gerillada bunu “provoke” etmiş gibi bir hava yaratılmaya çalışılmıştır. Böyle bir algı bilinçli olarak oluşturulmak istenmektedir. Bunun gerçekle bir alakası yoktur. Bütün bunlar halkımızı mücadelesiz bırakma, beklentiye sokma amaçlı özel savaş oyunlarıdır. Halkımız ne Türkiye- Suriye gündemine nede özel savaşın hazırladığı gündemlere aldırış etmeden serhıldanlarını Zilan, Eriş ve Andok ruhu ile yükselterek 14 Temmuz Ölüm Orucu eylemcilerini selamlamalıdır.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
27 Temmuz 2011 tarihinden bu yana Kürt Halk Önderliğiyle TC devleti kimsenin aklına almayacağı uyduruk gerekçelerle avukatları ve ailesiyle görüşmelere izin verilmiyor. İleri düzeyde ağırlaştırılmış bir tecrit ve izolasyonla Kürt halk önderliğine karşı düşmanca bir tutum takılıyor.
Kürt halk önderliğiyle avukatlarının ve de ailesinin görüştürülmemesinin gerekçeleri de hazır: “koster bozuk,” “koster tamirde,” “hava muhalefeti” gibi çuvala sığmayacak kadar büyük yalanlarla dolanlarla halklarımızın gözünün içine baka baka bugüne kadar bu utanç tablosunu getirdiler.
Bir halkın iradesi olan, bir halkı yoktan neredeyse var eden, Ape Musa’mızın dediği gibi “bizde sıfıra getirdik” ten bugüne getiren, siyasal ve ideolojik iradesi olmuş olan bir önderliği böyle ucuz gerekçelerle, tüm insan haklarını da ayakaltına alarak alay etmelere halkımızın vereceği cevabının da olacağını her zaman söyledik.
Halkların tarihinde halklara kimlik kazandırmış kişililiklere o halklar tarafından özel önem atfedilir. Var olma yok olma süreçlerinde böyle büyük rol oynayan kişilikler için halklar büyük bedeller ödeyerek ayakta tutmaya çalışırlar. Öyle ki Kürt halk önderliği şahsında görüldüğü gibi yüzlerce Kürdistanlı genç, kadın, ana, çocuk bedenlerini ateşe vererek ona karşı yapılan her yaklaşımın kendi onurlarına yapılan bir saldırı olarak ele almış ve bu doğrultuda fedai eylemi başta olmak üzere, insanın en kıymetli varlığı olarak bedenlerini feda etmekten geri durmamışlardır.
Evet, bir halk için bir kişi bu duruma gelmiş ise o kişi ya da o kurum o halkın kırmızıçizgisi olmuştur. Onuru olmuştur. O kişi ya da o kuruma karşı yapılan her hareket o halka yapılmış olarak ele alınacak ve ona göre o halk ya da topluluk topyekûn o kişi ya da kurumu korumak için gözünü kırpmadan canını sergilemekten de durmayacaktır.
Kırmızıçizgi dedikleri gerçeklik de budur. Birçok konu üzerinde tartışılabilir, konuşabilir, konsensüse varılabilir, ara yol bulunabilir ancak bir halk için bir birey ya da bir mesele kırmızıçizgi olmuşsa orada her şey durur.
Kürt Halk Önderliği: Kürt halkı, Kürt kadını, Kürt anası, Kürt çocuğu ve de Kürt gerillası için bir kırmızıçizgidir. Bu kırmızıçizgi dikkate alınmadan yapılan her hareket ve davranışa karşı Kürt halkı ve onun gerillası refleksini gösterir, göstermiştir ve de gelecekte de gösterecektir.
En son Şemzinan, Yüksekova ve Çukurca alanlarında yapılan kapsamlı Devrimci Operasyonu TC devletinin yaklaşık bir yıldır sürdürdüğü “koster bozuk, koster tamirde ve de hava muhalefeti” nedeniyle Kürt halkına ve onun gerillasına karşı yapılan onur kırıcı yaklaşıma karşı BİR “GERİLLA MUHALEFETİ” olarak okumak en doğru yaklaşım olacaktır.
Bizler özgürlük hareketinin gerillası ve de taraftarları olarak bundan böyle önderliğimize karşı yapılan her ters ve onur kırıcı yaklaşıma karşı gerillalar olarak Hava Muhalefetinize karşı “Gerilla muhalefetimizi” çok ileri düzeyde yükselteceğiz.
Bu bağlamda “Gerilla Muhalefetimiz” her geçen gün çok ileri bir düzeyde yükseleceğini de açıkça belirtelim.
Yeniden belirtecek olursak; Kürt halk önderliğine karşı gösterilecek her yaklaşım, Kürt halkına karşı girişilecek her davranış gerillalar tarafından daha hassas bir şekilde takip edilerek cevabı bundan sonra çok daha sert verilecektir.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Birkaç gündür Türkiye toz duman. Herkes ne olup bittiğini anlamak istiyor. Yeniden senaryolar ve komplo teorileri tezgahlanmaya başlandı. Yeniden temcit pilavı gibi bilinenler pişirilmeye ve dillendirilmeye başlandı.
Halbuki özgürlük hareketi olarak bu gidişatın iyi bir gidişat olmadığını hep söyledik. Sadece bunu söylemedik, bu yazın çok sıcak geçeğini de birçok yoldaşımız aleni herkesle paylaştı.
Cumhurbaşkanı olacak zat “zamanlama önemli, iyi şeyler olacaktı” gibi aslı astarı olmayan düzmece yalanlar söyleyerek birilerinin bu süreci sabote ettiğini söylemeye getiriyor.
İyi şeyler olmuyor. Çok mu zor gerillanın bu iyi olmayan ve iyi gitmeyen süreci kapsamlı eylemliliklerle yeniden rayına koyacağını ön görmek. Kimi Türk yazar “bak eylem yapacaklarını söylemiştik” diyerek ne kadar da öngörülü olduğunu göstermeye çalışıyor.
Beyler öngörülü olmanıza gerek yoktur. Yorum yapmanıza gerek yoktur. Bizler yapacağımızı önceden söyleriz ve ardından da yaparız. Aleniyiz. Kimileri için savaş bir hile ve fen işidir. Belki de doğrudur. Ancak bizler bu gidişatın iyi bir gidişat olmadığını ve değişmemesi durumunda kapsamlı müdahalelerde bulunacağımızı açıkça ve alenen belirtmiştik. Dediğimiz gibi çok mu zor bunları öngörmek.
Gerillaya karşı aralıksız operasyon yapacaksın, seçilmişleri günlük olarak içeriye atacaksın, her gün bir köşede bir Kürt gencini katledeceksin, 34 insanı katlettiğin halde nedenini söyleme gereği duymayacak ve katledilenlerin ailelerini içeriye atarak cezalar vereceksin, taş attıkları için çocukları içeriye atıktan sonra tecavüz edeceksin, içeriye atıklarını cayır cayır zindanlarda yakacaksın, genç kızlarına tecavüz ederek Kürt kızlarının tecavüz edilmelerini teşvik edeceksin, Kürt halkının önderliğine yaklaşık bir yıldır tecrit uygulayacaksın, Kürt halkının diliyle alay ederek “Kürtçede medeniyet dilimidir” diyerek gırgırını geçeceksin, bir poşu taktığı diye bir gence 11 yıl hapis cezası vereceksin, polisleri it sürüleri gibi halkımızın üzerine salacaksın sonra da dönüp bu eylem ve operasyon nereden çıktı diyeceksin? Ve de “zamanlama önemlidir” diyeceksin.
Devrimci operasyonlarımız bu faşizan zihniyetiniz devam ettikçe hiç hız kaybetmeden devam edecektir. Hatta daha da güçlenerek sürdürülecektir.
Öncelikli olarak polislerinizi hedefleyeceğiz, faşizminize destek sunan kültürel soykırımı yürüten faşist partinin üyelerini ve yöneticilerini hedefleyeceğiz, askerlerinizle işbirliği yapanları hedefleyeceğiz, devletinizin ülkemizin zenginliklerini ve kültürel mirasını yok eden tüm girişimcilerinizi hedefleyeceğiz, Kürdistan’da kültürel ve sosyal soykırımı yürüten ne kadar güç varsa hepsini hedefleyeceğiz.
Evet, açıkça yeniden belirtelim: Devrimci Süpürme Hareketlerimiz; faşizanca, Yeşil Türkçü ırkçı söylemlerle düşmanca saldırılarınız sürdükçe devam edecektir.
Silahın miadının dolup dolmadığını tarihin bu momentinde herkese özelde de faşizanlığı adeta meslek haline getiren Akepe siyasetine ve iktidarına göstermek bizim boynumuzun borcu olsun.
Rojhat Bluzeri
- Ayrıntılar
Oramar ve Staza eylemleri ardından Türk devletinin büyükleri her telden büyük konuşmaya yeniden başladılar. En büyük tehdidi Türk devletinin cumhurbaşkanı olan Gül savurdu. Halkımıza bizleri yani özgürlük sevdalısı özgürlük hareketi yandaşları ve gerillasını kast ederek “teröristlerle aranıza kesinlikle mesafe koyun” diyerek açıkça tehdit etmiştir.
Öncelikli olarak bir terörist varsa sensin ve senin başında bulunduğun devlettir. Daha da ileriye götürseniz “sizin babanızdır” terörist deriz. Her ne kadar babanızın sizin bu faşizan ve insanlık dışı açıklamalarınızda bir suçu yoksa da sizin kulağınızı çekmediği için sizin suçlarınıza ortak olmuş olmaktadır. Özcesi buralarda bir terörist varsa o da sizin faşist Türk devletinizdir. Sizin sömürgeci devletinizdir. Sömürgeci kokmanın da ötesinde sömürge kültürünü yayan Türk İslam sentezinizdir.
Bir kere bizim ülkemizde kimi tehdit ediyorsunuz? Kim kimin ülkesini işgal etmiş?
Kim kimin ülkesinde insan haklarını çiğniyor?
Kim kimin ülkesinde kimin dilini yasaklıyor?
Kim kimin ülkesine yerel halkın diline ket vurarak, seçmeleri ders önererek bunu büyük bir devrim adımı olarak ele alıyor?
Kim kimin ülkesinde askeriyle, polisiyle, ajan provokatör yapısıyla ve de birilerine para vererek bir halka zulüm ediyor?
Kim kimin ülkesinde bir halkın tüm haklarını ayaklara altına alarak çiğniyor?
Kim kimin ülkesinde bura halkı tarafından seçilmişleri kelepçeleyerek zindanlara dolduruluyor?
Kim kimin ülkesinde kız çocuklarına okullarda fuhuşu zorlayarak “dağa çıkmaktansa fuhuş yapsınlar” diyerek bir halkın onuruyla alay ediyor?
Kim kimin ülkesinde çocukları taş attıkları için yıllara mahkum ettikten sonra ucubelerin eline vererek ahlaksızca tecavüz ediyor?
Kim kimin ülkesinde gencecik kızlara yüzlerce askeri saldırtarak ardından da “gönüllü yapmış” diyerek bir halkın gözünün içine baka baka “size böyle yaparız” diyor?
Kim kimin ülkesinde 12 yaşındaki bir çocuğa 13 kurşun sıkarak katlediyor?
Kim kimin ülkesinde kameraların karşına çıkarak çocukların kollarını kırıyor?
Kim kimin ülkesinde analarına onlarca polisle saldırarak copluyor?
Kim kimin ülkesinde ekmek kapısı olan kaçakçılık yaptıkları için uçaklarla 34 genci katlediyor?
Kim kimin ülkesinde gencecik gerillalarına kimyasal silahlar kullanarak katlediyor?
Kim kimin ülkesinde kimi aç bırakıyor, susuz bırakıyor, beş kuruşa mahkum ederek çöplerde geçimini sağlamaya zorluyor.
Evet, kim kimin ülkesinde kime posta atıyor?
Bu ülkede birilerine mesafe konulacaksa öncelikli olarak sizin faşizan zihniyetinize, terörizminize, aşağılamalarınıza, katletmelerinize, ırkçılığınıza, tekçiliğinize, inkar ve imhanıza, paralar dağıtarak verdiğiniz silahlara, parçalamalarınıza, bölmelerinize, halkımızı küçük düşürmelerinize mesafe koyacaktır.
Bu ülkenin halkı birilerine mesafe koyacaksa öncelikli olarak Türk devletine ve onun ırkçı zihniyetli, asimilasyonist politikalarını güden militarist partilerine koyacaktır.
Evet, halkımız Türk faşizmine karşı topyekûn bir mesafe koymalıdır. Türk faşizmiyle arasına mesafe koymayanları ise ülkemizin kapıların dışarı çıkmaları için onlara açık olduğunu söyleyerek sömürgecilerin yanlarına gitmelerini yolunu göstererek yurtseverlik görevlerine her zamankinden daha fazla sarılarak göstermelidirler.
Engin Sincer
- Ayrıntılar
Tecrîda li ser Birêz Ocalan, piştî 13 rojan wê bikevê meha 12an, ev “mirina reş e”. Divê Kurd “mirina reş” qebûl nekin.
*********
Erdogan, di magazina 12ê Êlûnê de siyasetê dike, lê dekor guhertiye.
Di magazina siyaseta Erdogan de, bardaxên plastîk yên Coke Cola û Coke Zero nînin, rengê şerbeta Erdogan cûda ye. Pêgiha fonksiyonel ya magazina siyaseta Erdogan, geh çepgir e, geh misilman e, geh demagog e, geh şovmen e, geh kabadayî ye. Ji xwe li Amedê got, “aliyekî min ji Amedê ye.” Ev postmodernîzma klasîk e, hem kujer e û hem banga dewşirmetiya hevsarkirin û girêdana li ser alif e. Aliyek jî banga dewlemendên rastmaliya kesk ku urê xwe nepixandine.
Erdogan di vê magazine de, gelek caran behsa kultur û hişmendiya modern dike. Lê bawer bikin, modela wî ya McCarthy ye. McCarthy lîsteya kesan amade dikir û dest bi nêçîra komunîstan dikir; Erdogan jî listeyan amade dike û dest bi nêçîra terorîstan dike. Mac Carthy digot, “ev komunîst in”, Erdogan dibêje ev “terorist” in.
Kesên di lîsteya McCarthy de cih girtine, Bertolt Brecht, Charlie Chaplin, Arthur Miller, Orson Welles û Pete Seeger in. Ev kesên ku di dema xwe de herî navdar in. Erdogan jî, Hatîp Dicle, Selma Irmak, Bekir Kaya, Muharrem Erbey, Tayip Temel, Mehmet Emîn Yildirim, Omer Guneş, Buşra Ersanli, Kenan Kirkaya û hwd. girtî ne. Ev jî navdarên dema xwe ne.
McCarthy “listeyên reş” amade dikir, Erdogan jî “lîsteyên kesk” amade dike. McCarthy “izm”ek bi paşiya nave xwe ve kir; Erdogan jî, gavek zêde avêt, û bi “marş-i mehteran” û weke Erod-Xan, yan jî Xan Erdo derdikevê pêş û dixwaze Kurdistanê ji nû de dagir bike. Hingî wê bibe Fatîh Sultan Erdo-Xan.
Lê Erdogan ne tenê di magazîna siyasî de dixwaze guhertinan bike. Dixwaze magazina kultura Tirkiyê jî, bike tara bêjingê. Ji xwe kultura gelên li Tirkiyê di Cagaloglu de hatibû tarûmar kirin, niha jî dixwazin di rengê kesk de tarûmar bikin. McCarthy, dest avête Holiday; Erdogan jî, dest avête cîhana teatro, Yeşîlçam û bazara Unkapani. Bi riya Medya hevkar, reklameke mezin ya afirgeriya kultura Erdo-Xan jî di rojevê de ye.
Dema ku hinek kes û derdor, rastiyê dibêjin, Xan Erdo û “kesk-îzm” radibe ser piyan û dikine hawar û dibêjin; “ev çi teşqele ne, em hej ji tiştê wiha nakin.” Piştî van gotinan, radikalên li dora Xan-Erdo, dikevine nava haraketê.
Ev waqayeke klînîkî ye. Radîkalên li dora Erdogan jî, her gotin û kiryara wî, weke, “bingeha îdeolojiya pîroz” bi nav dikin. Lê ew kes û derdor, ji ideolojiya bilind bêhtir, li gorî bejna Erdogan û “lawikê Derya Reş û lewendê Gurcî û Qasimpaşa”yî tevdigerin. Tîtr û paşnavê “XAN” wek gulikên tizbiha zivî derdixine pêş.. Xemla qûretî û pozbilindiyê jî, bi wan gulikên tezbiha zivî nexşe dikin, yanî cihê pariyê xwe xweş dikin.
Lewma bi çavdêriyeke romannivîsî, ez dikarim bêjim ku, spektruma Erdo-Xan ne di cihê xwe de ye. Kimya bedena wî xerab bûye, elektromanyatîkên rojê (spektrum) teva, di laşê wî de şaş digerin û şaş zerkî derdorên wî dibin. Haa, li gorî diyalektîka jiyanê, spektruma mirovên dewşîrme teva xerab e. Ji ber ku di çerxa guhertinê de, kimya beden û mêjiyê wan mirovan tê guhertin. Ev jî hunandin, ragirtin û bidestxistina elektromanyatîkên rojê, hewayê, axê û hwd. şaş têne standin. Bedena kesên dewşirme, şaş fêr dibe û şaş spektruman vedixwe. Hiyerarşiya bedena kesên wilo tevlihev e, nikare rast û têgihiştî hilgirê nava xwe. Ji hêza kêşa Newton ya gerdunî û ji qanunên matematikî bê par dibin. Êdî, zemberaka saeta bedena wan, li gorî modela xulamtî û bendetiyê geh sist dibe, geh tê îşkdan û dişide.
Mirovên weke Erdogan û çêlîkê Temo Gewrê, Mehmet Şîmşek zanistên weke Hegel, Aristo, Marx, Rousseau, Febvre, Robert Qwan, yan jî Cahrles Faurier bixwînin jî, naqarate xwedawendên xwe dubare bikin. Ji ber ku “zulcelal”a-hiyerarşiya bedena wan û mêjiyê wan, tenê aliyê bendetiyê fêm dike. Ev jî wan zalim dike, êrîşker dike û wan ber bi “XAN”ûmaniyê dibe. Aliyekî wan sultanetê diragire, aliyê din jî bazirganiyê. Mixabin bazirganiya wan jî li ser xwînê ye. Ehl-î fenatîzmê ne û ji rîska kiryarên xemginiyê narevin. Erdogan jî her dem, rîska kiryarên xemginiyê hedef girtiye û digire.
Bedena bi êş û qolinc, êşê diafirîne û li dora xwe jî bela dike. Ev nexweşî ye û bi navê erebî “giybet” e, bi kurdî “teşqele” ye û Qur’ana pîroz jî ev gunehkarî, weke “xwarina goştê mirovan” bi nav kiriye. Dewşirmetî, bingeha vê gunhekariyê ye. Îro, li Tirkiyê ev gunehkarî tê kirin. Mînak; li Emerîka Mc Carthy, di salên 1947 û 1957an de ev gunehkarî dikirin. Di sedsala navîn de li Ewropa û bi “nêçîra efsûnbazan” ev gunehkarî dihate kirin.
Li Tirkiyê jî, ev gunehkarî gihaye qonaxa herî bilind û weke “linca li kolanan” derketiye hole. Bingeha vê gunehkariyê ideolojiya fermî ye û li se rbingeha çetetiyê hatiye rûnandin. ji bo ku vê gunehkariyê meşrû bikin jî yan kanun derxisitne, yan jî gotina “gel bersiv da” bikartînin. Serokwezîr Erdogan jî, faşîzma li kolanan û anarşîzma civakî bi heman gotinan parast.
Ev nexweşiya ku bûye çavkaniya gunehkariyan, paradoksa desthilatdariya AKPê ye. Bi Serokwezîr Erdogan dest pê kir, di Idrîs Naim Şahîn de, di Mehmet Şîmşek de, di Beşîr Atalay da, di Mehdî Eker û hwd. de giha asta herî jor.
Bi saya van dewşirmeyên ji diyalektîka mirovahiyê dûr, Tirkiyê ber bi neo-insaniyetê ve diçe. Vê neo-inaniyetê jî weke misilmantî û baweriya 4 ji 4an ya demokrasî û exlak û pêşverutiyê nîşan didin. Lê totalîtarîzmeke dojehî diafirînin.
Ey gunehkarî, çiqas zêde evîndarên te hene.
Medeni FERHO
- Ayrıntılar
“Güvenlik güçlerine yönelik ciddi eylemler gerçekleştiremeyen ve gözü korkan örgüt, son dönemde sivilleri, savunmasız kesimleri hedef alarak veya uzaktan kumandalı bombalı saldırılar gerçekleştirerek varlığını koruduğunu göstermeye çalışıyor. Bölgedeki yatırımlarda çalışan işçileri, yurt öğrencilerini, AK Parti teşkilatlarını, evine dönen yalnız güvenlik mensuplarını hedef alıyor, az kayıp vereceği eylemlerle ayakta kalmaya çalışıyor” diyerek yazmış Akepe’nin en ileri düzeydeki danışmanı hatta baş danışmanı Yalçın Akdoğan.
Yukarıdaki alıntı dediğimiz gibi Akepe ve özelde de Erdoğan’a en yakın duran ismine aittir. “Güvenlik güçlerine yönelik ciddi eylemler gerçekleştiremeyen ve gözü korkan örgüt,” dedikten sonra son zamanlarda gerillaların yaptığı eylemleri sıralıyor. Kimin ne kadar korktuğu ortadadır.
Şunu peşinen söyleyelim, artık Kürdistan’da Akepe’ye yani soy kırım rejimi yürüten bir partiye kim yakın duruyorsa bunları alıp mahkemelerde yargının eline vereceğiz. KCK’nin yasalarını uygulamaya koyacağız. KCK adalet divanı Kürt halkına suç işleyen kişi ve yapıları yargının önüne getirmek için bize görev vermiştir. Ve biz artık bu görevi yerine getirmek için Kürdistan başta olmak üzere Türkiye’de de bize verilen görevi yerine getireceğiz.
Dolaysız söylüyoruz, insanlık suçu sayılan suçları işleyen, bir halkın yok edilmesinde, kültürel değerlerini dejenere ederek eritilmesinde kim rol oynuyorsa bu kişileri ve kurumları hedefleyeceğiz. Ve bunu yaparken sadece askeri güçleri hedeflemeyeceğiz. Askeri hedefleri yani asker ve özelde de polisi askeri zorumuzla yani şiddet yoluyla etkisiz kılacağız ancak “sivil giyinipte” Kürt halkının soykırımında geçirilmesinde yer alan, Kürt kültürel soykırımına destek sunan böylesine kesimleri yargının önüne çıkaracağız. Ve bunların cezasını yargı verecektir.
Akepe danışmanı ve danışmanlarının boşuna paçalarına telaş düşmemiştir. İsrail’de kimse Kadima partisine ne oy verir ne de ona üye olur. Kürdistan’da soykırım rejimini uygulayan bir partiye üye olanları dediğimiz gibi bundan böyle yargının önüne götüreceğiz. Yine Kürdistan’da sözde baraj adı altında kültürel dokusunu bozan şirketlere de yöneleceğiz. Yine kim ki bunların yanında kültürel mirasımızı talan ediyorsa, tasfiye ediyorsa, yok ediyorsa bunları da yargının önüne alacağız.
Kürdistan’da faşizmin Kürdistan gerillasına daha rahat yönelmesi için yürüttüğü hangi çalışmasında yer alıyorlarsa alsınlar biz bunları birinci elden hedef tahtasına koyacağız. Ve bunların Kürdistan’da kalmasına izin vermeyeceğiz.
Evet, Kürdistan’da tek başına bir asker, tek başına bir polis, tek başına bir devlet bürokratı dolaşmayacaktır. Kendi kışlasında, kendi lojmanlarında ve devletin onlara tesis ettikleri yerlerin dışına çıkmayacaklardır. Çıktıkları an alacağız. Sadece almayacağız. İnsanlık suçuna iştirak ettiklerinden dolayı yargıya götüreceğiz.
Akepe’nin sözde baş danışmanı ve danışmaları istedikleri:“Teknolojik gelişmeler ve istihbarat imkanının artması, örgütün planlı ve kapsamlı saldırılar yapma ihtimalini oldukça düşürmüş durumda” desinler. Eylem düzeyimizin düşüp düşmediğini kendileri görecektir.
Ancak dediğimiz gibi artık Kürdistan’da hiç kimse ama hiç kimse soykırım rejiminin sürdürülmesinde yer almayacaktır. Özelde Akepe’nin yanında yer alan ve tarafımızca işbirlikçi ve hain olarak isimlendirdiklerimiz artık Kürdistan’da kalmayacaklardır. Onlara Kürdistan da yer yoktur.
Bugüne kadar devrim dalgalarında en fazla müsamahakâr davranan gerillalar olarak bu durumumuzu aşıyoruz. Nedeni ise Türkiye de içinde olmak üzere özelde Kürdistan’da korkunç bir soykırım rejimi devrededir. Binlerce Kürt insanı, siyasetçisi ve seçilmiş zindanlara atışmışlardır. Apaçık insanlarımız katledilmektedirler. Kürt halkının direnişiyle elde ettiklerini ondan alarak dediğimiz gibi korkunç bir fiziki ve kültürel soykırımı devreye koyan bir rejime karşı bizim de yapacağımız sadece ve sadece toplu bir direniş geliştirmektir. Ve şimdilik yaptığımız sadece ve sadece bir var olma direnişidir.
Ancak şunu da açıkça belirtelim, artık Kürdistan direnişinde sadece gerilla rol oynamayacaktır. Artık soykırım rejimine karşı tüm Kürt halkı direnişe geçecektir. Kürt halkının var oluşunu zayıflatan, bırakalım var olmasını zayıflatmayı onu yok etmek isteyen bir zihniyete ve bu zihniyeti destekleyenlere karşı durulacaktır. Yani artık Kürdistan sokaklarında başta Kürt gençleri olmak üzere tüm Kürt halkı Akepe’ye yakın duranlara, Akepe’nin propagandasını yapanlara, soykırım rejimine sessiz kalanlara yönelecektir, yüzüne tükürecektir.
Dönem artık direniş dönemidir. Dönem artık onurunu korumak için inkâr ve imha zihniyetine ve ona destek sunan tüm bu yapılara karşı durma zamanıdır.
Yeniden belirtecek olursak Akepe’nin danışmanları gerillanın eylem kapasitesine sahip olup olmadığını bu yıl bir kez da tadacaklardır. Öyle görülüyor ki bunu Akepe danışmanları da bilmektedirler. Bunun için de paçaları tutuşmuşlardır.
Lami cimi yok, istediniz kadar tütüşün. Ancak korkunun ecele faydası yoktur. Yargının önüne çıkacaksınız.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Eskiden hep “Osmanlıda oyun çok” derlerdi. Ancak boynuz kulağı geçmiş. Osmanlı türedisi AKP faşistlerindeki oyunlar, geçmiş “Osmanlı oyunları” temelinde yükseldiği için onları da aşmış bulunmaktadır. Fakat bir fark vardır: ne oyun tezgâhlarlarsatezgâhlasınlar, artık oyunlarını yutacak Kürt ulusu yoktur!
Sömürgeci faşist sistemin başı Erdoğan ile ondan rol kapmaya çalışan asimlado Kemal Kılıçdaroğlu buluşmasını tüm basın-yayın kuruluşlarının, köşe yazarlarının, “ Kürt sorunu için önemli adım, tarihi fırsat, önemli buluşma, çözüm umudu belirdi, vb. başlıklarla vermeleri yeni bir oyunun sahnelenmekte olduğunu göstermektedir. Bazıları kendilerini öylesine kaptırmışlar ki, hepsi de ellerini ovuşturarak, aslında Kürt halkının da tartışmaya katılmasını beklemektedir.
Türk sömürgeci devleti ve AKP hükümeti belki de tarihinin en zor dönemini yaşamaktadır Kürdistan özgürlük mücadelesi karşısında. Önder Apo üzerinde uygulanan ve artık kapsamlı bir işkenceye dönüşen tecrite rağmen tarihi bir direniş sürdürmektedir. 2012 Newroz ile birlikte Kürdistan halkı daha fazla bir duyarlılık, bilinç ve örgütlülükle yeni bir serhıldan sürecine girmiştir. Kürdistan özgürlük gerillası da, karların erimesiyle birlikte Türk sömürgeci ordu ve polis sürülerine karşı kapsamlı bir gerilla hamlesini başlatmış ve başarıyla yürütmektedir.
AKP’nin Kürdistan özgürlük hareketini ve Kürdistan halkını “yeni bir anayasa” gündemine çekerek oyalamak istedi. O, tutmadı. O tutmayınca bu kez “ Kılıçdaroğlu-Erdoğan görüşmesi” gündemleştirildi. Hemen arkasından, bazı sözüm ona liberaller, “ artık Kürt siyaseti de gereğini yapmalı, sorumlu davranmalı, PKK’ ye dur demeli” diye yazmaya başladılar. Demek ki amaçları, bir taraftan Kürtleri beklenti içine koymak iken, öte yandan Kürt legal siyaseti ile PKK’yi karşı karşıya getirmek.
Türk sömürgeciliğinin bu iki azgın temsilcisi ve Kürt ulusunu tarihten silmek üzere hazırlanmış Şark İslahat Planı üzerine yemin etmiş bu ırkçılar ne yapmışlar ki, sıra Kürt siyasetine gelsin. Bir takvim dahilinde Önder Apo’nun serbest bırakılacağını, Kürdistan halkını demokratik özerklik iradelerini tanıyacaklarını mı açıklamışlar, soykırımcı katil ordularını ve siyasi soykırımcı istihbarat-polislerini çekeceklerini mi açıklamışlar, koruculuğu lağvedeceklerini mi açıklamışlar… Ortada deyim yerindeyse fol yok, yumurta yok. Ama ortada tam bir yaygara var. Amaç, Kürdistan halkını bir kez daha sömürgecilerden beklentiye sokmaktır.
Bunun dışında herhangi bir amaçlarının olmadığı, ertesi günü AKP’nin faşist polis birlikleri Kürdistan’ın Van ilinde ve ilçelerinde ne kadar belediye başkanı ve BDP yöneticisi varsa hepsini rehine almış, bir gün öncesinde de Gever de, Özgür Taşar isminde bir Kürt gencini vurarak katletmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, tümüyle amaç, Kürt siyasetçilerini PKK ile karşı karşıya getirmek ve Kürdistan halkının yönünü yine Ankara’ya çevirmektir.
Fakat bunun tutmayacağını anlamış olacaklar ki, bu kez yeşil faşizmin önemli temsilcilerinden Beşir Atalay bir özel savaş bombası daha patlattı. “ ‘Yeni Açılım Paketi’ “Anadille ilgili çalışmalarımızı Başbakan açıklayacak. Kuzey Irak’ta silahların teslimi için görüşmeler yapılıyor. Bizim Hükümet olarak bu konuda çalışmalarımız durmuş değil.” Tabi ki, amaç yine aynıdır. Zaten Beşir Atalay’ın kendisi hemen arkasından da ekliyor, Vatandaşların devlete güvenlerini kaybettirici uygulamaların telafisi için çalışıyoruz. Yaz döneminde yeni bir anlatma çalışmamız olacak. Ücra köşelere kadar ulaşıp vatandaşlarımıza aydınlatacağız.” diyor. Amaç, sömürgecilikten, Kürdistan’ı işgalden vazgeçmek değil, hala “vatandaşlarının devlete güvenini yeniden yaratmaya” çalışmaktadır.
Bunun açık anlamı şudur: Türk sömürgecilerinin, işgal güçleri ve kurumlarının Kürdistan’da hiçbir meşruiyetleri kalmamıştır. Sömürgeci Türkiye Cumhuriyeti Devletinin soykırım, katliam, sürgün, asimilasyon, işkence, idam, göçerterek Kürtlerin nüfus yoğunluğunu bozarak ulusal topluluk olma konumundan çıkarma vb. politikalar tutmadı. AKP’de bunu meşrebince denedi, o da tutmadı. En son gerçekleştirdikleri Roboski katliamı ve sonrasında izledikleri politikalar sömürgeci, hilebaz iğrenç yüzlerini iyice açığa çıkarmıştır. Yaptıkları-yapmak istedikleri, bir kez daha Kürdistan halkını kandırmak, devlete bağlamaktır. Onun dışında bir anlamı yoktur. Kürt ulusunun belleğinde iyice yer etmiş bir söz vardır: baxte rume tuneye. Bu halk Önder Apo ve Kürdistan özgürlük hareketinin mücadelesiyle artık hem kendisini, hem de Türk sömürgeciliğini tanımıştır. AKP’nin faşist gerçeğini de kendi deneyimleriyle görmüş, anlamıştır.
Bu halk, Önder Apo’nun çağrısı üzerine barış elçisi olarak gönderilen PKK gerillalarının şu anda zindanda ağır hapis cezalarıyla cezalandırıldığını henüz unutmadı. Barış elçisi olarak Kandil’den Kürdistan Özgürlük Hareketinin mesajlarını, mektuplarını sömürgeci sistemin cumhurbaşkanına, başbakana, genelkurmay başkanına, meclis başkanına götüren evlatlarının zindanda olduğunu nasıl unutsun?
Bir yıla yakın bir zamandan beri sürekli koster bozuk yalanıyla Kürdistan halkının Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uyguladığınız tecridi nasıl unutsun?
Hiç kimse heveslenmesin artık kimse Kürtleri çatıştıramaz. Güney Kürdistan yönetimini PKK’ye saldırtmak için Türk devleti çok çalıştı, hala da çalışmakta olduğu anlaşılmaktadır. Güney Kürdistan yönetiminin PKK’ye silah bıraktırma, teslim alma, bunun için dayatmada bulunma gibi ne bir görevi, ne de sorumluluğu vardır. Beşir Atalay nerden çıkarıyor bunu? PKK ile Barzani arasında Beşir Atalay’ın iddia ettiği gibi ne bir tartışma, ne de bir görüşme vardır. Kürtlerin gündeminde çatışma değil, ulusal birlik konferansı vardır. Kürdistan özgürlük gerillasından her darbe yedikçe ve “kök kazıma” söylemleri boşa çıkıp, Kürt, Türk ve tüm dünya kamuoyu nezdinde prestijleri beş paralık olunca, Güney Kürtlerine yüklenmeyi bir siyaset bellemişlerdir. Ancak artık o dönemler geçti.
Bunun böyle olmadığını Türk devleti de bilmektedir ancak, kamuoyunu yanıltmak, Kürtlerde bir beklenti yaratmak amacıyla böyle özel savaş yöntemleri devreye konulmaktadır.
Sömürgeci Türk efendiler, boşuna uğraşmayın, Kürdistan halkı, üzerinde şekillendiği, rengini, sesini ve ruhunu aldığı kadım topraklarında sömürgecilerden, işgalcilerden kurtulmuş olarak her halk gibi kendi kaderini tayin ederek özgür yaşamını kurmak istiyor. Kürtçe kurs, seçmeli ders vb. zırva ve hakaretlerinizi duymak bile istemiyor. Sömürgeci efendiler siz dilinizi seçmeli derslerde mi öğrendiniz? Siz Kürt ulusunu ne sanıyorsunuz? Kürtler bu kararlılık, bilinç ve örgütlülüğe ulaşmışlardır. Bu toprakları bırakıp, defolup gideceksiniz. Her sömürgecinin, her işgalcinin işgal ettiği ülkeden çıkmak zorunda olduğu gibi… Artık bayat kardeşlik edebiyatınız sökmez! Biz Kemal Pir, Deniz Gezmiş kardeşliğini biliriz! Başka sahte, köleliği dayatan kardeşlik edebiyatlarınızı da tanımayız.
Kürdistan özgürlük hareketi ve Kürdistan halkının bir gündemi vardır: Önder Apo ve Kürdistan halkının özgürlüğü için Devrimci Halk Savaşı! Onun için Kürdistan, Van’da gerçekleştirdiğiniz ve Kürt halkının kendi oylarıyla seçtiği temsilcilerini esaret altına almanız karşısında gösterdiği serhıldan tutumunu tüm Kürdistan’a ve Türk metropollerine yayacaktır. Neden Van serhıldanı, sömürgeciliğin bozkırını tutuşturan bir kıvılcım olmasın? Bir kıvılcım bir bozkırı tutuşturabilirse, Van serhıldanı neden tüm Kürdistan’ı sarmasın? Neden Kürtlerin özgürlük ruhu serhıldanlarla şahlanmasın? Neden bir kene gibi bedenimize yapışarak kanımızı emen Türk sömürgeciliğinin kanımızı daha fazla emmesine izin verelim? Topraklarımızda katliam yapmasına, bizleri esaret altına almasına, bizi yönetmesine, kimliksiz bırakmasına neden izin verelim?
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
İnsanoğlu doğuştan doğru görmediklerine, bulmadıklarına karşı refleks gösteren bir varlıktır. Öyle ki ruhuna sindiremediklerine karşı bir duruş sergiler. Bu tabiatın da bir kanunudur. Doğanın en küçük, gözle görülmeyeninde dahi bu yaşam refleksini görürsünüz. Buna kimileri öz savunma diyor. Kimisi meşru savunma diyor. Ve kimisi de var oluşun yani doğuşla birlikte o varlığa verilen hakların korunması diyor. Sonuç itibariyle hangi isimle adlandırsanız adlandırın, tanımı ne olursa olsun, bu yeryüzüne gelişle birlikte her varlığın bir yaşama hakkı vardır. Bu yaşam hakkına el atılır atılmaz, bu hak gaspına karşı bir direnç gösterilmeye başlar.
Doğada özelde birinci doğada bu refleks adeta içselleşmiştir. Ve biz bu doğal reflekse çoğu zaman instinkt yani içgüdü diyoruz. İçgüdüyü sözlükler: “Bir canlı türünün bütün bireylerinde akıl ve düşünceden bağımsız olarak, doğuştan gelen bilinçsiz her türlü hareket ve davranış, insiyak, sevkıtabiî” diye tanımlıyor.
Biz sadece doğuştan bir varlığa bahşedilmiş haklardan bahsederken, bu direnci dile getirirken insanın insan olmayla yani toplumsal bir varlık olmayla da edindikleri haklarından da bahsediyoruz. Bu haklar ise başkasına devredilemeyecek kadar insanı insan eden haklardır. Kim olursa olsun, gücü ne olursa olsun bu haklardan asla ama asla vazgeçilemez. Bu haklara bir saldırı yöneltildiğinde bu haklara karşı karşı koyuş dediğimiz gibi bir var olmanın temel gerekçesi ve gayesidir.
Çok uzatmadan dolaysız söyleyelim ne söylemek isteyeceğimizi. Bugün Türkiye cumhuriyeti diye tabir edilen yapı içerisinde insana ve toplumlara bahşedilmiş doğal ve toplumsal haklar inkar edilerek en küçük dirence karşı korkunç cezalar yağdırılmaktadır. Öyle ki poşu taktı diye gençler 11 yıl hapis cezalarına çarpıtılmaktadır. Parasız eğitim istiyor diye gençler 8 yıldan daha fazla zindan cezası almaktadırlar. Cebinde 3 yumurta bulundu diye 11 yıl ceza alabilmektedirler. Bir gün grev yapıldı diye 315 işçi işlerinden atılmaktadırlar.
Halbuki yukarıda da dile getirildiği gibi var oluşsal hakların ötesinde bir şey istenmemiş ve var oluşsal hakların dışında gösterilen bir refleks ve tepki de sergilenmemiştir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, eğer oralarda faşizm denen bir siyasal sistem yoksa -belirtilen insani tepkilere bırakalım cezaların verilmesi -normal karşılanır ve bireylerin böylesine tepkilerine dışa vurmaları için teşvik edilir. Ne de olsa bireyin en küçük tepkilerinin dışarıya taşması demek daha büyük tepkilerin hatta yıkıcı tepkilerin önü alınması demektir. Bir nevi damlayken sorun çözümlenir ki göl olup bentleri taşmasın. Ve büyük yıkıcı zarar verici sonuçları olmasın.
Ancak faşizmin vuku bulduğu, despotizmin hakim olduğu, tekçi, otokratik, anti demokratik ve anti toplumcu rejimlerde-ki bu karakterleriyle zaten anti sosyal yapılar oldukları için-insani tüm refleksleri bastırırlar. Dediğimiz gibi böyle yapılar zaten ahlak dışı ve hukuk dışı yapılardır. İnsan vicdanında yerleri olmayan yapılardır. Böyle olunca doğalında insan ve toplum vicdanında yerleri olmayan bu yapılar kendilerini var etmek için hep var oluşsal hakları ezmenin, bastırmanın yollarını ararlar. Aksi taktirde kendilerine yaşama zemini bulamazlar. Bulamazlar çünkü bu halleriyle dediğimiz gibi zaten toplum dışıdırlar.
Evet, faşizmin, despotizmin, otokratik, tekçi yapıların hüküm sürdüğü yerlerde doğal insani refleksleri göstermenin yeri yoktur. İnsan olmanın verdiği hakları savunmanın yeri yoktur. O zaman yeniden, insan olmanın verdiği hakları tesis etmenin yolu bu faşizan yapılara karşı direnç göstermekten geçtiğini görelim. Ancak bu direnç ve haklar üç yumurta taşıyarak, bir pankart açarak, bir poşu takarak tesis edilemez. Bu hakları yeniden elde etmenin tek yolu vardır o da: Dağlara çıkmadır. Dağlarda özgürlük türküsünü hür ve gür haykırmaktır. Çünkü dağlar insana ve topluma bahşedilmiş olan doğal hakları yeniden tesis etmenin en kutsal mekanlarıdırlar.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
